Bu da eğitimi birey yönünden ele alanlarla, toplum yönünden ele alanlar arasında görüş ayrılığna neden olmakta.
(not: Siyasetin kirli elleri ve sivri dilleri devreye girip de eğitimi siyasi çıkarı doğrultusunda yaz-boz tahtasına çevirmese, bu noktadaki görüş ayrılığının olumsuz bir etkisi olmayacaktır)
Bilimsel verilerin ışığında, karşılıklı gerekçeler ortaya konulduğunda, tartışma “iyi birey”; “iyi yurttaş” yetiştirme gereğine indirgenirse, özünde karşıtlık olmadığı görülür. Bu durum, eğitimin gerek birey, gerekse toplum için gereklilik olduğu tezini zayıflatmaz. Aksine, bireylerin, bireysel doyumu yanında, toplumsal uyumlarını pekiştiren en güçlü faktör olduğu tezini güçlendirir.
Yeter ki eğitimin aydınlatma gücü inkar edilmesin.Yeter ki eğitim, cehaletin ferasetine inanan karadulların eline bırakılmasın.
Bilim insanları ve eğitimciler, insanların gerek kendileri, gerekse toplum açısından daha mutlu, daha huzurlu ve daha doyurucu bir yaşam sürdürebilmeleri için iki tür uyuma gereksinim duyduklarına inanırlar: İç uyum… Dış uyum.
Bunların birincisi, bireyin, zeka, duygu ve istemleri arasındaki iç uyumdur ki, çağdaş eğitimi temel almış ülkeler bu uyumu ikincil tür uyumun doğrudan bir desteği olarak değil, toplumun en temel ögesi olan bireyin temel gereksinimi olarak görmüşlerdir.
Bu da bizi eğitimde dayatmalara yer olmadığı fikrine götürür ki; eğitimde akıl zeka ve yeteneğin temel öge alması bundandır.
Bireyin, zeka, yetenek, duygu ve özistemlerini temel alan bu eğitim, zora ve zorlamaya gelmez!.
İç uyuma ket vuran en etkin faktör, çocuk yaşta verilen, dinsel, törel ve siyasal art niyetli yönlendirmelerdir. Bu tür eğitim ilerideki hayatta zekayı değil, duyguları yönetir. Duyguların yönettiği birey ne kendi aklını kullanma becerisini geliştirebilir, ne de tolumsal uyum için gerekli gelişimi gösterebilirir. Bu ikilem arasında duygunun daha ağır basması ve kişiliğin duygulara esir olması kaçınılmazdır. Duygular, düşünmeye, sorgulama ile gerçeklere ulaşmaya en büyük engeldir.
Sonuçta, birey istem ile zeka ve duygunun gitgelleri arasında, kimliksiz ve kişiliksiz kalır. Sormayı ve sorgulamayı beceremeyen bu kişiler siyaseten en kolay aldatılabilenlerdir. Saplantıları, kendi doğruları olarak çakılır kalır benliklerine.
Temiz ve ahlaklı siyasetin eğitimdeki görevi işte, tam da bu noktada devreye girmelidir. Bunu da yapması gereken tek kurum devlettir. Çıkar yol, çocuklara, gençlere, siyasal mülahazalardan uzak, yetişkin aklının kabul edeceği öğretilerle donatılmış yöntem, ve içeriği zamanlamayı da dikkate alarak sunacak ortamı hazırlamaktır. Devletin iyi niyetli desteği olmadan bu sorun çözümlenemez.
Bireyin karşı karşıya olduğu ikinci uyum, dış uyumdur ki; zor olanı da budur. Zira dış uyum başkalarının istemleri doğrultusunda gelişir. Bu nedenle de
Zor oluşun faktörü tek değildir. Etkiye, yönlendirmeye, politik kullanıma açıktır örneğin. Bu da küçümsenecek bir tehlike değildir.
Hele ki ülke eğitimi kendi politik mülahazalarının, geleceğinin, bekasının arka bahçesi olarak görür ve buna göre metod, içerik, kadro programlarsa!..
*
Hangi yöntem, sistem ve metod gelirse gelsin; eğitim, hiçbir toplumda şu iki ögesinden vazgemez!.: Yarışçılık ve işbirliği…
Eğitim, öğrenmede, yeteneği, bilgiyi, aklı, liyakatı öne çıkarmayı mutlak amaç edinmişse, “yarışçılıktan” vazgeçemez. (Daha eşitlikçi ve adil ortamı sağlamak devletin görevidir)
Eğitim, metoduyla, proramıyla, yöntemi ve zamanlamasıyla tek kişinin iki dudağından çıkacak kararlara bırakılamacak kadar önemli bir olgu, bir disiplin olduğu için, “işbirliğinden” vazgeçilemez!...
*
Bu gerçekler ortada iken tek kişilik kararla, “koydum oldu” yöntemiyle LGS koy, olmadı, OKS koy, yine olmadı SBS koy, TEOG koy… “kaldırdım oldu!” de kaldır!... Bakan bile enson duysun kararı!.
Eğitime bostan tarlası muamelesi yapılsa ancak bu kadar kelek yetiştirilebilirdi!. Bir eğitimci olarak içim yanıyor. (DEVAMI GELECEK)
19.09. 2017
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci
Yorum Gönder