Eylül 2023
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Vergi Ödevi Ve Anayasa Mahkemesi'nin Mtv Kararı
Anayasamızın 73 maddesinin başlığı Vergi ödevidir. 

73.  maddeye göre ; herkes,  kamu giderlerini karşılamak üzere,  malî gücüne göre,  vergi ödemekle yükümlüdür. 

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı,  maliye politikasının sosyal amacıdır. 

Vergi,  resim,  harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur,  değiştirilir veya kaldırılır. 

Demek ki, anayasamıza göre ;  herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere ; 

Mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. 

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı asıl amaçtır. 

Dikkat edilirse,  vergi yükümlüsünün T. C. Vatandaşı olması gerekmiyor. 

Ülkemizde yaşayan ve ülkemizde bir gelir elde eden ve/veya vergiye tabi bir mal ve hizmet satın alan, mal edinen herkes,  vatandaş olsun veya olmasın ülkemizde vergi yükümlüsü olarak kabul edilmiştir. 

Vergi yükünün ; mali gücün yanında,  adaletli ve dengeli de olması zorunludur. 

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkesi,  çok önemlidir. 

Bizim ülkemizde vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtıldığından asla bahsedilemez. 

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtıldığından bahsedebilmek için, bizim ülkemizde vergi gelirlerinin neredeyse üçte ikisini karşılayan, mal ve hizmet satımı karşılığında, mali gücüne bakılmaksızın zenginden de fakirden de eşit oranda alınan, KDV ve ÖTV gibi  vasıtalı vergilerin miktar ve oranlarının  minimum düzeyde olması ve asıl verginin gerçek kazançlar üzerinden alınması,  zorunludur. 

Vasıtalı vergilerin toplam vergi hasılatının büyük bölümünü oluşturduğu ülkemizde demek ki ; anayasamızın 73. maddesindeki açık emre rağmen,  vergi yükü adaletli ve dengeli bir şekilde dağıtılmamakta ve anayasaya aykırı bir vergi düzeni hüküm sürmektedir. 

İşte Anayasa Mahkemesinin ; dün açıklanan kararıyla onay verdiği,  iktidarın çıkardığı bir yasa ile aynı vergi döneminde ikinci kez tahsiline olanak sağlayan ek motorlu taşıtlar vergisi de, taşıtların özelliklerine göre miktarları  farklılık gösterse de, aynı özelliğe sahip taşıtlara sahip olan zenginden de fakirden de aynı miktarda alındığı için,  adil olmayan bir vasıtalı vergi olup, zaten bünyesinde adalet içermeyen motorlu taşıtlar vergisinin,  bir de,  ikinci kez tahsiline yeşil ışık yakılması, yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesinin açık bir anayasa ihlalidir. 

Anayasa ihlallerini denetlemekle görevli ve yetkili bir yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesinin,  dünkü anayasaya aykırı kararı, bir vatandaş ve hukukçu olarak bizi endişeye sevk etmiş, yargıya olan ve giderek azalan güven duygumuzu yok etmiştir. 

Deprem gerekçe yapılarak siyasal iktidar tarafından ek kaynak yaratmak amacıyla ek vergiler alınacaksa,  bunun adresi ;  çok kazanan gerçek usulde vergilendirilen mali gücü yüksek kişi ve kuruluşlar olmalıdır. Anayasanın 73.  maddesinde yer alan vergi yükü adaletli ve dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır ilkesi,  bunu gerektirmektedir. 

Siyasal iktidar ;  yine kolaycılığa kaçmış ve kaçırılması mümkün olmayan dizginleri kendi elinde bulunan, ödenmemesi halinde ; örneğin,  devir ve satış imkanını ortadan kaldıran, trafiğe çıkabilmek için yaptırılması gerekli olan ve yollarda sık sık kontrol ve denetime tabi  fenni muayeneye sokmama gibi, göze alınması imkansız pratik bazı yaptırımlara ve hak kayıplarına yol açan motorlu taşıtlar vergisine ek vergi getirerek, sözüm ona kurnazlık yapmış,  kendi vatandaşını acımasızca zora sokmuş ve adeta tuzağa düşürmüştür.  

Maalesef,  Anayasa Mahkemesi de,  anayasaya aykırı olan bu ek motorlu taşıtlar vergisine, 2003 yılındaki içtihadını görmezlikten gelerek onay vermek suretiyle,  anayasa dışı bir karara imza atmıştır. 

Anayasa Mahkemesinin ;  ek motorlu taşıtlar vergisine onay vermediği 2003 yılındaki doğru olan kararından bu yana, Anayasamızda değişen hiçbir şey yoktur. 

Tek değişen şey ; yargı bağımsızlığının yok olması ve Anayasa Mahkemesinin ;  üye seçim ve atamalarından kaynaklı bugünkü siyasallaşması, bağımsız ve tarafsız gerçek bir  yüksek mahkeme olma özelliğini yitirmesidir.

Güner Yiğitbaşı

29/09/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bunun Adı İktidarın Yanlış Olan Sığınmacı Politikasını  Koruma Altına Almaktır
Bu ülkede, asıl kast ve  maksatları suç işlemek olmayan,  Türk Halkını;  ülkemizdeki Suriyeli ve diğer sığınmacılara yönelik kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve onları aşağılama olmayan, sadece iktidarın sığınmacı politikalarını, onlara kendi vatandaşlarına sağlamadığı imkanları, karşılıksız bazı ayrıcalıkları tanıdığı, ülkenin kıt imkanlarına sığınmacıları ortak ettiği, siyasi rant uğruna Türk vatandaşlığına alarak ülkenin ileride beka sorunu haline gelecek olan demografik yapısına zarar verdiği için, iktidarı sığınmacılar üzerinden eleştirmekten öte, herhangi bir  suç işleme ve aşağılama kasıtları olmayan, sığınmacıları açıkça hedef göstererek onlara karşı, vurun, öldürün, iş yerlerini yıkın yakın, talan edin,  yaralayın ve benzeri şiddet, kin ve düşmanlık içeren suçların işlenmesi için halkımızı alenen tahrik eden hiçbir suç teşkil eden davranışları  olmadığı halde,  bazı duyarlı insanlarımızın ve gazetecilerin soruşturmaya tabi tutularak gözaltına alınmaları ve hatta tutuklanmaları, siyasal iktidarın yargıyı sopa olarak kullanarak, kendilerinin oy deposu olarak gördükleri, velinimetleri sığınmacıları açıkça koruma altına alarak sığınmacı politikalarını dokunulmaz ve eleştirilemez kılmaktır. 


Sığınmacı sorununu kökten çözecek yerde, sığınmacıları,  koşulları olmadığı halde kolayca vatandaş ve ülkemizde kalıcı yapmayı,  ülke yararını göz ardı ederek,  sığınmacıları kendi siyasi yararı için kullanmayı amaç edinen siyasal iktidar, bu konuda en ufak bir eleştiriye dahi tahammül edememektedir. 


Biz, muhalefete seslenerek ve ısrarla;  son seçimde kaç sığınmacının vatandaş yapılarak onlara oy kullandırıldığının,  sayıca net bir şekilde belirlenerek kamu oyuyla paylaşılmasını, Millet İttifakının seçim yenilgisinin en önemli nedenlerinden biri olan bu gerçeğin açığa çıkarılmasının, seçim yenilgisinin doğru bir şekilde teşhis ve değerlendirilmesi için elzem olduğunu sürekli yazıyoruz. Ama muhalefet tınlamıyor bile. 


Evet bunda ısrarcıyız. Kaç sığınmacı vatandaş yapılmış ve son seçimde oy kullanmıştır?


Bunun net olarak ortaya çıkarılamaması seçim yenilgisinin en doğru bir şekilde teşhisini ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesini zorlaştıracaktır. 


Bu yapılmadığı sürece, ana muhalefet partisi CHP,  istediği kadar değişsin,  on takla atsın,  silkelensin,  beyhude bize göre. 


Halkımızın;  en tabii hakkı olan iktidarın sığınmacı politikasını,  kendilerinin ve ülkelerinin yararı için haklı olarak eleştiren beyanlarını, sığınmacılara yönelik kin ve düşmanlığa alenen tahrik olarak değerlendirerek sertleşen ve yargıyı sopa olarak kullanmaya kalkışan siyasal iktidarın; hukuk dışı bu açık tavrına bakıldığında,  siyasal iktidarın sığınmacıları  ve oylarını, kendi siyasal geleceği ve yararı için kıymetli gördüğünü onları velinimet kabul ettiğini,  ciddi olarak düşündürmekte olup,   ülkemizde vatandaş yapılan ve oy kullanan tüm sığınmacıların gerçek sayısı, mutlaka belirlenerek kamuoyu ile paylaşılmalıdır. 


Bunda da, en büyük görev;  en başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere,  tüm muhalefet partilerine düşmektedir. Peşini bırakmadan bu görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidirler.

Güner Yiğitbaşı

25/09/2023 

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

İçtiği Sözde  Zehiri Ve Kini Kusan Bir Hanımefendi
İYİ PARTİ Genel Başkanı AKŞENER; yaptığı ifşaatlarla, güvenilir bir siyasetçi olmadığını göstererek, Türk kamuoyunu şaşırtmaya devam ediyor. 


Hanımefendi; CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU'na yönelik kinini kusmaya devam ediyor. KILIÇDAROĞLU sustukça o konuşuyor. Konuştukça da batıyor,  ama farkında değil maalesef. 


2023 seçimlerini bir kenara bırakmış, hızını alamayarak,  şimdi de daha gerilere giderek 2018 sçimlerinin dedikodusunu yapmaya başladı. Neymiş efendim,  KILIÇDAROĞLU'na 15 milletvekili borç istemeye gittiğinde,  KILIÇDAROĞLU'nun;  kendisine,   ABDULLAH GÜL'ü aday göstereceklerini söyleyerek,  onun adaylığına ikna etmeye çalıştığını,  ancak partisinin kendisini aday göstermesi nedeniyle bu teklife evet demediğini,  kendisine zehir içirilmeye çalışıldığını beyan ederek, adeta kin kusuyor. 


AKŞENER'in psikolojisinin,  seçimlerde umduğunu bulamayınca,  gerçekten çok bozulmuş olduğu anlaşılıyor. 


Kendisine ödünç 15 milletvekili vererek yardımcı olan ve seçimlere katılmasına ve meclise girmesine olanak sağlayan CHP lideri KILIÇDAROĞLU ile arasında beş yıl önce geçen konuşmaları,  hiç gereği ve ülkemiz için hiçbir yararı yokken,  bugün gündeme taşıması ve duygu sömürüsü yapmasını anlamak, asla mümkün değildir. 


Bunun tek nedeni vardır. O da seçim başarısızlığının nedeni olarak gördüğü altılı masanın mimarı ve ortak cumhurbaşkanı adayı KILIÇDAROĞLU'na karşı beslediği kini kusmak ve KILIÇDAOĞLU ve onun şahsında CHP' yi itibarsızlaştırarak, eriyen İYİ PARTİ tabanını ve seçmen sayısını bir arada tutmak ve daha da güçlendirmek arzusudur. 


AKŞENER; bu şekilde CHP seçmen tabanından da kendi partisine güç devşirme çabası içine girmiş olup; bu şekilde, ağzında bakla ıslanmayan, fevri, güvenilmez, haşin ve sert, sürekli yalpalayan ve zikzaklar çizen, istikrarsız bir portre çizmeye devam ettiği sürece,  bu emeline asla nail olamayacak, partisini daha da küçültecektir. 


Ne olduysa olmuş, adaylıkları uğruna altılı masayı devirdiği İMAMOĞLU ve YAVAŞ karşına, asla seçilemeyeceklerini çok iyi bildiği halde, güya partisinin gücünü ve özgül ağırlığını belirlemek amacıyla,  kendi partisinin adaylarını çıkarma kararı alan AKŞENER;  yine büyük bir stratejik ve taktik hataya imza atmıştır. 


Bize göre, bu akıl dışı kararında;  CHP ve KILIÇDAROĞLU ile Cumhurbaşkanlığı ortak adaylıklarına AKŞENER'e rağmen sıcak bakmayan İMAMOĞLU ve YAVAŞ'dan,  siyaseten intikam alma arzusunun da ağır bastığını zannediyoruz. 


Evet, AKŞENER ve partisinin 2024 yerel seçimleri için aldığı karar doğrultusunda İstanbul, Ankara ve İzmir'de aday çıkarmaları,  AKŞENER'in siyas hayatını noktalayacaktır. Zira, bilinçli İstanbul, Ankara ve İzmir seçmeni, parti farkı gözetmeksizin, başarılı çalışmalarıyla halkın gözbebeği olan İMAMOĞLU, YAVAŞ ve SOYER'e oy vererek sandıkta işbirliği yapacaklardır. 


Yerel seçimlerde,  bu nedenle büyük oy kaybına uğrayacak olan İYİ PARTİ; bu büyük oy kaybını,  yerel seçimlerin dinamikleriyle izah edemeyecek ve yerel seçimlerde aldığı düşük oy oranı ile anılmaya mahkum olacak ve kendi düşen ağlamayacaktır.

Güner Yiğitbaşı

20/09/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sayın Erdoğan Bırak Anayasayı Değiştirmeyi Sen Önce O Beğenmediğin 1982 Anayasasını Bir Uygula Ve Akaryakıtın Alevini Söndür Sonra Düşün Anayasa'yı

Sayın Erdoğan Bırak Anayasayı Değiştirmeyi
Daha on gün önce “ANAYASALAR NİÇİN DEĞİŞİR?” başlıklı bir makale yazıp paylaşmıştım. 


Demiştim ki; 


“Mevcut anayasalar,  niçin değiştirilirler?


Mevcut anayasa özgürlükçü, demokrat ve laik değildir, anayasada yer alan açık hükümlerle bazı özgürlüklere sınırlar ve yasaklar getirilmiştir, özgürlüklere yönelik bu sınırların ve yasakların kaldırılarak,  daha özgür, demokrat ve laik bir toplum yaratma ihtiyacından dolayı,  anayasalar pozitif ve olumlu olarak değiştirilebilir. 


Ya da, mevcut anayasa;  içerdiği hükümleri itibariyle olabildiğince  özgürlükçüdür,  demokrat ve laiklikten yanadır. Ama, buna rağmen, mevcut iktidar; bu özgürlükleri kullanarak iktidara geldiği halde,  fiilen bu özgürlükleri ve laikliği içine sindirememektedir, laikliği ve özgürlükleri, anayasaya rağmen  sürekli ihlal etmektedir, bu fiili durumu hukukileştirmek için,  mevcut anayasayı geriye doğru, olumsuz olarak değiştirmek ister. 


Demokrasi ve özgürlükler bilinci,  kültür ve refah düzeyi gelişmiş, laik toplumlarda,  aslında yazılı bir anayasanın mevcudiyeti dahi gerekli değildir. İngiltere’de olduğu gibi. ”


Sarayın tek adamı partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; darbe anayasası olarak suçladığı 1982 anayasasının mutlaka değişmesi ve yeni bir anayasa yapılması konusundaki ısrarını sürdürüyor. 


ERDOĞAN'a sormak lazım. Sayın ERDOĞAN;  beğenmediğin ve aslında hiç uygulamadığın, 1982 anayasasında yer alan,  darbecilerin tanıdığı özgürlüklere dahi tahammül edemiyorsun, en basit barışçıl ve silahsız  toplantı ve gösteri yürüyüşlerini dahi, beni devirecekler korkusuyla,  insanlara çok görüyorsun, önemli toplumsal davaların aleni duruşmalarını,  mahkemelerin gizlilik kararı olmadığı halde,  gazetecilerin ve vatandaşların izlemelerini,  polis barikatları ve kalkanlarıyla sert bir şekilde önlüyorsun, sonra da,  bu özgürlükleri vatandaşına tanıyan 1982 anayasasını darbeci diyerek suçlayarak değiştirmek istiyorsun. 


Bu tutumunda gerçekten bir anormallik ve gariplik var Sayın ERDOĞAN. 


Gerçekten sen ne yapmak istiyorsun?


Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi?


Sayın ERDOĞAN; uygulanmayan ve aksayan sonuçları açıkça görülmeyen anayasalar değiştirilmek isteniyorsa,  kusura bakma ama,  bunda kesinlikle bir kötü ve art niyet vardır. Sen,  önce o beğenmediğin darbeci olarak suçladığın 1982 anayasasını eksiksiz uygula, onun tanıdığı tüm özgürlükleri engellemeden halkına kullandır,  anayasada yer alan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, basın özgürlüğü, laiklik gibi temel ilkelere riayet et, saygılı ol ve uygula, özgürlükler aleyhinde aksayan bir yönü varsa, özgürlükleri daha da genişletmek amacıyla, demokratik yönde bu anayasayı değiştirmek üzere harekete geç lütfen. 


Bugüne kadar ki uygulamalarından ve özgürlük anlayışından çıkardığımız kesin sonuca göre; sen, eleştirdiğin 1982 darbe anayasasının vatandaşa tanıdığı hak ve özgürlükleri,  yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını içine sindiremiyorsun ve 1982 anayasasını daha da geriye götürerek, tek adama dayalı bu ucube sistemi daha da sağlamlaştıracak, yetkilerini daha da genişletecek, bir dönem daha Cumhurbaşkanı kalmanın önünü açacak,  siyasal İslamcı bir düzeni,  yapacağın yeni anayasa ile meşrulaştırarak sarayında çok daha rahat ve huzur içinde iktidarını sürdürmek istiyorsun. 


Sayın ERDOĞAN; bir elbise alırken dahi, üzerimize bir giyer prova ederiz. Elbise bedenimize bol mu gelecek,  dar mı gelecek,  yoksa cuk oturacak mı diye. 


Şu beğenmediğin darbecilikle suçladığın 1982 anayasasının tanıdığı tüm özgürlükleri, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu ilkelerini bir uygula görelim bakalım. Bu anayasa mevcut haliyle halkımıza bol mu geliyor,  yoksa dar mı geliyor. 


Ondan sonra düşünürüz hep birlikte, 1982 Anayasasını değiştirelim veya değiştirmeyelim diye. 


Sayın ERDOĞAN; size bir teklifim var. Anayasadan önce,  şu neredeyse her gün fiyatı artan, domino etkisiyle maliyet enflasyonunu sürekli yukarı çeken, böyle giderse sittin sene enflasyonu kontrol altına almayı asla başaramayacağınız, sosyal patlamalara neden olacağınız akaryakıt fiyatlarına,  ne yapacaksanız bir an önce yapıp bir çare bulunuz, gerekirse vergi yükünü tamamen kaldırınız, devlet olarak sübvanse ediniz, ama,  lütfen; ne yapalım,  dolar yükseliyor, varil fiyatı yükseliyor bahanesine sığınmayınız. Şunu da unutmayınız, dolar niçin yükseliyor, Türk Parası niçin değer kaybediyor, bunun da sorumlusu sizsiniz, doları sabit tutabilmek, Türk Parasının değerini koruyabilmek için alınması gereken her türlü tedbiri almak benim görevim değil,  iktidar ve tek adam olarak sizin asli göreviniz, yapamıyorsanız istifa kurumunu kullanınız, Sizi o makamda zorla tutan yok. 


Sayın ERDOĞAN; şunu da biliniz ki; seyahat özgürlüğü, konut dokunulmazlığı ve sair klasik anayasal özgürlüklerin, kağıt üzerinde anayasalarda yer alması yeterli değildir. Bu özgürlüklerin kullanılabilir hale getirilmesi de gerekir,  bu da ekonomik özgürlüklerle sağlanır. Anayasada yer alan seyahat özgürlüğüne rağmen, akaryakıt zamları nedeniyle en kısa mesafe ulaşım bilet ücretleri halkın ödeme gücünü aşacak fahiş boyutlara gelmişse, anayasada yer alan  klasik seyahat özgürlüğünün bir anlamı olamaz,  sadece kağıt üzerinde kalır. 


Keza, insanlar gelirleri yetmediği, ekonomik özgürlükleri olmadığı için konut sahibi olamıyorlar,  ev kiralarını dahi karşılayamıyorlar ve parklarda yatmak zorunda kalabiliyorlarsa, parkta açık havada yıldızları sayarak uyumak zorunda bırakılmaları nedeniyle,  konut dokunulmazlığı özgürlüklerini kullanamıyorlar demektir. 


Demem o ki; ekonomik özgürlükler, klasik özgürlüklerin hayata geçirilebilmesi uygulanabilmesi için zorunludur. Ekonomik özgürlük yoksa,  klasik özgürlük de fiilen yoktur. 


Ekonomik özgürlük ve bağımsızlık; borç batağına gömülen ülkemiz için de bir beka sorunudur. Ekonomik özgürlükleri ve bağımsızlıkları yok olan ülkeler, eninde sonunda yok olmaya mahkumdurlar. 


Sayın ERDOĞAN; şimdilik maruzatım bu kadar. Sizin anayasayı değiştirmeden önce yapacağınız çok acil ve önemli işler var Sayın EDOĞAN. 


Sakın unutmayınız, akılsız ve sizi uyarmayan dostlarınız olacağına, akıllı ve yapıcı olarak sizi uyaran düşmanlarınız, daha doğrusu muhalifleriniz olsun.

Güner Yiğitbaşı

13/09/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kirli Siyaset Ve İmamoğlu'nun Şansı
Temiz siyaset ne için yapılır?


Öncelikle,  ülkenin ve ülke insanlarının yararları için yapılmaz mı?


Siyasi partilerin,  demokrasinin vazgeçilmez unsurları olmasının asıl nedeni de bu değil midir?


Ama, ülkemizde maalesef yürürlükte olan siyaset kirli siyaset olunca, kişisel ve partisel yarar ve menfaatler,  ülke yararının ve menfaatlerinin önüne geçiyor maalesef.  


İYİ PARTİ'nin;   istikrarsız,  sürekli yalpalayan, zikzaklar çizen  lideri AKŞENER ne diyor?


İttifak falan yok, yerel seçimlerde 81 ilde de kendi adaylarımızı çıkaracağız, ağırlığımızı ölçeceğiz, yani boyumuzun ölçüsünü alacağız, biz Halk Partisinin adaylarını kazandırmak için kurulmadık, bu kararımızın olası sonuçlarına katlanmaya razıyız diyor,  mealen.  


AKŞENER'in bu beyanlarından açıkça anlaşılıyor ki;  ülkenin  ve halkımızın yararlarına öncelik vermiyoruz,  partimizin yararları ülkemizin yararından önce geliyor, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin yeniden AKP'nin eline geçmesi, belediyelerin kaynaklarının,  AKP'nin kontrolündeki ve arka bahçeleri konumundaki dinci laiklik karşıtı vakıf ve cemaatlere hortumlanarak halkın parasının üzerine çökülmesi , AKŞENER'i ve partisini hiç ilgilendirmiyor, partinin yararları,  ülkenin ve vatandaşların yararlarının önüne geçiriliyor.  


İşte bu siyaset,  kirli siyasetin ta kendisidir.   


Bu hanımefendi değil miydi?


KILIÇDAROĞLU seçilemez adaydır, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU veya Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Mansur YAVAŞ kesinlikle seçilecek adaylardır diyerek,  altılı masayı deviren ve seçimin kaybına neden olan.  


Şimdi ne değişti de, Cumhurbaşkanı olmaları için can atan ve altılı masayı devirecek kadar gözü dönen AKŞENER, İstanbul ve Ankara’da yeniden aday olacak olan İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ın karşılarına kendi partisinden adaylar çıkararak,  bu iki değerli başkanın seçilmelerini zora sokuyor, hem de kendi adaylarının asla ve kesinlikle seçilemeyeceklerini bildiği halde?


Bu sorunun makul hiçbir karşılığı yoktur.  


AKŞENER;  cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki aday belirleme tutumuyla taban tabana zıt ve çelişen  bu akıl ve mantık dışı tutumu ve kirli politik tavrıyla,  sanırım hem kendisinin,  hem de lideri olduğu İYİ PARTİ'nin sonunu hazırlıyor, adeta siyasi jübilesini yapmaya hazırlanıyor.  


AKŞENER'in kendi siyasi hayatının sonunu hazırladığı bu politik tavrı, belki Ekrem İMAMOĞLU için bir şans olabilir, mevcut konumunun ve popülerliğinin avantajlarını çok iyi kullanarak,  kendisinin İstanbul İttifakı olarak nitelendirdiği,  her partiden seçmenin sandıkta işbirliğini sağlayıp yeniden İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimini kazanırsa, en başta CHP Genel Başkanlığı olmak üzere, siyasette tüm kapılar kendisi için ardına kadar açılır.  


Partiler arası ittifaksız yapılacak olan 2024 yerel seçimleri, İMAMOĞLU için bir referandum ve güven oylaması olacaktır bize göre.

Güner Yiğitbaşı

13/09/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Erdoğan'ın Ülkeye Yaşattığı Ekonomik Kısır Döngü
Bugün 12 Eylül 2023. 


12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana,  tam 43 yıl geçmiş. 


43 yıla rağmen;  ekonomide, refah düzeyinde, kişi başına düşen milli gelirde,  özgürlüklerde, demokrasi anlayışında, siyasette, yargıda, yargının bağımsızlığında,  ülkenin uluslararası saygınlık derecesinde ve birçok alanda,  ileriye giden, daha olumlu, bir gelişme var mı?


Maalesef,  bu sorumuzun cevabı,  koskocaman bir hayır. 


Bu nedenle, ülkeyi 12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana geçen 43 yıl zarfında ve her alanda daha da kötüye götüren iş başındaki siyasal İslamcı, demokrasi, özgürlükler ve laiklik karşıtı tek adam yönetiminin hüküm sürdüğü bugün, tümü hakkın rahmetine kavuşmuş olan, yaşananların da tek sorumlusu kendileri olmayan, 12 Eylül 1980 askeri darbesini yapanları eleştirerek ve lanetleyerek onlara haksızlık yapmayı düşünmüyor ve bugünün 12 Eylül dönemini aratmayan koşullarında,  12 Eylül askeri darbesine yönelik eleştirel bir  yazı yazmanın ülkemize hiçbir yararının da olmadığını düşünüyoruz. 


Bu itibarla bugün, siz okurlarla ekonomiye yönelik bir fikir jimnastiği yapmayı uygun buluyoruz. 


Seçim kazanan ERDOĞAN; daha önce yıkandığı suda yıkanmayı deneyerek, daha önce yerden yere vurduğu ekonomi politikasını ve icraatlarını beğenmediği için yanından uzaklaştırdığı Mehmet ŞİMŞEK'i,  yalvar yakar uzun bir uğraşıdan sonra tekrar ekonominin başına getirdi ve görünen o ki; Mehmet ŞİMŞEK sanırım müdahale edilmemesini şart koştuğu için,  şimdilik,  büyük ekonomist ERDOĞAN'ın;  faiz sebep, enflasyon sonuç teorisini terk edip, faizleri artırarak, dolaylı vergileri artırarak, fiyatlarını iktidarın belirlediği birçok temel ihtiyaç maddelerine, akaryakıta vergi ve pompa bazında büyük zamlar yaparak iş başı yaptı ve millet bu zamların etkisiyle inim inim inler hale getirildi. 


Ülkemizin en büyük ekonomik sorunu; halkımıza,  pahalılık ve enflasyon olarak yansıyan; yeteri kadar üretmeden tüketmek, ürettiklerini de dışa bağımlı hammadde ağırlıklı olarak üretmek, üretemediklerini dışarıdan dövizle ithal ederek halka sunmak, bu nedenle sürekli döviz açığı, yani cari açık vermek, itibardan tasarruf olmaz şark kafasıyla kamudaki aşırı lüks ve israfı önleyememek, devletin giderlerini ürettiklerinden elde ettiği gelirlerden ziyade fakir halkın cebine el uzatarak özellikle dolaylı vergiler yoluyla elde ettiği vergi gelirleriyle karşılamak, her sene artarak sürekli bütçe açıkları vermek, dövizdeki arz ve talep dengesini kuramadığı için döviz fiyatlarının yükselişine engel olamamak, bu nedenle özellikle dışa bağımlı, dövizle karşılanan akaryakıt ithalatının tüm döviz yükünü, devlet olarak bir miktar sübvanse edemeyerek,  fazlasıyla fakir halkın sırtına yüklemek ve tüm bu olumsuzlukların sonucunda, ülkedeki tüm hizmetlerin ve üretilen malların maliyetlerinin yükselişine, bunun sonucu olarak da, içinde yaşamakta olduğumuz aşırı hayat pahalılığına, bir başka anlatımla maliyet enflasyonuna engel olamamak. 


Tam bir kısır döngü. 


Bizi yönetenler; acaba,  kısaca hayat pahalılığı olarak hissettiğimiz enflasyonun, talep ve maliyet enflasyonu olarak iki ayrı türünün olduğunu, şu anda içinde yaşamakta olduğumuz hayat pahalılığı ve enflasyonun talep değil bir maliyet enflasyonu olduğunu ve bu iki ay tür enflasyonla,  değişik yönetimlerle mücadele edilmesinin gerekliliğini biliyorlar mı dersiniz?


Bize göre bilmiyorlar. 


Evet ülkemizde, önemli bir talep enflasyon yoktur. Yani üretilen mal ve hizmetlerin arzının, halkın talep ve tüketimine yetmediğini kimse iddia edemez. 


Emekçi sınıfın;  gayrisafi milli hasıladan hak ettiği payı alamadığı, emeğiyle çalışan çoğunluğun,  alın terinin karşılığı, insanca yaşaması için gerekli asgari düzeydeki ücreti alamadığı, sırtına yüklenen ağır vasıtalı vergilerle de alım gücünün yok edilerek, asgari ihtiyaçlarını dahi gideremediği, taleplerinin sınırlı elzem ve hayati ürünlerle kısıtlı hale getirildiği ülkemizi de; bir talep patlamasının olduğunu,  arz ve talep dengesinin arz aleyhine bozularak,  bir talep enflasyonu ve pahalılığının olduğunu,  kimse savunamaz. 


Bu gerçeğe rağmen, iş başındaki saray yönetiminin ekonomiden sorumlu bakanı ve Merkez Bankası ne yapıyorlar?


Bir takım para oyunlarıyla; örneğin, kredi kartı limitlerini ve taksit sayısını azaltarak, dönem sonu asgari ödeme miktarlarını çoğaltarak, ihtiyaç kredilerini kısarak ve faizlerini artırarak,  talebi daha da kısarak, borçla ancak geçinebilen halkın boğazını sıkıp,  enflasyonu ve hayat pahalılığını önleyebileceklerini sanıyorlar. Yani, okulları kapatarak milli eğitim sorununu çözmek istiyorlar. 


Ekonomide yapısal değişiklikleri yapamayan, ülkeye döviz kazandıracak katma değeri yüksek dışa bağımlı olmayan sanayi ürünlerinin üretimini sağlayacak yatırımları gerçekleştiremeyen, ülkenin tüm varlıklarını taşa ve toprağa yatıran, üretimi yok eden, devleti mirasyedi gibi yöneten, verimli arazisi, iklimi ve çalışkan çiftçisiyle,  kendisine yetecek ve hatta ihraç ederek ülkeye döviz kazandıracak tarım ve hayvancılık ürünlerini üretecek büyük bir potansiyele sahip olmamıza rağmen, bu potansiyeli ateşleyecek bir tarım ve hayvancılık politikasını yürürlüğe koyamayan, tarım ve hayvancılık ürünlerini dahi dışarıdan ithal ederek,  altın değerindeki ülke dövizlerini çarçur eden, sanayicisine, tarımla ve hayvancılıkla uğraşan köylüsüne ekonomik destek sağlayamayan, enerjideki, özellikle doğalgaz ve mazottaki fiyat artışlarını,  olduğu gibi bu kesime de yansıtarak maliyet enflasyonunun ve dolayısıyla hayat pahalılığının yaratılmasında başrol oynayan, alın teriyle kazanmadığı için,  fakir halktan topladığı vergi gelirlerini,  kendisinin ve partisinin ve yandaşlarının yararına kullanmayı şiar edinmiş olan  bir siyasal iktidarın varlığıdır, ülkenin yaşamakta olduğu enflasyonun ve hayat pahalılığının nedeni ve temelinde yatan asıl gerçek. 


Uyan hemşerim uyan, kovulma pahasına da olsa,  gör bu gerçekleri Sayın Mehmet ŞİMŞEK. Tam bir fasit daire ve kısır döngü sarmalı içinde,  akıntıya kürek çekmeye çalışıyorsunuz, halkı ezerek. 


Hiç kendimi övmeyi sevmem, biraz ayıp olacak ama, Ankara Hukuk Fakültesinde okurken,  kendilerinden,  ekonomi ve maliye ve maliye politikaları derslerini aldığım rahmetli hocam Mahmut KOLOĞLU ve hayattaysa kulakları çınlasın Mualla ÖNCEL sayesinde güzel bir ekonomi yazısı oldu sanırım. Uzun diyerek mazeret uydurmadan, umarım okursunuz.

Güner Yiğitbaşı

12/Eylül/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Cahilin rüzgârı
2023 ün 7 Eylül’ünde eski Onkoloji yeni adıyla Abdurahman Yurtaslan Devlet Hastanesinde bir tahlilim nedeni ile muayene işlemini tamamladıktan sonra, hastane bahçesinde bankların birine oturmak istedim. Bir Masanın karşısındaki oturmakta olan uzun saçlı bir beyden izin isteyerek karşısındaki boş yere oturdum. Oradan buradan sağdan soldan konuşurken, konuşmanın bir yerinde birbirimize nereden emekli olduğumuzu sorduk. Ona kaç doğumlusun deyince, o “45 doğumluyum” dedi.

Asker kökenli olduğunu öğrendiğim bu emekli Albay, bana “sen kaç doğumlusun” dedi. Onun tarih bilgisini denemek biraz da eğlence olsun diye, -rahmetli babamlara öteki büyüklerime küçükken, ben ne zaman doğdum- diye sorardım. Onlar da bana “oğlum sen Alaman harbinin bittiği sene doğdun” derlerdi. O zamanları ilkokulda okurken bu savaşı “İkinci Dünya Savaşı” olarak bilirdik.  Bu savaşta Almanya çok etkili olduğu ve Hitler’in Başkan (Führer) olduğu Almanya Avrupa’yı baştan başa işgal ettiği için o zamanları asker olan babalarımız, bu insanlık tarihinin en çok insana kaybının olduğu savaşa “Alaman harbi” derlermiş. Hemen emekli albay, “1945 de bitti” dedi.  Devam ederek, “yani sen de benim gibi 45 doğumlusun” dedi. Ben de ona, bravo bildin, bu Alaman harbinin bitiş tarihini kim sorduysam bilmiyorlardı, dedim. O, “ne yazık ki bizim toplumuzda bilgi tarih bilgisi oldukça kıt, diye cevap verdi. 

Madem sohbet havası doğdu, o yıllara ait ona bildiğim duyduğum savaş zamanının bazı olaylarını, biraz da hava olsun diye anlatmaya başladım.  Albayım, bunları siz daha iyi bilirsiniz, Babalarımızın “Alaman harbi” dedikleri bu savaşta Türkiye’mizde kıtlık vardı, kıtlık yılları idi. Ekmek karne ile satılırmış. Devletimiz “savaşa gireriz” korkusu ile iki milyondan fazla asker beslermiş ve askerlik dört yıla çıkarılmış. Almanlar Avrupa’yı baştan başa tepelemiş, Yunanistan’a kadar işgal etmiş bizim Trakya’ya dayanmış. Öyle ki, Almanya-Hitler, Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü iki de bir sıkıştırıyormuş, “gele bizimle Rusya’ya karşı savaşa gir, sana silah para verelim” diyormuş.

O sıralarda Trakya’da boydan boya siperler tahkimatlar yapılmış. Alman uçakları İstanbul’u bombalarlar diye o zamanın İstanbul’unda gece karartması yapılıyormuş. 

Ömrü cephelerde geçmiş, Birinci Dünya Savaşının Osmanlının yıkılışına neden olan savaşın dehşetini yanlışlarını, savaşın yokluğunu, kıtlığını, acılarını görmüş geçirmiş İsmet Paşa savaşa girmemek için direniyormuş. Türk halkından bazı aklı evveller de İsmet Paşa’ya laf atıyorlarmış, “Paşa bizi savaşa sokmadın erkekliğimizi öldürdün” derlermiş. İsmet Paşa da “evet Türk halkını savaşa sokmadım amma sizleri babasız öksüz bırakmadım” diyerek savaşın dehşetini anlatmaya çalışırmış. Gerçekten de bu “Alaman Harbinde” insanlık tarihinin en büyük savaşı olmuş, 60 milyon sivil-asker insan yaşamını yitirmişti. 

Devletimiz askere aldığı milyonlarca askeri beslemek için, “savaşa sürüklenirsek” O kadar askeri diye köylüden fazladan aldığı buğdayları koyacak yer bulamamış, yeterli silolar yokmuş. Araştırmışlar, tenha camilere buğday koymak zorunda kalmıştır. Bu zor koşulları göz ardı eden bizim Saraydaki de İsmet Paşa’yı ve CHP’yi kötülemek için meydanlarda “bunlar camileri de kapattılar” diyerek insafsızca kötü propaganda yaptığını hepimiz duyduk gördük.  

 Sohbet boşluğunda albaylıktan emekli olduğunu öğrendiğim karşımdaki uzun saçlı asker emeklisi kişiye, onu sıkmamam için konuşmamıza daha bir canlılık katmak için elindeki telefonunu göstererek, internetiniz var mı, diye sordum. Albay emeklisi “var” dedi.

Sana internet sitesinde yayınlanan bir yazımı kastederek, Google den Atatürk’le ilgili küçük bir anekdot anı yazdırmak istiyorum, bahse girerim ki bunu duymadın. Zaman almasın diye mikrofona “Atatürk’ten beş lira isteyen” diye okudum hemen çıktı. Ona da bu olayı duydun mu diye sordum, “duymadım” dedi.  Ona, albayım vaktim yok bunu sonra okursun ilginç ayrıntılar var, madem duymamışsın, sana özetleyeyim, dedim ve ona kısaca anlattım: 

Parasız kaldığı bir gün bestekarımız Muhlis Sabahattin Atatürk’ten beş lira istemiş. Atatürk hemen elini cebine atmış, “Sabahattin sadece iki lira var” demiş. M. Sabahattin de “yetmez paşam beş lira gerekiyor” deyince Atatürk, yanındaki tanıdıklarından birer lira alıp beş liraya tamamlayarak bestekarımıza veriyor. Peki genelde biz olsak ne deriz, “üzgünüm yanımda şimdilik beş lira yok” diyerek onu kırmadan yanıt veririz. Ama Atatürk öyle yapmıyor, tanıdıklardan bir lira alıp beş liraya tamamlayıp veriyor. Ona sordum, peki albayım, bizim Saraydakinden 500 lira istesek nasıl olur. Emekli albay şöyle yanıt verdi: “belki verir de yanındaki koruma polisleri adeta adamı döverler “başkanımızı rahatsız ettin” diye.

Sohbet böylece devam ederken karşımdaki emekli albay, “kitap yazmakta olduğunu hayatını yazdığı” nı söyledi. Ülkemizin eğitim, bilim ve kültür yönünden geri kaldığı konularında sohbetimiz devam ederken benim de hiç duymadığım ve yazımıza başlık teşkil eden şu ilginç anıyı o da bana anlattı:

“O zamanları 1960 ihtilalinde Çorlu’da idik. Bu darbe girişiminden kısa bir zaman önceydi.  Zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes Çorlu’ya ziyarete gelmişlerdi. Caddeden konvoy halinde giderlerken komşu bir kadın balkona çıkmış elinde bir bayrak olduğu halde bağırıyor, -yaşa var ol- diyor, bize de diyordu ki, -alkışlayın çocuklar alkışlayın- diyordu. Tabi biz de devlet büyükleri geçiyor diye alkışlıyorduk. 

Çok sürmedi 27 Mayıs 1960 da Kenan Evren darbesi oldu. Darbe günü yine balkona çıkanlar ellerinde bayraklar olduğu halde “yaşa Kenan Paşa yaşa, yaşa Mehmetçik yaşa” diyerek darbeyi onayladıklarını yansıtan tezahüratlar yapıyorlardı. Hani söylediğim Menderes’i Bayar’ı alkışlayan aynı kadın vardı ya, işte o kadın bu kez eline bir urgan ip almış, “bana verin Bayar’ı Menderes’i bana verin bu urganla onları asayım” diye bağırıyordu. İşte cahil insanımız bizde böyledir”.

Bu ilginç olayı duyunca ben de çok şaşırdım, ona, albayım bu ilginç olayı yazmakta olduğun kitabına eklesene, dedim.  O emekli albay da “tabi ekledim” dedi.

Kendi kendime, demek ki cahilin rüzgârı böyle oluyor, rüzgâr nereden kuvvetli eserse cahiller o rüzgâra uyuyorlar diye mırıldandım. Bu yaşantımızda da siyasal seçimlerimizde de böyle değil midir.

Evimde yalnız yaşıyordum, bir yıl önce eşimi kaybetmiştim, 15 yıldır bende olan Badi adındaki küçük bir köpeğimle birlikte yaşıyordum, yaşlanmıştı zorlukla yürüyordu. Sohbetin burasında hemen evdeki Badi aklıma geldi, sorunu vardır diye düşünüp endişelendim. Emekli Albay’a, “komutanım hemen gitmem gerekiyor, güzel bir sohbet oldu izninizle ayrılmak istiyorum”, dedim, ayrılıp eve doğru yöneldim.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com.

Erdoğan'ın en büyük şansı nedir biliyor musunuz?
Ülkeyi 21 senedir, anayasa ve yasa tanımadan, cumhuriyetin temel niteliklerini ayağının altına alarak, fakirin parasını zenginlere transfer ederek tek başına idare eden, ülkenin tek adamı haline gelen ve T. C. Devletini,  adeta sahiplenen ve tepe tepe kullanan ERDOĞAN'ın  bu siyasi başarısındaki  tek şansı, karşısında aciz kalan,  seçim üzerine seçim kaybeden muhalefet ve en başta da CHP ve onun lideri KILIÇDAROĞLU değildir. 


ERDOĞAN'ın sürekli seçim kazanmasındaki en büyük şansı; muhalefete muhalefet eden, örneğin ERDOĞAN'ı eleştirdiğinizde, ülkeyi adım adım şerit düzenine doğru götürdüğünü, ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarının içlerini boşalttığını, hazineyi tam takır hale getirdiğini, halkı enflasyona ezdirdiğini, ülke ekonomisini yok ettiğini, dini politikaya alet ettiğini, koltukta kalmak için ülkenin zararına olan her şeyi gözünü kırpmadan yapabileceğini dile getirdiğinizde, iktidarıyla, muhalefetiyle, okumuşuyla ve okumamışıyla tek bir ağızdan, dam üstünde saksağan vur beline kazmayı misali, ani bir refleksle, CHP ve onun lideri KILIÇDAROĞLU'nun acımasız eleştirilmesi,  ERDOĞAN'a yönelik eleştirel tek kelime edilmemesidir. 


Evet bu ülkede,  ERDOĞAN'ın;  eleştirilmeme, hatalarının yüzüne vurulmama, onun yerine sanki iktidardaymış ve ülkeyi kötü bir şekilde o yönetiyormuş gibi, tüm eleştirilerin ve acı faturanın,  ana muhalefet partisine ve onun yönetim kademelerine çıkarılma mecburiyeti varmış gibi, olağanüstü bir imtiyazı ve şansı bulunmaktadır. 


Değerli bir arkadaşım ve meslektaşım “LAİK BİR DEVLET OLMADIĞIMIZ GİBİ ŞERİATA HERGÜN BİR ADIM DAHA YAKLAŞIYORUZ” başlıklı, ERDOĞAN iktidarını eleştiren, çok haklı,  yerinde ve çok güzel ve isabetli bir makale kaleme alarak yayınlamış, yazıyı okuyan bir okuru bu yazıya bir yorum koyarak, ERDOĞAN'ı eleştirecek yerde, KILIÇDAROĞLU'nu hedef alarak, adeta dolaylı olarak ERDOĞAN'a sahip çıkmış ve konuyu saptırmış. 


Vallahi Allah bizim ülkemizdeki, bilinçsiz muhaliflere akıl ve fikir versin, muhalefet yetersiz olabilir ama, yetersiz bulduğun muhalefeti suçlayarak, iktidarın yaptığı kötülükleri perdelemek de,  akıllı bir insanın yapacağı iş olmasa gerek. 


İktidarın yanlışlarını, onu iktidara taşıyacağımıza muhalefete muhalefet ederek örtmeye devam edersek, ERDOĞAN daha çok seçim kazanır bu ülkede.

Güner Yiğitbaşı

07/09/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Hüzün Veren Bir Mektup Bir Mektup
Sevgili Emin Çölaşan Bey,

“Ben vaktinizi almadan doğrudan konuya gireceğim. Bu ay Samos adasına gittim. 4-5 gün kaldım. Orada Yunanlı arkadaşlarım oldu, bunlardan birisi de Costas idi. Onunla çok iyi dost olduk. Kültürlü, saygılı, adam gibi bir adam. İngilizcesi oldukça iyi. Döneceğim gün öğlen yemeğine ısrarla davet etti. 

Yemek de konu politikadan açıldı. 

Bana kendi liderleri dahil en sevdiği ve saygı duyduğu liderin Erdoğan olduğunu söyledi, ben şaka yapıyor diye güldüm. Çok ciddiyim dedi.

Sebebini sordum.

"Bak dostum" dedi,

"Bütün ömrüm Türkiye'nin ülkemize olan tehdidi ile geçti. Şimdi Erdoğan'ın sayesinde çok rahatız."

" 1- Atatürk'e tarihten gelen bir nefretimiz var, Erdoğan Atatürk'ü bitirdi."

" 2- Dünyanın en güçlü ordularından birine sahiptiniz, onu da darmadağın etti, komutanları hapse attı. Bu ordu bir daha toparlanamaz."

"Siz 80 milyonsunuz, biz 10 milyon, ne kadar ürkütücü değil mi?"

" Erdoğan, tüm azınlıklara kendi devletlerini kuracağı yolu açtı.

Yakında 5-6 yeni devlet kurulur ve nüfuslarımız eşitlenir. Daha ne yapsın?

80 yıldır bizim politikacılarımız Erdoğan'ın yaptıklarının onda birini yapamadılar. İşte saygım ve sevgim bu yüzden."

Ben buz kesildim. Farkında değilim gözümden yaşlar akıyor, tıkandım lokmayı yutamıyorum. Costas fırladı peçete ile yüzümü sildi, bir yandan özür diliyor fakat teselli edecek kelimeler bulamıyordu.

Bir daha oralara gitmem, gerçeği tokat gibi vuruyorlar suratımıza.

Burada oturur yandaş gazete okur koyun gibi yaşarım, taa ki kesim gününe kadar.

Saygılarımla,

Sürüdeki koyunlardan biri

Prof. Dr. Ergün ÇİL

Pediatrik Kardiyolog

Bu mektubu okuyunca içim burkuldu.


Yukarıda Gazeteci Emin Çölaşan’a gönderilen mektup örneği, Yunanistan’ın Ege adalarına gezmeğe giden Prof. Dr. Ergül Çil’e ait. Akademisyen Çil, Yuananlı Costas’la dostluk kurar, onun samimi söylediklerini mektubuna yazar. Bu mektubu okuyunca, Atatürk ve Cumhuriyetimizin bütün değerleri ile kavgalı olan AKP-RTE iktidarının 20 yıllık yönetiminde, Atatürkçü aydınlara, Atatürkçülüğü laikliği katı bir şekilde savunup korumaya çalışan Türk ordusuna kurulan Feto ve AKP ortaklığının ortaklaşa kurdukları kumpasları anımsadım. İktidarı boyunca “iki ayyaş” diyerek Kuvayi Milliye’nin iki kahramanı Atatürk ve İnönü’yü aşağılayan söz söylenmesi, Ayasofya’nın ibadete açılmasında Meclis Başkanı, AKP Genel Başkanı pek çok vatandaşların önünde imamın Atatürk’e “kafir” demesine ses çıkarmamaları, iktidarları boyunca her biri birbirinden aziz Ulusal Bayramları es geçmeleri, Atatürk’ün adını taşıyan tüm eserleri yok etmeye çalışmaları gibi her Türk’ün yüreğini dağlayan bu gibi olumsuz eylemleri görünce çok üzülüyorduk.  

Buna paralel olarak bir Yunanlının bir akademisyen doktorumuza yazdığı yukarıdaki mektubu okuyunca daha çok üzüntü duyduk.  

*

Ya şuna ne dersiniz.

“Askeri vesayeti bitirmek için biz Cemaat ve ABD ortak çalıştık"

O isim AKP'nin yeni yönetiminde: "Askeri vesayeti bitirmek için biz, Cemaat ve ABD ortak çalıştık"

"ABD ve Cemaat'le birlikte askeri vesayeti yıktık" diyen eski AKP'li Milletvekili Abdurrahman Kurt, AKP 7'nci Olağan Büyük Kongresi'nde partinin MKYK üyesi oldu 

cumhuriyet.com.trYayınlanma: 24 Mart 2021 - 14:07Güncelleme: 24 Mart 2021 - 14:52

O isim AKP'nin yeni yönetiminde: 


Ankara Spor Salonu'nda yapılan AKP 7'nci Olağan Büyük Kongresi'nde partinin MKYK listesindeki değişiklikler belli oldu. Mevcut MKYK listesindeki 50 kişi 75 kişiye çıkarıldı. 

MKYK listesinde yer alanlardan bazı isimler dikkat çekti. Bunlardan birisi de Abdurrahman Kurt oldu. AKP eski Diyarbakır Milletvekili Kurt, AKP'nin geçmişte FETÖ ile yaptığı iş birliğine dair çok çarpıcı ifadeler kullanmıştı. 'Çözüm Süreci' döneminde kurulan 'Akil İnsanlar Heyeti'nde de yer almış olan Kurt, "Askeri vesayeti bitirmek için biz, Cemaat ve ABD ortak çalıştık" itirafında bulunmuştu.

Kurt'un 25 Aralık 2014 tarihinde Ahmet Hakan'ın Tarafsız Bölge programında sarf ettiği o sözler kayıtlara şöyle geçmişti:

"A. Hakan: Kiminle görüşmelerde bulundunuz?

Kurt: Cemaatle, Cemaatle yani biz

A. Hakan: Siz kişisel olarak mı?

Kurt: Bütün yani eşimiz, dostumuz, akrabamız, yani insanlarımız var bu konuda çevremizde… Şimdi burada yadırganacak bir durum yok, o da (Fethullah Gülen) bu ülkenin bir gerçeği idi. Ve biz askeri vesayete karşı biz mücadele verirken Türkiye'de onlar (FETO cemaati) yanımızdaydı. Biz bir şeyi karıştırdık.Onlar bu askeri vesayetin ilk defa Rusya üzerinden yapılması ile ilgili olarak bize yanımızda olmaları ile ilgili görevlerindenmiş…

A. Hakan: Anlamadım Rusya mı cemaati görevlendirmiş?

Kurt: Hayır Amerika… Şöyle Amerika'da bağlı olan gruplar oradaki yapı, bu Ergenekon sürecinde ilk defa askeri vesayet kendini Rusya'ya yaslanarak onun da sebebi Irak Kürdistan'daki stabiliteyi bozmakla ilgiliydi.

A. Hakan: Cemaat kiminle anlamadım…

Kurt: Cemaat Amerika'da, Amerika ile beraber cemaat bizim yanımızda yer aldı.

A. Hakan: Amerika'nın sizin yanınızda olduğunun farkında mıydınız?

Kurt: Bunun sebebi vesayetin, vesayetin, askeri vesayetin onlar hatayı şöyle yaptılar. Darbeyi Rusya'ya dayanarak yapmaya kalktılar. Bunun da sebebi…

A. Hakan: Kimler?

Kurt: Ergenekon vesayet dediğimiz askeri vesayet dediğimiz…

A. Hakan: Ergenekoncular öyle bir dakika ben şeyi anlamadım.


Kurt: Çok net söyledim bir daha açıklayayım o zaman

A. Hakan: Siz, Amerika, siz (AKP) cemaat üçünüz ortak askeri vesayeti mi yıktınız Türkiye'de?

Kurt: Evet, aynen böyle de okuyabilirsiniz."

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/o-isim-akpnin-yeni-yonetiminde-askeri-vesayeti-bitirmek-icin-biz-cemaat-ve-abd-ortak-calistik-1822906


Alıntıdır.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Anayasalar niçin değiştirilir?
Mevcut anayasalar,  niçin değiştirilirler?


Mevcut anayasa özgürlükçü, demokrat ve laik değildir, anayasada yer alan açık hükümlerle bazı özgürlüklere sınırlar ve yasaklar getirilmiştir, özgürlüklere yönelik bu sınırların ve yasakların kaldırılarak,  daha özgür, demokrat ve laik bir toplum yaratma ihtiyacından dolayı,  anayasalar pozitif ve olumlu olarak değiştirilebilir. 


Ya da, mevcut anayasa;  içerdiği hükümleri itibariyle olabildiğince  özgürlükçüdür,  demokrat ve laiklikten yanadır. Ama, buna rağmen, mevcut iktidar; bu özgürlükleri kullanarak iktidara geldiği halde,  fiilen bu özgürlükleri ve laikliği içine sindirememektedir, laikliği ve özgürlükleri, anayasaya rağmen  sürekli ihlal etmektedir, bu fiili durumu hukukileştirmek için,  mevcut anayasayı geriye doğru, olumsuz olarak değiştirmek ister. 


Demokrasi ve özgürlükler bilinci,  kültür ve refah düzeyi gelişmiş, laik toplumlarda,  aslında yazılı bir anayasanın mevcudiyeti dahi gerekli değildir. İngiltere’de olduğu gibi. 


Anayasada bir özgürlüğü açıkça yasaklayan , örneğin memurların ve kamu görevlilerinin sendika kurmalarını, grev ve toplu sözleşme yapmalarını yasaklayan açık bir hüküm yoksa, memurlara sendikalaşma,  grev ve toplu sözleşme hakkının tanınması için anayasaya açık bir hüküm koymaya dahi gerek yoktur. Yasalarla memura bu haklar verilebilir. 


Demokratik toplumlarda; anayasalar, yasak getirmek, özgürlükleri sınırlamak için değil,  özgürlükleri garanti ve teminat altına almak için yapılırlar  


Bize gelince; iktidardaki saray yönetiminin başındaki tek adam,  partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;  sürekli olarak,  yeni bir anayasadan bahsetmektedir. Meclisteki sayısal gücü yeterli olsa veya muhalefetten destek bulsa,  kafasının içindeki anayasayı yaparak,  fiilen rafa kaldırmış olduğu mevcut anayasanın hukuken de defterini dürerek, tüm özgürlüklerin güvencesi laikliği tamamen ortadan kaldırarak,  ülkenin anayasal düzenini siyasal İslam’a dönüştürmek, onun tek hedefidir. 


Hem laik,  hem de Müslüman olunamaz diyen, laikliği içine sindiremeyen, başında bulunduğu partisini yıllar öncesinden beri laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline getiren ve bu laiklik karşıtı eylem ve faaliyetleri Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilen, geçen o zamandan bu zamana kadar da,  laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerini giderek tırmandıran, ekonomik kararlar alırken dahi,  nas var diyerek İslami kuralları öne çıkararak, enflasyonla mücadele için gerekli olduğu halde,  faizleri artıracağına,  bilakis düşüren, sözüm ona,  içerdiği özgürlükler açısından yetersiz bularak darbe anayasası olarak eleştirdiği 1980 anayasasının;  yurttaşlara  tanıdığı,  en başta düşünce ve düşünceyi açıklama, basın,  toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını fiilen kullanılamaz kılan,  bu hakları anayasanın açık hükümlerine rağmen yok sayan ERDOĞAN'ın; taşıdığı bu anti özgürlükçü ve anti laik  kısır demokrasi anlayışı dikkate alındığında,  özgürlükçü bir yeni anayasa yapma konusunda,  asla iyi niyetli olmadığını, açık ve net bir şekilde söyleyebiliriz. 


ERDOĞAN'ın gerçek amacı;  daha özgür ve laik bir anayasa yapmak değil, daha özgür bir anayasa yapacağız diye yola çıkarak,  mevcut darbe anayasasından dahi, onu aratacak nitelikte,  daha ilkel,  anti laik, anti özgürlükçü ve otoriter bir anayasayı ülkemize yamamak ve artık gizliliği kalmamış olan ajandasına,  anayasal bir elbise giydirmektir.

Güner Yiğitbaşı

03/09/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget