Ocak 2024
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Ülkemizde O Kadar Çok Sayıda Genç Yaşlılar Var Ki
CHP'nin yeni yönetiminin;  aday belirlemede ve partide yaptığını iddia ettiği değişimde, insanların yaşını kriter olarak alması nedeniyle;  İnsanların yaşları, son günlerde oldukça önem kazandı. 


CHP yönetiminin; aday belirlerken,  kadınlara ve adayların yaş ortalamalarını düşüren tercihlere yönelmeyi,  bir övünç vesilesi yapmaları ve değişimin kanıtı olarak sunmaları, yetmiş beş yaşına gelen benim de içlerinde bulunduğum yaşlı insanlarımızı üzmüştür. 


İnsanların yaşlarının en önemli belirleyicisi, pek doğaldır  ki;  nüfus kağıtlarında yazılı olan doğum tarihleridir. 


Ancak, ülkemizde nüfus kağıtlarındaki doğum tarihlerine göre,  genç kategorisinde gözükmesine rağmen;  yaşantısına, beslenmesine ve sağlığına dikkat etmediği için,  genç yaşta fiziken ve ruhen ve de aklen yaşlanan, göbekleri bir metre önden giden, çok af edersiniz,  şeylerini ancak aynadan görebilen, görüntü kirliliği yaratan  o kadar çok genç yaşlı var ki, bu kişileri toplum içinde her mekanda görebilirsiniz. 


Buna mukabil, doğum tarihine göre yaşlı kategorisine girmesi gerektiği halde; bakımlı, yaşantısına dikkat ettiği için fit, çıta gibi, bedenen ve ruhen ve de aklen sağlıklı, hala üretebilen, yazabilen, ürettikleriyle ve yazdıklarıyla topluma katkı sunan o kadar çok yaşlı – gençler var ki; hayret edersiniz.  


Övünmek gibi olmasın, Allah nazarlardan saklasın, ben de; yetmiş beş yaşıma rağmen,  avukat olarak mesleğimi icra ediyorum ve buna ilaveten de, aydın ve hukukçu kimliğimi ve birikimimi kullanarak,  neredeyse hergün, kimseden korkmadan ve çekinmeden,  kimseye hakaret etmeden,  bazı insanların okuyup beğenmekten korktukları, günlük siyasal gelişmeleri değerlendiren ve ağır eleştiriler içeren makaleler yazarak, bir internet gazetesindeki köşemde, facebook sayfamda, çeşitli gruplarda ve sosyal paylaşım sitelerinde yayımlıyor ve  topluma faydalı olabiliyorum.


31/01/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Özgürlükleri İtibarsızlaştırma Muhalefeti Sindirme Ve Tehdit Ordusu
Siyasal iktidarın Cumhur İttifakındaki iki küçük ortağı;  Büyük Birlik Partisi lideri DESTİCİ ve Milliyetçi Hareket Partisi lideri BAHÇELİ,  verdikleri beyanatlarla,  sokağa ve meydanlara çıkarak anayasal protesto ve gösteri haklarını kullanmak isteyen ana muhalefet partisinin yöneticilerini, meclise hapsederek meclis dışında da  muhalefet yapmalarını engellemek, silahsız,  şiddetsiz ve barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü ve protesto haklarını kullanmalarının önünü kesmek amacıyla,  tehdit içeren beyanlarda bulunmaktadırlar.  


Bugün, bay Mustafa DESTİCİ, yetkisini ve haddini aşan,  boyundan büyük bir laf etmiş ve mealen;   sokağa çıkarsanız, bu anayasal hakkınızı kullanmaya kalkışırsanız,  akacak her kanın sorumlusu sizler olacaksınız demiş.  


Ne günlere kaldık.  Bu haddini bilmeyen zat;  adeta muhalefeti sindirme, korkutma ve tehdit görevini üstlenmiş.  DESTİCİ ve bunun gibiler;   iktidarı,  muhalefetin yasal sokak ve meydan  protestolarından koruma, özgürlükleri aşağılama ve itibarsızlaştırma muhafız ordusunun neferleri gibi çalışıyorlar.   


Bay DESTİCİ ve BAHÇELİ kendinize geliniz.  


Sizler,  bugün iktidar partisinin ittifak ortakları olabilirsiniz.  Ama,  asıl konumunuz,  muhalefet partisi liderliğidir.  Hiç mi demokrasiden nasibinizi almadınız? Sokaktan niçin korkuyorsunuz?


Sokaklarda ve meydanlarda,  silahsız ve barışçıl gösteri yapmanın,  protesto hakkını kullanmanın suç olmadığını, yasal bir gösteri yürüyüşünün ve açık hava toplantısının,  olaysız ve kan dökülmeksizin  başlayıp,  güvenli ve olaysız bir şekilde  sonuçlandırılması görev ve sorumluluğunun,  ortağınız iktidar partisine ve onun emrindeki güvenlik güçlerine ait olduğunu nasıl bilmezsiniz, biliyorsanız da nasıl inkar edersiniz bu gerçeği?


Bay DESTİCİ ve  BAHÇELİ;   ATATÜRK'ün kurduğu ana muhalefet partisi CHP'nin düzenleyeceği açık hava yürüyüş ve toplantılarında asla olay çıkmaz ve kan dökülmez.  Yeter ki;   kışkırtma içeren sizlerin beyanatlarınızdan kendilerine vazife çıkaran habis ruhlu demokrasi düşmanı militanlar bu toplantılara sızarak provokasyonda bulunmasınlar.  


Şunu iyi bilin, sizlerin ana muhalefet partisi CHP'yi meclise hapsetmek için sarf ettiğiniz tehdit ve kışkırtma içeren sözler ortadayken, CHP'nin;   açık hava protesto ve gösteri yürüyüşü ve toplantılarında şayet kan dökülürse,  bu kanların azmettiren sorumlusu sizler olacaksınız.  


Evet, unutmayın dökülecek olan her kan damlasından;  gerekli güvenlik tedbirlerini alamayan, hatta kasten almayan, can ve mal güvenliğini sağlayamayan siyasal iktidar ve  sizler olacaksınız.


31/01/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Uğur Mumcu gerçekleri böyle anlatmıştı
Giden günlerde Uğur Mumcu’nun katledilişinin 31. Yıldönümünü üzüntü içinde anmıştık, onun anısına her yıl düzenlenmekte olan Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri çeşitli salonlarda paneller, konferanslar, müzik etkinlikleri ile bu hafta devam etmekte. O nedenle Uğur Mumcu’nun o ileriyi çok iyi gören isabetli çok değerli görüşlerini ibretlik görüşlerini, Aziz Nesin’le birlikte katıldığı Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünde ruhunu saygı ile anmak için bir kez daha buraya almak istedim.

31 yıl kadar önce Uğur Mumcu’nun günümüze ışık tutan, 31 yıl ilerisini gören bir panel video banttan konuşmasını çözerek okuyucuya sunmak istedik. Gerçekten de ileri görüşlü, en seçkin Gazeteci Yazar Uğur Mumcu’nun görüş ve düşünceleri, endişeleri günümüzde bire bir olgu ve gerçekliği ile bizi aydınlatacak biçimde ışık tutuyor. 

Uğur Mumcu, yanında Aziz Nesin’in de oturduğu, Köy Enstitülerinin kuruluşunun yıldönümü panelinde, bugün başımıza gelecekleri o gün görmüş gibi, konuşmasında şu acı gerçekleri anlatıyordu:


Uğur Mumcu gerçekleri böyle anlatmıştı
“¬-Biliyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti bir “Hukuk Devrimi yaptı. Hukuk Devrimi Batılı yasların resesyon yoluyla Türkiye’ye getirilmesi demektir. İtalya’dan Ceza Yasası aldık, Fransa’dan idare hukuku ilkeleri aldık, İsviçre’den medeni hukuku aldık, Almanya’dan ceza yasası hukukunu aldık. Bir gülme genelgesindeki şu tanım olayları yeterince sergiliyor. Türk vatandaşı hanımına diyor ki, Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir, Türk vatandaşı, İsviçre Medeni Kanununa göre evlenen, İtalyan Ceza Yasasına gör cezalandırılan, Alman Ceza Yasası hukukuna göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir. Böyle yasaların alınması zorunluydu çünkü toplum bir yol ağzındaydı ya Batılı laik sistem ya Şeri hukuk. Mustafa Kemal ve bütün arkadaşları Batılı ve laik sistemi benimsediler.

1928 yılında Anayasadan devletin İslamcı devlet olduğunu belirten maddesi kaldırıldı. 1930 yılında da okullardan din dersleri, 1939 yılında da köy okullarından din dersleri kaldırıldı. Bunlar niçin yapıldı laiklik için yapıldı. Çünkü dünyada ya olayları teokratik açıdan göreceksiniz böyle bir eğitim anlayışınız olacak, ya da laik anlayış olacak. Karma ekonomi gibi laik ve İslam anlayışı olmaz ya laiklik ya İslamcılık, eğitim bu.

Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları laisizmi benimsediler. Köy Enstitüleri olayını bu süreç içinde değerlendirmek gerekir. Köy Enstitüleri 40 lı yılların başında çıktı, 40lı yılların ortalarına ve sonlarına doğru kapatıldı, yıkıldı. Niçin, çünkü Türkiye 40 lı yıllarda da bir yol ayırdındaydı. Dünyada büyük savaş yaşanmaktaydı. Nasyonal Sosyalist seçimlerle Markasız rejimler ve burjuva demokrasileri arasında, bunlar ordular arasında sıcak savaş yaşanıyordu. Türkiye bu sıcak savaşta bu savaşa katılmama siyaseti gütmekte idi ve bir çeşit duyarlı siyasetle iki tarafın gelişimini izlemekteydi ve bir gece politikası izliyordu. 

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Köy Enstitülerini destekledi. Köy Enstitüleri fikri, bugün önemi daha çok anlaşılan TONGUÇ Baba’nın çalışmalarıyla ve düşüncesiyle ideolojisiyle ortaya çıkmıştı. Saffet Arıkan’ın bakanlığı döneminde genel müdürlüğe getirilen İ. Hakkı Tonguç daha sonra Hasan Ali Yücel’le birlikte çalıştı. Hasan Ali Yücel bugün bakıyoruz, yeniden değerlendiriyoruz, oğlu Can Yücel’in şiirinde yazdığı gibi, “çağın en güzel gözlü Maarif vekiliydi”, gerçekten toplumun özlediği hümanist ilerici bir aydın.

Uğur Mumcu gerçekleri böyle anlatmıştı

Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmış mutlaka yıkılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı 49 yılında din derslerini kabul etti yıkıldı, kurtaramadı bu ödün, DP 1957 de Said’i Nursi’nin cübbesini bayrak yaptı ne oldu yıkıldı, Süleyman Demirel 1960ların ortasında Nurcuların tarikatların, Süleymancıların sakallarını okşadı yıkıldı, Hac seferleri düzenleyen ANAP ne oldu yüzde 20 ye indi. Altı oka güvenmek gerekiyor. (Uzun uzun alkışlar) “her kim ki din sömürüsünü kullanır, bir süre yararlı olur belki ama mutlaka seçim sandıklarında yenilgiye uğrar, halk affetmiyor, din sömürüsünü affetmiyor halk. Bu çok önemli bir olgu çok önemli bir sonuç, çok önemli bir gerçektir.

Köy Enstitüleri üretim içinde eğitim, eğitim içinde öğretim ilkesinin benimsemiştir ve köy çocuklarını Atatürk Devrimlerinin ve Kemalizm in toplumsal yapısını kurmakla görevlendirmişlerdi. Açıkça şimdi ne oluyor, şimdi aynı köy çocukları Köy Enstitüleri yerine imam hatip okullarına gidiyorlar. Gidiyorlar da ne oluyor? 1983 rakamlarına göre Diyanet İşleri Başkanlığında 46 bin personel var. BU 46 bin personelin 23 bini ilkokul mezunu. Peki o zaman bu İlahiyat Fakülteleri ne işe yarıyor? BU İslam Enstitüleri ne işe yarıyor? Bu imam hatip okulları ne işe yarıyor? Ne işe mi yarıyor? Bunlar imam hatip olmuyorlar, hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar. Siyasal Bilgiler Fakültesine gidip kaymakam oluyorlar. Yapılan bir araştırma kaymakam yetiştiren bölümün öğrencilerin yüzde 41’nin ilahiyat kökenli olduğunu kanıtlıyor. Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak. 

Uğur Mumcu gerçekleri böyle anlatmıştı

Yurttaşın oyuyla bu iktidarı değiştirmek ve devleti tepeden tırnağa ileri düşüncelerle donatmak, ancak o koşulla köy enstitüleri kurulabilir. Bugün çeşitli siyasal rejimler depremler yaşıyor, bu depremler düşünceleri inançları yeniden değiştiriyor. Ama biz şu 21. Yüzyıla girerken şunu görüyoruz ki, Türkiye’de bugüne kadar sonuç almış en güçlü örgüt, Türkiye’de Kuvayı Milliye örgütüdür, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Kuvayı Milliye toplumun en önemli sivil örgütlenme modelidir. İkincisi 40 lı yıllara rastlayan Köy Enstitüleridir. İkisi de sivil toplumun vazgeçilmez kurumlarıdır. İdeolojide Kuvayı Milliye tam bağımsızlık ilkesi, eğitimde Köy Enstitüleri, iki hedef bu. Bir genç de o ak saçlı delikanlılardır hepsini de saygıyla selamlıyorum, düğme ilikliyorum önlerinde”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

HAKKINDAKİ YOK HÜKMÜNDE OLAN SÖZDE KESİN MAHKUMİYET KARARI MECLİSTE OKUNMUŞ OLSA DAHİ HÜKÜMSÜZ VE HUKUKEN GEÇERSİZ OLAN KARARIN MECLİSTE OKUNMUŞ OLMASI ANAYASANIN 84 MADDESİNE GÖRE CAN ATALAYIN MİLLETVEKİLLİĞİNİ DÜŞÜRMEMİŞ OLUP,ANAYASA MAHKEMESİNİN UYGULANMAYAN HAK İHLALİ KARARLARI UYGULANMAK ÜZERE HALA BEKLEMEDEDİR VE MECLİS TARAFINDAN KATMERLİ YENİ BİR HAK İHLALİ EYLEMİ GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR

TBMM,nin Başkanı Yargıtay'ın Ve İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi'nin Anayasayı İhlal Suçuna Ortak Olmuştur

Anayasa Mahkemesi; Can ATALAY ile ilgili olarak, anayasanın 153. maddesine göre yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayacak ve mutlak surette ve tartışmasız bir şekilde uyulmak üzere;


“Anayasa'nın 67. maddesinde güvence altına alınan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ve Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE


Kararın bir örneğinin Anayasa Mahkemesinin icra edilmemiş olan Şerafettin Can Atalay (2)kararı ile eldeki başvuruya ilişkin Şerafettin Can Atalay (3)kararında tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için anılan mahkemeye (E.2021/178) GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE, 


Kararın bir örneğinin bilgi için ve ilgileri nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisine, Adalet Bakanlığına ve Hâkimler ve Savcılar Kuruluna GÖNDERİLMESİNE 21/12/2023 tarihinde karar vermiştir.”


Anayasa Mahkemesinin; kesin olan ve uyulması mecburi olan yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan bu kararı ortada dururken, Anayasa Mahkemesinin bu kararına göre; hak ihlaline uğratılan Can ATALAY'ın bu hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için, Can ATALAY'ın 13.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yeniden yargılanmasına başlanması, mahkumiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi gerekirken, bu gereklerin yerine getirilmemesi nedeniyle, ortada Can ATALAY hakkında verilip kesinleşmiş, hukuken geçerli bir kesinleşmiş hüküm yoktur.


Yani, Can ATALAY; milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin anayasanın 84/2 maddesinde öngörüldüğü gibi, kesin hüküm giymiş bir milletvekili konumunda değildir. Bu nedenle, Meclis'in; anayasanın 84/2 maddesine göre, Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararını yok sayarak, kesinleşmemiş ve anayasanın hak ihlali kararı ile sakatlanmış ve hukuki geçerliliğini yitirmiş olan kararını okuyarak Can ATALAY'ın milletvekilliğini düşürmeye kalkışması, anayasa ihlalidir, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararını uygulamıyorum diyen 13.Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay'ın bu gayrimeşru ve anayasa dışı eylemine geçerlilik ve meşruiyet tanımak ve onların anayasayı ihlal suçlarına aslen iştirak etmektir.


Meclis Başkanının; bu kararı, mecliste okutmadan, sen önce Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararını uygula, bu kararı hangi hak ve yetkiyle bana gönderiyorsun diyerek, bir yazıyla Yargıtay Başkanlığına aynen iade etmesi ve yüzüne çarpması gerekirdi. 


Benim adıma yetki kullanan ve bu yetkisini kötüye kullanan meclis başkanının anayasa dışı bu eylemini kınıyor ve kabul etmiyorum. 


Bunun, yargı önünde hesabının sorulacağı günler de er veya geç mutlaka gelecektir.


Şimdi, Meclis Başkanının hukuk dışı bu eyleminden dolayı, Can ATALAY, yeni bir hak ihlaline uğramış olup, yapılması gereken şey, hak ihlali üzerine bina edilen bu katmerli yeni hak ihlalini de Anayasa Mahkemesine taşımak olacaktır.


Meclis Başkanının bu eylemi; yasa, iç tüzük gibi klasik bir iptal başvurusuna konu edilecek yasama faaliyeti olmayıp, anayasaya aykırı olarak, Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararını uygulamayan 13.Ağır Ceza Mahkemesinin ve  Yargıtay'ın, iş bu anayasa dışı hak ihlali eylemlerini meşrulaştırmaya ve üzerini örtmeye yönelik yeni bir hak ihlalidir ve bu yeni hak ihlaline karşı da, Anayasa Mahkemesine yeni bir bireysel başvuru yolu açıktır.


30/01/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Panel: Eğitimde Dönüşüm ve Ne yapmalı
31. Adalet ve Demokrasi Laiklik Haftası etkinliklerinden Eğitimde Dönüşüm ve ne Yapmalı başlıklı panel düzenlendi. 25. Ocak 2024 günü Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezinde Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfınca düzenlenen panele, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Bşk. nı Erdal Atıcı kolaylaştırıcılığında Dr. Nejla Doğan, (eğitimci yazar), Emekli Eğitimci Mustafa Gazalcı (22. Dönem CHP Denizli Milletvekili) konuşmacı olarak katıldılar.
Panelin açılış konuşmasında Erdal Atıcı Türkiye’deki eğitimin çeşitli sorunlarına değinen açılış konuşmasından sonra panelistlerin özgeçmişlerini tanıttı, daha sonra Dr. Nejla Doğan konuşmasında şunları söyledi:
Uğur Mumcunun eğitime yaptığı vurgular yaptığını görüyoruz. Özellikle devletin imam hatiplerle tarikatlar aracılığı ile tepeden tırnağa nasıl dönüştürüleceğini dair ta o günlerden bizi uyarmış aslında, Uğur Mumcu. Tam bugünün Türkiye’sini anlatmış bize. Ne diyor Uğur Mumcu “2000 li yıllara geldiğimizde valiler emniyet müdürleri kaymakamlar, savcılar, yargıçlar hepsi imam hatipli olacak”. New diyor Uğur Mumcu, “köy enstitülü aydınlardan boşalttıkları yerlere imam hatipleri dolduracaklar” diyor. Ne diyor Uğur Mumcu, 30 yıl sonra bugün tarikatlara cemaatlere gönderilen çocuklar 30 yıl sonra general olup bu devlete bu cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” diyor.
Ne yazık ki bunların hepsi gerçekleşti, birazcık bunlara değinmeye çalışacağım. Ama buna gelmeden önce küçük bir karşılaştırma yapmak istiyorum, Cumhuriyetin kurucu dönemi eğitimin nasıl bir anlam yüklüyordu ve nasıl insanalar yetiştirmek istiyordu ve 1950lilerden itibaren siyasal İslamcı politikalar bugüne ulaşmış olan siyasal İslamcı politikalar eğitime nasıl bir anlam yüklüyor ve nasıl bir insan profili yetiştirmek istiyor? Bunu bir karşılaştırmaya çalışacağım bu önemli. Çünkü içinde yaşadığımız koşulları anlamak için Cumhuriyetçi eğitimle İslamcı eğitim farkını bir kere tam olarak anlamamız gerekiyor.
Şimdi Cumhuriyetin kurucu dönemi eğitime şöyle bir görev veriyor, “eğitim tam bağımsız modern kalkınmış bir ülke yaratmalıdır” diyor temel amacı bu. Eğitimi sömürge olmaktan kurtulmanın yolu geri kalmışlıktan kurtulmanın yolu dışa bağımlı ekonomiden kurtulmanın çağdaşlaşmanın aydınlanmanın temel aracı olarak görüyor ve bunun için de eğitimi her türlü dini vesayetten özgürleştirmeye çalışılıyor olarak görüyoruz. Bu bağlamda tabi yetiştirmek istediği insan profili bu bağlamda şekilleniyor, nasıl insanlar olmak istiyor Cumhuriyet. Bir kere kul olmayan tebaa olmayan yurttaş olan bilimsel düşünen evrensel değerlere karşı bağnazlık göstermeyen kendi aklıyla karar alan kadere değil, kendi iradesine güvenen kendi iradesine inanan ve en önemlisi kaderini hayatın bir monarka bir padişaha bir tek adam rejimine teslim etmeyen kendi kendisini yöneten topluma karşı sorumlu kendine karşı sorumlu özgür yaratıcı üretken insanlar istiyor cumhuriyet. Bunun için de nitelikli bir kamusal eğitimi bütün yurttaşlara hem bir hak olarak hem bir ödev olarak tanımlamış. Yani kadın erkek ayırımı yapmaksızın yoksul ve varsıl ayırımı yapmaksızın bütün yurttaşlara nitelikli bir eğitimi tanımlamış. Dolayısıyla eğitim politikalarını tamamen halkçı, kamucu ve laik çerçevede filizlendirdiğini görüyoruz. Çünkü eğitim o kadar yaşamsal ki kurucu liderler için Cumhuriyetin yaşaması için bir kere laik eğitim şart. Niye eğitim şart, çünkü Cumhuriyetin temel kazanımları olan, Cumhuriyetin temel değerleri olan demokrasi, hukuk devleti, eşitlik, sosyal adalet gibi siyasal kavramların toplumun kavranması benimsetmesi gerekiyor, bunun için bizim için yaşamsal değerde Cumhuriyetin kurucuları açısından.
Şimdi bu tartışılabilir, bu ne kadar başarılı oldu bunlar tartışılabilir ama hani biraz da gerçekçi olmak gerekiyor. 1946 yılını kırılma noktası olarak alırsak starilazson programını tekrar hayata geçirilmesi bağlamında bir milat olarak kabul edersek, çeyrek yüzyıl bile olmayan çok kısa bir zaman diliminde eğitim görmemiş milyonları, eğitim görmemiş okul görmemiş yüzbinlerce on binlerce köyü dönüştürmekten bahsediyoruz, dolayısıyla bu zaten o kadar zaman diliminde olanaklı değildir. Asıl tartışma meselesi bu değil bence, asıl tartışma meselesi aradaki farkı görmeli. Cumhuriyetin eğitime yüklediği anlamla bu günküleri eğitime yüklediği anlamı bu ikisi arasındaki farkı görmeli.
Şimdi bir de bugüne bakalım, birincisi artık bugün nitelikli eğitim hakkının bir hak olmaktan çıktığını görüyoruz çünkü sosyal devlet aşıldıkça devlet liberalleştikçe eğitim harcamaları da ne yazık ki bir yük olarak görülmeye başladı.  Ve Eğitime Ayrılan bütçenin de her geçen yıl kısıtlandığını görüyoruz zaten. Böylece Cumhuriyetin tüm yurttaşlar için savunulmadığı o nitelikli eğitim hakkının da ortadan kalktığını görüyoruz. Zaten bugün her dört okuldan birinin özel okul olması da bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Şimdi ikincisi, Cumhuriyetin eğitime yüklediği anlamlardan en önemlisi ekonomik kalkınmanın yanı sıra toplumsal kültürel bir kalkınmayı amaçlıyordu, değil mi? Yani bir aydınlanma kanalı açmak istiyordu, oysa abuğun bu amacın a öyle ortadan kalktığını salt ekonomik kalkınmaya odaklanan bir içselleşmeye odaklanan ve çocukların gençlerin ne yazık ki vasatlıkta ortaklaştıran vasatlıkta birleştiren bir modelin yaratıldığını görüyoruz ki buna eğitim demek bile olanaklı değil. Bugün zaten bu eğitimin sonuçlarını görüyoruz, halkın içinden çıkan aydınları yetiremiyoruz artık örneğin.
Eskiden köy enstitüleri halkın çocukları bir aydınlanma dönüştürüyordu, bugün devlet okullarından böyle bir aydınlar yetiştirmiyoruz, niye çünkü bilimin olmadığı yerde sanatın olmadığı yerde aydın yetiştirmek mümkün değil. Okulların tek işlevi var şu anda, öğlencileri vasıfsızlaştırma onların zihinlerini köreltmek, zaten hani uluslararası ölçeklerde uluslararası ölçeklerle sonuçları görüyoruz Türkiye alt sıralarda çıkıyor. Kendi dilini bile konuşamayan kendi diliyle kendisini ifade demeyen okuduğunu anlamayan dört işlemi bile yapamayan nesiller yetiştirdiler. Sözde 12 yıllık eğitim sistemi içinde. Şimdi bu tesadüf değil, bunu istiyorlar zaten, bu başarısızlık değil, bunu bir başarı olarak sonunda istedikleri şekilde gerçekleştirdiler, bu da aslında nasıl bir insan profili yetiştirmek istediklerini gösteriyor. Nasıl bir insan istiyorlar, kendi akınını iradesini kullanamayan yurttaşlık niteliklerini yitirmiş tamamen yeniden tebaaya dönüşmüş kula dönüşmüş kendisine tanımlanmış olan kadere fıtrata rıza gösteren toplumdaki eşitsizlikleri adaletsizlikleri sorgulamayacak hale gelen hatta bunları doğal meşru görecek hale gelirler. Laiklik özgürlük hukuk, hukuk devleti toplumsal eşitliği gibi Cumhuriyetin önemli kazanımlarını unutan dolayısıyla bir aslında yurttaşlık niteliklerini yitirmiş, sorgulamayan şüphe duymayan nesiler yetiştirmek istiyorlar. Hani bir anlamda toplumu çok büyük bir kısmını köleleştirmek istiyorlar, çükü eğitim özellikle yoksul sınıflar için özellikle halk için halkın gereği için en önemli kendi hayatını dönüştürmekte özgürleşmekte kendi özgürlüğü ortaya çıkarmakta kendi potansiyelini ortaya çıkarmakta en önemli araç eğitimdir. Bunu insanların elinden çekip aldığınızda o insanların bir kısmını köleleştiriş oluyorsunuz.
İşte 1950lerden itibaren aslında İslamcıların şimdi izlediği politika böyle. BU politikayı ise bize şu şekilde pazarlıyorlar, “milli irade böyle istiyor halkımız böyle istiyor bizi biz yapan değerlerimiz bunlar”, diyorlar. Öyle mi, gerçekten öyle mi bunu bir sorgulamamız gerekir. Hatırlıyorsunuzdur mutlaka imam hatipler 4+4+4 yasası çıkarken imam hatipleri de bu şekilde pazarlamışlardı, ne demişlerdi “halkımız imam hatip istiyor, milli irade imam hatip istiyor” demişlerdi. Şimdi tamam bugünlere böyle geldik, bugün her dört okuldan birinin imam hatip olduğunu görüyoruz hem ilkokul düzeyinde hem ortaokul düzeyinde her dört okuldan biri imam hatip ama imam hatip sayısı arttıkça okullardaki din dersi sayısı arttıkça özel okul sayısının da arttığını görüyoruz. Bugün yine her dört okuldan birinin nerede ise özel okul olduğunu görüyoruz. O zaman burada bir yanlışlık var değil mi? Demek ki toplum imam hatip istemiyor, imam hatip sayısı arttıkça özel okul sayısı da artıyorsa bu toplumun imam hatip istemediğini gösterir, bırakın imam hatip istemeyi, aksine milyonlarca veli milyonlarca aile imam hatipten kaçmak için özel okullara akın akın gidiyor demek ki aslında milli irade denilen şey tamamen bir kandırmacadan ibaret. Aslında 4+4+4’ün çocukla<r için getirdiği en önemli programlardan birisi de, zaten imam hatipleşmeyi bitirdi ama onun dışında erken yaşta çocukların okul terkin önünü açtı, yani çocukların zorunlu eğitimden koparan bir sürecin önünü açtı özellikle yoksul çocukların işçileşmesine neden oldu, okul terki nedeniyle, ya da bazı çocukların okuldan alınıp hafızlığa gidiyor eğitim kurumları sözde eğitim kuramlarına verilmesine açıldı, ya da özellikle kız çocukların erken yaşta evlendirilmesinin önü açıldı.
Şimdi aynı kandırmacayı, birkaç ay önce karma eğitim tartışmasında yine yaşıyorduk, hatırlıyorsunuz yine zaten karma eğitim arada bir gündeme getiriliyor, toplumun nabzı yollanılıyor sonra bir geri adım atılıyor gibi gösteriliyor ama bu sonuçta önümüze gelecek her zaman önümüze gelecek imdi Milli Eğitim Bakanı yeni göreve başladığında Yusuf Tekin yeni göreve başladığında ilk tartışmaya açtığı şeylerden birisi karma eğitimdir, ne dedi, “muhafazalar veliler kız çocuklarını karma eğitime göndermek istemiyormuş bu nedenle kız çocuklarının eğitim hakkı ortadan kaldırılmış okullaşma oranı düşüyormuş bu nedenle kız okulları da açılabilmeleriymiş, bizim için yasal bir engel de yokmuş”, şimdi açıkçası bunun veliye nasıl ulaştı ailelerle anket mi yaptı bilmiyoruz.  Kendi düşüncelerini meşrulaştırmak için öne sürdü. Çocuklarda okullaşma oranı düşüyor ama bu sadece kız çocuklarında değil, erkek çocuklarında da okullaşma oranı düşüyor da bu temel bir yoksullaşma, çünkü insanlar kiralarını bile ödeyemezken gıda masraflarını bile ödeyemezken en müsait olarak eğitim görüyorlar ve maddi problem yaşadıkları ilk yaptıkları şey çocuklarını okuldan almak oluyor ve bu çocuklar çoğunlukla bir işe başlayarak aile bütçesine destek veriyorlar  ve maalesef en zayıf halka da kız çocukları eğitimden koparılanlar da kız çocukları oluyor. Şimdi MESAM denilen yerlerde iki milyona yakın çocuğun çalıştığını biliyoruz, bu da bize halkın yoksullaşma seviyesini gösteriyor. Üstelik birisi aileler muhafazakâr aileler kız çocuklarını okula göndermek istemiyorlar.
İkincisi Millî Eğitim Bakanlığının görevi orada ailenin dediğine mi uymaktır, yoksa bir kamu sorumluluğunu üstlenerek o çocuğun refahını eğitim hakkının sürdürülmesini sağlamak mıdır? Elbette ki ikincisi dolayısıyla burada gözetilecek şey ailelerin hassasiyeti değil, eğer gerçekten böyle bir veri varsa Millî Eğitim Bakanlığının emlinde ailelerin hassasiyet değil kız çocuklarının eğitim hakkı eğitime eşit erişim hakkının hassasiyetinin içerisinde değerlendirmesi gerekiyor.
Şimdi yine değerler eğitimi altında ÇEDES projesi öne sürüldü öne sürülen konulardan birisi de ÇEDES in açılımın biliyorsunuz “çevreme duyarlıyım değenlerimize sahip çıkıyorum” ama projenin çevre ile alakası yok, protokolü okursak çevre ile bir sözü alakasız. Diğer yandan etkinlikler içericisinde izcilik, kamp vs. gibi etkinlikler var muhtemelen hani bunu çevre ile ilişkilendirmek için kullanmışlar çevre sözcüğünü. Diğer kısım ise değerlerimize çıkıyor, tabi değerlerime sahip çıkıyorum derken burada değerler yine dini değerlere tekabül ediyor. Şimdi bu protokol Mili Eğitim Bakanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında yapılan protokol. Neye yol açıyor bu protokol, Diyanet İşleri Başkanlığının okulda çeşitli etkinlik açmasının önünü açıyor. Yani diyanetin görevlendirdiği vaiz, vaize manevi ekber çeşitli görev verdiler okulda öğrencilerle etkinlikler yapabiliyorlar. Bunun dışında okul dışında da Diyanet Gençlik Merkezi denilen ya da ÇEDES uygulama mekânı denilen, bu mekanların neresi olduğu belli değil, bir cami de olabilir, mezarlık da olabilir belli değil, buralarda etkinlikler yapıla bilinir” diyor.
Böylece bir anda din görevlileri okulun bir parçası haline getiriliyor, bu çok önemli bir kırılma noktası, niye, yani o din görevlisi kılığıyla kıyafetiyle cüppesiyle sarığıyla davranış modeliyle konuşama biçimiyle okul ikliminin bir parçası haline geliyor ki bu önemli bir kırılma noktası, yani din görevlilerin bir anlamda rol model olarak sunmuş oluyorlar. Bir yandan da öğrencilerin başta bulundukları ilçelerin müftülüğü olmak üzere diyanetin çeşitli birimleri ile ilişkilenmesini istiyorlar, onların etkinliklere de yer almalarını istiyorlar.

Panel: Eğitimde Dönüşüm ve Ne yapmalı

Şimdi proje diyor ki her okulda bir değerler kulübü kurulacak ve bu kulübe eşit sayıda toplam en az 30 öğrenci seçilecek diyor ve bu kulübün temel amacı çocuklarla kamp yapmak, piknik yapmak, gezi düzenlemek, iftar yemeği yapmak Ramazan programı düzenlemek mili ahlaki dini konularda seminerler yapmak” diyor genel amaçların bunlarda olduğunu söylüyor, ayrıca Diyanetin düzenlediği çeşitli etkinliklere ve şenliklere çocukların götürülmesi gerektiğini söylüyor. Bunun bir sınır yok, çocukları mezarlığa da götürebiliyorsunuz cami temizliğine de götürebiliyorsunuz, ya da bir vaiz gelip okulda çocuklara demokrasi ve insan hakları anlatabiliyor, oysa dersi zaten anlatılıyor okulda. Bir vaizin anlatmasına ne gerek var anlaşılmaz, dini değerler bağlamında bunu anlatan bir kişi haline geliyor kendi alanına dahil olmayan bir alana dahil olmuş oluyor. Yani tam bir keyfilik tam bir hukuksuzlukla gerçekleştirilen etkinlikler olduğunu görüyoruz. Üstelik etkinliklerle ilgili gönüllülük esastır deniliyor protokolde gönül esastır deniliyor. Ama taşradaki etkinliklere bakıyorsunuz küçük yerlerdeki etkinliklere bakıyorsunuz bu çocukların bu etkinliklere katılmak zorunlukta olduğunu görüyoruz. Şöyle düşünün küçük bir ilçede yaşıyorsunuz, bir cami etkinliği var, hiçbir veli kolay kolay “benim çocuğum camiye gitmesin” diyemez, toplumsal baskı nedeniyle diyemez ya da hiçbir çocuk “ben gitmek istemiyorum” diyemez, akran baskısı akran zorbalığı, ya da etiketlenme korkusuyla bunu ret edemez, dolayısıyla her ne kadar gönüllülük esas denilse de muhtemelen ülkenin büyük kısmında bu zorunlu eğitimin projesine dönüşmüş durumda.
Şimdi Diyanet neden böyle bir şey yaptı, geçen bir etkinlikte bunu bana sordular, neden böyle bir şey yaptılar; zaten protokoller vardı doğru zaten o protokollerle bir sürü adı dernek ya da vakıf olan ama aslında tarikat ve cemaatle ilişkili olan bir sürü oluşum okullara giriyordu çocuklarda bu tür etkinlikler yapabiliyordu, benzer etkinlikler yapabiliyordu. Şimdi buradaki temel ayrım şu, bu tür etkinliklerin bazı okullar kendi insiyakiyle yapmıyordu yapmayı ret ediyordu. Yani her ne kadar ilçe milli eğitim her ne kadar protokoller imzalasa da bazı okullar kendi idarecisinin inisiyatifiyle ya da birilerinin inisiyatifiyle bu tür etkinliklere yapmıyor. Şimdi Diyanet bunu kendisi işin içine girerek zorunlu hale geliyor. Artık diyor ki “bütün etkinliklerde bütün okullarda en az 30 öğrenci seçecek şekilde yapacaksınız” diyor. Bakın görüyor musunuz bunu tamamen zorunlu bir etkinlik haline getirmiş oldu.
Bunlar zaten basında sıkça tartışılıyor kamuoyunda çokça tartışıldı gözden kaçan önemli konulardan birisi de değerler kulübünde öğretmenler de var. Değerler kulübünün kurulabilmesi için okulda en az bir veya iki öğretmenin o kulübün başında olması gerekiyor. Böylece ne yapıyor, devletin öğretmenini kamunun öğretmenini Diyanette çalışmaya zorluyor, Millî Eğitim Bakanlığı, onu da Diyanete tabi hale getiriyor. Bu zaten eğitim emekçisinin doğrudan gerici bir projenin parçası getirmesi anlamına geliyor, görev tanımını aşıyor, yetki alanını aşıyor, ikincisi itibarını zedeliyor onu bir din görevlisiyle eşit hale getiriyor ve görev alanını din görevlisiyle paylaşmasını istiyor. Kabul edilebilecek bir şey mi? Maalesef ama bunu yaşıyoruz artık okullarda.
Şimdi yetmiyor veliyi de dahil ediliyor, diyor ki, “değerler kulübünde yer alan öğrencilerin velileriyle ayrı bir toplantı yapacağım, öğretmen de gelecek, öğrenci de gelecek veli de gelecek. Bu paramiliter güç gibi geliyor bana. Okulun içerisinde veliden öğrenciden öğretmenden oluşan oluşturulmuş bir paralel yapı oluşturuluyor, neredeyse orda alternatif bir yapı kuruyor ve bu çok tehlikeli bir tablo oluşturuyor, bana kalırsa. Şimdi ÇEDES bunu yapıyor. Bir anlamda müfredat değişikliği vardı, aralıkta bir müfredat değişikliği oldu, müfredat zaten dinselleştirilmişti, yeterince eylül gibi bilimsel konularda zaten müfredattan çıkaralı çok oldu. Ama yetinmiyorlar, yeni dertler açarak müfredatın içinde değişiklik yapmaktan ziyade müfredatı yeni dersler ekleyerek o dinselleşme çemberini birazcık daha daraltıp uyguluyor, mesela adabı muaşeret, alem ve yurttaşlık eğitimi, görgü kuralları ve nezaket, Türk Sosyal hayatından aile gibi birçok ders eklenmiş aralık ayında. Bu derslerin ortak özelliğine baktığımızda ortak noktasına baktığımızda bireyin günlük yaşamındaki davranışları doğrudan bilgi üzerine inşa etmeye çalıştığını görüyoruz ve toplum düşünsel bizim toplumumuzun düşünsel ve davranışlar kodlarındaki temel referansın İslam olduğunu iddia ediyor, yeni müfredat e basit görgü kuralları yani günlük hayatta kullandığımız basit görgü kuralları sosyal konuların dahi dini kaynaklarla temellendirilmesini istiyor örneğin dürüstlük, adalet çalışkanlık gibi evrensel değerlerin bile ayetlerle sürelerle hadislerle Peygamberin hayatını örnekler verilerek açıklanmasını istiyor, Gerçekten her ünitenin katılımında bu var. “Dürüstlük” diyor ünitenin başında dürüstlük Peygamberin yaşamında örnekler verilerek ayetlerle sürelerle hadislerle açıklanır diyor. “İnsanın yapacaklarıyla fıtratıyla sınırlı” olduğunu söylüyor. Ne kadar tehlikeli bir söylem. Yani “insanın yapacaklarıyla fıtratıyla sınırlı olduğu” dediğiniz an bir kere o toplumsal eşitliği biter. O zaman “kadının fıtratı ayrıdır, erkeğin fıtratı ayrıdır” dersin. Ya da işin bir fıtratı vardı o da öyle bir işlem lazım ve iş cinayetlerini meşrulaştırabilirsiniz.
Dolayısıyla oldukça tehlikeli bir söylemle karşı karşıya olduğunu görüyoruz ayrıca tek doğru düşüncenin tek doğru yaşamın da Sünni Müslümanlık olduğunu altını çizen bir müfredatla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Bir de seçmeli ders sorunu var, zorunlu seçmeli dersler diyoruz bu da kalıp olarak yerleşti artık dilimize. Şimdi artık bütün kademelerde zorunlu din dersi var. Ama yıllardır bir de seçmeli ders uygulaması vardı. Seçmeli dersleri de birçok okul otomatik olarak bütün öğrencilere atıyordu, dolayısıyla öğrenciler seçemiyorlardı ve o seçmeli dersleri zorunlu olarak alıyorlardı. Ama yine burada bir inisiyatif kullanma şansı vardı. Yine birilerinin mücadelesiyle ya da okul idaresini öğretmenlerin inisiyatifiyle bu dersleri seçmeyen okullarda vardı. Örneğin bizim okulda bildiğim derslerden demokrasi ve insan hakları dersi seçiliyordu. Ama şimdi ne yaptı bakan, göreve gelir gelmez ilk yaptığı şeylerden birisi bu inisiyatifi kaldırmak oldu, Ne yaptı? Seçmeli dersleri grupladı bu gruplardan birisi din va ahlak dersi, diğer ders grubu her öğrenci bu dersten en az bir en çoğu beş saat altı saat seçebiliyor. En Az bir ders seçmek zorunda ve adabı muaşeret gibi Türk sosyal hayatında aile gibi derslerden en az seçmek zorunda. Yani bir anda minimum seçseniz bile bir anda ders sayısı 6-8 saati buldu, ders sayısı 6-8 saati buldu ve bir kaçınılmazlığa dönüştü artık.
Diyanet yeni bir proje başlatıyormuş, genç gönüllüler çocuk gönüllülerle buluşuyor” projesi, okullar açıldıktan itibaren şubat aydan itibaren uygulanacakmış ilkokullarda uygulanacakmış. Üçüncü dördüncü sınıf öğrencileri diyanet gençlik gönüllüleri olarak görevlendirilen üniversite öğrencileriyle hafta sonları camide buluşacak ödevlerini yapacaklar ardından namaz kılıp dağılacaklar. Zaman zaman da isteğe göre cami bahçesinde kamp yapacaklar. Çember gittikçe daralıyor bu projede on il belirlenmiş., Ankara’nın bazı ilçeleri de var pilot uygulamada çembere iyice daralıyor artık din sistemin parçası değil de sistem iyice din haline geliyor. Bu bize sürekli değerler eğitimi altında bize empoze dilmeye çalışılıyor. Bunun sonu Talibanlaşmadır, bu süreç bir Talibanlaşmadır. Taliban talebeler demek, Talibanvari okullar oluşturuyorlar, medreseler zaten var, sübyan mektepleri zaten var, protokoller zaten var, bunların bütün değerlerimiz olduğunu söylüyorlar. Kim söylüyor bunu, tam da Uğur Mumcu’nun dediği gibi, tarikat, ticaret, siyaset üçgeninde rant elde edilen ve kendi ikballerini ülkenin önünde gören bir avuç azınlık söylüyor, bunlar azınlık bir grup, bu azınlık grup biz çoğunluk gruba bu deli gömleğini giydirmeye çalımlıyorlar. Bunun yarattığı sonuç bir yıkım olduğunu görüyoruz. Böylece sömürgeci sürecin kapılarının aralandığını görüyoruz.
Eğitimin amacı nedir? Eğitimin amacı değişen dünya sorunları karşısında genç kuşakları bu doğrultuda yetiştirmektir. Bugünün eğitim politikalarına baktığımızda bunu yapabiliyor mu? Hayır, bilimde geri kalmışlık var, sanatta geri kalmışlık var her alanda geri kalmışlık var, dolayısıyla geri kalmışlığı sürdüren isteyerek geri kalmışlığı sürdüren bir eğitim sisteminin yaratıldığını görüyoruz ki sömürge valisi getirsek ülkemizin başına koysanız ancak bu kadarı olabilirdi, herhalde. Şimdi gençlerin ya da çocukların gerçek hayatta okulda karşılaştıkları bilgiler de bir inanç oldu, gerçek hayatta teknoloji ile akan bir hayat var, okulda karşılaşılan dinsel geleneksel bilgi var. Bu iki ilgi arasında çocuklar bir anlamda aptallaştırılıyorlar aslında ki zaten yaratmak istedikleri şey de bu. Ne yazık ki ki bugün gençlerimiz tam da bu şekilde vasıfsızlaştırılarak dünya piyasası için güvencesiz, esnek düşük ücretle çalışan bir emek gücüne dönüştürüldüklerini görüyoruz.
Şimdi yurttaşların büyük kısmı için bir değer üretmiyor bu eğitim. Dolayısıyla bunun sürdürülmesi de çok mümkün değil, çünkü eşit yurttaşlık hakkını ortadan kaldırmış sosyal adalet ilkesini ortadan kaldırmış keyfi yönetimi, hukuksuzluğu, sömürüyü meşrulaştırıyor, eğitim aracılığıyla bireyin gelişimine ne önemlisi bireyin gelişimini sakatlıyor, bir şeyin kendisini geliştirme olanaklarını ortadan kaldırıyor, insan ve yurttaş olarak kazanması gereken nitelikleri çarpıtıyor, dolayısıyla aslında buna eğiğim dememiz de çok mümkün değil.
Peki ne yapacağız, aslında buna Uğur Mumcu’ya atıfta bulunmak istiyorum. Ne diyor Uğur Mumcu? “Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmışsa mutlaka yıkılmıştır”, diyor. Tabi iktidarlar kendiliğinden yıkılmaz, bunun için toplumsal bir mücadele gerekiyor, bu toplumsal mücadele için de öncelikle yan yana gelmemiz gerekiyor, bütün Cumhuriyetçi ilerici sol güçlerin amansız fakatsız bir biçimde temel ilkelerde buluşarak her konuda anlaşmamız gerekmiyor  ama temel ilklerde buluşarak bir araya gelmesi artık bir sorumluluk bir tarihsel görev galine gelmiş bulunmakta bizim için çünkü karşımızda siyasal İslamcılarla tarikatların kurduğu bir blok var, şimdi Meclise bakalım AKP si, Hüda Par’ı  Yeniden Refah’ı, Deva’sı, Gelecek Partisi, hatta CHP kontenjanından İyi Parti kontenjanından gelen İslamcılar var. Bunlar gerektiğinde o kadar hızlı yan yana geliyorlar ki hemen bunların yanında tarikatların da cemaatlerin de bir blok oluşturduklarını görüyoruz. Şimdi biz bunlara karşı bir güç oluşturmadığımız süresince ne yazık ki yenilmeye mahkumuz, bunu bu yüzden temel ilkelerde bir araya gelebileceğimiz bir yolu bulmamız gerekiyor. Hele bir de seçim sonrasını düşünelim, şimdi seçime gidiyoruz ama hani bu süreç te bile eğitimle bir sürü bir şey yapıyorlar son birkaç içinde eylülden itibaren. Hiç umursamıyorlar seçimi, hele bir de seçimde şehirlerin bir kısmını aldıklarını düşlünün, o tabloda biz neleri konuşacağız, bir kere zaten anayasa gündemi var, mutlaka bir kere daha karma eğitim düşünceye açılacak, bizim bunlara karşı hazırlıklı olmamız gerekiyor ve önlem almamız gerekiyor. Tabi tablo bu kadar karamsar umulu mu umutsuz mu olacağız? Bir kere şöyle bir gerçeklik de var, aslına bakarsan 1950lerden itibaren bu ülkede bilinçli bir şekilde bir İslamizasyon politikası uygulanıyor, fakat buna rağmen bu ilkeyi kesip atamadıkları bir ilerici bir aydınlanmacı da hala var olduğunu ve oldukça güçlü olduğunu görüyoruz, hatta tarikatçı zihniyetinle İslamcı zihniyetle karşılaştırdığımızda daha çoğunlukta olduğumuzu görüyoruz.
Bizim o zaman temel sorumluluğumuz çoğunluğu oluşturan ilerici güçleri bu potansiyeli bir araya getirmek ve yurttaşların anayasal laik eğitim hakkına sahip çıkmasını sağlayacak bir mücadeleyi örgütlemek. Kuvayi Milliyeciler bağımsızlığa emperyalizme karşı koymamız yönetsel çürümüşlüğe otoriterliğe son vermemiz, toplumsal refah ve adaleti yaratmanın temel aracının aklı ve bilimi esas alan bir eğitim olarak görmüşlerdi. Bugün de aynı koşullardayız, bugün de bu eğitimi kurmak zorundayız, laikliği tevhidi tedrisatı çok önemli tevhidi tedrisat ortadan kalkmış durumda, tevhidi tedrisatı, kamusal eğitimi, 12 yıllık zorunlu eğitimi gündemine alan çocuk işçiliği çocuk yaştaki evlilikleri kesinlikle ret eden bir ajandayla onların karşısına bir blok olarak çıkmamız gerekiyor.

Konuşmayı yazıya çeviren Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Chp'de neler oluyor?
CHP'de bir şeyler olduğu kesin. 


KILIÇDAROĞLU'nun yenildiği ve Özgür ÖZEL'in; değişim yapacağı iddiasıyla galip gelerek genel başkan seçildiği CHP'nin son Kurultay’ının artçı sarsıntıları hala devam ediyor. 


Şurada 31 Mart seçimlerine iki ay kaldığı halde, hala önemli il ve ilçelerin belediye başkan adaylarının belirlenerek açıklanamaması,  partide bir tasfiye,  klikleşme ve çekişmenin olduğunu açıkça ortaya koyuyor. 


Evet,  aday belirlemede kılı kırk yarmak ve seçim kazanabilecek ve iyi işler başarabilecek en uygun adayı belirlemek asıl olup,  bu da bir zamanı gerekli kılarsa da; bakıyoruz, özellikle seçimi banko CHP'nin kazanabileceği bazı şehir ve ilçelerde hala adaylar belirlenerek açıklanamıyor bir türlü. 


Aslında CHP olarak seçimin çok kolay kazanılabileceği, seçilme endişesi olmayan il ve ilçelerde aday belirlemenin çok daha kolay ve çabuk olması gerekmez mi?


Örneğin; İzmir, Muğla Büyük Şehir adayları, İzmir Karşıyaka adayı, Ankara Çankaya adayı, İstanbul Kadıköy adayı gibi. Evet kazanılması kolay olan güçlü olunan il ve ilçelerde, mevcut başkanın veya o başarısızsa yeni bir adayın belirlenerek açıklanması o kadar zor mudur?


Bu konudaki gecikmenin hiçbir haklı nedeni yoktur. Bize göre, bu gecikmenin tek nedeni; şucu, bucu çekişmesi ve taraf tutmaktır. 


Bu yazıyı yazarken izlemekte olduğum televizyon kanalı,  son dakika olarak, benim de yaşadığım İzmir adaylarının açıklanmasının 1 Şubata kaldığını duyurmuştur. Neden? kardeşim. Neden?


31 Mart seçimlerinin önemini,  CHP'nin yeni yönetim kadrosu sanırım pek anlayamamış. 


CHP'nin değişimci yeni yönetimi,  bu seçimlerde en başta İstanbul ve Ankara olmak üzere,  elindeki önemli şehirleri kaybederse,  ülkenin gireceği karanlık tüneli ve kendi yönetimlerinin tartışmaya açılacağını bilmelidirler. 


Zaten Millet İttifakı dağılmış, Cumhur ittifakı dimdik ayakta. İyi Parti ve lideri AKŞENER;  CHP ve adaylarına bayrak açmış, CHP'yi diline dolamış, kaybettirmek için çaba içindeler, DEM Partisi aday çıkarma hazırlığı içinde, Muharrem İNCE'nin Memleket Partisi de destek vermeyeceğini ve kendi adaylarını çıkaracağını ilan etmiş, iktidarıyla ve muhalefetiyle bir sürü rakibe, bir de parti içi çekişmeden kaynaklı parti içinden dahili muhalifler yaratırsanız,  işiniz çok zorlaşır canım Özgür ÖZEL kardeşim.

Güner Yiğitbaşı

26/01/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Uğur Mumcu Ve Öldürülen Aydınlar Anısına Düzenlenen 31’nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Anma Ve Etkinlikler Başladı
31 Yıl önce arabasına konulan bomba ile katledilen Uğur Mumcu ve öteki öldürülen aydınlarımız anısına düzenlenen ve bir hafta devam edecek olan 31nci Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri başladı.
İlk anma töreni 24 Ocak 2024 günü parti ve demokratik kitle örgüleri temsilcileri, yöre halkının katılımları ile Batıkent Uğur Mumcu Mahallesinde bulunan Uğur Mumcu parkındaki anıtına çelenk koyma ile başlayan anma etkinliğinde, ADD Batıkent üyeleri ellerinde terörü telin eden dövizlerle Batıkent Metro’dan tören alanına kadar yürüyüşle geldiler.   Yenimahalle Belediyesi Başkan Yardımcısı Mehmet Kartal yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“-Bugün bir büyük kalenin, bir büyük aydının, bir büyük düşünürün ölüm yıl dönümünde aramızda 31 yıl aradan 31 yıl geçmiş olmasına karşın hala yaşayan bir büyük kişinin huzurunda bulunuyoruz. Uğur Mumcu 1993’te Karlı sokakta o arabasına yerleştirilen C4 patlayıcı ile aramızdan alındı ama, sicilleri hala yaşıyor, bugün Uğur Mumcu bizleri aydınlatmaya devam ediyor. Onun izinden giden gençlerimiz var, gazetecilerimiz var, halkımız var. Halkımız her gün onu biraz daha iyi anlıyor.

Uğur Mumcu Ve Öldürülen Aydınlar Anısına Düzenlenen 31’nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Anma Ve Etkinlikler Başladı

Peki Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?  Lafı dolandırmadan eğip bükmeden söyleyeyim, Muammer Aksoy’u kim öldürdü? Bahriye Üçok’u kim öldürdü? Turan Dursun’u kim öldürdü? Cavit Orhan Tütengil’i kim öldürdü? Beyaz Toroslar ’da cinayeti kim işlediyse Uğur Mumcu’yu da o öldürdü. Tetiği Arap çekmiş, İran çekmiş, o çekmiş bu çekmiş pek anlamlı değil, tetiğin arkasındaki kuvvet kimi ülkelerde süper NATO, kimi ülkelerde gladyo, bizde de “kontur gerilla” denilen Amerikan emperyalizminin cinayet şebekesidir. Adlarını koyacağız, adını koyacağız Uğur Mumcu’yu katleden Amerikan emperyalizmine bağlı cinayet şebekeleridir. Arkasında ne İran’ı arayacağız ne de bir başka ülkeyi arayacağız, gerçek budur. Bugün hala o katiller gerçek anlamda yakalanabilmiş değil.
Geceyi yaşıyor gibiyiz, 31 yıl önceyle şimdi arasında ne fark var, yine Mafya, yine tarikat siyaset iç içe, yine kontr gerilla eylemlerine benzer eylemler sabahın köründe ev basmalar tutuklanmalar, ne iştir ki aynı acıları yaşamaya devam ediyoruz. Bakın bizim ülkemizde ve Orta Doğu’da kanlı savaş Birinci Dünya Savaşıyla İngiliz Emperyalizmi ile başlıyor ta ki İkinci Dünya Savaşına kadar bakın ülkemizde Kurtuluş Savaşı yıllarındaki bağımsızlık mücadelesine karşı çıkan ayaklanmaların arkasında İngiliz Muhipler Cemiyeti vardır, İngiliz gizli örgütü vardır.

Uğur Mumcu Ve Öldürülen Aydınlar Anısına Düzenlenen 31’nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Anma Ve Etkinlikler Başladı

1950li yıllardan sonraki Bakın 12 Mart faşizmine, bakın 12 Eylül darbesine, bakın onun arkasında Amerikan Emperyalizmi vardır. Aynı cinayeti işlemeye 15 Temmuz 2016 Fetullah Gülen kalkışmasının arkasında aynı Amerikan emperyalizmi. Günümüzde de benzer şeyler aynısını yapıyor. Farz edin ki katliamları onlar yapıyor, ona karşı tedbir almak gerekiyor. Dedik ya bunlar süper NATO eylemidir diye. Çok ilginçtir, dün akşam İsveç de NATO’ya alındı, hepimiz bütün siyasal partiler düşünmeliyiz.
Tam bağımsız Türkiye’den yanaydı Uğur Mumcu, hani yazısını bilirsiniz “ben bağımsızlıkçıyım, ben Atatürkçüyüm, ben anti emperyalistim...” diye devam eden konuşmasını ve yazsını bilirsiniz. Uğur Mumcu’yu anlamak Türkiye’nin tam bağımsızlıktan yana olmak demektir, iç cepheyi doğru tahmin etmek demektir, birliği savunmak demektir, üniter devlet yapısına sıkı sıkıya sahip çıkmak demektir. Çünkü Uğur Mumcu, dinciliğe de gericiliğe de karşıdır. Uğur Mumcu’yu sadece resim olarak anlamaya çalışırsak yanılırız; Uğur Mumcu’yu anlamak ülkenin birliğini dirliğini savunmak demektir, aydınlanmayı savunmaktır, gericiliğe karşı mücadele etmektir, tarikatların cemaatlerin karşısında durmak demektir. Bunları anladığımız gün Uğur Mumcu yaşıyor olacaktır, Uğur Mumcu yaşayacaktır bunu biliyoruz. Çocuklarımızda yaşayacak, gençlerimiz torunlarımızla yaşayacak bir dünya yaşayacağız. Çünkü Uğur Mumcu’da tıpkı Kurtuluş Savaşımızın ilk önderi Mustafa Kemal aynı soydandır, aynı boydandır, aynı yoldan ilerlemiştir.

Uğur Mumcu Ve Öldürülen Aydınlar Anısına Düzenlenen 31’nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Anma Ve Etkinlikler Başladı

Sevgili Uğur Mumcu yolcuları bugünün 24 Ocak’ın bir diğer öneli anlamı da Diyarbakır Emniyet Müdür Gaffar Okkan ve beş polisimizin şehit edilmesiydi, bugün 24 Ocak 2001 yılında da yine aynı merkez katletmiştir, bakın Gaffar Okkan ver beş polisimizi şehit eden merkez bugün aynı cinayete devam etmektedir ne yazık ki, ortalığı kana bulamaktadır, o olayların ipini tutmaktadır, bugün Orta Doğu’yu kana bulayan İsrail Siyonizm’ini kim tutuyorsa o hizbin kontrolu aynı merkez tutmuştur. Öyleyse hep birlikte önceliğimiz hep birlikte birlik olmayı, iri olmayı, diri olmalı becereceğiz, kardeşlik hukukumuza sahip çıkacağız ve Uğur Mumcu’nun gösterdiği ışıklı yoldan yürüyeceğiz. Bugün ne yapmalı sorusunun yanıtı Uğur Mumcu olmalı, Mustafa Kemal olmalı, antiemperyalist olmalı, tam bağımsızlıkçı olmalı özgür mutlu Türkiye’yi oluşturmak için gecemizi gündüzümüze katmalı, bulunduğumuz hep birlikte mücadele etmeliyiz, Uğur Mumcu düşüncesine sahip çıkmak zorundayız.

Uğur Mumcu Ve Öldürülen Aydınlar Anısına Düzenlenen 31’nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Anma Ve Etkinlikler Başladı

Bakın önümüzde bir yerel seçim var, hiç küçümsemeyelim buralarda herkes kendi üzerine düşen görevi yerine getirmek bihakkın yerine getirmek sorumluluğu ile baş başadır. “Ben yoğum, öyleyse ne olursa olsun” diye dememeliyiz”, “ben varsam var ben yoksam tufan” diyememeliyiz. Biraz sonra Karlı Sokak’ta da anma töreni yapılacak, yurdun her yanında Uğur Mumcu anılıyor, Uğur Mumcu’ya sahip çıkacağız, Uğur Mumcu gibi olacağız ve onun savunduğu fikirlerden, Mustafa Kemal yolundan ayrılmayacağız”.
Bundan sonraki anma töreni Uğur Mumcu’nun katledildiği Karlı Sokak Uğur Mumcu Sokağında devam edildi. Bir
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

   24 OCAK 2024 ÇARŞAMBA

31 Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri çeşitli gün, salon ve saatlerde bir hafta sürdürülecek:
Saat 10.00: Batıkent Metrodan (GİMSA önü) Uğur Mumcu Parkı’na Yürüyüş
Saat 11.00: Uğur Mumcu Anıtı’na Çelenk Bırakma ve Anma Töreni
Düzenleyenler: Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Yenimahalle Belediyesi, Siyasi Partiler, Demokratik Kitle Örgütleri
Saat 12.15: “Uğur Mumcu Sesleniyor, Karanfil ve Mumlarımızla Uğur Mumcu’nun Sokağındayız”
Türkü Dinletisi: “Uğur Mumcu için söylüyoruz” Cem Erdost İleri
Düzenleyenler: Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) ve Çankaya Belediyesi
Saat 14.30:  Anıtmezar Ziyareti, Cebeci Asri Mezarlığı

25 OCAK 2024 PERŞEMBE

Panel: “Eğitimde Dönüşüm ve Ne Yapmalı?”
Kolaylaştırıcı: Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı
Konuşmacılar: Eğitimci, yazar Dr. Nejla Doğan, 22. Dönem CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı
Saat, Yer: 14.00: Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı
Söyleşi: “Medya ve Adalet, Demokrasi ve Laiklik Mücadelesi”
Konuşmacı: Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Sertaç Eş
Saat, Yer: 16.00 Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Eğitim İş
Panel: “Gazetecilik Denince: Adalet, Demokrasi, Laiklik”
Kolaylaştırıcı: Gazeteci, ÇGD Başkanı Kıvanç El
Konuşmacılar: “Adalet ile Adil Olmak Arasında Gazeteci” Gazeteci Tolga Şardan
“Demokrasinin Gizli Yaraları: Güvencesizlik, Mesleki Çözülme ve Gazeteciler” Akademisyen Çağrı Kaderoğlu Bulut
“Laiklik’in Haber Değeri (var mı?)” Gazeteci Mustafa Mert Bildircin
Saat, Yer: 18.00 Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Çağdaş Gazeteciler Derneği
Dinleti: “Türküler ve Dünya Şarkıları”
Sanatçılar: Bağlama, Vokal: Ankara Devlet Operası Solist Tuncer Tercan
Gitar, Vokal: Görkem Aytimur
Klarinet: E. Ali Tercan
Keman: Mustafa Fındık
Violensel, Bas Gitar: M. Ulaş Tercan
Saat, Yer: 20.30 Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag)

26 OCAK 2024 CUMA

Panel: “Demokrasi ve Laiklik”
Açılış Konuşması: TÜKD Genel Başkanı Meral Güler
Kolaylaştırıcı: Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu
Saat, Yer: 12.00 Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyenler: Türk Üniversiteli Kadınlar Birliği (TÜKD), Türk Kadınlar Birliği (TKB)
Panel: “100. Yılda Ülkemiz”
Konuşmacılar: “Sağlıkta Dönüşüm” Recep Akdur,
“Cumhuriyet ve Laiklik” Seçil Karal Akgün
“Kemalizm ve Sosyal Demokrasi” Yıldırım Koç
“Laik Eğitim” Suay Karaman
Saat, Yer: 14.00 Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD)
Panel: “Yargı Bağımsızlığı Sorunu Bağlamında Tutukluluk, Hükümlülük, Tutsaklık”
Açılış Konuşması: Yargıçlar Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Beyhan Güler
Kolaylaştırıcı: Yargıçlar Sendikası Önceki Başkanı Avukat Mustafa Karadağ
Konuşmacılar: İstanbul Barosu Önceki Başkanı Avukat Turgut Kazan, Kamu Hukuku Akademisyen Dr. Kasım Akbaş, Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri Tarık Özdirek, Yargıçlar Sendikası Üyesi Nuh Hüseyin Köse
Saat, Yer: 16.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Yargıçlar Sendikası
Panel: “2024 Türkiyesi’nde Laiklik”
Konuşmacılar: CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş,
Saat, Yer: 16.30 Polatlı Belediyesi Kültür Merkezi
Düzenleyenler: Sosyal Demokrasi Derneği, CHP Polatlı İlçe Başkanlığı
Söyleşi: “Türkiye'de Kontr-Gerilla Cinayetleri”
Konuşmacı: Prof. Dr. Ahmet Saltık
Saat, Yer: 17.00, Yüksek Tic. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Mezunları Derneği Ankara Şube Konferans Salonu
Düzenleyenler: ADD Çankaya Şubesi, Yüksek Ticaret Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Mezunları Derneği Ankara Şubes
Söyleşi: “Sesini Kaybetmeyenler: Gençliğin Gözünden Adalet”
Konuşmacılar: Çağdaş Gençlik Ankara
Saat, Yer: 18.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ankara Şubesi

27 OCAK 2024 CUMARTESİ

Panel: “Kamusal Mekânda: Adalet, Demokrasi ve Laiklik”
Kolaylaştırıcı: Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Muteber Osmanpaşaoğlu
Konuşmacılar: Avukat Turgut Kazan
Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Bülent Batuman
Mimarlar Odası Ankara Şubesi 47.Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Karakuş Candan
Saat, Yer: 12.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi
Söyleşi: “Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesi”
Konuşmacı: Prof. Dr. Devrim Güngör
Saat, Yer: 14.00, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Kültür Merkezi
Düzenleyen: Ankara CUMOK
Panel: “Laiklik Neden Yaşamsaldır?”
Kolaylaştırıcı: Laiklik Meclisi Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık
Konuşmacılar: Laiklik Meclisi Üyesi Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Laiklik Meclisi Üyesi Prof. Dr. Erendiz AtasüSaat, Yer: 14.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Laiklik Meclisi
Söyleşi: “Laiklik ve Cumhuriyet”
Kolaylaştırıcı: Ankara Dayanışma Derneği Genel Başkanı Yusuf Şahin
Konuşmacı: Laiklik Meclisi Sözcüsü Avukat Ömer Faruk Eminağaoğlu
Türkü Dinletisi: Ozan Mustafa Türkel
Saat, Yer: 14.30, Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi
Düzenleyen: Ankara Dayanışma Derneği
Panel: “Türkiye’de Adalet ve Hukuk”
Yöneten: ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Gülşah Gülen Çiftçi
Konuşmacılar: Hukukçu Şenal Sarıhan, Hukukçu İlhan Cihaner
Saat, Yer: 15:00, ODTÜ Mezunları Derneği, Vişnelik Tesisleri
Düzenleyen: ODTÜ Mezunları Derneği
Panel: “Laiklik ve Ekonomi”
Yöneten: Pir Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Meltem Demir
Konuşmacılar: CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Ekonomist Prof. Dr. Gülen Elmas Arslan
Saat, Yer: 16:00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı
Panel: "Türkiye'de Laiklik ve Laik Eğitim Mücadelesi"
Açılış Konuşması: TİHAK Başkanı Oğuz Gemalmaz
Yöneten: Akademisyen, Hukukçu Aynur Demirli
Konuşmacılar: Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı, TİHAK Yönetim Kurulu Üyesi, Siyaset Bilimci Mahmut Aslan
Saat, Yer: 16.00, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Kültür Merkezi
Düzenleyen: Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı (TİHAK)
Panel: “Bitmeyen Mücadele: Adalet, Demokrasi, Laiklik”
Kolaylaştırıcı: Avukat Mustafa Gökhan Tekşen
Konuşmacılar: Gazeteci Sedat Bozkurt, Avukat Selin Nakıpoğlu, Gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu
Saat, Yer: 17.30, Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi
Düzenleyen: Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği (SODAD)

Panel: “Adalet, Demokrasi ve Laiklikte 2024 Yılında Türkiye?”
Kolaylaştırıcı: Genç Düşünce Enstitüsü Genel Başkanı Muratcan Işıldak 
Konuşmacı: Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu Yöneticisi Hakan Altınay
Saat, Yer: 18.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Genç Düşünce Enstitüsü
Dinleti: “Devrim ve Demokrasi Türküleri” Atatürkçü Düşünce Derneği Batıkent Şubesi Türk Halk Müziği Korosu
Saat, Yer: 19.00, ADD Batıkent Ahmet Taner Kışlalı Kültür Merkezi
Düzenleyen: Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)
Tiyatro Gösterisi
Dram: “Etik Nedir?”
Yazan ve Yöneten: Gökhan Erarslan
Oyuncu: Ahmet Akın Canalioğlu
Sahne Düzeni: Serkan Kavurt
Müzik Danışmanı: Zeynep Eröksüz
Saat, Yer: 19.30, Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi
Düzenleyen: Çankaya Belediyesi

28 OCAK 2024 PAZAR

Söyleşi: “Kadın ve Laik Yaşam”
Konuşmacı: CHP Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka
Fotoğraf Gösterisi: “Sönmeyen Işık Uğur Mumcu” Gürsel Gökçe
Dinleti: Grup Akasya
Gitar, Vokal: Ali Yılmaz
Gitar, Vokal: Ayşegül Şahin
Bağlama: Baki Tekyurt
Saat, Yer: 14.00, Keçiören Belediyesi Yunus Emre Kültür Merkezi
Düzenleyenler: ADD Keçiören Şubesi, Ankara CUMOK, Dil Derneği
Söyleşi: "Ontolojik ve Epistemolojik Temelleri Işığında Laiklik”     
Konuşmacı: 19 Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Aydın
Saat, Yer: 14.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Eğitim İş Ankara 3 No’lu Şube
Panel: “Yolsuzluklarla Mücadele Penceresinden Kentsel Dönüşüm Yasası”
Kolaylaştırıcı: Hâkim Leyla Köksal
Konuşmacılar: Emekli Hâkim Önder Tekin
Mimarlar Odası Ankara Şubesi 47.Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Karakuş Candan
Saat, Yer: 16.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Türk Hukuk Kurumu
Panel: “2024 Türkiyesi’nde Adalet”
Konuşmacılar: CHP Genel Başkan Yardımcısı Avukat M. Gül Çiftçi Binici, Gazeteci, Yazar Mustafa Balbay
Saat, Yer: 16.00, Akyurt Belediyesi Kültür Merkezi
Düzenleyen: CHP Akyurt İlçe Başkanlığı, Sosyal Demokrasi Derneği
Söyleşi: “Adalet, Demokrasi ve Laiklikte Neredeyiz? Gazeteciler İstediğini Yazabiliyor mu? Basında Sansür, Otosansür”
Konuşmacı: Gazeteci Tolga Şardan
Dinleti: Uğur Mumcu “Yürekli Kalem”
Sanatçı: Pınar Ayhan
Türkü Dinletisi: Uğur Mumcu ve Basın Şehitleri İçin Türküler
Koro: Kızılırmak Korosu
Saat, Yer: 16.00, Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi
Düzenleyen: Kızılırmak Yerel Dernekler Federasyonu
Panel: "Yoksulluk ve Sağlık” 
Kolaylaştırıcı: Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Asuman Doğan
Konuşmacı: Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu Üyesi Dr. Ebru Basa, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir
Saat, Yer: 18.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Ankara Tabip Odası

29 OCAK 2024 PAZARTESİ

Söyleşi: “Türkiye'de Eğitimde Devrim ve Karşı Devrim”     
Konuşmacı: Tarihçi, Yazar Sinan Meydan
Saat, Yer: 14.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Eğitim İş Ankara 3 Nolu Şube
Söyleşi ve Dinleti: “Laiklik ve Adalet
Yöneten: Operatör Dr. Sabri Dokuzoğuz 
Konuşmacılar: Yazar, Gazeteci Murat Sururi Özbülbül, Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi Dr. Barış Mutluay
Dinleti: Tuncer Tercan (Ankara Devlet Operası Solist)
Saat, Yer: 16.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Bahçelievler Deneme Lisesi Mezunları Derneği
Panel: “Yolsuzluklar Halkı Nasıl Yoksullaştırıyor? Yoksulluk ve Kadınlar”
Yöneten: Kadın ve Mücadele Derneği Genel Başkanı Avukat Melek Neslihan Özfidan
Konuşmacılar: 24. Dönem CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Oğuz Oyan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emel Memiş
Saat, Yer: 18.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Kadın ve Mücadele Derneği

30 OCAK 2024 SALI

Panel: “Laiklik Demokrasinin Temelidir Adil Bir Toplum İçin Laiklik Vazgeçilmezdir.”
Kolaylaştırıcı: Gülen Temur (Eğit-Der)
Konuşmacılar: Laiklik Meclisi Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, 29 Ekim Kadınları Derneği Genel Başkanı Avukat Şenal Sarıhan, Eğitimci Özgür Bozdoğan
Müzik, Slayt Fotoğraf Gösterisi: “Sönmeyen Işık Uğur Mumcu” Gürsel Gökçe
Saat, Yer: 14.00, İTÜ Evi
Düzenleyenler: 29 Ekim Kadınları Derneği, Ankara CUMOK, Eğit-Der, İTÜ Birliği Derneği
Söyleşi: “Sınıfsal Saldırı Projesi Olarak AKP Rejimi Sürecinin Anlamı”       
Konuşmacı: Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü Ali Rıza Aydın
Saat, Yer: 16.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği (NÜSED)
Söyleşi: “Büyük Hedef; Gerçek İnsanlık Tarihinin Başlamasına Katkıda Bulunmak…”       
Konuşmacı: Rıza Sümer (Şiddetsiz Toplum Derneği Bşk.)
Saat, Yer: 18.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Şiddetsiz Toplum Derneği
Müzik Dinletisi: "Umuda Ezgiler”   
Müzik Grubu: Eğitim İş Cumhuriyet Öğretmenleri
Saat, Yer: 20.00, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyen: Eğitim İş

31 OCAK 2024 ÇARŞAMBA

Muammer Aksoy’u Anma – Anıtmezar Ziyareti
Saat, Yer: 13.00, Cebeci Asri Mezarlığı
Düzenleyenler: Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Türk Hukuk Kurumu, Ankara Barosu
Söyleşi: “100. Yılda Yeniden Atatürk Cumhuriyeti”
Konuşmacılar: ADD Genel Başkanı M. Hüsnü Bozkurt, Ankara Barosu Başkanı Avukat Mustafa Köroğlu, THK Başkanı Avukat Nail Gürman
Saat, Yer: 14.30, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi
Düzenleyenler: Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Ankara Barosu, Türk Hukuk Kurumu
Söyleşi: “Muammer Aksoy’a Saygıyla”
Konuşmacı: Mahmut Aslan (TİHAK Yönetim Kurulu Üyesi/ Siyaset Bilimci)
Saat, Yer: 17.00, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Kültür Merkezi
Düzenleyenler: Cumhuriyet Kitapları, Ankara CUMOK
Panel: “2024 Türkiyesi’nde Adalet”
Konuşmacılar: CHP Genel Başkan Yardımcısı Ulaş Karasu, Gazeteci, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Sertaç Eş
Saat, Yer: 18.00, Gölbaşı Belediyesi, Mehmet Akif Ersoy Kong.ve Kül.Merkezi
Düzenleyenler: CHP Gölbaşı İlçe Başkanlığı, Sosyal Demokrasi Derneği
Haftanın Kapanış Konseri
Sunan: Şebnem Gürsoy
Kapanış Konuşması: ÇYDD Ankara Gençlik Birimi
Sanatçılar: Grup Gündoğarken
Saat, Yer: 20.00, Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi
Düzenleyenler: Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag), Çankaya Belediyesi ve Katılımcı Kuruluşlar

Uğur Mumcu
Uğur Mumcu'yu,  otuz bir sene önce bugün,  Ankara’daki evinin önünde uğradığı hain ve kalleş bir bombalı suikast sonucunda kaybettik.  


Uğur Mumcu'yu,  otuz bir sene önce bugün,  Ankara’daki evinin önünde uğradığı hain ve kalleş bir bombalı suikast sonucunda kaybettik.  


Ancak,  Uğur MUMCU'yu yok etmeye karar veren ve ona yönelik bu hain saldırıyı planlayarak uygulamaya koyanların kimler olduklarını;  zihniyet olarak, benimsedikleri ideoloji ve fikir bazında çok iyi biliyoruz.  


Bunlar;   Uğur MUMCU ve onun gibilerinin yok edilmesinden yarar sağlayacak olan, Atatürk ilke ve devrimlerine, hukukun üstünlüğüne,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine, Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı olan,  tüm karşı devrimciler ve çıkar gruplarıdır.  


Bu itibarla, bize göre;   Sevgili Uğur MUMCU'nun otomobiline bombayı fiilen koyan veya koyanları yakalayarak hak ettikleri cezayı verememekten dolayı üzülmek yerine, bu hainleri yetiştiren, besleyen, sırtlarını sıvazlayan ve azmettiren karşı devrimcilerle mücadele ederek,  onları etkisiz kılmakla da,  Uğur MUMCU'ya olan vefa borcumuzu yerine getirmiş ve onu  katledenlere hak ettikleri cezayı vermiş olacağız.  


Çok iyi biliyoruz ki;  esasen, onun fiili katillerini yakalayarak ceza vermekle yetinmek,  Uğur MUMCU'yu ve onu sevenleri asla mutlu kılmayacaktır.  Bu nedenle, Uğur MUMCU'yu gerçekten seviyorsak, özlüyorsak, onun mezarında rahat uyumasını istiyorsak, bu ülke için yaptıklarının yarım kalmasını istemiyorsak, onu katleden bombayı elleriyle tutan ve Uğur MUMCU'nun aracına yerleştiren o zavallı maşa ve robotları değil,  o hain suikasta karar veren ve planlayan, onun gerçek katilleri olan perde arkasındaki, ancak  hepimizin malumu olan karşı devrimcilerle mücadele etmek, Atatürk devrim ve ilkelerine dayalı laik ve demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız.  


Uğur MUMCU'yu halkımızın çoğunluğu,  Cumhuriyet Gazetesinde köşesi olan ve makaleler yazan, kitaplar yayınlayan araştırmacı ve muhalif bir gazeteci olarak tanırlar.   


Uğur MUMCU;  kitaplar ve köşe yazıları yazan, ülkemizin yetiştirdiği çok değerli araştırmacı bir yazar ve  gazeteciydi ama,  her şeyden önce Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, ülkesini seven, hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini yılmaz bir şekilde savunan,  iyi eğitim almış, Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş cesur bir hukukçu ve devrimciydi.  


Uğur MUMCU;  ayrıca,  altmışlı yılların sonlarında ve 12 Mart muhtırası  öncesinde,  mezun olduğu Ankara Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Kürsüsünde  asistan olarak akademisyenlik yapmış olup,  bu satırların yazarı bendeniz de, Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci iken,  3.  sınıfta okuduğumuz idari yargı dersinde onun öğrencisi olma şerefine ve mutluluğuna erişmiş bir kişiyim.   Bana, idari yargıyı sevdiren ve önemini kavratan,  idari yargı konusunda öğrendiklerimin tümünü,  Sevgili Uğur MUMCU'nun,  Danıştay kararlarından örneklerle uygulamalı olarak vermiş olduğu çok değerli anlatımlarına ve öğrettiklerine  borçlu olduğumu,  burada belirtmeyi, kendim için bir görev sayıyorum.  


Demokratik ve  laik cumhuriyetimize yönelik tehdit ve tehlikelerin had safhaya ulaştığı, laik devletin tamamen ortadan kalktığı, anayasanın rafa kaldırıldığı, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararlarına dahi uyulmadığı, laik eğitime son verildiği,  Laik T.  C.  Devletinin resmi dini olmadığı halde, İslam dininin koruyuculuğuna ve savunman ılığına, yaygınlaştırılmasına soyunan, İslam dinini vatandaşlarına adeta dayatan, laik eğitimi İslam dininin tasallutu altına sokan, laik cumhuriyet okullarına cemaatleri ve imamları sokan protokollara imza koyan, ilk okul öğrencilerini camilerde eğitme ve zorla namaz kılmalarını sağlama hazırlığı içinde olan,  çağ dışı,  din ve düşünce özgürlüğünü tanımayan,  İslam dinini küçük beyinlere dayatan laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağında olduğu, yıllar önce Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescillenen bir iktidar tarafından yönetilen ülkemizin bugünkü koşullarında,  Uğur MUMCU'dan mahrum kalmış olmak,  bu ülkenin en büyük kaybı,  karşı devrimcilerin ise,  büyük kazancı olmuştur.  


Uğur MUMCU;   işte bu kayıp ve kazanç hesaplarını çok iyi yapan demokrasi ve laik cumhuriyet düşmanı ve karşıtı zihniyet tarafından acımasızca katledilmiştir.  


Demokratik ve laik, bağımsız Cumhuriyet karşıtlarının, karşı devrimcilerin, liboş ve döneklerin, her türden çıkar çevrelerinin korkulu rüyası, demokratik ve laik Cumhuriyetin yılmaz savunucusu, laik ve demokratik cumhuriyeti savunduğu mevzide uğradığı hain bir suikast sonucunda, vatanına yapmakta olduğu üstün hizmetleri yarıda bırakarak zamansız bir şekilde bizlerden koparılan güzel ve dürüst insan değerli hocam UĞUR MUMCU’yu, ölümünün otuz birinci yıl dönümünde,  minnetle ve rahmetle anıyor, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine yaptığı katkıları nedeniyle;   kendisine,  ülkem ve şahsım adına,  sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum.  


Mekanın cennet olsun, nurlar içinde yat,  Sevgili Uğur MUMCU.


24.  Ocak.  2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ciyayet'in Mertçe İşleneni Olamaz
Cinayet,  cinayettir.  Cinayetin,  mertçe işleneni asla olamaz.  


Hiçbir neden;  cinayeti haklı kılamaz, mertçe işlendiğinin gerekçesi yapılamaz.  


Bir cinayet, mertçe işlendiği iddiasıyla kutsanamaz ve savunulamaz.  


Hele bir siyasi partinin kadın olan ve bir zamanlar İçişleri Bakanlığı da yapmış olan  genel başkanı;   “biz de siyasi cinayetlere tanık olduk ama, onlar mertçeydi” diyerek, cinayetlerin bazılarına mertlik payesi vererek, hoş göremez ve kutsayamaz.  


Cinayet, bir sorunun çözümü aracı olarak kullanılamaz, cinayet çare değildir.  


Cinayet acizliktir.  İnsanlık dışıdır.  


İnsanların;  bu,  devletin bazı kurumları için de geçerli,  öldürdükleri kişi veya kişilerle aralarında oluşan sorunu,  konuşarak,  anlaşarak,  mahkemeleri aracı kılarak yasal yollardan çözme yoluna gitmeyerek,  sorun yaşadığı kişiyi öldürerek problemi çözmeye kalkışmaları, asla savunulamaz.  Bunun, milli eğitim sorununu çözmek için okulları temelli kapatmaktan bir farkı yoktur.  


Mertçe;   mert kimseye yakışır bir biçimde,  doğrulukla,  dürüstlükle,  erkekçe,  yiğitçe, anlamına gelmektedir.  


Bu tanımlamaya göre;  mert bir insana yakışır biçimde, doğrulukla,  dürüstlükle ve yiğitçe bir cinayet işlenebilir mi?


Bir insanın yaşam hakkına son vererek onu öldürmenin neresinde mertlik, erkeklik,  dürüstlük, doğruluk ve yiğitlik vardır?


Ülkemizde, geçmiş yıllarda devletin içinde örgütlenen,  paralel ve gizli illegal bir yapı tarafından işlenen ve herhalde mertçe işlendikleri için(!) olsa gerek,  faili meçhul bırakılan siyasi cinayetler de, mertçe işlendikleri iddiasıyla, asla savunulamaz.  


Hangi gerekçeyle olursa olsun, insanlar kaba kuvvete maruz kalmasınlar,  öldürülmesinler, güçlüler güçsüzleri ezmesin diye kurulmamış mıdır? devletler ve onun hukuk düzeni.   


Amerikan kovboy filmlerinde seyrediyoruz.  Düello eden iki kovboy,  eşit koşullarda her ikisinin de benzer tabancaları bellerinde, silahlarda ve koşullarda eşitlik var, yüz yüze bakıyorlar ve aralarına koydukları mesafenin bir ucunda birisi diğer ucunda ötekisi, yüz yüze ve halkın bakışları arasında hesaplaşıyorlar, Allah vergisi,  hızlı olan ve silahını çabuk çeken diğerine ateş ediyor ve öldürüyor, işte belki bu cinayete mertçe işlenmiş bir cinayet denebilir, sayın hanımefendi.  


Hırant Dink'in;   haince ve kahpece katledildiği günün yıl dönümüne rast gelen,  İyi Parti genel başkanı hanımefendinin;   “biz de siyasi cinayetlere tanık olduk ama, onlar mertçeydi” beyanı, ülkemiz ve partisi için, çok büyük bir talihsizlik olmuştur.

Güner Yiğitbaşı

19/01/2024

Güner YİĞİTAŞI

Hukukçu

Giysi ayakkabı kumbarası
Ankara Yenimahalle Belediyesi’nce şehrin belli noktalarına konulan 600 kadar giysi ayakkabı kumbaraları vardır. Bu kumbaralara, yoksul vatandaşlara verilmek üzere evlerde ihtiyaç fazlası çeşitli ayakkabı ve öteki giysiler konulur, sonunda konulan giysi ayakkabılar yoksullara bir biçimde dağıtılır.  Önemli köşe başlarında bunlara rastlarsınız. Gerçekten yoksulları kollamak için yapılan bu işlem belediyece yapılan takdir edilecek bir uygulama.

Yazıyı yazdığım 17 Ocak 24 gününden üç gün önce, bir kumbaranın yakınında, Rajiv Gandi Caddesinin kaldırımında bulunan ekmek gazete satılan büfeye doğru gidiyordum. Komşu sitenin bahçe duvarının sokağa bakan tarafına sağlam görünüşlü bir ayakkabı koymuşlar. Yanımdaki poşete o ayakkabıyı belediyenin giysi ayakkabı kumbarasına bırakmak için koydum. Bunun gibi kaç kez çöp konteynerin ve giysi ayakkabı kumbarasının yanına bırakılmış nice giysi ayakkabıları bu kumbaralara atmışlığım vardır. Sanırım “ihtiyacı olan yakın komşularımız alsın” düşüncesi ile olsa gerek oralara bırakıyorlardı.

Giysi ayakkabı kumbarasına doğru elimdeki poşetle yaklaşırken, biraz uzaktan orta yaşlarında bir adam bana doğru elini uzatarak bir şeyler söylüyordu, bana söylemediğini düşünerek kumbaranın kapağını açıp içinde ayakkabı olan poşeti kumbaraya attım. Adam yanıma geldi, baktım ayağında ayakkabı ve çorap da yoktu, yalın ayak sadece eski bir terlik vardı. Bana şöyle dedi:

“-Abi oraya ayakkabı attın herhalde, ben o ayakkabıyı almak istiyordum, ayakkabı alamadım, ayakkabılar çok pahalanmış”. Kış mevsiminin ortası en soğuk günler, adamın ayağında çorap ve ayakkabı da yoktu. İçim burkuldu, ne diyeceğimi bilemedim, ona üzgünüm anlayamadım, diyebildim sadece. Üzüntü içinde gazete almak üzere büfeye yöneldim, gazeteyi alıp geri döndüğümde ayağında ayakkabısı olmayan adam uzaklaşıyordu, sanırım öteki giysi ayakkabı kumbarasına gidiyordu. Yolda eve doğru yürürken gazetenin ilk sayfasına göz atıyordum, adam uzaklaşmıştı. Sonradan kendi kendime, eyvah evdeki ayakkabıların birini adama verseydim, diye söylendim. Ama tek yaşıyordum, evde acele işim vardı eve doğru hızla yöneldim.

Giysi ayakkabı kumbarasına giren çocuk

Bu olaydan iki gün sonra yine Rajiv Gandi Caddesinde çarşıdan dönerken oralara yakın ve başka bir kumbaraya doğru yaklaşıyordum, sokaklarda kâğıt toplayan ailelerden bir kadın kaldırımdaki giysi ayakkabı kumbarasının önünde beklemekte olduğunu gördüm. Caddenin karşı kaldırımın kenarına park etmiş içinde topladıkları artık maddelerin dolu olduğu bir minibüsün durduğunu gördüm. Direksiyon başındaki adam o kadının kocası olmalı idi, o kadını karşı kaldırımdan gözetliyordu.

Bazı zamanlarda, çöp toplayanların giysi ayakkabı kumbarasına konulan eşyaları çaldıklarını duymuştum ama inanamamıştım, o kilitli kumbaraya nasıl girecekler diye düşünüyordum. İşte o gün kumbaraya yaklaşırken, kumbaranın kapağından dışarıya çeşitli giysi ayakkabı kumbarasından atıldığını gördüm ve çok şaşırdım. Kadına, “ne yapıyorsunuz o eşyalar yoksullar için konmuş, neden alıyorsunuz, dedim. Baktım kumbara kapağının olduğu yerden, yani kumbaradan küçük bir çocuğun zorlukla çıktığını gördüm hayret ettim, oraya insanın girip çıkması mümkün değildi, çünkü kapak içeri doğru eğik ve dardı. O saçı başı dağınık küçücük çocuğu oraya zorlukla sokmuşlar, giysi ayakkabı kumbarasına konan eşyalardan ne varsa iyilerini çalıyorlardı. O küçük kız kumbara kapağından zorlukla çıkıyordu. 

 Kadın bana umursamaz bir tavırla, “ne yapalım biz de fakirik”, dedi. Çok şaşırdım, elimi uzatarak, ayıp ayıp yaptığınız çok kötü, dedim. Caddenin karşısında duran çöp minibüsünün şoför kısmında oturan ve kocası olduğunu tahmin ettiğim adam kadına doğru başını uzatarak seslice, “ne var gız ne oluyor” diye tehditvari söylendi. Anladım ki uğraşsam çıngar çıkacak, oradan ben ayrılırken kadın, “sana ne sen niye karışıyon” diye söyleniyordu.

Belediye ne diyor

Bu giysi ayakkabı kumbaraları konusunda bilgi almak üzere Yenimahalle Belediyesine telefon ettiğimde, basın yayın halkla ilişkiler müdür yardımcısı olduğunu söyleyen Barış Barış Ballıktaş şu bilgileri verdi:

“-Yenimahalle’mizin çeşitli noktalara bırakılmış 600 civarında giysi ayakkabı kumbaralarımız var. Bu kumbaralara hayırsever vatandaşlarımızın koydukları ayakkabı ve giysileri yoksullara vermek üzere topluyoruz. Yoksullara komşularımıza hemşerilerimize bu konuda yardım olmak için bir dayanışma çabası içindeyiz. Ne yazık ki bu kumbaralara bazıları zarar veriyor, taktığımız kilitleri kırıp konulan eşyaları alıp götürüyorlar. Her kumbaraya bekçi koymadığımız için, komşularımız da bu dayanışmaya yardımcı olmalarını, bu şekilde zarar verenleri engellemeleri veya şikâyet etmelerini rica ediyoruz.”

Bunları söyleyen Belediye Görevlisi Barış Ballıktaş’a, kumbaralara konulan bu çeşitli giysi eşyalarını yoksullara nasıl dağıtıyorsunuz, diye sorduğumda şunları söyledi:

“Bunları belli zamanlarda toplayıp bir firmaya veriyoruz, firma bu eşyaları yoksullara dağıtıyor”.

Anladığım kadarı ile kumbaraya konulan bu giysiler bir firmaya güya “yoksullara dağıtsın” diye veriliyorsa da bunların asıl amacına ulaşmadığı anlaşılmakta. Çünkü bu giysileri alan firma götürüp bit pazarında veya öteki pazarlarda satabileceği gerçektir. Doğru olanı belediyenin belli noktalarda bulunan binalarında kendi elemanları ile yoksullara vermeleridir, diye düşündük.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Sonunda Yazmaya Karar Verdim
Yaklaşık bir ay kadar önce,  Kuzey Irakta Pençe Kilit operasyonu nedeniyle tesis edilen geçici üslerimize,  hain bölücü PKK militanlarınca yapılan kahpe saldırı sonunda 12 Mehmetçiğimizi toprağa vermiş ve bunun acısı henüz unutulmadan,  dün (12/01/2024) akşam,  hain PKK militanları,  aynı bölgedeki geçici üslerimize tekrar hain saldırıda bulunmuş ve dokuz askerimiz şehit edilmiş,  dört askerimiz de yaralanmıştır. 


Öncelikle, şehitlerimize Allahtan rahmet, yakınlarına ve Türk Milletine başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Şehitlerimizin mekanları cennet olsun. Yaralı kahraman askerlerimize de acil şifalar diliyorum. 


Yazı başlığı mutlaka dikkatinizi çekmiştir. 


Yazının başlığını niçin “Sonunda Yazmaya Karar Verdim” olarak belirledik?


Zira, PKK bölücü terör örgütünün şehitler verdiğimiz saldırıları nedeniyle,  eleştirel yazılar yazmak, doğruları beyan etmek, bu konuda doğrulara ulaşmak ve terörle mücadelede başarı elde etmek için bir tartışma açmak, maalesef yasaktır, tabudur,  ülkemizde. 


İş başındaki iktidar,  bu konuda en doğru kararları alarak uygular(!)muhalefetin,  bu konuda görüş bildirmeye hakkı yoktur, muhalefet hiçbir şey bilmez, sadece terörden siyasi çıkar elde etmeye çalışır, terör konusunda yapılanlar ve yapılmayanlar konusunda iktidarı eleştirmek,  vatan hainliğidir, terörle mücadeleye balta sallamaktır, hiçbir eleştiriye tahammül edemeyen, iş başındaki çok bilmiş iktidarın zihniyeti işte budur. 


Bu nedenle,  PKK terörü ile ilgili iktidarı eleştiren ve doğruları beyan eden,  yapıcı yazılar yazmak,  bu ülkede maalesef vatanseverlik değil, vatan hainliği ve suçtur. 


Bu zihniyetin hakim olduğu ülkemizde bu konuda eleştirel yazı yazmak gerçekten cesaret işidir. 


Ben; İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde beş yıla yakın C. Savcısı olarak görev yapan ve  Cumhuriyet Savcılığım döneminde, binlerce PKK militanını sorgulayarak haklarında davalar açan bir Türk evladı olarak;  kendimin vatanseverliğinden,  milliyetçiliğimden eminim, bu konuda eleştirel yazıların yazılmasının,  doğruları bulmaya, yeni şehitlerin verilmemesine katkı sunacağını, suç oluşturmayacağını bilerek ve düşünerek, bu makaleyi kaleme alıyorum. 


En başta şunu söylemek istiyoruz. Yanlış dış politikalarla sorunu yaratanlar, bu sorunun çözümünün asla bir parçası olamazlar. Sorunu yaratanlar;  ön yargılarını kırarak ve hatalarını kabul ederek, hatalarından dönerek, o sorunun çözümüne katkı sunamazlar. 


İkinci gerçek de; sivrisinekleri üreterek,  eğiterek,  silahlandırarak, cesaretlendirerek üzerimize salan bataklığı şu veya bu şekilde kurutamazsanız, terörle mücadelede ve yeni şehitlerin verilmemesinde asla başarılı olmazsınız. 


Amerika ve Rusya gibi binlerce kilometre uzaklıktaki yabancı güçlerin; ülkemizin güneyindeki Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'de yerleşerek, ülkemizin bütünlüğüne yönelik tehlike arz eden, bölgede bir Kürt oluşumu kurmayı amaçladıkları gerçeği karşısında, bataklığı kurutmak için siyasi, askeri ve diplomatik bir politika ortaya koyamayan iş başındaki iktidarın; meşru müdafaa adı altında yabancı bir devletin toprağında,  ne kadar süreceği belli olmayan,  geçici mi, sürekli mi olduğu belirsiz bir şekilde uygulamaya koyduğu,  bu bölgede geçici üslerle tampon bir bölge oluşturmak ve güya bu şekilde ülkemizi savunuyor olmak tezi ne kadar doğrudur? 


Bize göre yanlış ve zaman doldurmaya, iç siyasete terörle mücadele ediyorum görüntüsü vermeye  yönelik, nafile  bir politikadır. 


Evet,  meşru müdafaa hakkı; evrensel hukukun ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının kabul ettiği bir haktır, hukuki ve meşru bir haktır. 


Türkiye Cumhuriyeti olarak; bölücü PKK terör örgütünün,  sınır ötesinden gelerek ülkemize yönelik hain saldırıları karşısında,  meşru müdafaa hakkımız tartışmasız vardır ve bu hakkımızı kullanmak,  anamızın ak sütü gibi helaldir. 


Meşru müdafaa hakkının da koşulları vardır. Evet, ülkemize yönelik saldırı üzerine,  bu saldırıyı anında defetmek için sıcağı sıcağına sınırı geçerek saldırganlara hak ettikleri dersi vermek meşru müdafaa hakkının kullanılmasıdır. Ancak, meşru müdafaa hakkı geçicidir ve anlıktır. Arkasında Amerika gibi yabancı bir gücün bulunduğu,  bölgede kalıcı bir Kürt oluşumu yaratmaya yönelik bu PKK bölücü terörünün kalıcı olarak yok edilmesi, PKK terörünü besleyen bataklığın tamamen  kurutulması, meşru müdafaa hakkımı kullanıyorum gerekçesiyle sınırlarımızın derinliklerinde, ne kadar süreceği belirsiz derme çatma üsler kurmakla,  sözüm ona tampon bölgeler oluşturmakla mümkün olmasa gerek. İşte,  bir ay arayla bölgede 21 Mehmetçiğimizi şehit vermemiz de bu gerçeği ortaya sermektedir. 


Meşru müdafaa hakkı; kesinleşmiş ve oluşmuş ve halen de devam eden veya  vukuu çok muhtemel  olan PKK saldırılarına karşı, sıcak takip ve imha hakkı olup, ne kadar süreceği belirsiz bir şekilde yabancı bir ülke toprağında üs kurarak PKK saldırılarını bekleme, PKK terörüne ve saldırılarına hedef olma hakkı değildir. 


Doğrudur veya yanlıştır, bize göre yapılması gereken; sınırlarımızın ötesinde,  Irak ve Suriye topraklarının derinliklerinde üsler kurarak tabiat ve iklim koşullarının çok zor olduğu bir ortamda savunma amaçlı bekleyerek daha fazla insan ve itibar zayiatı vermemek, hain PKK ve destekçilerini sevindirmemek, şehitler vermemiz nedeniyle iptal edilen parti mitingleri, parti kampları, aday açıklama törenleri gibi siyasi faaliyetlerimizin iptalinde, ülkemizin siyasi gündeminin belirlenmesinde hain PKK Terör örgütüne söz hakkı tanımamak için, terörün bataklığını kurutmanın siyasi, askeri ve diplomatik yollarını bulup uygulamaya koymak üzere sınırlarımıza çekilmek, sınırlarımızı ve ülkemizi PKK terörüne karşı korumak için,  tüm olanaklarımızı, hava gücümüzü, insansız hava araçlarımızı, savaş teknolojimizi kullanarak, Irak ve Suriye sınırlarımızı tahkim ederek, ülkemizi uzaktan ve kendi sınırlarımızdan korumak olmalıdır. 


Son sözümüz de İyi parti ve iktidar partisine ve de CHP'ye  yönelik olacaktır. 


Bu PKK terörüne kurban verdiğimiz askerlerimiz üzerinden siyasi çıkar elde etmeye kalkışmayınız lütfen. 12 Şehit verdiğimiz bundan önceki PKK hain saldırısından sonra,  İYİ Parti,  saldırıyı kınayan ortak bildiriyi imzaya açmış ve CHP kendince haklı sayılabilecek gerekçelerle bu ortak bildiriye imza atmayarak kendisi PKK terörünü kınayan ve lanetleyen bir bildiri yayınladığı halde, iktidar partisi haksız bir şekilde CHP'nin bu tutumunu eleştirerek siyasi çıkar sağlamaya çalışmıştır. 


Görüyoruz ki; İyi Parti,  son dokuz şehit verdiğimiz PKK saldırısı nedeniyle de ortak bir bildiriyi imzaya açmış olup, yine imza koymayacağı muhtemel olan CHP,  yine kamuoyu nezdinde itibarsızlaştıracaktır. Buna olanak vermeyiniz. Bırakınız ortak bildiri imzalayarak göstermelik hamaset yapmayı, bu ülkeyi gerçekten seviyorsanız,  ortak bildiri açıklayacağınıza, derhal Türkiye Büyük Millet Meclisini toplayarak, bu konuda gizli veya açık bir genel görüşme açınız da, görelim sizlerin vatanseverliğinizi. 


CHP ve genel başkanı Özgür ÖZEL'e yönelik sitemimiz ve son sözümüz de şudur. 


Pazar günü hukukun ve anayasanın  üstünlüğü adına yapacağınız mitingin iptali için bize göre haklı bir neden yoktur. Mitingde,  şarkı,  türkü söylenip göbekler atılmayacak, eğlenilmeyecekti. Şehit edilen anayasa ve anayasa yargısına Sünni teneffüs yaptırılarak, yargının hayata döndürülmesine ve  kurtarılmasına çalışılacaktı. Mitingi iptal ederek, bölücü terör örgütüne, gündeminizi değiştirme ve sizin adınıza gündem yaratma olanağı sağlayarak sevindirdiğinizi bir düşünün derim.

Güner Yiğitbaşı

13/01/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget