Mayıs 2024
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Sosyal paylaşım iletileri bile sansürleniyor
Bir sosyal paylaşım sitesine aşağıda açıkladığım bir yazıyı mesajla göndermek istedim, yazıyı yazdığım anda gönder tuşuna dokunur dokunmaz hemen kırmızı yıldız çıkıyor, yani sansürle engelleniyordum. Demem o ki daha yazı gönderilmeden bile yazdıklarımız, gönderilerimiz denetleniyor olmalı.
Fotoğrafını ilk kez gördüğüm Atatürk’ün yerli uçağa binerken görüntülü paylaşımı akrabam meslektaşım emekli öğretmen Sevim Sevindir’e de göndermiştim. O da altına “Her şey Tayip Erdoğan zamanında oldu ya” diye yazarak imalı ironi yanıtlamış.
Ben de ona cevaben aşağıdaki metni yazıp göndermek istedim. Defalarca denedim, ne yaptımsa gönderemedim, hemen karşısına kırmızı renkli birçok kanatlı yıldız çıkıyordu. Muhtemelen aşağıda altı çizgili kısımdan nem kaptıkları için engellemiş olmalılar. Hani RTE sık sık övünürdü, “bizden önce şu bu var mıydı” diye konuşma yapardı. Üç kez sınayıp gönderemediğim engellenen mesajım

[09:46, 25.05.2024] CEVAT KULAKSIZ: 1-Günaydın Sevim Hanım, merhaba; Atatürk'ün Türk yapımı uçağa biner konumundaki fotoğrafını hiç görmemiştim. RTE "her şeyi biz yaptık" diyedursun, bu fotoğraf bana hemen aklıma bir anıyı anımsattı.  Geçmiş yıllarda bir Türk mühendisi Avrupa-Belçika'da havacılık müzesine gezmeye gider. Müzede eski uçakları incelerken, bir eski uçağın önünde durur, uçağın tanıtım levhasında şunlar yazılıdır: “Bu uçak Türkiye Kayseri Tayyare Fabrikasından satın alınmış, Belçika'da 30 yıl hava ambulansı olarak hizmet vermiştir". Türk mühendis duygulanır göz yaşlarını tutamaz.  Ne yazık ki Atatürk zamanının o yaratıcı azmi devam ettirilememiştir.

AK trollerin hakaretine uğradım:
Sosyal paylaşım iletileri bile sansürleniyor

Zaman zaman facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerini kullanıyor, eleştirel amaçlı karikatür, resim ve yazıları paylaşıyordum. Bu paylaşım sitelerine bir gün Kuzey Irak’ta IŞID tarafından yakılan Türk askerinin videosunu paylaşınca hemen hem facebook hem Twitter paylaşım siteleri süresiz kapatıldı. Twitter halen kapalı ise de facebook açık ama fotoğrafları kesinlikle yükleyemiyorum. Bu olaydan sonra fotoğraf koyduktan çok uzun süre bekledikten sonra sönük bir yazı ile “hay aksi bir yanlışlık oldu” gibi bir not düşüyor. Anladım ki fotoğraf koymayı sansür engelliyor.   Yazımı bitirip gönderdikten daha sonra aklıma gelen şunları eklemeyi unuttuğumu fark ettim: 1-Bu eleştirel yönlü yazılarımı yazdığım, paylaşımları yaptığım facıbook paylaşım sitesinde, baktım bana karşı, bu sansürcülerin paralelinde davranan bir AKtrolün yazdığını tahmin ettiğim hakaretimsi bir yazı gördüm. Adam bana karşı şöyle yazıyordu: “Bizim köyde, sahibine daha sadık olsun diye köpeklerin kulaklarını keserler. Senin de CHP liler kulağını kesmişler, CHP lilerin iyi köpeği olmuşsun”. Soyadım Kulaksız ya, adamın yazdıklarına bakın, adamlar fikre fikirle yanıt veremedikleri için sadece mayalarına meşreplerine uyan küfür ve hakaretlerde bulunuyorlar. Ben de cevap olarak, -kötü söz sahibinindir- diye yazmaya başladığım sırada, birden o hakaret yazısı da benim cevap olarak yazmakta olduklarım da “bu metin kaldırılmıştır, cevap yazamazsınız” notu ile kaybedildi, cevap da yazamadım. Bunu kim yazmış olabilir, herhalde uzaylılar değil. İktidar beslemeli troller ile “dezenformasyon” adı altında baskıcı, dışlayıcı, ayırımcı tavır içinde olan iletişimden kim sorumlu ise o kurumdur.

Bu anlattığım basit bir sansür olayı, ama yurt genelinde AKP-RTE iktidarı her alanda baskı ve sansür uygulama çabasında. Festivalleri, müzik gösterileri, şölenleri, hatta Üniversitelerin mezuniyet günlerini yasaklıyor. RTÜK eliyle muhalif gazetelere ve Tv lara verilen cezalara bir bakın, böylesine sansür ve yasaklarla asla çağdaşlık olamaz. Yıllarca içine girmeye çalıştığımız AB ülkelerinin hiçbirinde böylesine baskıcı sansürcü uygulama göremezsiniz.  Fikir ve ifade hürriyetinin olmadığı bir ülkede demokrasi asla gelişemez, Demokrasinin olmadığı tek adamlı yönetimlerde adalet de baskı altındadır, adaletin ve medyanın özgür olmadığı bir ülkeye uluslararası sermaye yatışımı gelemez. Ekonomi bozulur yoksullaşırız. Fikir ve düşünceyi yasakladıkça insanların yaratıcı yetisini yok edersiniz.  İşte tek adamlı yönetimimizle bu süreci yaşıyoruz, yıllarca süren enflasyon ve pahalılıktan halkımız bunalmış durumda. Sansürün yasaklamanın çok yoğun olduğu, hepsi de tek adamla yönetilen bütün İslam ülkelerine bakınız, hangisi çağdaş, yüzyıllardır hangisinde bir buluş icat var? 500 yıldır bilime hiçbir katkıları yok”
Tek adam yönetimli AKP-RTE iktidarı ülkemizde muhalif medya ve kişilere uyguladığı öylesine bir baskı varken, peş peşe baskıcı, sansürcü kanunlar çıkarma peşinde. Ülkemiz trollerle, baskıcı, yasa ve yönetmeliklerle adeta II. Abdülhamid hafiyeciliğine çevrilmekte. Örneğin “etki ajanı yasası” diye bir yasa çıkarma peşinde ki, bu yasa teklifi ile yapılacak her türlü yakınma ve eleştiriden suç atmak mümkün olacaktır.
Öte yandan “emekli komutanların televizyon kanallarında, basında yorum yapmasının düzenlenmesini” içeren kanun teklifi ile emekli komutanlar susturulmak isteniyor. Emekli komutanların bütün vatandaşlar gibi düşünce, fikir ve ifade hürriyeti hakkı yok mu? Kişi fikrini söylemek yaymak için başkasından nasıl izin alır. Elbette her vatandaş gibi komutanlar-askerler de Anayasamızın herkese tanıdığı fikir ve ifade hürriyetini özgürce kullanacak, fikir ve düşüncelerini söyleyecekler, kendilerine haksız kurgulanan Ergenekon kumpasları gibi haksızlıkları dile getirecekler. Bu fikir, ifade düşünceyi yayma hürriyetini engelleyen yasa çıktığı takdirde AYM bunu ret edecektir.
Unutmayalım, ülkede fikir ve ifade hürriyeti genişledikçe, demokrasinin önündeki engeller kaldırıldıkça ülke çağdaşlaşacak ekonomisi de düzelecektir. Aksi halde demokrasi ve ekonomimiz gelişmeyecek, ülkemiz ileri gitmeyecek yıllarca çektiğimiz enflasyon, pahalılık cenderesinde sıkışıp kalacağız, yani çağın gerisinde kalacağız.
Yan taraftaki yazıma ekli Atatürk’ün Türk yapımı uçağa binerken çekilmiş pek de yayınlanmamış uçağa bir bakınız, insanın yüreği yanıyor, 90 yıl önce Türkiye uçak imal edip uçak ihraç ediyormuş.  

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Sosyal paylaşım iletileri bile sansürleniyor

Sosyal paylaşım iletileri bile sansürleniyor

Sosyal paylaşım iletileri bile sansürleniyor


İki ayaklıları için de yasal bir önlem almayı düşünüyor musunuz?
Basından öğrendiğimize göre, iş başındaki AKP iktidarı;  ülkenin tüm sorunlarını halletmiş de sıra sokak köpeklerine gelmiş gibi, sahipsiz sokak köpeklerini  bir barınakta toplayarak, bir aylık süre zarfında sahiplendirilemeyen köpeklerin iğne ile uyutulmalarına, başka bir tabirle öldürülmelerine olanak tanıyan bir yasa üzerinde çalışmaya başlamış. 


Öncelikle şunu belirtelim ki; sokak köpeklerinin belli bir sahibi olmasa da, onlar; bazı istisnaları dışında insanlara hiçbir zararları olmayan,  insan dostu,  sadık yaratıklar olup, onlar kamunun emanetleridir. 


Evet, ülkemizde Avrupa’da örneklerini hiç görmediğimiz kadar fazla,  aç, susuz ve aşısız başıboş dolaşan köpeklerin varlığı,  inkar edilemez bir gerçektir. Ancak bu durum,  ülkemizin yıllar boyu devam eden bir yaşam tarzı haline gelmiş ve insanlarımızın çoğunluğu tarafından benimsenmiş ve kanıksanmıştır. 


İnsanlarımızdan bazılarının,  çok ender de olsa, sokak köpeklerinin saldırılarına uğraması, onlara soykırım yapılmasını asla haklı gösteremez. 


Sahipli, sahipleri tarafından sokaklarda gezdirilen cins köpekler,  sanki masum mu?


Benim evimin önünde bir park var, Karşıyaka Belediyesi o parkın içinde bir bölümü sahipli cins köpeklerin bahçesi olarak düzenledi, ben de bu parkın etrafındaki yürüyüş pistinde yürüyüşler yapıyorum. Yürürken, sahipleri tarafından bu köpek bahçesine getirilen şımarık sahipli cins köpeklerin,  bana yönelik havlamaları da beni ziyadesiyle rahatsız ve tedirgin  ediyor, parkın çevresindeki evlerde oturan insanlar,  bu sahipli köpeklerin havlama sesleriyle rahatsız oluyorlar. 


Demem o ki; köpeğin fiili saldırısına uğrayarak ısırılma kadar,  onların yabancı insanlara yönelik,  kuru sıkı havlamaları da çok rahatsız edici bir durumdur. 


Kimse sahipli cins köpek karşıtı olduğumuzu sanmasın, bu örneği vermemin nedeni;  iktidarın gücünün sadece sahipsiz sokak köpeklerine yetiyor olmasına, sahipsiz sokak köpeklerinin soykırıma tabi tutulacak olmaları girişimine,  karşı çıkıyor olmamdır. 


Yasal düzenlemenin nedenine gelince;  neymiş efendim sahipsiz sokak köpekleri hayati tehlike yaratıyormuş. 


Bu neden, gerçek dışı ve  büyük bir yalandır. Çok ender bazı istisnalar dışında, ben bugüne kadar bir sokak köpeğinin saldırısına uğrayarak parça parça edilerek öldürülen bir insan haberine tanık olmadım. 


Bir lokma ekmek verdiğim için bana kul köle olan,  bir yere giderken peşimden gelerek beni koruma altına alacak kadar sadık köpeklere tanık oldum, daha ziyade. 


Bu dört ayaklı sadık dostlarımıza önlem alacağınıza; her gün,  boşanma aşamasında olduğu, boşandığı, ayrıldığı yüzlerce  eşini, eski eşini ve sevgilisini, üç kuruş para için annesini ve babasını evlerinde veya  sokak ortasında hunharca ve acımasızca öldüren, iki ayaklı sokak köpeği caniler için,  testi kırılmadan, kadınlar öldürülmeden nasıl bir yasal önlem almayı düşünüyorsunuz acaba?


Cumhur İttifakı ortağı bay DESTİCİ; demiş ki, sokak köpekleri yüzünden kadınlar pazara çarşıya gidemiyorlar, sokağa çıkamıyorlar. Oysa ki; bunların iki ayaklıları yüzünden,  kadınlarımız bırakın çarşıya, sokağa, pazara gitmeyi evlerinde dahi rahat ve huzurlu bir yaşam süremiyorlar, her an kapılarının çalınarak veya kırılarak içeri girecek olan eski eş ve sevgilileri tarafından öldürülme heyecanı ve korkusu içinde yaşıyorlar. 


İnsanların, kadın ve çocukların asıl hayati tehlikesi dört ayaklı sokak köpeklerinden kaynaklı değil, bunların iki ayaklısından kaynaklı olup,  buna yardımcı olan da,  yaz saati uygulamasının kış ayında da aynen devam ettirilerek, sabah işine ve okuluna gitmek zorunda olan kadın ve çocukların gün ağarmadan,  ortalık aydınlanmadan alaca karanlıkta yollara dökülmesine sebep olan AKP iktidarıdır. 


Yazılacak daha çok şey var ama, fazla uzatmadan tadında bırakıyor ve sokak köpeklerinin yok edilmelerine olanak sağlayacak olan yasal düzenleme girişiminden vazgeçileceğini umuyor ve bekliyorum.


23/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Türkan Saylan

18.05.2009 tarihinde kaybettiğimiz, adeta ölüme itilen değerli insan ve doktor, bilim insanı Sayın Türkan SAYLAN için, ölümü nedeniyle, 19/05/2009 tarihinde yazdığımız “GÖZÜNÜZ AYDIN” başlıklı makalemizi, Türkan SAYLAN'ın her ölüm yıl dönümlerinde aynen yayımlayarak kendisini anmayı, gelenek haline getirdik ve bu yıl da,15.ölüm yıldönümünde aynı geleneğe uyarak, dört gün gecikmeyle,bu yazımızı aynen siz okurlarla paylaşıyorum.

Değerli bilim insanı Sevgili Türkan SAYLAN'ı sevgi, saygı ve rahmetle anıyor, şükranlarımı sunuyorum. 

22/05/2024 Güner YİĞİTBAŞI


GÖZÜNÜZ AYDIN

Aydınlanmanın simgesi..

Laik..

Demokrat..

Atatürkçü.. 

Doktor..

Eğitimci..

Çağdaş ATATÜRK kadını..

Darbe karşıtı.. 

Gerçek Vatansever..

Sözde değil, eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden, insan sevgisiyle dolu..

Ergenekon gazisi..

Hukuk mağduru..

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı, saygıdeğer insan Profesör Dr. Türkan SAYLAN' ı, geçtiğimiz gün kaybettik. Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.

Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek, kanıttan suçluya gidecek yerde, belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle, ağır hasta olmasına rağmen, hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar..

Laiklik karşıtları..

Demokrasi ve Atatürk düşmanları..

Çağdaş, modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen, kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler..

Türk insanına ve toplumuna, tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip, onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar..

Gözünüz aydın...

Ancak, onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.

SAYLAN' ın, bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen...

O sözleri, size bir kez daha hatırlatalım.

Sayın Türkan SAYLAN, ölmeden bir gün önce; “Görevlerimi tamamladım, ölüme de hazırım” demiş.

Çok doğru söylemiş, kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız, Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar. 

Dün, bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu; yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.

Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler, yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu..

Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak, yapanlar adına senden özür diliyoruz.

Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz. Rahat uyu Sayın SAYLAN. 

19.05.2009

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

19 Mayıs 1919'un Mana Ve Önemi
Ülkelerin tarihlerinde hiç unutamadıkları, ülkenin kaderini değiştiren, yeni bir çağ açan, o ülke için yeni bir milat olan,  çok özel günler vardır. 


İşte,  19 Mayıs 1919 tarihi de,  mavi gözlü, sarışın o Osmanlı subayının,  kuruluşunu kafasında planladığı günümüzün  modern ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş temelinin atıldığı ve bu temele ilk harcın konulduğu çok önemli ve özel bir gündür. 


Mavi gözlü sarışın o genç Osmanlı subayı,  19 Mayıs 1919 günü Samsuna ayak basmış,  üzerindeki Osmanlı kimliğini ve üniformasını çıkararak,  düşman işgali altındaki, onurunu, gücünü ve topraklarını kaybetmiş,  çökme aşamasına gelmiş Osmanlının enkazından,  saltanatın ve hilafetin kaldırılacağı,  halkın kendi kendini yöneteceği laik ve demokratik yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmaya yönelik direniş planını uygulamak üzere düğmeye basmıştır. 


19 Mayıs 1919 tarihi itibariyle artık Osmanlı ile arasındaki gemileri yakarak,  ayak bastığı Samsundan,   Anadolu'nun derinliklerine doğru yeni ve aydınlık bir yelken açan eskinin o Osmanlı subayı Mustafa KEMAL,  halkımızı da arkasına alarak,  adeta devleşmiş ve ülkemizi işgal eden emperyalist devletlerle giriştiği kurtuluş savaşından muzaffer çıkarak,  bugünkü bağımsız, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur. 


19 Mayıs 1919 tarihi ile Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutlanan her yılın 19 Mayısları;  bizim gibi,  laik ve demokrat, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik ve laik niteliğine aşık evlatları için,  bu nedenle çok önemli ve çok özel bir gündür.    


19 Mayıs 1919 tarihi ve Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutladığımız her yılın 19 Mayısları,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletini bir türlü kabullenemeyen,  içlerine sindiremeyen karşı devrimci ve ümmetçi,  anti laik, siyasal İslamcı,  Osmanlı hayranı ve Osmanlının özlemi içinde yanıp tutuşan Atatürk düşmanı  kesimler tarafından,  bu nedenle sevilmemekte,  onlar için karabasan olmakta,  milli bayram olarak coşkuyla kutlanmak istenmemekte,  ATATÜRK'ün Samsuna çıktığı 19 Mayıs 1919 ve onun yıldönümü olan her yılın 19 Mayısları,  halkımıza unutturulmak istenmektedir. 


Ama,  ne yaparlarsa yapsınlar,  19 Mayısları ve diğer özel günlerimizi ve milli bayramlarımızı,  laik Türkiye Cumhuriyetini kuran,  önemli devrimleri gerçekleştiren,  saltanatı ve hilafeti kaldıran ATATÜRK'ü,  Türk Milletine asla unutturamayacaklar ve Türk Milletinin gönlünde yer eden ATATÜRK sevgisini asla yok edemeyeceklerdir. 


Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,  Cumhuriyetin bu değerlerine aşık tüm evlatlarının,  19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramlarını gönülden kutluyor ve milli bayramlarımızı;  bugün tüm elde ettiklerini kendisine borçlu oldukları ATATÜRK'e besledikleri kinlerini kusma ve hayranı oldukları Osmanlı'ya karşı yapıldığına inandıkları kötülüklerin  yıl dönümü  olarak gören karşı devrimcileri,  bu kin ve nefretleriyle baş başa bırakıyoruz. 


Tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyetinin temellerini oluşturan ilk belge olması nedeniyle,  Türkiye Cumhuriyeti açısından önemi büyük olan Amasya Tamimindi yer alan en önemli kararlardan biri de; ”Milletin bağımsızlığını,  yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. ”kararıdır.  Bunu çok önemsediğimiz ve bugün dahi geçerliliğini koruduğu için, son söz olarak burada yer vermeyi uygun buluyoruz. 


Bu vesileyle,  en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, Er’inden generaline kadar,  ülkemizi düşman işgalinden kurtararak,  bugünkü modern demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında emeği ve kanı bulunan tüm silah arkadaşlarını ve diğer sivil asker tüm isimsiz kahramanları;  saygıyla, rahmetle, minnet ve şükranla anıyorum. Ruhları şad ve mekanları cennet olsun.


19/Mayıs/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yılmaz Özdil’den Özgür Özel ve Arapça yazı eleştirisi
Zaman zaman bazı dost ve arkadaşlarla sosyal paylaşım sitelerinden ilginç paylaşımlarda ve paslaşmalarda bulunuluyoruz. Yine bir dost cep telefonuma Gazeteci Yılmaz Özdil’in Arapça üzerine eleştirisini yansıtan konuşmasını göndermiş. Bu konuşmayı içeren videonun başında şöyle yazıyordu: “Özgür Özel’i de kaybettik bulanlar lütfen sallasın kendine gelsin”.

AKP-RTE iktidarınca ülkemize yerleştirilen, mülteci mi, vatandaş mı olarak kabul edilen çöreklenen Suriye, Irak ve öteki Müslüman ülkelerden gelen insanlar sorunlar yaratmaya başladılar. Kimisi çeşitli olaylar yaratırken, kimi mülteciler iş yeri açarak, Harf Devrimine aykırı olarak vitrinlerine Arapça harflerle ilan, reklam ve işyeri tabela levhaları yazıp eleştiri konusu olmaya devam etmekteler. Dini simgeleri sürekli ön plana çıkarak, din devleti olma çabasını sürekli dayatmaya çalışan AKP-RTE iktidarının belediyeleri Arapça yazıları “Kuran dili” diyerek bu Arapça yazılara göz yumarken, bazı CHP li belediyeler de bu Arapça yazılı tabelaları indirmeye başlamışlardı.  

Ayrıca geçenlerde İstanbul'da okuldan atılmasından sorumlu tuttuğu okul müdürü İbrahim Oktugan'ı silahla vurarak öldüren 17 yaşındaki Iraklı eski öğrenci Y.K. olayının görünümünde birçok yerde mülteciler çeşitli sorunlar yaratamaya başladıklarına tanık oluyoruz. AB beslemeli bu mültecilerin ileride Türkiye’nin başını ağrıtacağı, ülkemizin başına çeşitli çoraplar örecekleri belli gibi.

Neyse bu konumuza paralel olarak Arapça yazılan işyeri yazılarını konu alan, Gazeteci Yılmaz Özdil’in bir videodaki konuşması dikkatimizi çektiği ve konumuzla da ilgili olduğu için yorumunu size bırakarak buraya alma gereğini duyduk. Duayen gazetecimiz Yılmaz Özdil konuşmasında Arapça yazılar konusunda aynen şunları söylüyordu:

“.. Başka bir tartışma konusuna gelirsek. Ağzını her açtığında yepyeni bir gündem oluşturan Özgül Özel bu defa Arapça tabelalar konusunda konuştu, CHP li Belediyeleri uyardığını söyledi. Malum bazı CHP li belediyeler Arapça tabelaları indiriyor. Bu belediyeleri uyardığını söylüyor Özgür Özel, ne demiş, diyor ki “ben belediye başkanlarımı uyardım, etkileşim alacağım diye artık Arapça tabelalara karışmayın Arapça Kuran dilidir halk incinir”, Arapça tabelalar “Kuran dili” diyor. 

Söylüyorum buradan gözlüklü Özgür Özel ile Gözlüksüz Özgür Özel arasında akıl almaz bir görüş farkı var. Gözlüğü çıkardı bambaşka görüyor. Suriyeli gelmiş mesela tatlıcı açmış baklava filan satıyor veya emlakçılık yapıyor Suriyeli tabelası Arapça. Bunun Kuran dili ile ne alakası var kardeşim. Manav mesela tuhafiyeci tabelası falan, Arapça değil de Türkçe yazınca halk niye anlamsın, Arapça dediğin İngilizce, Rusça gibi yabancı dil, hepsi bu.

Yılmaz Özdil’den Özgür Özel ve Arapça yazı eleştirisi
Özgür Özel belli hiç kavrayamamış ama Arap kültürü İslamiyet değildir. Arap gibi konuşmak, Arap gibi giyinmek, Arap sevmek din değildir. Bakın Özgür Özel’in söylediği bakın yüz yıllık bir tartışmadır, yüz yıl. Bu hafta 19 Mayıs Haftası, 19 Mayıs vesilesiyle size yüz yıl ötesinden Cumhuriyetimizin kuruluşundan örnek vereyim. CHP Genel Başkanı Atatürk’ün koltuğunda oturan Özgür Özel’e Cumhuriyetimizin kuruluşundan örnek vereyim. Cumhuriyet beş yaşına geldiğinde Türk Alfabesine geçildi biliyorsunuz, Türk Alfabesine geçildiğinde Türkiye’deki manzara neydi biliyor musunuz? Arapça yazılmış tüm kitaplara işte şimdi Özgür Özel’in zannettiği gibi “kutsal” gözüyle bakılıyordu., Arapçaya dinsel anlamlar yükleniyordu. Arap alfabesiyle basılmış evraklar bile mesela Arapça yazılmış yemek tarifleri bile İslamiyet’le alakalı zannediliyordu. Çünkü halk okur yazar değildi. En basit dilekçesini, mektubunu bile yazmaktan acizdi. Arapça yazmayı bilenler bilim adamı olarak algılanırdı, iki satır mektup yazmasını bilen ulema muamelesi görürdü.  (Pir Sultan Abdal bile bir dizesinde “kul olayım kalem tutan ellere, şekerler ezeyim şirin dillere… diyerek okuma yazma bilenleri göklere çıkarmıştır) Tarikatçılar işte bu kara cehaleti sömürdüler, bu kara cehaleti sömürerek kendileri lehine fırsata dönüştürdü, ahaliyi istediği gibi güttüler, sırf Arapça sayesinde.

Atatürk aslında tee 1905 yılında Şam’dayken alfabeye kafa yoruyordu. Hatıralarda var, Kurtuluş Savaşı sürerken mesela Halide Edip Adıvar’a söylüyor, Alfabeyi değiştirme gereğini söylüyor. Türk Alfabesine “kolay okuma yazma hakları” diyordu Atatürk “yüzyıllardır kafamızı demir çerçeve içinde tutan anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmalıyız” diyor. Cumhuriyet beş yaşına geldi tüm yurtta seferberlik başlatıldı, parklara meydanlara kara tahtalar konuldu. Kafaları henüz Arap harfleri ile karışmadığı için özellikle çocuklarımız tarafından öylesine kolay öğrenildi ki, okula gitmeyen anne babalarına çocukları yeni alfabeyi öğretti, çocuklar anne babalarına öğretti. Nüfusumuz 13 milyondu o dönemde bakın bir yıl gibi çok çok kısa sürede sadece bir yılda iki milyon kişi gibi inanılmaz sayıda insan okuma yazma öğrendi. Akıl almaz bir orandı. Bakın Türk Alfabesi üç Kasım’da kabul edildi, sadece 27 gün sonra bir Aralık’tan itibaren Türkiye’de basıl bütün gazeteler Türk alfabesi ile basıldı, sadece 27 gün sonra. Devrim işte böylesine böyle hızlıydı. Son derece akılcı projeler uygulandı Türkçe eğitimi için Türk Alfabesi için.

Sinema mesela, Harf Devriminin yaygınlaşması için kullanıldı, sessiz filmlerdeki yazılar Arapça idi. Hükümet resmi anlaşma yaptı, Kemal Film, Opera film, Macisg gibi sinema şirketleri ile Anlaşmalar imzalandı, maliyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından karşılandı, sinema filmlerindeki alt yazılar Türkçe Alfabeye çevrildi. Efsane Tiyatro sanatçımız Hazım Körmükçü, aynı zamanda gölge oyuncusu ustasıydı. Beşiktaş’ta her akşam bu semtte Karagöz Hacivat oynatıyordu. Mustafa Kemal’in isteği ile Hazım Körmükçü okuma yazma öğrenen Karagöz’le Hacivat oyun yazdı. Karagöz Hacivat seyreden insanlarımız hem seyrediyor hem kahkahalarla gülüyor hem de Türk alfabesine alışıyordu. Türkçe eğlenerek öğreniyordu. 

Türk alfabesi sadece Türk vatandaşlarının okuma yazma öğrenmesini sağlamadı aynı zamanda Latin harfleri kullanan yabancıların da Türkçe öğrenmesini sağladı. Bakın harf devriminin bu evrensel yönü hiç ele alınmaz, halbuki inanılmaz derecede önemlidir. Osmanlıca bilen insanların tümü tüm dünyada bir elin parmakları bile geçmezken öğrenme kolaylığı sayesinde Türkçe okur yazar olan yabancı sayısında adeta patlama yaşandı. Bakın bugün bile Türkiye’de yaşayan son derece kolay şekilde Türkçe öğrenen Ruslar var, İtalyanlar var, Almanlar var, bunlar örnek. Harf Devriminin bu evrensel yönü hiç ele alınmaz. 

Yılmaz Özdil’den Özgür Özel ve Arapça yazı eleştirisi

Bakın Türk Alfabesi ile birlikte uluslararası rakamlara da geçildi mesela. Arap rakamları yerine uluslararası rakamlar Latin rakamları kullanılmaya başlanıldı. Uluslararası takvim ve uluslararası saate geçtiğimiz için o geçişin devamıydı. Kaçınılmaz bir zorunluluktu zaten, çünkü Osmanlı Devleti, bilimde teknolojide, ticarette çok çok geride kalmıştı. Arap rakamlarına devam ettiğimiz için uluslararası rakamları kullanmadığımız için gelişmiş dünya ile özellikle ticaret konusunda entegre olmamız imkansızdı. Lütfen altını çizerek söylüyorum karşı devrimciler Arap alfabesinden Türk alfabesine geçmemizi “İslam karşıtı” olarak yansıtmaya çalışırlardı. Ama Arap rakamları yerine uluslararası rakamlara geçmemizden hiç bahsetmezler, “niye Arap rakamları kullanmıyoruz” diyeni gördünüz mü? Yok. Bakın bu sırf ikiyüzlü çelişki bile “Türk alfabesinin İslam karşıtı olduğu” iddiasını aslında ne kadar yalan ne kadar gülünç olduğunu ortaya koymaya yeter. Tarikat cemaat gibi zır cahil kitlerine mesela Arapça yazılmış televizyon kullanma kılavuzu verin, kutsal metin sayar öper başına koyar. Özgür Özel aslında İyi niyetle söylüyor ama, belli ki hiç kavrayamamış. Arap kültür İslami değildir kardeşim. Arap gibi konuşmak, Arap gibi yazmak, Arap giyinmek, Arap’ı sevmek din değildir”.

Bu güzel ve öğretici konuşmadan sonra hemen aklıma gelen bu konudaki anılara yer vermek istiyorum. Benim küçüklüğümde hiç okuma yazma bilmeyen Zeynep Babaannem, yere düşmüş Arap harfleri ile yazılmış bir yazı gördüğü zaman hemen yerden alır, onu öper alnına değdirir, sonra da yerden boyundan yüksek bir yere bir kovuğa saklardı veya eve götürüp iyi bir yerde saklardı.

Ağanın iti

Bir köyün çok zengin bir ağası ve ağanın da çok sevdiği bir köpeği varmış. Veteriner olanağı da olmadığı için her hasta olanın zaman zaman muska yazdırdığı “nefesi çok guvatlı” bir tekke şeyhi varmış. Bu şeyh para karşılığı herkese hastalıklar için çeşitli muska yazarmış. 

Ağanın çok sevdiği köpeği hastalanmış, köpeğe muska yazılması için bu “nefesi çok guvatlı” tekke şeyhinden muska yazılmasını isterler. Tekke şeyhi hemen ağanın köpeği için “kuvvetli” bir muska yazıp ağaya gönderir. 

Ağa muskayı merak eder, acep içinde ne yazıyor, diye sır katibini çağırır muskayı açıp okumasını ister. Sır kâtibi efsunlu muskayı korka korka açar ne yazdığını ağaya okur, muskada şöyle yazıyormuş:

“Selam saldım itine, iyi olsa da s..kime,  iyi olmazsa s..kime”!

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.kom

Anne (Kadın) Olmak Bir Ayrıcalıktır

ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN 


Bugün (12/05/2024) anneler günü. 


Çok anlamlı ve çok özel bir gün. 


Dünyada ve ülkemizde,  yıl içinde çok çeşitli günler kutlanır, çoğunu şimdi hatırlamamız dahi mümkün değildir. 


Ama,  anneler günü için öyle söyleyebilir miyiz?


Bizi dünyaya getiren, hiçbir karşılık beklemeksizin,  büyük zahmet ve fedakarlıklarla büyüterek bizleri yetiştiren annelerimizi; hayatta olsunlar veya olmasınlar,  istisnasız,  yılın her günü hatırlar ve çok severiz. 


Ancak; anneler gününde,  annelerimizi hatırlayarak,  onlara çok özel sevgi ve şükranlarımızı sunmak, sağ iseler gidip ellerinden öpmek,  onlara sarılarak kucaklamak,  ana şefkatini ve yüreğinin sıcaklığını yüreğimizde hissetmek,  bir başka güzeldir, büyük bir onur ve mutluluktur. 


Anne olmak, Dünya'nın en güzel duygusu ve zevki olduğunu tahmin ettiğimiz analık duygusunu ve zevkini tadabilmek, Allah tarafından sadece kadınlarımıza tanınan bir ayrıcalıktır. 


Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı kadın, diğer yarısı olan biz erkekleri doğurarak Dünya'ya getiren de,  yine kadındır. Yani kadın; erkek ve kadınlardan oluşan tüm Dünya nüfusunun tamamında, yüzde yüzünde de vardır ve söz hakkına sahiptir. 


Bu yalın  gerçek dahi,  annelerimizin ve kadınlarımızın önemini ve vazgeçilmezliğini,  onları çok sevmemiz, başımızın tacı yapmamız, saygı göstermemiz gerektiğini,  açıkça göstermektedir. 


Dünya'ya kadın olarak gelen herkes; yaradılışı gereği,  erişkin yaşlara geldikten sonra evlenip bir yuva kurarak mutlaka bir çocuk sahibi olmayı arzular. 


Ancak, kısmet olup da evlenemediği veya evlendiği halde, kendisinden veya kocasından kaynaklı tıbbı bazı eksiklikler ve bozukluklar nedenleriyle çocuk sahibi olmayan kadınlarımız da, toplum içinde az değildir. 


Bizler, çok iyi biliyoruz ki; doğurup çocuk sahibi olamasalar da, bu kadınlarımız da; kadın olarak, doğuştan  bir ana yüreği ve şefkati taşımakta ve çocuk özlemiyle yanıp tutuşmaktadırlar. 


Bu nedenle, biz anneler gününü; evlenemedikleri için çocuk doğurup  anne olamayan veya  evlenseler de, çeşitli nedenlerle çocuk doğuramadıkları için anne olamayan kadınlarımız da dahil olmak üzere, çocuk doğurarak anne olan tüm kadınlarımızın günü olarak kabul ediyoruz ve tüm kadınlarımızı yürekten  kutluyoruz. 


Şu veya bu nedenle çocuk sahibi olamamış kadınlarımızı, anneleri hayatta olsun veya olmasın, tüm çocukların manevi  anneleri olarak kabul ediyoruz. 


Gerçekten, tahmin ediyoruz ve görüyoruz ki; kadın olmak, anne olmak,  çok özel ve güzel  bir duygu ve zevk olup, bu duygu ve zevk, kadınlarımızı erkeklere nazaran ayrıcalıklı ve üstün kılmaktadır. 


Sanırım, özellikle ülkemizde, kadınlarımızın; bazı erkeklerin şiddetine ve kötü muamelesine maruz kalmalarının altında yatan şuur altı gerçek neden de, kadınların erkeğe karşı olan bu ayrıcalıklı üstünlüğüdür. 


Bu duygularla; 

En başta; ülkemizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Sevgili ATATÜRK'ü doğuran hepimizin sevgili annesi ZÜBEYDE annemiz ve rahmetli kendi annem, çocuklarımın annesi eşim olmak üzere; hayatta olan veya olmayan tüm annelerin,  anne adaylarının,  şu veya bu nedenle anne olamayan,  ancak annelik özlem ve duygularını bedeninde ve ruhunda taşımaya ve yaşamaya devam eden tüm kadınlarımızın Anneler Günü'nü;  en derin saygı, sevgi, minnet ve şükran duygularımla kutluyorum. 


İyi ki, varlar. 


Selam olsun tüm annelerimize ve kadınlarımıza 


12/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu 


Aykut Erdoğdu'nun İzmir büyük şehir'e genel sekreter atanması düşüncesi hangi akıllının fikridir?
Ben,  kulağımı delik kabul ederim ve yazı yazdığım için politik haberleri mümkün olduğunca kaçırmamaya gayret ederim, ancak bugün Youtube'den Fatih ALTAYLI'yı dinleyince CHP Genel Merkezinin;  Ümraniye belediye başkanlığını kaybeden eski CHP üst düzey yöneticisi ve milletvekili Aykut ERDOĞDU'yu,  İzmir Büyük Şehir Belediyesi Başkanı Cemil TUGAY'ın maiyetine genel sekreter olarak atamayı düşündüğü, belediye başkanı Cemil TUGAY'ın da,  bu düşünceye,  haklı nedenlerle karşı çıktığı haberini öğrenince,  ağzım açık kaldı doğrusu.  


CHP Genel merkez yönetimi,  sanırım aklını yitirmiş.  


Hani Cemil TUGAY çok başarılı bir belediye başkanıydı, Tunç SOYER'e fark atacaktı?


Seçimlerden daha bir buçuk ay geçti, bu kısa sürede Cemil TUGAY'a güveninizi mi yitirdiniz de, Aykut ERDOĞDU gibi,  aslında benim de çok beğendiğim ve sevdiğim karizmatik, birikimli ve başarılı,  bir politikacıyı, İzmir Büyük Şehir Belediyesi Genel Sekreterliğine yama yaparak,  Cemil TUGAY'ı takviye etme gereği duydunuz?


Yoksa, Cemil TYGAY'ın başarılı olacağından emin olmanıza, ona yönelik güveninizi yitirmemenize rağmen, Ümraniye belediye seçimlerini kaybederek politika anlamında işsiz ve boşta kaldığı için mi,  Aykut ERDOĞDU'ya, onun klasına uygun bir makam ve koltuk bulma gayretine düştünüz?


Hangisi?


Her ikisi de çok üzücü ve düşündürücüdür.  


Hani dost, akraba, arkadaş kayırmacası yapılmayacaktı, belediyelere akraba, eş dost ve arkadaş  kayırması yapan atamalar yapımayacaktı?


Bize göre Bursa Belediye Başkanı BOZBEY'in yeğenini belediyeye ait bir şirkete yönetici olarak atamasıyla, seçim kaybettiği, milletvekili de olmadığı için boşta olan Aykut ERDOĞDU'nun;  birikimli ve başarılı bir politikacı olması bir yana, eski bir CHP üst düzey genel merkez yöneticisi sıfatına rağmen, Cemil TUGAY yanında, kariyeri ve eski parti içi hiyerarşisiyle bağdaşmayacak bir şekilde, İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı Cemil TUGAY'ın altına ve maiyetine genel sekreter olarak atanmasının düşünülmesi, bize göre, eş dost ve arkadaş kayırması olup, aynı kapıya çıkmaktadır.  


Bazıları ne var bunda,  Aykut ERDOĞDU;   birikimiyle, parti içindeki tanınmışlığı ve konumuyla ve güvenilirliğiyle,  İzmir'e büyük hizmetler sunabilir diye düşünebilir belki, o zaman Bursa Belediye Başkanı da;   bilgisine, birikimine tanık olduğu ve kendisine güvendiği yeğenini, başkanlığını yaptığı Bursa Belediyesi bağlısı bir şirekete üst düzey yönetici olarak atamayı düşünmüş olamaz mı?


Objektif olalım lütfen.  Her iki düşence de bize göre yanlıştır.  


Kendinizi Cemil TUGAY'ın yerine koyunuz, adam İzmir seçmeninin iradesiyle İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanlığına seçilmiş olup,  Aykut ERDOĞDU gibi bir kişinin, kendi maiyetine genel sekreter olarak atanması halinde,  Cemil TUGAY'ın yüz yüze geleceği sıkıntıları, görevini layıkıyla yapamayacağını,  Aykut ERDOĞDU'ya emir vermekte, farklı düşüncelerine karşı çıkmakta zorlanacağını,  belediye hizmetlerinin ve çıkarlarının,  çift başlılıktan ve yaşanacak huzursuzluklardan büyük zararlar göreceğini,  nasıl düşünemiyorsunuz?


Şayet doğruysa, bu atamayı düşünenler, Bursa Belediye Başkanından acele özür dilesinler.


11/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Asansörde tuhaf bir olaya tanık oldum
Bugün 9 Mayıs 2024 Perşembe günü, asansörde hayatımda rastlamadığım bir olaya tanık oldum. Tandoğan/Anadolu durağından metroya bindim, Kızılay’a gelince, metrodan indim, üst kata şehre çıkmak için dizlerim ağrıdığından asansöre binmek istedim ve asansöre yöneldim. Asansörün kapı üstünde elektronik olarak ışıklı dönen “engelliler için” yazıyordu. Hızla asansöre bindim içeride bayan erkek 6-7 kişi vardı. Kapı kapanmak üzere iken engelli arabasına oturmuş, arkasında bir adamın arabasını ittiği engelli bir adam Asansör kapısına dayandı. Engelli arabasında oturan orta yaşlı traşlı, kısa bıyıklı, takım elbiseli elinde tesbih olan şık giyimli maganda tipli arada bir tesbihini sallıyor. Kendinden emin bir şekilde ukala bir tavırla, biz içerdekilere fütursuzca şöyle seslendi:

“-Bu asansör engellilere ait dışarı çıkın”. Biz şaşırdık, bu garip istek karşısında, “ne yani engelliler binerken yaşlılar öbür vatandaşlar binmeyecek mi” falan dedik. Adam gayet kendinden emin bir şekilde, “bakın kapının üstünde engellilere ait, diye yazıyor; çıkın asansörden ben engelliyim ben bineceğim” diye dayatıyordu. İçeridekiler ile engelliler arasında tartışmaya varan konuşmalar oluyor, asansörün içinde bayanlar söylenerek asansörden dışarı çıktılar. Biz içeride benden yaşlı kravatlı görülen bir adamla birlikte kaldık, engelliye “gel sen de gel hepimiz de sığarız yer var” diye söylememize rağmen adam binmiyor, biz iki kişiye “dışarı çıkın bu engellilere ait” diye söyleniyordu.

Yanımdaki adam, “terbiyesizlik yapma bu şahsına ait yaşlılar da engelliler de her herkes biner” diyor ben de destekliyordum. Engellinin arkasında biraz genç görünümlü bıyıklı adam da lafa karıştı, “sizsiziniz terbiyesiz, çıkın bu engellilere ait” diye o engelliye destek veriyordu. Biz inmiyoruz, dedik, engelli “öyle mi” haydi gidin bakalım” engelli arabasını asansörü kapatmayacak şekilde ortaya sürerek kapının kapanmasını engelledi. 

Adam kapı üstündeki “engellilere ait” yazısını görünce sadece engelliler biner, başkaları binmez anlamış olmalı. Oysa günlük yaşantımızda engellilerle birlikte yaşlılar da gençler de biniyor hiçbir sorun çıkmıyordu. Binersin binmezsin tartışmaları devam ediyor, engelli adam asansörün kapısını arabası ile tutmuş, asansörün gitmesini engelliyordu. Bu görgüsüz adamı boş yer olduğu halde “içeri gel sana da yer var” dememize rağmen engelli adam kapının arasından ne içeri giriyor ne dışarı çıkıyordu. Artık sinirler gerilmeye karşılıklı kırıcı sözler söyleniyor, terbiyesiz, şerefsiz lafları havaya uçuyordu. Yanımdaki benden yaşlı adam daha sinirlenmeye, elleri titremeye, kaba laflar söylemeye başladı. 

Bu sırada, biraz irice siyah elbiseli kravatlı, orta yaşlı sonradan görevli olduğunu öğrendiğimiz biri geldi, bizim dayatmacı engellinin arkasına geçerek, engelliye şöyle dedi: “Neden kamunun bu aracını engelliyorsun, engelli de yaşlı da herkes biner, yanlış yapıyorsun”. İstasyonda görevli olan kişi bu engelliyi birkaç uğramasına rağmen, bizim dayatmacı engelli “yok ben engelli olarak yalnız bineceğim” lafları ediyordu. Dayatmacı küstah tavırlı engelli, “siz ne karışıyorsunuz, bura engellilere ait, güvenlik yok mu” diye seslice arkaya başını çevirip söylendi.

Bu böyle devam ederken, istasyonda görevli olana kişi, “ben güvenliğim, hakkında tutanak tutacağım” diyerek arabayı hızla dışarı çekti. Asansör yukarı doğru iki kişi olarak yanımdaki yaşlı adamla çıkmaya başladık. Yanımdaki kravatlı yaşlı adam asansörün içinde meydanı boş bulduğundan engelli için küfürler savurmaya, “anladık engellisin, başka yaşlı kimseler binemez mi, bu pezevenk bir şey görmemiş mi” laflar ediyordu. Üst katta asansörden çıktık, yanımdaki yaşlı adamla vedalaşırken, “aman abi kafana takma, onun cahilliğine say, üzülme” diyerek teselli verdi. Vedalaştık ayrıldık. Gerçekten böylesine tuhaf garip bir olaya hiç tanık olmamıştım, çok şaşırdım, toplumda ne insanlarımız var, diyerek söylenerek Kızılay’ın insan kalabalığının seline kapılıp yoluma devam ettim. 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Liderliğini kanıtlayan özgür özel değişti mi?
Özgür ÖZEL;  hepimizin bildiği gibi, CHP İstanbul örgütünün ve bu örgüte hakim olan İMAMOĞLU'nun yakın ve doğrudan desteği ile kurultaydan galip çıkmış ve KILIÇDAROĞLU'nun boşalttığı CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturmuştur.  Bu gerçeği, ÖZEL'in kendisi dahil,  kimse inkar edemez.  


Partide değişim talebini ilk kez dillendiren ve ÖZEL'in genel başkanlığa seçilmesinde etkin olan İMAMOĞLU'nun,  CHP içindeki siyasi ağırlığını bilen, ben dahil  kamuoyunun büyük ekseriyeti, Özgür ÖZEL'in genel başkanlığına İMAMOĞLU'nun emanetçisi olarak bakıyordu.  


Ancak,  zaman içinde yaptığı konuşmalara ve icraatlara, özellikle siyasette yumuşama için ERDOĞAN ve AKP ile diyaloga girerek ERDOĞAN ile görüşmesi, ülkenin sorunlarına olan olumlu ve etkin yaklaşımları, yaptığı grup konuşmaları, kamuoyunun dikkatinden kaçmadı ve Özgür ÖZEL kendisinden beklenenin üzerinde bir performans göstererek, kamuoyunun sempatisini kazanarak, kısa zamanda gerçek bir lider olabileceğini gösterdi ve hakkındaki İMAMOĞLU'nun emanetçisi olduğu yaftası,  yavaş yavaş üzerinden kalktı.  


ÖZEL ve ERDOĞAN yakınlaşmasının sebepleri tartışılırken;   bazı çevrelerin, ERDOĞAN'ın bu yakınlaşmadaki amacının;   asıl rakipleri olan İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ı ikinci plana iterek, 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisinin rakibi olmasını istediği ÖZEL'i parlatarak öne çıkarmak ve CHP'yi zaafa uğratmak olduğunu dillendirmeleri üzerine,  CHP Grup Başkan Vekili Ali Mahir BAŞARIR'ın, ÖZEL'den yana topa girerek, mealen “Ben ERDOĞAN'ın yerine olsam Özgür ÖZEL'i rakip olarak seçmem, ÖZEL çok akıllı ve zeki bir kişidir” diyerek, 2028 seçimlerinde CHP olarak Özgür ÖZEL'in Cumhurbaşkanı adayı olabileceğini ima etmesi üzerine, son grup toplantısında bu konuya değinen ve partililere seslenen Özgür ÖZEL;  ”Hiçbir arkadaşımın ne kadar iyi niyetli de olsa bu tartışmalara dahil olmasını doğru bulmam , istemem.  Kendi adaylığımı da dayatmayacağım, günü gelince CHP'nin yetkili kurullarının belirleyeceği bir adayı olacak” demiştir.  


07/05/2024 günü grup toplantısında,  dört yıl öncesinden cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tartışmasını yasaklayan aynı Özgür ÖZEL;   yaklaşık bir ay kadar önce Sabah Gazetesine verdiği bir röportajında ne demişti, bir hatırlayalım mı?


Özgür ÖZEL bir ay önce Yavuz DONAT'a;  ”Ben teknik direktörüm.  Şu anda takımda iki forvet var, biri Mansur YAVAŞ, diğeri Ekrem İMAMOĞLU, amam birçok yeni figür de parlıyor, bu isimlerden en iyi takımı kurmak önemli.  Maçın son dakikasında bir penaltı kazanıldığında, teknik direktör, bırakın ben atacağım demez, en formda oyuncusuna attırır.  Belediye başkanlarımız kendi aralarında çok iyi işler yapacaklar, günü geldiğinde  de arkadaşlarımızdan biri Cumhurbaşkanı adayı olacak” dememiş miydi? Demişti tabi.  


Demek ki;  2028 seçimlerine dört yıl varken ve hiç gereği yokken,  adaylık tartışmalarının ilk önünü açan,  bizzat Özgür ÖZEL'in kendisi olmuştur.  


Hatta biz Özgür ÖZEL'in bu talihsiz ve zamansız beyanını yadırgamış ve sosyal medya hesabımızdan,  09/04/2024 tarihinde, olası aday başlığıyla ve aynen;  ”OLASI ADAY

Ne kadar liyakat sahibi ve seviliyor olsa da, bu ülkenin iktidar namzedi ana muhalefet partisi liderinin, dört yıl öncesinden olası Cumhurbaşkanı adayını belirleyip açıklama yetkisi olmamalı.  

Bu dört yıl içinde kim öle kim kala, dört yıllık sürede, daha liyakatli bir adayın çıkıp çıkmayacağını düşünmeden bugünden aday açıklayarak koca bir partinin gelecek yıllarına ambargo koyamaz Cumhurbaşkanı koltuğu için bir kişi yararına yer ayıramaz hiç kimse.  

O zaman dedikoducular der ki;  bunlar şimdiden aralarında vazife taksimi yapmışlar, sen benim teknik direktörlük(genel başkanlık)koltuğuma ilişme.  ben de seni Cumhurbaşkanı adayı yapayım.  ”paylaşımını  yapmış ve Özgür ÖZEL'in dört yıl öncesinden doğmamış çocuğa don biçerek cumhurbaşkanı adayını açıklamış olmasını eleştirmiştik.  


Şimdi bakıyoruz, aynı Özgür ÖZEL doğru yolu bulmuş ve bugünden adaylık tartışmalarını yasaklamıştır.  


ÖZEL ne kadar yasaklasa da, ülkemiz seçmen çoğunluğu bu tartışmayı 2023 seçimlerinden önce başlatmış olup, 2023 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olarak İMAMOĞLU veya YAVAŞ'ı görmek istediğini beyan etmiş ve bu tartışma, KILIÇDAROĞLU'nun adaylığına zarar vermiş ve 2023 seçimlerinin kaybedilmesinin de baş nedeni olmuştur.  2023 seçimlerinden önce başlayan İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ın adaylığı tartışması 2028 seçimlerine kadar da devam edecek ve bu tartışma maalesef CHP için büyük bir risk olacaktır.  


Şunu da ilave etmek istiyoruz.  Kanaatimizce, ÖZEL;  kamuoyunun,  kendisinin liderliğini kabul ettiğini ve benimsediğini  görünce fikir değiştirmiş ve 2028 de kendisinin de Cumhurbaşkanı  adayı olabileceğini düşünmeye başlamış olmalı ki;  erken adaylık tartışmalarının önünü kapatma gereği duymuştur.  Doğrusu da budur.  Bir partinin genel başkanının tek amacı da doğal olarak, adaylık olmalıdır.   


08/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Aklımızla Alay Eden Hukuk Hokkabazları
Neymiş efendim, Osman KAVALA TCK nın 312. maddesinde düzenlenen hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan mahkum olmuş, ancak daha sonra anayasada yapılan değişiklikle parlamenter sisteme son verilmiş,  başbakanlık ve hükümet anayasa ile ortadan kalkmış, şu anda başbakan ve bakanlar kurulu,  hükümet yokmuş, yani yorgan gitmiş kavga bitmiş, bu nedenle Osman KAVALA hakkında,  TCK nın 312 maddesi uyarınca hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan verilen ceza,  hukuki dayanaktan yoksun kalmış, artık yargılamanın yenilenmesi yoluyla Osman KAVALA tahliye edilebilirmiş. 


Tam bir komedi ve hukuk rezaleti. Hukuk hokkabazlığı. 


Türk Ceza Kanununun 312,  maddesinin düzenlendiği beşinci bölümün başlığı, ”Anayasal Düzene ve Bu Düzenin işleyişine Karşı Suçlar” olarak tanımlanmıştır. 


Şu anda ülkemizde şeklen de olsa,  bir anayasa ve anayasal düzen vardır ve bu düzen aksayarak da olsa işlemekte olup,  bu düzenin organlarından birisi de,  eskiden olduğu gibi,  yürütme organıdır. Anayasada yapılan ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini getiren değişiklik ile yürütme yetkisini kullanan yürütme organının oluşumunda değişiklikler yapılmış,  başbakan ve bakanlar kurulu kaldırılmış,  yerine başbakanın ve bakanlar kurulunun yetkileriyle donatılmış cumhurbaşkanı ve onun atadığı bakanlardan oluşan bir yürütme organı tesis edilmiştir. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı bakanları atar ve görevlerine son verir. 


Ülke yürütmesiz kalmamıştır. Türk milleti adına yürütme yetkisi tümüyle Cumhurbaşkanına devredilmiştir. 


TCK nın 312.  maddesinin var oluş nedeni, adına ne derseniz deyiniz,  yürütme organını cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevini yapamaz hale getirmeye teşebbüs eylemini suç haline getirerek yürütme organını yasal koruma altına almaktır. Bu haliyle, TCK nın 312. maddesi halen yürürlüktedir. Yeni adıyla Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin  başı ve sahibi olan Cumhurbaşkanlığını,  cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevini yapamaz hale getirmeye teşebbüs edilmesi halinde de,  TCK nın 312. maddesi devreye girecektir. 


Başbakanlık ve bakanlar kurulu kalkmıştır, bu nedenle de Osman KAVALA'ya verilen ceza düşmüştür veya yargılamayı yenileyerek bu cezayı ortadan kaldıralım demek,  zırcahillik ve gerçek hukukçuların aklıyla alay etmektir. 


Kaldı ki; Osman KAVALA zaten başından beri suçsuzdur. TCKnın 312. maddesinde düzenlenen suçun maddi ve manevi unsurları gerçekleşmemiştir. Ortada ne bir cebir ve şiddet vardır, ne de hükümeti devirmeye elverişli eylem ve vasıtalar vardır, hükümeti devirmeye teşebbüs kastı da yoktur. Hükümeti demokratik yollarla, anayasal protesto hakkını kullanarak uyarmak ve yanlışından geri adım atmaya çağrı niteliğinde, silahsız ve barışçıl, cebir ve şiddet içermeyen ve suç teşkil etmeyen bir direniş vardır. Niçin bu gerçekler inkar ederek Osman KAVALA mahkum edilmiştir? Öncelikle mahkum edenlerden bunun hesabı sorulmalıdır. Hukuk cambazlığı ve hokkabazlığıyla, Osman KAVALA'ya yaptığınız,  hukuku ayaklar altına alan yanlışınızdan dönemezsiniz.   


Yapılması gereken; Osman KAVALA'ya hukuksuz bir şekilde talimatla ceza veren ve bu cezayı onaylayan hakimler, etkin pişmanlık göstererek,  evet biz bu kararı hukuka aykırı olarak talimatla verdik ve onayladık pişmanız demeliler ve bu beyanlara dayalı olarak yargılama yenilenmeli ve beraat kararı verilmelidir.


08/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Üç fidan mezarı başında anıldı
6 Mayıs 1972 tarihinde idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın 52. ölüm yıl dönümlerinde Karşıyaka Mezarlığı'nda anma törenleri düzenlendi. Çok sayıda siyasi parti, sivil toplum kuruluşu, sendika ve derneğin gerçekleştirdiği anma törenlerinde, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın mezarlarına karanfiller bırakıldı, saygı duruşunda bulunuldu. Anmaya katılan vatandaşlar ''Deniz'lere sözümüz devrim olacak'' sloganı attı.

Anmada, Türkiye İşçi Partisi, Sol Parti, Ankara Dayanışma Derneği, Fikir Kulüpleri Federasyonu, Emek Partisi, Emekçi Halkın Partisi, Halkevleri, Pir Sultan Abdal Derneği, Ankara Dersimliler Derneği, KESK Ankara Şubesi, TKP, TMMOB ve Yeşil Sol Parti temsilcileri yer aldı. Ankara 68’liler- Devrimci 78’luler Federasyonu kortejinde bulunanlar ''Yaşasın devrim ve Sosyalizm'', ''Nehirden denize özgür Filistin'' sloganları eşliğinde yürüdü.

İdam edilerek katledilen “Üç Fidan” diye anılan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 52. Ölüm yıldönümlerinde Karşıyaka mezarlığında mezarları başında anıldılar.

Üç fidan mezarı başında anıldı

Başta CHP Genel Başkanı Özgür Özel, CHP li belediye başkanları, CHP li milletvekilleri ve binlerce CHP li ve Ankaralıların katıldığı binlerce kişi katılımları ile üç fidanın ölüm yıldönümleri Karşıyaka mezarlığında mezarları başında saygı duruşu ve konuşmalarla anıldılar.

Anma gününe katılan CHP Genel Başkanı Özgür Özel üç fidanın mezarları başında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

 “Deniz Gezmiş’in ailesi olarak hepinize hoş geldiniz, diyoruz. Bir kez daha başımız sağ olsun. Bugünün duygularımın özetini, bu günkü heyecanın özetini Deniz’in abisi Bora Gezmiş yaptı. Biraz önce yanıma gelmesi için yol açmaya çalışırken, dedi ki “başkanım burada herkes aile olduğu için ön tarafa gelmeye kendime hak görmüyorum” dedi. Bu anmaya katılan herkes 25 yaşındaki Deniz’i kardeşleridir, abileridir, yoldaşlarıdır, onun yolundan gidenlerdir. 

Deniz Gezmiş Yusuf Aslan 25 er yaşında, Hüseyin İnan 24 yaşındaydı. Bir tek kurşun atmadan, bir kişiyi incitmeden devrim mücadelesini sürdürürken, birileri tarafından o yürüyüşlerinden

 Ki onların yürüyüşü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yürüyüşüdür. Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Atatürk’ün Devrimlerine saygı yürüyüşü yapmışlardır. Onların yürüyüşü antiemperyalizm yürüyüşüdür, onların yürüyüşü sömürüye karşıdır, eşitsizliğe karşıdır, kardeş kavgasına karşıdır. Deniz Gezmiş son sözlerini söylerken, “yaşasın halkların kardeşliği” demiştir. “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” demiştir. “Kahrolsun emperyalizm” demiştir. “Yaşasın işçiler ve köylüler “demiştir. Bunları söyleyen üç tane genci bu hayattan kopardılar, bizlerden kopardılar. 

Bugün halen Hüseyin ve Yusuf’un ODTÜ’deki stada devrim yazdıkları devrim stadında bugün ODTÜ lü öğrencilere halen daha anma yapmalarını, halen daha orada tören yapmalarını yasaklayan bir anlayış var. 

Üç fidan mezarı başında anıldı

Şimdi Türkiye’de bir başka tartışma başlatmak istiyor ve yumuşama sözlerinden bahsediyor ve bu işin sonu anayasaya varsın istiyor. Şimdi buradan sesleniyorum, ODTÜ öğrencileri 25 yaşındaki günahsız çocukların yazdıkları yazının olduğu stadyumdan geleneksel tören yapmak isteyince onun karşısına polis jandarma çıkartanlar neyin yumuşamasından bahsediyorlar. Haydi görelim yarın yumuşayalım Deniz’in hatırasına, Yusuf’un hatırasına, Hüseyin’in hatırasına saygı ODTÜ’deki kardeşlerimize saygı gösterirlerdi, bir görelim nasıl oluyor bu yumuşama. (Helal olsun başkanım sesleri ve alkışlar) Ben de istiyorum normalleşelim, en çok ben istiyorum yumuşayalım. 

Taksim Anayasa kararına karşı yasaksa Anayasa Mahkemesinin her türlü kararına rağmen Taksim yasak “yumuşayalım”, Devrim Stadı yasak “normalleşelim”, en çok da ben istiyorum normalleşelim, en çok ben istiyorum yumuşamayalım. Benim görevim anayasal kayıpları teker teker geri almak. Taksim Anayasa Mahkemesi kararına karşı yasaksa Anayasa Mahkemesine göre herkes yasaksa, ODTÜ Stadyumu yasaksa bundan sonra kimse “normalleşelim” sonu anayasaya varır mı diye düşünmesin. Bugün Anayasa Mahkemesi kararına rağmen arkadaşlarımız geziden içerde yatıyorlarsa ve kimse normalleşmeden bahsetmesin, ama şunu söyleyelim Deniz’leri asanlar mahkeme kararına anayasal düzeni ortadan kaldırmaya hatası var. Kardeşlerimizi evlatlarımızı bu bahaneyle astılar, oysa Deniz anayasal düzeni savunuyordu anayasayı savunuyordu, anayasanın özgürlüklerini savunuyordu, anayasaya sahip çıkmayı savunuyordu. Karşısındakiler yasakladılar, karşısındakiler onları illegal bir çizgiye itmek için her şeyi denediler.

Bugün anayasa çağrısı yapan 50 milyon anayasa isteyen herkese sesleniyorum ki mevcut anayasaya harfiyen uymadan Türkiye’de anayasaya aykırı yapılan işleri yapmaya devam ederek kayyum da anayasaya aykırıdır, öbür taraftan gidip kardeşçe anayasal gösteri hakkını kullanmak isteyen işçiye izin vermeyince de ODTÜ öğrencilere izin vermeyince de anayasayı siz çiğniyorsunuz, harfiyen anayasaya uyulmadan anayasa da olmaz, yumuşama normalleşme vermez. 


Deniz Gezmiş’in Filistinli İsa arkadaşı

Üç fidan mezarı başında anıldı

Bizim burada yüreğimiz yanıyor. Burada bir Filistin askısı var. Deniz Gezmişin davası aynı zamanda Filistin davasıdır, Deniz Gezmiş Filistin’de El Fetih kamplarında İsrail zulmüne karşı direnmiştir. Şimdi bir emaneti sizlerle paylaşmak isterim. Deniz’in El Fetih Kampındaki en yakın arkadaşı İsa bir kitaptan Deniz Gezmiş’e Filistin şiiri okur, kitap Arapçadır.  Deniz Gezmiş bir yandan Arapça sökmeye bir yandan da şiiri ezberlemeye çalışırken “bu kitabın Türkçeye çevrilmesi lazım” der. Bu kitap Türkçeye çevrilir ama o kitap Deniz Gezmiş’in eline hiç ulaşamaz. 1976 da İsa Türkiye’ye gelir, o kitabın Türkçe basımını alır ve Deniz Gezmiş’in mezarını ziyaret eder ve bu kitapla birlikte Filistin’e döner. İki sene önce ölürken evladına “bu kitabın Deniz Gezmiş’in izinden geçen birisine verin Türkiye’de” der. İsa’nın oğlu bu kitabı Türkiye’deki Filistinli öğrencilerin dernek başkanı eliyle geçen hafta bana ulaştırdı. Filistinle dayanışan sözlerimi sizin mücadeleniz Yaser Arafat’la Bülent Ecevit’in mücadelesidir. Bizim mücadelemiz Deniz Gezmiş’in mücadelesidir. Denizlerin imzaları mücadelesidir dedik. Bugün oğlu bu kitabı bana yollamaya karar vermiş. Bu kitabı alıp kişisel kütüphaneme koymayacağım, bu kitabı CHP’nin müzesine koyacağız, devir teslimlerde CHP li genel başkanları bu kitabı bir sonraki genel başkana verecekler. Ben benden sonraki gene başkana vermek üzere CHP’nin müzesine bu kitabı koyup müzemizde bu kitabın varlığını benden sonraki genel başkana arz edeceğim. Çünkü Deniz Gezmiş’in yolundan giden tek başına Özgür Özel değildir. Bütün CHP liler Deniz Gezmiştir. Hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum, Bora abinin şahsında Deniz Gezmiş’in bütün akrabalarına başsağlığı diliyorum; Hüseyin İnan’ın, Yusuf Aslan’ın ailelerine bir kez daha başsağlığı diliyorum ve bunu şuradan bir kez daha ifade ediyoruz ki hepimiz Deniz’iz, hepimiz Yusuf’uz, hepimiz Hüseyin’iz onların mücadelesi ölmedi, mücadele sürüyor, mücadeleyi sürdürüyoruz”.

Anmada konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları özetle şunları söyledi: ''Onların kalemlerini kırdılar ama ışığa dokunamadılar. Devrimci mücadeleye dokunamadılar. Halkların barışını ve kardeşliğini isteyenlere dokunamadılar. O ışık şu anda Kürt halkının yüreğinde, Türkiye'deki işçi ve emekçilerin yüreğinde. Tıpkı Deniz’lerin bıraktığı miras gibi emperyalizme karşı bölgede halkların barışını sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz. Onları asla unutmayacağız, unutturmayacağız” dedi.

Faşizme karşı omuz omuza sloganları devam ediyordu. Arkalardan bir bayan “başkanım sayın yumuşamaya kalkma” diyordu.

Üç fidanın, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın mezarlarına ayrı ayrı çelenk kondu, mezarları çiçeklerle donatıldı. Anma gününe katılan binlerce insan mezarlık yolunda zorlukla yürüyordu. Anma töreni bittiği halde pek çok kafile çelenkleri flamaları ile mezarlığa girmek için çabalıyordu. 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Günümüzün Moda Terimi Y U M U Ş A M A
ERDOĞAN ve ÖZEL görüşmesinden sonra moda terim haline gelen yumuşama nedir?


Türk Dil Kurumu'na göre yumuşama teriminin kelime anlamı; ”Sertliği Kalmamak, Yumuşak Duruma Gelmek, Öfkesi, Kızgınlığı, İnadı Geçmek” şeklinde tanımlanmaktadır.


Görüldüğü üzere, yumuşama kelimesi, cümlede kullanılış yerine göre çeşitli anlamlar içermektedir.


Siyasette ve beşeri ilişkilerde yumuşama, arzu edilen güzel bir şeydir.


Ancak, yumuşama bazı alanlarda hoş karşılanmaz ve insanları çok güç durumda bırakabilir. Bu tür istisnai durumlar dışında, insanların beşeri ve siyasi ilişkilerinde öfkenin, kızgınlığın, sertliğin ve inadın sonlanması anlamına gelen yumuşama arzu edilen bir durumdur.


ERDOĞAN'ın; 22 senedir uyguladığı, kendisine seçimler kazandıran, Öke’nin bir siyaset sanatı olduğu anlayışının, ülkemize, iktidar ve muhalefet ilişkilerine verdiği zararı hepimiz yaşayarak gördük.


CHP'nin 31 Mart yerel seçimlerinde birinci parti olmasından sonra ERDOĞAN'a uzattığı elin kabul edilerek yapılan ERDOĞAN ve ÖZEL ikili görüşmesinin sonunda,  ERDOĞAN'ın; siyasette bir yumuşama dönemine girildiğine ilişkin beyanı, toplum olarak hepimizde büyük bir iyimserliğe neden olmuştur.


Peki,22 yıl sonra gelinebilen yumuşama döneminden önceki, muhalefete yönelik öfke, kızgınlık, inat, gerginlik ve kötü sözler dönemini bizzat açan kimdir?


Tabii ki;ERDOĞAN.


Yani sertleşen de, yumuşama isteyen de ,ERDOĞAN'dır. Huylu huyundan gerçekten vazgeçebilir mi dersiniz?


Biraz zor ama bekleyip göreceğiz.


ERDOĞAN; bu yumuşama döneminin habercisi olan  ÖZEL'in, kendisini ziyaretinde dile getirdiği, kendi iktidarına yönelik ağır eleştiriler anlamına gelen ve düzeltilmesini talep ettiği sayısız önerilerini dikkate alarak, yanlışlarını düzeltecek midir?


ERDOĞAN'ın; ÖZEL tarafından dile getirilen, sayısız yanlışlarından dönerek bunları düzeltmesi ve ülkenin önünü açması, ülkenin daha demokratik bir hale gelmesi halinde, ülkenin yararına olacak olan bu sonuçlardan, siyaseten kim yarar görecektir? 


ERDOĞAN; kendisini ziyaretinde ÖZEL tarafından dile getirilen sertlik ve öfke yanlısı, toplumu geren, anayasaya ve yasalara aykırı yanlış uygulamalarının farkında değil miydi, bu yanlışları istemeden mi yapmıştı?


Yoksa, öfke siyasetinden beslenerek seçim kazandığını görerek, bilerek ve isteyerek yaptığı, bilinçli bir siyaset tavrı mıydı?


Evet,ERDOĞAN; öfke bir siyaset sanatıdır anlayışından hareket ederek uygulamaya koyduğu, öfkeye, sertliğe ve gerginliğe dayalı siyasetini bilerek ve isteyerek bilinçli bir şekilde uygulamış ve bundan da siyaseten yarar sağlamıştır.


Bu nedenle, ERDOĞAN;CHP lideri ÖZGÜL ÖZEL ve temsil ettiği muhalefet istiyor diye, bu öfkeye, sertliğe ve yasa tanımazlığa dayalı siyaset anlayışını terk edip, ÖZEL'in dile getirdiği yanlış uygulamalarından çark ederek, yasalara saygılı, uysal ve yumuşak bir  politika uygulaması halinde, bu yeni durumun, siyaseten, kendisine ve ana muhalefet partisi CHP'ye getireceği eksilerin ve artıların muhasebesini ve bir bilançosunu yaparak, bilançonun aktifinin, yani siyasi getiri ibresinin kendisinin siyasi geleceğinden yana olacağını görürse, siyaset anlayışını değiştireceğini, aksi halde, yani yeni durumun siyaseten  CHP ve muhalefetin daha da güçlenmesine katkı sunacağı kanaatine varırsa, bu görüşmeden hiçbir olumlu sonucun çıkmayacağını söyleyebiliriz.


06/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Üç Fidan Deniz Gezmiş Ve Arkadaşları
Benim gibi 68 kuşağından olan Deniz GEZMİŞ ve iki arkadaşının idam edilmelerinin üzerinden elli iki sene geçmiş. 


Benim gibi 68 kuşağından olan Deniz GEZMİŞ ve iki arkadaşının idam edilmelerinin üzerinden elli iki sene geçmiş. 

İdama mahkum olmayı ve bu cezalarının kesinleşerek, yaşamlarının baharında genç bir fidan olarak asılıp ölmeyi hak ettiler mi?


Tabii,  kocaman bir HAYIR. Asla hak etmediler. 


Her şeyden önce, idam bir ceza değil, ne kadar suçlu olursa olsun,  bir insanın hayatına son vermek ceza olamaz. 


İdam cezası; devletin, yani kamunun, karşı taraftan bir öç almasıdır. Kişiye yasak olduğu halde, Devletin, kan gütme saikiyle işlediği bir cinayettir. 


Amacımız;  tam bağımsız, kimsenin kimseyi sömürmediği adil ve demokratik bir Türkiye özlemi de olsa, bu amaca ve hedefe, beğensek de beğenmesek de,   ülkede yürürlükte olan pozitif hukuk kurallarına riayet ederek ulaşmak,  herkesin görevidir. Hukuk dışı taktiklerle amaca ulaşmaya çalışmak, haklı davada haksız hale getiriyor insanları maalesef. Kurulu düzeni savunan muktedirler; ülke yararına olan amaca ulaşmak, kötü düzeni değiştirmek için uygulanan bu hukuk dışı eylemleri bahane ederek, orantısız bir güç kullanarak kurulu düzeni savunmaya çalışıyorlar. İşte bu oyuna gelmemek gerekiyor. 


Ülkelerini sevdiklerinden, amaçlarının kimsenin kimseyi sömürmediği, demokratik ve tam bağımsız bir düzen tesis etmek olduğundan en küçük bir şüphemizin bulunmadığı Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarına; amaçladıkları tam bağımsız Türkiye hedefine ulaşmak için kurdukları illegal örgüt ve onun adına işledikleri silahlı şiddet eylemleri nedeniyle verilen idam cezası; gerçekten, eylemlerinin hukuki karşılığı olmayan ağırlıkta ve vasıfta, hukuken  hiç hak etmedikleri, orantısız bir güç gösterisi ve  bir ceza olup,  hayatları ellerinden alınmıştır. 


Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının;  ülkelerini seven, ülkelerinin tam bağımsızlığı ve halkının özgürlük ve refahı için, ellerini taşın altına sokarak mücadele verdiklerinden en ufak bir şüphem asla yoktur. 


Ancak, yukarıda belirttiğimiz gibi, amaç ne kadar ulvi ve yüce olursa olsun; her insan gibi, onların da yürürlükteki pozitif hukuk kurallarına göre suç teşkil eden şiddete dayalı bir yöntemi seçerek mücadele verecek yerde,  legal ve suç teşkil etmeyen silah ve şiddet içermeyen bir yöntemi kullanarak mücadele etmeleri gerekirdi diye düşünenlerdenim. 


Kurtuluş Savaşında ATATÜRK ve silah arkadaşlarının; emperyalist istilacı devletlere ve düşmanla işbirliği yapan Osmanlı Saray yönetimine karşı halkımızı da arkasına ve yanına alarak gerçekleştirdikleri örgütlü ve silaha dayalı mücadele ve kurtuluş savaşıyla,  Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının;  iktidara yönelik,  şiddet içeren yöntemlerle giriştiği mücadeleyi, asla aynı kefeye koyamayız. Bu ülkenin,  meşru tam bağımsızlık mücadelesi veren ve kazanan tek devrimcisi,  Mustafa Kemal ATATÜRK ve yakın arkadaşlarıdır.  


Amerikan emperyalizminin dümen suyuna giren kurulu düzenin parti ve iktidarlarına karşı tam bağımsız ve özgür bir düzen kurulması için mücadele veren Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarına sevgi ve saygı duyuyorum, ölüm yıldönümlerinde onları sevgiyle ve rahmetle anıyorum. Mekanları cennet olsun. 


Ancak, karşılığı kesinlikle idam olmayan, hukuk eğilip bükülerek, ihlal edilerek idam cezasına çarptırılmalarının çok büyük haksızlık ve hukuksuzluk olduğu gerçeği kadar,  daha hafif cezaları hak eden suçlar işlediklerini de herkes kabul etmelidir. 


Tüm gerçekler, gazete arşivlerinde,  yerli yerinde durmaktadır. 


06/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bayan Öğretmenine “Cahil Karı” dediği için sınıftan, okuldan kovulmuş
Dünyaca tanınmış Profesör Celal Şengör’ü hepimiz biliriz. Onun “Senin Cahilliğin Benim Yaşamımı Etkiliyor”(1) adlı kitabını okuyordum. Kitabın 22 sayfasına geldiğimde, Celal Hoca’nın ilkokul beşinci sınıfta okur iken başına gelen ilginç bir olayı okuyunca ilgimi çekti ve sizinle paylaşmak için buraya almak istedim. Bu olayı kitabında şöyle anlatıyor:
Beşinci sınıftayken sınıf öğretmenim Fahamat Hanım, bir derste Ankara Meydan Savaşı’nda Bayezid’in daha önce geldiğini fakat erkekliğe sığmaz düşüncesiyle Timur’a saldırmadığını anlattı. Ben de “hocam öyle bir şey yok, daha önce gelen Timur’dur”, dedim.  “Sen sus, o öyle değil, dedi. Bizim evde Şerafeddin Ali Yezdi’nin Zafername kitabını eski Türkçe baskısı vardı. Eve gelince ona baktım ve kendi bilgimi teyit ettim. Ertesi gün de okula götürdüm ama ben nereden bileyim hocanın kitabı okuyamayacağını…Ben okuyabildiğim için herkes okuyabilir sanıyordum. Fahamat Hanım, okuyamayınca kitabı alıp attı. Arkamdan da çantamı attırmış. Okul müdürü ertesi gün annemi ve babamı çağırıp “Celal’i okuldan alın, bundan sonrası tatsız olur”         demiş. Böylece Beyazıd İlkokulu’na geçtim. Bu okulda ise jeoloji konuları büyük bir ilgi ve destek olduğunu gördüm…”
Ortaokulda okurken lise son sınıftaki öğrencilerin ödevini yaparmış
Celal Şengör’ün ilkokulda okuduğu Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Tabiat Ana Anlatıyor(2)gibi okuduğu kitaplar onu jeolojiye karşı ilgisini artırır.
Celal Şengör ortaokulda okurken fen bilgisi öğretmeni onun jeolojiye ilgisi olduğunu gözler ve ona şöyle der: “Bak zengin çocuğusun; seni işletmeci, iktisatçı, bilmem ne yapmaya kalkarlar, sakın ha! Sende bu iş için yetenek var, mutlaka jeolog ol!” der.
Celal Şengör orta ikinci sınıfta okurken lise son sınıftaki öğrencilerin ödevini yaptığını kitabında şöyle anlatıyor:

Bayan Öğretmenine “Cahil Karı” dediği için sınıftan, okuldan kovulmuş

“Ben orta ikideyken lise üçe giden Emel Abla vardı. O yıllarda liselerde jeoloji dersi okutuluyordu, Emel Abla da benim bu konuya ilgim olduğunu biliyordu. Bir gün bana “Nuriye Hoca bize ödev verdi, sen yapar mısın?” Diye sordu.
Ortaokulda okurken lise son sınıftaki öğrencilerin ödevini yaparmış
Celal Şengör’ün ilkokulda okuduğu Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Tabiat Ana Anlatıyor gibi okuduğu kitaplar onu jeolojiye karşı ilgisini artırır.
Celal Şengör ortaokulda okurken fen bilgisi öğretmeni onun jeolojiye ilgisi olduğunu gözler ve ona şöyle der: “Bak zengin çocuğusun; seni işletmeci, iktisatçı, bilmem ne yapmaya kalkarlar, sakın ha! Sende bu iş için yetenek var, mutlaka jeolog ol!” der.
Celal Şengör orta ikinci sınıfta okurken lise son sınıftaki öğrencilerin ödevini yaptığını kitabında şöyle anlatıyor:
“Ben orta ikideyken lise üçe giden Emel Abla vardı. O yıllarda liselerde jeoloji dersi okutuluyordu, Emel Abla da benim bu konuya ilgim olduğunu biliyordu. Bir gün bana “Nuriye Hoca bize ödev verdi, sen yapar mısın”? Diye sordu. Yaparım” dedim ve ödevi yapıp verdim. Sonra onun arkadaşları da istediler, onların ödevini de yaptım.
Tabi Nuriye Hanım enayi mi, bakmış hepsi tek elden çıkma. Sıkıştırmış öğrencileri ve onlar da benim yaptığımı söylemişler. Beni öğretmenler odasına çağırdı. Önce “kopya vermek, kopya çekmek kadar ahlaksızlıktır, bir daha yapma”, dedi.
Sonra “senin baban jeolog mu”, diye sordu. Hayır hocam, dedim. “Ailede var mı jeolog” diye sordu, “yok hocam” dedim. “Peki, sen nereden biliyorsun bunları”? diye sordu. Meraklıyım hocam, dedim. “Sen benimle gel o zaman” dedi. Daha sonra Öğretmen Nuriye Hanım, biyoloji laboratuvarının anahtarını Celal Şengör’e verir, Öğrenci Celal Şengör laboratuvarda Nuriye öğretmenin yardımcısı gibidir.

Bayan Öğretmenine “Cahil Karı” dediği için sınıftan, okuldan kovulmuş

Prof. Dr. Celal Şengör kitabının 28. Sayfasında öğretmenlerinin ilgisini takdir edip teşvikleri ile kendisi ilerlerken şunları söylüyor: “Öğretmen bir yetenek avcısı olmalıdır” diyor.
Daha sonra lise üçüncü sınıfta iken, İhsan Ketin diye bir öğretmenle tanışır. Jeoloji öğretmeni olan İhsan Ketin, Celal Şengör’ün jeoloji merakını öğrenince 10 Mayıs 1973 günü ona bir kitap hediye ederken imzalayıp tarihini de yazdığı kitapta İhsan Ketin şunları yazmış: “Kalbi jeoloji ateşiyle tutuşmuş genç meslektaşım Celal Şengör’e başarı dileklerimle”. “Bu kitabı halen evimde saklarım” diyen Prof. Dr. Celal Şengör şöyle diyor: “Düşünebiliyor musun, lisedeki çocuğa diyor “meslektaşım” diye. “Bu inanılmaz bir şey.” Bu gibi teşvik edici davranış ve sözler Celal Şengör’ün ilerlemesinde büyük destek ve teşvik olmuş.
Celal Şengör öğrenim yaşantısını sürdürürken, İhsan Ketin hocası, ondaki eğilimi başarıyı görünce ona şöyle der: “Git tahsilini yap, ben seni asistanım olarak yanıma alacağım”. Gerçekten de yıllar sonra üniversiteyi bitirir, doktorasını yapar ve söylendiği gibi İhsan Ketin’in yanında asistan olur. 
Şimdilerde dünyaca seçkin bir bilim adamı olan Prof. Dr. Celal Şengör, ABD Ulusal Bilimler Akademisi, Rusya Bilimler Akademisi gibi birkaç ülkenin bilimler akademisi üyesi bulunmakta.

Prof. Dr. Celal Şengör kimdir?

Ali Mehmet Celâl Şengör (d. 24 Mart 1955, İstanbul), Türk akademisyen, bilim insanı ve Jeoloji (yer bilimcidir). Yapısal yer bilimi ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile tanınır. Şerit kıtaların dağ kuşaklarının yapısına etkisini ortaya koymuş ve Kimmer Kıtası adını verdiği bir şerit kıta keşfetmiştir.
ABD Ulusal Bilimler Akademisi, Amerikan Felsefe Topluluğu, Rus Bilimler Akademisi ve Sırp Bilimler ve Sanatlar Akademisi üyesidir. Mehmet Fuad Köprülü'den sonra Rus Bilimler Akademisi'ne seçilmiş ikinci Türk profesördür. 2010 yılında, Alman Jeoloji Derneği tarafından Gustav Steinmann Madalyası'na layık görülmüştür. Fransa, Birleşik Krallık, Avusturya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde misafir öğretim üyesi olarak çalışmalarda bulunan Şengör, 1988 yılında Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesinden şeref bilim doktoru unvanına sahip oldu. 1990 yılında Avrupa Akademisi'ne kabul edilen Şengör, aynı yıl Avusturya Jeoloji Servisi muhabir üyesi, 1991'de ise Avusturya Jeoloji Derneği şeref üyesi oldu. Yine 1991'de Kültür Bakanlığının Bilgi Çağı Ödülü'nü kazandı. 1992'de İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Genel Jeoloji Ana Bilim dalında profesörlüğe yükseldi. Şengör, 2022 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinden emekliye ayrıldı.

Hayatı

24 Mart 1955 tarihinde Rumeli göçmeni bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğdu. Babası Mehmet Asım Şengör, annesi Günseli Güler Şengör'dür. Kosova, Makedonya, Preveze ve Yanya'dan göçenlerin soyundan gelmektedir.

Eğitimi

Eğitimine Şişli Terakki Lisesinin ilkokulunda başladı, ancak 5. sınıfta öğretmeni ile tartışması üzerine okuldan atıldı. Daha sonra Bayezid İlkokuluna kaydedildi ve ilkokulu orada tamamladı. İlkokuldan mezun olduktan sonra kimi özel okulların sınavlarına girse de hiçbirini kazanamadı ve Işık Lisesi Ortaokuluna girdi. Ortaokulu Işık'ta bitirdikten sonra 1969'da Robert Kolej'in sınavlarını kazandı. 1973'te mezun oldu. Robert Kolej'i bitirdikten sonra öğrenimine devam etmek üzere ABD'ye gitti.
1972 yılında Houston Üniversitesinde lisans eğitimine başladı. 2 buçuk yıl sonra, 1976'da New York Eyalet Üniversitesi, Albany'ye yatay geçiş yaptı. 1978'de bu üniversitenin jeoloji bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede 1979 yılında (Tr. Çarpışma Alanlarında Kıtasal Bozulmanın Geometri ve Kinematiği: Orta Avrupa ve Doğu Akdeniz'den Örnekler) teziyle yüksek lisans derecesi aldı. 3 yıl sonra (1982) yine aynı kurumda doktora teziyle doktora eğitimini tamamladı.

Bilimsel kariyeri

1981'de Türkiye'ye döndü ve İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi'nin Genel Jeoloji kürsüsünde asistan olarak görev yapmaya başladı. Emekli olana kadar hiç ara vermeden hep İTÜ kadrosunda yer aldı.

1984 yılında Londra Jeoloji Topluluğu'nun Başkanlık Ödülü'nü, 1986'da TÜBİTAK Bilim Ödülü'nü aldı. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Genel Jeoloji ana bilim dalında doçent oldu.
1988'de Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesinden fahri bilim doktoru derecesi aldı. Academia Europaea'ya 1990 yılında kabul edildi ve derneğin ilk Türk üyesi oldu. Aynı yıl Avusturya Jeoloji Servisi muhabir üyesi, 1991 yılında ise Avusturya Jeoloji Derneği fahri üyesi oldu. Yine 1991 yılında Kültür Bakanlığının "bilgi çağı ödülü"nü kazandı.
1992 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Genel Jeoloji ana bilim dalında profesörlüğe terfi etti. 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisinin en genç kurucu üyesi oldu ve akademi konseyine seçildi. Aynı yıl TÜBİTAK Bilim Kurulu üyesi oldu. 1994 yılında Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyeliğine, Fransız ve Amerikan jeoloji dernekleri fahri üyeliğine seçildi. Ayrıca kendisine Fransız Fizik Derneği tarafından Rammal Madalyası verildi.
Şengör 1997 yılında, Fransız Bilimler Akademisi tarafından yerbilimleri dalında büyük ödül (Lutaud Ödülü) ile ödüllendirildi. 1998 Mayıs ayı içerisinde Collège de France'ta misafir profesör olarak bir kürsü hakkı elde etti. Burada "19. yüzyılda tektoniğin gelişmesine Fransız jeologlarının katkısı" konulu bir ders verdi ve 28 Mayıs 1998'de Collège de France'ın madalyasını aldı.
1999'da Londra Jeoloji Topluluğu kendisini Bigsby Madalyası ile ödüllendirdi. 2000 yılının Nisan ayında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçildi. Bu akademiye üye olarak seçilen ilk Türk bilim insanı oldu. Rusya Bilimler Akademisine Fuad Köprülü'den sonra seçilen ikinci Türk'tür. Ayrıca 2013 yılında Leopoldina Doğa Araştırıcıları Akademisi üyeliğine seçilmiştir.
Celâl Şengör'ün Ekim 2020'de Gelecek Bilimde adlı YouTube kanalıyla yaptığı canlı yayından bir görüntü.
Şengör, yer biliminde özellikle yapısal yerbilim ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile ün yapmıştır. 1997-1998 yılları arasında Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki "Zümrütten Akisler" köşesinde çıkmış olanları Yapı Kredi Yayınları tarafından 1999'da "Zümrütnâme" başlığı altında kitaplaştırılmıştır.
Avrupa’nın çeşitli üniversite ve Akademilerinde kürsü yönetimi, misafir öğretim üyesi, Şengör ayrıca pek çok uluslararası dergide editör, yardımcı editör ve yayın kurulu üyeliği yapmıştır ve yapmaktadır.
Celâl Şengör, 23 Mart 2022 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi'nde son dersini vererek 24 Mart 2022 tarihinde emekliye ayrılmıştır.
Celal Şengör, ileri düzeyde İngilizce, Fransızca ve Almanca bildiğini söylemekle birlikte; Felemenkçe, İtalyanca, Portekizce, İspanyolca ve Osmanlı Türkçesini okuyabildiğini de söylemiştir.

Şengör'ün yer biliminde yaptığı çalışmalar

Şengör yer biliminde özellikle yapısal yerbilim ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile ün yapmıştır. Bu konuda 17 kitap, 395 bilimsel makale, 217 tebliğ özeti, 74 popüler bilim makalesi; tarih ve felsefe ile ilgili popüler 13 kitap ve 500'ü geçen deneme yazısı yayımlamıştır. ResearchGate verilerine göre makaleleri 37,863 kez alıntılanmıştır.
Şengör, 1980 yılında yaklaşık 250-150 milyon yıl öncesi aralarında bir kara parçası keşfetmiş ve bu kara parçasına Kimmer Kıtası adını vermiştir. Bu kıta Avrasya Superterran'ına bağlı olup Alp ile eski Kimmerid dağlarını süper-orojenez ile birleştirip Şengör'ün Tetisid süper orojenez sistemi adını verdiği ve Neo-Tetis ile Paleo-Tetis'i ayıran 150 milyon yıl önce de Paleo-Tetis'i kapatan bir kıta olarak tanımlamıştır.(3)
Sonotlar

(1)Senin Cahilliğin benim Yaşamımı Etkiliyor Masa Kitap 2023 sf. 22

(2) Tabiat Ana Anlatıyor Carl Ewald

(3)https://tr.wikipedia.org/wiki/Cel%C3%A2l_%C5%9Eeng%C3%B6r#cite_note-24
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

1 mayıs emeğin ve işçinin bayramı öyle mi gerçekten?
Dünyada ve ülkemizde emeğin ve işçinin bayramı olarak kutlanır 1 Mayıslar.


Ülkemiz açısından baktığımızda;1 Mayıs, gerçekten, emeğin ve işçinin bayramıdır diyebiliyor muyuz, bunu hak ediyor mu ülkemizde yaşayan ve çoğu asgari ücretle çalışan işçi ve emekçilerimiz?


1 Mayıs Emeğin ve İşçinin Bayramı diyorlar, ülkemizde de  öyle mi gerçekten?


Ben kabul etmiyorum ve 1 Mayıs Emeğin ve İşçinin Bayramını buruk kutluyorum.


Gelir dağılımı adil olmayan ülkemizde, emekçi ve işçi düşmanı olan, emekçi ve işçi kardeşlerimizin alın terinin mahsulü milli gelirimizin büyük bölümünü, çok küçük bir azınlığa peşkeş çeken, sermaye ve zengin yanlısı AKP,22 yıldan beri bu ülkede seçim kazanarak tek başına ülkemizi yönetiyor.


Ülkemizdeki, çoğu asgari ücretle çalışarak sefalet içinde yaşayan ve ezilen emekçi ve işçilerimizin toplam  sayısına baktığımızda, emekçi ve işçi tüm insanlarımızın çoğunluğu da, oylarıyla, AKP iktidarına destek olmuşlar ki;AKP,22 yıldır emekçileri ve işçileri sömüren politikasını, ülkemizde tek başına uygulamaya devam ediyor.


Bu nedenle, emekçilere ve işçilere kırgınım ben. 


Sınıf bilincinden yoksun emekçi ve işçilerimizin çoğunluğu, bu bayramı kutlamayı hak etmiyorlar, bindikleri dalı kesiyorlar bana göre.


Bu duygularla, sınıf bilinci gelişmiş ve AKP iktidarına oylarıyla destek olmamış olan, azınlık ve ezilen tüm emekçi ve işçi kardeşlerimin bayramını, en iyi dileklerimle kutluyorum.


30/05/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget