Ekim 2024
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Cep telefonuma gelen bir videoda askeri doktorun anlattıkları
Devle Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı Meclise çağıran konuşmaları buna ilişkin eleştirilerin konuşulduğu şu günlerde cep-telefonuma-gelen-bir-videoda-askeri
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, herkesi şaşırtan bir açıklama yaptı. Bahçeli, İmralı Adası'ndaki cezaevinde tutulan terör örgütü elebaşı Öcalan'ın “'tecridi' kalkarsa TBMM'ye gelip DEM Parti kürsüsünden konuşsun” dedi. Katil, mahkûm Öcalan aynı istemi yakınları, avukatları, DEM lilerle de kamuoyuna iletemez miydi?  Bu istem üstelik daha önce de denendi ve sonuç alınamadı. Osmanlının zulmüne karşı direnen Toros Türkmenlerinin direniş türküsünün çağrıştırdığı gibi, “ferman Öcalan’ınsa dağlar bizimdir”(1) diyen dağlardaki PKK lılara ne denli etki edebilir. Nitekim Cemil Bayık’ından bilmem ne terör başına kadar Kandil’dekilerin, “biz silahları bırakmayız” diyen tepkileri geliyor.  Bahçeli’nin bu istemi ne kadar iyi niyetle söylenirse söylensin, PKK eylem ve katliamlarında 40 bin vatandaşımız kaybetmenin üzüntüsü ile şehit, gazi yakınları bu isteme şiddetle karşı çıkıyorlar.
Aşağıdaki olayları Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu’nun yaşadıklarını açıklayan insanın kanını donduran konuşmayı anlatan videoyu telefonuma bir dost tarafından gönderildi, bu videodan yazarak sizinle de paylaşmak için aşağıya alıyorum.
“Aşağı yukarı 92-93-95 gibi terörün en yoğun olduğu yıllar. Ben o zamanları yüzbaşıyım bir ortopedi uzmanı olarak Diyarbakır Askeri Hastanesinde çalışıyorum. 24 saatin yetmediği günler, gelen yaralının şehidin haddi hesabı yok. Bir yaralım mayına basmıştı, bir ayağını kesmek zorunda kaldım ertesi gün bribing yapıyorum, çocuğun başına geldim bana döndü dedi ki, “komutanım benim ayağıma kartondan bir ayak yapar mısınız” Anlamadım, dedim, “kartondan bir ayak yapar mısınız” dedi. Niye evladım ne oldu, dedim. “Komutanım, ben köyümün güreşçisiyim, benim ayağımı köyümde giderken annem böyle görürse kalbine bir şey olur diye korkuyorum, onun için bana kartondan bir ayak yaparsanız en azından bunu annem fark etmeyebilir” dedi.
O tavanın üstüme geldiğini nefesimin daraldığını, nefes alamadığımı hissettim. Onun gibi altı tane yaralım yatıyordu koğuşta ben, öteki yaralılar, hemşireler ağlamaya başladık. (Yazarken gözyaşlarımı tutamıyorum).
İki gün sonra annesi geldi hastaneye. Ben onu alıştırmak istedim, konuşmak istedim, annesi “hiç merak etmeyin” dedi annesi, bir Anadolu kadınıydı. Çocuğunun yatağının başına geldik, oğlu ayağını göstermemek istedi annesine ama annesi: “Evladım”, dedi, sen beni gazi annesi yaptın, bundan daha büyük bir mertebe olur mu? Ayağını vatan için vermişsin önemi var mı, sen hayattasın ya evladım” dedi. Yine nefesim boğulmaya yine tavan üstüme geliyormuş gibi oldu.
Şimdi bütün bunlar yaşandı, nice şehitler verdik, nice gazilerimiz var, yaralılarımız var, özellikle hendek savaşlarında 700 küsur şehidimiz var, binlerce yaralımız var. Henüz açılım sürecinden sonra olan olaylardan sonra şimdi de kalkıyoruz diyoruz ki, bir cani yani bir terörist başı yani bir çocuk katili “Meclise geldin konuşma yapsın”. Bunu söylerken Meclise konuşmak çok kolay, TEV kameralarına konuşmak çok kolay, ama evladını kaybetmiş, evladı şehit olmuş bir annenin babanın ya da evladı gazi olmuş bir annenin babanın o bir gazinin gözünün içine bakarak bir bu terörist başını “buraya getireceğiz, konuşacağız” diyebilecek misiniz? İşte bunları düşünün böyle bir karar alırken bu vatanın savunması için bu vatanın bölünmez bütünlüğü için bekası için canını esirgemeyen ve hiçbir şekilde gazilik ya da şehitlik mertebesinden çekinmeyen, ölüme giden bu gençlerimize subayımızın, astsubayımızın, uzman çavuşumuzun, erimizin ve o ailelerin gözünün içine bakarak bunu söyleyebilecek misiniz? Saygılar sunarım.”
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Sonnot

(1)“Ferman padişahınsa dağlar bizimdir”.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)
Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinden 29 Ekim Kadınlar Derneği’nin destekleri ile “Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz” konulu panel düzenlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde 27 Ekim 2024 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın, Prof. Dr. Yazar Erendiz Atasu, Prof. Dr. Ülker Gürkan konuşmacı olarak katıldılar.

Panelde üçüncü konuşmacı olarak Prof. Dr. Erendiz Atasu konu hakkında şunları anlattı: “Her şey sıfırdan başlar, kafası alacak kapasitesi olana bunu öğretir galiba ben bunu öğrenmiştim. Ben bir yazarım, ekolüm hayat, hayata bakarım size de hayattan yola çıkarak Cumhuriyetin inişinin bir hikayesini, kısa bir hikayesini sunacağım.

Cumhuriyetin 101. Yılı elbette kutlu olsun, tamamen karamsar olmak için hiçbir neden yok. Çünkü yetişmiş elemanlarımız var, Cumhuriyet kurulduğu zaman nüfusumuz o kadar azdı ki yetişmiş elemanlarımızın büyük bir kısmı da şehit olmuştu. O kadar küçük o kadar küçük bir nüfusla Cumhuriyet yola çıktı ki, onların yaptıklarını, onların kat ettiği yolu gördüğümüz zaman, utanıyoruz aslında utanmamız gerek; gene de büyük bir yetişmiş nüfusumuz var. Değerini bilmesek de var, bir kısmı yurt dışına gitsek de var, şu anda yurt dışına giden gençlerimizin hiçbiri tamamen yurdundan kopmuyor, bakın bunu seçimlerde gördük, millet Amerika’da bilmem kaç eyaleti kat edip hem de arabasıyla filan birkaç trafik değiştirerekten gidip ikinci defa seçimde oy kulandı. Bu bize bir şey gösterdi, şimdi insanlarımız var çok nitelikli kadınlarımız var, iki tanesi burada, Ülker Hoca ile Şanal Hanımın hukuk alanında gösterdikleri mücadele gerçekten çok saygındır. Kadınlarımız çok gayretli, kadınlarımız vaz geçmiyor, kadınlarımız külyutmuyor. Yeter ki biraz ataerkil bir düzene gözlerini açmış olsunlar, ondan sonra külyutmuyorlar.

Cumhuriyet işin başında, nasıl bir ülke nasıl bir vatandaş buldu? Yanmış yıkılmış bir ülke, hani diyorlar ya “Osmanlıyı Mustafa Kemal yıktı”. Oysa Osmanlı çoktan yıkılmış, Osmanlının yıkılması II. Mahmut döneminde başlamış, yıkıla yıkıla Birinci Dünya Savaşına kadar gelmiş. Birinci Dünya Savaşından sonra öyle bir yıkılmış Osmanlı ki şehit olanların maaşını ödeyemiyor. İlgilenenlere tavsiyem ederim Zafer Toprak Hoca’nın Osmanlının son dönemini Cumhuriyetin ilk dönemlerine dair olan kitaplarını lütfen okuyun. Darvin’den Cumhuriyet, İnkılap ve travma, okuduğunuz vakit gözünüzden bir perde kalkıyor. Ben hep düşünmüşümdür on yıl kesintisiz harp etmiş bir memlekette ne adet kalır ne anane kalır ne yasa kalır ne din kalır. Ha yobazlık kalır ama din kalmaz, nitekim kalmamış camiler yakılmış yıkılmış işgal sırasında, insanlar ölüsünü gömecek imam bulamıyor, hangi din. Böyle bir ülke kim var ortada, bir avuç Osmanlı zamanında doğmuş, parasız yatılı okumuş, cumhuriyete sahip çıkan bir grup asker sivil aydın, genç aydınlar ya da orta yaşlılar bir grup aydın. Bir avuç milli mücadeleye katılmış toprak ağaları, şehirlerde çıkıyor mu çıkmıyor mu az miktarda ahali. Kırsalda sınırsız köy kitleleri okuma yazma bilmiyor, savaşta mahvolmuş, toprağı verimsiz vaziyet bu. Nüfus olarak az okumuş ama gayet etkili, yobaz grubu. 

Cumhuriyetin yola çıktığı olay bu. İnsanların birçoğu hasta, fiziksel olarak hasta. Bakın afet yaşıyoruz çocuk ölümleriyle, bu yaşadığımız felaket, ahlaksızlığın son mertebesi, şunu niye herkes sormuyor, bu bebekler niçin öldürüldü, kime ne kadar sağladı bu, bunun sorusunu soran ir cevap veren var mı? Neden öldürdüler çocukları? Yalandan tedavi etti “ilaç verdim” dedi vermedi, onun parasını devletten aldı. Niye öldürüyor, bu öldürülenler birilerine lazım. Hepimiz bunları düşünmemiz lazım. Cumhuriyetin ilk yıllarında hatta 1950 lirlerde verem bir, sırma iki, trahom üç, frengi dört kırılıyor ahali, özellikle yoksul ahali. Cumhuriyetin kamucu sağlık politikaları ilk on yıllarda 50 ye 60’a hatta 70lere kadar bu süzdü. Sağlık politikaları bu kadar vahşi olan bu hastalıkları durmadan ölüme sebebiyet veriyor. Verem, sıtma, trahom, frengi bunları ilk on yılda cumhuriyetin sağlık politikaları ve anlat hiç kimse onlara saygı duruşunda bulunmaz. Cumhuriyetin devlet memuru hekimleri, hasta bakıcıları, eczacıları canları pahasına çalışarak o nesilleri sağalttılar. Saygı duruşlarda bu uğurda hayatını vermiş sağlıkçıları lütfen anın.

Cumhuriyetin önemli sorun nüfusu çoğaltacak, ikinci sorun nüfus hasta, üçüncü sorun nüfus cahil, dördüncü sorun iktisadi üretim çok az, fakat tarım tamamen durmuş vaziyette Cumhuriyet ne yapacak. Cumhuriyetin kadroları sosyalist falan değiller, Cumhuriyetin kadroları Fransız Devrimi idealleriyle yetişmiş ona ulaşabilmişler zaman ve zemin icabıyla. Fransız İhtilali ile dünyaya yayılan özgürlükçü cumhuriyetçi, aydınlanmacı fikirleri özümsemişler ve onların yolunda iş görmek istiyorlar, vatandaş yaratmak istiyorlar, kuldan vatandaşa yükseltmek istiyorlar. Cumhuriyetin bütün yaptığı sonuç olarak bu vatandaşı yetiştirmektir ve o vatandaşı güvenceye alacak kurumları kurmaktır, yaptığı budur. İnsanı yetiştirmek ve o insanı güvenceye alacak kurumları hayata geçirmek. 

Peki biz bu kurumların kıymetini bildik mi? İkinci Dünya savaşından sonra İsmet İnönü, hayatımızı ona borçluyuz, İkinci Dünya Savaşına girmiş olsaydı muhtemelen şurada bulunan insanların onda biri doğmuş olacaktı ancak. İsmet İnönü bile partisinin sağ tarafına ödün vermekten kurtulamadı. Ondan sonra Demokrat Parti derken darbeler çağı başladı vs Cumhuriyet fikri hür, irfanı hür insanı yetiştirdi, ama ondan sonra gelenler, ilk kadrodan sonra gelenler bu yasanın kıymetini bilemediler.

Nüfusu üretken hale getirmek ve sağlığı düzeltmek ancak ve ancak kamucu politikalarla mümkündü. Dedim adamlar sosyalist falan değil, ama yurt sevgileri ve feci durum onları sosyalizme yakın önlemler almaya uygulamalar yapmaya doğrultuyor, çareleri yok. Atatürk’ten biraz bunun için emperyalist ülkelerin politikacıları nefret ediyorlar, saygıları var tamamen göstermelik. Onun yanında emperyalizme kafa tuttuğu için kızıyorlar, hem de onun zamanında girip sonra İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan, sonrasına kadar hatta 50 lere kadar dönemde bunu sosyalizm benzeri uygulamalar da dolaysıyla onun için kızıyorlar.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)

Eğitim seferberliği, parasız yatılı uygulamaları, her köye bir okul her köye bir öğretmen ve tabi doruğunu Köy Enstitülerinde buluyor. Köy Enstitülerindeki fikir Atatürk’e ait. Uygulayan İnönü, destekleyen İnönü, canını verecek Köy Enstitüleri için İnönü, fakat sonra öyle bir sıkışıyor ki İnönü sağ tarafı, ilk kapatan da İnönü, Demokrat Parti kapatan değil, Demokrat Parti köküne kibrit suyu döker.

Kadın Devrimi de elbette bir açıdan toplumu üretim haline geçirmek, insanları üretken haline geçirmek yani hem sosyal hem sanayide entelektüele varmak, İnadına bununla alakalı. Doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in dehasıyla alakalı. Mustafa Kemal daha 1918 yılında hatıralarını tuttuğu deftere “Mustafa Kemal’in Karsbak Notlar” diye kitapta Afet İnan Mustafa Kemal ağdalı Türkçesinden biyomik Türkçesine aktarmış, ama aslında mevcut, Mustafa Kemal’in söyledikleri mevcut, orada Mustafa Kemal ise kadın erkek meselesini kökeninde cinsel ahlakın olduğunu böyle cinsel falan demeden ana mükemmel anlamıştır diye yazıyor. Kadına farklı erkeğe farklı ahlak uygulamasına karşı çıkıyor, bunun yanlış olduğunu söylüyor. Bunu anlamak nedir, bunu anlamak kadın bedeninin bir meta olarak bir eşya olarak sahip verilecek kullanılacak icabında atılacak icabında yok edilecek bir eşya olarak kabul edilmesidir, toplum tarafından. Sade erkekler değil, kadınlar tarafından da. Bunun farkında, 1918 yılında aydınlanmanın vatanı olan ülkelerdeki Birinci Dünya Savaşı’nın sorumlusu da o ülkelerdir aynı zamanda, orada Hiçbir yere herhalde böyle bir şey düşünmedi, aklının köşesinden bile geçmedi. Atatürk böyle bir adam, kadın devrimini Atatürk’ün dehasına borçluyuz. Nüfusumuzu üretken hale geçirmede de onun çok alakası var. Bu meselede, benim yaşım 70 in bir hayli üstü; çocukluğumda ben de gördüm Anadolu şehirlerini. Babam taşralı b ir ailenin çocuğu idi, annem Selanik’i İstanbul’u daha okumuş bir aileden. Babam eşraf ailesinin çocuğu idi, parasız yatılı okumuş ve bayağı din kurumunu sorgulayan bir insandı, bu sorgulama nerede başlamış, ilkokulda küçücük yatılı iken, çünkü sabahın köründe çocuklar sabah namazına kaldırılıyorlar, uyanamıyor çocuklar ana kuzusu daha yavrular, uyanamayanlar falakaya çekildikten sonra namaza kaldırılıyorlar. Bu uygulamayı yaşayan bir insan karakter sahibi ise bu kurumu sorgular. Eğer köle olmaya bir tabiatı varsa tamamen onların aparatı olur.

Niye şimdiye kadar imam hatip okulları açıldı, birkaç zaman önce 29 Ekim Kadınlar Derneği de andı Bahriye Üçok’u. Bahriye Üçok senatör kürsüsünden haykırıyor 1970lerde AP Partililere CHP’lilere hepsine. Diyor ki, “bakın durmadan imam hatip okulu açıyorsunuz”, haddim olmayarak ben ilave ediyorum muhterem devletim bir taraftan bir sol rüzgâr esiyor, ne o niye denetlemiyorsun, niye bunları açıyorsunuz yapmayın, 30 sene sonra bu ülkeyi bu insanlar yönetecek” diyor. Kimse bu uyarının ne kadar gerçekçi ne kadar haklı olduğunu anlayamıyor, anlayanlar varsa da anlatamıyorlar. Benim çocukluğumda din bahsinde muhafazakâr diyeceğimiz ailelerin içerisinde beş vakit namaz kılan, üç ay oruç tutan, bayramdan bayrama namaz kılan, Ramazan’ın başında sonunda ortasında oruç tutan ve de bunların hiç birisini yapmayan insanlar, aile bağları çok sıkıydı o günlerde, birbirleriyle kavgasız yaşarlardı, yoktu böyle olay. 

Örtünme bahsinde örtünmenin gelenekle ilgisi vardır. Örtünmenin dinle Kuranla ilgisini kurmuyordu, örtünme tabi ki yaygındı ama gelenek, erkek saygıyla alakalı bir genetikti, çok fark var şimdiki ile arasında. Türkçe ’de eski bir laf vardı, “başı açık o….” Siz anlarsınız ne demek istediğimi, “başı açık günahkar” denmez, “başı açık mürtet” denmez, “başı açık gavur” denmez, “başı açık münafık” denmez, “başı açık o….” deniyor. Örtünme Amerikan zenci hareketinin ve Müslüman kardeşlerin formatıdır, ama bunu anlatamadık. Bunu kendi arkadaşlarımız, feminist arkadaşlarımıza anlatamadık.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)

Cumhuriyetin yolu neydi, baştan aydınlanmacı, laik, karma ekonomi, devlet ekonomisi karşıda karma bir ekonomi, ziraat sektör ve devlet sektörü; şimdi devlet sektörünün işe girmesinin zararları oldu mu? Evet oldu, devlet eliyle zenginleştirmeler başladı, bu yozlaşa yozlaşa hoop şirketlerin vergilerinin bir kalemde silinmesine kadar ulaştı. Bir karma ekonomi, sonra ne oldu, sonra İkinci Dünya Savaşından sonra dünya değişti. Bakın karma ekonomiden ayrılıp tamamen giderek kapitalizme teslim olmanın bir eleştirisini yapacak durumda değilim. Ama hayatın içinde sonuçlarını görüyorum. Şunu da görüyorum, tamamen kapitalizme yöneldikten sonra başladı, laiklikten ve aydınlanmadan verilen ödünler arttı arttı. Neden, çünkü kapitalizmin hele bizim gibi vaktiyle sömürgen ülkelerin biriktirdiği servet birikimini biriktirerek bizim gibi yoksul ülkeler için kapitalist gelişme bir şeye muhtaç, ona a muhtaç gerçekten adam var, nedir o ucuz işgücü, ucuz iş gücüne ihtiyaç başka birer birer eğitimden birer birer üretimden feragat edildi. Bir tarım işçisi ya da bir fabrika işçisi kendi üretim işinde durduğu verilen köle ücretine razı olur mu olmaz, razı olsun diye bu ödünler verildi. Peki ne yapacaksın bu yoksul insanlara, sefaleti yaşıyorlar bu dünyada onlara bir öbür dünya vadedeceksin, gelsin tarikatlar, gelsin şu bu. Bunun buraya varacağını ne Demokrat Parti ne CHP ne SHP ne DP’nin ardınları hiç biri bunu göremedi. Zannettiler ki bu din olayını kendi kontrollerinde tutabilirler. Tutamazlar, tutamazsın, çünkü insanın doğrudan doğruya kendi bedeniyle, ölüm korkusuyla çelişkilidir. Ona yapıştı mı sonuna kadar, ben inanca karşı değilim insanda bir vade önemli değil, ama ona böyle bir cankurtaran gibi sarıldı mı ona hükmeden dini kurum ve bütün ülkeye hükmeder. Özal döneminde tamamen liberalizme teslim olduk. AB liğine alabilirliğimiz alınmamız alınıp alınmayacağımız çok şüpheli iken Gümrük Birliğine girdik. Belki bunların mantık süreci vardır, mutlaka iyi niyetle yapılmıştı, ama sonuç çok kötü oldu. Belki ek önlemler alınmalıydı belki gerekli sebepler vardı ki onlar yöneticiler buna gittiler. Ama sonuç ne oldu, ama bugün bakın tarımımız ölü, giderek öldü. Üretici hiçbir şey kazanamıyor, tarlasını icrayla satıyor. Biz tüketici kedinin ciğere baktığı gibi bakıyoruz. Ben 30 sene hizmetten birinci derece devlet memurluğundan profesör emekli maaşımla bekliyorum ki elma insin, hafta sonunda indirim olacak elmada bekliyorum ki elma alayım diye. Ben böyleyken haram paraya ulaşmamış insanlar, kara paraya ulaşmışlar daha düşük ücret alan insanlar acaba ne halde”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (2)
Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinden 29 Ekim Kadınlar Derneği’nin destekleri ile “Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz” konulu panel düzenlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde 27 Ekim 2024 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın, Prof. Dr. Erendiz Atasu, Prof. Dr. Ülker Gürkan konuşmacı olarak katıldılar.

İkinci konuşmayı yapan Prof. Dr. Ülker Gürkan şunları anlattı:

“Ben Cumhuriyetin ikinci kuşağı olan bir ürünüyüm. Annem ve babam Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış olan kişilerdi. Cumhuriyetin değerlerini onlardan öğrendim. En başta babam 18 yaşında Çanakkale Savaşına gönüllü olarak gidiyor fakat hastalığı için Maraş’a gönderiliyor. Orada işgal yıllarında Fransızlarla çarpışıyor, böylece işgalin ne olduğunu, bağımsızlığın ne olduğunu bilen bir insan olarak bana daima Cumhuriyetin değerlerini aşıladı. Annem Osmanlı döneminde doğmuş yaşamış kardeşleri üniversiteyi bitirmiş doktor olmuş vs onu okutmamışlar meraklı okuyan bir kadın. Arapçayı da bildiği için Kuranı da çok iyi bilen bir insandı.  Açıldık ama daha Osmanlıda iken bile kapanmaya karşı idik, Kuran’ın hiçbir yerinde kadının teni görülmeyecek diye bir şey yoktur” derdi. Annem daima doğruları söyleyen bir kadındı, ben de o yüzden doğrucu başı oldum, yalan söylemeyi kendime yediremedim hiçbir zaman.

Çocukluğum çeşitli Anadolu kentlerinde geçti, Antep hatıralarım kuvvetlidir, ben 90 buçuk yaşındayım. (Alkışlar). Antep’te ablam karma liseye gidiyor, arkadaşlar gelir kız erkek beraber ders çalışırlar. O zaman Şarkın Paris’i Gaziantep, orada kır gezmesine çıkardık. Oradan Mardin’e geçtik yıl 1938, bir gün baktım sokakta herkes ağlıyor, ne oldu “Atatürk öldü”; kim bu Atatürk diye sorduğum zaman babam, “ona çok şey borçluyuz biraz büyü o zaman daha iyi anlayacaksın demişti, halkın üzüntüsünü anlıyorum. Arada bir Maraş’a giderdik o zaman kapanmış insan görmüyorum, kentlerde sosyal gelişme de başlıyor, bir değişim var. 1940 Aralık ayında Ankara’ya geliyoruz, elektrikle tanışıyoruz, gaz lambalarını bir kenara bırakıyoruz. Annem babamı zorlayarak tayinini Ankara’ya çıkardı “kızlar okuyacak” diye, “eğitim imkanları orada var” diye. Ben daha okula gitmeden hevesleniyorum, alfabeyi öğreniyorum, harfleri birbirine çarparak okumayı öğreniyorum. Annam derdi ki, “Arapça harfleri ile okumayı zor öğrendik, ama Latin alfabesi ile kurslara da giderek iki ayda okumayı öğrendim”. Ben de Harf Devriminin önemini anlatmak için Latin harfleri ile kısa zamanda okumaya başladım, burada Harf Devrimini vurgulamak istedim. Öğretmenlerimizin çoğu kadındı ve herkes Cumhuriyete şükran duyuyordu. Bize daha altı yedi yaşındayken bunları öğretmeye başladılar. Sosyal sorumluluk aşılarlardı, iki kızın arasına yaramaz erkek çocuğu oturtup “siz sorumlusunuz bundan” derlerdi. Necati Bey İlkokulu Ulus’ta karma 50-60 kişilik sınıflar. Her sınıftan insan var her aileden çocuk var, mebus çocuğu da var, işçi çocuğu da var, Bent Deresi’nden gelen çocuklar var, ama hepimizi kaynaştıran bir öğretmen.

Kadınlara çok şey vadeden bir kadın öğretmenim vardı, bize mandolini ile çok güzel şarkılar öğretirdi, marşlar öğretirdi, bir avcılar korosu öğretmişti, operadan alınan bir marşmış. Müsamere yapalım bunu deyince ben dedim ki, kadın avcı olmaz ki dedim, ertesi günü kadın avcı kıyafetini getirdi, böylece kendi sorumluluğumuzu öğrenmişiz. Ablam 17 yaşında yevmiyeli olarak çalışmaya başladı, 18 olmadığı için, arkadaşlarının çoğu bankacı, babamın yanına gidiyorum, birçok insan mevcut ama çoğu kadın çünkü savaş yılları, erkeklerin açık bıraktığı alana kadınlar gitmiş kadınlar kurutuluşu bir yerde bu. Fakat toplumda henüz sosyal ve hukuki statülerde tam bir birleşme yok, bir asri kadın tipi çiziliyor. Genellikle hali vakti yerinde olan bir eşin himayesinde, biraz tepeden bakan dışarıya çıkınca şapka giyen asri kadın, çalışanlar biraz hor görülürdü. Ben çalışarak Hukuk Fakültesine devam ederken bana acımışlardı demişlerdi ki, “sen harçlığa yetinmiyorsun sen başladın çalışmaya” diyorlardı, hiç hayır dedim ben aileme yardım etmek için çalışıyorum, para kazanıp yardım ediyorum”. Beni devlet okuttu yatılı okudum şimdi de hizmet edeceğim. Hukuk fakültesine gidiyorum, tıp istedim olmadı, çok pahalı olduğu için babam da borçlu olduğu için hayır dedim ben de ablam gibi çalışacağım, çalışarak okuyacağım dedim ve başladım çalışmaya. Başarılı olduğum için de o zaman hukuk fakültesinde hocalarımız biraz dil bilen öğrencileri seminer adı altında toplantılara davet ederdi daha doğrusu bir rica ederdik ve dahil olurduk.

Orada 195 yıllarında iki hocamız vardı, hoca benim ödevim beğenmişti, bunu da duyunca başka birisinden asistan olmak istedim. “Alırım” dedi. Ama Yavuz Abadan beyi ikna edeceksin dedi, Yavuz Bey istemedi beni haklı tanımıyor beni, birinci ikinci sınıfta çalışmamışım, çalıştığım için devam etmemişim, tanımıyor. O sene iki kız arkadaş iki erkek asistanlığa müracaat etik bizim için sınav açıldı. Sınavda başarılı oldum, yalnız seni bir sene deneyeceğiz ondan sonra karar vereceğiz” dediler. Rahmetli Bülent Hoca da “kız çok ufak tefek sınıfa nasıl hâkim olur” diye endişesini belirtmiş. Sonra yumuşatıldılar.

Böylece ben fakültede asistan oldum, 1950 li yıllar. Hakikaten kadınlar giderek artan sayıda çalışan kadın var. Çalışma önemli, lise mezunları hemen iş buluyor, lise mezunu olmayıp da ihtiyacı olanlar daktilo kurslarına girerek daktilo oluyorlar, Amerika’da nasıl “kadınlar daktilo kadınların kurtuluşu” derse, bizde de iyi eğitim görmemiş kadınlar için iyi oldu daktilosu kursu ile çalışmaya başladı. Fakat yavaş yavaş üniversitelerde kadın öğrenci sayısı artmaya başladı, birkaç sene sonra da kadın akademisyenler ön plana çıkmaya başladı.

1960 lı yıllarda ben asistan olduktan sonra, benim alanım hukuk fakültesi hukuk sosyolojisi, bir ayağım yere basıyor, sosyolog olarak, bir ayağım felsefeci olarak daha iyiye yönelik, bu kesin dengelemeye çalışıyorum benden kadınlar hakkında konferanslar isteniyor ve ben anlatıyorum Cumhuriyetten neler kazanmışız, nasıl olmuş ve hep biz örneklerden bahsediyoruz. 50 ler 60 lar çeşitli alanlarda başarılı olan kadın örnekleri anlatılıyordu. Fakat yetmedi ben 60 da 67 de Amerika’da burs kazanarak oraya gittim ve ikinci dalga feminizm denilen feminizmle tanıştım. Aklım birçok şeye ermeye başladı, benden Türkiye hakkındaki durumu soruyorlar. Ben kentli kadınlarından bahsediyorum her hakka sahip kadın olarak, kırsal kesimin kadınlarından ilgim hemen yoktu gibi, çünkü bilmiyordum gerçek durumlarını. Döndük geldim, ben iyice kadın sorunlarına merak salmaya başladım. Çünkü kadın devrimi Türk Devriminin en önemli parçasıdır. Hiçbir İslam ülkesindeki kadınlar laik bir ortamda Türk kadını kadar yararlanamamıştır. Dini baskılar maalesef son derece egemendiler bu yüzden İslam toplumlarında kadının toplumsal statüsü yani toplum ve topluluk içindeki değer ve hiyerarşideki yeri ile hukuk statüsü son derece düşüktür. Ama Türkiye’de Atatürk Devrimleri ile kadının hukuki statüsü çok gelişmiştir, birçok bakımdan Avrupa ülkelerinden. Ama şunun farkına varılmıştır ki eğitim gören kentli kadınlar yaralanabiliyor.

Bu alanda çalışmalara başladım, tabi ben hukukçu olduğum için bu alanda ve ilk işim Medeni Kanun’u Rıza Kütük ceza kanunun eleştirmek oldu. 1975 Dünya Kadınlar kongreleri yapılıyor, Türkiye’de yapıldı ve ben orada Medeni Kanun’u eleştirileri sunuyorum. Özellikle Medeni Kanun’daki mal rejimlerini, mal rejimleri denince zaten kimsenin aldırdığı yoktu ve üyeleri olduğuna göre en demokratik yol mal ayrılığı idi. Ben onların kötülüğünü ortaya koydum, çünkü kadının emeği ihmal ve ihlali oluyordu. Tanıdığım çevrede kadınlar çalışıyor parayı kocanın eline veriyor, elinde hiçbir şey kalmıyor.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (2)

Annemin parasıyla Yenimahalle’de bankaya yatırılarak bir ev alındı babamın üstüne, annem buruk bir yüzle hoş karşılamadı ben de hak verdim ona. Bunun farkına vardım, kadın erkek eşitliği birçok yerde sözde, özde değil. Ceza Kanununda Türk kadının aleyhinde bir sürü hüküm. B ununda üzerinde durmaya başladım, bunun üzerine konferanslar vermeye başladım. Bir konferansta bir Refah Yol ya da Doğru Yol partisine mensup bir milletvekili benim bu tarzdaki konuşmalarıma çok kızmış ve demiş ki bana, (sonradan laf ediyorlar) “bu kadının kocası boşar, bu evli değil, öldüyse mezarında ya dönmüştür” demişler, “o kocası da yok hiç merak etmeyin bekar” demişler. Rahatsız oldu erkekler.

1970 ler 80 ler, fakat yavaş yavaş kadın hareketi başladı Türkiye’de, yavaş yavaş kadın dernekleri güçlendi, birbirleri ile  birlikte çalışmaya başladılar. Üniversitelerde de bu alanda merkezler kurulmaya başladı. Bu arada kadın hareketi ile bir bilimsel çalışma alanı olarak feminizm gelişmeye başladı ülkede. Fakat ülkemiz bakımından feminizmin topluma yönelerek kadın hareketine dair faaliyet göstermesi lazımdı. Ben ve arkadaşlarım onun için gayret ettik. Ben AÜ Kadın sorunlarının başına getirildim. Çevremde genç dinamik feminizmi çok iyi bile gençler var, ama ne yapacağız uyandırmak için, başladık konferanslar düzenlemeye, konferanslarda işlemeye başladık. İlk önce kadınları durumlarından şikâyet etmeye yönelttik. Kendi sorunlarının farkına varsın diye. Ve böylece biz Mamak’a gittik, orada kadınlara konferanslar verdik, uyandırmaya çalıştık, kadının biri diyor ki “ben kocamdan sigara istemeye utanıyorum”, niye, o çalışıyor sen ne yapıyorsun, çamaşırı bulaşığı kim yıkıyor, çocuklara kim bakıyor, erkeğin cinsel durumunu kim tatmin ediyor, bunları dışarıda yapmaya kalksan masraf ne olacak, şaşırdılar. “Doğru” dediler, kadının da hakları vardı, mal ayrılığı onlar için idealdi, çünkü diyorlardı ki hali vakti yerinde kadınlar, bizim elimizdekiler gidecek, gitmedi, ondan sonra dünyadaki medeni kanunların değişim çizgisini izleyerek Türkiye’de uygulamayı düşündük, Türkiye’de de yeni bir medeni kanununa ihtiyacımız olduğu hususunda ısrarlar etti, pek çok alanda konferanslar verdim, çalışmalar yaptım ve kadın hareketiyle birleşen bir faaliyet olduğu için Türk Medeni Kanunu’nu değiştirdik. (Alkışlar)

Ama bugün ne oldu, medeni kanunu değiştirilmeye çalışılıyor. Boşanmada çok mustarip erkekler nafakadan. Kızınızı okula göndermezsiniz, karınız çalıştırmazsınız, onun kazanımlarının üstüne oturursunuz, ondan sonra dersiniz ki vay efendim ne nafakası olmaz. Bırak kız okusun, çalışsın kazansın, dikkat ederseniz çalışan kadınların çoğu tenezzül etmiyor dahi nafakaya. Ve bugün siyasal İslam’ın ortaya çıkardığı garabetler içinde maalesef boğulmaya başladık. 80 lerden başlayan bu hareket maalesef özellikle bu tek adam rejimi dolayısıyla T.C. sultanının yönetiminde son derece boğucu bir hal aldı. Evet sultanlık nerede ise, hanedan yalakaları ve sultan başımızda. Hepimiz bunun için mücadele etmek zorundayız. Bize Cumhuriyetin kazandırdığı değerleri yeniden hayata geçirmek için. Hukuki statüsüyle kadının sosyal statüsünün yeniden eşit bir düzeye getirmek için, ben getirdim kişiliğim bakımından ama istiyorum ki herkes alsın bütün kadınların olsun”.

Cevat Kulaksız kulcevat 599@gmail.com.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız Ve Cumhuriyetimizin 101. Yaşı Kutlu Olsun
p>Bayramların en büyüğü, Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyetimizin ilanının 101.  yıldönümünü kutlamaya başladık. . 


Bu sene de,  en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramını ve Cumhuriyetimizin 101. yıldönümünü, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi,  yine buruk kutlayacağız. 


Cumhuriyet ve onun temel kurucu ilkeleri ve Cumhuriyetin kurucusu ATATÜRK  ile sorunları olan AKP iktidarı döneminde,  tüm milli bayramlarımızı, özellikle de Cumhuriyet Bayramımızı,  kısıtlı ve buruk kutlamaya alıştık artık. 


Daha doğrusu,  bizler alışmadık ama, Cumhuriyetimizin  ikinci yüzyılının başlangıcında kurtulmayı çok arzu etmemize rağmen kurtulamadığımız AKP iktidarı;  bizi bu duruma alıştırmakta kararlı gözüküyor. 


Mutlaka bir bahane bularak, Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarına sınırlandırma getirmeyi, kutlamaların yoğunluğunu ve coşkusunu asgari düzeye indirmeyi alışkanlık  haline getirdi. 


Bu sene,  29 Ekim 2024 de Cumhuriyetin 101. yaşını, millet olarak,  ikinci yüz yıla yakışan görkemli bir şekilde kutlayacağız ama, saray iktidarında bu konuda yine  hiçbir kıpırdanma ve hareketlilik yok, muhalefet cephesi de aynı suskunluk içinde maalesef,  kendi dertlerine düşmüş durumdalar. 


İktidar, FETÖ ile kol kola iken, aynı hedefe birlikte yürürlerken icat ettikleri kutlu doğum haftasını,  23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına alternatif bir kutlama haline getirerek,  23 Nisan Bayramını gölgelemeye çalıştıkları gibi, Cumhuriyetin 101.  yılını kutlayacağımız bu sene de,  kutlamaları etkisizleştirmek için TUSAŞ'a yapılan silahlı saldırıyı bahane edecekler sanırım. 


İktidar;  bu davranışıyla,  Cumhuriyeti ve Cumhuriyetimizin 101. yılının önemini ve görkemini, asla gölgeleyemeyecek, 101. yaşına basan Cumhuriyetimizi itibarsızlaştıramayacaktır,  itibarsızlaşacak birileri varsa, bunlar da,  iş başındaki siyasal iktidardır. 


Cumhuriyetin;  en başta laiklik olmak üzere,  tüm değerlerine sadık olan  biz Cumhuriyet ve ATATÜRK sevdalıları, Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyetin 101. yılını, iktidarın tüm engellemelerine rağmen,   hak ettiği değerde ve  coşkuda kutlamakta kararlıyız. 


Saray yönetiminin arka baçesi olarak faaliyet gösteren Diyanet İşlerinin başındaki malum şahıs da, eski tutumunu bozmayarak Cuma hutbesinde yine Cumhuriyeti ve kurucusu ATATÜRK'ü yok sayma cüretini göstererek, adeta laik Cumhuriyete ve ATATÜRK'e meydan okumuş olup, laiklik ve Cumhuriyet karşıtı bu eyleminin hesabını iktidar değişiminde yargı önünde mutlaka verecektir. 


Yenilenecek iktidar döneminde, senelik bütçesi birçok önemli bakanlığın bütçesinden de fazla olan Diyanet İşleri Başkanlığının lağvedilerek, İslam dini dışında çeşitli dinlerden vatandaşlara sahip olan laik bir Cumhuriyet Devletine yakışacak şekilde,  yürütme organına bağlı,  “Müftülük İşleri  Genel Müdürlüğü” adıyla, çok dar bir kadro, teşkilat ve bütçeyle yeniden yapılandırılmasını ve sürekli açık veren genel  bütçemizin büyük bir yükten kurtarılmasını umut ediyor ve bekliyoruz.  


Hepinizin, Cumhuriyet sevdalısı Milletimizin Cumhuriyet Bayramını,  yürekten kutluyor, bu vatanı ve Cumhuriyeti bize kazandıran ve emanet eden  ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarını, rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Mekanları cennet olsun. 


29. Ekim. 2011 yılında,  Cumhuriyetin 88. yıldönümünde,  yine çok kısıtlı ve buruk olarak kutladığımız Cumhuriyet Bayramı nedeniyle, bundan  on üç sene önce yazdığımız ve güncelliğini hiç kaybetmeyen,  “ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!” başlıklı yazımızı, aşağıda sizlerle yeniden ve aynen paylaşıyorum. 

28/10/2024

Güner YİĞİTBAŞI 

Hukukçu


ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!

Ben,  Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim. 


Ben,  Cumhuriyet çocuğuyum,  bu nedenle,  Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.  


Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek,  bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere,  tüm sıkıntılarına,  yokluklarına ve zorluklarına katlanarak,  Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım. 


Hayatın cilvesi işte,  her şey iyi ve yolunda giderken,  tabii bir afet olan depremin,  Van ve Erciş'i vurması üzerine,  yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak,  hayata veda ettim. 


Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra,  29. Ekim. 2011 de,  Cumhuriyetimizin 88.  kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı.  Tek arzum;  öğrencilerimle birlikte 29. Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle,  ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp,  onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime,  Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak; onların,  Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti. 


İnanın,  depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam,  beni  hiç üzmedi,  tek üzüntüm,  29. Ekim. 2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı. 


Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı.  Ancak,  benim için kısmet bu kadarmış. 


Ülkemizde,  Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş,  insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için,   deprem yüzünden hayatımı kaybederek,  Cumhuriyetimizin 88.  kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen,  teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.  


Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da,  ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte,  tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek,  Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan,  insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek,  teselli bulacaktım. 



Biliyordum ki;  benim yapamadıklarımı,  arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar,  Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88. yıl dönümü,  tüm ülkede coşkuyla kutlanacak,  Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları,  minnetle anılacak,  bu coşkulu kutlamalarla,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve  hak ettikleri cevap verilecekti. 


Heyhat!


Bir de ne duyayım;  her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden,  demokrasiden,  Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN,  bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta,  çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında,  Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini  iptal etmiş. 


Gerekçe olarak da,  benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş.  Asıl beni üzen husus da,  Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline,  benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan  Van depreminin gerekçe yapılarak,  benim cansız bedenimin,  bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır. 


Oysa ki,  benim tek arzum ve vasiyetim,  geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından,  Cumhuriyetin 88.  kuruluş yıl dönümü olan 29. Ekim. 2011 bugün,  Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı.  Şunu da ilave edeyim;  Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama,  görüyorum ki,  ölenle ölünmüyor ve herkes,  olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.  


Kaldı ki,  ülkemiz,  tabii afet olsun,  PKK terörü olsun,  çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor,  bu koşullarda,  Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda,  hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık.  Önümüzde,  bir de dini Kurban Bayramı var.  Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum. 


İşte,  en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının,  hem de,  benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle,  şimdi ben gerçekten öldüm. 


Sizlerin,  kutlanması yasaklanan,  ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum. 


Hoşça kalın.


29. Ekim. 2011

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz Paneli (1)
Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinden 29 Ekim Kadınlar Derneğinin destekleri ile “Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz” konulu panel düzenlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde 27 Ekim 2024 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın, Prof. Dr. Erendiz Atasu, Prof. Dr. Ülker Gürkan konuşmacı olarak katıldılar.

Seçkin izleyicilerin katıldığı salonda panelde açılış konuşmasını yapan 29 Ekim Kadınlar Der. Genl. Başk.   Şanal Sarıhan kısaca şunları söyledi:

“Cumhuriyetimizi yaşımıza uygun olarak ne yazık denk tutamadık, Cumhuriyet devrimleri, kadın hakları, bütün temel hakları yönünden, yaşam hakkımız yönünden giderek geriye doğru çekildiği ve 20 yılı aşkın sürede de artık aslında demokratik ve laik bir hukuk devleti olmaktan neredeyse tarikatların kuşattığı bir ülke haline geldiğimiz gerçeği ile karşı karşıyayız. Birkaç gün önce bir terör olayı oldu, onun hemen arkasından geçmişteki gibi iktidarla ısrarla bayramları yaşatmamak için bayramların o sevincine ortak etmemek için bir engel buluyorlardı, yeni bir engel yaratılmak istendi ama, neyse ki hem siyasi partiler doğru bir tutum aldılar, hem de belediyeler doğru tutum aldılar. Cumhuriyeti bir bayram gibi kutlamaya devam etmemiz gerekiyor, çünkü tarih bilinci ulusları var eden bilinç hem kendi tarihimizden uzak olursak kendi tarihimizin o görkemli yürüyüşünü biz öğrenemezsek çok çabuk teslim oluruz, çok çabuk baş eğeriz. İçinde bulunduğumuz bütün olumsuzluklara karşın bugün burada Cumhuriyet Bayramı nedeniyle burada toplantıda olmanın gene de sevincini duyuyoruz”.

Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz Paneli (1)

Panelin ilk konuşmasını yapan Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın yaptığı konuşmada şunları söyledi: 

“Cumhuriyetimizin kuruluşunun 101 yılında sevgili önderimizle birlikte Kurtuluş Savaşımızın mücadelesini veren, cumhuriyetimizin kuruluşunda yer alan tüm büyüklerimizi rahmetle sevgiyle anıyoruz. Kısa bir süre önce Türkiye’de bebek ölümleriyle ilgili gelişmeleri izledik, toplumda büyük bir tepkiye neden oldu, çok büyük bir öfke patlaması yaşadık. Bir şey dikkatimi çekmişti, medyada deniliyordu ki “bu olay Cumhuriyet tarihimizin en büyük skandalıdır”; bu olayı Cumhuriyetimiz üzerinden mi tanımlamak gerekiyordu? Cumhuriyetin en büyük skandalı ifadesini kullanmak doğru muydu, bu yaşanan olayların cumhuriyetimizin bir bağlantısı var mıydı? Cumhuriyetin neresindeyiz?

Cumhuriyet kazanımları anayasamızda 61 Anayasasında 82 Anayasasında özellikle Cumhuriyetimizin temel değerleri Cumhuriyet devleti üzerinden tanımlanmıştır. Niye Cumhuriyetimizin temel değerleri genel olarak ortaya konmadı da Cumhuriyetimizin temel değerlerini Cumhuriyet devleti üzerinden tanımlıyoruz. Ama nasıl olursa olsun bu anayasalarımız Cumhuriyet devletimizin beş temel niteliği olduğunu ya da kazanımı olduğunu ortaya koymaktadır. Birincisi üniter devlettir, üniter devlet ulus devlet. İkincisi laik devlet, üçüncüsü sosyal devlet, dördüncüsü hukuk devleti, beşincisi de demokratik devlet. Bunlar bu sıralamayla gitmiyor, bunların tümü eş değerli tümü eş zamanlı, bunların birisi olmazsa ötekiler de yoktur, beşinin aynı zamanda olması sağlanması gerekmektedir. Aslında biraz da Yusuf Has Hacib’in ünlü Kutadgu Bilig kitabındaki değerlendirmesine benziyor. Çok eski bir tarihte yazılmış Kutadgu Bilig 1070 Yusuf Has Hacib o kitapta, Saltuk Buğra’ya diyor ki, d”evletin dört temeli vardır adalet, hazine, ordu ve bayındırlık ya da kalkınma umran, bunlardan birisi yoksa ötekiler de yoktur; ötekiler yoksa devlet de yoktur”. 1070 de yapılan bu değerlendirmeyle bugün günümüzde yapmamız gereken değerlendirme arasında çok büyük bir farklılık yok.

Ben burada demokratik devlet nitelemesi üzerinden yapmak istiyorum. Anayasamızda demokratik devlet ifadesi kullanılıyor ama demokratik devletin sisteminin yönetim sisteminin ne olduğuna ilişkin bir açıklama yok. Yani demokratik devlet parlamenter sisteme dayalı bir devlet midir, demokratik devlet başkanlık rejimini de içeren, ya da tek adam rejimine kadar giden sistemlerini de içeren bir devlet midir? Böyle bir resmi tanım yok ama pratikte cumhuriyetimizin başından bu yana demokratik devletle parlamenter sistem güçlerin birbirlerini dengelediği denetlediği bir sistemden söz edilmektedir. Bazı hukukçular, uzmanlar bunun farklı bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini bildirmekteler. 1924 Anayasasının aslında böyle olmadığını ileri sürmekteler. 1924 Anayasasında da 7. Maddeden hareketle söylüyorum parlamenter sistem esas alınmıştır. 1927 ile 1961 arasındaki geçem 37 yılla Türkiye fiilen Türkiye parlamenter sisteme dayalı olarak yönetilmiştir. 1961 Anayasasından itibaren belirgin bir biçimde 2017 tarihine kadar Türkiye’nin yönetim sisteminin değiştiğini 2017 tarihine kadar Türkiye parlamenter sistemle yönetilmiştir. Devlet erklerinin birbirlerini dengelediği denetlediği bir sistem Türkiye’nin yönetimine egemen olmuştur. 94 yıl demokratik devlet parlamenter sistemle yönetildi. 2017 de oylama yapıldı, referandum oldu, mühürsüz oy pusulalarıyla “atı alanın Üsküdar’ı geçmesiyle” kıl payıyla bu referandumu kaybettik.

Türkiye birdenbire dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen, provası yapılmamış olan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adıyla anılan ve bir sisteme geçiverdik. Bunun iki sonucu var, birinci sonuç şu, fiilen uygulamaya geçilen 2018’e cumhurbaşkanlığı seçimiyle uygulamaya geçildi. 2018 yılından bu yana devletin hiçbir icraatı hiçbir uygulaması cumhuriyete izafe dilemez, cumhuriyetin uygulamaları değil, cumhuriyeti bağlamaz, dolayısıyla bu değerlendirme de doğru değil. “Cumhuriyet tarihinin en büyük skandalı” ifadesi doğru değildir. Türkiye tarihinin en büyük skandalı cumhuriyet sözcüğü burada kullanılmamalıdır, cumhuriyet sözcüğü burada eskitilmemledir.

Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz Paneli (1)

İkincisi, bizim bu geçişimiz Türkiye devletinin kapasitesini azaltmaya başlamıştır. Devlet kapasitesi 2018’den itibaren gittikçe gerilemeye başlamıştır, o tarihten itibaren T. C: ti devleti artık etken bir devlet değildir, işlevsel bir devlet değildir. Yani istediği sonucu elde edebilen sonuca gidebilen bir devlet değildir. Devlet iş yapamıyor, devlet sonuç alamıyor artık işlerden. Yönetememe hali diye adlandıracağımız, o tarihten bu yana bir durumu yaşıyoruz, yönetememe hali. Anayasamızda olağan yönetim var, eski adıyla Teşkilatı esasiye kanunu, devletin olağan olarak nasıl işleyeceğini nasıl çalışacağını anlatma hali. Olağan hal, anayasamızda bir de olağanüstü hâl var, olağanüstü hâl nasıl işler, olağanüstü hale nasıl geçilir. Ama anayasalarımızda yönetememe hali diyebileceğimiz bir durum söz konusu değil. Belki de bunun yasal tanımlamasını yapmaya gerek yok, yönetememe halinin ne olduğunu anlamak için Türkiye’ye bakmak gerekiyor, çünkü anayasasını uygulayamayan ya da uygulamayan, bebeklerini koruyamayan, güvenliğini sağlayamayan, TUSAŞ ı söylüyorum, çok acı çok vahim bir olay olarak TUSAŞ ı görüyorum, emeklilerini aç bırakan, kadınlarını koruyamayan bu devlet yönetememenin halini tam halidir.

Bu devlet cumhuriyetin o beş niyetinden demokratik devlet niteliğini taşıyan devlet değildir.

Bu soruyu sormamın gerekli olduğunu düşünüyorum, bu nasıl olur, nasıl oldu da koskoca Türkiye 94 yıldır parlamenter sistemi bıraktı, “Üsküdar’ı geçmeler” vs birdenbire tek adam rejimine geçtik. Bunu sorgulamamız gerekir, bunu ortaya çıkarmamız gerekir, çünkü cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına bir yıl aldık, daha sonraki yıllarda bu olayları yaşamamak için benzer gelişmelerle karşılaşmamak için bunun neden böyle olduğunu bilmemiz gerekiyor, tartışmamız gerekiyor.

Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz Paneli (1)

Devletimizin parlamenter sisteme göre şekillenmiş birbirlerini gerektiği gibi var sayılan güçleri yasama, yargı ve yürütme, bu güçler tek adam sitemine geçişimizi engellemeye yetmedi, güçleri yetmedi, bence bundan hareketle cumhuriyetimizin yeni bir güce ya da yeni güçlere ihtiyacı olduğunu saptamamız gerekiyor. Yani kâğıt üzerinde öyle yazıyor, sistem öyle kurduk, o korumuyor koruyamadı, koruyamadığını gördük şu anda yaşıyoruz, demek ki kâğıt üzerinde yazmamız yeterli değil, cumhuriyetimizi koruyacak yeni güçleri tanımlamalıyız, cumhuriyetimizi koruyacak yeni güçleri harekete geçirmeliyiz.

Devlet yönetimi dediğimiz şey, devletin sahibi olan halkın seçtiği temsilcilerden ya bu temsilcilerin tayin ettiği temsilcilerden oluşmaktadır, devlet bu. Seçilenler, ya da seçilenlerin tayin ettiği seçilenlerin atadığı yöneticiler, burada halk yetkisini seçtiklerine veriyor, milletvekillerine veriyordu, o milletvekilleri de hükümeti oluşturur, devletin genel müdürlerini müsteşarlarını, yöneticilerini tayin ediyordu. Bu olmadı, halktan alına yetki yani egemen olan egemenliği kayıtsız koşulsuz elinde bulunduran halktan alına yetki kullanılamadı, koruyamadılar, cumhuriyetimizi esirgeyemediler o nedenle bana göre çözüm yeni dönemde doğrudan halkın devreye girmelidir. Halkın devlet yönetimine gelmelidir, çünkü umudumuz halkımızdır”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Plan Çok Açık Hayat Boyu Sarayda Kalmak
31 Mart yerel seçimlerinden sonra ortaya çıkan oy dağılımına ve kazanılan önemli belediye başkanlıklarına göre CHP'nin birinci parti haline gelmesi, sarayı ürkütmüş ve bu anayasaya ve azalan oylarına göre yeniden Cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini anlayan AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; uygulamadığı, bu nedenle aksayan yönlerini bilemediği bu anayasayı değiştirerek kendisine yeniden ve hem de hayat boyu sarayın kapılarını açacak olan yeni bir yol arayışına girmiştir.


Ancak, ERDOĞAN da çok iyi bilmektedir ki; meclisteki sandalye sayısı anayasayı bu amaçla değiştirmeye yeterli değildir.

Öncelikle, mecliste muhalefetin de desteğini alması zorunludur.


ERDOĞAN'ın ilk aklına gelen kurtuluş yolu, DEM Partiyi kendi saflarına çekmektir.

Bunun için de kendisinin çok deneyimli olduğu Kürt açılımı kartını açmak zorunludur.


DEM Partiye rağmen yine de eksik kalacak diğer parmakları da; AKP'den ayrılarak altılı masa piyangosundan dolayı CHP listelerinden meclise giren Davutoğlu ve Babacan'ın partilerine mensup milletvekillerini ve de İYİ Partiden milletvekillerini, hatta ve hatta imkanlarını zorlayarak, çok zor ve az da olsa, CHP'den bazı milletvekillerini ayarlayarak sağlayabileceğini, düşünmektedir.

Yani, ERDOĞAN; amacına ulaşabilmek için, öncelikle DEM Parti grubunu ikna etmek zorunda olduğunu çok iyi biliyor.


DEM Partinin yumuşak karnı ne? Kürt açılımı ve ÖCALAN'a özgürlük.

ERDOĞAN için aşılması gereken zor ama, zor olduğu kadar. aynı zamanda çok kolay bir engel de, Cumhur İttifakı ortağı BAHÇELİ ve partisi MHP..

ERDOĞAN;BAHÇELİ'nin, Cumhur İttifakından çok memnun ve mutlu. Siyaseten hiçbir sorumluluk almadan iktidarda olmanın tüm nimetlerinden faydalanıyor, çok az bir oy oranı ve milletvekili sayısıyla iktidar olmanın keyfini ve mutluluğunu yaşıyor, yaşı da gelmiş uzatmaları oynuyor hayatının son demlerini ERDOĞAN sayesinde iktidarda kalarak sözünün geçtiği herkesin saygı göstermek zorunda kaldığı bu lale devri koşullarında geçirmek istediğini, kendisine büyük bir sadakatle biat ediyor, katolik nikahıyla kendisine bağlı olduğunu çok iyi biliyor ve bu nedenle BAHÇELİ'nin; DEM Partiye alerji duymasına ve kapatılması için avaz avaz bağırmasına rağmen, kendisini desteklemeye devam edeceğini de çok iyi bildiği için, ERDOĞAN ile BAHÇELİ, aylar öncesinden, DEM Partiyi saflarına çekmenin planlarını yapmışlar ve bu planın ilk aşamasını bizzat BAHÇELİ eliyle 1.Ekim de Meclisin açılışında uygulamaya geçirmeye başlamışlardır.


BAHÇELİ, bayram değil seyran değil, eniştem beni niçin öptü sözüne rahmet okutacak bir şekilde, DEM parti sıralarına giderek DEM Partililerin ellerini sıkarak şirinlik abidesi kesilmiştir.


Bununla yetinmeyen BAHÇELİ; geçtiğimiz salı günü, MHP meclis grup toplantısında yaptığı konuşmasında, sürpriz bir şekilde; ÖCALAN meclise gelsin, DEM Parti grubunda konuşarak PKK örgütünü fes ettiğini açıklasın diyerek, planın asıl bombasını patlatarak tüm kamuoyunu dehşete düşürmüştür.


Kim ne derse desin, BAHÇELİ'nin bu sürpriz ÖCALAN açılımı, ERDOĞAN ve BAHÇELİ arasındaki ittifak ve anlaşmanın, hazırlanan planın ikinci perdesidir.BAHÇELİ; ÖCALAN'ı mecliste konuşmaya davet eden açıklamasını ERDOĞA'ın bilgisi dışında yapmıştır diyenler yanılmaktadırlar.BAHÇELİ''nin böyle bir açıklamayı ERDOĞAN'dan habersiz yapması, hayatın olağan akışına ve DEM Parti ile ilgili olarak bugüne kadar savunduğu görüşlerine aykırıdır. BAHÇELİ;bu ÖCALAN açıklamasını kayıtsız ve şartsız kendisine biat ettiği ERDOĞAN'ın hatırı ve ricası üzerine ve de iktidar nimetlerinden yararlanmaya ve ERDOĞAN ile birlikte ülkeyi istedikleri gibi, keyfi olarak yönetmeye devam etme arayışı içinde yapmıştır.

ERDOĞAN da, BAHÇELİ de; örgütü fes etme iradesini açıklaması için meclise davet ettikleri ÖCALAN'ın yakalandığı ve mahkum edildiği 25 seneden bu yana örgüt üzerindeki etkinliğinin kalmadığını, köprülerin altından çok suların akıp gittiğini, örgüt içinde yeni oluşumlar olduğunu, yeni oluşuma ABD'nin de dahil ve taraf olduğunu, Büyük Ortadoğu Projesi için, ABD'nin; PKK, PYD ve YPG'ye büyük yatırımlar yaptığını, ABD ile anlaşmadan bu terörün sonlanamayacağını, Kürt sorununun milli bir sorun olmaktan çıktığını, Uluslar arası bir sorun haline geldiğini, İmralıdaki kapana kısılı ÖCALAN'ın boyunu aşan, çok başlı ve devasa bir sorun haline geldiğini, kendilerinin de asıl amaçlarının, muktedir olmadıkları KÜRT sorununu çözmeye yönelik olmadığını,havanda su dövdüklerini çok iyi biliyorlar,


Gelelim TUSAŞ saldırısına.

Evet bu saldırı BAHÇELİ'nin ÖCALAN açılımından çok önce planlanmış bir saldırı olmakla birlikte,BAHÇELİ; bu ÖCALAN açılımıyla, örgüt adına bu eylemin gerçekleştirilmesi için çok iyi bir iklim yaratmış ve örgüt de bundan yararlanarak eylem için düğmeye basmıştır. Öyle ya; iktidarın küçük ortağı bir imkansız teklifle ÖCALAN'ı meclise davet etmiş, ona özgürlük vaat etmiş, böyle güzel ve barış ortamında örgüt eylem yapmaz, bu açılım ve barış vaadinin üzerine benzin dökmeye kalkmaz havasının hakim olduğu bir zaman diliminde böyle bir baskın kimin aklına gelebilirdi?


Demek ki, gelebiliyormuş, örgütle müzakere edilmez mücadele edilirmiş.


Uzun lafın kısası, iktidarın ve ortağının; Türkiye’nin sorunlarıyla, PKK terörüyle uğraşacak ne istek ve arzusu, ne de imkanı var, tek istekleri; saray düzeninin aynı koşullarda ve aynı kişilerle hayat boyu sürdürülmesi maalesef.


25/10/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bahriye Üçok katledilişinin 34. Yılında anıldı (1)
Katledilişinin 34. Yılında İslam Tarihçisi Doç. Dr.  Bahriye Üçok, Cumhuriyet Gazetesi Kültür Merkezinde 29 Ekim Kadınlar Derneği ile CUMOK un iş birliği ile konuşmalarla anıldı. Bahriye Üçok 6 Ekim 1990 günü, evine gönderilen bombalı paketle katledildi. Olayların gerçek sorumluları bugüne değin yakalanamadı ve cezalandırılamadı. Üçok bir aydınlanma savaşçısıydı, Cumhuriyet Devrimlerinin yaşatılması ve kadınların insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, özgür bir toplumun inşası için mücadele eden devrimci bir kadındı. Ömrünce kadınların özgürleşmesi, laik bir toplumun önemini hep anlattı.

İlahiyat Fakültesi ilk kadın akademisyeni Bahriye Üçok’un katledilişinin 34. yılı anma gününde konuşmacı olarak Gülen Demir (Eğit-Der Genel Merkezi üyesi), kolaylaştırıcı Selma Kavas (29 Ekim Kadınları Derneği Emekli öğretmen), Aydın Tonga araştırmacı yazar katıldılar. Gülen Demir, Bahriye Üçok’un yaşamından kısa kesitler verdikten sonra CUMOK adına Güneş Çakmakoğlu özetle şöyle dedi:

Bahriye Üçok katledilişinin 34. Yılında anıldı (1)

“Cumhuriyet devrimlerinin savunucusu, Cumhuriyet aydını, kadın hakları üzerine çalışmaları ile bilinen İlahiyatın ilk akademisyeni Bahriye Üçok, camiler yerine köylere okul yapalım” diyecek kadar çağdaş ve gerçekçi yaklaşan bir aydındı. İslam dinide örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığını savunmuştur. Cumhuriyet devrimlerinin yaşama geçmesi ve kadın hakların savunması için savaştı; kadının özgürleşmesinde laik bir toplumun önemini vurguladı. Üçok laik ve çağdaş Türkiye için korkmadan mücadele etti ve sonucunda tehdit edildi, hedef gösterildi sonra bombalı bir paketle katledildi. Gerçek sorumlular yakalanmadı ve ceza almadı. Geldiğimiz noktada laiklik çok önemli bir gerçektir. Onu öldürenler Atatürk’ün laik yaşamına karşı çıkanlarca öldürüldü. Böylece, Üçoklar, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar, Turan Dursunlar laik yolda yaşamlarını kaybetmekle önümüzü aydınlatıyorlar, hepsini saygıyla anıyoruz”.

Bahriye Üçok katledilişinin 34. Yılında anıldı (1)

29 Ekim Kadınları Derneği Adına Genel Başkan Yardımcısı Nuran Heper’in aynı konu üzerinde, bugün Üçok’un mezarı başında okunan basın açıklamasını bu salonda da sundu. Bahriye Üçok gericiliğe karşı savaşan bir aydınlanmacı, gericiliğe karşı bilimi savunan bir aydındı ama bu mücadeleyi canıyla ödedi. Türkiye’nin ilk kadın ilahiyatçısıydı, İslam tarihi üzerine araştırmalar yaptı, araştırmaları onu laikliğin savunucu yaptı. Evine gönderilen bombalı bir paketle yaşama veda eden Üçok gibi öteki katledilen aydınlar gibi sorumlular bulunamadı, cezasızlık olgusu karanlık güçleri daha da güçlendirdi, gericilere güç kazandırdı. Bahriye Üçok “benim yaşamım mücadele” diyordu, biz kadınlar olarak da mücadeleci olacağız”.

Panelistlerden Gülen Temur, Bahriye Üçok’un cinayet nedenlerini anlattığı konuşmada şunları söyledi: “Bahriye Üçok, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 1919 da doğdu. O tam bir Cumhuriyet çocuğu idi, o yıllarda Türk halkının çoğunluğu yüzde 80’i köylerde idi, bir o kadar da okuma yazma bilmiyordu, okuma olanaklarından yoksundu. Köyler yoksul bitkin, aç, hastalıklar kuraklık, doğal afetler, hastalıklar ve haşaratlar insanları ve tarım ürünlerini oldukça etkiliyordu. 1938’den sonra başlaya İkinci Dünya Savaşı da bunları artırdı.

Bahriye Üçok katledilişinin 34. Yılında anıldı (1)

Köylerde çocuklar işgücü sayıldığı için çocukları okula göndermiyorlardı, çocuklarını başka yerlerdeki okullara çocuklarını göndermek istemiyorlardı, bunlara köylerde yuvalamış irtica ocakları da eklenince eğitim oldukça zorlanıyordu. Bahriye Üçok bu yönden şanslı idi, ilk orta liseden sonra öğrenimini DTCF de lisans üstü Orta çağ Bölümünde tamamladı. Aynı zamanda Devlet Konservatuarı opera bölümünü bitirdi, piyano çalıp aryalar söylüyordu. Sonra Coşkun Üçok’la evlendi. Eğitimin sonunda Samsun ve Ankara’da 11 yıl lise öğretmenliği yaptı.

Ülke eğitim sorunları yoğundu o devirde sorunları çözecek liderler aranıyordu. Sonunda Saffet Arıkan, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Ali Yücel dönemi başladı, onlar Anadolu çocuklarının şansı oldular. Köy Enstitülerinin kurucu babası Hasan Ali Yücel şöyle söylemişti, “vatanın dağlarında en ücra yerlerinde kendi başına açıp solan tek bir çiçek bile bırakmayacağız”. Öyle de yaptılar bozkırın ortasında bir cennet yarattılar, köy öğreticileri, köy öğretmen okulları 17 Nisan 1940 da kuldu köy enstitüsü adını aldı. Bu kuruluş yasası görüşülürken muhalif olanlar da vardı. Köy Enstitüleri 1951-1952 yılına kadar 17140 öğretmen yetişti. Bu öğretmenler yurdun çehresini değiştirmişti, bu kısa devrede. Tam 21 Köy Enstitüsü açılmıştı, onlar sıradan öğretmenler değildi. Yırtık giysileri, yırtık ayakkabıları ile gelmişlerdi, iş için eğitim ilkesiyle yaparak ve yaşayarak öğrendiler, ürettiler öğrettiler her yıl 25 dünya klasiği okudular, kimi çevirileri Hasan Ali Yücel yapmıştı, yaptırmıştır. Birer lider oldular, Anadolu’ya böylece dağıldılar.

İsmet İnönü bir anısında Savaştepe Köy Enstitüsünde kümesleri gezerken kümes nöbetçisinin çantasını merak ediyor, “ne var” diye. Çantasında üç şey var, peynir, ekmek bir de Sofoklesin Antirya adlı kitabı, bu yeni çevrilmiş. Yanındaki Yücel, paşam çocuklarımız yeni çevrilmiş klasikleri okuyorlar, işte o zaman ülke aydınlığa çıkacak çıkar” diyor.

Bahriye Üçok katledilişinin 34. Yılında anıldı (1)

Ancak bu okullara karşı olan gericiler, hiç boş durmadılar, her fırsatı değerlendirip bu okulları yıprattılar “enstitüler komünizm yetiştiriyor, kız erkek ilişkilerinde ileri gidiliyor” gibi propagandalarla, önce yöneticiler direnemedi bu propagandalara önce Hasan Ali Yücel bakanlık görevinden alındı, daha sonra İsmail Hakkı Tonguç ve çalışma arkadaşları görevden uzaklaştırıldı. Programlar değiştirilerek enstitüler yozlaştırıldı, karma eğitime son verildi, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidara gelince enstitüler 1954 de kapatıldılar.

Neden kapatıldılar, bunu Aziz Nesin dört başlıkta topluyor, etkileyici. Diyor ki enstitülerin amacı üretmen insan yetiştirmektir, üretmen insan Türkiye’nin işine gelmeyen insandır; onlar tüketmen insan olmayı isterler, en iyi kavga nedeni de buydu. Yani yapıcı, yaratıcı, sorgulayıcı eğitmen değil tüketen insan. İkincisi Köy Enstitülerinde yaparak yaşarayak öğrenme tartışılabilmeyi öğrenme demekti egemen sınıflar hiçbir zaman dünyaya eleştiren gözle bakan öğrenci yani halk istemezler. Üçüncüsü çok görüşlülük yani hoş görü, bunu da istemezler. Dördüncüsü bugün de çok geçerli bir ilke olan kendini çevreyi, dünyayı değiştirme isteğidir. Köy Enstitüleri de bunu yapmak istiyordu, bu yüzden egemen sınıflar köy enstitülerini yok ettiler.

Kapatılmasalardı ne olurdu?  Server Tanilli, 1980 de faşist bir saldırı sonucu felç kalmıştı, Sever Tanilli bunu açıklarken diyor ki, “Köy Enstitüleri Ulusal Bağımsızlı Savaşının dengindeki tam bağımsızlık ilkesinin bölünmez bir parçası olan kültürde eğitimde bağımsızlığın gerçek örneklerinden biriydi”. 

Yıkılmasaydı ne olacaktı: Türkiye bu günkünden çok farklı bir Türkiye olacaktı. Aklın ve bilimin tek şaşmaz yol gösterici inana insanlar çoğunlukta olacaktı, özetle başka insan üretmeye sahip olacaktı. BU günkü Köy enstitüsü yerine adım başında imam hatip okulları kuruluyor, halk çocuklarına aklın bilimin üretkenliğini gerektiren yerine, şeriat karanlığı ve asalak laik görülmüş o götürülmekte ne yazık ki. İnsanların insanca yaşayacakları çağdaş bir düzen kurmak aydınlanma ilkesi doğrultusunda yeniden bağımsız demokratik laik bir toplum yaratmak hedefine yönelmek, böylesi bir toplumu yaratacak insanları yani “fikri hür irfanı hür, vicdanı hür kuşakları yetiştirmek”. İşte çözüm bu.

Sonra da çok partili sisteme geçildi biliyorsunuz ve yıllardır sessizce bekleyen karşı devrimcilere gün doğmuş oldu böylece, aynı düşüncede olan Demokrat Parti saflarına geçtiler, karşı devrime hız verdiler, ilk önce Köy Enstitülerini kapattılar, daha sonra Kuran’ın (ezanın olacaktı) Türkçe değil, Arapça okunmasında yasa çıkardılar, aynı zamanda radyolarda dini yayınlar yapılması yasaklanan hükümleri kaldırdılar. 

Kore Savaşına bir tugay asker gönderilmesi kararı sonrası 1952 de Türkiye NATO’ya üye girdi ve böylece ekonomi dolayısıyla da siyasi bağımsızlığımızı kaybetme noktasına giden yolun km taşları döşenmeye başlandı. 

Bahriye Üçok katledilişinin 34. Yılında anıldı (1)

Bu yıllarda akademik hayata başlayan AÜ İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olan Bahriye Üçok Türkiye’nin ilk kadın öğretim üyesi akademisyeni oldu. Eğitimin bir yılında doktor, 64 de İslam devletlerinde kadın vücudunda araştırmalar çalışmasıyla doç oldu. Arapça ve Farsçayı çok iyi derecede biliyordu, Kuranı Kerime bağlı kalarak İslam ilmini çağdaş bir yorumla gerçekçi ve dinin özünde olan hoş görüde yorumluyor ve bulduğu her ortamda her fırsatta anlatıyordu. Bu dönemde CHP basın ve yayın üzerindeki baskılar gitgide yoğunlaşmaya artmaya başladı. CHP’nin malları hazineye devredildi, şubeleri kapatıldı ve özellikle de 1955 de yaşanan 6-7 Eylül olayları tarihimizde bir kara lekesi olarak geçti. 4214 ev yakıldı, 1000 iş yeri yakıldı, 73 kilise 26 okul ve bir sinagog yakıldı tahrip edildi, öldürülenlerin sayısı net bilinmiyor, 30 il3 60 arasında söyleniyor, yüzlerce kadına tecavüz edildiği bildiriliyor. İşte bu gelişmeler üzerine bir ihtar geldi 27 Mayıs’ta 1960 ihtilali oldu. 1961 Anayasasını hazırlayanlar arasında Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Prof Dr Muammer Aksoy’un, Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedoğlu’nun olduğunu söylersem az çok anlarsınız. Bugüne kadar ülkemizde uygulanan en demokratik anayasa hazırlanmıştı o dönemde. Güçler ayrılığı sağlanmıştı yasama, yürütme, yargıyla. Yargı bağımsızlığı çok önemliydi, Anayasa Mahkemesi kuruldu, yürütmenin tüm uygulamaları Danıştay’ın denetimine verildi. Kişi ve kurumlara anayasal hakları güvence altına alındı, işçi ve memurlara toplu sözleşme ve grev hakkı verildi. Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu. Üniversiteler ve TRT özerkleştirildi, dernek kurma protesto hakkı getirildi vs

Bu anayasal özgürlükler büyük bir sevinçle karşılandı, toplumsal muhalefet güçlendi, TÖS kuruldu, TİP kuruldu Meclise girdi, DİSK kuruldu, Üniversiteler de gençler de örgütlendi. Bahriye Üçok bu yıllarda 1970 li yıllarda Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından 1960 Anayasasında Meclisin yanına bir de Senato oluşturulmuştu, senatör olarak seçildi ve beş yıl boyunca Cumhuriyet Senatosunda görev yaptı.

Bu gelişmeler egemenlerin hoşuna gitmedi DİSK kapatmak için bir yasa getirdiler, Disk Başkanı Kemal Türkler sendikacılık faaliyetinden hoşnut olmayanlar, engellemek için barikatlar kurdular, dipten gelen bu gelişmeleri engellemek için 12 Mart’ta bir darbe planlandı 72 darbesi muhtıra işçi hareketinin yükselmesini durduramayacaktı, bu arada gençlere kıydılar”. Deniz Gezmiş olayının sürecini, Çorum ve Maraş olaylarına değinen konuşmacı 24 Ocak 1980 de karalarına değindi, 12 Eylül darbesine değinerek 12 Eylül’de yapılan toplumsal baskılar, kıyımlar üzerinde duruldu. 12 Eylül’den sonra halkı uyutmak için dini afyon olarak kullanmak üzere ılımlı İslam dedikleri siyasi İslam gerçekleştirildi, tarikatlar cemaatler aracılığıyla bu proje hayata geçirildi” dedi.

“Bahriye Üçok 11 yıllık öğretmenlikten sonra, Ankara İlahiyat Fakültesinde doçent oldu, “dini cahil insanların eline bırakırsak neler olabileceğini gördü, elinden geleni yaptı. Kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla bir dernek kurmaya karar verdiler Atatürkçü Düşünce Derneğini kurdular, Prof. Dr. Muammer Aksoy ilk başkandı, Muammer Aksoy dernek için diyor ki, “biz bu derneği Atatürk’ü anmak için kurmadık, biz onun fikirlerini, ilkelerini, devrimlerini korumak ve yaşatmak için kurduk, o ilkeyi kaybedersek Türkiye’de demokrasiyi de kaybederiz”, ilk kurban da o oldu 31 Ocak 1990 da katledildi. Daha sonra Çetin Emeç, Turan Dursun katledildi; endişeliydi Bahriye Üçok sürekli ölüm tehditleri alıyordu yıllardır, “adının ölüm listelerinde olduğu” yayılıyordu. En çok da kızı Kumru için korkuyordu. O nedenle gelen postayı açarken, “Kumru sen biraz uzak dur” son sözleydi bunlar ve 6 Ekim 1990 da Bahriye Üçok savunduğu görüşler, ödün vermediği ilkeler nedeniyle bu yolda kurban giden tek kadın aydınımız oldu. Bu aydınlar emperyalizme karşı laiklik tezini savunan tam bağımsız Türkiye’nin savunucularıdır. Dışarıya bağımlı olmadan yerli ve ulusal ekonomik düzende kalarak tam bağımsız bir Türkiye’yi istemişlerdir.

Ülkemizde Bahriye Üçok’un TV da ölümünden önce son programda özgür birey olma onurunu taşıyan tüm kadınlar için Bahriye Üçok ölmemiştir, düşünceleri bize ışık katmaya devam ediyor. Anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. Demişti ki, “bu gidişle Türkiye’de bir kaos doğacaktır”. Şimdi kaosun tam içindeyiz. İki de iki imam hatip vardı bugün 1452, kadın cinayetleri son dört yılda yüzde 1400 arttı, maden ölümlerinde tedbirsizlikte ceza yok, okullarda derse giren aç çocuklar var, okullarda temizlik malzemesi ve temizlik görevlisi yok, bir binada beş okul bir arada, ama imam hatip liselerinde öğrenci yok, ne iş yaptığı meçhul, Diyanet İşlerindeki 14bin 858 personele para var ama emeklilere emekçiye yok, Çedes, Öğretmen Kanunu yeni müfredat var ama laik bilimsel paralı eğitim yok. Garanti verilmiş hava alanlarına, köprülere, şehir hastanelerine garanti parası var, asgari ücretliye yok.

Kara ve fırtınalı günlerden geçiyoruz, başka bir hayalimizden asla vaz geçmeyeceğiz. İnsana yakışır biçimde yaşayacağımız bir dünya için mücadeleye devam edeceğiz. Şimdi Türkiye’nin dört bir yanında isyan çığlığı yayılıyor. Sesimizi duyurabileceğimiz her yere ulaşalım, isyan ediyoruz, karanlığı aydınlatacağız, her karanlık ona son verecek ışığı içinde taşır”.

İkinci panelist Aydın Tonga’nın konuşmasını daha sonra vereceğiz.


Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Chp Yönetiminin  Meclisteki Çoğunluk Tahakkümüne Razı Oluşu Ve Kendisine Ve Partisine Yönelik Erdoğan Ve Bahçeli Tehdit Ve Hakaretlerine Karşı Alttan Alan Onursuzluğu
Demokrasinin;  en büyük özelliği ve erdemi, çoğunlukçu değil,  çoğulcu oluşu, yani çoğunluk karşısında,  azınlık iradesine de saygı duyarak değer vermesidir. 


Kayıtsız ve şartsız millete ait olan egemenlik hakkının yasama yetkisinin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi;  AKP ve Cumhur İttifakının iktidar olduğu 22 yıldır, iktidar çoğunluğunun iradesinin tek başına hakim olduğu, azınlıktaki muhalefetin iradesinin yok sayıldığı çoğunluk tahakkümüne dönüşmüştür. 


Azınlıkta kalan muhalefetin sesi ve  soluğu,  Türkiye Büyük Millet Meclisinde çoğunluk tarafından yok edilmiştir. Muhalefet meclis sıralarında oturmakta arada sırada meclis kürsüsüne çıkarak konuşmakta ama, mecliste yasamaya ilişkin hiçbir icraatını uygulamaya koyamamaktadır.  


Muhalefetin verdiği tüm önergeler; ülke ve halk yararına olsa da, salt muhalefet önerisi olduğu için çoğunluktaki Cumhur İttifakının oylarıyla reddedilmektedir.  


Keza, muhalefet milletvekilleri tarafından verilen tüm yasa teklifleri, ya gündeme alınmamakta, alınsa da çoğunluğun oylarıyla reddedilmektedir. 


Bugüne kadar ana muhalefet partisi başta olmak üzere hiçbir muhalefet partisinin önergeleri ve yasa teklifleri kabul edilmemiştir. 


Muhalefet partileri;  Allah birdir, Allah’ın bir olduğunun tescili için önerge veriyoruz diyerek önerge verseler, Cumhur İttifakı;  çoğunluğunu kullanarak,  bu önergeyi de mutlaka reddedecektir. 


Tıpkı, anayasal Haklarını kullanmak üzere silahsız ve barışçıl gösteri ve protesto haklarını kullanma üzere sokağa çıkan insanların,  derhal polis kordonuna alınarak yürütülmedikleri ve ters kelepçeyle gözaltına alındıkları gibi. 


Sadece adı kalan uygulanmayan Anayasaya göre; adı,  Türkiye Büyük Millet Meclisi olan,  ancak fiiliyatta İktidarın çoğunluk meclisi gibi çalışan,  muhalefetin sesinin kesildiği meclisimizin bu acınacak haline,  maalesef,  başta CHP olmak üzere,  tüm muhalefet partileri seyirci kalmakta ve bu rezalete razı olmaktadır. 


CHP'nin yeni genel başkanı Özgür ÖZEL;  iktidarın, meclisteki çoğunluk tahakkümüne ve kendi önergelerini ve yasa tekliflerini reddederek muhalefete attıkları tokatlara, şahsına ve temsil ettiği Atatürkün partisi CHP'ye yaptıkları hakaret ve tehditlere de,  sözüm ona yumuşama adına,  göz yumarak sineye çekmekte, hakaret ve tehditlerin sahiplerine adeta saygı sunmaktadır. 


Bahçelinin ÖZEL ve CHP  için söylediklerine bir bakar mısınız? “Özgür Özel sana diyorum,  iddiaların aynen şahsın gibi çürüktür,  bastığın yaş tahta,  bindiğin patlak lastikli dolmuş,  tutsağı olduğun tezvirat cambazlığı seni hiçbir yere götürmeyecektir, 

buradan sesleniyorum;  Halk Tv ve CHP ayağınızı denk alın.  Dört soytarı muhabirle Milliyetçi Hareket Partisi’ni sorgulayamazsınız,  sorgulatmayız, ” 

Yenir yutulur gibi değill bu sözler. 

Bu sözlere muhatap olan Özgür ÖZEL, lafta bu hakaret ve tehditlere cevap verse de,  meclis açılışında, mecliste çoğunluk tahakkümünü kuran ve her vesileyle hakaretler savuran partili Cumhurbaşkanını ayakta karşılamış, gündüz grup konuşmasında hakaret ve tehditler savuran  Bahçelinin yanına giderek elini sıkıp gülücük atarak saygılarını sunmuş, resepsiyonda da Bahçeliyle samimi bir diyaloga girmiş, Bahçeli gündüz yaptığı hakaret ve tehditler için sözde özür dileyerek, konuşmalarının siyaseten yapılmış konuşmalar olduğunu söyleyerek Özgür ÖZEL'in gönlünü almaya çalışmıştır. 

Tam bir tiyatro, iki yüzlülük ve riyakarlık, seçmeni,  yani bizleri ayakta uyutmak ve kandırmak. 

Bizler seçmen olarak,  siz siyasetçilerin sergilediği iki yüzlülüğün hangisine inanacağız ve doğru sayacağız?

Özgür ÖZEL; bu iki yüzlü siyasete gerekçe uydurma ve çevir kazı yanmasın çabasına girerek, Bahçelinin genel başkanı olduğu MHP seçmenine saygı olarak Bahçeliyle yakınlaştığını, ona saygı gösterdiğini, Cumhur İttifakının da CHP'ye büyük teveccüh gösterdiğini, halkın yumuşama ve normalleşmeden yana olduğunu beyan etmiştir. 

Özgür ÖZEL'e buradan soruyoruz. Meclis kürsüsünden alenen şahsına, genel başkanı olduğun CHP'ye ve medyaya hakaret ve tehditler savuran BAHÇELİ'nin;  bu insanlığa, siyasete ve ahlaka sığmayan hakaret ve tehditlerine,  MHP'ye oy veren sayın vatandaşlarımız onay veriyorlar mı, hoş görüyorlar mı da,  sen,  MHP seçmenine saygı olsun diye Bahçeli'nin hakaret ve tehditlerini sineye çekiyorsun,  yarabbi şükür diyerek onaylıyorsun?

Hadi kendi onurunu düşünmüyorsun,  hiçe sayıyorsun diyelim, Atatürk'ün partisi CHP'nin genel başkanı olarak,  partinin kurumsal kimliğini ve onurunu yok sayamazsın ve o onuru kendi siyasal ikbalinin mezesi yapamazsın. Şunu da iyi bil ki; bu onursuz tavizlerin,  sana asla seçim kazandırmaz. Şahsının ve parinin onurunu satışa çıkararak, şirin gözükerek,  Cumhur İttifakının seçmen tabanından oy almayı ve kaz gelecek yerden tavuğun esirgenmeyeceğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Böyle devam edersen,  kaz gelmeyeceği gibi, elindeki tavukları da kaçırıp kaybedeceğini asla unutma, Sayın Özgür ÖZEL. 


03/10/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bataklıktan Nasıl Çıkacağız Paneli (2)  (Yeniden Atatürk Cumhuriyeti)
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) tarafından Ankara Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney sahnesinde 28 Eylül 2024 günü bu “Bataklıktan Nasıl Çıkacağız” konulu panel düzenlendi, panelde Av. Ali Dokuzlu yürütücülüğünde konuşmacı olarak Mustafa Hüsnü Bozkurt (ADD Genel Başkanı), gazetecilerden Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Murat Ağırel katıldılar.
Üç gazeteciler panel için salona girerken, salonu tamamen dolduran seyirciler tarafından coşkuyla alkışlandılar, seyircilerin bazıları yer bulamadıkları için girişlerde ayakta paneli sonuna kadar izlediler. Panelin M. Hüsnü Bozkurt’tan sonra birinci konuşmacısı gazeteci yazar Barış Pehlivan yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Hani Kırbıyık adlı müdür veli toplantısında “ben başı açık kız istemiyorum” diye velileri uyaran bir müdür hakkında suç duyurusunda bulunuldu, veli toplantısında yaptığı konuşmadan dolayı, eğitim hakkını engellemeye çalışıyordu, o müdür. Böyle bir suç duyurusu var, adamın ifadesini alırsın değil mi? savcı gerçekten böyle bir şey yaşadın mı, böyle bir şey söyledin mi, sen o çocukları eğitecek insansın diye sorunca “hayır” deniliyor. Savcılıkça ne yapıyor biliyor musunuz “soruşturmaya gerek yok” kararı veriliyor. Düşünün bir okul müdürünün, “ben başı açık öğrenci almayacağım” sözünün ifade özgürlüğü olduğuna karar veriyor.

Bataklıktan Nasıl Çıkacağız Paneli (2)  (Yeniden Atatürk Cumhuriyeti)

Hani yıllarca “ikna odalarında neler çektik vs denildi. O zamanları hakları yenilenler hakları yenildiği sokağa çıkan insanlar onlara sahip çıkıldı. İki gün sonra herkesin can güvenliğini ilgilendiren bir Sinan Ateş davası var, iki gün sonra sona yaklaşılmış, bu hafta içinde belki de bir ay sonra karar çıkacak. Bu davanın Milliyetçi Hareket Partisi ile ilgisi Ülkü Ocakları ile alakası tetikçileri Ankara’ya taşıyan, TC de görev yapan savcıların bu emri verenleri sorgulamaz mı, TC de göre yapan hakimlerin insanları şikayet etmeleriyle ailelerin isyanları ile azmettiricilere dair yani o tetikçiye, onlara emir veren azmettiricilere dair bu ülkede bir karar çıkmazsa hepimiz tehlikedeyiz, çünkü bizim güvenliğimiz, bizim sağlığımız anayasal bir güvencimize olan inancımızı korumakla yaşamak görevi olan devletin bizlerin haklı olacağını göreceğiz, eğer orada azmettiriciler bulunmazsa hepimizi ilgilendiriyor. Bu dava eğer kadük kalırsa, iki üç tane serseriye ceza vermekle kalırsa ve işin siyasi boyutu es geçilirse gerecekten yazık olur. Çok vahim. Yunus Emre Geçti polisimizi şehit eden 26 suç kaydı olan bir katil, neden 19 yaşındaki bir gencin bu kadar suç kaydı olabilir, neden dışarıda olabilir, adam 16 yaşından beri suç işliyor. İçinde yaralama var, hırsızlık var, uyuşturucu, cinsel taciz var var oğlu var. Bu adam yargılanıp hükümlü olsa 61597 rakamı şu an cezaevlerinde yatacak yeri olmayanların sayısı. 61597 suçlu ya da şüphelinin cezaevinde yatacak yeri yok.
Ayrıca ceza evlerinde müdürler farklı uygulamalarda rastlanıyor, yönetmeliğe göre örneğin cezaevlerindeki dini sohbetlere katılırsan puan kazanabilirsin, okumaya da gerek yok cezaevi kütüphanesinden bir kitap alırsan sadece rafa koyarsan puan kazanıyorsun. O puanlar ne oluyor biliyor musunuz, cezaevlerinde gözlem kurulu denilen bir kurul oluşuyor içinde vaizi gardiyanı vs puanlara bakıyorlar dini sohbetlere katılmış, kitap okumuş kendini dine adamış, ıslah olmuş, sizin çıkmanız için canhıraş şekilde çalışıyorlar. T.C. de cezaevlerinde uyuşturucudan cinayete kadar suç işleyenlere böyle uygulayan cezaevleri görevlileri var. Suç örgütlerinden olanların ifadelerine bakıldığı zaman, ifadelerinde “cezaevinde piştim” diyorlar. Siz 23 yılda bu kadar kandırılmamanız gerekiyor. Sizin artık bu ülkenin muhalefet partilerinle de yerine göre kavga etmeniz gerekiyor. 22 yıl önce doğan çocuğu iyi yetiştirmiş olsaydık şimdi Hatay’da belediye başkanı olması gerekirdi. Sandıkta o parti gider öteki parti gelir. Ben RTE nin kaşı gözü, boyu bosu için kavga etmiyorum, ülkenin sistemini ne hale getirdiği için kavga ediyorum. Şimdiki iktidarın vatandaşların can güvenliğini sağlanmandan bile imtina ettiğin görüyoruz. Bir çocuktan bir katil yarattığını yasıyoruz. (Ses tam sağlıklı alınamadı).
Panelin ikinci konuşmacısı gazeteci yazar Barış Terkoğlu, kolaylaştırıcının “bu bataklıktan nasıl çıkacağız” sorusuna yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Bataklıktan önce gerçekçi olarak çıkacağız; 1919 Mustafa Kemal İstanbul’a gelmiş, İngiliz gemilerini görüyor, hatta şöyle diyor, “keşke gelmeseydim, keşke hiç İstanbul’a uğramadan Anadolu’ya gitseydim.” Anadolu’ya gidiyor, bir süre sonra gazetelerde hakkında idam fermanı çıkıyor. Annesi merak ediyor, mektup yazıyor Zübeyde Hanıma mektup yazıyor, “öldürülecek” yazıyor gazetelerde, “anneciğim merak etme sonunu görmeseydim hiç bu işe başlamazdım” diyor. 1919 şartlarında bir devrimci, ilk adımını sonunu görerek atıyor, çünkü gerçekçi.
Öyleyse biz de 2024 şartlarında ilk adımı gerçekçi olarak başlayacağız. Çünkü 1919 da “bataklık” dediğimiz emperyalist işgali, 1919 da bataklık dediğimiz ihanete batmış bir saltanat rejimi var, 1919 da “bataklık” dediğimiz Türk aydının hapishaneye götürülmesi Malta’ya sürgüne yollanmasıydı, 1919 da iç işbirlikçilerin kendi ordularıyla bağımsızlıkçılara karşı askerleri sürmesiydi, 1919 da bataklık buydu.
2024 de bataklık yüz yıllık Cumhuriyetin kurumlarının altına bomba konmasıdır, teker teker ortadan kaldırılmasıdır, bataklık. Yüz yıl sonra bataklık rejiminin devletin merkezine konmasıdır. Yüz yıl sonra bataklık, üz yıl sonra bataklık Türkiye’de kalkınmayla başlamış bir hikâyenin “on bin lirayla mı geçineceksin 17 bin lirayla mı geçireceksin, hangi fabrikada kimin kölesi olacaksın parantezine sıkıştırılmasıdır bataklık, (alkışlar). Bataklık yüz yıl önce yurttaş diyoruz, yurttaşlık cumhuriyet devrimlerinin en büyük kazanımıdır. İktidarlar gökyüzünden o kimin soyu kimin Tanrıya kendi iktidarını bu dünyada meşrulaştırmaya çalışanlara karşı “hayır sen yurttasın sen kul değilsin sen köle değildin artık senin iktidarın var” diyen yurttaşlığı gökyüzüne çıkaran bir rejiminden artık bizim yurttaşlarımızın kimi mahalle köşelerinde daha çocuk yaşta tetikçiliğe, kimi köylerde eğitimlerde alınmış bilmem hangi tarikatın ısmarlanan bilmem hangi adamın Narine kadar uzanan yok olan çocukları gençleri yok edendir bataklık. O yüzden biz bataklıkla mücadele ederken önce bataklığın ne olduğunu göreceğiz.
Bugün saat iki 28 Eylül ben buraya bu sabah saatlerinde Hatay’dan geldim, Samandağı’nda dün konuşmacıydım. Ben bataklığı gözlerimle gördüm. Hayır yanlış anlamayın bataklık insanların yaşadığı acı değil sadece. Bataklık o rejim, çökertilmiş rejim dedim ya. Ben buraya gelebilmek için sabah dört buçukta yola çıktım, çünkü ülkenin bir büyük şehrinin hele deprem yaşamış bir büyük şehir hele 80 yıl önce bir T.C. nin bir parçası olmak için işitiyoruz, “kendimiz işitiyoruz” diye seçim yapmış bir kentin. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler doğru dürüst uçak kaldıramıyorlar. Her dört uçuştan iki iptal, iki saat bekledim. Bu önemli değil. Hava limanına giden milyonlarca düzenlerine sermayeli yollar çökmüş. Hava limanı, o deprem günü gördünüz fotoğraflarını, hava limanı çökmüş. Salonla uçakların indiği yer arasında fark var.
Ama bütün bunlardan daha acısı var biliyor musunuz? Bataklık rejimi şudur, insanlar enkazların altında kaldılar, bu ülkede Türk Silahlı Kuvvetleri, Mehmetçik diyoruz, Mehmet milletin adıdır, milletten sizsiniz Mehmet Mehmetçik denir orduya. O ordu ki eğer milleti depremin altında kimseden emir ve talimat almadan işgal altında kimseden talimat almayacağı gibi, çıkar kendi yurttaşını enkazın altından kaldırır sonra Feto, Ergenekon, Balyoz bilmem ne kumpasları ile ezdiler, sonra belli tarikatları boca ettiler, sonra siz Mustafa Kemal’in askeri değilsiniz” dediler, orduyu; inim inim inleyen enkazın altında yardım edin” diye çığlık atarken, “talimat almadan dışarı çıkmayacaksınız” dediler.
İkinci Ordu Komutanı Hatay’ın bakanı ikinci ordu komutanı “ben müdahale etmek istiyorum” dedi, asker arkadaşlarından biliyoruz bunu, “talimat almadan çıkmayacaksınız” denildi ve ağladı. Şimdi Genel Kurmay Başkanı kendisi bana dava açtı, şunun için dava çatığını isterdim, niye dava açtı biliyor musunuz çünkü “askerler ağlamaz ben ağlamadım” diye dava açtı. Ben buna ağladım. İşte bu bataklıktır.
Bataklık nedir biliyor musunuz, AFAD diye Cumhuriyetin bir kurumu var, ilk sel altında kalan deprem altında kalacak yurttaşlara müdahale edecek, deprem günü gördünüz. AFAD’ın afetlere müdahale denilen kurumunun başına İsmail Palakoğlu diye bir adamı getirmişler, İsmail Palakoğlu kim, deprem uzmanı mı, sel uzmanı mı, deprem kaldıracak bilgisi mi var. Afşin İmam Hatip Lisesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tasavvuf Ana Bilim Dalı yüksek lisansı Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı sonra AFAD. Siz o depremi müdahale edecek kurumun başına sadece ilahiyatçı olduğu için mi. Biz dinimizi aydın din adamlarından öğrenmek isteriz. Laiklikle din ve vicdan özgürlüğünün kardeşliğine inanırız. Siz ilahiyatçıyı AFAD ın başına getiriyorsanız orada Türkiye’yi bataklığa sürüklüyorsunuz demektir. Birinin altında Murat Kurum’un eniştesi var, ötekisi Süleyman Soylu’nun özel kalem müdürü, siz enkazdan çıkarılacak yurttaşın, enkazdan çıkarılacak kurumu bir akraba çiftliğine bir ilahiyatçıların atanma çiftliğine çevirirseniz o bataklıktır.
Yarın İstanbul’da deprem olacak hepimiz biliyoruz, o deprem toplantılarına gittiğimde şunu gördüm, oturmuşlar “İstanbul’da deprem olsa ne yapacağız” demişler. “Havadan müdahale edeceğiz” demişler. Orada sivil havacılık şirketleri vardı. Sonra merak ettim, “Hatay’a niye havalanmadınız müdahale etmediniz” diye. T.C. ni yönetenlerin aklına Hatay’a havadan müdahale etmek depremden saatler sonra gelmiş ve bu şirketlere yazı yazmış “elinizde kaç uçak var, kaç helikopter var, kaç personel var” diye. Peki ne oldu sonra dedim, ertesi günü yanıt vermişler, sonra ne oldu dedim, “hiç kimse bizi çağırmadı” dediler, bataklık budur. Bataklık yurttaşınızı inim inim inlerken enkazın altına kendi kaderine terk ediyor.

Bataklıktan Nasıl Çıkacağız Paneli (2)  (Yeniden Atatürk Cumhuriyeti)

Ama ben buna en çok duyduğum laf gezerken Hatay’da orda burada “kader”. Bu kadere itirazım var, bu kader değil, çünkü kader diyerek yüz yıl önce nasıl o bataklığı milletin üzerine zorla al senin kaderin budur, diyerek bir sürgünde yaşar gibi millete yaşamayı kader” diye giydirdilerse bugün bu bataklıkta yaşamayı bize kendi elleriyle ördüğü kader diye, kendi elleriyle yaptıkları geleceği kader diye üstümüze giydirmeye çalışıyorlar. Bugün kader diye bize giydirmeye çalıştıkları bataklık mafya rejimi tarikat rejimidir.
Bugün bu şehirde 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan sabahı hatırlıyor musunuz, kendi milletinin üzerine bomba yağdıran, FET FETO FETO diye bir şey gizliyorlar, Fetullahçı çete, Saiidi Nursi’nin öğrencisi olan Nurculuğun bir koludur, bir cemaat kisvesi altında yıllarca devletin içerisinde bu günkü siyasi iktidar da dahil olmak üzere, iktidarlar tarafından “alnı secdeye değiyor” diye müsaade edilmiş bir yapılanmadır, bunun ne tür bir olay, bunu öyle olacak diye zannettiler ki 15 Temmuz’un sabahında Ankara’nın Jandarma Komutanlığı dahil olmak üzere binaların tepesine Atatürk posteri astılar. Sandılar ki insanlar 15 Temmuz’dan bir ders çıkarıldı “artık Atatürkçü olacak” hayır biraz sonra indirdiler Fethullahçı çetenin kadrolarının yerine kendi cemaatlerini kendi tarikatlarını yerleştirdiler. Bizim kitabımızda fotoğrafını gördünüz emniyet teşkilatında bir polis kendisine verilmiş olan üniformayı kendisinden aşağı giymiş sokmuş kendisin çuvalın içerisine Polis Akademisinde öyle ibadet ediyor. Bizim bütün ibadetlere saygımız vardır, ama o ibadet değil, çünkü biliyoruz ki o fotoğraf Menzilcilerin kendi usulü ile zikretmesinin tarzıdır. Polis üniforması, asker üniforması, hâkim kisvesi. Biz Cumhuriyetçiyiz, Cumhuriyet der ki, bu üniformaların kumaşını millet diker. BU üniformaların düğmesini millet diker, o yüzden milletin polisi milletin askeri, milletin hâkimi vardır. O yüzden “millet adına” diye başlar hakimler. Ama bu polis ne diyor, “ben Türk milletinin polisi değilim” diyor. “Ben Menzil cemaatinin polisiyim” diyor.
Cübbeli amirali hatırlıyor musunuz, şimdi “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlere soruşturma açılıyor. “Cezalarını alacak” diyenler o gün Cübbeli amirale bir soruşturma açmadılar. Çünkü o amiral o cübbeyi unutmayın cübbe değildi o “ben nurculuğu kurd oğlu kanadının mensubuyum bu sayede amiral oldum” diyor. Bugün Türk polisinin içerisinde Hanefilik demiyorum, Sünnilik demiyorum, Nakşibendilik bile demiyorum bu nurculuğun on ayrı kolu var, bunu ben söylemiyorum, cinayet dosyasında Ayhan Bora dosyasında Ankara Emniyetindeki kavrıyormuşsunuz, bir taraf birbirini mafya ile iş birliği yaptığını suçluyor, öbürkisi iktidarın parçası olanları söylüyorum, bugün emniyet içerisinde on kadar kol var.
Sağlık Bakanlığı Menzil tarikatına terk edilmiş durumda. Menzil dergahının ölen liderinin oğlu şimdi babasıyla ters düşmüş, Saygı Öztürk’e röportaj vermiş, “ben devlet hastanelerine gitmiyorum, çünkü Sağlık Bakanlığının benim babamın tarikatı olan Menzil tarikatı yönetiyor. Ben gidersem öldürürler” diyor gitmiyor.
“6 yaşındaki çocuk evlenebilir, üç yaşındaki çocuk külotla amcasının yanına çıkmamalıdır; pul biber acı biber, karabiber, mayonez şehveti artırır” bunu diyeni tanıyor musunuz Nurettin Yıldız, bunu diyen şeyhin bir derneği var, ne derneği biliyor musunuz -Adalet Derneği-her yıl hakimler ve savcılar onun lüks otellerde düzenlediği toplantıya katılıyorlar. Bugün Anayasa Mahkemesi üyesi olan bir tanesi dahil, öyle bir şeyhin toplantısına katılıyorlar.
Adnan Oktar diyorsunuz, Kedicikler diyorsunuz onlara gülümsüyorsunuz buna kim inanıyor biliyor musunuz İstanbul eski Başsavcısı kendi koruması odasının içerisinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı o cemaatin kontrolünde imiş. Gözünüzün önünde yaşandı bu ülkenin Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesinin (AYM) kararını tanımıyorum, duymuyorum” dedi. Bunu eleştirdik ama şunu unutmayın o AYM Başkanı hakkında çıkıp Fetullahçı”  dediklerinde, arkadaşları çıktı dedi ki, “bir dakika o Fethullahçı değildir, kendisi bizim cemaattendir, kendisi üniversite yıllarından itibaren Hak Yol Vakfının (İskender Paşacıların) ışık evlerinde kalmıştır. AYM ülkedeki hukukun en tepesinin başındaki isim. Siz devleti siz Cumhuriyeti yurttaşlara hizmet eden kamu görevlilerin elinden çıkarılan laik olana vermek yerine tarikat ve cemaatlere terk ettiyseniz o bir bataklıktır. Orada devletin Cumhuriyetin kurumları birer birer kolonları çürüyerek yıpranır ve üstümüze yıkılır.
Mafya rejimini uzun uzun anlatmayacağım hep programlarda anlatıyoruz ama bir kötülük işte Yunus Emre 19 yaşında daha çocuk denilecek yaşta değil ama bir polis katlediyor. Nasıl oluyor, bayağı oluyor, siz sokaklarınızı mafyaya terk ederseniz; siz 15-16-17-18 yaşındaki çocuklara Cumhuriyetimizin kuruluşundan şunu söylerler bir çoban söyler cumhurbaşkanı oldum, çoban dahi olsan çalışırsan Cumhurbaşkanı dahi olursun” denildi Cumhuriyet rejiminde. Bunun içinden alıp çalışsan da üniversite lisansı yapsan da doktora da yapsan işsiz kalırsın, iş bulsan 17 bin liraya aç kalırsın, derseniz sokaklarınızda 19 yaşında çocuklar mafya rejiminin üyesi olup kendi Türk polisini katlederler.
Bu tesadüf değil ama bunun tesadüf olmamasının bir nedeni daha var, bu ülkede adını en çok duyduğumuz mafya lideri kimdi Zindaşti idi, bir İran vatandaşı idi. Türkiye’de ne işi var diyeceksiniz, size derim ki Afganistan’dan Avrupa’ya taşınan uyuşturucunun geçiş bölgesi Türkiye olmuş, buna da bazı siyasetçiler gözlerini kapatmışlar diyebilirim. 2008-2010-2013-2016-2018-2020-2022-2023 varlık barışları çıktı. “Nereden kazanırsan kazan uyuşturucudan mı, nerden bulursan paranı getir” düzeni Türkiye’de kurulmuş, tertemiz Cumhuriyetin üzerine.
Size diyebilirim ki özgürce oy vermeye, özgürce örgütlenmeye, özgürce sokakta gezmeye dayalı Cumhuriyet rejimi kendi vatandaşını 250 bin dolara kirli bir pazara pazarlığa çıkarmış bu adamlar böyle dolmuş ülkemize. Ama daha fenası, daha belası var çünkü o Zindaşti Ergenekon kumpasında geldi gizli tanık oldu, Fethullahçılar getirdiler. Yetmedi dışarı çıkarıldı sokak ortasında İstanbul’da Bakırköy’de bir atleti katletti, Bağdat Caddesinde bir başkasını katletti. Hapse girdi, insan öldürerek bir uyuşturucu baronu İranlı hapse girdi. Bu uyuşturucu baronu Cumhurbaşkanlığı külliyesinden bir danışmanın üstelik “bu ülkenin anayasasını yapacağım” diye Burhan Kuzu’nun hâkime bir telefonuyla serbest bırakıldı. Bir ekmek çalsa yıllarca hapis yatan bir Cumhuriyet yurttaşı orada dururken bir mafya başkanı Cumhurbaşkanına bir telefonla serbest kaldı. O Mafya baronuna dediler ki “nasıl bu noktaya geldin” onu bütün siyasilere Aliye Uzun diye biri tanıştırmış. AKP sinin ilçe yöneticisiymiş. Hatırlarsınız belki “birinci başkan diye RTE diye pankart sallandı, o Aliye Uzun o AKP yöneticisi Aliye Uzun’u şuradan tanırım dedi, “biz arkadaşlarla zaman zaman alem yaparız uyuşturucu alemi, haftada bir yaparız kadınlarla, ararız Aliye Uzun’u bir siyasi parti yöneticisi “bize altı yedi tane kadınla gelir bir gün hepimiz aldık o kadınları odalarımıza çekildik, eksik kadın getirmiş Aliye son bana kaldı ben de onunla birlikte oldum, öyle ilişkimiz başladı” diyor.
Türkiye’nin en büyük baronu geldi burada yaşadı, Türk askerinin yargılandığı davalarda gizli tanık yapıldı, yetmedi adam öldürdü, öldürdüğü adamlar cumhurbaşkanlığından gelen telefonlarla Türk milleti adına karar verip hakimler tarafından serbest bırakıldı, yetmedi Türkiye’yi yöneten siyasi partilerin yöneticileri kendisine kadın servis etti, kendileri yaptı işte bataklık rejimi budur (alkışlar).
O yüzden bugün bataklık rejiminden, önce bataklık rejimini göreceğiz, 105 yıl önce Mustafa Kemal’in yaptığı gibi gerçekçi olacağız. Mustafa Kemal haşa bir peygamber değildi, haşa bir Mesih değildi, bir devrimciydi, devrimciler ayaklarını kendi topraklarının üzerindeki gereceğe basarlar. Öyleyse bugün bu bataklık bizim gerçekliği ise devrimciler evrim yaparlar o gerçekliği değiştirirler. Göklerden bir karar gelmesini, işte ilahi bir ışığın gelmesini beklemezler kendileri değiştirirler. Bunu da şöyle yaparlar örgütlenerek yaparlar, mücadele ederek yaparlar, biz Atatürkçüyüz Cumhuriyet devrimcisiyiz. Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi “geçmişe ağıt yakmak değildir, geleceğin hikayesini yazmaktır. Geleceğin hikayesini yazacaksak bunu siz yazacaksınız. Bazı siyasi partilerin onların liderlerinin onların kapılı kapıların ardında yaptıkları pazarlıklara bu ülkeyi terk etmeyeceksiniz, örgütleneceksiniz, bu ülkede siyaset yapılacaksa Atatürkçü Düşünce Derneği ile yapacak, bu ülkede siyaset yapılacaksa Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile yapılacaktır, bu ülkede siyaset yapılacaksa sendikalarla yapılacak, işçi sınıfı ile yapılacak, bu ülkede siyaset yapılacaksa hukuk dernekleri ve barolarla yapılacak. Bu ülkede kapalı kapılar ardında sözüm ona Atatürk posterini duvarına asmış bazı partilerin başka partilerle yaptıkları pazarlıkların sonucunda olmayacak o zaman siyaset böyle olmayacak gidersiniz oy verirsiniz beklersiniz beş yıl daha yine ağlamaya devam edersiniz. Böyle olmayacak. O yüzden ben bataklıktan çıkmak için size şu partinin bu partini üyesiyim, bir partinin üyesi olarak konuşursam yeterince gerçeği söylememiş olurum. Örgütleneceksiniz, mücadele edeceksiniz, siyasetin toplumla yapılan bir şey olduğunu bu ülkenin siyasetçilerine anlatacaksınız.
Bir mücadele dava düşmanı yenerek başlamıyor çoğu zaman, önce kendimizle verdiğimiz bir mücadele olacak. Açık söyleyeyim Mustafa Kemal bu mücadeleye başladığında en yakın arkadaşları bile düşmanın kovulacağına Cumhuriyetin kurulacağına Mustafa Kemalin ne yakındakiler bile inanamıyorlar zor inanıyorlardı. Çünkü sizin emperyalizm dediğiniz koca bir dev insanın gözünde koca bir dev nasıl yenilebilir İngiltere, yenilemez görünüyordu. Örgütleneceksiniz, mücadele edeceksiniz örgütlü mücadele toplumsal mücadele siyaset olduğunu öğreneceksiniz. Önce kendi içinizde bir şey yeneceksiniz korkuyu. Bir millet ki, korkuyorsa esir olmuş teslim olmuş, ona giydirilmeye çalışılan kaderi üzerine giymiş demektir.
29 Ekim 2023 de İstanbul’da dolaşıyorum, herkes Cumhuriyeti kutluyor 100. Yıl AKP li belediyelerin önünden geçerken onların billboardlarında “Cumhuriyet fazilettir Cumhuriyet fazilettir”. Güzel söz Atatürk’ün sözü, ama bu kadar mı Cumhuriyet fazilettir, bu kadar değil, ama onlar bu kadarını söylemeyi seviyorlar. Çünkü fazilet kelimesi çok severler ama en faziletsiz davranışları da başta milletin parasını alıp ceplerine doldurmak üzere en faziletsiz davranışları da onlar yapıyor. Atatürk diyor ki, “Cumhuriyet ahlaki fazilete dayanan bir idaredir, Cumhuriyet fazilettir, sultanlık korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanları yetiştirir, sultanlık korkuya tehdite dayalı olduğu için korkak zelil, sefil, rezil inşalar yetiştirir”. Bunu ne zaman söylüyor, 1925 Ekim ayı daha Cumhuriyet iki yaşında bile değil. Atatürk’ün de endişeleri olduğunu düşünüyorum çünkü Cumhuriyetin hala çok ayakta yaşayan bir karşıtları var. Bu sözü kime söylüyor, İzmir’de kız öğretmen okullarına böyle gözlerine bakarak söylüyor. Biraz sonra Atatürk’ün yanından ayrılacaklar, Anadolu’nun içerisine dağılacaklar ve köylülere yurttaşlara cumhuriyeti öğretecekler, Cumhuriyet yurttaşı olmayı öğretecekler, Ama Atatürk onarın gözlerine bakarak bütün büyük sözlerin arasında bir şey söylüyor, korkmayın diyor çünkü iki yıl önce unutmayın sultanlık rejimi diyor, tek adam rejimi diyor, tek adam rejimi korkak insan yetiştirir. Korkak insan yetiştirdiği için o korkak insan zelil sefil bezgin insan haline gelir. Korkak çünkü özgürce sözünü özgürce yazısını, özgürce örgütlenmesini söyleyemez. Haliyle yüz yıl önce Kalkınma devrimini yapmış kalkınma cumhuriyet devrimi, yüz yıl önce çocuk devrimdir Cumhuriyet, kadın devrimidir cumhuriyet, Cumhuriyet dil devrimidir, kıyafet devrimidir, laiklik devrimidir, anayasa devrimidir Cumhuriyet. Hepsi ayaklar altına alınmışsa benim size sözüm yüz yıl önce Atatürk’ün o gün orada söylediği söz olacak. Korkmayın önce kendi içinizdeki korkuyu yenin sonra örgütlenin, mücadele edin bataklıktan öyle çıkılır (alkışlar).
Gelecek yazımızda Murat Ağırel’in konuşmasını sunacağız.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget