Ekim 2023
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Can Atalay Kararı Yargıdaki Çürüme Ve Kaos'u Belirginleştirmiştir
Türkiye İşçi Partisinden Hatay milletvekili seçilen Can ATALAY'ın;  hak ihlaline uğradığına yönelik olarak Anayasa Mahkemesine yapmış olduğu bireysel başvurusu kabul görmüş ve hak ihlaline uğradığı kesinleşmiştir. 


Anayasa Mahkemesinin; hak ihlalinin varlığını kabul eden bu kararına göre,  Can ATALAY'ın tahliye edilmesi gündeme gelmiştir. 


Ancak, hak ihlali kararının bu gereğini yerine getirerek Can ATALAY'ı tahliye etmesi,  Anayasa Mahkemesince talep edilen,  mahkumiyet kararını vermiş olan yerel İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, hak ihlali kararını esastan reddetmese de, anayasanın 83. maddesine göre durma ve tahliye kararını verme konusunda kendisini görevli görmeyerek, hak ihlali kararının gereğini yapması için, dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. 


Anayasa Mahkemesinin;  hak ihlali kararının gereğini yerine getirme konusunda kendisini işaret etmiş olmasına rağmen,  yerel İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin bu konuda Yargıtay’ı adres gösteren bu kararı, hukuki ve yerindedir. 


Anayasanın 83. maddesi çok açıktır. Hak ihlali,  milletvekili dokunulmazlığına ilişkin 83. maddeden kaynaklıdır. Can ATALAY;  hakkındaki mahkumiyet kararı kesinleşmeden, dosya henüz Yargıtay aşamasındayken milletvekili seçilerek mazbatasını almıştır. Bu nedenle,  Anayasanın 83. maddesine göre yasama dokunulmazlığı kazanan Can ATALAY'ın yargıtay aşamasındaki davasının durmasına ve tahliyesine,  Yargıtay incelemesini yapmak üzere dosya önünde bulunan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin karar vermesi gerekirdi. Can ATALAY'ın avukatlarının talebine rağmen 3. Ceza Dairesi bu talebi, anayasanın 14. maddesine göre hukuki bulmayarak reddetmiş ve bu ret kararına karşı  4. Ceza Dairesine yapılan itiraz da reddedilmiş olup, bu aşamada Can ATALAY;  henüz devam eden Yargıtay aşamasındaki davasının durdurularak tahliye edilmemesi nedeniyle hak ihlaline uğratıldığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuş, Yargıtay 3. Ceza Dairesi bireysel başvuru sonucunu beklemeden cezayı onaylayarak yargılama sürecini sonlandırmıştır. 


Bu aşamada,  Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruyu kabul ederek hak ihlali vardır demesine rağmen, anayasanın 83. maddesine göre durdurulacak derdest bir dava ve  yargılama kalmamıştır. 


Anayasa Mahkemesinin Can ATATLAY için verdiği hak ihlaline uğradığına ilişkin kararı, mahkum edildiği gezi davasının sübutuna, vasfına ve adil bir yargılama yapılıp yapılmadığına yani esasına ve usulüne yönelik olmayıp, anayasanın 83. maddesine göre kazandığı milletvekili dokunulmazlığından yararlandırılmamış, Yargıtay aşamasındaki davasının durmasına ve tahliye edilmesine karar verilmemiş olmasına ilişkindir. 


Yerel İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin kararında belirtiği gibi, Can ATALAY'ın uğradığı hak ihlali; Can ATALAY'ın, anayasanın 83. maddesine göre, hakkındaki davanın durmasına ve tahliye edilmesine ilişkin talebini reddeden ve bununla da yetinmeyerek, bireysel başvurusunun sonucunu da beklemeden onama kararı vererek, anayasanın 83. maddesine aykırı olarak yargılamayı sonlandıran Yargıtay aşamasında ve 3. Ceza Dairesi tarafından gerçekleştirilmiştir. 


Bir benzetme yapacak olursak, su borusu Yargıtay aşamasında 3. Ceza Dairesinde patlamıştır. Patlayan su borusunun onarılacak bölümü Yargıtay’dadır. Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararının gereğini de Yargıtay ve 3. Ceza Dairesi yapmalıdır. Anayasanın 83. maddesine ve Anayasa Mahkemesinin önceki emsal kararlarına rağmen, siyasi baskılara göğüs geremeyerek Can ATALAY hakkında durma ve tahliye kararı vermeyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi;  Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararı uyarınca, tükürdüğünü yalayacak , onamaya yönelik kararını geri alarak yargılamanın durmasına ve Can ATALAY'ın tahliyesine karar verecektir. 


Bu kararıyla,  Anayasa Mahkemesinin de;  üyelerinin geldiği kaynakları itibariyle,  ceza usulüne ilişkin bilgi ve tecrübe seviyesinin sorgulanmaya muhtaç olduğu anlaşılmıştır.

Güner Yiğitbaşı

31/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız Ve Cumhuriyetin 100. Yaşı Kutlu Olsun

Bayramların en büyüğü, Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyetimizin ilanının 100.  yıldönümünü kutlayacağımız 29. Ekime, iki gün kaldı. 


Bu sene de,  en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramını ve Cumhuriyetimizin 100. yıldönümünü, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi,  yine buruk kutlayacağız. 


Cumhuriyet ve onun temel kurucu ilkeleri ve Cumhuriyetin kurucusu ATATÜRK  ile sorunları olan AKP iktidarı döneminde,  tüm milli bayramlarımızı, özellikle de Cumhuriyet Bayramımızı,  kısıtlı ve buruk kutlamaya alıştık artık. 


Daha doğrusu,  bizler alışmadık ama, AKP iktidarı;  bizi bu duruma alıştırmakta ısrarlı. 

Mutlaka bir bahane bularak, Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarına sınırlandırma getirmeyi, kutlamaların yoğunluğunu ve coşkusunu asgari düzeye indirmeyi alışkanlık  haline getirdi. 


Bu sene,  29 Ekim 2023 de Cumhuriyetin 100 ncü yaşını 100. yıla yakışan görkemli bir şekilde kutlayacağız ama, saray iktidarında bu konuda  hiçbir kıpırdanma ve hareketlilik yok, muhalefet cephesi de aynı suskunluk içinde maalesef,  kendi dertlerine düşmüş durumdalar. 


İktidar, FETÖ ile kol kola iken, aynı hedefe birlikte yürürlerken icat ettikleri kutlu doğum haftasını,  23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına alternatif bir kutlama haline getirerek,  23 Nisan Bayramını gölgelemeye çalıştıkları gibi, Cumhuriyetin 100 yılını kutlayacağımız bu sene de,  Hamas ve İsrail çatışmasını bahane ederek;  ilk önce,  TRT deki kutlamaları ileri bir tarihe ertelediler ve bu yetmiyormuş gibi, 28 Ekim Cumartesi günü İstanbul ATATÜRK (Yeşilköy) havaalanında alternatif Gazze mitingi düzenleyerek, tüm dikkatleri bu mitinge çekip 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının, Cumhuriyetimizin 100. yaşının kutlanmasını geri plana iterek gölgelemeyi, perdelemeyi ve itibarsızlaştırmayı yeğlediler. 


İktidar;  bu davranışıyla,  Cumhuriyeti ve Cumhuriyetimizin 100. yılının önemini ve görkemini, asla gölgeleyemeyecek, 100. yaşına basan Cumhuriyetimizi itibarsızlaştıramayacaktır,  itibarsızlaşacak birileri varsa, bunlar da,  iş başındaki siyasal iktidar ve onun başındaki aymazlar olacaktır. Tarih bu gerçeği yazacak ve Cumhuriyeti itibarsızlaştırma gayreti içine girenleri lanetleyecektir.  


Cumhuriyetin;  en başta laiklik olmak üzere,  tüm değerlerine sadık olan  biz Cumhuriyet ve ATATÜRK sevdalıları, Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyetin 100. yılını, iktidarın tüm engellemelerine rağmen,   hak ettiği değerde ve  coşkuda kutlamakta kararlıyız. 


Hepinizin Cumhuriyet Bayramını,  bugünden ve yürekten kutluyor, bu vatanı ve Cumhuriyeti bize kazandıran ve emanet eden  ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarını, rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Mekanları cennet olsun. 


29. Ekim. 2011 yılında,  Cumhuriyetin 88. yıldönümünde,  yine çok kısıtlı ve buruk olarak kutladığımız Cumhuriyet Bayramı nedeniyle, bundan  on iki sene önce yazdığımız ve güncelliğini hiç kaybetmeyen,  “ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!” başlıklı yazımızı, sizlerle aşağıda aynen paylaşıyorum. 

27/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI 

Hukukçu


ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!

Ben,  Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim. 


Ben,  Cumhuriyet çocuğuyum,  bu nedenle,  Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.  


Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek,  bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere,  tüm sıkıntılarına,  yokluklarına ve zorluklarına katlanarak,  Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım. 


Hayatın cilvesi işte,  her şey iyi ve yolunda giderken,  tabii bir afet olan depremin,  Van ve Erciş'i vurması üzerine,  yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak,  hayata veda ettim. 


Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra,  29. Ekim. 2011 de,  Cumhuriyetimizin 88.  kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı.  Tek arzum;  öğrencilerimle birlikte 29. Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle,  ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp,  onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime,  Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak; onların,  Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti. 


İnanın,  depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam,  beni  hiç üzmedi,  tek üzüntüm,  29. Ekim. 2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı. 


Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı.  Ancak,  benim için kısmet bu kadarmış. 


Ülkemizde,  Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş,  insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için,   deprem yüzünden hayatımı kaybederek,  Cumhuriyetimizin 88.  kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen,  teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.  


Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da,  ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte,  tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek,  Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan,  insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek,  teselli bulacaktım. 



Biliyordum ki;  benim yapamadıklarımı,  arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar,  Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88. yıl dönümü,  tüm ülkede coşkuyla kutlanacak,  Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları,  minnetle anılacak,  bu coşkulu kutlamalarla,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve  hak ettikleri cevap verilecekti. 


Heyhat!


Bir de ne duyayım;  her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden,  demokrasiden,  Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN,  bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta,  çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında,  Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini  iptal etmiş. 


Gerekçe olarak da,  benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş.  Asıl beni üzen husus da,  Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline,  benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan  Van depreminin gerekçe yapılarak,  benim cansız bedenimin,  bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır. 


Oysa ki,  benim tek arzum ve vasiyetim,  geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından,  Cumhuriyetin 88.  kuruluş yıl dönümü olan 29. Ekim. 2011 bugün,  Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı.  Şunu da ilave edeyim;  Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama,  görüyorum ki,  ölenle ölünmüyor ve herkes,  olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.  


Kaldı ki,  ülkemiz,  tabii afet olsun,  PKK terörü olsun,  çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor,  bu koşullarda,  Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda,  hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık.  Önümüzde,  bir de dini Kurban Bayramı var.  Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum. 


İşte,  en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının,  hem de,  benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle,  şimdi ben gerçekten öldüm. 


Sizlerin,  kutlanması yasaklanan,  ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum. 


Hoşça kalın.

Güner Yiğitbaşı

29. Ekim. 2011

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Başka gün mü yoktu?
İktidar 28 Ekimde Filistin mitingi yapacakmış. 


Neden?


Başka gün mü kalmadı?


Niyetleri çok açık. Cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlamak için hiçbir çaba içinde bulunmayan iktidar, Hamas ve İsrail çatışmasından yararlanarak Gazze ve Filistin halkına destek vermek görüntüsü altında Cumhuriyet'in 100 yıl kutlamalarına alternatif bir miting düzenlemeyi yeğlemiş bulunuyor. 


İktidarın borazanı TRT de,  zaten bu savaşı bahane ederek,  kutlamaları ileri bir tarihe ertelediğini açıklamıştı. 


Görülüyor ki; Ulus devlet anlayışına, Cumhuriyete ve ATATÜRK'e soğuk bakan, din eksenli ümmetçi bir zihniyete sahip olan bu iktidar, Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanarak,  ülkeyi 21 sene boyunca tek başına yönetmesinin bir diyetini dahi Cumhuriyete ödemeyi çok görmekte ve adeta Cumhuriyete bayrak açmaktadır. 


Evet bu davranış Cumhuriyete meydan okumaktır. 


Yazacak çok şey var ama, Cumhuriyet ve ATATÜRK düşmanı bu iktidar, Cumhuriyeti inkar etmekle birlikte,  Cumhuriyetin yasalarından yararlanarak, ülkeyi yönetiyor, kendisine muhalefet edenleri de,  inkar ettiği Cumhuriyet'in yasalarını ve Cumhuriyetin savcılarını silah olarak kullanarak mahkemelerde süründürüyor,  Cumhuriyet sevdalılarını, inkar ettiği Cumhuriyetin Ceza Yasaları ve Cumhuriyet Savcıları eliyle susturuyor maalesef. 


Tanrı Cumhuriyetin ve Cumhuriyet sevdalılarının yardımcısı olsun, her gecenin bir sabahı var kimse unutmasın. 


Yazıklar olsun. 

Güner Yiğitbaşı

25/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bu Adam Gerçekten Haddini Bilmemekte Direniyor
Evet, bu adam demek zorunda kaldığımız Diyanet İşleri Başkanı Ali ERBAŞ'dan bahsediyoruz. 


Skandallarından birine de bugün imza atmış biraz önce televizyon haberlerinden öğrendik. 


Ayasofya Camisinin minberine çıkarak Hutbe okumuş cemaate. 


Bunda ne var? Diyeceksiniz. 


Durun biraz, hutbe Gazze konusunda ve elinde kılıçla çıkmış minbere ve elinde kılıçla hutbe okumuş. 


Sayın ERBAŞ; salt insan olarak,  İsrail'in çocuk ve kadın demeden,  masum sivillere yönelik katliamına hepimiz üzüldük,  bu eylemi hepimiz kınıyoruz, İsrail’in bu şiddet eylemine karşı çıkmak ve kınamak için;  Müslüman olmak ve hele Diyanet İşleri Başkanı olmak, eline savaş çığırtkanlığı yapan, şiddeti sembolize eden kılıç alarak minbere çıkmak  hiç gerekmiyor, İsrail'in de Hamas'ın da insanları katleden şiddet eylemlerine karşı çıkıp kınamak için,  sadece insan olmak kafi. 


Diyanet İşleri Başkanı ERBAŞ; başında bulunduğu kurumun özel yasasında belirtilen; ”Diyanet İşleri Başkanı,  Başkanlığı temsil eder.  Başkan din hizmetlerinin etkin ve verimli sunulması için gerekli tedbirleri alır.  Bu amaçla;  kaynakların etkin kullanımını sağlar;  hizmetlerin düzenlenmesi,  yürütülmesi,  koordinasyonu ve denetlenmesi görevlerini yerine getirir;  strateji,  hedef ve performans kriterlerini belirleyip uygulanmasını temin eder;  din hizmetleri ile ilgili ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapar.  “ içerikli görev hudutlarını ve haddini aşarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini dış politikada zora sokabilecek ve hatta içeride de İsrail'e ve Yahudilere yönelik şiddet eylemlerini teşvik eden bir çılgınlığa soyunmuş ve Ayasofya Camisinde elinde kılıç boy göstererek hutbe okumuş ve bazı çevrelere üstü örtülü gizli mesajlar ulaştırmıştır. 


Buradan, Diyanet İşleri Başkanlığının başında bulunan ve bugüne kadarki icraatlarıyla görev hudutlarını aşan ve ülkemizi sıkıntıya sokan bu adama sormak istiyoruz. 


Ey Ali ERBAŞ; senin Ayasofya’da Cuma namazı hutbende elinde kılıçla minbere çıkmandan vazife çıkarmaya kalkışacak bazı fanatikler, senin yaptığın gibi ellerine silah ve kesici aletler alarak İsrail hedeflerine ve vatandaşlarına saldırıp şiddet uygulasalar, yakıp yıkarak öldürseler,  sen bundan rahatsız olmayacak ve bu şiddetin teşvikçisi olarak vicdan azabı ve sorumluluk duymayacak mısın, yoksa sevinecek ve mutluluk mu duyacaksın?


Ali ERBAŞ; Diyanet İşleri Başkanı olarak bugüne kadar yaptıklarıyla, hesapsız olarak harcadığı devasa bütçeyle ülkemizin huzuru ve geleceği için yarar değil zarar vermektedir, görevden alınmalıdır diyemiyorum. zira kendisini görevden alacak olan yetkili kişi, onun en güvendiği ve destek gördüğü kişidir ne yazık ki. 


Ali ERBAŞ; sen gerçekten tarafsız vicdan sahibi gerçek bir din adamıysan, Cumhuriyetin 100 yılını kutlamaya dokuz gün kala bir hutbe de,  bu devleti, 100 yılını kutlayacağımız Cumhuriyeti ve senin başında bulunduğun Diyanet İşlerini kuran ATATÜRK ve Cumhuriyet için de bir hutbe hazırlayarak okumalısın aman elinde kılıç olmasın lütfen. 


Cumhuriyet ve kurucusu ATATÜRK için,  Cumhuriyetin 100 yıl dönümü münasebetiyle hazırlayarak okuyacağın hutbeyi bekliyoruz,  Ali ERBAŞ. Hadi mahcup et Laik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını.

Güner Yiğitbaşı

20/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Osmanlının bir sadrazamı Mütercim Mehmed Rüştü Paşa

Arpacıya borç eden ahırını tez satar. Atasözü

Osmanlı devletinin şimdiki başbakanlığa denk düşen ilginç sadrazamları vardı. Rüşvetçi, bazıları idam edilmiş, kimi de okuma yazma bilmeyenleri bile vardı. Bunlardan okumakta olduğum bir kitaptan Mütercim Mehmed Rüştü Paşa  ile ilgili ilginç detaylara rastladık sizinle paylaşmak istedim.   Bu arada o devirlerde borç batağındaki Osmanlı ile borç batağındaki ülkemizle kıyaslama yaparak ilginç ayrıntılara yer verdik.

Mehmed Rüştü Paşa (1881-1882) Sinop İlimizin Ayancık eski adıyla Ayandon kazasının Çanak Köyünün Geriş mahallesinden 1811 de doğmuş, Göbel oğullarından Hasan Ağa’nın oğludur. Babası kayıkçılık yapan fakir bir kişidir. 1825 yılında ll. Mahmud’un Yeniçerileri kaldırıp yerine kurduğu Asakair-i Muntazam’ya girer. Zamanla Kolağalık (Ön yüzbaşı) rütbesine yükselir, zamanla binbaşı olur. Mehmed Rüştü daha sonra Fransızca bildiği ve çeşitli çeviriler yaptığı için beğenilir Tarabya Karakoluna tayin edilir. 

Bir gün Mehmed Rüştü’nün babası Kayıkçı Hasan, oğlunu Tarabya Karakolunda ziyarete gelmiş. Mehmed Rüştü’nün babasının kılık kıyafeti ve konuşması hal ve hareketi ortama pek uymadığı görülünce, oğlu Mehmed Rüştü babasının bu tavrından rahatsızlık duymuştur. Kendisinin Tarabya gibi asri bir ortamda “modern görüntüsünü” güya babası gölgelediğini düşünen Binbaşı Mehmed Rüştü Bey babası Kayıkçı Hasan’a şöyle der:

“Baba bir daha geleceğin zaman eve gel, karakola gelme” demiş. Kayıkçı Hasan, Oğlu Binbaşı Mehmed Rüştü’ye bu sözünden oldukça incinmiş ve hatta çok kızmış ki ona şöyle beddua etmiş:

“Allah sana ekmek versin de ekmeğine tuz vermesin” (ağız tadı vermesin) demiş. Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, yıllar sonra başına gelen sıkıntıları görünce “babamın bedduası tuttu” diye söylenirmiş.

Baba kayıkçı Hasan Hac yolunda katledildi

         Kayıkçı Hasan biriktirdiği parası ile hacca gitmek ister. O sıralarda motorlu araçlar olmadığı için hacılar ve gezginci tüccarlar deve ile yolculuk yapmaktalar. Mütercim Mehmed Rüştü Paşa’nın babası Kayıkçı Hasan, deve ile yapacağı uzun hac yolculuğunda kendisine kılavuzluk edecek birini de bulur. Bu hac yolculuğu sırasında delil-kılavuz olan kişi Kayıkçı Hasan’ı parasını almak için yolda öldürür. 

Babasının hac yolunda katledildiği Mütercim Mehmed Rüştü Paşa’ya haber verdiler. Böyle bir durumda çok insan babasını katledeni dava eder veya intikam almaya çalışır değil mi?  Öyle olmuyor, herkesin Paşa’ya çok hayret ettiği bir durum olur ve Paşa şöyle der:

“Ben onu Allaha havale ettim” der. Halk buna hayret eder.  (sf 19-20) 

Padişah iradesine itiraz etti

Sultan Abdülmecid, yaverlerinden sevgisinin kazanan Şerif Ağa adındaki bir binbaşıyı taltif etmek istedi. Bir gün, o zaman seraskerlikte bulunan Mütercim Mehmet Rüştü Paşa’ya şöyle dedi:

“-Şerif Ağa’yı miralay (albay) yaptım”. Mütercim M. Rüştü Paşa padişahın bu iradesine karşı çıkarak şöyle der:

“-Şerif Ağa sayenizde miralay da olur, Liva (Paşa da) olur. Fakat sırayla olmalıdır. Binbaşılıktan miralay olunamaz” cevabını verdi. Abdülmecid bir süre sonra bunu tekrar etti. Mütercim Serasker Mehmed Şerif Paşa aynı şekilde itirazda bulundu.  Mütercim seraskerlikte bulunduğu süre içinde Şerif Ağa’nın terfiini yapamadı. (Sf. 28-29)

İşte böylece padişah iradesine bile itiraz eden Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, buna benzer devlet yönetimindeki yanlışlıklara karşı durduğu için, Osmanlının o zamanki seçkin aydınlarından hiçbir yabancı devlet yanlısı olmayan (o devirde devlet adamlarının kimisi Rus, Fransız, İngiliz yanlıları imiş) Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895) onu şöyle anlatıyor:

“-İngiliz, Fransız, Rus yanlısı paşalar vardı. Rüştü Paşa ise ecnebiden bir tarafa mensubiyet lekesiyle töhmetli-kabahatli olmaktan yabancılara sırtını dayama suçunu işlememiş olmakla Rüştü Paşa tertemizdi”. (Sf. 29)

Osmanlı devlet adamlarından Ali Paşa, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa’yı şöyle över:

“-Rüştü Paşa o kadar değerlidir ki, devlet adamlarını terzinin bir gözüne, Rüştü Paşa’yı da diğer gözüne koysalar, Rüştü Paşa tarafı ağır basar”. 

Fakat Mütercim Rüştü Paşa’yı Ali Paşa böylesine överken, özel toplantılarda Rüştü Paşa, Ali Paşa’yı eleştirince araları açılır. (Sf. 33)

Cumhuriyet tarihinde yolsuzluk ve adaletsizliğin, adam kayırma ve liyakatsizliğin, yalakalığın zirve yaptığı günümüzden 160-170 yıl kadar önce, sadece bir tane yalakalığa örnek olması için bir söylemi buraya almak istedik. O devrin Sadrazamı Fuat Paşa Padişah Abdulaziz’e torpilli bir iş için isteminin sonunda bakın neler yazmış:

“…Ve bu ifademi velinimetimin ayakları bastığı yerlere yüz bin kere yüz sürerek arz etmeyi gene sadrazamlıkla teklif eylerim. Herhalde ferman velinimetimizindir”. (Sf. 40)

Devran aynı devran Osmanlı gibi borç sarmalındayız

Hesapsız, plansız, liyakatsiz 21 yıl sürmekte olan yönetim yüzünden devletimiz tıpkı Osmanlı gibi nasıl borca battığımızı, yine Batılı bankerlerden, şimdi de Arap zenginlerinden borç almaya çabaladığımızı, nasıl enflasyon ve borç sarmalında bocaladığımızı devletçe milletçe yaşıyor görüyoruz. Hiç sözü uzatmadan açık söyleyelim, Saraydaki yöneticimizin “iki ayyaş” dediği Kuvayi Milliye’nin iki kahramanı Atatürk ve İnönü zamanlarında Cumhuriyet devrinde yokluklar ve sıkıntılar içinde yaptıkları nice eserleri, fabrikaları satıp parası ile saraylar, millet bahçeleri gibi “ucube” varlıklara harcayıp çarçur edilmese de bu paralar tarıma, sanayiye yatırılsa idi, inanın ülkede her alanda üretim artar, bu enflasyon ve pahalılığı çekmezdik. Şimdi borç batağındaki ülkemizde Saraydaki yöneticimiz halkın dar günlere sakladığı “yastık altındaki altınlarına takılarına” göz dikmiş vatandaşlardan onları istemekte. Yanlış yönetimin ceremesini biz halk çekiyoruz. 

Buraya böylece eskilerin tabiriyle “mim” koyduktan sonra, yani not düştükten sonra yine 160-170 yıl önceki yönetime, emperyalist devletlerden borç alıp saraylar yapan Osmanlı padişahlarının yönetimine dönelim. O zaman da böyle borç batağına saplanan Osmanlı yönetimi halkın elindeki altın-gümüşlere göz dikmişti. Bu darlık borç durumu için devrin Padişahı Abdulaziz ile Sadrazam Fuat Paşa arasındaki ibretlik şu konuşma tarihçilerin sayfalarına şöyle yansımıştı:

“Fuat Paşa, mali sıkıntıyı gidermek için, altın-gümüş, kap-kacak takımını yasaklamak ve herkesin elinde olan bu kap-kacağı toplayıp para kestirmek gibi konularda fetva bile almıştı. Sultan Abdülaziz bu konuda Fuat Paşa ile konuşurken şöyle diyor:

“-Bu iş nasıl olur? Sultanların yemek yediği kaplar nasıl alınır? Mesela onların seyir yerlerinde su içtikleri gümüş tasları var. Bunlar alınır mı? Deyince Fuat Paşa da şu yanıtı verir:

“-Hay hay efendim, onları da alırız. Allah göstermesin Osmanlı Devleti’ne bir fenalık gelip de Efendimiz Konya’ya doğru yola çıkıp, bizler de ar4kanıza düşüp giderken, Sultan efendiler bu taslarla Ayrılık Çeşmesinden su mu içecekler? Demiş ve ayrıca şunu eklemiş:

“-Efendimiz saltanat varisisiniz. Lakin bir borçlu Türkiye’ye varis oldunuz” demek gibi cesurca ve fedakârca sözler söylemiş ve bu suretle vaziyetin ne derece nazik olduğunu layıkı şekilde arz etmiş.

Bunun üzerine planlanan tasarruf ve idare kararı, dost düşman herkes tarafından kabul görerek mali itibar önemli ölçüde geri geldi ve Avrupa Devletleri nezdinde alınması tasarlanan borçlanma işi uygulamaya konularak, devlet biraz nefes aldı…” (Sf.44-45).

O sıralarda Sadrazam olan Mütercim Mehmed Rüştü Paşa devletin borç sıkıntısı yüzünden çaresiz kalır, öyle ki hazine tamtakır, devlet memurların bile maaşlarını ödeyememektedir, memurlar altı aydır maaş alamıyordu. Borç faizlerin ödeme vadesi günü geldiğinden Osmanlı kabinesi şaşkınlık içinde kalır. 

Sonunda aşar gelirlerinden bir miktar borçlanma bedeliyle Mısır Eyaleti vergisi karşılık göstererek hem faizleri hem de memur aylıklarından bir aylığını ödemek için Galata Bankerlerinden iki milyon lira borç alındı. (Sf. 46)

Şimdiki AKP-RTE iktidarının öve öve göklere çıkardığı ll. Abdulhamid’in borç para alabilmek için Filistin Topraklarının Musevi bankerlerine satılmasına nasıl göz yumduğu biliniyor. Cumhuriyette yazan Sayın Işık Kansu’nun 8.9.2023 günlü “Filistin’den Çıkan Ders” başlıklı yazısından buna ilişkin şu alıntıyı yapalım: “Abdulhamid, dünyaca ünlü Musevi zenginlerinden Rothschild ailesinden borç almıştır. Bu borcun hemen ertesinde Rothschild ailesi, Osmanlı toprağı olan Filistin’de Rusya Musevileri için koloniler kurmak üzere büyük toprak sahaları satın almaya başlamıştır”. Öyle ki ll. Abdülhamid’in borç aldığı Musevi zengini Rothschild’le başlayan Filistin’de toprak satışı devam ederek yüz binlerce dönüm Filistin toprağı Yahudilere satılmıştır”. Gördüğünüz gibi borç padişahlarımıza, başbakan ve Cumhurbaşkanımıza kadar toprak sattırıyor. Günümüzde de Fırat boylarından Doğu Karadeniz yaylalarına kadar kaç bin dönüm toprak (özellikle Musevilere) satıldı bilmiyoruz. Ne ki ülkemizde borç yüzünden vatandaşlık bile satılıyor.

Böylece Filistin’e toplaşan Musevilere 1948 lerde BM tarafından devlet olma olanağı sağlanmıştı. O günden günümüze kadar bu topraklarda Museviler tarafından Filistin halkına tarihin en büyük acıları yaşatılmakta ve de gıdım gıdım toprakları ellerinden gitmekte.  

Aradan 160-170 yıl geçmiş, şimdilerde de o azınlık bankerlerin torunlarından İngiliz bankerlerinden T.C. yönetimi faizle borç almıyor mu? Borç almak için onların kapılarına kadar (İngiltere’ye) gitmiyor mu? Padişah ll. Abdülhamid zamanında borç almak için başlayan Filistin’de zengin Musevilere satılmaya başlayan toprakların günümüzde nasıl bir kan gölüne döndüğünü görünce bu acı gerçekleri paylaşmak istedim.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Cumhuriyetin 100. Yıldönümüne  On Beş Gün Kaldığının Farkında Olan Var Mı? Varsa Parmak Kaldırsın
İnsanların yaşamlarında;  doğum, okul mezuniyet, evlilik, ilk baba ve anne oldukları günlerinin yıldönümleri gibi sevinçli ve yakınlarının öldükleri hüzün ve üzüntü veren günlerin yıldönümleri gibi,  çok özel günleri vardır. 


İnsanlar bu özel günlerini diğer günlerden  farklı yaşarlar, özellikle sevinçli günlerin yıldönümlerini kendi çaplarında hazırlanarak kutlarlar. 


İnsanlar gibi milletlerin de tarihlerinde, bağımsızlık ve kurtuluş savaşı vererek zafere ulaştıkları,  bağımsızlıklarını kazandıkları ve bağımsız  bir devlet oldukları, millet iradesine dayalı demokratik bir cumhuriyetle yönetiliyorlarsa, ilk millet meclislerinin açıldığı, Cumhuriyetin ilan edildiği günlerin yıldönümleri gibi, coşkuyla kutladıkları çok özel günleri vardır. 


Türk Milleti olarak bizim de tarihimizde;  kurtuluş savaşımızın önsözü 19 Mayıs,  kurtuluş savaşımızı  zaferle sonlandıran 30 Ağustos, ilk meclisimizin  açıldığı 23 Nisan ve Cumhuriyetimizin ilan edildiği 29 Ekim'ler coşkuyla kutladığımız ve kutlanması gereken çok özel günlerimizdir. 


Coşkuyla kutladığımız milletçe bizi sevindiren ve gururlandıran bu özel günlerimizden biri olan Cumhuriyetimizin ilan edildiği 29 Ekim 1923 senesinden bu yana,  dile kolay tam 100 yıl geçmiş olacak 29 Ekim 2023 günü. 


Yani,  yaklaşık on beş gün gibi kısa bir süre sonra,  29 Ekim 2023 de,  Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlayacağız ve Cumhuriyetimizin ikinci 100 yılna adım atacağız. 


Milletlerin tarihlerinde Cumhuriyetin 100. yıldönümü günü,  çok önemli günlerden biri olmalı ve diğer ara yıl dönümlerdeki coşkunun ve hazırlıkların çok üzerinde,  en az bir ay öncesinden başlayarak, siyasal iktidarın(merkezi yönetimin),  yerel yönetimlerle işbirliği yaparak hazırlanacak belirli bir program dahilinde, 81 ilimizde ve ilçelerinde eş zamanlı olarak düzenlenecek olan müzik şölenleri, çeşitli sanatsal gösteriler,  söyleşiler,  Cumhuriyetin nitelikleri, erdemi konusunda halkımızı aydınlatıcı konferanslar ve sair etkinliklerle, büyük bir coşku içinde kutlanmalıdır. 


Ama, şurada 15 gün gibi çok kısa bir  süre kalmış ve   bakıyoruz,  iş başındaki siyasal iktidarda;   Cumhuriyetin 100. Yıldönümü kutlamaları için hiçbir özel hazırlık ve hareket yok. 15 gün sonra kutlanacak olan yıldönümü,  Cumhuriyetin 100. Yıldönümü değil sanki. Sadece bir 100 yıl marşı siparişi vermişler ve içinde AKP'nin seçim sloganının yer aldığı bir marşı, sessizce  100 yıl marşı olarak halkımızın beğenisine sunmakla yetindiler. 


100. Yıl;  günler öncesinden başlayacak olan coşkulu kutlama hazırlıklarıyla değil, 100. yıl şerefine,  genel af çıksın mı, emekliye on bin lira ikramiye verilsin mi? gibi beklentilerle dile getirilmekte sadece. 


Halkımıza gelince;  halkımızın da siyasal iktidardan yok bir farkı. 


Muhalefet partilerimize bakıyoruz;  çok daha iç acıtıcı. Ana muhalefet partimiz kurultay derdine düşmüş, Parti yöneticileri ile yeni yönetici adayları, pazarcıların pazar kovaladığı gibi,  il kongrelerini kovalıyor ve büyük kongrede delege ayarlamaya çalışıyorlar. 


Keza;  iktidarıyla muhalefetiyle,  tüm Partilerimizi;   Cumhuriyetin 100. Yıldönümünden daha fazla,  Mart 2024 de yapılacak olan yerel seçimler ilgilendiriyor. İttifak olsun mu,  yoksa her parti her yerde kendi adayını mı çıkarsın tartışmalarıyla gündem yaratıyorlar, gündemlerinde Cumhuriyetin 100. Yıl kutlamaları hiç yok gibi. 


Televizyonlarımıza bakıyoruz onlarda da olağanüstü bir 100. Yıl kutlaması hazırlığı ve coşkusunu göremiyoruz. 


Şimdi bir de Hamas İsrail savaşı patlak verdi, sabah akşam bu savaşı tartışıp ve  tartıştırıp duruyorlar.  


Hadi halkımızı anlıyoruz, ekonomik kriz nedeniyle geçim ve karnını doyurma derdine düşmüş burnundan soluyor başka bir şey düşünecek durumda değil. 


İş başındaki iktidarı da çok iyi anlayabiliyoruz. Cumhuriyetle ve Cumhuriyetin değerleriyle başları hiç hoş değil, Cumhuriyet dönemini reklam arası olarak geçici bir dönem gibi değerlendiriyorlar, ulusun iradesinin ve cumhuriyet ilkelerinin geçerli olduğu,  ulus devlet, gündemlerinde yok. Ümmet esaslı, millet iradesine değil,  tek kişinin iradesine dayalı bir siyasal İslam devletini hedefledikleri için, Cumhuriyetin en başta laiklik ilkesi olmak üzere tüm ilke ve değenlerini yok ederek içini tamamen boşaltmakla meşguller. Bu nedenle,  iş başındaki iktidardan,  Cumhuriyetimizin 100. Yıldönümünün yukarıda bahsettiğimiz gibi özel bir programla günlerce önceden başlayarak büyük bir coşkuyla kutlanmasına öncülük yapmamalarını, çok acıdır ki ve  maalesef doğal karşılıyoruz. 


Ancak, en başta Cumhuriyetimizin kurucusu ATATÜRK'ün partisi Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere diğer muhalefet partilerimizin,  Cumhuriyetimizin 100. Yıl dönümü kutlamaları için özel bir çaba içinde olmadıklarını kendi dertlerine düştüklerini, büyük bir aymazlık içinde olduklarını görmek,  çok üzücü.

Güner Yiğitbaşı

14/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yargı'yı Da Çürüttünüz
Bugün gazeteci Timur SOYKAN'ın İstanbul Anadolu Adliyesindeki rüşvet ve yolsuzluk çarkını ve işleyişini ifşa eden açıklamalarını duyunca, hiç şaşırmadım. Sadece, ama bu kadarına da pes doğrusu demekle yetindim. 


Niçin şaşırmadım? Zira bugüne kadar kamuoyuna yansıyan münferit haberler zaten böyle bir rüşvet düzeninin bazı adliyelerde oluştuğunu haber veriyordu bizlere. 


Ama,  yargının içinden gelen ve halen de avukat olarak yargının içende bulunan bir hukukçu olarak, yargıya toz kondurmak istemiyor ve kamuoyuna iddia olarak yansıyan ve  dedikodu düzeyinde kalan haberlerin doğru olmadığını umuyor, arzuluyor ve bekliyordum. 


Bu sefer Timur SOYKAN'ın açıklamalarında yer alan iddiaların,  dedikodu ve gerçek dışı iddialar olduğunu kabul etmek biraz zor olacak sanırım. 


Zira, İstanbul Anadolu Adliyesinde rüşvet çarkının ve düzeninin kurulup işletildiğine dair iddianın sahibi, bu adliyeyi şahsında temsil eden,  adliyenin en üst mercilerinden biri olan İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı Sayın  İsmail UÇAR beyefendidir. İsmail UÇAR, başsavcısı olduğu adliyede kurularak işletilen rüşvet çarkı iddialarını elindeki imkanlarla araştırmış ve bazı somut kanıtlara ulaşmış olmalı ki; bazı hakimlere yönelik böyle ağır ve yüz kızartıcı iddiaları,  hem de somut isimler vererek kamuoyuna açıklamış ve bir rapor halinde bu rezaleti Hakimler Savcılar Kuruluna intikal ettirmiştir. 


Kariyerini ortaya koyarak, yargıdaki bu çürümüşlüğü kamuoyu ile paylaşan ve HSK'ya şikayet eden İsmail UÇAR'ın bu girişimi,  daha henüz bir ses getirmedi,  bildiğimiz kadarıyla Adalet Bakanından ve HSK'dan bir açıklama duymadık. Aslında olay o kadar vahim ki; bu iddialar üzerine derhal harekete geçilmeli ve devletin temeli olan adaleti,  parayla alınıp satılan bir kuruma alçaltan, devletin ve kamu düzeninin temeline dinamit koyarak patlattıkları iddia edilen bu hakimler,  tedbiren ve soruşturmanın selameti açısından derhal açığa alınmalı ve kamuoyuna gerekli aydınlatıcı bilgiler verilmeliydi. 


Adalet Bakanlığı ve Hakimler Savcılar Kurulu;  sakın ola ki; bu konuda gizlilik kararı alarak, Türk Milletinden bilgi saklamaya kalkışmasın. Bu konu çok ciddi olup, kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerin,  yargıyı ve devletimizi daha da itibarsızlaştıracağını unutmasınlar. 


Kaldı ki, hakimler;  yargı yetkisini, Türk Milleti adına  kullanmakta olup, egemenlik haklarından biri olan yargı yetkisini kötüye kullanarak, adliyede rüşvet düzeni kurup yargıyı çürütenler, millete ait olan ve kendilerine emanet edilen yargı yetkisini, milletin emanetine ihanet ederek rüşvete alet edip çıkar sağlamaya kalkışanlar, şüpheli sıfatıyla, Türk Milletine teşhir edilmeli ve en ağır şekilde cezalandırılmalarının yolu açılmalıdır.  


Devlet olarak neremiz çürütülmedi ki?


Maalesef,  baştan aşağıya çürüdük ve çürütüldük, 


En başta siyaset kurumu ve siyasal iktidar çürüdü ve bu çürümüşlük dalga dalga tüm devlet organlarına ve kurumlarına da sirayet etti ve etmekte. 


İş başındaki siyasal iktidar; diğer kurumlara olduğu gibi yargıya da;  özellikle,  FETÖ ile dirsek temasındayken ve daha sonra FETÖ'nün darbe girişimi ertesinde FETÖ'cü oldukları iddiasıyla görevden alınan hakimlerin boşalttıkları kadrolara, yine kendilerine yakın olan ahlaken ve liyakatten hakimlik yapmaları sakıncalı kişileri alarak bugünkü kokuşan ve çürüyen yargının oluşmasında büyük bir pay sahibi oldular. 


Şimdi daha iyi anlaşılıyor, ülkemizde giderek çoğalan  mafya çetelerinin serbestçe ve rahatça cirit atıyor, uyuşturucu baronlarının dışarıda serbestçe geziyor olmaları, ülkemizin ve özellikle de İstanbul'un;  suç işleyenlerin cenneti ve mafya hesaplaşmalarının merkezi olması. 


Bu ülkeye çok yazık. Artık tuz koktu. Bunun daha ötesi yok sanırım. 


Türk Kamuoyu, yargıdaki bu çürümeyi ifşa etmek zorunda kalan İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı İsmail UÇAR'a sahip çıkmalı ve bu dürüst ve memleket sever örnek davranışı nedeniyle başına gelebilecek olası tüm olumsuzluklara karşı uyanık olmalı ve gerektiğinde sessiz kalmamalıdır.

Güner Yiğitbaşı

13/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu 

Tutuklu Milletvekili Can Atalay'ın Ertelenen  Kararı
Gezi davasından tutuklu Can ATALAY;  Hatay ilimizden TİP milletvekili seçildiği halde,  tahliye edilerek meclisteki görevine başlatılmaması nedeniyle, hak ihlaline uğradığı gerekçesiyle,  bireysel başvuru hakkını kullanarak konuyu Anayasa Mahkemesine taşımıştır. 


Anayasa Mahkemesinde;  bireysel başvuruları incelemek üzere, başkan haricindeki üyelerden kurulu,   her birinde bir Başkanvekili ile altı üye bulunan ve Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm olarak adlandırılan iki bölüm bulunmaktadır. 


Bölümler;  Başkanvekilinin başkanlığında,  dört üyenin katılımı ile toplanır. 


Anayasa Mahkemesinin teşkilatında; bu bölümlerden ayrı olarak,  Başkanlık, Genel Kurul, Komisyonlar, Genel Sekreterlik ve İdari Hizmet birimleri mevcuttur. 


Anayasa Mahkemesinin;  karar mercii olarak,  üye sayısı itibariyle en fazla ve en katılımcı ve en yetkili birimi,  Genel Kuruldur.  


On beş üyeli Anayasa Mahkemesinin Genel Kurulu;  Başkanın veya belirleyeceği Başkanvekilinin başkanlığında,  Başkan hariç en az on üye ile toplanır. 


Can ATALAY'ın hak ihlaline dayalı bireysel başvurusunu inceleyerek karara bağlamakla görevli ilgili bölüm; bu konuda nihai bir karar vermeyerek,  konuyu çözüme bağlayacak kararın, üye sayısı itibariyle daha fazla olan ve bu nedenle Anayasa Mahkemesini temsilde katılımı geniş ve  en üst ve en yetkili karar mecii olan Genel Kurulca ve daha geniş bir katılımla verilmesini uygun bularak, konunun çözümünü Genel Kurula havale etmiştir. 


Bize göre, Can ATALAY kararının verilmesi işinin Genel Kurula havale edilmesinde,  bir anormallik olmayıp, bilakis kararda daha geniş bir katılım sağlanması açısından,  hukuki yarar vardır. 

Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin;  tutuklu bulunan TİP milletvekili avukat Can Atalay’ın bireysel başvurusunu bugün karara bağlaması beklenirken, Genel Kurul'un Atalay'ın başvurusunu ilerleyen tarihlerde görüşme kararı alması ve bu ertelemenin gerekçenin de,  bir üyenin dosyaya hazırlanamaması olduğunun belertilmesi,  zihinlerde kuşku yaratmıştır. 


Ne demek oluyor? dosyaya hazırlanamamak. Hiç inandırıcı değil bu gerekçe. Can ATATLAY,  milletvekili seçileli yaklaşık beş ay oluyor ve konu,  kamuoyunun önünde her gün sürekli tartışılıyor. Anayasanın ilgili maddesi çok açık, bu açık maddeye göre Can ATALAY milletvekili dokunulmazlığı kazanmış mıdır, kazanmamış mıdır? İşin özü budur ve aylarca dosya üzerinde çalışma yapılmasını ve hazırlanılmasını gerektirecek bir zorluk bulunmamaktadır. 


Yapılmak istenen; zaman kazanmak,  zorluk çıkarmak, ipe un sermek, bağımsız ve tarafsız yüksek yargıç kararlılığını ve cesaretini gösterememektir. Daha da acısı,  ülkemiz yargısı ve Anayasa Mahkemesi adına utandırıcıdır. 


Şimdi,  hakkı ihlal edilen Can ATALAY ve Türk kamuoyu,  haklı olarak,  bazı kuşkulara kapılmayacaklar mıdır?


Bu kuşkuları yaratmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Güner Yiğitbaşı

12/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Tatil anılarım
Uzun yıllar tatil yapma olanağını bulamamıştım. Sonunda uzun süredir beklediğim bir tatil olanağını yakaladım. Asker emeklisi oğlum Ü. B. Kulaksızın askeri kamp başvurusu üzerine Erdek Askeri kampında bir haftalık tatil şansı çıktı. Asker ailelerinin kamp-tatil yaptığı Erdek kampına gitmek üzere hazırlık yapmaya başladık. 

15 yıldır baktığım yanımda bulunan Badi adındaki köpeğimi koyacak yer bulamadığım için onu da yanımda götürmem gerekiyordu. Askeri kampa köpek alınmadığı için köpeğim Badi’yi İzmir’de doktor olan büyük oğlum Celil Cüneyt’in evine bırakmamız gerekti. Otobüsle gitsem Badi’yi taşıma kabı ile aşağı bagaja koyacaktık, o daracık kutu içinde 10-12 saatlik yolda kalmanın köpek için çok sıkıntılı olacağı açıktı, astsubay emeklisi küçük oğlum Ümit Bülent’in arabası ile 9 Eylül 2023 günü İzmir’e doğru yola çıktık. 

Tatil anılarım

Afyon’a doğru yaklaşıyorduk trafik her iki yönde akarken 20 dakika kadar durduruldu. Meğer yola çizgi çizme çalışması varmış . Hava almak için birçok kişi araçlarından inip yolun kenarına dağılmaya başladılar. Meğer bizim gibi bazı yolcuların araçlarında köpekleri de varmış. Kaldırımdan dışarı çıktığımızda yol boyunca kenara atılmış pek çok çöpler şişeler gördük, karayolu boyunca binlerce şişe atılmıştı. Bu şişeler kuru otlarda ışık odaklanması ile yangına neden olacağını şişeyi atanlar hiç düşünmediler mi diye söylendik. Ülkemizdeki felakete varan orman yangınlarını anımsayınca vatandaşın cehaletini dehşetini düşünürken yol açıldı yola devam ettik.

Ertesi günü yani 10 Eylül’de, İzmir’e gelmişken Buca’da kalan, 1965 de Ağrı’da öğretmen olarak çalıştığım Ağrı ili Diyadin İlçesi Sürmelikoç köyünde öğrencim olan, sonradan öğretmen olmuş şimdilerde emekli öğretmen Mehmet Sıddık Kaya’nın evine iki oğlumla gittik. 55 yıldan fazla bir zamandır hiç görmediğim M. Sıddık Kaya adlı öğrencim yıllar içinde okumuş öğretmen olmuş, emekli olmuş, İzmir gibi yerde üç katlı ev sahibi olmuş, birbirimizi görünce elimi öptü sarıldık. Ağrıdaki acı tatlı günleri andık. O yıllarda ilkokulda iken 5. sınıfta öğrencilerim olan Mehmet Sıddık Kaya ve Alican Işık ile fotoğraf çektirmişiz (127 nolu foto), M. Sıddık’ı soluma Alican Işık’ı sağıma alıp bellerinden kucaklarcasına sarılarak çektirdiğimiz fotoğrafı görünce duygulandım, hele Alican Işık’ın köyde bir çobanla arazi otlatması yüzünden tabanca ile öldürüldüğünü duyunca hüzünlendim. Bu iki öğrencim sınıfın en başarılı çalışkan öğrencileri idiler. 

Ömrümce çalışıp maaşımla iki oğlumu zorluklarla okuttum, Ankara’da ancak bir ev sahibi olabildim, arabam da yoktu. Öğrencimin durumuna baktım, üç katlı ev, garajında arabası ile ülkemizin en güzel kenti İzmir’de oturmakta. Öğrencimin bana göre ekonomik yönden iyi durumunu görünce kendi kendime “boynuz kulağı geçmiş bravo” diye içimden söylendim. Evinde yan yana durup birlikte fotoğraf çektirdik (1241 nolu foto)

Çalıştığım bu köy, Tendürek Dağları tarafında Ağrı Dağın’a bakan bir yamaca kurulmuş, 50 km kadar uzakta olan Ağrı Dağı karşımızda bütün haşmeti ile gökyüzüne uzanmış hali bizde ürperti veren ilahi bir duygu uyandırırdı. Dağın öbür yamacı tarafına düşen hem de daha dik görünüşü ile aynı dehşetli görünüşünü gören Ermenistan’daki yaşlı Ermeniler, bu dağı çok kutsal saydıkları için evlerinden çıkar çıkmaz Ağrı tarafına yönelirler diz çöküp istavroz çıkarırlarmış; Nuh’un gemisinin orada olduğuna inanırlarmış.  

Tatil anılarım
Bu köyde çalışırken çok sıkıntılar çektim, köyde elektrik, bakkal, berber, şehre gitmek için araç yoktu. Orada bir şey dikkatimi çekmişti, köyde ne evlerin önünde, bahçede, tarlada tek bir dikili bir ağaç, bir meyve ağacı yoktu. Evine gittiğim emekli öğrencim Mehmet Sıddık Kaya köyün son durumunu şöyle anlattı:

“Öğretmenim sizin zamanınızdaki sıkıntılı günler geçti, artık köyümüzün elektiriği de var, yolu da var suyu da var, 80 hane köye ikinci cami de yapıldı, birini her halde misafirhane olarak kullanacaklarmış. Artık köyde sebze meyve ekilmeye başlandı. Bizimle birlikte aynı sınıfta okuduğumuz abim Mehmet Emin Kaya covid 19’dan vefat etti, abimin 4 kızı iki oğlu var. Seninle onunla fotoğrafımız olan Alican Işık köy, köyde arazi otlatması yüzünden bir çobanla kavga ettiler kavgada tabanca ile öldürüldü. Yine aynı sınıfta arkadaşımız Alirıza Adıgüzel vefat etti”.

Bu öğrencim Mehmet Sıddık Kaya’nın üç katlı evinde hiçbir evde görmediğim bir özelliğe rastladım, her üç katta oturan aileler ayakkabılarını en alta çıkarıp evlerine giriyorlardı. 

 Kadın başı heykeli ilgimi çekti

İzmir’e gelmişken Konak Meydanını dolaşmaya başladığımda çok ilgimi çeken kocaman bir kadın başı heykelini gördüm, bu kadın başı anıtı da ne ola ki merak ederek yanına varıp fotoğraf çektirdim. Kadın başı benim boyumdan da yüksekti. Anıtın girişinde anıtın yapılış amacını belirten, İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in öldürülen kadınlar konusunda duygularını yansıtan şu sözleri yazılı idi: 
Tatil anılarım

“Bu anıt;

“Tüm dünyada uğradığı şiddet sonucu yaşamını yitiren kadınlara ithaf edilmiştir,

İzmir Büyükşehir Belediyesi, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türlü ayırımcılık, istismar ve şiddete karşı “dur” diyebilmek için uluslararası örgütler ve sivil toplum ile dayanışma içinde el ele mücadele vermektedir. Birleşmiş Milletler Örgütü, kadına karşı şiddetle mücadeleye dikkat çekmek için her yıl 25 Kasım 10 Aralık tarihleri arasında, tüm dünyada turuncu rengin hâkim olduğu etkinlikler yapması konusunda karar almıştır. İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi olarak 25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde farkındalık sağlamak amacıyla kentin yeşil alanlarında turuncu bahçeler oluşturulmasına karar verilmiştir.

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İzmir Şube’sinin tasarımını gerçekleştirdiği ilk Turuncu bahçe içinde yer alan bu anıt, belediyemiz uluslararası toplumsal cinsiyet eşitsizliği karikatür yarışmasına katılan, Mojmir Mihatov’a ait eserin 3 boyutlu hale getirilmesiyle tasarlanmıştır. Biliyoruz ki, kadın hakları insan HAKKIDIR. Dileriz sanatın ve dayanışmanın verdiği güçle adil, eşit, hak temelli bir dünyaya hep birlikte yürüyebiliriz. (Aynı yazı İngilizce olarak alt kısmına yazılmış).

25 Kasım 2021 Tunç Soyer İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı 

Yukarıdaki bu turuncu panonun yanında aynı renklerde beş altı tane panoda başta Atatürk olmak üzere dünyada seçkin kimselerin kadın hakları üzerine, kadınların erdemi üzerine söylenmiş özdeyişler bulunuyor. 

İzmir’de biri açık hava, biri ve yeni açılan İzmir müzelerini gezdim, bulunan saklanan eserlere hayran kaldım. Müze içinde yabancı bir ülke ilkokul öğrenci çocukları ellerinde defter kalem ile yere uzanarak not alan öğrencilerin merakı ilgimi çekti.

Ayrıca bir savaş gemisinin müze haline getirilmiş, denizciliğimizin tarihini sergilenen deniz gemi müzesine hayran kaldım. Bu müzenin girişinde bir gemiden çıkarılmış pervaneye dikkat ettim, tanıtımında 11 ton yazıyordu, bu kadar ağır bir pervanenin gemi içinde nasıl hızla döndürüldüğünü düşündükçe şaşırdım hayran kaldım. Hemen bitişiğinde bir denizaltının da müze haline getirilip gezginci vatandaşlara denizciliğimizin tanıtılması izleyenler için ayrı bir ilgi odağı oluyordu. 

Tatil anılarım

Ertesi gün 11 Eylül günü İzmir’in şirin ilçesi Foça’ya gittik. O gün Foça’nın kurtuluş yıldönümü idi. Meydanda o kurtuluş gününün anma törenlerini izledik.

12 Eylül günü asıl gezimize neden olan Erdek Askeri Dinlenme Kampına dahil olduk. Grubumuzda yüzlerce her rütbeden asker emeklisi aileler vardı. Sosyal tesisler, konaklama yerleri çok güzeldi çok beğendik, deniz kıyısında olduğu için her gün denize giriyorduk. Askeri kamp şehrin hemen dışında 5-6 km uzağında idi.  Akşamleyin “yarın şehir içinde yaya yürüyüşü düzenlenecek katılmak isteyenlerin kamp girişinde sabah 8 de toplanmaları istendi. İki araçla 40 kişi kadar bir grupla Erdek şehir içine gittik. Aramızda yaşlı sonradan 93 yaşında olduğunu öğrendiğimiz eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Halis Burhan da vardı. O da bizim gibi askeri kampta kalıyordu, ama onun konutu daha bir lüks ve korumalı idi. Bu komutan grubumuza rehberlik yaptı, demek ki zaman zaman bu kampa geliyor olmalı diye düşündük. Bu emekli komutan elinde bastonla yürüyordu, o gün deniz kıyısında bulunan Erdek İlçesinin deniz sahilinde 5-6 km kadar yol yürüdük, bu havacı yaşlı paşa öylesine çevik yürüyordu ki, kendisine nerede ise yetişemiyorduk.

Halis Burhan Paşa yürürken anılarını anlatıyordu. Trabzon’un bir köyünde doğduğunu önce annesini kaybettiğini sonra babasını kaybettiğini, İstanbul’da yaşayan amcasının yanında kalıp okuduğunu Kuleli Askerî Lisesine girdiğini anlatan paşa, “ben hayatımda uçak görmedim ama Kaleli’den sonra havacı oldum”, dedi. Kaldırımda yürürken, Halis Burhan Paşa, yaya dönüş yolunda yorulduğumuzu görünce yol kenarındaki bir çay bahçesine götürdü, “çay paraları benden kimse çay parasını vermesin” dedi. Çaylarımızı içtikten sonra, yanında gölge gibi takip eden yaverine kredi kartını vererek çay paralarımızı topluca ödetti. Halis Burhan Paşa hem yürüyor hem de esprili bir şekilde anılar yanında fıkralar da anlatıyordu. Yürüyüş sırasında şu fıkrayı yakalayabildim:

Tatil anılarım

“Bir köyde imamın biri camiye kadınları davet etmiş onlara dini bilgiler yanında hutbeye çıkıp kadınlara vaaz verirmiş; vaazında -yarın evinize Hızır Aleyhisselam gelecek, kapınızı açık bırakın, Hızır Aleyhisselam biraz da bana benzer, sakın korkmayın çekinmeyin kapınızı açık- demiş. Ekipteki arkadaşlar gülüşmeye gülümsemeye başlarken içimizden biri, “imam da hovardaymış” diye mırıldanıyordu.

Ertesi gün yine anonsla aynı yerde toplandık, Erdek’in öbür sahilini gezdik. Öbür sahilin hemen kıyısında höyük veya koni biçiminde ormanla kaplı tahminen 400 m yükseklikte tepe gibi bir yere çıktık. O tepe eteklerinde eli silahlı askerler dolaşıyordu tepenin öbür tarafındaki şirin bir koyda savaş gemileri dizili idi, orası Sualtı Mayın Komutanlığı imiş, o nedenle o manzaranın fotoğrafının çekilmesini istemiyorlardı. Yine Halis Burhan Paşa, yaşına göre elinde bastonu öyle çevik, öyle hızlı yürüyordu ki kendine yetişemiyorduk. Lazoğlu Paşamız yine ilginç bir fıkra anlattı, hem de bir laz fıkrası.

Laz Paşa’mızın Laz fıkrası

Yaya yolda yamaca doğru tırmanırken verdiğimiz ayaküstü molada Lazoğlu Halis Burhan Paşa, kamp arkadaşlarımıza şu Laz fıkrasını anlatıyordu:

Laz’ın biri köyden şehre Trabzon’a gelmiş gece orada kalması durumu varmış. Trabzon’da bir otele gitmiş, görevli otelimizde hiç yer yok, yalnız iki kişilik bir odamızda bir papaz kalıyor, papazla konuşalım ikinci boş yere seni verelim, demiş. Razı olmuşlar papazın yanına bu Laz köylüyü de vermişler, Laz da kabul etmiş. Yatmadan önce Laz oğlu, “beni erkenden uyandır benim acele işim var” demiş. Laz oğlu sabahleyin erkenden kaldırılmış, yalnız Laz oğlu kalkınca telaşla ve yanlışlıkla papazın elbisesini giymiş. Laz oğlu yolda giderken kenarda bir su yalağına rastlamış, su yalağına eğilip bakınca şaşırmış suda papaz elbisesi ile kendini görmüş. Kendi kendine söylenmeye başlamış; “otelciye beni erken uyandır demiştim, şuna bak papazı uyandırmış!” demiş.

Hiç duymadığım bu Laz fıkrasını bir Laz paşanın anlatması kamp arkadaşları arasında çok hoş bir durum yarattı, herkes olaya güldüler. Tepede silahlı askerlerin arasında denizi, Erdek ilçesini kuşbakışı seyrettik. Dönüşte bir çayevinde topluca çay içtik, yine çay paralarımızı sempatik hoş sohbetine doyamadığımız “Laz Paşası” eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halis Burhan yaveri eliyle kredi kartıyla ödedi. Yaverin kulağına kaç lira ödediniz, dedim, o da “söyleyemem gizli” dedi.

Çoğunluğu emekli askerler ve yakınlarından oluşan 500 kişiden fazla bir grupla, açık hava sinemasından çeşitli sosyal tesislerini çok beğendiğimiz Erdek Askeri Kampta bir hafta süren hoş bir tatil geçirdik. 

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Fotoğraflar:

1-  Ağrı’da öğrencilerimle çekilmiş bir fotoğraf. Sol kolumdaki İzmir-Buca’da evine gittiğimiz öğrencim Mehmet Sıddık Kaya. Sağ kolumdaki köyde vurulup öldürülen Alican Işık 

2-  İzmir Buca’da evine gittiğim öğrencim Mehmet Sıddık Kaya ileyiz

3-  Gemiz müze önünde kocaman pervane ileyim.

4-  Gemlik Askeri kampta kampa katılanlarlayız, eli bastonlu Emkl. Hav. Kuv. Kom. Org.Halis Burhan

5- İzmir Konak’ta kadın başı heykeli

6-   Erdek kampındayım.

Ülkemizdeki Demokrasinin Ankara (Erdoğan) Kriterleri (!)
Hepimiz biliyoruz. Bizim de ülke olarak dahil olmak istediğimiz Avrupa Birliğine tam  üye olabilmek için, ülke olarak gerçekleştirmek zorunda olduğumuz bazı kriterler vardır. 


Bu kriterler, 22. Haziran. 1993 tarihinde düzenlenen Kopenhag Zirvesinde Avrupa Konseyi tarafından alınan kararlar kapsamında belirlenmiş ve bu karar ve kriterlerin alındığı Avrupa Konseyi zirvesi Kopenhag’da icra edildiği için,  bu kriterlere de Kopenhag kriterleri denilmiştir. 


Avrupa Birliğine girmek için aday konumunda olan ülkelerin ve tabii bizim de Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak uymakla mükellef olduğumuz Kopenhag kriterlerine göre; 


Demokrasi

Hukukun üstünlüğü

İnsan hakları

Azınlık hakları

İşleyen bir piyasa ekonomisi

gibi alanlarda, belirli bir düzeye erişmiş olmamız gerekmektedir. 

Kopenhag Kriterleri Avrupa Birliğinin insani kriterleridir. 

Ülkemizde halen içinde bulunduğumuz fiili koşullar itibariyle Kopenhag kriterlerine uygun gerçek bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları,  maalesef mevcut değildir. 

Anayasamıza göre;  Anayasa hükmünde olan ve  anayasanın da üzerinde bir geçerliliği bulunan imzalamış bulunduğumuz ve yürürlüğe aldığımız Uluslararası sözleşmelerin ülkemize yüklediği vecibeleri yerine getirmemekte inat eden, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinin İnsan haklarına ilişkin mahkemesi konumundaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymamakta ve bu kararları yok saymakta ayak direyen bir siyasal iktidar iş başında bulunmaktadır maalesef. 

1. Ekim de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış konuşmasını yapan partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; Mecliste yaptığı konuşmada, her zaman olduğu gibi,  Avrupa Birliğine, Avrupa Konseyine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve kararlarına ağır eleştirilerek getirerek, Kopenhag Kriterlerine meydan okumuş ve gerekirse biz de Ankara Kriterlerini uygularız  diyebilmiştir maalesef. 

Zaten uzunca bir süredir ülkemizde maalesef Kopenhag Kriterleri yerlerde sürünmekte ve onun yerine Ankara, yani Saray ve ERDOĞAN Kriterleri yürürlüğe sokularak uygulanmaktadır. 

Nedir bu Ankara Kriterleri diyecek olursanız; 

Yasama, yürütme ve yargıdan ibaret olan egemenlik hakkı; bir atımlık barut, bir günlük kelebeğin ömrü misali,  beş yılda bir yapılan seçimlerde oy kullanmakla sınırlı olarak Türk Milletine aittir. 

Seçimde oyların çoğunluğunu alarak iktidara gelen Saray yönetimi ve onun başındaki partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, seçimlerin sonuçlarının ilan edildiği andan bir sonraki seçimlere kadar, anayasa ve yasa hükümlerine uymaksızın, kendi iktidarının devamı, yandaşlarının yararları için gerekli tüm kararları alabilir ve uygulayabilir. 

ERDOĞAN; anayasa ve yasa hükümlerine, ülkenin yararlarına aykırı olan hiçbir karar ve icraatından dolayı kimseye hesap vermekle yükümlü değildir. 

Yasama ve Yargı ERDOĞAN'ın talimatlarına göre çalışmak zorundadır. 

Hukukun üstünlüğü rafa kaldırılmıştır. 

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleri fiilen yok hükmündedir. 

İnsan haklarının sınırı,  Saray ve ERDOĞAN yönetiminin kişisel ve siyasal yararları ile kesiştiği ve çatıştığı yerde sonlanır. 

İnsan haklarıyla ERDOĞAN'ın kişisel ve siyasal yararları çatıştığında, öncelik ERDOĞAN'a aittir. 

Basın; iktidar yanlısı basınla sınırlı olmak koşuluyla,  özgür ve  hürdür. 

Dünya beşten büyüktür, ancak ERDOĞAN ve Saray yönetimi,  84 milyon Türk Vatandaşından ve Büyük ATATÜRK tarafından kurulan T. C. Devletinden daha büyüktür. 

Saray yönetiminin itibarından asla tasarruf edilemez. Zira, T. C. Devletinin itibarı, ERDOĞAN'ın ve Saray yönetiminin itibarıyla koşuttur. 

Kopenhag Kriterlerinin, Ankara ve ERDOĞAN Kriterlerine aykırı hükümleri yok hükmünde olup,  tamamen geçersizdir. 

84 milyon T. C. Vatandaşı ANKARA Kriterlerine kayıtsız şartsız uymak zorundadır. 

Bu ANKARA Kriterleri;  ERDOĞAN tarafından yürütülür ve bu kriterlere göre alınacak tüm kararlar,  yargı denetimine kapalıdır.

Güner Yiğitbaşı

02/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Günah keçisi olarak seçilen üç beş kişiyle hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun işlendiği nerede görülmüştür?
Bu hukuki rezalet demokratik hiçbir ülkede görülemez. 

Ancak, Yargıtay’ın Gezi direnişi kararını onamasıyla,  maalesef böyle bir hukuki rezalete imza attı ülkemiz yargısı. 

Kısaca bir hatırlayalım Gezi eylemleri niçin ve nasıl başladı. 

2013 Taksim Gezi Parkı protestoları,  AKP Hükümeti’nin,  İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan ve sadece umumi hizmette kullanılmak koşulu ile tapuda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı'na İstanbul 6'ncı İdare Mahkemesi ve 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı olduğu halde Topçu Kışlası'nı Taksim Yayalaştırma Projesi çerçevesinde imar izni olmadan yeniden inşa etmesini engellemeye yönelik silahsız ve saldırısız barışçıl anayasal protesto hakkının kullanıldığı meşru bir direniş eylemi olarak başlamıştır. 

İş başındaki siyasal iktidarın Gezi Parkına yönelik Topçu Kışlası yapımı kararında ısrarcı ve kararlı olması,  insanların anayasal protesto haklarını kullanmalarını engellemek için orantısız polis gücünü kullanması sonucunda eylemler tırmanmış ve diğer illere de sirayet etmiş, temelinde yasal ve meşru olan bu barışçıl direniş eylemine, zaman içinde bazı tahrikler ve polisin kullandığı orantısız şiddet nedeniyle kan karışmış,  ölümler ve yaralanmalar meydana gelmiştir. 

Sözün kısası, eyleme katılan insanlar;  durduk yerde, hadi meşru seçimle iş başına gelen hükümeti devirelim kastıyla ve hükümeti devirmeye elverişli vasıtalarla Gezi eylemlerine başlamamışlardır. 

Eyleme,  İstanbul ve İstanbul dışındaki birçok ilimizde binlerce kişi katılmış, ancak eyleme katılanlar;  hükümeti devirmek amacıyla ve  bu kasıt altında eylem yapmak üzere aralarında önceden  anlaşarak organize bir şekilde hareket etmemişler, eylemler spontane bir şekilde gelişerek birçok ilimize yayılmış ve siyasal iktidar elindeki emniyet güçlerini orantısız bir şekilde kullanarak eylemleri tırmandırmıştır. 

Eylemin amacı bellidir. Amaç; Yargı ve  Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararına aykırı olarak, halkın kullanımına açık olan  Gezi Parkında Topçu Kışlası yapma konusunda ısrarcı olan siyasal iktidarı demokratik yollarla, demokratik protesto ve gösteri hakkını kullanarak kararından döndürmektir. 

Demokrasilerde seçim zorunlu bir koşuldur ama tek koşul değildir. 

Demokrasilerde,  siyasal iktidarlar;  meşruiyetlerini demokratik seçimlerle kazanırlar.  Anacak, bu meşruiyetlerini anayasa ve yasalara riayet ederek dönem sonuna kadar sürdürmek zorundadırlar. 

Seçildim,  istediğim gibi keyfi her şeyi yaparım mantığı demokrasilerde söz konusu olamaz. Aksi halde, seçmenin, yani halkın anayasal demokratik protesto hakkı devreye girer. Gezi eylemleri de temelinde işte böyle bir demokratik eylemdir. 

Eylemin bütününde ve genelinde, zaman içinde sonradan  eyleme sızan kötü niyetli bazı illegal kişi ve kuruluşların,  gösteri  sırasında suç teşkil eden bazı şiddet eylemlerini gerçekleştirmiş olmaları,  gezi eyleminin geneline ilişkin meşruiyetine halel getiremez. Kaldı ki, o şiddet eylemlerine karışan gösterilere sızan  kişiler,  şimdi nerede, yakaladınız mı onları? Mahkum edilen ve mahkumiyetleri onan üç beş kişinin yasa dışı herhangi bir yasa dışı şiddet eylemi saptanmış mıdır?

Eylemde, hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun maddi ve manevi koşulları olmadığı gibi, teşebbüsün de yasal koşulları bulunmamaktadır. 

Tüm ülke çapında milyonlarca insanın spontane olarak katıldığı gezi olaylarının,  üç beş kişinin üzerine yıkılması, üç beş kişinin günah keçisi olarak seçilerek, yasal koşulları oluşmadan, şu anda haklarında  hiçbir suçlamada bulunulmayan milyonlarla irtibatları kurulmadan, kesin ve inandırıcı deliller elde edilmeden mahkum edilmeleri,   ne hukuken,  ne de vicdanen asla kabul edilemez. 

Yargıtay'ın onama kararı;  tamamen siyasal nedenlere dayanmakta olup,  hukuk dışı ve onur kırıcıdır.

Güner Yiğitbaşı

01/10/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget