Temmuz 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Erdoğan'ın Verdiği Cevapla Elinde Patlayan Saatli Bomba Bir Soru
Sabah gazetesinin yazarlarından Okan Müderrisoğlu'nun, ERDOĞAN'a "Bir dönem sizinle yol yürüyen ve önemli makamlara gelmiş isimler ve ayrı partiler kurdular.  Geriye dönüp bakınca onlar için bir tanımınız ya da değerlendirmeniz oluyor mu zaman zaman?" diyerek yönelttiği soruya, ERDOĞAN; Onların nasıl ihanetin içerisinde olduklarını kendilerinin düşünmesi lazım, Onlar o makamlara kendi layık oldukları için gelmediler.  O makamlara getirildiler.  Eğer onlara bakanlık verildiyse,  başbakanlık verildiyse,  hepsi onlara bir irade o makamları verdi.  Onlar bunun kıymetini bilemedi” diye cevaplamış. 

Bize göre ERDOĞAN'a sorulan bu soru,  önceden ERDOĞAN'a bidirilen çanak bir soru olmayıp,  sürpriz ve zor bir sorudur. Soran yandaş da,  böyle bir sonucun doğacağını düşünememiştir. 

Bu soru, ERDOĞAN'ın; nasıl cevaplandıracağı, cevaben söylediklerini kulağının duyup duymayacağı meçhul, cevabi sözlerinin nereye varacağını düşünemeyeceği, kendisini zor durumda bırakacak, verdiği cevapla elinde patlayan sürpriz ve adeta saatli bomba bir sorudur. 

Gerçekten de; ERDOĞAN'ın bu soruya verdiği; ” Onlar o makamlara kendi layık oldukları için gelmediler.  O makamlara getirildiler.  Eğer onlara bakanlık verildiyse,  başbakanlık verildiyse,  hepsi onlara bir irade o makamları verdi” şeklindeki, kendisi için büyük bir gaf teşkil eden cevap,  nereden bakarsanız bakınız, nasıl değerlendirirseniz değerlendiriniz, siyasal bir skandaldır. 

Ne demek oluyor,  layık oldukları için o makama gelmediler?

ERDOĞAN;  demek istiyor ki; o kişiler o makamlara layık olmadıkları halde geldiler ve getirildiler. 

“Eğer onlara bakanlık verildiyse,  başbakanlık verildiyse,  hepsi onlara bir irade o makamları verdi” demek de ne oluyor?

O makamları,  o kişilere veren,  irade;  kim ya da kimlerin iradesidir?

Dikkat ederseniz ERDOĞAN; o makamları o kişilere ben verdim, benim irademle o makamlara geldiler demiyor. 

Sarih olarak açıklamadığı,  bir iradeden bahsediyor ve getirdim yerine,  getirildiler diyor. Bu üsluptan; o kişilerin,  o makamlara, ERDOĞAN'ın da üzerinde var olan bir üst akıl ve irade tarafından getirildikleri anlamı çıkıyor,  bize göre. 

ERDOĞAN; madem ki, o kişiler o makamlara layık değildi diye düşünüyor, o kişileri o makamlara kendi özgür iradesiyle getirmiş olsaydı, kendi başarısı için herhalde layık olan kişileri seçerdi, demek ki; özgür iradesini kullanamamış, bir üst aklın ve  iradenin emrine uymak zorunda  kalmış olmalı  diye düşünüyoruz. 

O zaman soruyoruz. Kim ya da kimlerdir bu üst akıl ve irade?

Okan Müderrisoğlu; bilmeden, öyle zor bir soru sormuş ki; cevabı, nereden bakarsanız bakınız, tam bir skandal. 

Reis,  gerçekten zora sokulmuş, Allah'ın sopası yok.

Güner Yiğitbaşı

28/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bay Kemal Gündem Yaratmaya Devam Ediyor Kendisinden Önemli Ve Son İstek
Bay Kemal, ülkenin direksiyonuna geçti ve gündem yaratmaya devam ediyor. 

Daha önce de yazdım, çok seçim kaybetti ama,  bu sefer gerçekten dersine çok iyi çalışmış, vurduğu yerden ses getiriyor, geciken seçim rövanşını sayıyla ve büyük bir farkla değil,  hem de ezici bir farkla ve nakavtla kazanacak gibi görünüyor. 

Bay Kemal'in;  bu gece,  bazı otomobillerden alınan ÖTV ile ilgili müjdesi, bizi bekleyin, şu anda sıfır araba almayın tavsiyesi de,  çok güzeldi. 

Aslında,  bazı çok satan ve orta sınıfa hitap eden otomobillerden ÖTV alınmaması, hazineye vergi kaybı olmayacak, bilakis kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez misali, otomobillin satışından alınan ÖTV den vazgeçilmesi, otomobillerin  daha çok satılması ve kullanılmasından dolayı elde edilecek, örneğin;  otomobil satışlarından alınan KDV, otomobil lastikleri, yakıtları,  yedek parçaları, bakım ve tamir giderleri üzerinden alınacak KDV ve motorlu taşıtlar vergisi ve sair kalemlerden,  devletin kasasına,  sürümden kazanma yoluyla,  daha çok vergi geliri girecektir. 

Bu nedenle,  Bay Kemal'in ÖTV müjdesi,  yerinde bir karar olup, adaletli bir karardır. 

Biz dün bir makale yazarak, Bay Kemal'den iktidara geldiklerinde anayasaya koyacakları bazı taleplerde bulunmuştuk. 

Bizim bu taleplerimiz, altılı masanın kararlaştırdığı, her alanda yapacağı, halkımıza açıklanan parlamenter sistem ve ona yönelik demokratik  iyileştirmelerde yer almayan,  marjinal taleplerdi. 

Bizim bir talebimiz de şudur; 

Hepimiz biliyoruz ki; AKP ve Saray iktidarı, liyakatsız ve yandaş kişileri,  tüm devlet kadrolarına yerleştirerek devlet içinde kadrolaşmıştır. 

Evet bu AKP yanlısı kadrolar,  devletten acilen temizlenmelidir. Biliyoruz,  bu herkesin talebidir ve Bay Kemal'in de baş gündemidir. Aksi halde, AKP kadrolarıyla iş görmesi asla mümkün değildir. 

Bizim buna ek talebimiz; yargı dahil,  devletin ve devlet kuruluşlarının tüm kademelerine yerleşen liyakatsiz, kifayetsiz, yandaş ve taraflı tüm kamu görevlilerinin; 2010 referandum tarihinden ve özellikle 2018 de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin uygulanmaya geçildiği tarihten sonra atananlarının; atanma şekilleri, atandıkları görevde attıkları,  apaçık kanun ve anayasaya aykırı imzaları, atanmadan önceki devlet tecrübeleri, tahsilleri, bitirdikleri okulla atandıkları görevin uyuşup uyuşmadığı, görevdeki tarafsızlıkları,  özellikle yargı,  emniyet,  kaymakamlık ve valilik kadrolarında çalışmakta olanların, attıkları imzalarla ve verdikleri kararlarla, halkın en demokratik hakkı olan adil yargılanma ve toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarına ve diğer özgürlüklerine saygılı davranıp davranmadıklarına bakılarak, uygun bulunmayanların görevlerine derhâl son verilmeli, her şeyden önemlisi de, bu görevden alma kararlarına münhasır olmak olmak üzere, anayasaya konulacak bir geçici madde ile yargı yolu kapatılmalı,  bu kifayetsiz ve yandaş kişilerin,  yargıya başvurarak geri dönüşlerinin yolu tıkanmalı ve bir de yargı süreci için boşuna vakit kaybedilmemelidir. 

Yargı yolunun açık olması halinde, görevden alınacak olan bu kişilerin açacakları iptal davalarına bakacak olan hakimlerin bir kısmının da, AKP yandaşı oldukları asla unutulmamalıdır. 

Özgürlüklerden yana demokrat bir hukukçu olarak bu talebimizi belirtirken çok utandığımızı ve üzüldüğümüzü belirtmek isterim. Ancak, devletin bu kanser hücrelerinden acil ve kalıcı bir şekilde temizlenmesinin  ve normal düzene dönülmesinin,  başka bir yolunun bulunmadığını da biliyoruz. 

Bu yolla, az da olsa kurunun yanında yaşların da yanacağı bir gerçek ise de; onlar da kendilerini bu vatan uğruna şehit olmuş kişiler olarak kabul edip,  avunmalıdırlar.

Güner Yiğitbaşı

26/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Hoş Geldin Bay Kemal Ancak Taleplerimiz Var Sizden
CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU; dün Balıkesir mitinginde yaptığı konuşmada,  ERDOĞAN'ın kendisini küçük düşürmek, değersizleştirmek amacıyla alayla kullandığı BAY KEMAL kavramı tanımlayarak içini doldurdu ve Bay Kemal'in,  tüm erdemli özelliklerini,  bir bir sıralayarak,  Bay Kemal isminin ERDOĞAN'ın ağızına asla yakışmayan tüm pozitif değerli özelliklerini tescil ederek, ERDOĞAN'ın elinden, alay konusu yaptığı Bay Kemal oyuncağını çekip geri aldı. 

Bundan sonra, umarız ERDOĞAN;  Bay Kemal ismini ağzına almadan önce, bin defa düşünecek ve besmele çekmeden Bay Kemal adını ağzına alamayacaktır. 

Biz de bundan sonra makalelerimizde CHP Genel Başkanınından bahsederken, KILIÇDAROĞLU yerine, çok güzel olan Bay Kemal ismini kullanacağız. 

Ülkemizi, uçurumun kenarına getiren, siyasi, diplomatik ve ekonomik kriz yaratan, ülkeyi yönetemeyen AKP ve Saray iktidarından kurtaracak olan,  Türk Milletine ve seçmenine öncülük yapan BAY KEMAL'e,  Hoş geldin diyoruz. 

Ancak,  BAY KEMAL olmak,  o kadar ucuz ve kolay değildir. 

Bay Kemal'den,  seçim sonrasında kurulacak olan yeni anayasal düzenin ve parlamenter sistemin başarılı olabilmesi için alınması gereken önlemlerden aklımıza gelen bazılarını, somut bir şekilde dile getirmek istiyoruz bu yazımızda. 

Daha önce de çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz gibi; 

Seçim dönemleri,  kesinlikle beş seneden dört yıla indirilmelidir. 

İşte görüyorsunuz, beş sene gibi çok uzun seçim döneminin sancılarını taşıyor bu ülke. Şayet dört sene olsaydı, bu Saray iktidarının defteri,  2022 Haziranında sandıkta dürülecekti. Bir senelik gecikmenin ülkeye vereceği zararın hesabını yaptığımızda, bu önerimizin değeri anlaşılacaktır. 

Bu ülkede;  yıllarca,  dört senede bir seçim yapıldı, dikkat ederseniz bu beş senelik dayatma, hep olağanüstü ara rejimlerin seçimsiz ülkeyi bir sene daha fazla idare etme ihtirasından kaynaklı olup, ülkemizin siyaset gerçeği ile asla uyuşmamaktadır. 

Bay Kemal, iktidara geldiklerinde yapacakları işler arasının ilk sırasına,  bunu koymalı ve mitinglerde halkımıza açıklamalıdır. 

İkinci öneri ve talebimiz; 

Değerleri kendilerinden menkul, Meclis çoğunluğunu seçimlerde hasbelkader eline geçiren kibirli ve yetersiz siyasal iktidarların ve onların liderlerinin, muhalefeti küçük gören, noksanlıklarını, bilgi yetersizliklerini halktan gizlemek için, seçim dönemlerinde halkın karşısına çıkmaktan muhalefet liderleriyle tartışmaktan korkan kibirli ve antidemokratik tavırlarının önüne geçebilmek için, tarafsızlaştırılacak olan devlet ve tarafsız özel televizyonlara çıkarak, detayları seçim yasalarında düzenlenmek üzere, özellikle ana muhalefet partisi lideriyle, her konuda siyasi ve demokratik düello yapma mecburiyetini getiren bir hükmün,  emredici olarak,  anayasaya konulmasıdır. 

Bir diğer öneri ve talebimiz; 

Milletvekilliğinin bugün olduğu gibi, geçim kaynağı ve meslek haline getirilmesinin önüne geçmek üzere; milletvekillerine tanınan sağlık ve mali imkanların milletvekilliği dönemi ile sınırlandırılarak, milletvekilliği sonrasına taşınmasını yasaklayan ve önleyen bir hükmün açıkça anayasaya konulmasıdır. 

Dört yıllık milletvekilliği,  hayat boyu emekli maaşı almaya neden olmamalı,  milletvekilliğinde geçecek olan dört veya ikinci kez seçilirse diğer dört yıllık sürelerin, SGK emeklilik süresine ilave edilmesiyle yetinilecek düzenlemenin yapılmasıdır. Bu suretle, milletvekilliğinin etik ve liyakat seviyesi yükselecek,  milletvekilliği kazanç ve geçim kapısı olmaktan çıkacak, ülkesine hizmet etmek isteyen, meclise yakışan liyakat sahibi değerler meclisin dışında değil,  içinde olacaklardır. 

Bir diğer önerimiz; 

Bir milletvekilinin,  seçimlere hangi siyasi partiden girerek seçilmişse, dönem içinde partisinden istifa etmesi halinde, otomatikman milletvekilliğinden de istifa etmiş sayılacağı, milletvekilliğinin başka bir işleme gerek kalmadan anında düşmüş sayılacağı hükmünün,  anayasaya açık bir hüküm olarak konulmalıdır. 

BAY KEMAL; şimdilik bu kadar, aklımıza geldikçe yazacağız. 

Tekrar,  HOŞGELDİN BAY KEMAL.

Güner Yiğitbaşı

25/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Lozan Antlaşmasının 99. Yıldönümünü Kutlarken
Bugün, 24/Temmuz/2022 ülkemizin ve Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin tapu senedi olan Lozan Antlaşmasının 99. yıldönümü. 

Lozan ile kaldırılan kapitülasyonları,  adeta fiilen geri getiren,  bağımsızlığımızı iktisaden gölgeleyen ülkemizin bugün yaşamakta olduğu siyasi ve iktisadi kriz döneminde, daha bir anlam ve değer kazanan Lozan antlaşmasından dahi, Sarayın tek imzasıyla çıkılabileceğinin savunulduğu günümüzde, halen güncel olan ve geçen sene 98. yıldönümü nedeniyle yazarak yayınladığımız; ”ÜLKEMİZİN TAPU SENEDİ LOZAN'DAN BU SENEDİN DELİK DEŞİK EDİLDİĞİ  GÜNÜMÜZE KADAR GEÇEN 98 YIL” başlıklı yazımızı,  aşağıda aynen yayınlıyoruz. 

Ülkemizin ve devletimizin tapu senedi olan Lozan anlaşmasının 99. yıldönümü,  tüm Türk Milletine kutlu ve mutlu olsun. 24/07/2022 Güner YİĞİTBAŞI


ÜLKEMİZİN TAPU SENEDİ LOZAN'DAN BU SENEDİN DELİK DEŞİK EDİLDİĞİ  GÜNÜMÜZE KADAR GEÇEN 98 YIL

Bugün, (24/07/2021) Türkiye Cumhuriyetinin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayan, savaş meydanında yedi düvele karşı kazanılan büyük askeri zaferin resmen ve hukuken tescil edildiği, ülkemizin tapu senedinin elde edildiği Lozan Antlaşmasının,  98. yıldönümü. 

Yazımızın başında; bize,  Türkiye Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak kazandıran, en başta ATATÜRK olmak üzere, Lozan Barış Konferansının ve antlaşmasının başarılı  mimarı İSMET İNÖNÜ ve tüm emeği geçenleri, minnetle ve saygıyla anıyor, şükranlarımızı arz ediyoruz. Mekanları cennet olsun tümünün. 

Lozan Antlaşmasını sürekli tartışan ve eleştiren, Lozan antlaşmasından çok önce Osmanlı tarafından kaybedilen bazı adaların kaybını dahi, cahilce ve kötü niyetli olarak,  Lozan antlaşmasına ve o antlaşmayı imzalayan ATATÜRK ve İNÖNÜ'ye mal ederek,  bu kahramanları itibarsızlaştırmaya ve başarısız göstermeye çalışan, devlet adamı geçinen, değerleri kendilerinden menkul sözde devlet adamlarına,  lanet olsun. 

Lozan antlaşmasından sonra, koşullar elverdiğinde Hatay ilimiz de Türkiye Cumhuriyetine katılmış ve bugünkü sınırlarımız çizilmiştir. 

Daha iyisi olamaz mıydı?

Musul ve burnumuzun dibindeki, Meis ve Sisam gibi bazı adalar da alınamaz mıydı?

Alınırdı demiyoruz, alınabilseydi tabi çok güzel olurdu. 

O günün koşullarına göre elde ettiklerimizle yetinmesini, onların kıymetini bildik mi de, Lozanı imzalayanlar eleştiri konusu yapılıyorlar?

Lozan antlaşmasına göre silahlandırılmaları yasak olan Yunanistan’a bırakılan adalar,  bugün silah ve asker deposu haline gelmiş ve burnumuzun dibinde birer uçak gemisi konumunda bekliyorlar. 

Siz, Lozan'ı eleştiren aymazlar, o günün çetin koşullarına göre, Lozan ile alamadığımız adaların silahlandırılarak,  pimi çekilmek üzere bekleyen el bombası ve uçak gemisi haline getirilmesine niçin göz yumdunuz, tarafsız ve boş kalması gereken küçük adacıkların Yunan tarafından işgal edilerek silahlandırılmasına,  niçin göz yumuyorsunuz?

Lozan ile kaldırılan kapitülasyonlar ve Osmanlıdan kalan dış borçların ödenmesine rağmen, bugün yetmiş sente muhtaç kalarak, 128 milyar doları hortumlayıp hazineyi tamtakır bırakarak, ülkemizi ekonomik olarak dış güçlere teslim eden, ülkenin dış borçlarını 500 milyar dolara çıkararak, Lozan ile kaldırılan kapitülasyonu fiilen hortlatan, ülkemizi dış güçlere bağımlı kılan sizler değil misiniz?

Ülkenin tüm ekonomik varlıklarını, ülke topraklarını,  döviz açığınızı kapatmak ve israfınıza devam etmek için satarak, ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokan, ülkeyi Lozan koşullarının dahi gerisine getirerek, ülkenin Lozan ile elde ettiği tapu senedini delik deşik eden siz aymazlar değil misiniz?

Oturun oturduğunuz yerde, utanmadan konuşmayınız ve susunuz, Lozan'a gölge etmeyiniz,  başka ihsan istemiyoruz sizlerden.

Güner Yiğitbaşı

24/07/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Sabır Taşı Olsa Çatlar
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  41 Ayda 41 Eser Toplu Açılış Töreni'ne katılarak burada bir konuşma yapmış

Eyüp sultan Camii meydanın konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan;  ekonomiye ilişkin mesajlar vererek,  yine milletten ‘sabır beklediğini’ söylemiş. 

Erdoğan,  “Dengesiz fiyatlar durulmaya başladı.  Hükümet olarak ülke ekonomisine zarar verme pahasına günlük kazanç peşinde koşanları yakından takip ediyoruz.  Bu gözü doymazların hesaplarını ellerine tutuşturmakta kararlıyız.  Türkiye'yi son 20 yılda nasıl her badireden çıkarmışsak inşallah bugünkü sıkıntıları da biz çözeceğiz.  Milletimden biraz daha sabır ve mücadelemize destek bekliyorum. ” demiş. 

ERDOĞAN; gerçekten halkın sabrının artık taşmak üzere olduğunun farkında değil. 

Bu fakir halk, bu saray iktidarının lüks ve safahatına, israfına, yandaş beşli müteahhitlerin kar garantilerine vergileriyle destek olmaktan bıktı artık, gerçekten sabır taşı olsa tam ortasından çatlar. 

ERDOĞAN'ın beyanına göre, dengesiz fiyatlar durulmaya başlamış. 

ERDOĞAN'ın dengesiz fiyatlar dediği şey, en başta kendisinin bazı ürünlerden alınan ÖTV lere acımasızca yaptığı zamlar, akaryakıta orantısız yaptığı ve pompaya yansıttığı zamlar ve buna bağlı olarak zincirleme olarak tüm ürünlere zorunlu olarak domino etkisiyle yapılan kaçınılmaz zamlar. 

ERDOĞAN;  fiyat artışının nedenini,  kendi yanlış ekonomi politikasında, faiz neden enflasyon sonuç saçma tezinde aramalıdır. 

ERDOĞAN;  dini referans alarak,  politika faizlerini %14 de sabitledi ama,  asıl fiyatlara ve üreticilerin girdi maliyetlerine yansıyan kredi faizleri sürekli artıyor. 

Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?

Bu işten tek kazançlı çıkan sadece bankalar, %14 den kredi alarak daha pahalıya halka satan bankalar, kar rekoru kırıyorlar bu sene. 

Tam bir kandırmaca. Fakirden alıp, zengine aktarma politikası. 

Sarayın bu akıl almaz çarpık ekonomi politikası;  halkı inandırmadığı gibi, din adına faize karşı olduğunu iddia eden EROĞAN,  sanırım Allah'ı da kandırdığına inanmıyordur inşallah. 

Bu söz de din referanslı ekonomi ve çifte standart  faiz anlayışıyla,  Allah’ı kandırdığını sanıyorsa,  büyük günah işliyor demektir. 

ERDOĞAN; konuşmasında,  “ Hükümet olarak ülke ekonomisine zarar verme pahasına günlük kazanç peşinde koşanları yakından takip ediyoruz.  Bu gözü doymazların hesaplarını ellerine tutuşturmakta kararlıyız” demiş, tam bir komedi.  Gülmek mi gerekiyor, yoksa ağlamak mı kestiremedim ve dondum kaldım. 

Günlük kazanç peşinde koşan gözü doymaz kişilerden bahsetmiş ve bunlardan hesap soracaklarını söylemiş. 

Kim bu kazanç peşinde koşan, bir türlü doymak bilmeyen, gözü doymazlar acaba?

ERDOĞAN;  kendisi iktidarda değil de, ana muhalefet partisi lideriymiş gibi konuşmuş, sanki KILIÇDAROĞLU iktidarda. 

ERDOĞAN; hazineyi boşaltma pahasına ihale dahi açmadan, yasalara aykırı olarak 21/b ye göre, önemli ihaleleri gözleri doymayan yandaş müteahhitlere peşkeş çeken kendisi değilmiş gibi, günlük kazanç peşinde koşan gözü doymazlardan bahsederek onlardan hesap soracaklarını sıkılmadan beyan edebiliyor. 

ERDOĞAN; hesaplarını ellerine tutuşturacağı gözü doymazları arıyorsa, fazla uzaklara gitmesin,  şöyle yakın çevresine bir baksın yeterli. 

Yap işlet devret yoluyla, dolara endeksli kar garantili yollar, köprüler, tüneller,  hastaneler,  hava meydanları yapan üç beş yandaş müteahhitlerden hesap sorsun, o gözü doymazların hesaplarını ellerine tutuştursun. 

Gerçekten,  AKP ve Saray iktidarı; ülkeyi yönetemediği gibi, ne söylediğinin de farkında değil, kroke olmuş vaziyette, adeta yolunu şaşırmış ve bir uçuruma doğru gidiyor ülkeyi de beraberinde götürerek tabi. 

Bay Kemal; ayıp ediyor doğrusu, ERDOĞAN'a hiç acımıyor, vurdukça vuruyor, hiç maç kazanamamanın hıncı içinde,  dersine iyi çalışmış bu sefer, sanırım sayıyla değil nakavtla galip gelmeye ant içmiş. 

Haydi Bay KEMAL, az kaldı. 

Son gülen iyi gülecek.

Güner Yiğitbaşı

24/07/ 2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Görev Danıştay’a değil Anayasa Mahkemesi’ne aittir diye yazdık zamanında ama.....
Danıştay 10.Dairesi;  Saray'ın tek imzasıyla İstanbul Sözleşmesinden çıkılması işlemini hukuka uygun bulmuş ve İstanbul Sözleşmesinden tek yanlı çıkış işleminin iptali talebini reddederek, bizleri hiç ama hiç şaşırtmamıştır.

Sarayın tasarrufu ile İstanbul Sözleşmesinden tek yanlı çıkılması işlemi; İstanbul Sözleşmesinin mahiyeti,  hukuken varlık kazanmasındaki usul ve şekiller, sözleşmeden çıkma işleminin doğurduğu sonuçları itibariyle basit bir Cumhurbaşkanlığı kararı ve bir idari işlem olarak değerlendirilerek, yanlış yargı yolu seçilmiş, Anayasa Yargısı yoluna gidilmesi gerekirken, İdari Yargı yoluna gidilmiş, Danıştay 10.Dairesi de, aslında kendisinin görev ve yetki alanına girmeyen,  görüntüsüne ve konulan adına bakıp,   idari bir işlemmiş gibi değerlendirme yaparak esastan inceleme yapmış ve  görevsizlik kararı vereceğine, başvurunun esastan reddine karar vermiştir.

En başta değerli kadınlarımız olmak üzere Türk Milletine geçmişler olsun.

Daha önce, zamanında; İstanbul sözleşmesinden tek yanlı çıkış kararının yargısal  denetlenmesinde görev ve yetkinin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu, Danıştay’ın görev ve yetkisinin olmadığını yazdık ve çeşitli platformlarda, sosyal medya ve sosyal medya gruplarında yayınlayarak paylaştık.

Bir Allah’ın kulu hukukçu bizim bu haklı görüşümüze sahip çıkarak destek vermedi. Ama,  televizyonların anlı şanlı yorumcu hukukçuları,  bol bol konuştular, birinin de aklına burada görev Anayasa Mahkemesinindir demek gelmedi.

Bakınız,  biz,  önceki yazılarımızda neler demişiz; 

“İstanbul Sözleşmesinin tek yanlı feshine dair Cumhurbaşkanının anayasaya aykırı kararı,  mahiyeti ve doğurduğu sonuçları itibariyle, idari bir işlem olmayıp,  kanun hükmünde bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesidir.

Adı ne olursa olsun,  bu karar;  hukuken,  Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kabul edilerek, şekil ve esas yönünden anayasaya ve yasalara  uygun olup olmadığının denetlenmesinde ve iptal edilmesinde,  Anayasa Mahkemesi görevli olup, bu konuda Danıştay asla görevli ve yetkili değildir.”

“Bu iddialı görüşümüzün hukuki nedenlerine gelince; 

Evrensel Hukuk kurallarına göre,  usulde paralellik (şekil muvaziliği) ilkesi esastır.

Bir konu kanun ile düzenlenmiş ve yürürlüğe sokulmuşsa, yine aynı usulle;  yani kanunla yürürlükten kaldırılabilir.

Anayasamızın 90.maddesine göre; hükümleri, iç hukukumuzda kanun hükmünde geçerli olan, kurallar hiyerarşisinde milli hukukun da üzerinde olan, hatta anayasaya aykırılığı dahi ileri sürülemeyen İstanbul sözleşmesi de,  anayasamızın 90. maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkardığı  bir kanunla onaylanarak yürürlüğe girmiştir.

Usulde paralellik ilkesine göre, İstanbul Sözleşmesinden tek yanlı çıkış da,  ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkaracağı bir kanunla olabilir.

Haydi diyelim ki; meclisten kanun çıkarılmadı. Bunun karşılığı,  sonradan meclisin onayına sunulacak olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesidir.

Bu itibarla, Cumhurbaşkanı; ben İstanbul Sözleşmesini tek yanlı feshediyorum ve bu sözleşmeden çıkıyoruz diyorsa ve bu konuda bir karar çıkarmışsa, hukuken bu kararın adı,  Anayasa yargısına ve denetimine tabi olan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesidir.

Peki, Cumhurbaşkanı bu konuda, yani yasayla yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesinin tek yanlı feshedilerek bu sözleşmeden çıkılması konusunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir mi, buna yetkili midir?

Çıkaramaz.

Bu konuda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma yetkisi yoktur.

Zira; Cumhurbaşkanı anayasanın 104.maddesine göre, ancak yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarabilir.

Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar,  kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler,  Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.

Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Kanununun, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 3.maddesine göre; Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin,  şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan iptal davalarına bakmak, Danıştayın değil, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisindedir.

Danıştay; Anayasa Mahkemesi  yargı yoluna, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisine tabi olan, mahiyeti ve doğurduğu sonuçları itibariyle bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olarak kabul edilmesi gereken İstanbul Sözleşmesinin feshedilerek sözleşmeden tek yanlı çıkılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararının yargısal denetimini yapamaz, bu kararın şekil ve esas yönünden anayasaya uygun olup olmadığını denetleyemez, bu konuda hüküm kuramaz, aksine bir davranış, görev gaspıdır.

Zaten, bu koşullarda,  sonuç olarak Danıştay'dan anayasaya ve hukuka uygun olumlu bir karar çıkacağı da çok şüphelidir.

Açıkladığımız nedenlerle;  Danıştay, bu konuda görev ve yetkisiz olduğuna, görev ve yetkinin Anayasa Mahkemesine ait olduğuna hükmederek, GÖREVSİZLİK kararı vermelidir.

Ülkemizdeki, bu kadar Hukuk Fakültelerine, hukuk hocalarına, mangalda kül bırakmayan anlı şanlı hukukçulara rağmen,  bu konuda yanlış adım atılmış, İstanbul Sözleşmesine ve bu sözleşmenin koruma altına aldığı kadınlarımıza yazık olmuştur.”

Evet, 29.04.2022 ve öncesinde bunları yazarak dile getirmişiz.

Şimdi, bazı okurlar diyecekler ve soracaklar ki; sanki, Anayasa Mahkemesi farklı mı karar verecekti?

Anayasa Mahkemesi, şu anda tam arzu edilen seviyede olmasa da, ülkemizde tarafsızlığını ve bağımsızlığını koruyabilen tek yüksek mahkemedir.

Bu ülkede ses getirmek için akademisyen hukukçu veya televizyon yorumcusu mu olmak gerekiyor?

Anlamış değiliz.

Hukukçuluk; hukukun, anayasanın ve yasaların gayesine ve ruhuna girip, hukuki gerçekleri ve doğruları yakalayabilmektir.

Buyurun cenaze namazına.

Güner Yiğitbaşı

20/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Daha Muhalefetteyken İktidarını İlan Eden Chp Ve Kılıçdaroğlu
Evet, kimse hakkını yemesin,  CHP ve onun lideri KILIÇDAROĞLU;  henüz iktidar olmadan iktidarı yaşamaya ve iktidar partisi AKP ve lideri ERDOĞAN'ı kullanarak,  iktidardaymış gibi,  halk yararına icraatlarını uygulamaya geçirmeye başladı bile. 

KILIÇDAROĞLU liderliğindeki CHP; bugünlere kolay gelmedi, devletin tüm yetkileri, yürütme ve yasama gücü, devletin tüm mali olanakları tek başına elinde olan,  bunları halkımızın zararına pervasızca ve hesap vermeden kullanan,  AKP ve onun lideri ERDOĞAN karşısında, varlık gösterememek, seçim kazanamamak, CHP ve liderinin başarısızlığı, AKP ve lideri ERDOĞAN'ın başarısı olarak değerlendirilmemelidir. 

ERDOĞAN'ın; yirmi yıllık tek başına iktidarı ve son beş yılında da tek adamlığı sonunda ülkeyi getirdiği ekonomik kriz ve buhran apaçık ortada duruyor. 

ERDOĞAN; kullandığı anayasal ve yasal devlet gücü ve yetkilerine, topladığı vergilerden ve sattığı devlet varlıklarından elde ettiği trilyonlarca dolara rağmen, ülkenin kişi başına düşen gayrisafi milli gelirini,  aldığı noktadan daha gerilere getirmiş, özellikle gençler olmak üzere, halkına iş imkanı sağlayamamış, cari açığı kapatacak yerde daha da çoğaltmış, zirai ürünleri dahi döviz karşılığında ithal eden, dışa bağımlı bir Türkiye yaratmış, devletin tüm olanaklarını,  halkına geri dönüşü olamayan taşa toprağa ve lüks harcamalara yatırmış, hazinenin içini boşaltmıştır. 

ERDOĞAN; yirmi senede altından gelip üstünden çıkarak hazineyi boşalttığı için, şu anada eli kolu bağlı, zamlar dışında,  iş yapamaz hale gelmiştir. 

İşte, bir siyasetçinin başarılı veya başarısız olmasının gerçek kriterinin, yalan dolanla seçim kazanarak iktidar olmak olmadığı, halk yararına iş yapılabilmesi için,  devlet yetkisi ve parasının kullanılmasının şart olduğu, başka bir anlatımla,  iyi veya kötü şoförün, ancak ve ancak direksiyon başında belli olacağı anlaşılmıştır. 

Sürücü aynı sürücü, yani iş başındaki kişi; hem de yetkileri daha da çoğaltılmış olan ERDOĞAN'dır. 

Peki ne oldu da, şimdi ülkeyi yönetemiyor,  yatırımlar durdu, halk perişan?

Para, yani harç bitti, harç. 

Hazine tamtakır, içki ve akaryakıt zamları da olmasa, para basma makinaları sussa memurun maaşını dahi ödeyemeyecekler. 

Harç bitti yapı paydos yani. 

EROĞAN'ın; kendisine seçimler kazandıran başarısı, bunlar da gerçekten başarıysa tabi.  gölge ve sanal başarılarmış, geç de olsa,  bunu halkımız bugün anladı. 

Bunları niçin söylüyoruz?

İktidar olmadan, aracın direksiyonuna geçmeden, devletin yürütme ve yasama yetkilerini, mali olanaklarını eline almadan, muhalefetteki bir siyasinin becerisini ve başarısını ölçemezsiniz. 

Muhalefet liderine, özellikle de ana muhalefete,  sandıkta yetki vereceksiniz, anayasal ve yasal tüm yürütme yetkilerini, yasama gücünü eline vereceksiniz, başka bir ifade ile un, şeker ve irmiği vereceksiniz ki; bakalım bunlardan güzel bir helva karabiliyor mu?

CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU'nu bugüne kadar seçim kazanamamakla suçlamadan önce, bu gerçekler asla göz ardı edilmemelidir. 

CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU; eskiye nazaran daha da halkın ayağına giderek, kurduğu ittifaklarla kazanılan büyükşehir belediye başkanlıklarında gösterilen halk yararına icraat ve başarılarla, en önemlisi de, açıkladığı ve iktidara geldiklerinde yapacakları halk yararına somut projeleriyle,  gerçek potansiyelini ve becerisini göstermiş ve halk ve seçmen nezdindeki prestij ve gücünü artırmıştır. 

Demek ki; yerel yönetimlerde bile iktidar olunca,  gösterdiği başarılar nedeniyle, CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU merkezi yönetimin de başına ve direksiyonuna geçince, bir yandan yerel yönetimler ve diğer yandan merkezi yönetim olmak üzere,  ülke ve halk yararına başarıdan başarıya koşacaktır. 

CHP ve Lideri KILIÇDAROĞLU; iş başındaki beceriksiz iktidarın korkusu haline gelmiş ve açıkladığı,  iktidar olduklarında halk yararına yapacaklarıyla,  ERDOĞAN'a korku salmış ve daha iktidar olmadan, mevcut AKP ve ERDOĞAN iktidarını ateşleyerek,  iktidara geldiklerinde yapacakları, halk yararına bazı icraatlarını, daha muhalefette iken AKP ve ERDOĞAN'ı kullanarak uygulamaya geçirmeye başlamıştır. 

Bunun son örneği; bir CHP ve KILIÇDAROĞLU projesi olan,  KYK burs ve kredisi borçlusu olan işsiz gençlerimizin ödeyemedikleri,  en üst  enflasyon endeksine ayarlı yüksek faizli borçlarının ana para dışında kalan tüm faiz ve diğer uzantılarının silinmesi kararı olmuştur. 

Bundan önce de, 3600 ek gösterge, emeklilere bayram ikramiyesi gibi CHP projeleri,  CHP iktidara gelmeden, iktidar ve ERDOĞAN tarafından kerhen ve korkudan uygulamaya geçirilmiştir. 

Sanırım sıra, EYT'lilere gelecektir. AKP ve lideri ERDOĞAN; koltuktan inme korkusuyla, kerhen de olsa bu sorunun çözümünü de CHP ve KILIÇDAROĞLU'na bırakmayacaktır. Ama geçmiş olsun artık. 

Halkımızın ve seçmenimizin bazı kesimlerinin, CHP ve liderine hala kuşkuyla bakmaları, kimse kusura bakmasın ama,  büyük bir haksızlık ve aymazlıktır. 

Biraz gözünüzü ve kulağınızı açınız lütfen.

Güner Yiğitbaşı

19/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Seçimde yapılacak hileler

Genel seçimler yaklaştıkça birbirinden ilginç seçim hileleri duyulmaya yayılmaya devam edecek gibi. Şimdi size @fuatavni diye gizli kişinin, bir de bir komşumun başına gelen seçimde oy verme sahtekarlığını aktaracağım.
“Cumhuriyet tarihinin en büyük seçim hilesi yapılacak”
Cep telefonuma Emekli İsmet Taşkale, Fuat Avni ve İmran Aykut tarafından gönderildiği yazılı bir seçim hileleri bildirisi geldi, ilginç olduğu için buraya almak istedim. Fuat Avni seçimde yapılacak hileleri Twitter den açıkladı: @fuatavni Teşkilat tarafından yapılan son anketler iç açıcı değil. Büyük bir şok yaşanıyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük seçim hilesi yapılacak. Demokrasiye inanan herkes okumalı ve etrafına duyurmalı. Bu şekilde gelen mesajda şu hileler sıralanıyordu:
@fuatavni:
1.Teşkilat içerisinde çok güvendikleri 40 kişiden bir ekip oluşturuldu. Gerekirse seçim hilesi için oluşturulan ekibi isim isim açıklayacağım.
2. Üsküdar İlçe Seçim Kurulu Başkanı gibi stratejik isimler özel olarak seçildi. Bu ve benzeri kişilerin konumları kullanılacak.
3. Hem oy tutanaklarının hem imzaların hem de sandıktaki oy pusulalarının sahteleri hazırlandı. Önemli bir merkezde depolanmış durumda.
4.İlçelerden merkeze sonuçlar gönderilirken hile yapılıp yakın partinin oyu örneğin 450 iken 45 yazılacak. Fark edilirse hata oldu denilecek
5.Oy tutanakları değiştirilecek sahte imzalar atılacak
Not: Tutanaklar fotoğraflanıp itiraz durumunda imzalar özellikle kontrol edilmeli.
6. Geçen seçimde Çekmeköy sahte oy torbaları ile kazanıldı. İlçe Başkanı, İstanbul’daki bir toplantımızda övünerek anlatmıştı.
7. Sandık Başkanı'na İlçe Seçim Kurulu'na evrakları verip listeleri gireceği ana kadar eşlik edilmeli.HİLE BU SAFHADA YAPILACAK
8. Özel bir çalışmayla sandık başkanlarının siyasi düşünceleri öğrenilmeye çalışılıyor. Her birine ulaşılıp tekliflerde bulunulacak.
9. Sahte oy kullanacak kişiler için hayali adresler çıkarıldı. Hayali mahalle, cadde, sokak, ev (vb). Gecekondular adres olarak verildi.
10. AKP'lilerin ev ve işyerleri binlerce hayali kişinin kaydı yapılarak seçim adresi gösterildi. İncelenirse görülecektir.
11. Seçimde CHP görevlilerine ve sair parti yetkililerine problem çıkarılacak. Kavga ve kargaşa çıkarılarak iş yapmaları engellenecek.
12. İtirazların boşa çıkması için İlçe Seçim Kurulu'ndaki hâkim ve savcılar özel olarak söylenileni yapacak kişilerden seçildi.
13. Oy pusulaları fazla basılıp sandıkların içi değiştirilecek. Başarılı olunamazsa bilgisayarlarda seçim sonuçlarına müdahale edilecek.
14. İstanbul'un Ataşehir, Üsküdar ve Beykoz ilçelerinde sistemli bir şekilde mükerrer oy kullanılacak. Ataşehir'de şimdiden sistem hazır.
15. Duyarlı sandık görevlileri mutlaka bütün sandık sonuçlarının fotoğraflarını çekmeli ve açıklanan sonuçlarla karşılaştırmalı.
16.Milletin her şeyini çalanlar şimdi iradesini çalma peşindeler. Demokrasi isteyenler el birliğiyle oyunlarını bozmalı. PAYLAŞ PAYLAŞ PAYLAŞ”
İnternette dolanan böyle hileler yanında, benim de bizzat duyduğum bir komşunun başına gelen seçimde oy kullanma hilesini o komşunun anlatımından nakletmeye çalışacağım.

Seçimde yapılacak hileler
Bir seçmen başkasının evini kendi eviymiş gibi gösterip oy kullanmış

Evimize yakın komşu Elektrikkent Sitesi 1703 ncü sokakta oturan yaşlı ve de engelli bir emekli öğretmenin son seçimde başından geçen bir oy verme hilesini aktarmaya çalışacağım. Haziran 2022’nin bir gününde, köpeğim Badi ile ihtiyaç gezisine çıkmıştık. Park içindeki oturulacak bankların birinde, kendisini uzaktan uzağa tanıdığım ve adını da bilmediğim bu bayan emekli öğretmen bankta oturuyordu. Kendisi yürüme engelli bastonu ile yürüyor, evinde tek başına yaşıyordu, oturduğu yere bastonunu dayamış, güneşte dinleniyordu. Selam verip yanına vardım,
Sağdan soldan, sağlığından bahsederek konuşuyorduk, seçimde hile yapıldığını söylerken başından geçen seçimde oy verme hilesiyle ilgili şu ilginç olayı anlattı:
Seçim günü herkes gibi ben de oy vermek için bölgemizdeki seçim sandık kuruluna gittim. Kapıya asılmış, seçmen listesinde adımı aradım bulamadım. Adres benim evin adresi, ama o numaralı evde sanırım Bahar adında bir kadın görünüyordu. Kendi kendime, benim ev adresimde nasıl yabancı kadın görünür diye şaşırdım, içeri girerek sandık kurulu başkanına, benim evin adresimde yabancı bir kadın adı görülüyor, bu nasıl olur, diye sordum. Onlar da “şu anda bir şey yapamayız, seçmen listesinde kim yazılı ise ona oy kullandırırız, sonra itirazınızı yaparsınız, seçmen listeleri askıya çıkarıldığında neden kontrol edip itiraz etmediniz” diye beni dışarı savdı.
Ben engelli bir kimseyim, dizlerimde kireçlenme var, seçmen listeleri askıda iken, kontrol etmeye muhtarlığa gidemedim. Bu nasıl iş, benim ev adresimde nasıl başkasının adı yazılır, diye düşünmeye başladım.

Seçimde yapılacak hileler

Tekrar sandık kuruluna dönüp yanlarına vardım. Sandık kuruluna rica ettim, benim adresime yazılı olan kadın oy vermeye gelince bir sorun bu yanlışlığı iletin, kimmiş neyin nesi lütfen soruşturun, dedim.
Ben yaşlı ve engelli biriyim, akşama kadar o sahte oy kullanan kadın kimse gelecek mi diye bekleyemezdim. Neyse akşamüstü sandıklar açılmadan önce sandık kuruluna gittim, o kadını takip edip etmediklerini sordum. Gerçekten benim evimde kaydı olan kadına, o evde oturup oturmadıklarını sormuşlar, kadın türbanlıymış yanında da birkaç kadın daha varmış, benim evde görülen sahte kadın, “tabi o evde oturuyorum, isterseniz şu komşulara da sorun” diyerek yanında getirdiği türbanlı kadınları göstermiş, onlar da “doğru” demişler.
Bu sahtekârlığı mahalle muhtarımız Sema Hanıma da söyledim, o da “senin gibi 20-5 ten fazla böyle sahte seçmenler var" dedi. Demek ki birçok sandıkta da böyle sahte seçmenler varmış”.
Bu sahtekarlığa inanamadım, bir kişi başkasının evinde gösterilip sahte oy kullandırıyordu.

Seçimde yapılacak hileler

Demokrasilerde gerçek ve tarafsız hilesiz seçimlerin yapılması esastır. Ama 20 yıllık AKP-RTE yönetiminde hileye yol açacak yasal uygulamalar yapıldığını görüyoruz. Örneğin:
1-Esiden seçim sırasında oyunu kullanan seçmenin bir tırnağı çıkmaz boya ile boyanırdı. (Bunda amaç mükerrer oyu kullanmayı önlemekti).
2-Seçmen kütükleri eskiden Yüksek Seçim Kurulunca (YSK) düzenlenirdi. Bu iktidar döneminde İçişleri Bakanlığınca düzenlenmesi sağlandı. Seçmen kütüklerini bir siyasal partinin düzenlemesi hile v e şaibe yaratır).
3-Seçim Kanununda değişiklik yapılarak, Seçim Kurulu başkanlıklarına en kıdemli hâkim seçilirken, kura ile seçim kuruluna başkan seçilmeyi getirdiler.  AKP iktidarı döneminde binlerce hâkim alınırken, AKP ilçe başkanı avukatları yargıç olarak aldılar. Kura olunca en kıdemli yargıç es geçilip en kıdemsiz yargıç seçim kurulu başkanlığına seçilme şansı vardır.
Bu konuda genel kanı, iktidarın seçip yargıç yaptıkları yandaş kişiler, kura sonucu seçim kuruluna seçilince iktidar lehinde kayma ve yaklaşım olabileceği söylentisi dolaşıyor.
Seçimde hile derken, başka bir seçimdeki yanlı davranışı dile getirelim. 16 Nisan 2017'de Türkiye Anayasa değişikliği referandumunda yasa dışı bir işlem yapılmıştı. Yasada “mühürsüz zarflar iptal edilir” hükmü olduğu halde, Yüksek Seçim Kurulu, seçim sonunda AKP’nin verdiği bir dilekçe ile, yasaya aykırı olarak mühürsüz zarfları da geçerli saydı.  
Seçim hilesi bir yana on bir ay sonra yapılacak olan seçimin oldukça çekişmeli geçeceği benzer.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Yarın 15 Temmuz Hain Fetö'nün Darbe Girişiminin Altıncı Yıldönümü
Geçen sene yazmış bulunduğumuz 15 Temmuz'a ilişkin, bugün de  aynı güncelliğini muhafaza eden yazımızı,  yeniden okuyup hatırlamaya var mısınız?

Darbe girişiminde bulunan,  GÜLEN Cemaati lideri FETÖ'nün, sözde legal bir dini cemaatin liderliğinden,  silahlı terör örgütünün lideri konumuna getirilişinin hikayesine, bu ülkede yaşayan aklı başında ve tarafsız herkes tanıktırlar. 

FETÖ'nün devlet kadrolarına sızarak devleti işgal etmesinin baş mimarının,  AKP iktidarı ve onun lideri ERDOĞAN olduğu,  inkar edilemez bir gerçektir. 

Ne istediler de vermedik diyen ERDOĞAN'dır. 

Bu bir itiraftır. 

15 Temmuz darbe girişiminden sonra, aldatıldık diyerek halktan özür dilemek,  bu gerçeği ortadan kaldıramaz. 

17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına kadar,  FETÖ ve Gülen Cemaati; bu ülkenin,  cazibe ve çekim merkeziydi. Kutup Yıldızı gibi parlıyordu. 

Gülen Cemaatine mensubiyet ve yakınlık,  bir ayrıcalıktı. 

Devletin önemli makamlarına üst düzey yönetici olarak atanabilmek için,  bu cemaatin mensubu veya sempatizanı olmak ön koşuldu. 

CHP;  Gülen Cemaatinin lideri FETÖ'nün terörist olduğunu,  bu cemaatin;  anayasal düzeni değiştirmeyi amaçlayan illegal bir dini terör örgütü olduğunu iddia ettiğinde, bugün de Adalet Bakanı olan zamanın Adalet Bakanı, Meclis kürsüsünden, siz Fetullah GÜLEN teröristtir diyemezsiniz, o ülkemizin yetiştirdiği en önemli din adamı ve din alimidir, bilge insandır diyerek,  basbas bağırıyordu. 

Gülen Cemaatinin yasal bir dini cemaat olduğuna, iktidar tarafından  inandırılan mütedeyyin halkımız, 15 Temmuzdan sonra terör örgütü mensubu olmaktan zindanlara atılmış, devletin tüm gizli istihbarı bilgileri elinde olan AKP ve onun lideri,  aynı menzile birlikte ilerlediklerini itiraf ettiği yol arkadaşı Fetullah GÜLEN ve cemaatinin gerçek amacını bilmediğini ve kandırıldıklarını söyleyerek,  aradan sıyrılmaya çalışmışlardır. 

Gülen Cemaatinin tüm kadrolarının,  devletin önemli makamlarına yerleştirilmelerinin altında,  AKP ve liderinin imzaları bulunmaktadır. 

Ben emekli bir askeri yargıç olarak çok iyi biliyorum ki; ordu içindeki Fetöcü Askeri Hakimlerin, stratejik kurumlar olan Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesine kısa yoldan ve kolaylıkla üye olarak atanabilmeleri için, Askeri Hakimler Kanununda değişiklikler yapılarak, askeri hakimlerin birinci sınıfa ayrılabilmelerinin koşulu olan kıdemli binbaşı rütbesine terfi etmiş olmaları koşulu değiştirilmiş, binbaşı oldukları tarihe geri çekilerek, birinci sınıfa ayrılmak için binbaşı rütbesine terfi etmiş olmak yeterli sayılmış, on yıllık ve binbaşı rütbesine terfi eden askeri hakimler,  üç sene önce birici sınıfa ayrılarak, Fetöcü Askeri Hakimlerin Askeri Yargıtay ile Askeri Yüksek İdare Mahkemelerine yüksek yargıç olarak atanmaları üç sene öne alınarak kolaylaştırılmış, kıta subayı olarak sonradan Hukuk Fakültelerini bitirerek askeri yargıç sınıfına geçirilenlerin, kıta subayı olarak yaptıkları hizmetlerinin yarısı,  askeri hakimlikte geçen hizmet süreleri olarak dikkate alınmıştır. 

Bu satırların yazarı ATATÜRKÇÜ ben; emekli olduktan sonra Fetöcüler için yapılan bu iyileştirmelerden,  geçici bir hükümle yararlandırılmadığım için,  şu anda mağdurları oynamaktayım. Aslında, sonradan yapılan iyileştirmeler,  özlük haklarında bir artış getiriyorsa-ki getiriyor-daha önce emekli olan askeri hakimler de yasaya konulan bir geçici madde ile bu iyileştirmelerden yararlandırılırlar. Yani, benim de birinci sınıfa ayrıldığım tarihin,  kıdemli binbaşılıktan,  binbaşılığa terfi ettiğim üç sene öncesine geri çekilerek düzeltilmesi, birinci sınıfta geçen süreme üç senenin ilave edilmesi gerekirdi. Bu yapılmadığı için, birinci sınıf hakimlikte geçen sürem beş senede kaldı, altı seneyi doldurmadığı için bazı özlük haklarından yararlanamadım, toplam hizmet süresi benimle eşit ve hatta daha az olan, yasal değişiklikten yararlanarak,  birinci sınıfa üç sene önce ayrılan bir fetöcü hakim,  birinci sınıfta altı seneyi doldurmuş olduğu için,  özlük haklarında benim önüme geçti. Bu çarpıcı örnek  dahi, yapılan bu yasal değişikliğin,  tüm askeri hakimler düşünülerek değil, sadece Fetöcü askeri hakimler düşünülerek, onların önlerinin açılması için yapıldığının en önemli ve kesin kanıtıdır. 

Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra,  geçen sene 15 Temmuz ile ilgili olarak yazdığımız ve aşağıya aynen aldığımız yazıyı,  geliniz birlikte ibretle okuyalım.  


14/07/2022 

Güner YİĞİTBAŞI


15 TEMMUZ'U BUGÜN DEMOKRASİ GÜNÜ OLARAK KUTLAMAYA YÜZÜNÜZ VAR MIDIR?

Yarın, 15/Temmuz/2021

15/Temmuz/2016;  hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik hukuk devletini işbirliği içinde fiilen yok ettikten sonra, aynı menzile giderlerken giriştikleri iktidar çatışmasının beşinci yıldönümüdür. 

15/Temmuz/2016 klasik bir askeri darbe girişimi değildir. Bu nedenle başarılı olamamıştır.  

15 Temmuz; ülkemizde,  anayasal meşru düzene,  demokrasiye,  fiilen olduğu gibi hukuken(darbe hukuku tabi) de son vererek,  tek adama (FETÖ) dayalı otoriter,  faşist, dini esaslara dayalı bir diktatörlüğü ilan etmek için, hain FETÖ'nün; iş başındaki AKP iktidarıyla işbirliği halinde,  büyük bölümünü ele geçirdiği, Türk Silahlı Kuvvetlerini ve silahlarını kullanarak uygulamaya koyduğu,  hain silahlı çapulcu girişimin beşinci yıldönümüdür. 

15/Temmuz, Türk Milletinin;  laik demokrasiye aşık evlatlarının, asla tasvip etmediği klasik ve geleneksel askeri darbelerden değildir. 

15 Temmuza gelinene kadar gerçekleşen askeri darbelerin tümünün,  kendi içinde bir mantığı, gerekçesi ve kim ne derse desin,  sonradan inkar etseler de, ilk başta azımsanamayacak çoğunlukta bir halk desteği  vardı ve darbeleri gerçekleştirenler,   en azından demokrasiyi koruma ve kollama amacını taşıdıklarını ilan ederler ve bir süre sonra demokratik seçimlerle normal düzene geçilirdi. 

Bu yönüyle, AKP iktidarının el vermesiyle gerçekleştirilen  15/Temmuz/2016 askeri çapulcu girişimi, klasik bir askeri darbe girişimi değil, aynı menzile birlikte giden iki ortağın iktidar kavgası,  birinin diğerine ihaneti ve bu kavgayı ve  ihaneti bastırarak aynı menzile tek başına ulaşmaya çalışan AKP'nin, aynı menzile tek başına ulaşmak üzere olduğu bir iktidar zaferidir, ortada bir demokrasi zaferi asla yoktur. 

15. Temmuz da silahlı kavgayı kazanan,  AKP olmuş, bugüne gelindiğinde açıkça görülmektedir ki; 15. Temmuzun ilk başlarda  kazananı gibi gözükse de, bugün gelinen noktada, tek kaybedeni laik ve demokrat Türk halkı ve laik Türk demokrasisi olmuştur 

Gün, hamaset yaparak, sadece hain FETÖ'yü yerden yere vurup, olmayan demokrasinin edebiyatını yapma ve gerçeklerin üzerini örtme günü değil, korkmadan ve çekinmeden, eğri oturup doğru konuşma, objektif olarak, 15  Temmuz darbe girişiminden kurtulan demokrasimizin; demokrasi adına, demokrasi kullanılarak yok edildiği içler acısı durumuna bakarak,  gerçek bir değerlendirme yapma ve sözüm ona darbe girişiminden kurtarılan demokrasimizin, darbeyi başarısız kılmakla ve bugünü demokrasi günü olarak ilan edip  kutlamakla övünen AKP iktidarı tarafından yok edildiği,  bugünkü acıklı halini değerlendirme ve gözler önüne serme günüdür. 

Darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün; paralel bir yapı olarak,  devleti ele geçirerek darbe girişiminde bulunabilecek güce erişmesinde; AKP iktidarının,  atama kararnamelerindeki, meclise sunduğu yasa teklif ve tasarılarındaki imzalarını ve icraatlarını yok sayarak, sadece FETÖ'yü suçlamak, FETÖ'nün güçlenmesindeki AKP katkılarını yadsımak ve yok saymak,  kendimizi aldatmak ve demokrasimize yapacağımız en büyük kötülüktür. 

15 Temmuz darbe girişimi önlenmiştir de ne olmuştur?

Ondan sonra neler yapılmıştır, darbe mağduru iş başındaki siyasal iktidar, samimi bir şekilde demokrasimize sahip çıkarak, demokrasimizi ve özgürlükleri daha yukarılara mı taşımıştır?

Yoksa, demokratik seçimle işbaşına gelen iktidar; bugün, kayıp binlerce silah ve illegal gizli oluşumlarla,  seçimleri kaybetse de, iktidarı devretmemenin hain planlarını yapmakla mı meşguldür?

Bugün, ülkesini ve demokrasisini seven gerçek demokratlar; korkmamak ve hamaseti bırakarak, eğri oturup doğruları konuşmak ve bu soruların gerçek cevaplarını arayıp bulmak zorundadırlar. 

Bu ülke insanı; 15/Temmuzdan sonra Mecliste oluşturulan darbeleri araştırma komisyonunun hazırladığı raporu dahi henüz görememiş ve sözüm ona darbe mağduru olan AKP iktidarının Meclis Başkanı,  bu raporu yok etmiştir. 

15. Temmuz FETÖ darbe girişimi önlenmiştir de,  sonrasında neler olmuştur?

Bir düşününüz lütfen. AKP iktidarı, darbe girişiminin önlenmesinden sonra, FETÖ yerine bizzat kendisi,  demokrasiyi yok etmek için öyle kötü şeyler yaptı ki; bu ülke insanı,  FETÖ darbe girişiminden kurtulduğuna dahi sevinemedi, sevinci kursaklarında kaldı. 

Sahi, bir hatırlayınız, ERDOĞAN'ın FETÖ için söylediklerini. 

Ne istediler de vermedik, ne istedilerse verdik. 

Aynı menzile (hedefe) birlikte gidiyorduk. 

Demedi mi?

FETÖ ile aynı menzile birlikte giderken, iktidar hırsı ve yarışı içinde,  birbirlerini yok etme ve yeme  yarışına giren AKP iktidarı, FETÖ ile aynı hedefe gitmekte ise, bu hedefin ne olduğu çok açıktır. 

Darbe girişiminden sonra,  darbeye katılan hainleri soruşturan savcıların iddianamelerinde ve darbeci FETÖ'cüleri yargılayarak mahkum eden mahkemelerin gerekçeli kararlarında;  FETÖ'nün menzili, hedefi ve amacı açıkça yer almaktadır, açınız bakınız ve AKP iktidarının gitmekte olduğu menzili anlayınız. Bu menzilin demokrasi, laiklik ve özgürlükler olmadığını açıkça göreceksiniz. 

Sayın ERDOĞAN'ın; 15. Temmuzu demokrasi günü ve bayramı olarak kutladığına ve nutuklar attığına bakmayınız. O; ülkenin darbe girişiminden,  demokrasinin,  FETÖ'nün elinden  kurtulduğuna değil, iktidardan düşürülemediğine sevinmekte ve şükretmektedir. Kendisinin,  FETÖ ile aynı menzile gittiğine dair açık ve samimi itirafları vardır ve FETÖ'nün demokrasiyi yıkarak faşist bir din devleti kurmayı hedeflediği ve amaçladığı mahkeme kararlarıyla tescil edilmiştir. 

Parantezi kapayarak devam edelim. 

Darbe girişiminden beş gün sonra, bu darbe girişimi vesile yapılarak,  20. Temmuz günü, darbeden kurtulan ve demokrasiyle yeniden tanışan, demokrasiye şükretmesi ve iyi ki;  demokrasi varmış demesi gereken AKP iktidarı tarafından ülkemizde olağanüstü hal ilan edildi ve yıllarca,  bu ülke olağanüstü hal altında idare edildi. 

Olağanüstü hal yönetimi, geçici ve Anayasal demokratik bir yönetim tarzıdır, koşulları varsa ilan edilebilir, buna bir diyeceğimiz yoktur. 

Ancak, olağanüstü hal yönetiminin anayasal kuralları vardır. Olağanüstü hal döneminde  acil ve sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konularla sınırlı kanun hükmünde kararnameler çıkarılabilecekken, ERDOĞAN başkanlığında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü hal kararnameleriyle, devletin yapısı değiştirilmiş, kökleşmiş kurumlar kapatılmış, demokrasiyi yok etmenin önündeki her engel bir bir yok edilmiştir. Olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konular dışında,  yasa gibi,  her alanı düzenleyen kurallar içeren olağanüstü hal kararnameleri çıkarılarak, meclis devre dışı bırakılmış ve anayasa açıkça ihlal edilmiş,  ülkemiz keyfi ve anti demokratik bir yönetimin altına sokulmuştur. 

Sonrasında anayasa değiştirilerek,  Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında ucube bir rejim tesis edilmiş, partili cumhurbaşkanıyla bugünkü antidemokratik ve anti laik düzen kurulmuş, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrımı ilkesi kaldırılmış, yasama, yürütme ve yargı tek elde sarayda birleşmiş, ülke;  saraydan ve tek adam tarafından kararnamelerle, yargıya ve yasama ‘ya saraydan verilen talimatlarla, halka hesap vermeden ve sormadan  yönetilmeye başlanmıştır. 

Yargı bağımsızlığı yok edilmiş, yargı Türk Milleti adına değil,  saray adına yetki kullanmaya başlamıştır. 

FETÖ;  iktidar ortağı iken yargı ne ise,  bugün de yargı odur.  

Kumpas davalar, haksız tutuklamalar artarak devam etmektedir. Menzil aynı olunca, demokrasi amaç  değil, menzile ve hedefe ulaşmak için kullanılan bir araç olunca, yargının farklı olmasını beklemek de abesle iştigaldir. 

FETÖ'nün siyasal iktidar ortağı olduğu dönemde yargılanan aynı gazeteciler, bugün de,  AKP iktidarını eleştirdiler diye, bugünün bağımlı yargısı tarafından tutuklu olarak yargılanmaktadır. 

Gazetecinin kimliği hiç önemli değildir. Dün FETÖ'nün,  bugün ise,  ERDOĞAN yargısının yargıladığı gazetecilerin ortak yanları; laik, demokrat, özgürlükçü olmaları ve siyasal iktidarı haklı olarak eleştirmeleri ve ülkelerini seven kişiler olmalarıdır. 

Bu gerçek dahi,  AKP iktidarının; darbeci hain FETÖ ile laik demokrasi ve özgürlükler karşıtı oldukları ve aynı hedefe birlikte yürüdükleri gerçeğini,  açıkça ortaya koymaktadır. 

Hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine dayalı laik demokrasinin ortadan kaldırılmış olduğu bugün; bu üzücü sonucu,  ha FETÖ sağlamış, ha AKP iktidarı,  bizim için önem arz etmemektedir. Ne yazık ki; sonuç olarak, laik ve özgürlükçü demokrasimiz, bağımsız yargı, insan hak ve özgürlükleri yok edilmiş, meclisimiz dışlanmış, demokrasi sadece sandıktan ibaret,  çırılçıplak bırakılarak içi boşaltılmıştır. 

Bu koşullarda, bu güzel ülkemizde;  15. Temmuzları,  demokrasi günü ve bayramı olarak kutlamaya,  en başta AKP iktidarı olmak üzere,  kimsenin yüzü ve hakkı yoktur. 

Hep birlikte demokrasimizin ruhuna bir fatiha okumak,  tek yapmamız gereken gerçekçi bir davranış olacaktır.  

Demokrasi; ha darbeyle ve silah zoruyla yok edilmiş, ha devleti yönetenler tarafından,  devletin ve yasaların gücü ve koruması kullanılarak içeriden yok edilmiş, biz insanlar için hiç önemli değil, önemli olan;  her koşulda,  laik demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesidir. 

Sadece, ERDOĞAN ve yandaşları için var olan demokrasi ve özgürlükler, böyle sözde demokrasi olacağına,  hiç olmasın. 

Güner Yiğitbaşı

14/Temmuz/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Doktoru Öldürmek Vahşettir
Nedense, AKP-RTE iktidarının 20 yıllık yönetiminde doktorlara, sağlıkçılara, avukatlara da çeşitli biçimlerde saldırılar olduğuna tanık olduk. Bu saldırılara neden olan, AKP-RTE iktidarında doktorları, TTB’ni eleştiren yönetimin söylemlerine baktığımız zaman, saldırılara sanki tahrik teşvik varmış gibi bir düşünce insanın aklına geliyor. Şu söyleme bir bakın:

“Doktor benim vatandaşımın emrinde olacak. Benim vatandaşımın emrinde olmazsa o doktor vatandaşa hesap verecek… Giderlerse gitsinler…” diyerek “doktor öldürme bataklığını” AKP'nin kurucusu ve 20 yıllık lideri yarattı. 

Günümüzden sanırım 15 yıl kadar önceydi, doktorların sırada bekleyen hastaların çokluğundan, “20-30 kişiden fazla hastaya bakmamız sıkıntılı oluyor” diye yakınmasını gören vatandaşlar muayene olmak için ısrarla doktorun poliklinik önünde bekleşmeleri, söylenmelerini duyan bir siyasi kişi “doktorlar vatandaşlara eşşek gibi bakmak zorundalar” diye bir laf ettiğini iyi anımsıyorum. İşte böylece doktorları eleştiren siyasilerin doktorlara karşı bu tür söylemleri, cahillerin doktorlara sağlıkçılara karşı saldırmalarına işaret fişeği yakar gibi olduğu sanısına kapılıyoruz. Bu ilkel saldırı modeli ülkeye dayatıldı.

Gaziantep'te 17 Nisan 2012 tarihinde muayene sırası kavgasından hasta yakınının saldırısı sonucu Doktor Ersin Arslan’ın öldürülmesi, Konya Şehir Hastanesi Kardiyoloji Uzman Doktoru Ekrem Karakaya’nın bir güvenlikçi tarafından tabanca ile öldürülmeleri ile birlikte 20 yıl içinde 10 kadar doktor ve sağlıkçılar saldırılar sonucu yaşamlarını yitirmişlerdi.

Doktorlara yapılan bu insanlık dışı öldürme, saldırılara karşı Sözcü Yazarı Necati Doğru şu öneride bulunuyor: “Doktora, sağlık çalışanına saldıran, yumruk atan, küfür eden, terbiyesizlik yapan, bıçak çeken, silah doğrultan, kurşun sıkan bir daha hiçbir hastaneye alınmaz, kapısından içeri giremez, hiçbir sağlık hizmetinden yararlanamaz” şeklinde “kanun tasarısı hazırlamalılar” demektedir.  

Doktoru Öldürmek Vahşettir

Konya’da Kardiyoloji Uzmanı Ekrem Karakaya, görev yaptığı Şehir Hastanesi'nde Yunak Devlet Hastahanesinde güvenlik görevlisi Hacı Mehmet Akçay tarafından tabancayla vurularak öldürüldü. Saldırının ardından aynı silahla intihar eden Hacı Mehmet Akçay’ın, 1 ay önce kalp krizinden yaşamını yitiren annesi Kezban Akçay'ın ölümünden Karakaya'yı sorumlu tuttuğu için olayı gerçekleştirdiği açıklanmıştı.

Bu doktor katili güvenlik görevlisi: H. Mehmet Akçay’ın sosyal medya hesabında, “diyar diyar gezip baş kesen celladım…” notunun yazılı olduğu da açıklandı. Bu “cellad” ruhlu adam güvenlik görevlisi olarak alınırken psikolojik ve ruhsal olarak incelenmemiş midir? Bu “baş kesen” istekli kişiler nasıl güvenlik görevlisi olarak işe alınabiliyor?  Görüldüğü gibi torpil ve liyakatsiz kişilerin işe alımlarında korkunç cinayet ve acılar yaratabiliyor.  Öyleyse coplu, tabancalı iş görecek kimseleri işe alınırken daha özenli olunmalı, “torpil, yandaş” düşünmeden, ruh sağlığı, bilgisi, mahareti daha iyi olan kişileri güvenlik görevlisi olarak işe alınmalıdır.

Sayın Necati Doğru aynı yazısında şunları söylüyor:

“Okumamış adama (yani en alttakine); okumuşa (yani en üsttekine) emir verme” hamlığı ile hoyratlığı son 20 yıl içinde doğdu. Ve bu kaba atmosfer içinde “doktor dövme hakkı” ile “doktor öldürme katilliği” iyice azgınlaştı. 20 yıl önce doktora saldırmak yoktu. Bugün ülkenin okumamışları, okumuşlara savaş açtılar, doktor öldürüyorlar”. Necati Doğru Sözcü

Eskiden 20 yıl önceye kadar doktora saldırmak yoktu, 20 yıllık AKP döneminde doktor, avukat öldürülmeye başlandı.

Bir gün Demetevler Onkoloji hastanesinde muayene sırası beliyordum, bir ara sıralar karıştı, gözü açıklar öne doğru sarktı, haliyle sıra sendeydi bendeydi derken, doktor gürültüden rahatsız olmalı ki, dışarı çıktı hastalara bizlere, “lütfen sıranızı bekleyin sırayla alacağız” falan derken, gürültüler arasında gerilerden bir bıyıklı bıçkın bir adam doktorları kastederek, “dayak yiyorsunuz yine de anlayış göstermiyorsunuz, dayak mı atalım” gibi çok şaşırdığım bir laf ediyordu. 

Doktoru Öldürmek Vahşettir

Giden yıllarda İzmit’te görev yapan doktor Oğlum Celil Cüneyt’i ziyarete gittiğimde, onun çalıştığı hastanenin bölümüne de uğradım. Hastalar sırada muayene için bekliyorlar, ben de doktor babası olarak aralarına karıştım. Sıra beklerken, içerideki doktorun babası olduğumu bir vesile söyledim. Adamın biri, “hemşerim ne bekliyon, madem doktor babasısın gir içeri, ben doktor babası olsam kapıyı vurmadan girerim valla” gibi laflar söylüyordu.  Sıram gelince içeri girdim, sıradan biri, “bravo valla hasta, doktor rahatsız olur diye adam babası içeri girmiyor” diyordu. 

Konya’da öldürülen doktorun acısı daha taze iken, AKP’nin ortağı Devlet Bahçeli de yaraya tuz basarcasına, yangına körükle gidercesine doktorların örgütü “Türk Tabipler Birliği (TTB) kapatılsın” diyor.

Doktor öldürerek cehaletin zirve yaptığı zamanlar görülmedi. Ama 20 yıllık AKP-RTE iktidarında kültür, bilim es geçiliyor, cahillerin ferasetinden medet umuluyor. Ne demişti bu düzenin koskoca profesörü “biz cahillerin ferasetine güveniyoruz” AKP adına konuşuyor. Bakıyorlar ki AKP’nin aldığı oyların çoğunluğu tahsili çok az olanlardan geliyor geliyor, yüksek tahsilli okumuşlar AKP ye oyu vermiyor veya çok az veriyor, bilimin bilginin yayılmasına öncülük yapması gereken, cahil ve cehalete bel bağlıyor, “cahillerin ferasetine güveniyoruz” diyebiliyor. 

Doktorlarımız günümüzde gerçekten zor şartlarda görev yapıyorlar, onlara karşı dikkatli olalım, onlara karşı saygılı olalım, çünkü onlar zor yetişiyor. Doktor öldürmek barbarlıktır, vahşettir. 

Bu dünyada cehalet kadar başka bir karanlık yoktur, öyleyse cehaletle savaşalım, akla bilime sarılalım.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Erdoğan'dan Muhalefete Seçim Kazandıracak Tüyo
Partili Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; geçmiş dönem belediye başkanlarıyla yaptığı istişare ve değerlendirme toplantısında yaptığı konuşmasında;  "En son 2019 mahalli idareler seçimlerinde de büyükşehirlerin yüzde 52'sini,  diğer illerin yüzde 55'ini kazanarak,  mahalli idarelerdeki gücümüzü bir kez daha gösterdik.  Elbette İstanbul ve Ankara gibi ülkemizin en büyük iki şehrinin,  altını çiziyorum başkanlık nezdinde kaybedilmiş olmasından üzüntü duydum.  Bakın 'seçimi kaybettik' demiyorum,  'sadece başkanlık nezdinde' diyorum.  Çünkü meclislerini,  Ankara'nın da İstanbul'un da biz kazandık.  Arkadaşlar,  bunu iyi anlatmamız lazım.  Bir 'belediye' dediğimiz zaman olay sadece başkan değildir,  meclistir.  Meclisi bir kenara koyamazsınız.  Mecliste beraber eğer güçlüyseniz,  o belediyede gücünüz çok daha farklı olur.  Bu şehirlerdeki seçimlerin oy oranlarımız gerilediği için değil,  rakiplerimizin tamamı karşımızda birleştiği için kaybedildiği bir gerçektir.  Buna rağmen,  elde ettiğimiz tecrübeleri göz önünde bulundurarak,  kayıplarımızı ilk fırsatta telafi etmekte kararlıyız.  Milletimiz de bu hakikatleri görüyor ve öyle değerlendiriyor. " demiş ve önemli itiraflarda bulunarak altılı masaya ve tüm muhalefete önemli bir tüyo ve bayram hediyesi sunmuştur. 

Konuşmada yer alan;  Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini kast ettiği” Bu şehirlerdeki seçimlerin oy oranlarımız gerilediği için değil,  rakiplerimizin tamamı karşımızda birleştiği için kaybedildiği bir gerçektir. ”itirafı çok önemlidir. 

ERDOĞAN'ın bu itirafı ve  tüyosu, yani sunduğu gizli bilgi, muhalefet ve altılı masaya, seçimleri kazanmaları için sunulan çok değerli bir bayram hediyesidir. 

Muhalefet ve altılı masa, bu ülkeyi ve ülke insanlarını gerçekten seviyorlarsa,  tek adamın iradesine dayalı, ülkeyi felakete sürükleyen bu saray iktidar ve yönetiminden ülkeyi gerçekten kurtarmak istiyorlarsa, birleşmek ve  birlik olmak ve oylarının çöpe gitmemesi için tüm fedakarlığa razı olmak zorundadırlar. 

ERDOĞAN açıkça söylüyor işte; ”Ankara ve İstanbul’daki seçimlerin, rakiplerimizin tamamı karşımızda birleştiği için kaybedildiği bir gerçektir”

Tüm muhalefete sesleniyoruz; haydin öyleyse ne duruyorsunuz? Birleşiniz, 

Bu vesileyle, tüm okurların ve dostların kurban bayramını,  en iyi dileklerimle kutluyorum.

Güner Yiğitbaşı

09/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Açık Konuş Soylu
İçişleri bakanı Süleyman SOYLU,  "biz Cumhuriyet’in ikinci asrında kendimiz gibi yaşayacağız,  medeniyet değerlerimizde ne varsa,  onu yaşayacağız,  milli irade ne diyorsa onu yaşayacağız,  dışarıdan ithal anlayışlarla bir gelecek inşa etmek niyetinde değiliz kendi aklımızı ve izanımızı,  kendi özümüzü rehber edinmeye devam edeceğiz" demiş. 

Bu sözler, alelade bir kişinin söylediği sözler değildir. 

Bu sözlerin sahibi SOYLU; bu ülkenin en önemli bir bakanı, İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan kişi. 

Aslında,  SOYLU'nun ne demek istediğini, biz çok iyi anlıyoruz. 

Buna rağmen, SOYLU'dan;  cesareti varsa,  daha açık konuşmasını, dilinin altındaki baklayı çıkarmasını istiyoruz. 

Soylu; biz, cumhuriyetin ikinci asrında kendimiz gibi yaşayacağız derken,  cumhuriyetin ilk yüz yılında yaşadığımız,  anayasada yer alan cumhuriyetin temel ve kuruluş ilke ve değerlerinden memnun ve mutlu değiliz, bunu değiştireceğiz demek istiyor. Cumhuriyetin kuruluş değerlerinde yer alan, modern  medeni dünyanın değerlerine göre değil, kendi kafa yapımızda ve anlayışımızda yer alan, çağ dışı kalmış medeniyet değerlerimize göre yaşayacağız, böyle bir yeni düzen kuracağız demek istiyor. 

Aslında, anayasa ve yasalara açıkça aykırı olarak, de facto bir şekilde, bugün dahi kendileri gibi yaşıyorlar ve ülkeyi kendileri gibi yönetmeye çalışıyorlar. 

Milli irade ne diyorsa onu yaşayacağız diyerek, cumhuriyetin değerlerine aykırı düzeni, milli iradeden, halkımızdan aldığımız yetki ile kuracağız demek istiyor. 

Bu ülkenin İçişleri Bakanı, bugünkü cumhuriyetin temel niteliğine aykırı bir düzen kuracağız demeye getiriyor. 

Madem öyle; yani,  milli irade ne diyorsa onu yaşayacaksınız, o zaman SOYLU ve onun gibi düşünenler, seçimler öncesinde, cumhuriyetin ikinci yüzyılında yapmak istediklerini, nasıl yaşamak istediklerini, kuracakları yeni anti laik ve totaliter  düzeni, halkımıza, yani seçmene açıkça ilan ederek, buna göre seçime katılmaları ve bu düzen için  yetki istemelidirler. 

Bakalım halkın,  milli iradenin desteğini alabilecekler mi?

Geçti Bor'un pazarı,  sür eşeğini muhalefet sıralarına ve yasaların önüne. 

Hodri meydan,  Bay SOYLU.

Güner Yiğitbaşı

08/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Havuza Taş Atarsın Da Halkalar Dalga Dalga Yayılırlar Ya
Tıp da;  tedavi için,  teşhisin doğru yapılmasının gerektiği gibi, ekonomide de ekonomik kriz ve buhrandan çıkabilmeniz için, bu ekonomik krizin çıkış nedenini doğru tespit etmeniz gerekir. 

Bunu yapamadığınız veya bilerek yapmak istemediğiniz sürece,  ekonomik krizi ve ortaya çıkan süper enflasyonu önleyemezsiniz,  efendiler. 

Sarayın dediği gibi,  faiz neden enflasyon sonuç değildir. 

Bunun böyle olmadığı, artık deneme ve yanılma metoduyla ortaya çıkmıştır. 

Ülkemizdeki ekonomik krizin,  cari açığın, enflasyon ve pahalılığın ve hazinenin tam takır ve kuru bakır olmasının nedenleri,  çok çok açıktır. 

Plansız programsız, ülkenin üretime dönük öncelikli  yatırımları yerine, inşaata dayalı, kar garantili yap işlet devret modeli yatırımlara öncelik verilmesi, tarımın ihmal edilerek,  tarım ürünlerinin dahi ithalata dayalı hale getirilmesi, ihracat ve ithalat dengesinin ihracat aleyhine aşırı bozulması, buna ilaveten de dışa bağımlı akaryakıt harcamaları,  döviz kurunu ve enflasyonu patlatmış ve bugün içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ortaya çıkmıştır. 

Saray yönetimi, faiz ve yap işlet devret modeli kar garantili yandaş işadamlarına para yetiştiremez olmuş, bütçe yılın ilk altı ayında açık vermiş, ödenekler tükenmiş ve ek bütçe ile yeni ödenek ve vergiler gündeme gelmiştir. 

Devletin tek gelir kaynağı,  fakir halkın cebinden topladığı ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilere kalmıştır. 

Bunun için de,  akaryakıta ve özellikle mazota acımasız ve orantısız sürekli zamlar yapılmış ve özellikle mazot zamları,  ekonomiyi felç etmiş, üretici ve tüketici enflasyonu patlamıştır. 

Hani bir havuza taş atasınız da, taşın etkisiyle oluşan dalgalar,  halka halka tüm havuza yayılır ya.  

İşte, mazota yapılan, bütçeye gelir elde etme amaçlı aşırı ve orantısız zamlar da,  aynen havuza atılan taş misali, halka halka pahalılık ve enflasyon olarak tüm piyasaya yayılmıştır. 

Önümüzde bayram vardır, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde gurbette yaşayan ve çalışan insanlarımız, bayram ve yaz tatili nedeniyle, Anadolunun çeşitli şehirlerindeki memleketlerine gidemez olmuşlardır. 

Zira, mazot fiyatlarındaki aşırı artış nedeniyle, otobüs bilet fiyatları almış başını gitmiştir. 

Üç beş kişilik ailelerin memleketlerine gidiş ve dönüş otobüs bilet fiyatları aşırı zamlanmış ve insanlarımız bulundukları şehirlerden çıkamaz hale gelmiştir. 

Bunun,  insanlar üzerinde,  sosyal ve ekonomik çok büyük travmaları olacaktır. 

İnsanlar, eski alışkanlıklarını bırakmak zorunda kalacaklar, bayram da dahi,  memleketlerine giderek büyüklerinin ellerini öpme imkanından mahrum kalacaklar ve bunun sonucunda,  insanlar ekonomik sıkıntılarına ilaveten,  manen çöküntüye uğrayacaklardır. 

Ayrıca, büyük şehirlerde asgari ücretle kıt kanaat geçinen insanlar, bayram ve sair tatillerinde memleketlerine gidemeyecekleri için, memleket dönüşünde sepet sepet,  çuval çuval, teneke teneke getirdikleri kışlık erzakından mahrum kalacaklar, bu da zaten zorda olan  ekonomik durumlarını ve gıda ihtiyaçlarını aşırı derecede zorlayacak ve belki de sosyal patlamanın kıvılcımlarını oluşturacaktır. 

Saray yönetimi, tüm bu olumsuzlukları da hesaba katarak, ekonomik krizi tamamen önlemesi mümkün değilse de, bazı acil tedbirleri alarak,  fakir halkı biraz olsun ferahlatmak zorundadır. 

Aslında saray'ın yapması gereken en hayırlı iş, havlu atıp,  bir an önce seçim sandığını halkın önüne koymasıdır. 

Güner Yiğitbaşı

05/07/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yakalanan bir PKK’lının itirafları
Videonun üzerinde Ergün Diler ve Mete Yarar yazılan güvenlik kuvvetlerimizce yakalanan bir PKK elebaşının itiraflarını içeren video cep telefonuma düştü. Ben de bu dehşet verici herkesin dinlemesi ve okuması gereken videonun açılımını yaparak yazıya döküp okuyucuya sunmak istedim. Bu sesi bilgisayarımda duran itirafçının (sesi değiştirilerek) videoda bir TV spikerinin sorularını yanıtlayan konuşması söyleşi aşağıdaki gibidir:
“­-2007’nin sonunda PKK’nın dağ kadrosuna katıldım. Orda yedi sekiz ay kadar bomba eğitimi gördük, yakın savaş eğitimleri aldık. Aklınıza gelebilecek Amerika ve Rus yapımı, Alman yapımı bütün taramalı otomatik tüfeklerin eğitimlerini aldık, tabanca eğitimleri alarak 2010 senesinde yavaş yavaş PKK’nın dağ kadrosunun siyasallaştırıp şehirleri böleceğimizi şehirleri ele geçireceğimizi bu mühimmat sevkiyatlarını ve eleman sevkiyatlarını bize bizim fikrimize hizmet eden polislerin de bize yardım edeceğini söylendi. Ekimin on bir senesinde Şırnak üzerinden Beytüşşebap üzerinden Siirt’e Şırnak’a götürdüğümüz ekimin 14 v 15 de Hendek Savaşlarında gördüğünüz o bombaları biz üç dört yıla yayarak sınır hattından bugün FETO’cu olduklarını bildiğim polislerin karakollardaki denetim saatlerinde çok fazla irdelenmeden rahat rahat geçirebildik.
Mikronu tutan spiker: “Yani siz geçerken müsaade mi ediyorlardı”.
PKK lı: “Müsaade ediyorlardı, benim yanımdaki bazı üst düzey, daha sonra RPG ye katılan PKK lılar şu şekilde biz sınırı geçirildik. Bizlere sözde operasyon yapılıp sözde tutuklanırken bize ters kelepçe vurulur mühimmatlarımızı ele geçiren zabıtlarda bize güya sorgu yapılıp Şırnak’tan alınıp Siirt’e sorguya getirilip, yarı yolda bir köy kenarında indirilirdik, onlar başka bir muhbirleri araca bindirirlerdi, böylece bizler jandarma karakolundan rahat bir şekilde geçerdik.
Spiker: “Ne yapıyordunuz o mühimmatları?
PKK lı: Mühimmatları Diyarbakır’da Batman’da, Siirt’te örgütün belirlediği, bazı dönemlerde kimsenin yanaşmamasını ve polisin de gözcülük ettiği hücre evlerine bırakırdık. Daha sonra Güneydoğudaki HDP beledilerinin araçlarıyla kazılan çukurlara koyardık, tabi bunu üç seneye dört seneye yaydık biz. Kurşunların sıkılmadı dönemlerde biz Fetullah Gülen’in polisleri tarafından rahat bir şekilde mühimmat hem askerden sevkiyatı yaptık”.
“2007 ve 2012’deki kimlik krizinden evvel Feto’nun polisleri bize PKK nın da RPG nin MİT içindeki tam listesini ulaştırdı. Şöyle ki kendi içindeki kripto elemanları MİT adına çalışan Türkiye’nin PKK nın ve RPG nin belini kırabilecek özel yetiştirilmiş MİT ajanlarını tam listesini ulaştırdılar bize. PKK nın içindeki ajanları bunlar altı ay içerisinde teker teker infaz edildi. Böylelikle PKK ve YPG içinden bilgi alışı kesildi. Aynı zaman FETO’nun desteklemesiyle biz çok rahat hareket eden bir alan oluştu”.
Kozmik Oda: Devlet sırları ele geçirildi
(Şimdi burada bir parantez açalım, bu PKK lının anlattıkları ile Ankara’da hepimizin tanık olduğu Kozmik oda baskını olayını bir göz atalım anımsayalım.
“21 Aralık 2009’da Ankara Çukurambar’da yapılan bir operasyonda iki isim gözaltına alındı. Gözaltına alınan kişilerin asker olduğu ve üzerlerinden çıkan notta dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin krokisi olduğu ve askerlerin yakalandıktan sonra bu notu yutmaya çalıştığı iddia edildi. Bu olaydan sonra Bülent Arınç’a suikast yapılacağı bilgisi medyada yer aldı. Telefon ile yapıldığı belirtilen bir ihbarın ardından konuyu soruşturan savcı Mustafa Bilgili, Genelkurmay Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı 11 ve 16 nolu odalarda arama yapmak istedi.
26 Aralık’ta Hâkim Kadir Kayan, Genelkurmay Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda arama yapmaya başladı. 20 Ocak 2010’a kadar devam eden aramalar çerçevesinde devlete ait imajlarla birlikte birçok gizli belgenin özeti ve fotokopisi alındı. Kozmik Oda olarak bilinen bu odalarda muhafaza edilen bilgi, belge ve arşiv kayıtları devlet sırrı niteliğindeydi. Burada hâkim Kadir Kayan tarafından 1.5 TB boyutundaki pek çok gizli belgeye el konuldu. 20 gün süren arama sonucunda 1970’ten beri var olan bilgileri içeren CD, dosya ve hard disklerden oluşan “gizli belgeler” dışarı çıkarıldı. Bu belgeler 2 yıl boyunca savcılıkta bekletildikten sonra, mahkeme kararı ile çözümlenmesi için TÜBİTAK’a gönderildi. Burada çözümlenen belgelerin ve imajlar 3 yıl süreyle saklandıktan sonra 16 Mart 2013’te Ankara Adalet Binasında hazırlanan yere konulmak üzere, Cumhuriyet Savcısı’na teslim edildi. Bu süreçte söz konusu bilgi ve belgelerin nerelere gönderildiği belli olmazken, suikast planı ile ilgili soruşturmada söz konusu kanıtların sahte olduğu ortaya çıktı. Soruşturma kapsamında tutuklanan 8 asker serbest bırakıldı”.

Yakalanan bir PKK’lının itirafları

Görüldüğü gibi, Kozmik oda baskını, Arınç’la suikast olayın hepsi sahte belgelere yalana dayandığı sonradan ortaya çıkıyor. Burada amaç CIA nın da kurgu yardımı ile Kozmik odadaki gizli belgelere ulaşmak. Kozmik odadan elde edilen çok gizli belgelerle birlikte, MİT’in başka ülkelerdeki özellikle Kuzey Iraktaki 848 tane gizli elemanlarının adları da Fetocu hâkim, savcı, polisler eliyle elde edildikten sonra Fetocu polislerce PKK ya iletilir. Zaten Feto ile PKK istihbaratta paylaşım yaptıkları için PKK nın eline geçen Türkiye yanlısı gizli elemanlar, yukarıda yakalanan PKK lının ifadesinde de belirttiği gibi teker teker infaz edilir. Böylece uzun bir süre PKK yöresinden Türk elemanlarına bilgi akışı kesilir. Görüldüğü gibi kendi çıkarı için ve de ne yazık ki  “aldatılan” AKP-RTE iktidarınca 15 Temmuz 2016 ya kadar himaye edilen Feto, PKK yla bile ihanet içinde hainlik yaptığı ortaya çıkar)”.

Bu açıklamadan sonra biz yakalanan PKK lının itiraflarına devam edelim.
Bize verilen eğitimlerde hem de siyasi alanda, askeri alanda CIAE artı Almanya’nın böyle ajanları biz her türlü eğitimi her türlü mühimmatı verdiler.
Spiker: Onlar geliyorlar mıydı Alman, Amerika’lı ajan olarak biliyorlar mıydı ne olarak size geliyordu?
PKK lı: Bize şöyle söylüyor, alt kademe bize kadar gelene ulaşan kademelerdeki henüz örgüte tam bağlılığı sağlanmayanlar onlar gazeteci röportajcı olarak biliniyordu. Fakat çember daraldıkça biz üst taraf bunların mühimmat sevkiyatı sağlayan, askeri eğitim veren siyasi eğitim veren CIAE emay 8 BMS, ajanları olduğunu bizler biliyorduk. Bunlar tabi kendileri profesyonel Kürtçe konuşurlardı, kendilerini kabul ettiklerinde bir Kürdün dahi onların bir Kür olmadığını anlamaları mümkün değildi.
Spiker: Yani onlar Kurmanci lehçesi ile mi Zazaca mı konuşuyorlardı?
PKK lı : Kurmanci lehçesi ile de Zaza lehçesiyle konuşurlardı.  Çok iyi Farsça bilenler vardı aralarında, Profesyonel Kürtçe biliyorlardı. Hatta ben bir defasında bir gece yanımıza gelen bir BMD ajanını iki gün boyunca ben Bismil’li zannettim, Bismil’li olduğunu söyledi ama anlayamadık.
      Spiker: Anlamadınız yani
PKK lı: Hatta birçoğu şunu da ifade edeyim, bize gelmeden evvel şunu biliyorduk ki solaryuma defalarca girip ten değiştirip yanımıza gelen ajanlar vardı. Açıklıkla bunu belirtiyorlardı.
     Spiker: Çok heyecanlı, yani anlaşılmasın diye solaryuma mı giriyorlardı? Burası çok İlginç.
   PKK lı: Solaryuma beş altı seans sekiz seans girip açık o açık pembeliklerini yok ediyor, ten değiştirip yanımıza geliyorlardı, gerekçeleri olduğu için onları örgüt içerisinde ajan olduğunu CIAE, MOSSAD ajanı olduğunu BMD ajanları da vardı, BMD ajanı olduklarını fark etmemiz mümkün değildi.
“Bize gelen 15 Temmuz darbe girişiminde FETO’nun askeri eğitimlerini veren generaller, albaylar, binbaşılar bizim karşılaşacağımız Türk askerinin aldıkları eğitimi de biz biliyorduk. Biz karşımızda savaşacağımız Türk askerinin ne gibi eğitim aldığını nerelerde açık vereceğini, nasıl bir eğitim aldığını çok iyi biliyorduk, böylelikle onların zaaflarını da biliyorduk.
Spiker: Bunlar korkunç bilgiler.
PKK lı: Bize ulaşan ajanlar daha evvel Türk askerinin içine sızan Feto generalleri, albaylarının askerlerine nasıl bir eğitim verdiğinin belgelerini onlar sunarlardı ve bizi onların aldığı eğitime paralel bir eğitim eğitirlerdi. Dolayısıyla hem profesyonel bir eğitimimiz olurdu hem de kırsalda savaştığımız Türk askerinin bize nerelerden nasıl saldırabileceğini çok iyi biliyorduk.
“Bunun haricinde de bugün PKK nın PYD nin büyük can çekiştiğini biliyorum. Bunun en büyük sebebi istediğimiz gibi sınırdan artık geçemiyoruz. Artık F-16 lar şunu da söyleyeyim size, Malatya’dan bizi bombardımana tutacak F-16 lar kalkmadan evvel bize üst kadroya haber gelirdi, sığınak mağaralara girerdi, Türk askeri jetleri gelirdi, boşa bombalarını atar giderdiler. Bir kısmı zaten bizi bombalamaya gelen Feto pilotları idi. Bu bize bildirilirdi, ağır sığınaklı mağaralara girerdik, onlar gelir sortilerini yapar, bombalarını bırakırlar giderdiler. Çok zayiat verdik, ama bugün tersine döndü bugün Türkiye’nin bağımsız askeri, milli yapısı heronları, silahlı heronları başımızı mağaralardan kaldıramaz hale gelmiştik, şu anda örgüt içerisinde ara ara görüştüğümüz arkadaşlarım diyorlar ki: “Tamamen bitmeye yüz tuttuklarını, gökten gelen silahların bir fayda vermediğini Amerika’nın ve NDN verdiği eğitimlerin hiçbir fayda vermediğini tamamen yok olmaya yüz tuttuğunu, çünkü içeriden bilgi alamıyoruz. Türk askerinin ne zaman operasyon yapacağını bilmiyoruz. Jetlerin ne zaman kalkacağını bilmiyoruz”.

Yakalanan bir PKK’lının itirafları

“Örgüte gelen mühimmat ve personelin nerelerde konuşlanacağını stratejik organizasyonu yapacak bize yetkililer HDP’nin milletvekili araçlarıyla Şırnak’ta, Siirt’ten, Hakkari’den bir merkezden taşınıyordu. Çünkü o zaman zaten polis noktaları Feto’nun elinde, olası Feto polisleri olmadan nöbet tutunuyorsa bile oradan geçen bir milletvekilinin aracını durduramazlardı arayamazlardı, tarayamazlardı, böylelikle hiçbir mühimmat yok ama şehire üç yıldır yağmalanan mühimmat ve askerlerin kimin kontrol edeceğini, militanları kimin kontrol edeceğini yönetecek kadrolar HDP’nin siyasi milletvekillerinin araçlarıyla gelirdi. Bizler de sıkıştığımız zaman HDP belediyelerinden istediğimiz araç, istediğimiz mühimmat desteğini görürdük.
Tapu ve Kadastro bölümünden de bize Diyarbakır’ın yer altına ait haritalar gelirdi. Bizans döneminden kalma tünelleri Diyarbakır, Türkiye halkı bilmez biz bilirdik ve binlerce yıllık tünellerin içinde cirit atardık. O tarihi tünelleri Türkiye bilmezken bizler biliyorduk. Çünkü mağaralara öyle bir sığınak yapılmış ki, öyle mağaralar yapılmış ki, öyle tahmin ediyorum ki kimyasal silah dahi fayda etmeyecekti orda çörekleniyordu, takıldığımız yerde Diyarbakır HDP belediyesinin araçları, kamyonları, eğitimleri hepsi bize ulaşırdı. Araçtan bir sıkıntımız yoktu, örgüt adına nokta atışı yapan bir örgütün çıkarına iyi iş yapan aileleri de HDP belediyesine işe alınıyorlardı, burs verilirdi, para verilirdi. Böylelikle ölsek bile arkamızda kalan ailelerimiz de onların maddi sıkıntı yaşamadığını bilmek bizi daha özverili bir savaşa itti.
Katılım son zamanlarda müthiş derecelerde arttı ve şöyle söyleyeyim Avrupa’dan bize katılanların biri bizim ona bedeldi çünkü gelenler kırsalda savaşabilecek militanlardı. Profesyonel eğitilmişlerdi. Gece savaşını çok iyi biliyorlardı, gündüz savaşı gece savaşı örgütte PKK da çok önemli idi. Çünkü her militan gece savaş yapamaz. Bize Avrupa’dan katılan Kanada’dan, Amerika’dan, Almanya’dan, Rusya’dan, Yunanistan’dan muazzam bir katılım vardı.

Yakalanan bir PKK’lının itirafları

Beni de en çok etkileyen olaylardan biri şuydu, dağ kadrosunda evlilik, aşk, sevgi gibi şey mümkün değildi. Fakat örgüte katılan 14-15-16 yaşındaki kızlar bir gelin gibi süslenip PKK nın üst düzey yöneticilerine sunulurdu ve onlara itiraz edildiklerinde infaz edilirdi.
Avrupa’nın şu an bildiğim kadarıyla Güney Doğu’da FETO ile iş birliği yapan müthiş bir istihbaratçıları var, ajanları var kol geziyorlardı deli gibi. Adedini şu anda vermeye kalksam Siirt, Batman ve Diyarbakır Emniyet İstihbaratının yüzde 80’i 85’i Feto’cuydu. Bizim de dağ kadrosuna gelenler vardı biliyordum. Dağ kadrosunda nerelere konuşlanacağı, hangi Feto’cu polislerin hangi kontrol noktalarında nöbet tutacağı çok iyi biliniyordu. Orda rahat bir aramayla rahat bir şekilde geçebiliyorduk, bize karışmıyorlardı. Eğer eşkali Türk istihbaratı tarafından MİT ve jandarma istihbaratı tarafından bilen bir personelin ajanın Türkiye’ye girmesi gerekiyorsa, bu sanki Feto’cu istihbarat polisler sınırda bir operasyon yaptığı görüntüsü alındığında tutuklanıp ters kelepçe yapılıp mühimmatıyla araçlara bindirip konvoy şekilde Siirt’e, Diyarbakır’a giderken yolda araç değiştirirdi onlar köye girerlerdi istediğimiz gibi rahat gezebiliyorduk.
Bizler hem Avrupa’da yetiştirildik, örgüt bizi Avrupa’nın birçok askeri kampında, bizler sadece Güney Doğuda, ya da Orta Doğu’nun kırsal kesiminde değil, Avrupa’nın kendi askeri kamplarında eğitim götürdük.
Yakalanan bir PKK’lının itirafları
Spiker: Nasıl yani bunu açar mısınız, sizi alıp Avrupa’ya mı götürüyorlardı.
PKK lı : Bizi alıp  Almanya olsun, Fransa’nın bazı şehirleri olsun, Kanada’nın bazı kırsal kesimleri olsun, hatta biraz ileri gitmek istiyorum, Feto’nun Amerika’daki polisleriyle aynı eğitim yerlerinde eğitim gördük biz, onlar Türk polisleriydiler, biz de Feto’cu idik. Biz oraya gidenler yüzlerce teröriste eğitim veren yüzlerce teröristin hem beynini yıkayan hem de onlara eğitim verenlerdik. Biz bu çatı altında belli kadrolar Avrupa’ya götürüldük.
Spiker: YPK li PKK lı gibi gitmiyordunuz.
PKK lı :  Hayır, hayır biz oraya giderken, hatta bize çok yakın olan bir arkadaşım oraya CIAE ajanı olarak eğitim gördü. Yani oradaki çünkü her Amerikalı askerler de bunların içinde değil. Bunlar kimdir, diye sorulduğu zaman, Orta Doğuda CIAE de çalışacak ajanlar olarak gönderiliyorduk. Orda biz eğitimlerimizi tam alırdık, öteden beri geri döndüğünde hırkasını giyip profesyonel asker olarak geçerdik.
Güney Doğu’da bizler uyuşturucu sevkiyatı da yapıyorduk, uyuşturucu sevkiyatı gerçekleştiriyorduk.
Spiker: Nasıl oluyor bu?
PKK lı: Şöyle oluyordu, iki yüz kilo uyuşturucu sokulacaksa, bu 200 kilo uyuşturucunu ya kilo bazı ya da net fiyatı para üzerinden bazı FETO’nun Siirt’te narkotikteki görevli, burda isim vermem doğru olmaz, narkotikteki elemanı tarafından temin ediliyordu. O paralar da ya örgüte aktarılırdı cemaate aktarılırdı ya Bankasya’ya yatırılırdı, ya da şu şekilde olurdu 200 kilo eroinin çoğunu tebeşir tozuyla karıştırırdık, onlar gelirdi ele geçirirlerdi,
Spiker: Ele geçirilen eroin değil mi?
PKK lı: Biz elden çıkardığımız bir elemanı çok orijinal olmayan çuvalları verirdik, Geçirirdik, Feto’nun polisleri bunları tutuklardı, operasyon yapardı, bunu “Feto’nün polislerinin muhbirleri yaptı” diye bunu valiye sunarlardı, örtülü ödenekten karşılığı vardı çünkü, 300 kilo eroin yakalanmış, müthiş bir plan, bunu kim ihbar etti, falan kişi ihbar etti bu bir muhbirdi bunun örtülü ödenekten bunlar kazana atılıp yakılırdı, o dosyada o zamanın Siirt valisine havaleli gönderilirdi, muhbire örtülü ödenekten milyonlarca dolar aktarılırdı. Bu para yine Cemaate giderdi, bu şekilde müthiş bir döngü sağlanmıştı. Bunu da biliyoruz çünkü o çuvalları hazırlayan bizlerdik”.
Bana gelen bu banttaki müthiş anlatımlar insanın kanını donduracak dehşete düşüren anlatımları içeriyordu.

Cevat Kulaksız  

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget