Arpacıya borç eden ahırını tez satar. Atasözü
Osmanlı devletinin şimdiki başbakanlığa denk düşen ilginç sadrazamları vardı. Rüşvetçi, bazıları idam edilmiş, kimi de okuma yazma bilmeyenleri bile vardı. Bunlardan okumakta olduğum bir kitaptan Mütercim Mehmed Rüştü Paşa ile ilgili ilginç detaylara rastladık sizinle paylaşmak istedim. Bu arada o devirlerde borç batağındaki Osmanlı ile borç batağındaki ülkemizle kıyaslama yaparak ilginç ayrıntılara yer verdik.
Mehmed Rüştü Paşa (1881-1882) Sinop İlimizin Ayancık eski adıyla Ayandon kazasının Çanak Köyünün Geriş mahallesinden 1811 de doğmuş, Göbel oğullarından Hasan Ağa’nın oğludur. Babası kayıkçılık yapan fakir bir kişidir. 1825 yılında ll. Mahmud’un Yeniçerileri kaldırıp yerine kurduğu Asakair-i Muntazam’ya girer. Zamanla Kolağalık (Ön yüzbaşı) rütbesine yükselir, zamanla binbaşı olur. Mehmed Rüştü daha sonra Fransızca bildiği ve çeşitli çeviriler yaptığı için beğenilir Tarabya Karakoluna tayin edilir.
Bir gün Mehmed Rüştü’nün babası Kayıkçı Hasan, oğlunu Tarabya Karakolunda ziyarete gelmiş. Mehmed Rüştü’nün babasının kılık kıyafeti ve konuşması hal ve hareketi ortama pek uymadığı görülünce, oğlu Mehmed Rüştü babasının bu tavrından rahatsızlık duymuştur. Kendisinin Tarabya gibi asri bir ortamda “modern görüntüsünü” güya babası gölgelediğini düşünen Binbaşı Mehmed Rüştü Bey babası Kayıkçı Hasan’a şöyle der:
“Baba bir daha geleceğin zaman eve gel, karakola gelme” demiş. Kayıkçı Hasan, Oğlu Binbaşı Mehmed Rüştü’ye bu sözünden oldukça incinmiş ve hatta çok kızmış ki ona şöyle beddua etmiş:
“Allah sana ekmek versin de ekmeğine tuz vermesin” (ağız tadı vermesin) demiş. Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, yıllar sonra başına gelen sıkıntıları görünce “babamın bedduası tuttu” diye söylenirmiş.
Baba kayıkçı Hasan Hac yolunda katledildi
Kayıkçı Hasan biriktirdiği parası ile hacca gitmek ister. O sıralarda motorlu araçlar olmadığı için hacılar ve gezginci tüccarlar deve ile yolculuk yapmaktalar. Mütercim Mehmed Rüştü Paşa’nın babası Kayıkçı Hasan, deve ile yapacağı uzun hac yolculuğunda kendisine kılavuzluk edecek birini de bulur. Bu hac yolculuğu sırasında delil-kılavuz olan kişi Kayıkçı Hasan’ı parasını almak için yolda öldürür.
Babasının hac yolunda katledildiği Mütercim Mehmed Rüştü Paşa’ya haber verdiler. Böyle bir durumda çok insan babasını katledeni dava eder veya intikam almaya çalışır değil mi? Öyle olmuyor, herkesin Paşa’ya çok hayret ettiği bir durum olur ve Paşa şöyle der:
“Ben onu Allaha havale ettim” der. Halk buna hayret eder. (sf 19-20)
Padişah iradesine itiraz etti
Sultan Abdülmecid, yaverlerinden sevgisinin kazanan Şerif Ağa adındaki bir binbaşıyı taltif etmek istedi. Bir gün, o zaman seraskerlikte bulunan Mütercim Mehmet Rüştü Paşa’ya şöyle dedi:
“-Şerif Ağa’yı miralay (albay) yaptım”. Mütercim M. Rüştü Paşa padişahın bu iradesine karşı çıkarak şöyle der:
“-Şerif Ağa sayenizde miralay da olur, Liva (Paşa da) olur. Fakat sırayla olmalıdır. Binbaşılıktan miralay olunamaz” cevabını verdi. Abdülmecid bir süre sonra bunu tekrar etti. Mütercim Serasker Mehmed Şerif Paşa aynı şekilde itirazda bulundu. Mütercim seraskerlikte bulunduğu süre içinde Şerif Ağa’nın terfiini yapamadı. (Sf. 28-29)
İşte böylece padişah iradesine bile itiraz eden Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, buna benzer devlet yönetimindeki yanlışlıklara karşı durduğu için, Osmanlının o zamanki seçkin aydınlarından hiçbir yabancı devlet yanlısı olmayan (o devirde devlet adamlarının kimisi Rus, Fransız, İngiliz yanlıları imiş) Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895) onu şöyle anlatıyor:
“-İngiliz, Fransız, Rus yanlısı paşalar vardı. Rüştü Paşa ise ecnebiden bir tarafa mensubiyet lekesiyle töhmetli-kabahatli olmaktan yabancılara sırtını dayama suçunu işlememiş olmakla Rüştü Paşa tertemizdi”. (Sf. 29)
Osmanlı devlet adamlarından Ali Paşa, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa’yı şöyle över:
“-Rüştü Paşa o kadar değerlidir ki, devlet adamlarını terzinin bir gözüne, Rüştü Paşa’yı da diğer gözüne koysalar, Rüştü Paşa tarafı ağır basar”.
Fakat Mütercim Rüştü Paşa’yı Ali Paşa böylesine överken, özel toplantılarda Rüştü Paşa, Ali Paşa’yı eleştirince araları açılır. (Sf. 33)
Cumhuriyet tarihinde yolsuzluk ve adaletsizliğin, adam kayırma ve liyakatsizliğin, yalakalığın zirve yaptığı günümüzden 160-170 yıl kadar önce, sadece bir tane yalakalığa örnek olması için bir söylemi buraya almak istedik. O devrin Sadrazamı Fuat Paşa Padişah Abdulaziz’e torpilli bir iş için isteminin sonunda bakın neler yazmış:
“…Ve bu ifademi velinimetimin ayakları bastığı yerlere yüz bin kere yüz sürerek arz etmeyi gene sadrazamlıkla teklif eylerim. Herhalde ferman velinimetimizindir”. (Sf. 40)
Devran aynı devran Osmanlı gibi borç sarmalındayız
Hesapsız, plansız, liyakatsiz 21 yıl sürmekte olan yönetim yüzünden devletimiz tıpkı Osmanlı gibi nasıl borca battığımızı, yine Batılı bankerlerden, şimdi de Arap zenginlerinden borç almaya çabaladığımızı, nasıl enflasyon ve borç sarmalında bocaladığımızı devletçe milletçe yaşıyor görüyoruz. Hiç sözü uzatmadan açık söyleyelim, Saraydaki yöneticimizin “iki ayyaş” dediği Kuvayi Milliye’nin iki kahramanı Atatürk ve İnönü zamanlarında Cumhuriyet devrinde yokluklar ve sıkıntılar içinde yaptıkları nice eserleri, fabrikaları satıp parası ile saraylar, millet bahçeleri gibi “ucube” varlıklara harcayıp çarçur edilmese de bu paralar tarıma, sanayiye yatırılsa idi, inanın ülkede her alanda üretim artar, bu enflasyon ve pahalılığı çekmezdik. Şimdi borç batağındaki ülkemizde Saraydaki yöneticimiz halkın dar günlere sakladığı “yastık altındaki altınlarına takılarına” göz dikmiş vatandaşlardan onları istemekte. Yanlış yönetimin ceremesini biz halk çekiyoruz.
Buraya böylece eskilerin tabiriyle “mim” koyduktan sonra, yani not düştükten sonra yine 160-170 yıl önceki yönetime, emperyalist devletlerden borç alıp saraylar yapan Osmanlı padişahlarının yönetimine dönelim. O zaman da böyle borç batağına saplanan Osmanlı yönetimi halkın elindeki altın-gümüşlere göz dikmişti. Bu darlık borç durumu için devrin Padişahı Abdulaziz ile Sadrazam Fuat Paşa arasındaki ibretlik şu konuşma tarihçilerin sayfalarına şöyle yansımıştı:
“Fuat Paşa, mali sıkıntıyı gidermek için, altın-gümüş, kap-kacak takımını yasaklamak ve herkesin elinde olan bu kap-kacağı toplayıp para kestirmek gibi konularda fetva bile almıştı. Sultan Abdülaziz bu konuda Fuat Paşa ile konuşurken şöyle diyor:
“-Bu iş nasıl olur? Sultanların yemek yediği kaplar nasıl alınır? Mesela onların seyir yerlerinde su içtikleri gümüş tasları var. Bunlar alınır mı? Deyince Fuat Paşa da şu yanıtı verir:
“-Hay hay efendim, onları da alırız. Allah göstermesin Osmanlı Devleti’ne bir fenalık gelip de Efendimiz Konya’ya doğru yola çıkıp, bizler de ar4kanıza düşüp giderken, Sultan efendiler bu taslarla Ayrılık Çeşmesinden su mu içecekler? Demiş ve ayrıca şunu eklemiş:
“-Efendimiz saltanat varisisiniz. Lakin bir borçlu Türkiye’ye varis oldunuz” demek gibi cesurca ve fedakârca sözler söylemiş ve bu suretle vaziyetin ne derece nazik olduğunu layıkı şekilde arz etmiş.
Bunun üzerine planlanan tasarruf ve idare kararı, dost düşman herkes tarafından kabul görerek mali itibar önemli ölçüde geri geldi ve Avrupa Devletleri nezdinde alınması tasarlanan borçlanma işi uygulamaya konularak, devlet biraz nefes aldı…” (Sf.44-45).
O sıralarda Sadrazam olan Mütercim Mehmed Rüştü Paşa devletin borç sıkıntısı yüzünden çaresiz kalır, öyle ki hazine tamtakır, devlet memurların bile maaşlarını ödeyememektedir, memurlar altı aydır maaş alamıyordu. Borç faizlerin ödeme vadesi günü geldiğinden Osmanlı kabinesi şaşkınlık içinde kalır.
Sonunda aşar gelirlerinden bir miktar borçlanma bedeliyle Mısır Eyaleti vergisi karşılık göstererek hem faizleri hem de memur aylıklarından bir aylığını ödemek için Galata Bankerlerinden iki milyon lira borç alındı. (Sf. 46)
Şimdiki AKP-RTE iktidarının öve öve göklere çıkardığı ll. Abdulhamid’in borç para alabilmek için Filistin Topraklarının Musevi bankerlerine satılmasına nasıl göz yumduğu biliniyor. Cumhuriyette yazan Sayın Işık Kansu’nun 8.9.2023 günlü “Filistin’den Çıkan Ders” başlıklı yazısından buna ilişkin şu alıntıyı yapalım: “Abdulhamid, dünyaca ünlü Musevi zenginlerinden Rothschild ailesinden borç almıştır. Bu borcun hemen ertesinde Rothschild ailesi, Osmanlı toprağı olan Filistin’de Rusya Musevileri için koloniler kurmak üzere büyük toprak sahaları satın almaya başlamıştır”. Öyle ki ll. Abdülhamid’in borç aldığı Musevi zengini Rothschild’le başlayan Filistin’de toprak satışı devam ederek yüz binlerce dönüm Filistin toprağı Yahudilere satılmıştır”. Gördüğünüz gibi borç padişahlarımıza, başbakan ve Cumhurbaşkanımıza kadar toprak sattırıyor. Günümüzde de Fırat boylarından Doğu Karadeniz yaylalarına kadar kaç bin dönüm toprak (özellikle Musevilere) satıldı bilmiyoruz. Ne ki ülkemizde borç yüzünden vatandaşlık bile satılıyor.
Böylece Filistin’e toplaşan Musevilere 1948 lerde BM tarafından devlet olma olanağı sağlanmıştı. O günden günümüze kadar bu topraklarda Museviler tarafından Filistin halkına tarihin en büyük acıları yaşatılmakta ve de gıdım gıdım toprakları ellerinden gitmekte.
Aradan 160-170 yıl geçmiş, şimdilerde de o azınlık bankerlerin torunlarından İngiliz bankerlerinden T.C. yönetimi faizle borç almıyor mu? Borç almak için onların kapılarına kadar (İngiltere’ye) gitmiyor mu? Padişah ll. Abdülhamid zamanında borç almak için başlayan Filistin’de zengin Musevilere satılmaya başlayan toprakların günümüzde nasıl bir kan gölüne döndüğünü görünce bu acı gerçekleri paylaşmak istedim.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Yorum Gönder