Bu yazımda örgücü üzerine yaşadığım bir anımdan başlayarak tarihte ilginç bir örgücü öyküsünü anlatmak istiyorum.
Hastanede randevum olduğu için olabildiğince erken kalkıp, her gün gezemeye çıkardığım köpeğim Badi ile o günkü ihtiyaç gezisine çıktık. Sokaklardan, kaldırımlardan giderken, daha önce üniversitenin Fransızca bölümü son sınıfta okuduğunu öğrendiğim komşunun kızı ile karşılaştım. Aradan üç dört yıl geçmişti. Ona, Fransızca öğretmeni olduğunu tahmin ettiğimden hangi okulda çalışıyorsun, diye sordum. O, bana,
“özel bir okulda” çalıştığını söyledi. Ona, şimdi Fransızca okuyanlar var mı veya okullarda Fransızca bölümleri var mı, diye sordum. O beni şaşırtan şöyle cevap verdi:
“-
Yoo ben Fransızca öğretmeni olarak çalışmıyorum, beden eğitimi öğretmeni olarak çalışıyorum”. Bunu önce duyunca çok şaşırdım, nasıl oldu, dedim. O “
ne yapalım çalışmak zorundaydım, branşımda açık yer bulamadım, atanamadım, şimdi de beden eğitimi öğretmeni oldum” dedi.
Günümüzde bitirdiği okulun aynı bölümünde dalında iş bulamayıp değişik ve ilgisiz işlerde çalışan nice öğretmen adaylarını gördüğüm, gazetelerde okuduğum için bu işlerde bir plansızlık olduğunu düşündüm. Atanamayıp inşaatlarda işçi olarak çalışırken elektrik çarpmasından ölen öğretmen adayının hazin öyküsünü medyadan okumuş izlemişsiniz.
1960 lı yıllarda ilköğretmen okulunu bitirip öğretmen olarak görev yerimize giderken, devlet öğretmenlere
“donatım bedeli” adı altında para verirdi. Elimde köpeğimin tasması ile köpeğimin arkasında yürürken bunları düşünüyordum.
Hafızam beni daha eskilere de götürdü. Atatürk zamanında, bir bütçe görüşmelerinde milletvekillerinin maaşları Mecliste görüşülürken, “
milletvekillerinin maaşları ne kadar olsun” diye Atatürk’e danışırlar. Atatürk de “
öğretmenlerin maaşları kadar olsun” demişti.
Daha sonra, Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı sırasında, bir ile atanan öğretmen için Yücel, o öğretmenin gitmekte olduğu valiliğe mesaj göndererek,
“ilinize öğretmen olarak atanan bu kişiyi karşılayıp gerekli yardımın yapılmasını” istemiştir.
Bir öğretmen olarak bunları düşüne düşüne yüreğim sızladı. Bu düşüncelerle evin önüne gelmiştik. Hemen Badi’nin sırtını fırçaladım, patilerini yıkayıp eve bıraktım, paltomu alarak hastane randevuma yetişmek üzere evden çıktım.
Dizimdeki ağrının nedenini öğrenmek için Dışkapı’daki hastanenin ortopedi servisinde muayene oldum. Doktor, daha önce çekilen filmlere de bakarak,
“dizkapağında kireçlenme var, yine de bir EMAR istiyorum” dedi.
Emar randevu gününü öğrenerek ve de topallayarak oradan ayrıldım. 75 yıldır sorunsuz bedenimi taşıyan bacaklarım bana yavaş yavaş isyan ediyor, taşımakta zorlanıyordu.Yolda yürürken kendi kendime, tıpkı araba gibi insanların da bacak stepneleri olsa diye gülümseyerek söylendim.
Metroya (yer altı trenine) binmek üzere yöneldim, basamakları topallayarak iniyordum, dalgın dalgın düşünerek inerken son basamağı dalgınlıkla es geçerek adım atmamla birlikte upuzun yere uzandım, düştüm yani. Metroya binmek için inmekte olan kalabalık “
ayy, vayy” diyerek başıma toplandılar. Ben upuzun uzanmıştım kalkamıyordum, onların kollarıma girmesiyle ayağa kalktım. Ön tarafım özellikle arızalı sol bacağım tozlanmış ve de ağrıyordu. Yanıma toplananların bazıları “
geçmiş olsun, bir şey oldu mu, hastaneye götürelim mi” diyorlardı. Ben teşekkür ederek, “
sol bacağımda sorun vardı hastaneden geliyordum” dedim.
Üstümün başımın tozunu silkeleyerek ve de topallayarak
, sağ olun bir şey yok, deyip onlarla metroya girdim. Yer verdiler oturdum. Diz kapağımı kontrol ettim, dizkapağımın ortasında pantolonumun parmak başı kadar yerde yepyeni pantolonumun yırtıldığını gördüm. Yeni pantolonumun yırtılmasına daha da üzüldüm. Eve varınca hanıma anlatamadım,
“dikkat etseydin de yollarda böyle millete rezil olmasaydın” diyecek sözlerinden yıldığım için.
Ertesi günü pantolonumu elime alıp Ulus’ta bir terzi aradım, bulduğum bir terzi, “
makine ile vargel yaparız ama dizinde en görünen yerde sırıtır, sen bunu en iyisi örgücüye götür ördür, dedi. Günümüzde terziler de azaldığı için örgücü bulmak da zordu. Giyim mağazalarından sora sora Ulus’ta 19 Mayıs Mağazalarının teras katında bir örgücü adresi aldım. Örgücü dükkânına yaklaşırken duvarlarda ve dükkân camında “
Örgücü Halil” diye yazılı dükkâna girdim. Bir asma katta küçük bir dükkândı. Örgücü Halil Usta pantolonu inceledi, “
örerim amma, biraz göze batar, bir hafta sonra alırsın” dedi. Hemen aklıma, tarihte ilginç bir örgücü öyküsü geldi, ustaya
ustam pantolonumu almaya gelince sana sizin örgücü işinizle ilgili çok ilginç bir olay anlatacağım, dedim ve ayrıldım.
Tarikte Bir Örgücü
Bir hafta sonra pantolonumu almak üzere Örgücü Halil’e gittim. Örgücü Halil pantolonu vermeden, “hele şu örgücü olayını bir anlat hele merak ettim” dedi. Örgücü Halil’in dükkânında, daha önce bir kaynaktan okuduğum örgücü ile ilgili tarihi bir öyküyü anlattım, çok merakla dinledi ve Örgücü Halil çok memnun oldu. Ona anlattım örgücü öyküsü şöyle idi:
“- Türklerin yeni Müslüman olduğu 1000 yıl kadar önceki yıllarda bir Türk beldesinde zengin bir tüccar, Hindistan’a mal alıp mal satmaya yani ticaret yapmaya gitmek ister. Bu tüccarın yüz mü desem, iki yüz mü desem altınları vardır. Şimdiki gibi banka olmadığı için bu altınlarını sağlam bir kimseye emaneten bırakmak ister. Sağlam bir keseye altınlarını doldurur, açıldığı belli olsun diye kesenin ağzını mühürler, beldenin en güvenilir kişisi şehrin baş kadısı olduğu için kadıya teslim eder. Teslim ederken kadıya şunları söyler:
“Kadı Efendi, ticaret için ben uzun bir yola çıkıyorum, beni sana seni Allah’a ve bu altınlarımı sana emaneten bırakıyorum. Ölmez sağ olursam dönüşte altınlarımı senden alayım”.
Kadı ve tüccar içi altın dolu keseyi incelerler, hiçbir yerde yırtık delik olmadığını, mühürlü ağızının da sağlam olduğunu görürler, “Allah yemin ederek” anlaşırlar. Tüccar altın dolu keseyi kadıya bırakarak uzak diyarlara ticarete gider. Şimdiki gibi ulaşım motorlu araçlarla yapılmadığı ve develerle yapıldığı için develerini de alan tüccar şehir şehir yol alır, ucuz gördüğü yerden mal alır, pahalı gördüğü yerde mal satar, böyle böyle aradan aylar geçer.
Şehrin baş kadısı, altın kesesini merak eder, eline alır bakar şıkır şıkır kese altın dolu. Kadı bile olsa altın ve para zayıf karakterli kişiyi bozar. Baş kadının aklına şeytani bir fikir gelir, kesenin bir yerinden küçük bir delik açar, altınları teker teker keseden boşaltır. Altınların yerine de aynı büyüklükte, aynı ağırlıkta ve aynı sayıda bakır paraları doldurur. Keseyi de uzak bir mahallede oturan çok iyi bir örgücü ustası olan ustaya götürür. Ustaya çok sıkı tembih eder, örgücü ustalığının bütün hünerini gösterip çok özenle yırtığın örülmesini ister. Ustaya şöylece sıkıca tembih eder:
“-Bak ustam, kesenin bu yırtık yerini öyle özenle öreceksin ki kaç kişi keseyi eline alsa incelese seçemeyecek, bilemeyecek derecede dikkatli yapacaksın, ücret ve bahşişi çok iyi vereceğim” diye sıkıca tembih eder. Bir süre sonra baş kadı kesenin örülüp örülmediğini kontrol için örücü ustasına gelir. Örücü ustası bol bahşişi duyunca gecesini gündüzüne katıp, çok kısa zamanda kesenin örgüsünü bitirmişti. Baş kadı keseyi eline alır yırtığın ve örgünün nerede olduğunu seçemez, hakikaten usta işini çok iyi yapmıştır, diye düşünür. Baş kadı örgücü ustasına fazladan ücret verirken, dolu dolu da bahşiş verir. Ama örgücü ustasına, “sakın bu yaptığın işi hiç kimseye söylemeyeceksin, söylersen canına okurum” diye tembihli tehditli uyarıda bulunur.
Aradan aylar mı yıl mı geçer, altın kese sahibi tüccar mal dolu deve kervanı ile evine döner. Kafası dinç sakin bir şekilde baş kadıdan emanet ettiği altın kesesini alır, ona “Tanrı senden razı olsun, malıma sahip oldun” der baş kadıya okkalıca bir de hediye verir. Baş kadı, keseyi sahibine tüccara verirken, “keseni ve mührünü çok iyi incele, bak, sonunda mesuliyet kabul etmem”diyerek sıkıca tembihleyip tüccarı gönderir.
Tüccarın kalbinde hiçbir şüphe kötülük olmadan sakince altın kesesini evinde açar, bakar ki altın yerine bakır paralar doldurulmuş olduğunu dehşetle görür. Ne yapacağını şaşırır, keseyi inceler yırtık ve örgü yerini bulamaz, kesenin ağzındaki mühür sağlamdır. Baş kadıdan keseyi alırken çok iyi incelediğini hatırlar ve baş kadıdan şüphelenmez. Tüccar endişe ve üzüntü içinde ne yapacağını düşünürken, aklına devletin başı Sultan’a şikâyet için Saray’a gitmek gelir. Bakır paraları keseye doldurup devletin Sultan’ına gider, durumu anlatır, yardımcı olmasını ister. Bakır dolu keseyi Sultan ve tüccar defalarca incelerler nerede kusur olduğunu anlayamazlar. Tüccar ağlamaklı, “Sultan’ım himmet et, yardım et bunu nasıl çözeceğiz” diye Sultan’a yakınır. Sultan, tüccardan yemin ettirerek olayı doğru anlatmasını ister, tüccar ağlamaklı yemin ederek olayı olduğu gibi defalarca anlatır.
Sultan baş kadıyı saraya çağırır, onun da ifadesini alır. “Bu keseye bir hile yapıp yapmadığını” sorar ve yeminli ifadesini alır, tabi baş kadıya güvenirler.
Sultan bu garip olay karşısında şaşırır, günlerce düşünür, “bu keseye ve altınlara acaba ne olmuştu” diye kendi kendine sorarken, aklına bir fikir gelir. Bir gün o devletin Sultan’ı yattığı yatağın yastığının bir yerinde bir delik açar, birazcık yırtar. Olup biteni uzaktan gözlemeye başlar.
Sarayın temizlikçileri, bakıcıları yastıktaki yırtığı görünce telaşa kapılırlar, yırtılan yastık yüzünü alıp o şehrin uzak bir mahallesinde oturan ününü duydukları örücünün yerine götürürler. Örücüye “Saraydan geldiklerini” söyleyerek, “bu yastık yüzünün Saray’da Sultan’a ait olduğunu çok kısa zamanda örülmesini istediklerini” söylerler.
Örücü emir daha yukarıdan Saray’dan geldiğini görünce daha çok özenerek yastık yüzünün yırtılan yerini daha bir özenle örer ve yırtığı kapatır.
Ertesi gün Sultan, bakar ki yırttığı yer kapanmış hem de nereden yırttığını bile seçemez. Yırtık yer maharetle örülmüş yok edilmiş, seçilemeyecek kadar belirsiz olmuştu. Sultan bu işe şaşar kalır, “bu nasıl olur” diye düşünmeye başlar. Sarayda bu işleri yapan temizlik işlerini yapan görevlileri çağırır, olayı anlatır, yastığın yırttığı yerin nasıl böylesine yok edildiğini sorgulamaya başlar.
Bu işleri yapan görevliler, olayı olduğu gibi dosdoğru olarak anlatırlar: “Sultanım, yastıktaki yırtığı görünce telaşa kapıldık, sizden çekindik, hemen o yırtık yastık yüzünü alıp şehirde uzak bir mahallede tanınmış bir örgücü varmış, alelacele ona götürüp yırtık yeri o örgücü ustasına ördürdük”. Sultan oradaki görevlilerle birlikte yastık yüzündeki yırtık ve örgü yerini bulmalarını ister, bulamazlar. Örgücüye hayran kalan Sultan, altın kese olayı ile bir bağlantı kurmaya başlar.
Hemen Saray muhafızlarına emrederek, o uzak mahalledeki örgücü ustasını getirmelerini ister. Örgücü ustasını Saray muhafızları getirince, adam korkmaya titremeye başlar, “acaba ne suç işledim ki beni böyle getirdiler” diye düşünmeye ve daha çok korkmaya başlar. Sultan, örgücünün ustalığını överek hayran kaldığını söyler. Sultan galiba altın kesesinin izini bulduğunu tahmin etmeye başlar.
Sultan, örgücü ustasına şöyle der: “Usta dinin, inancın Tanrın adına ant içer misin, sana bir şey göstereceğim, bana doğruyu söyleyeceksin”. Örgücü ustası korkudan titremeye başlar, “Sultanım ant içerim ki doğruyu söyleyeceğim” diye yemin eder.
Sultan hemen yanında beklettiği altın kesesini göstererek, “bu keseyi yırtık getiren biri oldu mu, sen bu keseyi ördün mü”, diye sorar. Korkudan titreyen örgücü ustası olayı olduğu gibi doğru olarak anlattı:
“-Evet Sultanım, bu keseyi yırtık olarak şehrin baş kadısı getirdi, içinde bakır paralar doluydu, bana dolgun ücret ve bahşiş verdi, “sakın bunu kimseye söyleme” diyerek tembih etti”.
Bunu duyan Sultan hiddete kapıldı, “demek doğru adil bildiğimiz baş kadı bunu yaparsa, adalet ne olur” diyerek baş kadıyı hemen saraya çağırdı. Saraya gelen baş kadı, orada olan örgücüyü ve Sultan’ın elindeki bakır dolu keseyi görünce sararmaya titremeye başladı. Çok sinirlenen Sultan, “ne diyorsun kadı efendi, ülke kadısı hırsız olursa o ülkede adalet olur mu? Adalet olmayan yerde devlet yaşar mı?”diye gürledi.
İyice küçülen, titreyen baş kadı, “ben yaptım Sultanım boynum kıldan incedir” diyerek söz adeta ağzından döküldü. Bu durum karşısında iyice hiddetlenen Sultan, “adalet için cezanı çekeceksin” dedi ve muhafızlara idam işareti yaptı. Baş kadıyı sarayın kapısına ibreti alem için astılar. Şehrin en zenginlerinden olan baş kadının mallarına el kondu, hazineye gelir kaydedildi. Emanet ettiği bir kese altını bakıra dönüşen tüccarın altınları da idam edilen baş kadıdan alınıp tüccara verildi. Bu arada adaletin aydınlanmasına yardımcı olan örgücüye de dolgun bahşiş verildi.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız.