Ertesi gün ne yiyeceği, borcunu nasıl ödeyeceği, işini kaybederse çocuklarını nasıl doyuracağı, nasıl okutacağı ile dertlenenlerin, ülkenin geleceğini düşünmelerini istemek haksızlık olur. Gerçi onların geleceği, ülkenin geleceği demek.
Fakat bu insanların cehaleti kendi yaşam koşullarının toplumun düzen bozukluğundan kaynaklandığını anlamasına olanak vermiyor. Sadece kendi kişisel geleceklerini düşünebiliyorlar. Bu bağlamda cehalet bir hayvan jestine dönüşüyor. Kargaşa, bir kemik parçasını iki ucundan çekiştiren kedi köpek kavgasına benziyor. Farkına varmadan toplum kendi üyeleriyle çekişiyor. Bu ortamda insanlar köleleşiyor. Namık Kemal’in ‘insafsız avcıya (Sayyadı biinsaf) hizmet eden köpektir!’ şiirindeki tanıma uygun bir davranışı benimsiyorlar. Köpek, çalışkan olur, sadık olur, sahibinin onu iyi beslemesi yeterlidir. Aklı karnı ile birlikte doyan adam da ne kendini kurtarabiliyor, ne başkasını düşünüyor.
Toplumun fakir ve yeterince uyanmamış kesiminin geleceklerini kime teslim edeceklerini bilmeleri olanaksız görünüyor. Halkın geleceğini kendini onlarla özdeşleştiren, onların varlığını bilen, onlara hak veren, onları anlayan, onlara acıyan iyi niyetli, güvenilir, yani doğru konuşan ve çalışkan idareci ve politik liderlere gereksinimi var. Fakat bunu anlamakta zorlanıyor. Kendi durumu ile kendi yaşamının kurallarını koyup yönetecek insanlar arasınadaki ilişkiyi bu toplum hâlâ öğrenemedi. Cahil ve gelişmemiş damgası taşımasının nedeni de bu.
Bunun toplumsal bir ortalama olduğunu anlamadığı için, politikacıların ipsiz sapsız sözleriyle oyalanıyor. Kendi geleceği ile ülkenin geleceğinin aynı olduğunu anlamayan adam için seçim de kâğıt oyununa dönüşüyor. Onun için ömrünü konuşarak geçiren ve cahili ikna edecek popülist mugalata ile kalabalıklara hitabeden insanların bini bir para.
Sevili Okuyucular,
Mustafa Kemal neden büyük adamdı? ‘Türk çalışkandır!’derken Türk’ün çalışkan olmadığını biliyordu. fakat bir şey daha biliyordu: Çalışkanlık veya tembellik insanın doğuştan özelliği değildir. Türk, Kürt, Laz doğuştan tembel olamaz. Tembellik, bilgisizliğin daha doğrusu bilgisiz ortamın ürünüdür .
CAHİLİN EMEĞİ KOLAYCA SÖMÜRÜLÜR
Osmanlı hanedanı bir mirasyedi idi. Osmanlı halkı tembel değil, cahil bırakılmış bir halktı. Türkiye’yi kentli, ve daha iyi okumuş asker liderler sömürge olmaktan kurtardılar. Toplumu ileri götüren çalışan sınıf ve emektir. Toplumu sarsan, ileri, geri götüren ise her zaman cehalettir. Cahilin emeği kolayca sömürülür. Soma madeni işletmesi insanı şaşkına çeviren bir sömürü hikâyesiydi. Çalışanların, üretenlerin ve düşünenlerin egemen olduğu bir toplum daha yaratamadık.
Okumuşun emeği aynı oranda sömürülemez. Tarih, çalışkan ve üretken olan toplumların önde gittiğini gösteriyor. Türkler atlarının sırtında Çin’den Macaristan’a kadar ülkeler fethettiler. Devletler kurdular. Fakat şu anda dünyada zengin ve gelişmiş bir Türk devleti yok. Uygar bir Türk toplumu yok. Kişisel başarılar seksen milyonluk bir toplum için yetersiz. İdil Biret var, Nazım Hikmet var. Sanatçılar, rejisörler, uluslararası ünü olan uzman doktorlar var. Bunlar okumuş ailelerden yetişiyor. Türkiye’de en büyük yaratıcıların öğretmen, memur, hakim çocuklarından yetiştiğini kişisel gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim. İstatistik olarak önemli bir inceleme konusudur. Bunu yaparken kendini ayağına çağıran vezir oğluna ‘ben sana vezir olamazsın demedim, adam olamazsın dedim!’ hikâyesini unutmayın!
İster Çin’e gidin ister Amerika’ya, önce bilgili, sonra hoşgörülü, sonra yardımsever insanların çoğalması gerektiğini toplumlar biliyor. Toplum bunu anlayacak kadar aydınlanmadan bizim insanlarımız çok acı çekecekler.
İNSAN HÂLÂ ŞEYTANIN PEŞİNDE
Lao Tzu’yu Çinliler sevmiş, ama anlayamamışlar. Goethe ile şeytanın anlaşmasını hatırlayan çoktur.
Şeytan, yukarıda söylenen binlerce insan özelliğinin dibini oymak için her köşede hazır ve nazır. Neden? Çünkü, insanın içinde! Halk bazı şeylerin değişik boyutlarını görmeyi öğrenmelidir. Öğretmen gerçek öğretici olarak adamdır, müdür olarak değil. Bir profesör gerçek bir bilim adamı olarak önemlidir. Rektör olarak değil. Bir hâkim ya da avukat, adalete inandığı zaman iyi hukukçudur. Yargıtay başkanı ya da anayasa başkanı olduğu için değil. Politikacı iyi ve namuslu bir demokrasi aşığı olduğu zaman iyidir, bakan olduğu zaman değil. İyi işçi köleden ya da kuyruk sallayandan çıkmaz.
Sevgili okuyucular,
Uygarlığın sigortası sadece bilgidir. Topluma bunu anlatabilirsek ülkenin geleceği kurtulabilir. Düşünce kirlilikleri olabildiğince temizlenir. Bizim toplum henüz Türkçe yazmayı öğrenmediği 19. yüzyıl da birçok akıllı insan yetiştirdi. Onlar olmasaydı Türkiye diye bir şey olmazdı. Onlardan biri olan Neyzen Tevfik’in 1918’de yazdığı bir şiiri gördüm. Azabı Mukaddes “kutsal azap” adlı kitabında toplanan şiirlerinden biri ‘Ferdayı Vahdet’ (Birliğin Geleceği) adlı şiir. Son dizeleri şöyle:
İnanmaz ilme, takdire, kulak asmaz tedabire,
Pesü balasını görmek gelir güç çünkü hınzire.
Son on yıllık idare sarstı mülkü ta esasından.
Anasır da vilayetler gibi ayrılmada her an.
Açıldı safbe saf harbü sefer hariçte, dahilde,
Kuruldu haymeler merkezde, serhadde, menazilde.
Vatan evladı önce başlandı mahvu idama,
Büründü sertaser her yer sehabı zulmü alama.
Zuhura yüz tutunca bizdeki asarı izmihlal,
Görüldü başlarında hepsinin sevdayı istiklal.
“Bilime inanmaz, tedbir almaz. Acımasıza sonunu görmek zor gelir. On yıllık idare, ülkeyi yerinden oynattı. Vilayetler gibi halk da birbirinden ayrılıyor. İçeride savaş, dışarıda savaş. Merkezde, sınırda, her menzilde çadırlar... Vatan evlatları yok ediliyor, her yerde zulüm. Çöküş alâmetleri ortaya çıkınca herkes de bir kurtuluş sevdası başladı.” Yüz yıl sonra benzer davranış ve düşünceler, Türkiye’nin bir adım ileri atmadığını mı gösteriyor yoksa cahillikten kurtulamamış toplumun ara sıra geçirdiği krizlerden biri mi?
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder