Seçkin izleyicilerin katıldığı salonda panelde açılış konuşmasını yapan 29 Ekim Kadınlar Der. Genl. Başk. Şanal Sarıhan kısaca şunları söyledi:
“Cumhuriyetimizi yaşımıza uygun olarak ne yazık denk tutamadık, Cumhuriyet devrimleri, kadın hakları, bütün temel hakları yönünden, yaşam hakkımız yönünden giderek geriye doğru çekildiği ve 20 yılı aşkın sürede de artık aslında demokratik ve laik bir hukuk devleti olmaktan neredeyse tarikatların kuşattığı bir ülke haline geldiğimiz gerçeği ile karşı karşıyayız. Birkaç gün önce bir terör olayı oldu, onun hemen arkasından geçmişteki gibi iktidarla ısrarla bayramları yaşatmamak için bayramların o sevincine ortak etmemek için bir engel buluyorlardı, yeni bir engel yaratılmak istendi ama, neyse ki hem siyasi partiler doğru bir tutum aldılar, hem de belediyeler doğru tutum aldılar. Cumhuriyeti bir bayram gibi kutlamaya devam etmemiz gerekiyor, çünkü tarih bilinci ulusları var eden bilinç hem kendi tarihimizden uzak olursak kendi tarihimizin o görkemli yürüyüşünü biz öğrenemezsek çok çabuk teslim oluruz, çok çabuk baş eğeriz. İçinde bulunduğumuz bütün olumsuzluklara karşın bugün burada Cumhuriyet Bayramı nedeniyle burada toplantıda olmanın gene de sevincini duyuyoruz”.
Panelin ilk konuşmasını yapan Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Cumhuriyetimizin kuruluşunun 101 yılında sevgili önderimizle birlikte Kurtuluş Savaşımızın mücadelesini veren, cumhuriyetimizin kuruluşunda yer alan tüm büyüklerimizi rahmetle sevgiyle anıyoruz. Kısa bir süre önce Türkiye’de bebek ölümleriyle ilgili gelişmeleri izledik, toplumda büyük bir tepkiye neden oldu, çok büyük bir öfke patlaması yaşadık. Bir şey dikkatimi çekmişti, medyada deniliyordu ki “bu olay Cumhuriyet tarihimizin en büyük skandalıdır”; bu olayı Cumhuriyetimiz üzerinden mi tanımlamak gerekiyordu? Cumhuriyetin en büyük skandalı ifadesini kullanmak doğru muydu, bu yaşanan olayların cumhuriyetimizin bir bağlantısı var mıydı? Cumhuriyetin neresindeyiz?
Cumhuriyet kazanımları anayasamızda 61 Anayasasında 82 Anayasasında özellikle Cumhuriyetimizin temel değerleri Cumhuriyet devleti üzerinden tanımlanmıştır. Niye Cumhuriyetimizin temel değerleri genel olarak ortaya konmadı da Cumhuriyetimizin temel değerlerini Cumhuriyet devleti üzerinden tanımlıyoruz. Ama nasıl olursa olsun bu anayasalarımız Cumhuriyet devletimizin beş temel niteliği olduğunu ya da kazanımı olduğunu ortaya koymaktadır. Birincisi üniter devlettir, üniter devlet ulus devlet. İkincisi laik devlet, üçüncüsü sosyal devlet, dördüncüsü hukuk devleti, beşincisi de demokratik devlet. Bunlar bu sıralamayla gitmiyor, bunların tümü eş değerli tümü eş zamanlı, bunların birisi olmazsa ötekiler de yoktur, beşinin aynı zamanda olması sağlanması gerekmektedir. Aslında biraz da Yusuf Has Hacib’in ünlü Kutadgu Bilig kitabındaki değerlendirmesine benziyor. Çok eski bir tarihte yazılmış Kutadgu Bilig 1070 Yusuf Has Hacib o kitapta, Saltuk Buğra’ya diyor ki, d”evletin dört temeli vardır adalet, hazine, ordu ve bayındırlık ya da kalkınma umran, bunlardan birisi yoksa ötekiler de yoktur; ötekiler yoksa devlet de yoktur”. 1070 de yapılan bu değerlendirmeyle bugün günümüzde yapmamız gereken değerlendirme arasında çok büyük bir farklılık yok.
Ben burada demokratik devlet nitelemesi üzerinden yapmak istiyorum. Anayasamızda demokratik devlet ifadesi kullanılıyor ama demokratik devletin sisteminin yönetim sisteminin ne olduğuna ilişkin bir açıklama yok. Yani demokratik devlet parlamenter sisteme dayalı bir devlet midir, demokratik devlet başkanlık rejimini de içeren, ya da tek adam rejimine kadar giden sistemlerini de içeren bir devlet midir? Böyle bir resmi tanım yok ama pratikte cumhuriyetimizin başından bu yana demokratik devletle parlamenter sistem güçlerin birbirlerini dengelediği denetlediği bir sistemden söz edilmektedir. Bazı hukukçular, uzmanlar bunun farklı bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini bildirmekteler. 1924 Anayasasının aslında böyle olmadığını ileri sürmekteler. 1924 Anayasasında da 7. Maddeden hareketle söylüyorum parlamenter sistem esas alınmıştır. 1927 ile 1961 arasındaki geçem 37 yılla Türkiye fiilen Türkiye parlamenter sisteme dayalı olarak yönetilmiştir. 1961 Anayasasından itibaren belirgin bir biçimde 2017 tarihine kadar Türkiye’nin yönetim sisteminin değiştiğini 2017 tarihine kadar Türkiye parlamenter sistemle yönetilmiştir. Devlet erklerinin birbirlerini dengelediği denetlediği bir sistem Türkiye’nin yönetimine egemen olmuştur. 94 yıl demokratik devlet parlamenter sistemle yönetildi. 2017 de oylama yapıldı, referandum oldu, mühürsüz oy pusulalarıyla “atı alanın Üsküdar’ı geçmesiyle” kıl payıyla bu referandumu kaybettik.
Türkiye birdenbire dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen, provası yapılmamış olan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adıyla anılan ve bir sisteme geçiverdik. Bunun iki sonucu var, birinci sonuç şu, fiilen uygulamaya geçilen 2018’e cumhurbaşkanlığı seçimiyle uygulamaya geçildi. 2018 yılından bu yana devletin hiçbir icraatı hiçbir uygulaması cumhuriyete izafe dilemez, cumhuriyetin uygulamaları değil, cumhuriyeti bağlamaz, dolayısıyla bu değerlendirme de doğru değil. “Cumhuriyet tarihinin en büyük skandalı” ifadesi doğru değildir. Türkiye tarihinin en büyük skandalı cumhuriyet sözcüğü burada kullanılmamalıdır, cumhuriyet sözcüğü burada eskitilmemledir.
İkincisi, bizim bu geçişimiz Türkiye devletinin kapasitesini azaltmaya başlamıştır. Devlet kapasitesi 2018’den itibaren gittikçe gerilemeye başlamıştır, o tarihten itibaren T. C: ti devleti artık etken bir devlet değildir, işlevsel bir devlet değildir. Yani istediği sonucu elde edebilen sonuca gidebilen bir devlet değildir. Devlet iş yapamıyor, devlet sonuç alamıyor artık işlerden. Yönetememe hali diye adlandıracağımız, o tarihten bu yana bir durumu yaşıyoruz, yönetememe hali. Anayasamızda olağan yönetim var, eski adıyla Teşkilatı esasiye kanunu, devletin olağan olarak nasıl işleyeceğini nasıl çalışacağını anlatma hali. Olağan hal, anayasamızda bir de olağanüstü hâl var, olağanüstü hâl nasıl işler, olağanüstü hale nasıl geçilir. Ama anayasalarımızda yönetememe hali diyebileceğimiz bir durum söz konusu değil. Belki de bunun yasal tanımlamasını yapmaya gerek yok, yönetememe halinin ne olduğunu anlamak için Türkiye’ye bakmak gerekiyor, çünkü anayasasını uygulayamayan ya da uygulamayan, bebeklerini koruyamayan, güvenliğini sağlayamayan, TUSAŞ ı söylüyorum, çok acı çok vahim bir olay olarak TUSAŞ ı görüyorum, emeklilerini aç bırakan, kadınlarını koruyamayan bu devlet yönetememenin halini tam halidir.
Bu devlet cumhuriyetin o beş niyetinden demokratik devlet niteliğini taşıyan devlet değildir.
Bu soruyu sormamın gerekli olduğunu düşünüyorum, bu nasıl olur, nasıl oldu da koskoca Türkiye 94 yıldır parlamenter sistemi bıraktı, “Üsküdar’ı geçmeler” vs birdenbire tek adam rejimine geçtik. Bunu sorgulamamız gerekir, bunu ortaya çıkarmamız gerekir, çünkü cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına bir yıl aldık, daha sonraki yıllarda bu olayları yaşamamak için benzer gelişmelerle karşılaşmamak için bunun neden böyle olduğunu bilmemiz gerekiyor, tartışmamız gerekiyor.
Devletimizin parlamenter sisteme göre şekillenmiş birbirlerini gerektiği gibi var sayılan güçleri yasama, yargı ve yürütme, bu güçler tek adam sitemine geçişimizi engellemeye yetmedi, güçleri yetmedi, bence bundan hareketle cumhuriyetimizin yeni bir güce ya da yeni güçlere ihtiyacı olduğunu saptamamız gerekiyor. Yani kâğıt üzerinde öyle yazıyor, sistem öyle kurduk, o korumuyor koruyamadı, koruyamadığını gördük şu anda yaşıyoruz, demek ki kâğıt üzerinde yazmamız yeterli değil, cumhuriyetimizi koruyacak yeni güçleri tanımlamalıyız, cumhuriyetimizi koruyacak yeni güçleri harekete geçirmeliyiz.
Devlet yönetimi dediğimiz şey, devletin sahibi olan halkın seçtiği temsilcilerden ya bu temsilcilerin tayin ettiği temsilcilerden oluşmaktadır, devlet bu. Seçilenler, ya da seçilenlerin tayin ettiği seçilenlerin atadığı yöneticiler, burada halk yetkisini seçtiklerine veriyor, milletvekillerine veriyordu, o milletvekilleri de hükümeti oluşturur, devletin genel müdürlerini müsteşarlarını, yöneticilerini tayin ediyordu. Bu olmadı, halktan alına yetki yani egemen olan egemenliği kayıtsız koşulsuz elinde bulunduran halktan alına yetki kullanılamadı, koruyamadılar, cumhuriyetimizi esirgeyemediler o nedenle bana göre çözüm yeni dönemde doğrudan halkın devreye girmelidir. Halkın devlet yönetimine gelmelidir, çünkü umudumuz halkımızdır”.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Yorum Gönder