2023 Eğitim Vizyonu programı hiçbirisi bilimsel araştırmaya dayanmıyor.
“Atatürk ilke ve inkılâpları, bir tane Atatürk sözcüğü yok”.
“Türkiye artık demokratik bir ülke değildir”.
Ulusal Eğitim Derneği’nin geleneksel olarak her Cumartesi günleri düzenlemiş olduğu eğitim kültür konferanslarından 17 Kasım 2018 günkü konferansının konusu, “Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2023 Eğitim Vizyonu”ydu. Dernek salonundaki etkinlikte konuşmacı olarak Prof. Dr. Dilek Gözütok ile Prof. Dr. Feyzi Uluğ konu üzerinde görüşlerini açıkladılar; bu panelde izleyici olarak dernek üyeleri, emekli öğretmenler, akademisyenler bulunuyorlardı.
Milli Eğitim Bakanının “2023 Eğitim Vizyonu” diye üstü örtülü süslü cümlelerle açıkladığı vizyon belgesini, eğitim öğretimimizin Prof uzmanları görüşleriyle olumsuz olarak açıklıyorlar. Bu uzman eğitimcilerinin açıklamaları, okuyucuya çok uzun olacağından, iki bölüm halinde sunmak istedik. Bu ikinci bölümde de Prof. Dr. Feyzi Uluğ’un konuşma ve görüşlerine yer veriyoruz.
“2023 Eğitim vizyonu” konusunda Prof. Dr. Feyzi Uluğ’a da konuşmasında şunları söyledi:
“Yönetim liyakate pek öne çıkarmak istemiyor, sözlerde var da uygulama öyle değil. Oturumu yöneten Ayhan Sarıkaya’nın “şu vizyon sözünü açıklar mısınız” sözü üzerine konuşmacı Uluğ şunları söyledi:
Vizyon-Misyon:
“2005 lerden itibaren Türkiye’de misyon (geniş görüşlülük, uzak görüşlülük) ve vizyon kavramları konuşulur olmaya başlandı ve devletin yönetiminde de stratejik plan türü ortaya çıktı. Ben de aşağı yukarı o tarihlerden itibaren o konularda çalıştığım Amme İdaresi Enstitüsünde seminerler veren bir öğretim üyesiydim. Dolayısıyla bu vizyon kısmı epeyce ilgi alanımın içerisindedir. Vizyonun Türkçesi özgelecek, şimdi tek sözcükle karşılayamıyoruz, tek sözcükle karşılayamadığımız zaman sorun oluyor. Öngörü desek olmuyor, biraz erek gibi düşünebiliriz bunu. Ne yazık ki, sürekli bir sözcük baskısı altındayız ulus olarak. Gelecekte oluşmasını beklediğimiz öngördüğümüz üstün çabayla erişebileceğimiz şey, uzak görü, uzak gelecek gibi de düşünebilirsiniz, vizyon dediğimiz şey bu. Bir de misyon var, çok karıştırılıyor, misyon da özgörek, yani neden özgörek sorusunun yanıtı özgörek, örneğin M E Bakanlığının temel amacı şudur, işte temel amaç dediğimiz şey misyondur. Demek ki vizyon ileriye dönük bir şey visyon da ana görevi anlatıyor. 2013 Eğitim vizyonu dediğimizde artık başlamış olduk meseleye.
2023 Eğitim Vizyonu: Aslında bu belge yani bizim tartışacağımız 2023 Eğitim Vizyonu belgesi aşağı yukarı 140 sayfalık bir belge, konuşacağımız şey. Basına yansıtıldığı kadar üç beş sayfayla konuşulacak mesele değil. İşin doğrusu şu, “vizyon çok uzun bir şey değil, bir cümleyle ifade edilebilecek bir şey vizyon. Bir cümleyle ifade edilebilecek bir şey. Aklınızda kalsın diye söylüyorum; örneğin bir ara DDY ının vizyonu kısaca böyle anlamlı bir sözcük yaptılar. Tek kolaydı, yani “hızlı ekonomik ulaşım aracı olmaktır, vizyonumuz” bu kadardı, akılda kalıcı bir şey. Bu belge yani bu 140 sayfalık belge aslında sadece bir vizyon değil, aynı zamanda bir strateji belgesi. Strateji bizi vizyona ulaştıracak yol, kabaca, bunu çerçeve olarak böyle koyabiliriz. Bunlar askeri terimler.
2023 vizyonunda ne var ne yok:Her normal ülkede, normal ülke yani akıl tutulmasına uğramamış olan ülke, eğitimle ilgili bir vizyon tanımlaması yapılacak olsa, kabaca kuşakların donanımlı biçimde birikimli bir şekilde yetiştirilmesi sağlamak şeklinde taarifleyebiliriz biz. Bu donanımı da daha çok bilim üzerinden, bilim ve teknoloji üzerinden anlatmaya çalışayım. Bunun arka planı vardır, arka planı gelişmiş dünyada çözümlü vizyon bilim ve teknoloji üzerinde kurulu. Gelişmiş dünyada baktığımızda vizyon bilim ve teknolojiyle oluyor. Neden çünkü rekabetçi bir dönemi yaşıyoruz, bu küreselleşme dediğimiz olgu böyle bir şey. O rekabetçiliği onun üzerinden sağlıyorsunuz. İşlediğiniz yeni şeylerle yeni ürünlerle sağlıyorsunuz, yeni bilimsel araçlarla sağlıyorsunuz.
Bizde nasıl? Elinde MB nın 2013 yazılı kitapçığını göstererek) Burada bu belgede bir Cumhurbaşkanı sunusu var, sonra bakan sunuşu var, sonra da detaylar var. Bakan sunuşu önemli, şunun için önemli ışık tutuyor, içeriye ışık tutuyor.
Bakan sunuşunda 2023 sunuşu şöyle tanımlanıyor. Diyor ki, “çağın becerileriyle donanmış ve bu donanımı insanlık hayrına sarf edecek bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı nitelikli ahlaklı çocuklar yetiştirmektir”. Neresinden bakarsanız bir şey yok burada. Fakat süslü cümleler var burada. Yani gönüllere seslenen bir şey var. Donanımını insanlık hayrına sarf edebilmek”. Burada duygusal bir ifade var, “bilime sevdalı, kültüre meraklı”. Biz bilim dilinde böyle şeyler kullanmayız. Dolayısıyla biraz süslenmiş, biraz soslanmış, anlatımlar olduğunu anlamamız gerekiyor. Bakan sunuşu, “beşerlikten insanlığa doğru bir inşa eylemi olarak gördüğümüz eğitimin evrensel manada propramatik, pragmatik değil paradigmatik bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu savunuyoruz”. Bunu beş kez okudum. Bölerek parçalayarak şu sonuca vardım, herhalde diyor, “eğitimin günlük faydacı çözümler yerine bir model yönünden bir dönüşüme tutulması gerekiyor. Benim anladığım bu ve diyor ki, “eğitime bakışımız bilimsel teknik bilim ve de yalnızca manevi değerler biçiminde özetlenebilir.
Devam ediyorum, bir temellendirme yapılıyor aslında burada, bir temellendirmeye yapmaya çalışıyor, sayın bakan. Ve şunu söylüyor, eğitime çift kanatlılık metafolik üzerinden bakıyor. Metinde bunu dillendiriyor, çift kanatlı hükümet, çift kanatlı dediğimiz şu, eğitimi iki temel ayak üzerine oturtabiliriz, bunlardan birisi değerler kültürü” diyoruz; diğeri de bilimsel ve teknik kültür” diyoruz. İki temal ayak üzerine oturuyor onu balan Çift kanatlılık olarak adlandırmış. Değerler kültürü içine etik alt yapıyı koyabiliriz, düşünce sistemini koyabilirsiniz, ahlaki değer sistemini koyabilirsiniz vs.
Teknik kültürün içerisine bilim ve teknik yoluyla elde ettiğimiz her türlü ögeyi koyabilirsiniz. Bu bir denge mi? Eğitim yoluyla bunları çocuklara vermeye çalışıyorlar. Bu çift kanatlılık dedikleri şey o. Bunlar arasında köprü kurmaya çalışıyor, aslında az söylediğim şey bilim, bilimsel değerler, manevi değerler dediği derken onu söylemeye çalışıyor. Bir yerde değerler kültürü var, bir yerde teknik kültürü var, ikisi arasında bağ kurmaya çalışıyorlar.
Metnin içerisinde değerler kültürüne neden daha çok ağırlık vermek gibi etkinliği sıklıkla vurgulamaya çalışıyor, metin. Değerle kültürüne neden daha çok ağırlık vermemiz gerektiğini, burada değerler kültürünü olumsuz anlamda anlamayın lütfen, değerler kültürünün içine ne koyacağınız çok önemlidir, nasıl baktığınız çok önemlidir, önemli bir konudur, bir toplumun kültürü dediğimizde, değerler kültürü dediğimizde çok geniş bir alanı kapsar, bilim ve kültürün yanında. Dolayısıyla bunu öylesine işliyor ki, sanki ben okurken değerler kültürüne neden ağırlık vermesi gerektiğinin bir tür savunması gibi anladım bunu. Bu metin onun, geleceğe onun için ağırlık vermemiz gerekir şu nedenle şu nedenle gibi bir ifade var. Çok yavan görünüyor bu. Biraz sonra söylerken de anlatmaya çalışacağım. Kimi zaman örtük biçimde anlatmış, kimi zaman açık biçimde anlatmış. Şu cümleye işaret buyurunuz, olayı anlayabilmek yönünden, “21. Yüzyıl değerlerini ölçme iddiasındaki PISA gibi uluslar arası çalışmalar dahi sadece eleştirel düşünce, akıl yürütme gibi bilimsel içeriklere yönelmekte kısacası tek kanatla uçmaya yeltenmektedir”. Demin çift kanat demiştim, PISA ve benzeri şeyleri de yine eleştirel düşünme, akıl yürütme, o bilim ve teknik şapkası altında toplar, öbür tarafı eksik görüyor. Yani gelişmiş ülkeler de bile diğer kanat değerler kültürü ihmal ediliyor. Bu dâhilden onu anlıyoruz. Nitekim benimsenen politikanın dayanağının şu ifade de görebiliyoruz. Düşünce, duygu ve eylemi insanda birleştiremeyen kuramı ve pratiği uzlaştıramayan bu tek kanatlı uçma hevesi en önemli sorunumuzdur.
Metne baktığınızda, metin şöyle dolambaçlı anlatıyor, biraz dolambaçlı anlatıyor, dolaylı anlatıyor, kesin tespitler var ama bunlar hep örtük anlatımlar. Şimdi “örtük politika” dediğimiz bir şey vardır. Bir açık politika var, ben şöyleyim, böyleyim, şöyle yapacağım, böyle yapacağım” dersiniz. Bir demezsiniz, ama fiiliyatta yaptıklarınıza bakarak sonuç çıkarırız. Yani sizin yaptıklarınıza bakarak hangi politikayı izlediğinizi anlarız, biz buna örtük politika diyoruz. Burada da sözcükler biraz örtük anlama geliyor. Onu söylemem gerekir.
Az önce en önemli sorunu, düşünce duygu insanda birleştiremeyen bir tek kanatlı uçma öğesi en önemli sorun dedi ya, değerler kültürünü çok öne çıkarıyorsunuz.
Rekabetçi bir dünyada yaşıyorsunuz. En önemlisi siz siyasal sistemimizi, siyasal etkinliğinizi liberal ekonomiler üzerine kuruyorsunuz, yani rekabet düzeni üzerine kurmuşsunuz siz. Rekabet düzeniyle rekabet edeceğiz, maneviyatımızla mı yoksa teknolojiyle bilimle vs yle rekabet edeceğiz. Burada bir çelişki gözleniyor. Ben öle gözlüyorum.
Bir model, aslında bir model eleştirisi de görüyoruz burada. PISA dediğimiz raporlar belli yaştaki öğrencilerin kendi ülkelerinde, örneğin okuma yazma temel matematik becerilerindeki durumlarını anlamaya çalışan sınavlardır, merkezi sınavdır. Bunu eleştiriyor, dahi ifadesiyle belirttiğimde, bir model eğitime eleştiri gibi geldi gözüme. O halde şöyle bir şey oldu, teşhis anlamında söylüyorum, bu vizyon belgesine göre, içinde nicelik sorularının gerisinde bilimsel ve teknik bilginin verilişiyle ilgili bir sorun yok. Değerler sistemiyle ilgili birtakım sorunlar var gibi görünüyor, ya da ben öyle anladım.
Oysa biz eğitimin niteliğini artırılmasıyla bir yol olarak biliyoruz ki bilimsel eğitim temeldir, demokratik eğitim temeldir, bu ikisi yan yana birbirinden ayrılmaz. Demokratik eğitim ve bilimsel eğitim bir gerçek olgudur.
Şimdi bunu söyledikten sonra okullar arasındaki eşitsizliği eşitsizlik ve sınav baskısı arasındaki eşitliği kurun.
Bakan diyor ki, “biz okullar arsındaki eşitsizliği kaldırmak için sınav baskısını azaltacağız” diyor, ama okullar arasında eşitsizlik neden var, şöyle bir eşitsizliği düşünelim lütfen. Okullar arasındaki eşitsizliğin sosyo ekonomik nedenleri var. Düşünün şöyle okulları köy, kent vs. Sosyo kültürel nedenleri var, sosyo coğrafik nedenleri var. Bunlar olmazsa olmaz, sosyo kültürel nedenler son derece önemli. O okulun nerede konumlandığı, hangi çevrelerde, hangi eğitim düzeyinde insan var oradaki yerleşti, bunlar hep belirleyici unsurlar.
Burada başka şeyler de var, örneğin öğretmen öğesi var. Orada öğretmen öğesi üzerinden yola çıkarak okullar arasındaki eşitsizliği gidermesi ön görülüyor, bu çok basit öngörü olup öğretmen üzerinden okullar arsındaki eşitsizliği gideremeyiz. Sosyo kültürel nedenler sosyo ekonomik nedenleri çözemeden o Milli Eğitim Bakanının kendi başına çözeceği bir mesele değildir. Dolayısıyla neden sonuç ilişkisi kurarken, siz nedenleri doğru teşhis etmezseniz sağlıklı sonuçlara varamazsınız. Nedenlerin doğru teşhis edilmesi gerekir, sağlıklı sonuç üretebilmek için. Burada sanki bir teşhis hatasına düşülmüş gibi düşünüyorum.
Demin az önce söylediğim saptamalardan yola çıkarak şunu da belirtmem gerekir. Bilim ve teknik, kültür bağlamında demek ki, işler yolunda gibi görünüyor. O zaman içeriklerin önümüzdeki dönemde çok değişmesi beklenmez diye düşünüyorum. Örneğin insanın evrimleşmesiyle ilgili konular fen derslerinden çıkarıldı, biliyorsunuz, benim çocukluğumda bunu okumuştuk biz, çıkarıldı. Şimdi bunun yeniden yerine gelmesini kimse beklemesin, bu mantıktan yola çıkar.
Şimdi bir şeye değinmemiz gerekir, ontolojik bir mesele. Ontolojik ayağına değinmemiz gerekir, eğitim neden var. Formal eğitim niye vardır. Formal eğitimin (resmi okullarda yapılan eğitim) üç temele dayandırılır:
1-Kültür aşılamaktır. Bireye içinde bulunduğumuz toplumun kültürünü aşılarsınız. Çeşitli yollardan biri olup, olmazsa olmazlardan birisidir. Bir yazar yıllarca okuduğum bir makalede şöyle der: Amerikan eğitimini eleştiriyor, diyor ki, “bu Amerikan eğitimi beş para etmez, Amerika’yı da eleştiriyor. Ama bir şey var, Amerikan eğitimi her çocuğu Amerika’lı yapar” diyor. Demek ki kültür aşılama işi iyi.
2-Eğitim sistemi bireyi üretmen kılmayı amaçlar. Bireye yaşamını sürdürebilecek güzellikler, bizim meslek kazandırma dediğimiz şeydir.
3-Bireyin potansiyelini açığa çıkarmayı amaçlar. Bireyin yeteneğini geliştirmeyi amaçlar. Formal eğitimin üç tane ayağı vardır. Olumsuz demeyelim son derce sağlıklı saptamalar da var.
Arzu edilen eğitim, sağlık, adalet, emniyet gerilerde
Bakanın sözlerinde şöyle bir ifade var, bu gün ortaya çıkan başarı hikâyeleri, ben onu görünce, ülkemizde hemen her alanda ortaya konan başarı hikâyeleri düşündüm başında da, ilk olarak Sayın Cumhurbaşkanının bir sunuşu var sonuçta, onun şöyle bir saptaması var, diyor ki, “2002 de göreve geldiğimizde ülkemizde yükselteceğimiz dört sütunu eğitim, sağlık, adalet, emniyet olarak” ifade etmişti. Eğitim burada, onu bir tarafa tutalım, sağlıkta, adalette, emniyette yani güvenlik hizmetlerinde başarı hikâyeleri, şimdi ben okurken düşünüyorum, adalet sistemimiz 2002 ye göre nerede. Sağlık hizmetleri nerede, güvenlik hizmetleri nerede. Nerede derken, olaylara kendi inançlarımızın ötesinde bakmak lazım. Ulusların görsel endekslerdir esas olan. Orada başka ülkelerle karşılaştırarak görürüsünüz onları. Örneğin, insan haklarında neredesiniz, aşağıya mı indiniz yukarıya mı çıktınız. Özgürlüklerde neredesiniz, örneğin refah düzeyinde neredesiniz? Bu ilişkileri başka ülkelerle kurarak bakmak lazım. Doğrusu o açıdan bakarsak biraz boşta kalıyor. Yani methi bu perspektif içinde detaya bakmak lazım hedeflere bakarken öyle bakmak lazım diyorum”.
“2023 Eğitim vizyonu” konusunda Prof. Dr. Feyzi Uluğ’a da konuşmasında şunları söyledi:
“- “Eğitim meselesini ideolojik olmaktan çıkarılması ve pedagojik zemine oturtulması şarttır”, diyor, tabi bir saptama var, eğitim meselesinin ideolojik olmaktan çıkartılması ve pedagojik tutulması şarttır. Kendi bakışınızla zaten ideoloji koyuyorsunuz, ideolojik bakmayın demek ki, bunun dışında her şey ideolojiktir., ama kendisi öyle görmeyecek.
Okul biriminin özerkleştirilmesi şarttır. Okul kimliksiz bir yerdir, inanılmaz derecede kimliksiz, bu günkü okul bizim çocukluğumuzdaki değil bu günkü okul. Kimliksiz bir yer yetki yok, okulun yaptığı daha önce sahip olduğu kimliksiz yer. “Okulu daha kimlikli yapmaya çalışacağız” diyor. Doğru bir saptama fakat altını görmek lazım, kastını onu görmeden anlayamayız.
Burada kökten değişecek bir şey yok, kökten değişebilecek anlamda bir şey yok, ama reform anlamında şeyler var. Her vizyon belgesi bir şeyi değiştirmez, dersiniz ki “ben şunları şunları yapacağım” dersiniz. Onları koymaya çalışıyor, yani aslında her vizyon belgesi kendisini içerir. Demek ki öyle sanıldığı gibi bir şey değil. Şimdi 18 alan var dile getirilen, 18 alan içerisinde 127 hedef var. Bu 18 alan aslında çokça parçalanmış, örneğin orta öğretime bakıyorsunuz, orta öğretim aslıda bütüncüldür, yani akademik liseyi kapsar, onun içinde sosyal bilimler lisesi fen bilimleri lisesi kapsar, meslek teknik eğitimi kapsar, imam hatip okulları da kapsam içerisinde düşünülmesi gerekir. Onları ayrı ayrı ayırmış 18e bölmüş, onun içerisinden hedefler geliştirmeye çalışıyor. Burada dikkat çekmek istediğim şeylerden birisi, geriye dayalı yönetim şekli, geriye dayalı yönetim şekli şu demektir. Bir karar almadan önce o kararın dayanaklarını öreceksiniz. Rasyonel karar üretmek teorisi, rasyonel karar çoğelesinde veri olmadan karar üretirseniz sezgisiz almış olursunuz kararı. Örneğin Zafer Hava alanının yapacağım, Kütahya’ya dersiniz, şu kadar da yolcu alacak” dersiniz sonra bakarsınız zarar edersiniz. Köprü yaparsınız şu kadar insan var geçecek dersiniz. Veri yoksa elinizde, ama diyor ki ben veriye dayalı yapacağım”. Veriye dayalı yapmak çok önemli fakat, veriyi doğru topluyor musunuz. Biz tez yaptırıyoruz, okul yönetimi davranışlarını inceleyeceğiz. Kimi öğrenci arkadaşlarımız alıyorlar anketi, gidiyorlar müdüre veriyorlar, hocam bulamıyoruz bu öğretmenleri, siz öğretmene doldurtun biz sizden alalım, diyorlar. Müdür hakkında şöyle mi yapıyor, böyle mi yapıyor, ne kadar nesnel davranır, yani o verilen araçlar ne kadar sağlıklı. Çift verilerde güven sorunu var. Enflasyon o mudur, şu mudur? Verileri topluyor, ama güven sorunu var. Şunu söylemeye çalışıyorum, veriye dayalı da o veriye ne kadar güveneceğiz.
Örneğin kentin en önemli okulunu imam ortaokulu yapıyorsunuz, lisesi yapıyorsunuz. “Vatandaş istedi talep etti”, diyorsun, hani veriye dayalı, bir veri geldi, bu ne kadar gerçeği yansıtıyor onu söylemeye çalışıyoruz, böyle bir şey.
Sorun aslında nedir, biliyor musunuz, bir güvensizlik var. Çok iyi niyetli olabilir, her şey bir tarafa. Farklı düşünüyorum ben. Çok iyi niyetle belge hazırlamış olabilirsiniz ama güvenlik çok derin. Önce güven sağlamalıyız. Bu olmadan hiçbir şey olmaz.
Metnin içerisinde benim yerinde gördüğüm ve iyi diyebileceğim şey okul yönetimiyle ilgili meseledir. Okul yöneticiliğinin lisansüstü eğitime çekileceği söyleniyor, bu benim en iyi görebileceğim en iyi şeylerden birisidir. Aslında koalisyon döneminde 2002 öncesinde okul yöneticiliğinin meslekleşmesi yönünde adım atılmıştır. 120 saatlik bir programla bir sınav yapıyorlar, müdür adaylarını alıyorlar eğitiyorlar, üniversiter destekle sonra yeniden sınav yapıyorlar. Sistem de kendi içinde düzeltilebilecek sistemle bir meslekleşme yolunda adım atılmış. AKP kaldırdı onları, yok sayıldı, kapatıldı ama bu sorunun içinde, liyakat diyoruz ya sürekli. Yönetici atama yönetmeliği son 15-16 senede onlarca kez değişti, sürekli değişti. Ama her değişme geriye atılım vardı, Danıştay’a gidiyor, mahkeme iptal ediyor, gidiyor sürekli ısrar ısrar. Şimdi siz diyorsunuz ki “ben liyakat ilkesini getireceğim” diyorsunuz. Nasıl güveneceğim. Örneğin gerçekten bunu getirecekseniz, bu gün hâkim sendika olan sendikanın yönetimde hâkimiyeti çok fazla belirleyici oluyor. O sessiz mi kalacak. Burada bir güven sorunu var.
Pedagojik formasyon biraz farklı, basına yansıdığından da farklı. Bu gün pedagojik formasyon ticari bir alandır, üniversitelerde para kazandırma alnıdır, rektöründen hocasına kadar. İnanılmaz bir şey, soytarılıktır. Bir bakıyorsunuz hiç uzmanlığı olmayan kişi uzmanlığı olmadık alanda ders veriyor. Herkes susuyor, yani bu iş artık zıvanadan çıkmış. Şimdi peki ne sağlıyor, yüz binlerce kişi çıkıyor “ben öğretmen olacağım” diyor. Bu siyasal iktidar için tehdit aslında, büyük bir tehdit aslında; eğitim fakülteleri var, onun mezunları var. 300 bin-500 bin kümülatif (Toplam) artış var.
Şimdi diyor ki metin, “böyle olmayacak” diyor. Siyasi irade baktı ki bu elinde patlayacak bombaya dönüştü, kitle birikiyor, beklenti artıyor, öğretmen olmak istiyor. Her sene 20- 25 bin öğretmen alıyorsunuz. Bakın hiç emekli olan öğretmen söylenmiyor, yıllık emekli olan öğretmen sayısı ne kadar. Aslında dönen çark aynı olgunun içinde dönüyorsunuz.
Dolayısıyla bunu kaldıracağız, bu çok doğru bir şey, orada İncirlik olayı var, İncirlik şu, öğretmen olmak isteyenler girecekler sınava kazandıklarında o zaman formasyona gidecekler. Formasyonu yine kendisi yapmayacak. Daha önce elinde belge olanlar “öğretmen olacağım” diyenler sistemin önünde birikiyorlar, sayı artıyordu. Şimdi öyle olmayacak, girecek sınava, eğitim fakültesi içindekiler için söylüyorum, bunu. Alan sınavına girecekler, örneğin fen fakültesini bitirmiş, edebiyat öğretmenliğinden girecek, edebiyat öğretmenliğinden alacak puan, listenin tepesine çıkacak, “ben kazandım sınavı” diyecek. Kazanacak, o zaman ME Bakanlığı diyecek ki üniversite “tamam bunu eğitime tutun”, sistem, ona dönüyor. Yani daha önce elinde patlayan şey geriye çevrildi. Bu biraz ı anlaşılıyor, metni iyi okunursa
ip uçları var orada görünüyor. Bu geriye dönüş biçimi, bu tartışma bizi ayrı yerlere götürür, oradan mı olmalı, orda olmamalı mı onlar ayrı meseleler. Ama böyle bir şey var.
Teftiş sistemini yeniden yapılandıracağım diyor, orada da farklı şeyler var. Taşrada müfettişlik kaldırıldı, bakanlık müfettişi merkeze çekildi, merkeze çekilince şöyle bir sorunla karşılaştık, muazzam bir soruşturma yığını var. Siz okul yöneticilerini atıyorsunuz soruşturma için, fakat bu konuda yetkili değil, sistem tıkandı ama getirilen düzen o değil, getirilen düzen bizim yöneticiler açısından uygun değil, hâlbuki soruşturma işini bir alan olarak müfettiş yapacak. Bir de rehberlik dediğimiz bir alan var. Bu ikisi çelişiyor gibi birbiriyle, rehberlik ayrıca yapılacaktır. Nasıl olur görmek lazım, ama bu ikisini ayıracağız, diyor. Soruşturma yine bakanlıktan merkezden olacak diyor. Bu işin bir tarafı, fakat alt başlıklarla söylemem lazım.
Temel eğitim erken çocukluk Erken çocukluk dediğim okul öncesi eğitim, beş yaş deniliyor, burada yaygınlaştırma sorunu var. 18-20 milyonluk çocuk kitlesi var, bunları Ankara’dan yönetmek kolay değil. Hele eğitimde çok kolay değil. Bazı şeyleri bırakmanız lazım aşağıya doğru. Bakın 1950 li yılların ortalarına kadar ilkokul öğretmeni merkezin öğretmeni değil, özel idarenin öğretmeni idi. Ne zaman para veremez oldu Ankara aldı bunu. En kolay görevlendirilecek en kolay yönlendirilecek şeydir, yerel yönetimlerdir okul öncesinde.
Temel eğitimde 1968 programını bir okuyun, ilkokul programını. Çok ilginçtir çok güzel bir programdır 1968 ilkokul programı. Aslında onun temeli Köy Enstitülerinden gelir. Köy Enstitüleri programının süzülmüş örneğidir.
Bu metne baktığınız zaman pedagojik olarak çok doğru sözler var. Fakat o doğru sözün kaynağına bir bakın 68 programıyla çakıştığını görürüsünüz. Ama o sözlerden farklı yerlere doğru gidiliyor.
Şimdi ders sayısı azaltılacak ve teneffüs süreleri uzatılacak.Şöyle disiplini böldüğünüz zaman öğrenci bütünsel olarak bunu kendi zihnine birleştiremiyor. Yani 50 çeşit ders yaptığımızda, bu gün eğitim bilimlerinde de aynı sorunları yaşıyoruz. Birbiriyle irtibatsız alanlar yan yana gelemiyor. Dolayısıyla zaman zaman deneniyor bu tür şeyler. Bizde de oldu bir ara fen derslerinde fizik kimyayı birleştirdiler. Ders sayılarının azaltılması bence doğru bir uygulama olacak; ne zaman ne kadar azaltılacağı ayrı bir konu. Şunu söylemek isterim, ben Çankaya Lisesi mezunuyum, sene 1974 mezuniyet yılım. Biz okulda iki devre okurduk, sabah sekizde giderdik derse, okul da yarımda biter; öğlenciler gelir saat birde dört buçukta bitirir okulu. Şimdi okullar ne kadar sürüyor biliyor musunuz; şimdi okulda arkadaşım var, saat altıda çıkıyoruz okuldan diyor. Çocuk altıda çıkıyor sabahın altısında, düşünün, ikili öğretim yapılan yerlerde yedide bitiyor. Ders saatlerinin sayısı artmış, ders sayısı artmış, verimde bir başarı yok. Onun için kısaltılması gerekiyor.
Burada metinde çelişkiler var, örneğin diyor ki, “meslek eğitiminde ders sayısını azaltacağız” diyor. Ders sayısını azaltırken alandan mı alacaksın akademik alandan mı alacaksın. “İmam hatip okullarını da azaltacağım” diyor. Ama şöyle bir şey yapmış, “mesleki eğitimde üst öğrenimi alana yönelteceğim” diyor, yüksek öğretimde yıllarca şu konuşulmadı mı, “ yav isteyen istediği yere gitsin, bırak isteyen istediği yere gitsin” işte bu. Avantaj puan bunlar tartışılmadı mı? Dolayısıyla elektrik bölümüne giden çocuğun yüksek öğretimde oralara gitmesi yönünde eğer bir çaba olacaksa akademik ders sayılarında azaltmalar yapabilirsiniz, bunda bir terslik görülmüyor. Yani orada demek ki şöyle bir şey var, aslında olay çok basit, siz dersiniz ki, “hem mesleği öğrensin, hem de üniversitede istediği yere gitsin”, o zaman ders sayısını artırmak zorundasınız. Çünkü hem akademik bilgi vereceksiniz, hem meslek bilgisi. Bu ikisi yan yana gelse total artar yani. Azaltmanın yolu oradan geçiyor. Başka yol görünmüyor.
Yöntemi söylememiş ama var.
Bu vizyon belgesinin içinde çok ayrıntıya girilmez. Fakat öyle şeyler var ki, çok mikro inanılmaz derecede mikro hükümler var orada, buna gerek yok diyorsunuz, 147 hedefin bir kısmı bu bağlamda.
Geçenlerde bir derste 17-18 yaşlarındaki çocuklar, bir konu geldi de, onlara dedim ki, “siz söküğünüzü falan nasıl dikiyorsunuz”; bazen aynı şeyi anlatmazsınız, çocuğun ilgisi dağılıyor, ister istemez, konu bir yerden geldi. Söküğünüzü falan nasıl dikiyorsunuz diye bir laf ettim ben, kız öğrenci oranı da çok yüksekti o sınıfta; abartısız söylüyorum, çok önemli bir kısmı, dediler ki, “biz terziye götürüyoruz”, bir kısmı “annemiz dikiyor” falan. Ben de dedim ki, yav çocuklar, arkadaşlar ben öğrenciliğimde aile bilgisi diye bir ders aldık, yani çocuk, aile bilgisi seçime götürüldü, sonra bu modernize edildi, bu ders iş eğitimi dersi oldu. Benim arkadaşlarım bitirdiğim okul, Endüstrüyel Sanatlar Yüksek Öğretmen Okulu mezunuyum ben. Bu ders için yetiştirildim ben. İlginçtir bu iş eğitimi dersi ne zaman kaldırıldı, kim kaldırdı (Ziya Selçuk zamanında) Şimdi burada deniliyor ki, “beceriyi psiko motor olarak analım, “bu beceriler için tasarım ve beceri atölyeleri kurulacaktır” diyor.
Konuşmacının sunumundan sonra karşılıklı sorular ve konu üzerinde katkılarla etkinlik sona erdi.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız Prof. Dr. Feyzi Uluğ: 1957 Bilecik doğumlu. 1977 de Endüstriyel Sanatlar Yüksek Öğretmen Okulundan mezun oldu. A.Ü. Eğitim Fakültesi eğitim Psikolojik hizmetler bölümünde lisans ve yine bu daldan yüksek lisans dereceleri aldı. 1985 yılında Türkiye Amme İdaresi Enstitüsünden Lisansüstü Kamu Yönetimi uzmanlık programını bitirdi. Daha sonra H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsünde eğitim, teftişi ve planlaması ve ekonomisi bilim dalında doktora derecesi aldı. 1994 de eğitim yönetimi ve teftiş ana bilim dalında doçent oldu. Milli Eğitim Bakanlığında öğretmenlik uzmanlık ve daire başkanlığı gibi çeşitli görevlerde bulundu. Halen G.Ü. Eğitim Fakültesi eğitim bilimleri bölümünde öğretim üyeliği yapıyor.
Eğitimde örgütsel yapı ve İşleyiş Örgütsel Davranış okul rehberliği, okul aile ilişkileri eğitim politikası ve uzaktan eğitim ve benzeri konularda araştırma ve yayınları bulunuyor.
Yorum Gönder