Mayıs 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

“Din siyasetten besleniyorsa siyasete, paradan besleniyorsa paraya, ahlaktan besleniyorsa ahlaka hizmet eder. Bizim öncelikli olarak doğru ve adil olmaya ihtiyacımız var. Din ancak bu zeminde kendine alan açabilir.
Din, ahlak üretemez hale gelmiştir, sorumluları da dini besleyenler ve dinden beslenenlerdir”.(1)

Dinle Yıkmak
Din, cahil din adamı ve dinden rant sağlayan siyasilerin çıkarcı emellerinde ve hükümranlıklarında olduğu zaman, ülkelerini demokratik yöntemlerle yönetmedikleri için bilim dışı uygulamaları nedeni ile ülkelerini çağın gerisinde bırakırlar. Bu geriliği tek adamla yönetilen bütün dünyadaki İslam ülkelerinde görülmektedir. İşte bu yazımızda Türkiye’yi Anadolu’yu işgal eden emperyalist Batı ülkelerinin, Kurtuluş Savaşınızı kazandıktan Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile, dini, tarikatları, cahil din adamlarını kullanarak dinle nasıl yıkacaklarını kendi sözlerinden aktaracağız.
Dinle bilim, hukuk ve adaletten tutun da Evrime Teorisine kadar pek çok alanda çelişir. Dinsel baskı ve yönetimle yönetilen ülkeler çağın gerisinde kaldıkları için, geri kalan ülkeleri sömürerek zenginleşen Batı’nın emperyalist ülkeleri de o ülkenin ileri gitmesini, çağdaşlaşmasını asla istemezler. Dini ve dincileri kullanarak o ülkenin geri kalması için sinsi planlar yaparlar.
Öte yandan dinci ülkenin siyasi parti ve liderleri dinden, devlet hazinesinden nemalandıkları için asla iktidardan gitmek istemezler, devleti dini kural ve hükümlerle yönetmeye devam ederler. Böylesi ülkelerde demokrasi gelişmemiştir, ekonomi de çağın gerisinde kaldığından o ülkenin halkı sefil perişandır. Yani dışarıdaki sömürücü emperyalistler dini ve dincileri kullanırken, ülke içindeki siyasiler ve partiler de dinden nemalandıkları için dini kullanarak (içerden ve dışarıdan) iki koldan o ülkeyi böylece geri bırakmışlardır.

Dinle Yıkmak

Dünyada irili ufaklı 50 civarındaki İslam ülkelerinde dini hükümler ön planda olduğu ve demokrasi gelişmediği için yüzyıllardan beri ekonomileri hep bozuk olmuş ve çağın gerisinde kalmışlardır. Ne ki “500 yıldır Müslüman ülkelerin dünya bilimine hiçbir katkıları olmamıştır”. Günümüzde bile çağın en gerisinde kalmış bu Müslüman ülkeler, kalkınmak ileri gitmek için demokratik yönde hiçbir yapısal yenilikleri yapmıyorlar. “Kurtuluş İslam’da” diyerek dincilik kavgasını sürdüren liderler, partiler ve toplumlar günümüzdeki tavırlarını şöyle bir empati yaparak izlemelidirler: Dünyada çoğunluğu Asya’da, Afrika’da yaşayan 50 civarındaki ülkelerin içinden milyonlarca her ırktan milletten insanlar yurdunu yuvasını terk edip, akıl almaz yol ve araçlarla “gavur” dedikleri çağdaş Batı ülkelerine gitmek için can atıyorlar, yollarda can veriyorlar. Hemen hepsi de birbiri ile kavgalı, hepsi de ilerlemiş Batı ülkelerinden silah alıp birbirini öldürüyorlar, canlı bombadan tutun da her türlü terörün kaynağını oluşturuyorlar.
Batı’nın emperyalist ülkeleri yukarıdaki sömürü emelleri için geri kalmış Müslüman ülkelerin ileri gitmesini istemezler, onlara önce bedava sonra ucuza mal ve teknoloji verip onların üretken olmalarını önlerler, böylece devamlı kendi pazarları olmasını isterler. Batının emperyalist liderleri güya aydınları, geri kalan bu Müslüman ülkelerinin din adamlarını, hele cahil din adamlarını kollayıp, “şeriat, tarikat, din” diyerek desteklerler, bu yolda en şeytani telkinlerde bulunurlar. Bakınız başbakanlık, bakanlık yapmış İngiliz Devlet adamlarından Davıd Lıoyd George (İngiliz 1863-1945) hemen Kurtuluş Savaşımızdan sonra 1923 yılında Lordlar Kamarasında yaptığı konuşmasında neler söylüyor:
“Şimdi Türkler bir devlet kurdu. Timur gibi bir zalim asker Türkleri yeniden diriltti. Ancak kutsal amaçlarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Biliyoruz ki, Türkler ne olduğunu bilmedikleri bir dine inanıyor. İşte Türkleri bu dinle yani İslam ile yıkacağız. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak bütün imamların bizim amaçlarımıza hizmet etmesi gerekiyor. İngiliz istihbaratının birinci görevi budur”.(2)
Kurtuluş Savaşımızda bu yıkıcı hain propagandalara kanan başta Ege bölgemizdeki bazı imamlar olmak üzere yöredeki bazı din görevlileri İngilizlerin Osmanlıyı (Türkiye’yi yönetmesini istemişler, Vahdettin’in ve şeyhülislamının bu doğrultuda çalışmaları, fetvaları ile o emperyalist ülkelerin “yıkıcı” emellerine alet olmuşlardır.

Dinle Yıkmak

Ülkesinin emperyalist devletlerin işgal ve sömürüsünden kurtarmak için mücadele eden G.M.Kemal Atatürk için başka bir Batılı da şöyle diyor(3): “Yapılması gereken Atatürk’ün hem din hem de Kürt düşmanı olduğu fikrini yaymaktır”. Zaten İstanbul hükümetinin “işgalcilere direnmeyin” fetvaları yanında, bazı devrin aydınları ve din adamları da İngiliz veya Amerika himayesine sığınmamızı öğütlüyorlardı.

            ABD’nin tanınmış siyaset bilimcisi S. Huntington da güya Türkiye’ye kendince nasihat çekiyor: “Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir”. Oysa Atatürk devrimleri ile Türkiye’nin çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın, ileri gitmenin en güzel rotasını çizmişti. Türkiye Türkçülük rotasından çıktığı takdirde, dinci, gerici, şeriatçı yönetimin tuzağına düşecek, çağın en geri devleti olacaktır. Emperyalist ABD nin güya en aydın siyaset adamı S.Huntington bu söylemi ile Türkiye’yi kötü yola yönlendirmektedir.(4)

ABD’li Paul Henze (5) Türkiye’ye, “Atatürkçülük öldü Nurcular ileri” diyerek güya “müttefik dost bir ülkeye Türkiye’ye” öğüt vermeye yol çizmeye çalışıyor.Sanki Türkiye’ye yararlı matah bir şeymiş gibi Fetullah Gülen’in Nurculuğunu yeğliyor, Atatürk ve laiklik karşıtı dinci bir örgütü Türkiye’ye telkin etmeğe çalışıyor. Nurcu Feto’cuların darbe yapacak kadar Türk devlet mekanizmasına sızdığını 15 Temmuz darbesi ile 250 şehit vererek dehşetle gördük yaşadık. Yani Nurculuk-dincilik bir ülkemize çağ dışılık ve yıkım getirdiğini Meclisin bombalanmasıyla tanık olduk

Dinle Yıkmak
Grahma E. Fuller de “Kemalizme son verin Osmanlıyla övünün” diye güya dost mesajı veriyor. Graham E. Fuller, Kemalizm’e son verin demekle Türkiye’yi dincilerin, gericiliğin batağına sürükleme telkininde bulunuyor. Tek adam (padişah) yönetimli Osmanlı bilimden uzak, devleti geriye yıkıma götüren bir yönetim biçimi idi. İşte emperyalist bir devletin güya aydın birisinin Türkiye’ye telkinleri bile sömürü ve yıkım telkin ettiğini unutmamak gerekir. O nedenle Atatürk, devrim ve ilkelerine dört elle sarılmamız gerekiyor. Günümüzün dinci iktidarları da o emperyalist devletlerin sözde aydınlarının telkinleri doğrultusunda Osmanlıya, Halifeliğe, dinciliğe, Nurculuğa eğimli hevesli tavır içinde hareket ettiklerine tanık olduk.(6)

Türkiye’de Cumhuriyet devri boyunca gizli açık Halifelik isteyen dinci gericilere adeta teşvik edici tavır içinde olan ABD Başkanı Clinton“Amerikan kontrolünde bir halife ile İslam Dünyasını yönetmek bizim için en masrafsız yoldur”. Oysa Halifelik İslam tarihine daima sıkıntı ve üzüntü kaynağı olan bu dinci kurum Atatürk devrimleri ile kaldırılmıştı. Clinton, bu sözü ile “Amerikan kontrolündeki Halifelikle İslam dünyasını daha iyi kontrol eder, daha iyi zahmetsiz sömürürüz” demek istiyor. Öyleyse Halifelik gibi, demokratik sosyal yaşantıyla asla bağdaşmayan bir din başkanlığı toplumu köleleştirir, ülkelere yıkım getirir. Halifeliğin Peygamberden sonra Kerbela olayından başlayın, din, mezhep, tarikat savaşları ile başka Müslüman ülkelere olduğu kadar Türk devletlerine de huzursuzluk kaynağı, bilime direnme kurumu olduğunu Osmanlıdan beri yaşadık, gördük. Şimdiki dincilerin bile andıkları, istedikleri Halifelik yaşamına M.K.Kemal Atatürk devrimlerinin neşteri vurmuş kaldırmıştı.(7)

İngilizlerin meşhur devlet adamlarından W.Cuhurchil (8), Türklerin en zayıf yanlarının din olduğunu ve onları din ve din adamları ile yıkılacağını öğütlerken şöyle diyor: “Türkleri savaşarak, asker ve silah kullanarak asla yenemezsiniz. Türklerin sadece din adamlarını ele geçirip onları kullanın. Onlar zaten devleti yıkarlar”. Kurtuluş Savaşımız boyunca Batı Anadolu’daki nice cahil din adamlarımız İngilizlerin bu telkin ve emellerine nasıl haince uyduklarını bu doğrultuda çalışmalar yaptıklarını Kurtuluş Savaşımız ve Devrim tarihinde dinci isyanlarla yaşadık. Düşmanlarımız bile “Türkleri dinle yıkarız” derken, günümüzün dinci iktidarları da aynı gaflet ruh ve düşünce içinde devlet yönetiminde dinciliği ön plana çıkararak halkına topluma huzursuzluk, yıkım, çağ dışılık getirmekteler.  

Yine İngilizlerin bir amirali, “T.C.ni dinle yıkacağız” derken, şimdilerde bile laik T.C.ni kemiren aşırı dinciler, tarikatlar İngilizlerce nasıl yıkım aracı olduğunu yüz yıl önceden aşağıdaki söz ile dışa vuruyor:

“Kemal şimdilik savaşı kazandı, kanla çömez bir cumhuriyet kurdu. Biz bunu dinle yıkacağız. 2 yıl dahi yaşayamaz. Bu konuda Cumhuriyet karşıtı tarikatlar doğal müttefiklerimizdir. Bu güçlerin bir an önce harekete geçirilmesi Musul konusunda hayatidir. Derhal Cumhuriyetin Bolşevizm, Bolşevizm’in de dinsizlik olduğu teması ivedilikle İslam dünyasında işlenmelidir”.(9)
İşgalci emperyalist bir devletin amirali, yeni ilan edilen “Cumhuriyeti dinle yıkacağız”, diyor. Demek ki din ve tarikatlar, tarih boyunca başka devletler için yıkım aracı olarak kullanılmış, aynı yıkım tuzağı yeni kurulan T.C. için de kurulmakta olduğunu görüyoruz. Üstelik Cumhuriyetin “Bolşevizm’in ve dinsizlik olduğunu”, “İslam dünyasına işlenmesi” gerektiğini, kurulan bu ilk Cumhuriyeti dinle yıkacaklarını söylemekteler. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk önemli dini kullanan isyan olan Nurculuk tarikatını yayan Şeyh Sait (1876-1960) İsyanı da İngilizler tarafından din ve mezhep kışkırtıcılığı ile Nurculuk tarikatı ve Şeyh Sait desteklenmiş sınırsız kollanmıştır. Desteklemekteki tek amacın, Nurculuğu ve Şeyh Sait’i sevdiklerinden değil, yeni kurulan emekleyen Türkiye Cumhuriyeti’ni din ve tarikatlarla yıkmaktır.  Şeyh Sait’in yaydığı Nurculuk ve isyanı ile, yine Nurculuğun son temsilcisi olan Nurcu Fetullah Gülen (Feto) ile Türk ulusuna onulmaz acılar yaşatmıştır.
Öyleyse dinciliği, tarikatları sürekli ön plana çıkarmak isteyen siyasal partiler ve siyasi kişiler ülkelerine büyük zarar vermekteler. Günümüzde de din kullanılarak ülkelerini “yıkım”a götüren Humeyni (1902-1989) dinle İran’ı çağın dışına, Pakistan devlet yönetimi de Şeriatı seçerek dinsel kaosa sürüklemiş, hele Afganistan, Taliban gibi en katı en zalim din baskılı yönetimi ile ülkelerini geriliğin batağına sürüklemişlerdir. O zaman, Atatürk’ün kurduğu laik T.C. çağdaşlığın yolunda ilerlerken, 1950’den beri aşırı dinciler, tarikatçılar laik T.C. nin yapısını oradan buradan kemirerek ülkeyi “yıkım”a götürürken, dinci, tarikatçı yönetimler de onlara ödünler vererek ülkeye onulmaz zaralar vermekteler, ülkeyi çağın gerisine doğru sürüklemekteler. Bu dinci tarikat, dinci siyasilerin çağ dışı eylem ve çabaları yüzünden ülkeye hiçbir zaman demokrasi yerleşmemiş, ülke düzlüğe çıkamamıştır, ülke “çağdaş uygarlığa” ulaşamamıştır. Çünkü dünyada salt dini hükümlerle yönetilip ileri giden, refaha ulaşan, çağdaşlaşan hiçbir ulus ve devlet yoktur. Eğer din ve dincilik yüzünden ülkeler kalkınsa idi, 50 civarındaki İslam ülkeleri çağın en gerisinde kalmazdı.

Dinle Yıkmak

İngiliz emperyalizmine yalakalık yapan İskilipli Atıf Hoca’ya ne dersiniz:

Kuvayı Milliye’ye, vatana ihanetten idam edilen İskilipli Atuf Hoca da tıpkı emperyalist İngilizlerin ağzını kullanarak şöylesine haince laflar edebiliyordu:

“İslam kilidinin anahtarını İngiltere’nin güvenilir ellerine teslim etmekte İslam alemi için hiçbir tehlike yoktur. Yunan askerlerine karşı gelmeyin onlar padişah efendimizin daveti üzerine ülkemizi işgale gelmişlerdir” diye kurtuluş savaşında bildiri dağıttırarak halka savaşmayın diye çaba göstermiştir.
İskilipli Âtıf Hoca başında bulunduğu Teâlî-i İslam Cemiyeti'nin imkânlarını kullanarak İngiliz ve Yunan işgallerine karşı çıkılmaması için çalışmış, bu yolda hazırlattığı beyannameleri Türk köylerine dağıtmıştır. İstiklal mahkemesi İskilipli Atıf’ı vatan hainliğinden asmıştır birilerinin mazlum gösterip şapka kanunundan asıldığı yalandır.
Atatürk zamanında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olan Joseph Grew (10), ABD ye gönderdiği gizli mesajında neler yazmış: “Atatürk liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti bilimsel yolda almış olduğu ivme ile her alanda çok fazla gelişme göstermektedir ki, bu bizim Ortadoğu’da ileriki yıllarda çok pasif kalmamızı Türkiye Cumhuriyeti’nin de bölgede çok güçlü bir şekilde söz sahibi olacağının göstergesidir. Türkler üstün kabiliyette bir millet ancak yolları İslam ile kesilebilir, bu kanaat ziyadesiyle bende oluştu. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz. Ancak bu yolla Türklerin önü kesilebilir ve biliyorsunuz ki yakın tarih bunun numuneleri ile doludur.”
Laik Türkiye’nin din yoluyla çizgisinden saptırılması 1930larda planlanmış. Yüz yıl önce din yolu ile Türkiye’yi nasıl karanlığa itebileceklerini söylüyorlar ve kendilerine o yolla hizmet ettirebileceklerini, yani din yolu ile yıkabileceklerini anlatıyor ABD elçisi. Onun için de Türkiye’yi darbe ile dinci bir karanlığa sokmak için 15 Temmuz 2016 yılındaki dinci Feto darbesini kollarken, dinci darbe yapan Fetullah Gülen’i Amerika’da besliyorlar, Türkiye’ye vermiyorlar. Kısaca din yolu ile Türkiye’yi karanlığa itmekten söz ediyorlar.(11)

Yıl 1919, Ege Bölgemizi Yunanlılar işgal etmeye başlamış. Bir Yunan müfrezesi, işgal altındaki Ege’nin bir köyünde devriye gezmekteler. O sırada cami minaresinden ezan okunuyormuş. Bazı köylüler bir duvar dibinde oturmuşlar sohbet ediyorlar. İşgalci bir efsun askeri duvarın dibinde oturan köylülere yaklaşmış, "hayda bre ezan okunuyor, imam sizi camiye çağırıyor, ne oturuyorsunuz kalkın camiye gidin” diyerek tüfeğin ucu ile köylülere dürtermiş. Köylüler durumu imama anlatıyorlar. İmam da “bakın onlar bizim dinimizi düşünüyorlar, bravo” derler. O sıralarda köy imamı köyden bir koyunu Yunan bayrağı gibi maviye boyar, “bize bir şey yapmasınlar” diye, Yunan askerlerine hediye ederler. Dağlarda ise vatanseverler, efeler Yunanlılara vur kaç yöntemi ile direnmekteler.
Yunanlılar köylülerin din ve inançlarını düşünmekten ziyade, onların dini duygularını sömürerek onları kendilerine kabul ettirmek, dine onları avlamak peşindeler.
İstanbul’da devrin padişahı VI. Mehmet Vahdettin ve şeyhülislamı ile birlikte, “Yunanlılar sizin iyiliğiniz için geliyor, onlara karşı direnmeyin” diye fetvalar yayınlamaktalar. Vahdettin’in gafleti bilinçsizliği yanında, işgalci askerlerin davranışı bile, cahil halkı dini yönden kandırmak çabası içindeler.
Atatürk diyor ki:
“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar.
Hâlbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.
Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında aldığımız dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidirler.” G.M.Kemal Atatürk
Her Türk Genci, Şeyh Sait İsyanı, Kubilay Olayı, Madımak Katliamı, Feto darbesi gibi gerici kalkışmalarını iyi analiz etmeli, Atatürk’ün bu sözü ile kıyaslayıp, özümseyip Laik T.C. ne tehlikenin nereden geldiğini iyi öğrenmelidir.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
SONNOTLAR

(1)İlahiyatçı yazar Ayşe Sucu Sözcü 11.01.2021

(2) Davıd Lıoyd George (İngiliz devlet adamı 1863-1945). 1923 yılında Lordlar Kamarasında yaptığı konuşmadan alınmıştır.

(3) (Kurt Zemken (1888-1965) Alman diplomat)

(4) Samuel Huntington (1927- 2008) Amerikalı bir siyaset bilimci, danışman ve akademisyen).

(5) (P. Hanze 1924- 2011) Eski CIA ve ulusal güvenlik uzmanı)

(6) Graham E. Fuller eski bir üst düzey CIA yetkilisi ve Müslüman Dünyası üzerine çok sayıda kitabı bulunmaktadır (1937) Azınlıklar, Din Felsefesi kategorilerinde eserler yazmış popüler bir yazardır.

(7) B. Clinton (ABD Başkanı (D. 1946 1993 ile 2001 yılları arasında başkanlık görevini sürdürdü).

(8)Winston Cuhurchill (1874-1965 İngiliz Devlet adamı)

(9) Amiral Sir Hung Farncis Sinclair. 1924 (British İntelligence Service)

(10)Joseph Grew, ABD Başkanlığına mesajlar notlarından

(11)(1927-1932 yıllarında ABD’nin Ankara Büyükelçisi görevinde bulunan kariyer diplomatı Joseph Grew, Lozan Barış Konferansında ABD temsilcisi idi).

Sizde insaf ve Allah korkusu yok mudur?
Nedir bu milletin sizden çektiği?

Sizde;  insaf, insanlık ve Allah korkusu yok mudur?

Siz,  iyi ki; Müslüman geçiniyorsunuz, bir de Müslüman olmasaydınız,  demek ki; bu millete nefes dahi aldırmayacaktınız, nefessizlikten boğacaktınız. 

Anayasanın; vergi ödevi başlıklı 73.  maddesi çok açıktır. 

73 Madde der ki; 

Herkes,  kamu giderlerini karşılamak üzere,  malî gücüne göre,  vergi ödemekle yükümlüdür. 

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı,  maliye politikasının sosyal amacıdır. 

Bu millet;  Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) denilen kan emici vampir ile daha ne kadar mücadele edecek?

ÖTV nedir?

Özel tüketim vergisi; çok istisnai hallerde, daha ziyade varlıklı kesimlerin çok özel ve lükse giren,  elzem olmayan hizmet ve mal alım satımları üzerinden alınması gereken bir vasıtalı vergidir. 

Vasıtalı vergilerin tüm adaletsizliklerini,  ÖTV de üzerinde barındırmaktadır. 

Vasıtalı vergiler; özellikle de,  KDV ve  ÖTV, insanların mali gücüne ve gerçek kazançlarına göre değil, mali güçleri ve kazançları ne olursa olsun, zengini ve fakiri herkesin satın aldıkları hizmet ve malların  değeri üzerinden,  yasanın öngördüğü oranlarda alınan vergiler olup, anayasanın öngördüğü herkesin mali gücüne  göre ödenen, vergi yükünü adaletli ve dengeli dağıtan bir vergi türü değildir.  

Gelişmiş ülkelerde,  adil olmadığı için,  vasıtalı vergilerden; vasıtalı bir vergi olan ÖTV'den elde edilen vergi gelirleri, toplanan tüm vergiler içinde,  gerçek gelirlerden elde edilen vergilere oranla daha azdır. 

Bizde ise tamamen tersi, ÖTV ve KDV gibi vasıtalı vergilerin,  toplam vergi geliri içindeki oranı,  çok yüksektir. 

Vergiler, vergilerdeki adalet; ülkelerin gelir dağılımdaki adaletini de gösterir. 

Ülkemizdeki, KDV ve ÖTV gibi vasıtalı vergilerin miktar ve oranları itibariyle, gelir dağılımındaki adaletin yerlerde süründüğü çok açıktır. 

İş başındaki iktidar, gerçek gelirleri vergilendiremediği, gerçek usulde vergiye tabi mükelleflerden vergi toplayamadığı için, mal ve hizmet alım satımları üzerinden alınan,  kaçırılması mümkün olmayan KDV ve ÖTV gibi vergileri öne çıkararak, bu vergilere ağırlık vererek, özellikle ÖTV oranlarını sık sık artırarak, özel ve lüks  tüketim tanımına girmese de, ürettiği veya üretmediği tüm hizmet ve malların satışı üzerinden, ÖTV alarak adeta fakir halkın kanını emmektedir. 

Hazineyi boşaltan, Merkez Bankası rezervlerini eksiye düşüren, devletin kaynaklarını israf eden iktidar;  hazinedeki açığı kapatmak için, varil fiyatlarının ve dolar kurunun artışlarını bahane ederek, orantısız bir şekilde, sürekli akaryakıt fiyatlarını artırmakta ve bu şekilde adeta fakir halka sürekli vergi salmaktadır. 

Akaryakıtta ÖTV mi olur?

Akaryakıt; sadece özel otomobillerde kullanılmıyor ki.  

Çiftçi mazot olarak tarımda, sanayici üretimde, devlet ve özel sektör elektrik üretiminde, nakliyeci nakliye hizmetlerinde, halkımız da ısınmada akaryakıt kullanmakta olup, akaryakıta yapılan tüm zamlar, bu nedenle üretim maliyetine ve çarşı pazara fiyat artışı olarak anında yansımaktadır. 

Anti laik eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenen ve bu eylem ve faaliyetlerini daha da yoğunlaştıran, halkın yaşam tarzına açıkça müdahale eden ve dayatan , iş başındaki iktidar; laiklik ilkesini çiğnemeye devam ederek, sözüm ona gençliği koruyacağım bahanesi ve içki kullanımını azaltarak halkın günaha girmesini önleme bahanesiyle,  alkollü içkilerden alınan ÖTV'yi sürekli artırmakta ve bir litre alkollü içkinin üretim bedelinin çok üzerinde vergi almaktadır. Bunun sonunda da,  sahte alkollü içkilere yönelen halkımız,  hayatlarını kaybetmektedir. 

Burası, sözde de kalmış olsa,  laik bir ülke olup, herkes; din, vicdan ve inanç özgürlüğüne sahiptir. İslam’da zorlama ve dayatma yoktur. İçki içmek dinen günahsa,  siz  içmezsiniz o kadar, başkalarının günaha girip girmedikleri sizi asla ilgilendirmez. 

Aslında, hepsi bahane, alkollü içkilerden alınan ÖTV'nin artırılması,  iktidarın kolayına gitmekte,  fazla eleştiri alamayacağını düşünerek, alkollü içkiler üzerinden adeta vergi hasılatı elde etmektedir. 

Alkol satışından elde edilen vergi gelirlerinden,  Diyanet İşleri Başkanlığının devasa bütçesine para aktarılmakta,  imamların maaşlarını alkol içenler de ödemektedir. Ne kadar komik bir durum görüyorsunuz.  

Az kaldı gidecekler, bu nedenle halkımız, demokratik bir sabır içinde,  seçimleri bekliyor. 

Saray'ın askeri başdanışmanı olan zat'ın kurucusu olduğu SADAT isimli karanlık örgütün yönetim kurulu üyesi olan bir zatın;  ülkeyi, seçim sandığında teslim etmeyiz demesi, kaybedilecek seçim sonuçlarına rağmen, kazanana ülkeyi teslim etmeyeceğiz anlamına gelen bu beyan,  beyhude bir çabadır, halkımız oylarıyla muhalefeti iktidara taşısın yeter, bunu engellemeye kimsenin gücü yetemeyecektir. 

Halkımızın şu andaki demokratik sabrı, seçim sonuçlarının ilanına vadelidir. 

Demokratik seçim sonuçlarına saygı gösterilmeyerek,   iktidarı devretmemeye kalkışılması ve demokrasinin dışına çıkılması söz konusu olursa, halkımızın demokratik sabrı da sonlanacak, bunun sonucuna herkes katlanacaktır.

Güner Yiğitbaşı

29/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Uyan artık uyan sen hala seçimlerden mi yarar umuyorsun?
Ey Türk Milleti;  daha ne kadar kış uykusunda kalacaksın?

Uyan artık uyan lütfen, sen hala seçimleri mi bekliyorsun, seçimlerden mi yarar umuyorsun?

Kişisel sosyal medya hesabında "Araştırmacı Yazar" olduğunu belirten,  ancak İstanbul Ticaret Odası’nın sicil kayıtlarına göre,  CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapısına gitmesinden sonra gündem olan SADAT’ın yönetim kurulu üyesi ve ASSAM Başkan Yardımcısı olduğu görülen Ersan Ergür,  sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullanmış. 

"Bu vatan kanla alındı,  kanla savunuluyor.  Bu vatanı Türkiye düşmanları ile iş birliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz… Etmeyeceğiz! Vatan sağ olsun…” 

Adam, yoruma açık olmayan netlikte yazmış be kardeşim. 

Nedir bu senin tepkisizliğin?

Demokratik bir batı ülkesinde bir densiz böyle bir beyanda bulunacak olsa, yer yerinden oynar. Halk demokratik ne kadar tepki varsa hepsini ortaya koyar ve bu beyan sahibine haddini bildirir. 

Bu adam; seçimleri kazanması büyük olasılık olan  muhalefete,  resmen diyor ki; seçime ve sonuçlarına güvenmeyin, seçimi kazansanız da bu ülkeyi size teslim etmeyeceğiz. 

Seçim sonrasında, seçimi kazanacak olan muhalefet ile iktidar yanlıları arasında bir iç savaş olacağını,  kan döküleceğini, ülkeyi seçimi kazanacak olan muhalefete teslim etmeyeceklerini açıkça dile getiriyor. 

Türk Milletinin seçme ve seçilme özgürlüğüne müdahale ederek,  seçmeni adeta tehdit ediyor. 

İç savaş ve darbe çığırtkanlığı yapıyor. 

Bu ülkenin; 

Ey Cumhurbaşkanı, 

Ey İçişleri Bakanı, 

Ey Adalet Bakanı, 

Bu densizin iç savaş çağrısı içeren beyanlarını görmezlikten ve duymazlıktan gelemezsiniz. 

Bu,  demokrasimizin geleceğine yönelik vahim beyan karşısında, biz görevlerini yapmayan savcılara değil, doğrudan,  bu ülkenin seçimle iş başına gelen Cumhurbaşkanına, İçişleri Bakanına ve Adalet Bakanına çağrı yapıyoruz. 

Bu beyan asla karşılıksız kalmamalı,  gereği derhal yapılmalıdır. 

Türk Halkı da, bu vahim beyan karşısında sessiz kalmamalı demokrasimizin geleceği için dimdik ayakta olduğunu demokratik yollardan göstermelidir. 

Ey Türk Milleti, sen hala seçimleri mi bekliyorsun? uykudan uyanmak için. 

Göreve başlarken anayasaya göre; 

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla,  Devletin varlığı ve bağımsızlığını,  vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü,  milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma,  Anayasaya,  hukukun üstünlüğüne,  demokrasiye,  Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma,  milletin huzur ve refahı,  millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma,  Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak,  yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda,  namusum ve şerefim üzerine and içerim. ” Yeminini yapan Cumhurbaşkanının,  demokratik tepkisini ve yapacağı, halkımızı rahatlatacak,  açıklamasını bekliyoruz. 

Suskun kalmasını düşünmek dahi istemiyoruz.  

Güner Yiğitbaşı

28/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kılıçdaroğlu'nun İddiası Üzerine Erdoğan'a Düşen Görev  Ve Sorumluluk
KILIÇDAROĞLU'nun;  dün (24/05/2022) grup toplantısında yaptığı konuşmada ip uçlarını verdiği ve saat 22. 00 de belgeleriyle açıklayacağını beyan ettiği ERDOĞAN'ın kaçış planının anatomisi iddiası, KILIÇDAROĞLU'nun, merakla beklenen  dün saat 22. 00 de televizyonlardan yaptığı açıklama ile havada kalmış, hukuken hiçbir değeri olmayan içi boş bir iddiadan öteye geçememiştir. 

KILIÇDAROĞLU'nun elinde başka inandırıcı kanıtlar var mıdır? Bilemiyoruz. 

52 yıllık tarafsız bir hukukçu sorumluluğu içinde söylemeliyiz ki;  KILIÇDAROĞLU'nun sunduğu, ERDOĞAN ailesine mensup çocuklarının kurucusu ve yöneticisi oldukları, ülkemizde çok tartışılan ve sis perdesi içinde faaliyet gösteren bazı vakıflar tarafından, Amerika’ya dolar bazında yüklüce paraların aktarılması,  araştırılması ve Türk kamuoyunca nedenlerinin bilinmesi gereken çok önemli bir iddia ve olay olsa da; sadece, para aktarımı ve bunun belgeleriyle kanıtlanmış olması, hukuken; seçimi kaybetmesi halinde, ERDOĞAN'ın ve yakınlarının,  hesap vermekten korkarak ülkeden kaçacaklarının kanıtı olamaz. 

Bu para aktarımı ile kaçma eylem planı arasında bir illiyet, yani sebep sonuç ilişkisi kurulamaz. Para aktarımı,  hukuken, yeterli bir kanıt değildir. 

Biz, burada tarafsız hukukçu kimliğimizle iddiayı değerlendiriyoruz. 

Niyetimiz; ne iddiacı KILIÇDAROĞLU'nu yermek, ne de kaçacağı iddia edilen ERDOĞAN'ı savunmak değildir. 

Bugüne kadar hepimiz tanık olduk, seçim kaybederek, hesap vermemek için yüklü servetlerle ülkelerinden başka ülkelere kaçan devlet adamlarının birçok örneği, yeryüzünde mevcuttur. 

ERDOĞAN da, bu örnekler gibi, seçimi kaybettiğinde, kaçar veya kaçmaz, onu bilemeyiz, bunu zaman içinde göreceğiz. Biz burada açıkça, yeterli hukuki kanıtlarını elde etmeden ve açıklamadan böyle bir iddianın,  hukuk dışı ve haksız olduğunu, sorumlu ve tarafsız bir hukukçu olarak belirtiyoruz. 

Maalesef, EROĞAN'ın; kar garantili yap işlet devlet modeli yatırımlar ile üç beş müteahhitle girdiği yakın iş ve parasal ilişki ve aile  bireylerinin vakıflar üzerinden gerçekleştirdikleri akçeli işler, şeffaf olunmaması, harcadığı milletin parasının hesabını millete vermekten sürekli kaçması, hukuken yeterli olmasa da, maalesef aleyhinde bazı şüphelerin uyanmasına neden olmuştur. 

Bu nedenle, KILIÇDAROĞLU'nun; başkaca,  kesin ve inandırıcı kanıtlarla, kaçış planı iddiasının altını dolduramaması halinde, ERDOĞAN'dan;  benim ve tüm Türk Halkı'nın beklediği görev ve sorumluluk şudur; 

ERDOĞAN; bu iddianın sair kanıtlarını beklemeden, vay efendim iftiraya uğradım, Cumhurbaşkanına hakaret edildi, kişisel haklarım, itibarım zedelendi, ağır bir manevi zarara uğradım gerekçesiyle ortalığı kaldırmadan ve davalar açmadan önce, belgeli olan aile yakınlarının kurucusu ve başında etkili ve yetkilisi oldukları vakıflar üzerinden Amerika’daki vakıflara aktardıkları paraların menşeini ve aktarım gerekçelerini, harcandığı yerleri, kanıtlarıyla ve inandırıcı olarak Türk Milletine açıklamak ve bizleri ikna etmek zorundadır. 

Ki; hiç kimse,  ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye düşünmesin. 

Evet, başka kanıtları yoksa, KILIÇDAROĞLU'nun; ERDOĞAN ailesinin kaçış planının anatomisi diye sunduğu iddiası, hukuken haksız ve  temelsiz kalacaktır. Bu iddia,  hepimizin, özellikle biz tarafsız hukukçuların şiddetle eleştirdiği, saray yanlısı oradan talimat alan savcıların, kanıtsız olarak düzenledikleri iddianamelerden öteye geçemeyecektir. 

Yeri gelmişken, bir hukukçu olarak ERDOĞAN'a buradan bir hatırlatma yapmak istiyoruz, bakınız;  sizin de başınıza geldi ve biz tarafsız bir hukukçu olarak eleştirmek ve sizin yanınızda yer almak sorumluluğunu üstlendik, eylem ve söylemlerini beğenmediğiniz kişileri, hukuken yeterli olmayan kanıtlarla, zindanlara attırmak,  haklarında davalar açtırmak ve mahkum ettirmek, nasıl oluyormuş? Sanırım anlamış oldunuz. 

Çuvaldızı başkasına batırmadan önce,  iğneyi kendimize batırmak zorundayız, bu herkesin kulağına küpe olmalıdır.  

Güner Yiğitbaşı

25/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Cumhurbaşkanı Olabilmek İçin Seçilmiş Olmak Yetmez Hak Etmek Gerekir
Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;  yine,  19. Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik  Ve Spor Bayramı kutlamaları için Anıtkabirde yapılan devlet törenine katılmadı ve ATATÜRK'ün huzuruna çıkarak mozolesine çiçek bırakmak için dahi olsa,  huzurunda eğilmedi ve sözüm ona  dik durdu. 

Bu, sözde  yiğitliğinden dolayı kendisini kutluyoruz(!)

Tahmin ettiğimiz gibi,  19 Mayısı sadece Gençlik Bayramına indirgedi ve Gençlik Ve Spor Bakanını göndererek,  bayramın önemini itibarsızlaştırdı. 

Huzuruna çıkmayarak, hakkın rahmetine kavuşmuş olan ATATÜRK'ün cansız bedenine karşı dik durdu ve eğilmedi sözüm ona. 

Ancak,  Türkiye Cumhuriyetinin sınırları dışına çıktığında, ayaklarına kadar gittiği sözde devlet olan kabile düzeyindeki Arap ülkelerinin petrol zengini şeyh ve prensleri, ABD ve AB ülkeleriyle, Sovyet lideri Putin'in önünde eğildiğini, yağlar çektiğini, kapılarında beklediğini,  Türk Milleti olarak çok iyi biliyoruz. 

Seçilmiş olmak, ATATÜRK'ün kurduğu T. C. Devletinin onurlu ve şerefli Cumhurbaşkanlığını hak etmeye yetmez. 

Fiilen  olmasa da, hukuken  var olan anayasamıza göre, T. C.  Devletinin başı olan, Türk Milletinin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığını hak ededbilmek için, anayasadaki tanıma uyan Cumhurbaşkanı gibi tavır sergilemek, bayramları; isimlerine göre değil, isimleri ne olursa olsun,  önemlerine ve temsil ettikleri olaylara ve değerlere göre anlamlandırabilmek ve bayramların hakkını verebilmek gerekir. 

19 Mayıs, sadece bir gençlik ve spor bayramı değildir. 

19 Mayıs; 19. Mayıs. 1919 da Bandırma Vapuru ile Samsuna çıkarak, işgal altındaki İstanbul ve tüm Anadolu’yu düşman çizmelerinin altından kurtarmak, demokratik ve laik, özgür T. C. Devletini kurmak için atılan ilk adım ve kurtuluş meşalesinin yakıldığı gündür. 

Bakmayın siz, Yüce ATATÜRK'ün; 19 Mayısı bayram ilan ederek gençliğe hediye etmesine ve adının Gençlik Ve Spor Bayramı olmasına. 

Kaldı ki; bu bayramın adında ve içeriğinde,  ATATÜRK'ü anma da mevcuttur. 

T. C. Devletinin seçilmiş Cumhurbaşkanı olduğunu iddi edebilmek, her gittiği yerlere ve konuştuğu kürsülere, bindiği araçlara Cumhurbaşkanı forsu açabilmek, hakarete uğradım, ben Cumhurbaşkanıyım, bu nedenle Cumhurbaşkanına hakaret suçundan soruşturma açın diyerek,  C. Savcılarına talimatlar verebilmek için, Cumhurbaşkanı gibi Cumhurbaşkanı olmak, başı olduğun T. C. Devletini kuran ATATÜRK'e ve Cumhuriyetin temel değerlerine saygılı olmak gerekir. 

Kuru bir bayram mesajı yayınlamak,  asla yeterli değildir. 

19 Mayısı törenlerine katılarak kutlamayan, ATATÜRK'ün huzuruna çıkmama gafleti içindeki partili Cumhurbaşkanının; 19 Mayıs öncesinden, ATATÜRK'ün adını taşıyan yıktığı Havalimanında yapılacak olan  29 Mayıs İstanbul’un fethi törenlerine katılacağını büyük bir gururla ilan etmesi, büyük bir talihsizlik ve T. C. Devleti ile onun kurucusu ATATÜRK'e ve Türk Milletine büyük bir saygısızlıktır. 

T. C. Devletinin Cumhurbaşkanı seçilmiş olsanız da;  T. C. Devletinin Cumhurbaşkanlığını,  asla ve asla,  hak etmiyorsunuz Sayın ERDOĞAN. 

Türk Milleti olarak tek tesellimiz; bir sene sonra yapılacak olan seçimler sonunda, demokratik yollarla gidecek ve hak etmediğiniz o koltuğu boşaltacak olmanızdır. 

Güner Yiğitbaşı

19/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

19 Mayıs 1919
Ülkelerin tarihlerinde hiç unutamadıkları, ülkenin kaderini değiştiren, yeni bir çağ açan, o ülke için yeni bir milat olan,  çok özel günler vardır. 


İşte,  19 Mayıs 1919 tarihi de,  mavi gözlü, sarışın o Osmanlı subayının,  kuruluşunu kafasında planladığı günümüzün  modern ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş temelinin atıldığı ve bu temele ilk harcın konulduğu çok önemli ve özel bir gündür. 


Mavi gözlü sarışın o genç Osmanlı subayı,  19 Mayıs 1919 günü Samsuna ayak basmış,  üzerindeki Osmanlı kimliğini ve üniformasını çıkararak,  düşman işgali altındaki, onurunu, gücünü ve topraklarını kaybetmiş,  çökme aşamasına gelmiş Osmanlının enkazından,  saltanatın ve hilafetin kaldırılacağı,  halkın kendi kendini yöneteceği laik ve demokratik yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmaya yönelik direniş planını uygulamak üzere düğmeye basmıştır. 


19 Mayıs 1919 tarihi itibariyle artık Osmanlı ile arasındaki gemileri yakarak,  ayak bastığı Samsundan,   Anadolu'nun derinliklerine doğru yeni ve aydınlık bir yelken açan eskinin o Osmanlı subayı Mustafa KEMAL,  halkımızı da arkasına alarak,  adeta devleşmiş ve ülkemizi işgal eden emperyalist devletlerle giriştiği kurtuluş savaşından muzaffer çıkarak,  bugünkü bağımsız, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur. 


19 Mayıs 1919 tarihi ile Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutlanan her yılın 19 Mayısları;  bizim gibi,  laik ve demokrat, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik ve laik niteliğine aşık evlatları için,  bu nedenle çok önemli ve çok özel bir gündür.    


19 Mayıs 1919 tarihi ve Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutladığımız her yılın 19 Mayısları,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletini bir türlü kabullenemeyen,  içlerine sindiremeyen karşı devrimci ve ümmetçi,  antilaik,  Osmanlı hayranı ve Osmanlının özlemi içinde yanıp tutuşan Atatürk düşmanı  kesimler tarafından,  bu nedenle sevilmemekte,  onlar için karabasan olmakta,  milli bayram olarak coşkuyla kutlanmak istenmemekte,  ATATÜRK'ün Samsuna çıktığı 19 Mayıs 1919 ve onun yıldönümü olan her yılın 19 Mayısları,  halkımıza unutturulmak istenmektedir. 


Ama,  ne yaparlarsa yapsınlar,  19 Mayısları ve diğer özel günlerimizi ve milli bayramlarımızı,  laik Türkiye Cumhuriyetini kuran,  önemli devrimleri gerçekleştiren,  saltanatı ve hilafeti kaldıran ATATÜRK'ü,  Türk Milletine asla unutturamayacaklar ve Türk Milletinin gönlünde yer eden ATATÜRK sevgisini asla yok edemeyeceklerdir. 


Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,  Cumhuriyetin bu değerlerine aşık tüm evlatlarının,  19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramlarını gönülden kutluyor ve milli bayramlarımızı;  bugün tüm elde ettiklerini kendisine borçlu oldukları ATATÜRK'e besledikleri kinlerini kusma ve hayranı oldukları Osmanlı'ya karşı yapıldığına inandıkları kötülüklerin  yıl dönümü  olarak gören karşı devrimcileri,  bu kin ve nefretleriyle baş başa bırakıyoruz. 


Tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyetinin temellerini oluşturan ilk belge olması nedeniyle,  Türkiye Cumhuriyeti açısından önemi büyük olan Amasya Tamiminde yer alan en önemli kararlardan biri de; ”Milletin bağımsızlığını,  yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. ”kararıdır.  Bunu çok önemsediğimiz ve bugün dahi geçerliliğini koruduğu için, son söz olarak burada yer vermeyi uygun buluyoruz. 

ATATÜRK'ün;  Amasya tamiminde dile getirdiği gibi, Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve bu devletin eşit ve özgür yurttaşları olan Türk Milletini, ülkeyi uçurumun kenarına getiren tek adama dayalı ERDOĞAN saray yönetiminden ve günümüzün post modern saltanatından, 2023 seçimlerinde kullanacakları oylarıyla,  milletin azim ve kararı kurtaracaktır. 

Bu vesileyle,  en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere,  onun, erinden generaline kadar,  ülkemizi düşman işgalinden kurtararak,  bugünkü modern demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında emeği ve kanı bulunan tüm silah arkadaşlarını ve diğer tüm isimsiz kahramanları;  saygıyla, rahmetle, minnet ve şükranla anıyoruz.  

Güner Yiğitbaşı

19/Mayıs/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Türkan SAYLAN

18.05.2009 tarihinde kaybettiğimiz değerli insan ve doktor Sayın Türkan SAYLAN için,  ölümü nedeniyle,  19/05/2009 tarihinde yazdığımız GÖZÜNÜZ AYDIN başlıklı makalemizi,  Türkan SAYLAN'ın her ölüm yıl dönümlerinde aynen yayınlayarak kendisini anmayı,  gelenek haline getirdik ve bu yıl da, 13.ölüm yıldönümünde aynı geleneğe uyarak,  bu yazımızı aynen siz okurlarla paylaştık.

Değerli bilim insanı Sevgili Türkan SAYLAN'ı sevgi, saygı ve rahmetle anıyor, şükranlarımızı sunuyoruz. 

17/05/2022 

Güner YİĞİTBAŞI


Gözünüz Aydın

Aydınlanmanın simgesi..

Laik..

Demokrat..

Atatürkçü.. 

Doktor..

Eğitimci..

Çağdaş ATATÜRK kadını..

Darbe karşıtı.. 

Gerçek Vatansever..

Sözde değil,  eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden,  insan sevgisiyle dolu..

Ergenekon gazisi..

Hukuk mağduru..

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı,  saygıdeğer insan Profesör Dr. Türkan SAYLAN' ı,  geçtiğimiz gün kaybettik. Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.

Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek,  kanıttan suçluya gidecek yerde,  belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle,  ağır hasta olmasına rağmen,  hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar..

Laiklik karşıtları..

Demokrasi ve Atatürk düşmanları..

Çağdaş,  modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen,  kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler..

Türk insanına ve toplumuna,  tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip,  onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar..

Gözünüz aydın...

Ancak,  onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.

SAYLAN' ın,  bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen...

O sözleri,  size bir kez daha hatırlatalım.

Sayın Türkan SAYLAN,  ölmeden bir gün önce;  “Görevlerimi tamamladım,  ölüme de hazırım” demiş.

Çok doğru söylemiş,  kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız,  Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar. 

Dün,  bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu;  yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.

Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler,  yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu..

Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak,  yapanlar adına senden özür diliyoruz.

Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz. Rahat uyu Sayın SAYLAN. 

Güner Yiğitbaşı

19.05.2009

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Atatürk Havalimanı'nı Yıkamazsınız
Seçim kazanarak iktidar olmak, ülkenin yararına olmayan, bilakis zararına icraatları yapma yetkisi veremez. 

Hep yazıyor ve söylüyoruz. Seçim ve seçim kazanarak siyasal iktidar olmak, gerçek demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Yani,  zorunlu koşuludur. 

Ancak,  seçim kazanarak iş başına gelmek, demokratik rejimlerin tek koşulu da değildir. 

AKP ve Saray iktidarı tarafından ülkemizde  fiilen yok edilse ve kağıt üzerinde kalsa da,  demokrasiler; çoğunlukçu değil,  çoğulcu bir rejimdir. 

Demokrasilerde;  azınlıkta kalarak iktidar olamayan muhalefet partilerinin ve onların seçmenlerinin de söz ve görüş bildirme hak ve yetkileri olduğu gibi, siyasal iktidarın da,  ülke yararına olan muhalif görüşlere saygı gösterme ve onları  hayata geçirme görev ve sorumlulukları vardır. 

Seçimlerde çoğunluğu alarak iktidara gelenler, azınlığa rağmen,  azınlığın ve ülkenin yararına aykırı olan her istediklerini,  asla yapamazlar. 

Siyasal iktidarlar; Anayasaya ve yasalara göre icraat yapacakları gibi, icraatlarını ve yatırımlarını ülkenin ve bölgelerin öncelikli ihtiyaçlarına göre yapılacak planlar doğrultusunda yapmak zorundadırlar. 

Demokrasileri;  keyfi ve  antidemokratik otoriter yönetimlerden ayıran en önemli özellik,  budur. 

Bugün ülkemizde son demlerini yaşamakta olan, anketlere göre yapılacak olan ilk seçimlerde demokratik yolla geldikleri gibi iktidardan gidecek olan AKP ve Saray yönetimi; iktidarlarının devam şansı kalmadığı halde, giderayak, ülkenin en önemli ve eski, stratejik olduğu kadar, tarihi ve kültürel bir anıt değeri olan Yeşilköy'deki ATATÜRK Havalimanını yok ederek, Millet Bahçesi yapacağım aldatmacasıyla rant ve imara açma girişimini uygulamaya koymak üzere iş makinalarını bölgeye sevk etmiştir. 

Seçimlerle,  kısa süre sonra iş başından ayrılması büyük olasılık olan Saray iktidarı; ülkenin yararına olmayan bu inatçı tutumuyla, suç işlemekte olduğu kadar, kendisine oy vererek iktidara getiren halkımız da dahil olmak üzere, 84 milyon insana büyük bir saygısızlık yapmakta ve adeta ben istediğimi yaparım edasıyla milletimize meydan okumaktadır. Bunun başka bir izahı yoktur. 

ATATÜRK Havalimanı; ismi ve yap işlet devret modeliyle kar garantili olarak yaptırılan İstanbul Havalimanına rakip görülerek,  adeta göz göre göre boğazlanmaktadır. 

ATATÜRK Havalimanı;  bu ülke için gereklidir, ülkemiz için bir simgedir, milletimizin her ferdinin bir anısını içinde barındırmaktadır, yıkılması ve yok edilmesi,  bu anıları da yok edecek, tarihi ve kültürel bir anıttır. 

Stratejik olarak da çok önemlidir. 

Yunanistan başta olmak üzere, bir savaş halinde askeri hava alanı olarak kullanılabileceği gibi, deprem ve sair tabii afetlerde de,  alternatif bir havalimanı olarak değer taşımaktadır. 

Geçtiğimiz kış, kötü hava koşulları nedeniyle çalışmayan İSTANBUL Havalimanına inemeyen devlet yetkilileri ATATÜRK Havalimanına inmek zorunda kalmışlar, başarıyla iniş yaparak, aksamadan  hizmetlerini yapabilme olanağını elde etmişlerdir. 

ATATÜRK Havalimanı eklentileriyle birlikte, parasal olarak da ülkemize çok pahalıya mal olmuş değerli bir tesis olup, muhafaza edilmesinde büyük yararlar vardır. 

Buna rağmen,  Saray iktidarının; inatla, ATATÜRK Havalimanını yıkarak yok etme girişimi, demokrasiye ve milletimize saygısızlık ve bir başkaldırmadır. 

Saray yönetimi unutmamalıdır; EGEMENLİK KAYITSIZ VE ŞARTSIZ MİLLETİNDİR.  

Bu millet de; Erdoğan'ın, kendisinin  temsil ettiğini zannettiği  İslam Ümmeti değil, ATATÜRK'ün;  “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” tanımıyla oluşturduğu ırk ve din temeline dayalı olmayan Asil Türk Milletidir.  

Güner Yiğitbaşı

17/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Akp'li Şamil Tayyar'ın sildiği twit'i ne anlama geliyor?
AK eski milletvekili ve  Parti MKYK Üyesi Şamil Tayyar,  Yargıtay'ın CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'na verdiği onama kararlarıyla ilgili olarak sosyal medya hesabı Twitter'dan yaptığı ve sonradan sildiği mesajında;  şu ifadeleri kullanmıştı: "Seçim süreçleri böyledir.  Ordu ve yargı dahil bürokraside çoğunluk izler,  havayı koklar,  ona göre pozisyon alır.  ‘Bizden' dediğin kadroların ‘kimden' olduğunu başın dara düşünce anlarsın.  Özetle;  Kaftancıoğlu kararındaki ince işçilik,  ne çok şey anlatıyor?"

Peki, Şamil TAYYAR bu Twitter mesajında ne demek istiyor?

Bize göre; ordu ve yargı dahil, bürokrasideki çoğunluk, seçim süreçlerini izler, havayı koklar, yani seçimin muhtemel sonuçlarını tahmin etmeye çalışır ve hizmetinde olduğu siyasal iktidar seçimi kazanarak iktidarını sürdürecek mi, yoksa seçimi kaybederek iktidardan uzaklaşacak mı ona bakar ve ona göre pozisyon alır. 

Yani,  iktidar seçimi kaybetmeyecek ve iktidarını sürdürecekse,  ona olan bağlılığı devam eder, yok iktidar seçimi kaybedecekse, iktidarın yanından yavaş yavaş uzaklaşmaya ve iktidardan uzak durmaya başlar ve ileriye dönük kendisini garantiye alan önlemler almaya başlar, iktidara olan mutlak itaat ve  sadakati zayıflar. 

Siyasal iktidar olarak; seçimi kaybederek iktidar koltuğunu terk ettikten sonra,  sana bağlı olduklarını ve bağlı kalacaklarını sandığın, kendinin bizzat atadığın eski bürokratlarına ihtiyaç duyup onlardan yardım talep ettiğinde,  avucunu yalarsın, iktidar koltuğunda iken  yanında olan bürokratlarının, (ordu ve yargı bürokratları dahil)senin yanından uzaklaştıklarını,  seni terk ettiklerini anlarsın. 

Talimatınla, sana şirin görünmek için Kaftancıoğlu'na mahkumiyet kararı veren ve bu kararı onaylayan hakimlere de sakın güvenme, yeri gelir sen de yargılanırsan,  onlar seni de mahkum ederler, seni satarlar. 

Evet, Şamil TAYYAR;  bize göre, aynen bunu ifade etmek istemiştir attığı ve sonradan silmek zorunda kaldığı twitiyle. 

Bize göre güzel ve ibretlik bir mesaj vermiş Şamil TAYYAR. 

Kalemine ve yüreğine sağlık, biraz daha yürekli olup silmeseydi, on üzerinden on numara alacaktı bizden.   

Güner Yiğitbaşı

13/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yarınların Çok Geç Olacağı Bugünleri Yaşıyoruz
Evet, yarınların çok geç olacağı bugünleri yaşıyoruz. 

Tümünüze sesleniyorum; 

Demokrat geçinen, ortak paydaları özgürlükler,  demokrasi ve demokrasiyi savunmak olan tüm halkımız ve tüm muhalefet partilerimiz; geçici olarak bırakınız artık farklı ideolojilerinizi,  armudun sapı, üzümün çöpü demeyi, falanca aday gösterilmezse oy vermem deme saçmalığını ve lüks kaprislerinizi, demokrasiye ihanetinizi, açınız artık gözlerinizi, laik ve özgürlükçü demokrasi elimizden, avucumuzun içinden kaymak üzere,  parmaklarımızın ucuna kadar geldi ve dayandı. 

Demokrasiyi geri getirmek ve korumak için gerekli olan  şok ve demokratik refleksimizi kullanamazsak, gerekli demokratik tepkimizi ortaya koyamazsak, birlik olamazsak, parmaklarımızın ucuna kadar kayıp gelen demokrasimiz yere düşüp parçalanacak ve yok olacak,  demokrasiyi gözden çıkaran,  halka hesap vermekten kaçan saraydaki tek adam yönetimi, seçimsiz iktidarını sürdürecek ve devletimizin tapusunu cebine koyacaktır. 

3 Y ile yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceğini vaat ederek, demokrasinin özgürlüklerinden ve tüm nimetlerinden yararlanarak  iş başına gelen ERDOĞAN; bugünkü iktidarını borçlu olduğu demokrasiyi boğazladı ve kafasını koparmak üzere. 

Dün verilen Canan KAFTANCIOĞLU hakkındaki onama kararı,  bardağı taşıran son damla olmuştur. 

Bu tür siyasi yargı kararlarının arkası gelecek ve muhalefetin sesi tamamen kısılarak, muhalefet topyekün siyasi arenadan silinecek ve demokrasinin olmadığı ülkelerde yapılan göstermelik antidemokratik seçimler benzeri  seçimlerle, sarayın tek adama dayalı anayasa ve yasa tanımayan, yargıyı nükleer silah olarak kullanan antidemokratik yönetimi,  ülkemizin üzerine kalıcı olarak kabus gibi çökecektir. 

Evet, iş başındaki saray yönetimi, halktan ve ülkenin ekonomik darboğazından ve yoksulluğundan uzak ve habersiz olarak,  lüks ve şatafat içinde yaşadığı sarayı terk etmeyi asla düşünmemektedir. 

Daha önce de yazdık. Anketlere göre,  demokratik ve eşit koşullarda yapılacak olan  seçimler sonucu İktidardan gidecekleri kesin olmasına rağmen,  iktidarı kaybetmeye yönelik, en ufak bir tedirginlik görmüyoruz onlarda, saraylarına saray katmakla meşguller. Herhalde, bizden sonra gelenler yararlansınlar diye bir düşünceleri olmamalı. Saraydaki keyfi iktidarlarını sürdürmek için gizli ve büyük bir planın içinde oldukları kesin. 

Her zaman yazdık ve yazıyoruz. 

Anayasal düzenin cebren ve zorla ihlal edilmesi suçunu en kolay işleyebilenler, siyasal iktidarlardır. 

Demokrasi ve özgürlük düşmanı siyasal iktidarlar; seçimlerle,  demokratik yollarla iş başına geldiklerini, halkın  iradesine dayandıklarını sıkça dillendirerek, bunu iktidarlarının tek meşruiyet nedeni olarak göstererek, devletin silahlı ve parasal güçlerini, yargısını, anayasanın ve yasaların kendilerine tanıdığı yetkileri ve kamu otoritesini ve gücünü kullanarak, halkın demokratik tavrını ve iyi niyetini de kötüye kullanarak,  anayasal düzeni içeriden yok edebilirler. 

İşte, ülkemiz bu türden,  anayasal düzenin ortadan kaldırıldığı bir iktidar darbesiyle yüz yüzedir maalesef. 

Demokrasilerin en yumuşak karnı ve zaafı; yönetenlere ve yönetilenlere tanıdığı sınırsız özgürlüklere karşılık olarak, demokrasinin(yani kendisinin) yok edilmesine dahi, özgürlük tanıması ve halkın demokrasi bilinci ve demokrasiye sahip çıkan demokratik tepkisi dışında, kendisini faşizmden ve yok olmaktan koruyacak demokratik silahlara sahip olmamasıdır. 

Demokrasinin biz halka ve bizi yönetenlere tanıdığı özgürlüklerin, demokrasiyi yok etmek için kullanılmasının önüne geçecek olan tek silah;  bizleriz, halkımız ve muhalefetteki siyasi partilerimizin demokratik tepkileridir. 

Demokrasinin teminatı olan halkımız ve tüm muhalefet partilerimiz; bugüne kadar yararlandıkları demokrasiye ve özgürlüklere sahip çıkarak, demokratik yollardan demokrasiye olan borçlarını ödemek zorundadırlar. 

Evet, demokrasi adına, yarınların çok geç olacağı bugünleri yaşıyoruz.  

Güner Yiğitbaşı

13/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Söyler misiniz bana imamoğlu'nu eleştirmek niçin muhalefeti eleştirmek olacakmış?
Ben, yazdığım “İMAMOĞLU'NA AÇIK MEKTUP” başlıklı makalemde, keza gazeteci yazar Can ATAKLI ve bazı kişi ve yazarlarımız da, İMAMOĞLU'nun;  Karadeniz gezisinde yer verdiği sözde yazar ve gazeteciler  sebebiyle kendisine yapılan eleştirilere karşılık olarak, bu eleştirileri yapan, benim de içinde bulunduğum  büyük kitleye hitaben sarf ettiği,  “bana vız gelirsiniz tırıs gidersiniz”yani,  ben sizleri iplemem  küstahlığı üzerine, İMAMOĞLU'nu şiddetle eleştirdik. 
Bazı İMAMOĞLU fanatikleri, hep bir ağızdan Bremen Mızıkacıları gibi ayağa kalkarak, bizleri;  muhalefete,   muhalefet yaparakla,  muhalefete köstek olmakla, ERDOĞAN'a seçim kazandıracak kişiler olmakla suçladılar. 
Durun bir dakika. 
Nedir sizin bu fanatk İMAMOĞLU taraftarlığınız, siz İstanbul seçimlerinden önce tanıyor muydunuz bu beyefendiyi, bu seçimi İMAMOĞLU tek başına mı kazandı, İMAMOĞLU demek muhalefet cephesinin bütünü mü demek, İMAMOĞLU  olmazsa muhalefet seçim kazanamayacak mı size göre, koskoca ATATÜRK'ün partisi CHP eşittir İMAMOĞLU mudur?
Yapmayın, takım tutar gibi,  bırakın bu fanatik taraftarlığı. 
Bırakın,  kişi bazında siyaset yapmayı, kurum ve ilkeler bazında düşünmesine alışın artık. 
Benim de içlerinde bulunduğum  muhalefet cephesi, CHP seçmeni;  tüzüğü, programı ve ilkeleri olan CHP'ye, CHP'nin ilkelerine ve programına, vaad ettiklerine, yapacaklarına,  üzerinde ortak olarak anlaşmaya vardıkları protokolu imzalayan altılı masanın halka ilan ettiği vaadlere oy verecek. 
Kim Cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin kendi kafasına göre icraat yapmayacak. 
Kaldı ki; İMAMOĞLU,  henüz ortak aday olarak belirlenen bir kişi değil ki, eleştirilerimizle aday yıpratılmış olsun. 
Halkın iradesine yönelik algı yaratan,  benim hiç onaylamadığım anketlerde, İMAMOĞLU isminin önlerde çıkması, onun hatalarını eleştirme hakkımızı ortadan kaldıramaz. 
İMAMOĞLU olmaz,  başkası olur. 
84 milyonluk Türkiye’de seçilebilecek tek kişi kalmışsa ve onun adı da İMAMOĞLU ise;  vay bizim halimize. 
Merak etmeyin,  herkes sizler gibi fanatik değil. İMAMOĞLU eleştirildi,  adaylığı tehlikeye girdi, vah vah ne olacak şimdi  halimiz, ERDOĞAN yeniden seçilecek saçmalığına kimse kapılmasın lütfen. 
ERDOĞAN tek adam yönetiminden zerre kadar memnun olmayan ve kendilerini muhalefette görüp de aklı başında olan hiç kimse, İMAMOĞLU aday olmadı diye gidip ERDOĞAN'a oy atmaz veya sandığa gitmemezlik yapmaz, yapmamalı da, yapamaz zaten. ERDOĞAN yönetiminden kötüsü var mi ki?
Ben, KILIŞDAROĞLU hayranı değilim, kendisini yüz yüze tanımadım, görmedim,  elini sıkmadım. Medyadan tanıyorum. 
Ancak, muhalefet cephesini, Millet İttifakını ve 6. lı masayı kuran ve emek veren, canla başla çalışan, dürüst, namuslu, devlet tecrübesi olan, esnaflıktan gelmeyen,  pırıl pırıl, Cumhurbaşkanlığı makamına yakışacak olan  bir kişidir KILIÇDAROĞLU.  İMAMOĞLU fanatiklerine soruyorum. 
Sizler,  niçin KILIÇDAROĞLU'na burun kıvırıyorsunuz, seçilemez diye peşin hükümle yaftalıyor ve küçük görüp, küçük  düşürüyorsunuz, seçilir ve gerçekten adaylık onun hakkıdır diyemiyorsunuz?
Tekrar söylüyorum. İMAMOĞLU da benim babamın oğlu veya düşmanım  değil, ancak o sözleri yenilir yutulur olmadığı için haklı olarak eleştiri aldı. 
Bırakın,  İMAMOĞLU varken, KILIÇDAROĞLU seçilemez tezini, niçin seçilemesin?
KILIÇDAROĞLU'na oy vermeyecek olanlar,  bunun sonucuna da katlanırlar. 
Yazımızı şöyle bitirmek istiyoruz. 
Bitip tükenen AKP iktidarı,  mutlak surette ve  seçimle demokratik yolla,  iş başından gönderilmelidir. 
Bunun için, adaylar konusunda fanatik davranmamalıyız. 
İMAMOĞLU aday olmazsa, 
Mansur YAVAŞ aday olmazsa, 
KILIÇDAROĞLU aday olursa, 
Oy vermeyiz diyenler, bunun hesabını tarih önünde verirler. 
Evet ben, hak ettiği için,  İMAMOĞLU'nu eleştirerek,  yerden yere vurdum. 
İstanbul Belediye Başkanlığına seçilince de çok memnun ve mutlu oluştum. Benim de idolümdü. CHP'nin veliaht lideri olarak görüyordum İMAMOĞLU'nu. 
Kendisini eleştiren çoğunluk arasındayım ama, bu demek değil ki, aday olursa ona oy vermeyeceğim. 
İMAMOĞLU; altılı masa tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilsin, gözüm kapalı, gözümü kırpmadan oy'umu İMAMOĞLU'na vereceğim tabi. 
Bu fanatiklere bilmiyorum derdimi anlatabildim mi?

Güner Yiğitbaşı

12/05/2022
Hukukçu

Ekrem İmamoğlu'na Açık Mektup
Sayın İMAMOĞLU; olmadı, hem de hiç olmadı. 

Üst üste hatalar işliyorsun. 

Birincisi, çabuk kibirlendin. 

Bu ülkeye bir kibirli adam yeter, o bile fazla gelmeye başladı, bir de sen kibirlenmeye başladın. 

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına aday gösterildiğin tarihe kadar,  ben ve ülkemizin çoğu halkı,  seni tanımıyorduk bile. 

İstanbul’un bir ilçesinde belediye başkanıymışsın. İstanbul'a aday olduğunda öğrendim bunu da. 

Seni bulup çıkaran ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı yapan kişi, mensubu gözüktüğün CHP'nin Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU oldu biliyorsun. 

Allah var, sende de kabiliyet varmış, iyi konuşuyorsun. Yani hitabetin güzel, genç ve yakışıklısın, enerjiksin, sanırım gözlerin de, ülkemizde az görülen türden  renkli, hatta rahmetli Holywud yıldızı Tony Curtise benziyorun, yani vitrinin sağlam ve  güzel, İstanbul seçim propaganda kampanyasında da çok çalıştın, Millet İttifakının da desteğini alarak İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçilerek koltuğa oturdun. 

Ben dahil, halkımızın büyük kesimi tarafından, sende bir cevher görmüş olmalı ki;  ileride, zamanı geldiğinde,  CHP'nin;  KILIÇDAROĞLU'ndan sonraki veliahdı olarak bile görülmeye başlandın. 

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin, Millet İttifakının muhtemel Cumhurbaşkanı adayının kim olacağına dair yapılan anketlerde öne çıkman,  seni havalara soktu anlaşılan. 

Dur bakalım, sen;  halkın,  oylarıyla seni görevlendirdiği İBB Başkanlığı görevini ve  vaatlerini yerine getir,  seni bir görelim. Nedir bu acelen?

Sen, daha dünkü çocuksun. 

Bayram ziyareti için Memleketine gidiyorsun güya. 

Bu ne biçim bayram ziyareti?

Gizlemeye kalkışma sakın, sen kendince Cumhurbaşkanlığına aday adayı olmuşsun ve  propaganda gezisine çıkmışsın. Mitingler düzenliyorsun ve sayın eşinle kürsüye çıkıp halka hitap ediyorsun. Bu görüntü, ülkemiz için tipik bir propaganda görüntüsüdür. 

Seni bulup çıkaran genel başkanına rakip oluyorsun, gizlice meydan okuyorsun, ihanet ediyorsun. 

Savaşa gider gibi, tam teçhizatlı otobüse binmişsin otobüsüne, ERDOĞAN'ı taklit ederek,  AKP'nin tetikçisi ve militanı sözde gazetecileri doldurmuşsun ve onları etrafına toplayarak, onlara gazeteci muamelesi yapmışsın. 

Diğerlerini söylemiyorum,  diğerlerini de temsilen sadece  Nagehan ALÇI'yı zikrediyorum. 

Bu sözde gazeteci, iktidarın tetikçisi ve militanının senin yanında ne iş var?

Nagehan ALÇI'yı muhatap alıp koluna takarak ondan medet umuyorsun. 

Sana, ileriye dönük olarak umut bağlayan halkın büyük bölümünü hayal kırıklığına uğrattın. 

Buna rağmen, sözcün olan Murat ONGUN; senin,  Nagehan ALÇI'nın şahsında sözde gazetecilere, Ergenekon ve Balyoz kumpas davalarının büyük savunucuları, ülkeye ihanet eden iktidar militanlarına yanında yer vermene karşı çıkarak eleştiren kişileri,  200 ve 300 kişi olarak ilan ederek marjinalleştirdi. 

Yanılıyorsunuz, senin bu aymazlığın,  halkımızın büyük bölümü tarafından eleştirildi ve kınandı. 

Sen de, seni eleştirenlere yönelik olarak; onları, akıllı olmaya davet ediyorum, onlar bana vız gelir tırıs gider deme cüretini gösterdin. 

Senin bu yanlış tutumunu,  haklı olarak eleştiren büyük halk kesimini, akılsız ilan ettin, bana vız gelir tırıs gidersiniz diyerek,  meydan okudun. Beni eleştirenler umurumda değil,  kaale bile almam onları demek istedin. 

Amiyane ve sokak tabiriyle, onları iplemem, bilmem neremden aşağı Kasımpaşa demek istedin. 

Bu ne büyük kibir ve özgüven böyle?

Sanırım, çoğu devletin nüfusundan kalabalık çok büyük bir kent olan İstanbul'a Büyük Şehir Belediye Başkanı seçilince, birden havalara giriverdin. Türkiye'yi de ancak ben yönetebilirim hayaline kapıldın. 

Şunu asla unutma, ben yıpratılırsam, ben yoksam, CHP kan kaybeder diye düşünüyorsan,  çok yanılıyorsun. 

CHP, sen varsın diye var değil. 

Ancak, CHP varsa sen varsın. 

Demek ki; sen kazara Cumhurbaşkanı olsan, vay bu ülkenin haline. 

Sen,  bu sözde gazetecileri seçim otobüsüne alarak ve birlikte poz vererek, popülizm yapıyorsun. 

Aklın sıra,  ben; AKP iktidarının ve ERDOĞAN'ın yaptığı gibi, bana ve partime muhalif olan gazetecileri dışlamıyorum, ben kutuplaştırıcı değil,  birleştiriciyim.  Bakınız, iktidar yandaşı gazetecileri de muhatap alıyorum, onlara değer veriyorum, onları kaale alıyorum demek istiyorsun. 

Ama burada da yanılıyorsun.  

Zira, AKP ve ERDOĞAN Saray yönetiminin dışladığı, basın toplantılarına, uçaklarına ve gezilerine davet edip muhatap almadıkları gazeteciler; demokrasinin olmazsa olmazı muhalefetin sesi,  gerçek ve ülkelerini seven, ülkelerinin yararlarını kendi yararlarından üstün tutan, yeri geldiğinde muhalefet partilerini dahi gözlerini kırpmadan eleştirebilen, biat etmeyen, basın özgürlüğünü ve demokrasinin temel ilkelerini benimseyen, cumhuriyetin değerlerine, laikliğe sahip çıkan, Atatürk ilkelerini savunan, muhalefetin gözü kapalı tetikçisi ve militanı olmayan,  her biri gerçek ve değerli bağımsız gazetecilerdir. 

Nagehan ALÇI ve bazılarını, iktidarın dışladığı bu değerli ve gerçek gazetecilerle aynı kefeye nasıl koyabiliyorsun?

İşte, kusura bakma ama,  sen bu farkı göremeyecek kadar cahilsin. 

Özürün,  kabahatinden daha büyük. 

Her şerde bir hayır vardır. Türk halkının yanılarak şişirdiği İMAMOĞLU balonunu kendi ellerinle şişleyerek söndürdün ve KILIÇDAROĞLU'nun adaylığının önündeki bir engeli kaldırmış oldun. 

Boyunu aşan işlere girişerek, İstanbul dışına yelken açarak, Saray'a;  seni harcaması için büyük koz verdin, bilmem farkında mısın?

Kal sağlıcakla.  

Güner Yiğitbaşı

08/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Keşke Ses Benzerliği Olsaydı
Bugün evde televizyon seyrediyordum. 

Bir ara öbür odaya gitmem gerekti. 

Televizyonun sesi açıktı. Ama,  ekranı göremiyordum. 

Televizyondaki ses; çok tanıdık bir sese benziyordu. Sanki, AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN konuşuyor zannedersiniz. 

Konuşmacı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı adına o kadar güzel ve doğru şeyler söylüyordu ki; bunların hiçbiri bizim ülkemizde geçerli değildi. 

Bu nedenle, konuşmacının ERDOĞAN olmadığına, onun sesine çok benzeyen, demokrasinin ve yargı bağımsızlığının hüküm sürdüğü demokratik bir Avrupa Birliği devleti yetkilisinin konuştuğuna iyice kanaat getirdim. 

Hanıma seslendim, ülkemizde olmayan bu güzellikleri hiç değilse duyayım, televizyonun sesini biraz yükselt bir zahmet dedim. 

Büyük bir özlem ve hayranlıkla ve can kulağıyla dinlemeye başladım. 

Konuşmacı özetle;    “Bu ülkede hiçbir savcının hakimin yargı mensubunun hukukla bağdaşmayan bir yaklaşımda bulunmasını istemem.  Gizli açık hukuk dışı örgütlerinin arka bahçesine dönüşen yargı,  millet adına karar veremez.  

Siyasetin etki alanını genişletme çabalarına,  yargı alanı da dahildir.  Hatta en başlarda gelir.  

Buradan açıkça ifade ediyorum Bu ülkede hiçbir savcının,  hakimin,  yargı mensubunun hukukla bağdaşmayan herhangi bir yaklaşımla karşıma gelmesini,  taleplerimi hukuk dışında bir süzgeçle değerlendirmesini doğrusu istemem.  Aynı zamanda yargı mensuplarının bu hukukçu duruşunu bilaistisna herkesin karşısında ve şartta sergilemesini de beklerim.  Hukuk dışı örgütlerin arka bahçesine dönüşen,  menfaat hesaplarının aleti olan bir yargı millet adına karar veremez. 

Anayasa değişikliğinde,  yargının bağımsızlığı ilkesi,  tarafsızlığıyla tahkim edilmişti.  Böylece millet adına karar vererek hakemlik görevini üstlenen yargı,  güçler ayrılığında hak ettiği yeri tam manasıyla almış oldu.  

Yargı mensupları olarak sizlerin hukuk devleti ilkesi çerçevesinde verdiğiniz ve vereceğiniz her mücadelenizde yanınızda yer alacağımızdan şüpheniz olmasın. 

Geçmişte,  hukuka aykırı pek çok tarize,  tacize,  cezaya muhatap olmuş bir siyasetçi olarak ülke yönetimine geldiğim günden beri Türkiye'nin hukuk devleti niteliğini güçlendirmenin mücadelesini veriyorum. ”diyordu. 

Öbür odadaki işim bitti,  salona geçtim ve konuşmacı halen konuşuyordu, artık ekranı görüyordum. 

Bir de ne göreyim? Yanılmışım,  ses benzerliği yoktu, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı adına, bizim ülkemizde geçerli olmayan güzel şeyleri söyleyen kişi,  ERDOĞAN'ın ta kendisiydi, keşke yanılmış olmasaydım, konuşan kişi ERDOĞAN olmasaydı, adeta hayal kırıklığına uğradım. 

Kendimi aldatılmış hissederek,  çok üzüldüm. 

Güner Yiğitbaşı

10/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anne (Kadın) Olmak Bir Ayrıcalıktır
Yarın (08/05/2022) anneler günü. 

Çok anlamlı ve özel bir gün. 

Dünyada ve ülkemizde,  yıl içinde çok çeşitli günler kutlanır, çoğunu şimdi hatırlamamız dahi mümkün değildir. 

Ama,  anneler günü için öyle söyleyebilir miyiz?

Bizi dünyaya getiren, hiçbir karşılık beklemeksizin,  büyük zahmet ve fedakarlıklarla büyüterek bizleri yetiştiren annelerimizi;  istisnasız,  yılın her günü hatırlar ve çok severiz. 

Ancak; anneler gününde,  annelerimizi hatırlayarak,  onlara çok özel sevgi ve şükranlarımızı sunmak, sağ iseler gidip ellerinden öpmek,  onlara sarılarak kucaklamak,  ana şefkatini ve yüreğinin sıcaklığını yüreğimizde hissetmek,  bir başka güzeldir, büyük bir onur ve mutluluktur. 

Anne olmak, Dünya'nın en güzel duygusu ve zevki olduğunu tahmin ettiğimiz analık duygusunu ve zevkini tadabilmek, Allah tarafından sadece kadınlarımıza tanınan bir ayrıcalıktır. 

Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı kadın, diğer yarısı olan biz erkekleri doğurarak Dünya'ya getiren de,  yine kadındır. 

Bu gerçek dahi,  annelerimizin ve kadınlarımızın önemini ve vazgeçilemezliğini,  onları çok sevmemiz, başımızın tacı yapmamız, saygı göstermemiz gerektiğini,  açıkça göstermektedir. 

Dünya'ya kadın olarak gelen herkes; yaradılışı gereği,  erişkin yaşlara geldikten sonra evlenip bir yuva kurarak mutlaka bir çocuk sahibi olmayı arzular. 

Ancak, kısmet olup da evlenemediği veya evlendiği halde, kendisinden veya kocasından kaynaklı tıbbı bazı eksiklikler ve bozukluklar nedenleriyle çocuk sahibi olmayan kadınlarımız da, toplum içinde az değildir. 

Bizler, çok iyi biliyoruz ki; doğurup çocuk sahibi olamasalar da, bu kadınlarımız da; kadın olarak, doğuştan  bir ana yüreği ve şefkati taşımakta ve çocuk özlemiyle yanıp tutuşmaktadırlar. 

Bu nedenle, biz anneler gününü; evlenemedikleri için çocuk doğurup  anne olamayan veya  evlenseler de, çeşitli nedenlerle çocuk doğuramadıkları için anne olamayan kadınlarımız da dahil olmak üzere, çocuk doğuran ve anne olan tüm kadınlarımızın günü olarak kabul ediyoruz ve yürekten  kutluyoruz. 

Şu veya bu nedenle çocuk sahibi olamamış kadınlarımızı, anneleri hayatta olsun veya olmasın, tüm çocukların manevi  anneleri olarak kabul ediyoruz. 

Gerçekten, tahmin ediyoruz ve görüyoruz ki; kadın olmak, anne olmak,  çok özel ve güzel  bir duygu ve zevk olup, bu duygu ve zevk, kadınlarımızı erkeklere nazaran ayrıcalıklı ve üstün kılmaktadır. 

Sanırım, özellikle ülkemizde, kadınlarımızın; bazı erkeklerin şiddetine ve kötü muamelesine maruz kalmalarının altında yatan şuur altı gerçek neden de, kadınların erkeğe karşı olan bu ayrıcalıklı üstünlüğüdür. 

Bu duygularla; 

En başta; ülkemizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Sevgili ATATÜRK'ü doğuran hepimizin sevgili annesi ZÜBEYDE annemiz ve annelerimiz, çocuklarımın annesi eşim olmak üzere; hayatta olan veya olmayan tüm annelerin,  anne adaylarının, şu veya bu nedenle anne olamayan ancak annelik özlem ve duygularını bedeninde ve ruhunda taşımaya ve yaşamaya devam eden tüm kadınlarımızın Anneler Günü'nü,  en derin saygı ve şükranlarımızla kutluyoruz. 

İyi ki, varlar. 

Selam olsun tüm annelerimize ve kadınlarımıza 

Güner Yiğitbaşı

07/05/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu 

Nasıl öldüm - Cevat Kulaksız
Benden altı yaş büyük köylüm akrabam ve çok sevdiğim değerli bir insan adaşım Cevat Kulaksız’ı günümüzden 25 yıl kadar önce 1997 yılında kaybettik. Kendisi uzun yıllar Almanya’da işçi olarak çalıştı.
Adaşıma gelen mektup
Gerek Almanya’da çalışırken gerek Almanya’dan dönüp ölümünden sonra, onunla ilgili ilginç anılarımız oldu. 1970 li yıllarda kendi köyümüz olan Kaman Yelek köyünde öğretmen olarak çalışıyordum. O sıralarda adaşım Cevat Kulaksız Almanya'dan izinli geldi, izin bitince köyden ayrıldı, Ankara’da tanıdık ve yakınların evlerinde de birkaç gün kalırken, benim adıma daha doğrusu zarfın üzerinde “Yelek Köyünde Cevat Kulaksız” yazılı olan bir mektup geldi. Almanya’dan adaşım Cevat Kulaksız’a gelen bu mektubu bana geliyor sanarak aldım ve mektubu açıp okudum.
Rahmetli adaşım, köyünde kendisini bekleyen eşi ve çocukları varken Almanya’da Beyhan (1)  adında bir Türk kadınla dost hayatı yaşarmış. Adaşım Almanya’dan Türkiye’ye izine gelirken bu kadınla tartışıyorlar, kadın, “Almanya’ya gelirken sakın karını falan getirme” diye adaşıma söylüyor.  Rahmetli adaşım da öteki hemşerilerine “herhalde dönüşte hanımı getirmek istiyorum” falan laf ediyor ve bu söz, adaşım izinde iken dostu olan bu Beyhan’ın kulağına ulaşıyor.
Almanya’dan adaşıma Beyhan’dan gelen mektubu bana geliyor sanarak yanlışlıkla alıp okudum. Mektupta, dost hayatı yaşadığı Beyhan öylesine sinirli yazmış ki, “ulan oruspu çocuğu Cevat, beni kandırarak aylarca kullandın gönül eğlendirdin, şimdi de duyuşuma göre karını Almanya’ya getirecekmişsin, sana yapmayacağım yok” gibi tehdit içerikli, küfürlü ifadeler kullanıyor, yazılar yazıyordu. Mektubu böylece okuyunca şok oldum, şaşırdım.
Adaşıma gönderdiğim mektup dostu Beyhan’ın eline geçiyor.
Adaşıma gelen bu mektubu görünce adaşım adına çok üzüldüm. Hemen izinden köyden ayrılan adaşıma bir mektup yazarak, anımsadığım kadarı ile sevdiğim saydığım adaşıma kardeşçe şöyle ifadelerle bir mektup yazdım: Mektubumda kısaca sevgili amcaoğlu, köyde seni bekleyen, sana bağlı eşin ve çocukların var. Bak bu kadın sana böyle küfürlü mektup yazıyor, vaz geç bu oruspudan.
Adaşım ve B birbiri ile dost hayatı yaşadıkları için, birine gelen mektubu o, ona gelen mektubu adaşım alırmış. İşte böylece istemeden ben de bu işe karışmış oldum. Almanya’da benim yazdığım mektubu alan Beyhan tabi bana kızıyor. Oysa ne ben onu tanırım ne o beni tanır, şimdi bile. Mektubumun Beyhan’ın eline geçeceğini bilemezdim.
Almanya’dan, bir gün Beyhan’dan bir mektup geldi, mektupta, “Cavat Efendi, benim oruspu olduğumu neren biliyorsun, tanımadığın kişiye nasıl böyle suçlama yaparsın” diye soruyor ala küfürlü bana da esip yağıyordu yazdıklarında. Aman Tanrım, tanımadığım bir kadından böyle mektup alıyordum. Olayı öteki yakın akrabalarıma anlattım, onlar da “hakketmişsin, sen ne karışıyorsun elin özeline” diyorlardı. Oysa benim amacım akrabam kardeşçe sevdiğim adaşıma yardımcı olmaktı. Vay be kendi kendime şaşırdım kaldım, bu olayla “fazla merhamet maraz doğurur” atasözü ile adeta doğrulanıyordu.  Aradan 50 yıl geçmesine karşın, bu olay hafızamda yerleşti kaldı ve hiç unutamadım.
Aradan bir yıl mı ne geçti, adaşım yine izine geldi, bu mektup düellosunu anlattım, rahmetli adaşım, “istemeden bu işe girmişsin, özür dilerim senin tırnağın olmaz o” falan diyerek olayı kapattık, ama bu bende hüzün veren bir anı olarak kaldı.
Adaşım Cevat’ın bir kızı iki oğlu vardı. Kızı Meryem öğretmen oldu, iki oğlu Kâmil ve Musa şimdilerde Almanya’da yaşıyorlar. Adaşımın eşi Türkan Hanım, yıllarca adaşımı çocuklarını özlemle bekledi, sonra da Ankara’ya (Cebeci’ye) taşındılar. Sonraki yıllarda adaşımın eşi Türkan Hanım da rahmete kavuştu, şimdilerde mezarlıkta yan yana yatmaktalar.
Aradan yıllar geçti, 1996 da emekli oldum, adaşımla irtibatım kesildi. Tam o sıra Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan büyük oğlum C.C.  sınıfta kalıyor biraz sıkıntılı okuyordu. Ankara’da mor sümbüllü bağlarım mı kalıyor, diyerek Ankara’daki evimi kiraya verdim, Antalya’ya oğlumun yanına taşındık.
Adaşım ölünce benim öldüğümü sanmışlar
Antalya’ya taşındığımızdan bir yıl sonra adaşım Cevat Kulaksız’ın 7.6.1997 de rahmete kavuşunca hem köyümüzde hem akrabaların olduğu Kaman ilçesinde camilerde salalar veriliyor, “Yelek’li Cevat Kulaksız’ın vefat ettiğini” şeklinde cami minarelerinden duyuruyorlar. Adaşımın vefat haberini duyanlar benim öldüğümü sanıyorlar telefonla başsağlığı dileklerini iletiyorlardı. Telefona çıkan eşim, “Gülhan, Cevat Bey’in vefatını duyduk, çok üzüldük başın sağ olsun, Allah rahmet eylesin” diyorlar. Eşim Gülhan bunları duyunca kıkır kıkır gülmeye başlıyor. Telefonun karşısındaki de “vah vah kocasının ölümüne çok üzülüp Gülhan kafayı bozmuş” diye söyleniyorlar. Telefonun yanında ben olduğum zaman da “vay garip başım” diye söyleniyor kendi kendime gülüyordum.
Kaman’da oturan eşim Gülhan’ın kardeşleri, akrabaları, “Cevat enişte ölmüş, bir araba tutalım cenazeyi kaldıralım” diyorlar, kendi aralarında toplanıyorlarmış. Gülhan uzun süre telefon edenlere, eşinin “ölmediğini aynı köyden aynı akrabadan adaşı Cevat Kulaksız öldü” günü söylüyor, ortalığı yatıştırıyor. Bu olay bizi epey zaman meşgul etmişti.

Telekom adaşımın telefon parasını bana ödetiyor
Ev telefon faturalarımızı İzmir’de doktor olan oğlum Celil Cüneyt banka talimatı ile ödüyordu. Sanırım 2016 yılı idi.  Oğlum C. Cüneyt ile telefonla konuşurken, “yav sizin telefon paralarınızın benimkinden neden çok fazla geliyor, ne yapıyorsunuz, yurt dışı ile mi konuşuyorsunuz” diyordu. Böyle olmaması gerekir, bir yanlışlık olmalı diye düşündüm T. Telekom’dan araştırmaya başladım.
Adaşım Cevat Kulaksız ölünce, iki oğulları Almanya’da çalışıyorlar, kızı Meryem öğretmen olarak başka yerde çalışmakta, evde rahmetli adaşımın eşi Türkan Hanım tek başına kalıyor.  Uzaklarda Almanya’daki çocukları ile konuştuğu için, yerli telefona göre daha fazla fatura geliyor olmalı. Adaşıma kayıtlı olan telefon her nasılsa faturası birkaç ay ödenemiyor. T. Telekom bilemediğim bir nedenle adaşımın telefon faturasını bana ödetilmeye başlıyor. Oysa rahmetli adaşım Cebeci’de oturuyor, ben de Batıkent’te oturuyorum, bağlı oldukları merkezler farklı. Bakıyorlar ki iki Cevat Kulaksız ikisi de Kamanlı hem de aynı köylü; adaşımın faturaları ödenmeyince benim adıma yönlendiriliyor. Oraya dilekçe buraya dilekçe zorlukla düzelttim. Sanırım banka talimatlı faturalarımızı Oğlum C. Cüneyt birkaç ay ödemiş oluyor.
İkinci ölümüm
2022 yılının Nisan ayı idi. Bir sosyal paylaşım sitesinde rahmetli adaşım Cevat Kulaksız’ın mezar taşı adı yazılı olarak yayınlandı; hemen yanı başında eşi Rahmetli Türkan Hanımın mezar taşı da vardı. Yalnız eşinin mezar taşında sadece -an- kısmı görülüyordu (Türk-an ve Gülh-an şeklinde). Adaşımın çocuklarından biri tarafından mezar taşlarının fotoğrafı çekilip sosyal paylaşım sitesine konulmuştu.
Sosyal paylaşım sitesinde benim adımı gören tanıdıklar öldüğümü sanarak başsağlığı için evimizi arar oldular.
Şimdilerde emekli öğretmen olarak Batıkent’te yaşamını sürdüren meslektaşım ve adaşımın kızı Meryem Şahin, aynı paylaşım sitesinde aşağıdaki buruk ifadeleri ile duygularını yansıtıyordu:
“Yıllar geçse de özlemleri hep sürüyor, Allah rahmet eylesin güzel, fedakâr annem yıllarca gurbet yolu bekledi durdu. Bizlerin peşinde hem anne hem baba oldu. Babam yıllarca ayrıydı bir Almancı klasiği. Uzakta olsa varlığını bilmek yetiyor insana. Almanya deyince hep içim burkulur, ayrılıklar gelir aklıma. Ailelerin birbirlerinden ayrılıkları gelir. Kimi gidenler parasal açıdan kazandılar, kimi eh işte. Ama yine de hep kaybettik gibi gelir bana, gurbette sevdiklerimizden uzak yıllar, bayramlar, paylaşılamayan sevinçler, üzüntüler. Kendilerini nereye koyacaklarını bilemeyen bizde Almancılar, orda işçi Türker. Söyleyecek çok şey var, yüreğimizde acılarımız, özlemlerimiz... Şimdi toprağın kucağında hasret bitti yan yana yatıyorlar. Nur içinde uyusunlar, mekanları cennet olsun”.
1965-67 lerde Ağrı-Diyadin Sürmelikoç köyünde öğrencim, daha sonra meslektaşım olan M. Sıddık Kaya da sosyal paylaşım sitesinde adım yazılı mezar taşını görünce, “ben de sizi zannettim, ama tarihleri uymuyor” diye mesaj atıyordu.
Kısaca rahmetli adaşım yüzünden, hem de iki kez, böylesine öldüğüm sanıldı. Yaşam yokuşumuzda böyle anıları da yaşamış olduk.
Cevat Kulaksız
Son notlar

(1)Rahatsız ederim endişesi ile gerçek adını vermiyorum, Beyhan uydurma bir ad

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget