Böylece yürürlerken elleri ceketinin ceplerinde, köşeli şapkasını gözlerine kadar indirmiş zayıf ve cılız bir gölge kendilerini takip ediyordu. Öndeki üç kişi tatlı bir sohbetle sanki mutlu bir yaşantılarını sürdürüyorlarmış gibi gülüşe gülüşe, yavaş yavaş kaldırımda ilerledikleri sırada, şapkasını gözlerine kadar indirmiş olan bilinmeyen kişi, gözlerini sabit bir nokta gibi bu gruba saplamış, avını takip eden bir avcıyı andırıyordu.
Bir kadınla iki erkek Pera Palas otelinin köşeyi dönerken, onları takip etmekte olan bilinmeyen kişi, hızlı adımlar atarak bu üç kişilik gruba yaklaştı, belinden çıkardığı kocaman bir tabanca ile gruptan bir erkeğe doğrultarak ateş etmeye başladı. Bu ani birkaç el ateşten sonra gruptan bir kişi vurulup yere düştü. Yakınlardaki polis düdükleri, çığırışlar artmaya ve yaklaşmaya başlarken, kadın kenarda dehşetle olayı seyrederken, iki erkek boğuşmaya başladılar. Birkaç el daha silah atışından sonra süngülü devriyeler ve polisler iyice yaklaştılar, yere düşen yaralanan kişi kaldırımı tırmalayıp can çekişirken eli silahlı kişi koşarak kaçıp oradan uzaklaştı.
İstanbul’da işgalciler Türk gazetecilerini mahkeme salonuna almıyorlardı
Bu suikastla Ermeni fedaisi Misak Torlakyan, Azerbaycan Cumhuriyetinin sabık İçişleri Bakanı ve Güney Kafkas Sovyetleri dış ticaret vekili Behbud Han Cevanşir’i öldürmüştü.
Tüm İslam dünyası halifesinin ve Osmanlının başkenti idi güya; “işgal yıllarında öz vatanında halkın boynu bükük bir yetimden farkı yoktu”. İşgalciler tarafından halk öylesine hakir görülüyor, öylesine dışlanıyordu ki sokaklarda Ermeni fedaileri İstanbul sokaklarında insan avlıyorlar, yalnız giden kadınlara saldırıyorlar, peçelerini yırtıyorlardı. Işgalci devriyeler sokaklarda tek geçen yerli Türk halkını çevirip, “zito (yaşa) Venizelos” vb şeklinde bağırttırıyorlardı.
Gelelim, Ermeni fedaisi Torlakyan’ın, Behbud Han Cevahir’i şehit ettikten sonra yakalanıp yargılandığı mahkemeye. Olayı Ermeni ve Rum gazeteleri yazabiliyorlar, lakin Türk gazetecileri yargılamanın yapıldığı Harbiye Mektebindeki İngiliz Divan-ı Harbine kabul edilmiyorlardı. Bu nedenledir ki bütün İstanbul halkını yakından ilgilendiren yargılama sürecini ancak Ermenice, Rumca gazetelerden tercüme şeklinde ve bir gün sonra gazetelerine yazabiliyorlardı. İşgalcilerin sansürü de gazetelere göz açtırmıyor, yerli Türk gazeteleri sık sık kapatılıyordu. Bu ve nice örnekler İstanbul Türk halkının işgalciler tarafından ne kadar hor görüldüğünü gösteriyor.
İstanbul’da Ermeni fedaisi Torlakyan’ın Azerbaycan’lı Behbud Han’ı suikastla öldürmesi Babıali basınında çalkalanıyordu. O zamanın İttihatçı milliyetçi gazetelerinden İleri Gazetesinin bir muhabirini, İngilizce olarak duruşmaların yapıldığı salonunda yargılamayı takip için gönderirler. Fakat kapıda bekleyen iki süngülü İngiliz nöbetçi Türk muhabiri içeri almaz. Yargılamaları Ermeni, Rum, ecnebi muhabirlerin izlemesine izin verilirken, Türk gazetecileri mahkeme salonuna girmesini yasaklamışlar. İçeri alınmayan Türk muhabir şaşırır, sinirlenir, ne yapacağını bilemez. Hemen aklına bir kurnazlık gelir, civardaki matbaaların birine sahte bir kartvizit bastırır, kartvizitte sanki Avrupalı bir gazeteci imiş gibi şöyle yazdırır:
Georges Polesku
Adverul Gazetesinin İstanbul Muhabiri
Fesini çıkarıp biraz kılık değiştiren muhabir bu sahte kartviziti mahkeme kapısındaki süngülü İngiliz nöbetçilere gösterir, çavuşlarına danışma bir iki kontrolden sonra muhabiri içeri alırlar. İleri gazetesinin bütün sayfalarında cinayet suikast haberleri tüm ayrıntıları ile çıkınca basında bir şaşkınlık olur. İleri gazetesinin muhabiri böylece Torlakyan davasını sonun kadar takip eder. Divan-ı Harp bir sürü tanık dinledikten sonra, sonunda 1921 yılı Ekim ayının 21’inde çıkan İstanbul gazeteleri Azerbaycanlı Behbud Han Cevaşir’in katili Ermeni fedai Misak Torlakyan hakkında İngiliz Divan’ı Harbince verilmiş olan şu acayip kararı İstanbul halkına bildiriliyordu.
“İstanbul. (Türkiye, Havas, Reuter)-Torlakyan hakkındaki hüküm bugün ilan edilmiştir. Suçlanan katil fiilinden dolayı suçluluğu tasdik edilmişse de mahkeme basit şuuru bozuk ve bundan dolayı gayrimesul sayılmıştır (Mesul sayılmamış)”.
Birkaç gün sonra da gazeteler tahliye edildikten sonra Ermeni Patrikhanesine teslim edilmiş olan katil fedai Torlakyan’ın bir Yunan vapuruna binerek Pire’ye getirmek üzere İstanbul’dan uzaklaşmış olduğunu kaydettiler…
Görüldüğü gibi işgal kuvvetlerinin mahkemesi bile, suçu sabit görülmüş katil Ermeni’yi suçtan mesul saymıyor. Aynı şekilde 15 Mart 1921 de Berlin’de yine bir Ermeni fedai Sogomon Tehliryan tarafından katledilen Talat Paşa davasında katil Ermeni böyle bir uyduruk kararla salıverilmişti.
Şimdi burada bir nokta koyalım, Fesli Deli Kadir’ın “keşke Yunanlılar kazansaydı” dediği gibi olsaydı, (Tanrı korusun) işte böyle kıytırık kararlar verip bizi her şeyde, her konuda dışlayacak aşağılayacaklardı.
Kaynak: Mütareke Yıllarında İstanbul. Ahmed Cemalettin Saraçoğlu 2009 sf 271-276
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Yorum Gönder