“Avrupa’dan Damızlık” adam mı, damızlık hâkim mi, damızlık savcı mı getirelim!

Necati Doğru’nun “Savcı ithal edelim” başlıklı yazısını görünce, Abdullah Cevdet’in“Bu milleti adam etmek için Batı’dan damızlık erkek getirmek gerek”

“Avrupa’dan Damızlık” adam mı, damızlık hâkim mi, damızlık savcı mı getirelim!
Sözcü’de yazan Necati Doğru’nun 23 Haziran günlü ve “Savcı ithal edelim” başlıklı yazısını görünce, Abdullah Cevdet’in (1869-1932) “Bu milleti adam etmek için Batı’dan damızlık erkek getirmek gerek” sözü sitemli aklıma geldi.
Gerek Necati Doğru gerek Abdullah Cevdet, devrin adaletsizliklerini, hukuksuzluklarını görünce, sitem etmek için bu sözleri söylemişlerdi.
Ama Abdullah Cevdet’in ülkesinin aydınlanmasını istemek amacı ile ülkede gördüğü adaletsizlikler karşısında iyi niyetle söylediği bu sözü, kötüye yorumlayan, ne ki “dinsizliğe yorumlayan devrin cahil bağnaz insanları Abdullah Cevdet ölünce onun cenazesini bile kılmamışlardır.
Necati Doğru “savcı ithal edelim” sözünü elbette, adaleti isteme adına, iyi niyetle söylenmiş, adil olmayı istemekten doğan bir sitemle söylemiştir. Niçin böyle istemiştir?
Ülkedeki mafya, siyaset, medya ile ortak yaşamlı ahlaksızlığı görüp sessiz kalan savcılara, adalete sitem için, onları bunların üstüne gitmeleri için söylenmiş bir iyi niyet istemidir. Gerçekten de çağdaş dünyada görülmemiş bir uygulama ile Saray’ın güdümüne bağlanmış yargıç ve savcıların, ünü yurt dışına taşmış yolsuzluklar karşısında, yargısı ile yönetimi sessiz kalması çok dikkat çekici değil midir?
Mafya tarafından on bin dolar aylığa bağlanmış politikacının adını, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bildiği halde açıklamaması ve de yargıya iletmemesi ne hazin. Buna savcıların seyirci kalmasına üzüldüğümüz için, adalete güvenmediğimiz için, “savcı ithal edelim” diyerek üzüntü ve sitemimizi Sayın Necati Doğru böylece dışa vuruyor.
Bir gazeteci çıkıyor, ABD de bile kara para aklamaktan aranan şaibeli bir iş adamı Sezgin Baran Korkmaz’dan “on milyon Evro gönder işini halledelim” rüşvet isteme sözü dillere düşüyor, savcılar seyirci kalıyor. 
Neyse, adaletin iyice yok olduğu, yolsuzlukların ta Rıza Zerrab’tan beri dünyaya yayıldığı ülkemizde ne yazık ki, savcılarımızın üzerine pek de gitmediği, üzerine gitmekten çekindiği olaylar çoksa da asıl bu “dışarıdan savcı ithal” sözünü irdelemek istiyordum.
Necati Doğru’dan önce, iktidarın rüzgarında yazılar yazan, “Cemaatin bankasından ipoteksiz beş milyon dolar alan” (Ahmet Hakan böyle yazıyordu); Atatürkçü yüzlerce Türk askerini gizli tanık, sahte belgelerle hapse atan ve Feto’cu yargıçlara övgüler dizen, bu davaların kumpasçı şimdilerde kaçak savcısı Zekeriya Öz için, “Zekeriye Öz ileride heykeli dikilecek adam” diyerek onu tabulaştıran Gazeteci Rasim Ozan Kütahyalı da bir TV' programında "Avrupa'dan hâkim savcı ithal edelim" diyordu. Demek ki ülkemizdeki adalet, yargıç ve savcıların adaletsizliği artık her vatandaş tarafından, (yandaşlarda bile) görülür olmuştur.(1)

Devrin aydınlarından, fikir ve siyaset adamı Abdullah Cevdet, devrin yönetimdeki adaletsizlikleri, toplumdaki cehaleti görünce, üzüntü içinde “bu milleti adam etmek için Batı’dan damızlık erkek getirmek gerek” diyerek bu sözü ile cehalete karşı sitem etmiştir. Bu sözü duyan muhalifler ve cahiller de “Abdullah Cevdet Türk milletini aşağılıyor, kötülüyor” diyerek onu her vesile ile kötülemeye ve düşmanlığa yönelmişler.  Zaten yönetimdeki adaletsizlikleri, cehaleti eleştiren yazılar da başlayınca, bazı zamanlar devrin İstibdat Padişah II. Abdülhamit tarafından sürgünlere gönderilmişti.  Abdullah Cevdet devrin gazete ve dergilerinde bu doğrultuda yazılar yazıyor, muhalifler tarafından da amansız eleştiriliyordu.  Abdullah Cevdet, sadece cehalet ve adaletsizlikleri eleştiren yazılar yazıyordu.
Günümüzün R. Ozan Kütahyalı gibi yandaş gazetecileri, yargıdan hoşlarına gitmeyen kararları görünce, "Avrupa'dan hâkim savcı ithal edelim” gibi sözler söylüyorlarsa da bunların amacı cehaletten ve gerçek adaletsizlikten yakınmaktan ziyade, adaleti yanlarına çekme düşüncesinden başka bir amaçları yoktu. Yani sadece kendi fikir ve çıkarlarını düşünerek ve de gerici iktidar yanlısı görünmek için bu sözü söylüyor ve bu yönde yazılar yazıyorlardı.
Günümüzden yüz yıl önce yaşamış devrin seçkin düşünür ve aydınlarından olan Abdullah Cevdet, vatanının ileri gitmesi, milletin aydınlanması için bu doğrulta yazılar yazıyor, muhalif dernek ve İttihat ve Terakki partisi içinde gayretler gösteriyor, toplumdaki cehaleti görünce de bu sözü söylüyordu.  Ayrıca Evrim ve Darvin teorileri bilimsel bir kural olduğu ve Batı toplumunda da benimsendiğinden Darvin ve Evrim Teorisine inandığını ve bilimsel bir kural olduğunu da söylediğinden yazdığında toplumun dikkatini çekiyordu.  Koyu bir cehalet ve katı Şeriat kuralları ile yüzyıllardır bocalayan Osmanlı toplumunda “yaratılış kuralı” dışında Darvin ve Evrim teorisine inanmak söylemekle onu cahil toplumda çok kötü gözle görülmesine neden olurken  “kafir” olarak nitelendiriliyordu.
Batıda ithal edilecek damızlık erkeklerle Türkleri düzeltmek isteyen Abdullah Cevdet, Türk toplumunda günümüzde bile hala bir muamma, anlaşılmaz bir sır olarak görüle gelmiştir.  O sadece bu söz ve yazıları ile toplumdaki cehaletten yakınıyordu.
1896'da doğan Abdullah Cevdet, Batıcılık akımının önde gelen isimlerinden biri. Askeri tıbbiyede okurken biyolojik materyalizme merak sarar. Alman materyalist Büchner'in 'Avamın ilmi dindir havasın dini ilimdir' görüşünü savunur. Devlet yönetimine hâkim olacak ittihat ve terakkinin nüvesi olan İttihad-ı Osmani Cemiyeti'ni kurar. Abdülhamit aleyhinde ve özgürlük lehinde yazdığı yazılar yüzünden birçok kez sürgün edilir.
Abdullah Cevdet, Malatya Arapkir’de doğmuş Kürt kökenli bir kişi olduğundan, işgal yıllarındaki İngiliz yanlısı tutumu ve Kürt milliyetçisi örgütlerde yer almasından dolayı Cevdet bunun yanında İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurulmasında rol almış, Kürt Teali Cemiyeti'nde çalışmıştır.
O nedenle   I. Dünya Savaşı sonrasında siyasal iktidarın gözünden düşmüş, Cumhuriyet döneminde hakkında ömür boyu devlet hizmetinden men cezası verildi.  Ömrünün kalan kısmını şiir yazarak, çeviri yaparak ve gazete ve dergilerde yazılar yazarak geçirdi. Shakespeare’den Mevlânâ’ya ve Ömer Hayyam’a uzanan geniş ilgi alanında tercümeler yaparak Türk Kültürüne katkı sağlıyordu.(2)

Cenaze namazını kimse kılmamıştı
Osmanlı ve Türk toplumunda karşıt düşünce ve fikirlere saygılı olunmadığı, din baskısı ile oluşan cehalet yüzünden karşı düşünceli insanlar Hallacı Mansur’dan, Sabahattin Ali’den Uğur Mumculara, Necip Haplemitoğlu’na kadar binlerce aydın, dinsel cehaletin baskısı ile toplumdan dışlanmışlar, kimileri sürgünlerde, kimileri hapislerde işkence görürken, kimileri de asılarak, kesilerek, kurşunlarda can vermişlerdir. Böylesine karşıt fikir ve düşünceye saygı gösterilmeyen toplumlarda gerçek bir düşünür ve bilim adamı çıkamaz, bilim de gelişemez. Türkiye’de ilk kez tek bir kişi olarak bilim (kimya) dalında Nobel ödülü alan Prof. Aziz Sancar, “ne yazık ki İslam Aleminin 500 yıldır bilime iç bir katkısı yoktur” demektedir.  İslam ülkeleri tarafından cehalet önyargıları ile beğenmedikleri Yahudilerin Nobel alan bilim adamı sayısı 100 civarındadır.
İşte bu önyargı ile karşıt fikir ve düşünceye düşman olan bağnazların baskısı ile   toplumda “kral çıplak” deme cesaretini gösterdiği için, karşıt fikirde olduğu için, Abdullah Cevdet ölünce cenaze namazı kılınmamıştır.
Ayasofya Camiinde camiden çıkan cemaatin bir kısmı musalla taşındaki tabutun önünde toplanmıştı. Herkes bir şey söylüyordu. Çoğunun ağzından çıkan cümle şuydu: “Götürün şu Allah düşmanını buradan!”
Hiç kimse cenaze namazını kılmak üzere safa geçmiyordu. “Bu adam hayatında İslam dinine tecavüz etti. Hazreti peygambere hakaret etti. Bu sebeple, birçok gencin ruhi ve imanı buhranına, hatta bir kısmının intiharına vesile oldu. Böyle bir kimsenin namazı kılınmaz!” diyorlardı. 
Öldüğünde de yanında hiç kimse bulunmamaktaydı. Şimdi de cenaze namazını hiç kimse kılmak istemiyordu.
İmamlar da cenaze namazını kıldırmak istemiyorlardı. Ayasofya’daki tartışma giderek şiddetleniyordu. Abdullah Cevdet’in yakınları cenaze namazının kılınmasını, cemaat ise kılınmamasını istiyorlardı.
Abdullah Cevdet’in yakınları vakit namazını kılmamışlardı. Cenaze namazına da katılmayacaklardı. Fakat cemaatin cenaze namazı kılmasında ısrar ediyorlardı.
Tartışmanın daha fazla uzamasını istemeyen bir vatandaş bağırmıştı; “Bu adam İslam düşmanıydı, dinsizdi, namazı kılınamaz!”.
Tarihte inceleyiniz, her türlü isyan, kalkışma, darbe, ötesine gitmeyin, 31 Mart vakasından 15 Temmuz Feto darbe girişimine kadar çoğunlukla dinsel bağnazlıktan kaynaklıdır.  İşte bu bağnazca baskılar yüzünden Osmanlı’nın son sancılı yıllarının aydını Abdullah Cevdet’in cenaze namazı kılınamamıştır. Şimdilerde bile karşıt fikirli kişilerin cenaze namazlarında gerici dar görüşlü imamların “namazı kıldırmama” tehdidinde bulunduklarına tanık oluyoruz. Örnek mi, Yargıtay Başkanı İmran Ökten ölünce Maltepe camisinde cenaze namazı İsmet Paşa’nın zoru ile zorlukla kıldırılmıştır.  Aziz Nesin bu tepki olacağı için, cesedini yerini bile saklamıştır.   Böylece mezara giren aydınların, öldükten sonra, mezar taşlarına saldırıyorlar (Can Yücel).  Yıllarca gurbetlerde vatan hasreti ile ölen Nazım Hikmet’in Moskova’daki mezarının, mezar taşına saldırırlar korkusu ile yurda getirilemiyoruz.
II. Abdulhamid devrinin, ülkedeki yolsuzlukları şiirleri ile hicveden mizah Şairi Eşref (1846-1910-102) ölmeden önce, kaymakamken oraya buraya sürülmekten, hapislerde, sürgünlerde yaşamaktan, insanların cehaletinden yıldığı için mezar taşına şu dizelerin yazılmasını ister. İşin garip tarafı ki, mezar taşı birkaç kez çalınır. 

“Avrupa’dan Damızlık” adam mı, damızlık hâkim mi, damızlık savcı mı getirelim!

“Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için, Gelmesin reddeylerim billah öz kardaşımı, Gözlerim ebna-yı ademden o rutbe yıldı kim, İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı”.

1925 yılında Ankara’ya gelen Abdullah Cevdet "bugünün peygamberi olarak" gördüğü Mustafa Kemal Paşa ile görüşür.
Bu tartışmalardan sonra Abdullah Cevdet’in ölüsünü alan yakınları cenazeyi koyacak araba bulamazlar. Sağa sola koşuşurlar, fakat yok… Cenazeyi koyacak bir araba yoktur. Ne gariptir ki; o gün İslam cenaze arabaları meşguldür. Neticede, Fener Rum Patrikhanesine telefon edilerek cenaze arabası istenir.
Abdullah Cevdet’in cenazesi haç işaretli cenaze arabasına konularak götürülür.
Cenazenin yanında sadece birkaç yakını bulunmaktadır. 
Sonuç olarak dinsel bağnazlık 1950’den bu yana yönetimler, aydınlanma, kalkınma, çağdaşlaşma çabasında olan Türkiye’nim ayağında bir takoz, bir ayak bağı olarak devam etmekte, son 19 yıldır da zirveye tırmanmaktadır.(3)

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız.
SONNOTLAR

(1)http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/sabahattin-onkibar/31999-sabahattin-onkibar-tayyipe-el-besir-gibi-uluslararasi-tutuklama.html

(2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah Cevdet

(3) Meşhurların Son Anları- Burhan Bozgeyik, TÜRDAV yayınları, sayfa:310 -311)
http://dunyagerceklerim.blogspot.com.tr/2012/10/turkleri-slah-etmek-icin-damzlk-erkek.html

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget