Cahilin rüzgârı

Kendi kendime, demek ki cahilin rüzgârı böyle oluyor, rüzgâr nereden kuvvetli eserse cahiller o rüzgâra uyuyorlar diye mırıldandım. Bu yaşantımızda da

Cahilin rüzgârı
2023 ün 7 Eylül’ünde eski Onkoloji yeni adıyla Abdurahman Yurtaslan Devlet Hastanesinde bir tahlilim nedeni ile muayene işlemini tamamladıktan sonra, hastane bahçesinde bankların birine oturmak istedim. Bir Masanın karşısındaki oturmakta olan uzun saçlı bir beyden izin isteyerek karşısındaki boş yere oturdum. Oradan buradan sağdan soldan konuşurken, konuşmanın bir yerinde birbirimize nereden emekli olduğumuzu sorduk. Ona kaç doğumlusun deyince, o “45 doğumluyum” dedi.

Asker kökenli olduğunu öğrendiğim bu emekli Albay, bana “sen kaç doğumlusun” dedi. Onun tarih bilgisini denemek biraz da eğlence olsun diye, -rahmetli babamlara öteki büyüklerime küçükken, ben ne zaman doğdum- diye sorardım. Onlar da bana “oğlum sen Alaman harbinin bittiği sene doğdun” derlerdi. O zamanları ilkokulda okurken bu savaşı “İkinci Dünya Savaşı” olarak bilirdik.  Bu savaşta Almanya çok etkili olduğu ve Hitler’in Başkan (Führer) olduğu Almanya Avrupa’yı baştan başa işgal ettiği için o zamanları asker olan babalarımız, bu insanlık tarihinin en çok insana kaybının olduğu savaşa “Alaman harbi” derlermiş. Hemen emekli albay, “1945 de bitti” dedi.  Devam ederek, “yani sen de benim gibi 45 doğumlusun” dedi. Ben de ona, bravo bildin, bu Alaman harbinin bitiş tarihini kim sorduysam bilmiyorlardı, dedim. O, “ne yazık ki bizim toplumuzda bilgi tarih bilgisi oldukça kıt, diye cevap verdi. 

Madem sohbet havası doğdu, o yıllara ait ona bildiğim duyduğum savaş zamanının bazı olaylarını, biraz da hava olsun diye anlatmaya başladım.  Albayım, bunları siz daha iyi bilirsiniz, Babalarımızın “Alaman harbi” dedikleri bu savaşta Türkiye’mizde kıtlık vardı, kıtlık yılları idi. Ekmek karne ile satılırmış. Devletimiz “savaşa gireriz” korkusu ile iki milyondan fazla asker beslermiş ve askerlik dört yıla çıkarılmış. Almanlar Avrupa’yı baştan başa tepelemiş, Yunanistan’a kadar işgal etmiş bizim Trakya’ya dayanmış. Öyle ki, Almanya-Hitler, Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü iki de bir sıkıştırıyormuş, “gele bizimle Rusya’ya karşı savaşa gir, sana silah para verelim” diyormuş.

O sıralarda Trakya’da boydan boya siperler tahkimatlar yapılmış. Alman uçakları İstanbul’u bombalarlar diye o zamanın İstanbul’unda gece karartması yapılıyormuş. 

Ömrü cephelerde geçmiş, Birinci Dünya Savaşının Osmanlının yıkılışına neden olan savaşın dehşetini yanlışlarını, savaşın yokluğunu, kıtlığını, acılarını görmüş geçirmiş İsmet Paşa savaşa girmemek için direniyormuş. Türk halkından bazı aklı evveller de İsmet Paşa’ya laf atıyorlarmış, “Paşa bizi savaşa sokmadın erkekliğimizi öldürdün” derlermiş. İsmet Paşa da “evet Türk halkını savaşa sokmadım amma sizleri babasız öksüz bırakmadım” diyerek savaşın dehşetini anlatmaya çalışırmış. Gerçekten de bu “Alaman Harbinde” insanlık tarihinin en büyük savaşı olmuş, 60 milyon sivil-asker insan yaşamını yitirmişti. 

Devletimiz askere aldığı milyonlarca askeri beslemek için, “savaşa sürüklenirsek” O kadar askeri diye köylüden fazladan aldığı buğdayları koyacak yer bulamamış, yeterli silolar yokmuş. Araştırmışlar, tenha camilere buğday koymak zorunda kalmıştır. Bu zor koşulları göz ardı eden bizim Saraydaki de İsmet Paşa’yı ve CHP’yi kötülemek için meydanlarda “bunlar camileri de kapattılar” diyerek insafsızca kötü propaganda yaptığını hepimiz duyduk gördük.  

 Sohbet boşluğunda albaylıktan emekli olduğunu öğrendiğim karşımdaki uzun saçlı asker emeklisi kişiye, onu sıkmamam için konuşmamıza daha bir canlılık katmak için elindeki telefonunu göstererek, internetiniz var mı, diye sordum. Albay emeklisi “var” dedi.

Sana internet sitesinde yayınlanan bir yazımı kastederek, Google den Atatürk’le ilgili küçük bir anekdot anı yazdırmak istiyorum, bahse girerim ki bunu duymadın. Zaman almasın diye mikrofona “Atatürk’ten beş lira isteyen” diye okudum hemen çıktı. Ona da bu olayı duydun mu diye sordum, “duymadım” dedi.  Ona, albayım vaktim yok bunu sonra okursun ilginç ayrıntılar var, madem duymamışsın, sana özetleyeyim, dedim ve ona kısaca anlattım: 

Parasız kaldığı bir gün bestekarımız Muhlis Sabahattin Atatürk’ten beş lira istemiş. Atatürk hemen elini cebine atmış, “Sabahattin sadece iki lira var” demiş. M. Sabahattin de “yetmez paşam beş lira gerekiyor” deyince Atatürk, yanındaki tanıdıklarından birer lira alıp beş liraya tamamlayarak bestekarımıza veriyor. Peki genelde biz olsak ne deriz, “üzgünüm yanımda şimdilik beş lira yok” diyerek onu kırmadan yanıt veririz. Ama Atatürk öyle yapmıyor, tanıdıklardan bir lira alıp beş liraya tamamlayıp veriyor. Ona sordum, peki albayım, bizim Saraydakinden 500 lira istesek nasıl olur. Emekli albay şöyle yanıt verdi: “belki verir de yanındaki koruma polisleri adeta adamı döverler “başkanımızı rahatsız ettin” diye.

Sohbet böylece devam ederken karşımdaki emekli albay, “kitap yazmakta olduğunu hayatını yazdığı” nı söyledi. Ülkemizin eğitim, bilim ve kültür yönünden geri kaldığı konularında sohbetimiz devam ederken benim de hiç duymadığım ve yazımıza başlık teşkil eden şu ilginç anıyı o da bana anlattı:

“O zamanları 1960 ihtilalinde Çorlu’da idik. Bu darbe girişiminden kısa bir zaman önceydi.  Zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes Çorlu’ya ziyarete gelmişlerdi. Caddeden konvoy halinde giderlerken komşu bir kadın balkona çıkmış elinde bir bayrak olduğu halde bağırıyor, -yaşa var ol- diyor, bize de diyordu ki, -alkışlayın çocuklar alkışlayın- diyordu. Tabi biz de devlet büyükleri geçiyor diye alkışlıyorduk. 

Çok sürmedi 27 Mayıs 1960 da Kenan Evren darbesi oldu. Darbe günü yine balkona çıkanlar ellerinde bayraklar olduğu halde “yaşa Kenan Paşa yaşa, yaşa Mehmetçik yaşa” diyerek darbeyi onayladıklarını yansıtan tezahüratlar yapıyorlardı. Hani söylediğim Menderes’i Bayar’ı alkışlayan aynı kadın vardı ya, işte o kadın bu kez eline bir urgan ip almış, “bana verin Bayar’ı Menderes’i bana verin bu urganla onları asayım” diye bağırıyordu. İşte cahil insanımız bizde böyledir”.

Bu ilginç olayı duyunca ben de çok şaşırdım, ona, albayım bu ilginç olayı yazmakta olduğun kitabına eklesene, dedim.  O emekli albay da “tabi ekledim” dedi.

Kendi kendime, demek ki cahilin rüzgârı böyle oluyor, rüzgâr nereden kuvvetli eserse cahiller o rüzgâra uyuyorlar diye mırıldandım. Bu yaşantımızda da siyasal seçimlerimizde de böyle değil midir.

Evimde yalnız yaşıyordum, bir yıl önce eşimi kaybetmiştim, 15 yıldır bende olan Badi adındaki küçük bir köpeğimle birlikte yaşıyordum, yaşlanmıştı zorlukla yürüyordu. Sohbetin burasında hemen evdeki Badi aklıma geldi, sorunu vardır diye düşünüp endişelendim. Emekli Albay’a, “komutanım hemen gitmem gerekiyor, güzel bir sohbet oldu izninizle ayrılmak istiyorum”, dedim, ayrılıp eve doğru yöneldim.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget