Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)

Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinden 29 Ekim Kadınlar Derneği’nin destekleri ile “Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz” konulu panel düzenlendi.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)
Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinden 29 Ekim Kadınlar Derneği’nin destekleri ile “Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz” konulu panel düzenlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde 27 Ekim 2024 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın, Prof. Dr. Yazar Erendiz Atasu, Prof. Dr. Ülker Gürkan konuşmacı olarak katıldılar.

Panelde üçüncü konuşmacı olarak Prof. Dr. Erendiz Atasu konu hakkında şunları anlattı: “Her şey sıfırdan başlar, kafası alacak kapasitesi olana bunu öğretir galiba ben bunu öğrenmiştim. Ben bir yazarım, ekolüm hayat, hayata bakarım size de hayattan yola çıkarak Cumhuriyetin inişinin bir hikayesini, kısa bir hikayesini sunacağım.

Cumhuriyetin 101. Yılı elbette kutlu olsun, tamamen karamsar olmak için hiçbir neden yok. Çünkü yetişmiş elemanlarımız var, Cumhuriyet kurulduğu zaman nüfusumuz o kadar azdı ki yetişmiş elemanlarımızın büyük bir kısmı da şehit olmuştu. O kadar küçük o kadar küçük bir nüfusla Cumhuriyet yola çıktı ki, onların yaptıklarını, onların kat ettiği yolu gördüğümüz zaman, utanıyoruz aslında utanmamız gerek; gene de büyük bir yetişmiş nüfusumuz var. Değerini bilmesek de var, bir kısmı yurt dışına gitsek de var, şu anda yurt dışına giden gençlerimizin hiçbiri tamamen yurdundan kopmuyor, bakın bunu seçimlerde gördük, millet Amerika’da bilmem kaç eyaleti kat edip hem de arabasıyla filan birkaç trafik değiştirerekten gidip ikinci defa seçimde oy kulandı. Bu bize bir şey gösterdi, şimdi insanlarımız var çok nitelikli kadınlarımız var, iki tanesi burada, Ülker Hoca ile Şanal Hanımın hukuk alanında gösterdikleri mücadele gerçekten çok saygındır. Kadınlarımız çok gayretli, kadınlarımız vaz geçmiyor, kadınlarımız külyutmuyor. Yeter ki biraz ataerkil bir düzene gözlerini açmış olsunlar, ondan sonra külyutmuyorlar.

Cumhuriyet işin başında, nasıl bir ülke nasıl bir vatandaş buldu? Yanmış yıkılmış bir ülke, hani diyorlar ya “Osmanlıyı Mustafa Kemal yıktı”. Oysa Osmanlı çoktan yıkılmış, Osmanlının yıkılması II. Mahmut döneminde başlamış, yıkıla yıkıla Birinci Dünya Savaşına kadar gelmiş. Birinci Dünya Savaşından sonra öyle bir yıkılmış Osmanlı ki şehit olanların maaşını ödeyemiyor. İlgilenenlere tavsiyem ederim Zafer Toprak Hoca’nın Osmanlının son dönemini Cumhuriyetin ilk dönemlerine dair olan kitaplarını lütfen okuyun. Darvin’den Cumhuriyet, İnkılap ve travma, okuduğunuz vakit gözünüzden bir perde kalkıyor. Ben hep düşünmüşümdür on yıl kesintisiz harp etmiş bir memlekette ne adet kalır ne anane kalır ne yasa kalır ne din kalır. Ha yobazlık kalır ama din kalmaz, nitekim kalmamış camiler yakılmış yıkılmış işgal sırasında, insanlar ölüsünü gömecek imam bulamıyor, hangi din. Böyle bir ülke kim var ortada, bir avuç Osmanlı zamanında doğmuş, parasız yatılı okumuş, cumhuriyete sahip çıkan bir grup asker sivil aydın, genç aydınlar ya da orta yaşlılar bir grup aydın. Bir avuç milli mücadeleye katılmış toprak ağaları, şehirlerde çıkıyor mu çıkmıyor mu az miktarda ahali. Kırsalda sınırsız köy kitleleri okuma yazma bilmiyor, savaşta mahvolmuş, toprağı verimsiz vaziyet bu. Nüfus olarak az okumuş ama gayet etkili, yobaz grubu. 

Cumhuriyetin yola çıktığı olay bu. İnsanların birçoğu hasta, fiziksel olarak hasta. Bakın afet yaşıyoruz çocuk ölümleriyle, bu yaşadığımız felaket, ahlaksızlığın son mertebesi, şunu niye herkes sormuyor, bu bebekler niçin öldürüldü, kime ne kadar sağladı bu, bunun sorusunu soran ir cevap veren var mı? Neden öldürdüler çocukları? Yalandan tedavi etti “ilaç verdim” dedi vermedi, onun parasını devletten aldı. Niye öldürüyor, bu öldürülenler birilerine lazım. Hepimiz bunları düşünmemiz lazım. Cumhuriyetin ilk yıllarında hatta 1950 lirlerde verem bir, sırma iki, trahom üç, frengi dört kırılıyor ahali, özellikle yoksul ahali. Cumhuriyetin kamucu sağlık politikaları ilk on yıllarda 50 ye 60’a hatta 70lere kadar bu süzdü. Sağlık politikaları bu kadar vahşi olan bu hastalıkları durmadan ölüme sebebiyet veriyor. Verem, sıtma, trahom, frengi bunları ilk on yılda cumhuriyetin sağlık politikaları ve anlat hiç kimse onlara saygı duruşunda bulunmaz. Cumhuriyetin devlet memuru hekimleri, hasta bakıcıları, eczacıları canları pahasına çalışarak o nesilleri sağalttılar. Saygı duruşlarda bu uğurda hayatını vermiş sağlıkçıları lütfen anın.

Cumhuriyetin önemli sorun nüfusu çoğaltacak, ikinci sorun nüfus hasta, üçüncü sorun nüfus cahil, dördüncü sorun iktisadi üretim çok az, fakat tarım tamamen durmuş vaziyette Cumhuriyet ne yapacak. Cumhuriyetin kadroları sosyalist falan değiller, Cumhuriyetin kadroları Fransız Devrimi idealleriyle yetişmiş ona ulaşabilmişler zaman ve zemin icabıyla. Fransız İhtilali ile dünyaya yayılan özgürlükçü cumhuriyetçi, aydınlanmacı fikirleri özümsemişler ve onların yolunda iş görmek istiyorlar, vatandaş yaratmak istiyorlar, kuldan vatandaşa yükseltmek istiyorlar. Cumhuriyetin bütün yaptığı sonuç olarak bu vatandaşı yetiştirmektir ve o vatandaşı güvenceye alacak kurumları kurmaktır, yaptığı budur. İnsanı yetiştirmek ve o insanı güvenceye alacak kurumları hayata geçirmek. 

Peki biz bu kurumların kıymetini bildik mi? İkinci Dünya savaşından sonra İsmet İnönü, hayatımızı ona borçluyuz, İkinci Dünya Savaşına girmiş olsaydı muhtemelen şurada bulunan insanların onda biri doğmuş olacaktı ancak. İsmet İnönü bile partisinin sağ tarafına ödün vermekten kurtulamadı. Ondan sonra Demokrat Parti derken darbeler çağı başladı vs Cumhuriyet fikri hür, irfanı hür insanı yetiştirdi, ama ondan sonra gelenler, ilk kadrodan sonra gelenler bu yasanın kıymetini bilemediler.

Nüfusu üretken hale getirmek ve sağlığı düzeltmek ancak ve ancak kamucu politikalarla mümkündü. Dedim adamlar sosyalist falan değil, ama yurt sevgileri ve feci durum onları sosyalizme yakın önlemler almaya uygulamalar yapmaya doğrultuyor, çareleri yok. Atatürk’ten biraz bunun için emperyalist ülkelerin politikacıları nefret ediyorlar, saygıları var tamamen göstermelik. Onun yanında emperyalizme kafa tuttuğu için kızıyorlar, hem de onun zamanında girip sonra İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan, sonrasına kadar hatta 50 lere kadar dönemde bunu sosyalizm benzeri uygulamalar da dolaysıyla onun için kızıyorlar.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)

Eğitim seferberliği, parasız yatılı uygulamaları, her köye bir okul her köye bir öğretmen ve tabi doruğunu Köy Enstitülerinde buluyor. Köy Enstitülerindeki fikir Atatürk’e ait. Uygulayan İnönü, destekleyen İnönü, canını verecek Köy Enstitüleri için İnönü, fakat sonra öyle bir sıkışıyor ki İnönü sağ tarafı, ilk kapatan da İnönü, Demokrat Parti kapatan değil, Demokrat Parti köküne kibrit suyu döker.

Kadın Devrimi de elbette bir açıdan toplumu üretim haline geçirmek, insanları üretken haline geçirmek yani hem sosyal hem sanayide entelektüele varmak, İnadına bununla alakalı. Doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in dehasıyla alakalı. Mustafa Kemal daha 1918 yılında hatıralarını tuttuğu deftere “Mustafa Kemal’in Karsbak Notlar” diye kitapta Afet İnan Mustafa Kemal ağdalı Türkçesinden biyomik Türkçesine aktarmış, ama aslında mevcut, Mustafa Kemal’in söyledikleri mevcut, orada Mustafa Kemal ise kadın erkek meselesini kökeninde cinsel ahlakın olduğunu böyle cinsel falan demeden ana mükemmel anlamıştır diye yazıyor. Kadına farklı erkeğe farklı ahlak uygulamasına karşı çıkıyor, bunun yanlış olduğunu söylüyor. Bunu anlamak nedir, bunu anlamak kadın bedeninin bir meta olarak bir eşya olarak sahip verilecek kullanılacak icabında atılacak icabında yok edilecek bir eşya olarak kabul edilmesidir, toplum tarafından. Sade erkekler değil, kadınlar tarafından da. Bunun farkında, 1918 yılında aydınlanmanın vatanı olan ülkelerdeki Birinci Dünya Savaşı’nın sorumlusu da o ülkelerdir aynı zamanda, orada Hiçbir yere herhalde böyle bir şey düşünmedi, aklının köşesinden bile geçmedi. Atatürk böyle bir adam, kadın devrimini Atatürk’ün dehasına borçluyuz. Nüfusumuzu üretken hale geçirmede de onun çok alakası var. Bu meselede, benim yaşım 70 in bir hayli üstü; çocukluğumda ben de gördüm Anadolu şehirlerini. Babam taşralı b ir ailenin çocuğu idi, annem Selanik’i İstanbul’u daha okumuş bir aileden. Babam eşraf ailesinin çocuğu idi, parasız yatılı okumuş ve bayağı din kurumunu sorgulayan bir insandı, bu sorgulama nerede başlamış, ilkokulda küçücük yatılı iken, çünkü sabahın köründe çocuklar sabah namazına kaldırılıyorlar, uyanamıyor çocuklar ana kuzusu daha yavrular, uyanamayanlar falakaya çekildikten sonra namaza kaldırılıyorlar. Bu uygulamayı yaşayan bir insan karakter sahibi ise bu kurumu sorgular. Eğer köle olmaya bir tabiatı varsa tamamen onların aparatı olur.

Niye şimdiye kadar imam hatip okulları açıldı, birkaç zaman önce 29 Ekim Kadınlar Derneği de andı Bahriye Üçok’u. Bahriye Üçok senatör kürsüsünden haykırıyor 1970lerde AP Partililere CHP’lilere hepsine. Diyor ki, “bakın durmadan imam hatip okulu açıyorsunuz”, haddim olmayarak ben ilave ediyorum muhterem devletim bir taraftan bir sol rüzgâr esiyor, ne o niye denetlemiyorsun, niye bunları açıyorsunuz yapmayın, 30 sene sonra bu ülkeyi bu insanlar yönetecek” diyor. Kimse bu uyarının ne kadar gerçekçi ne kadar haklı olduğunu anlayamıyor, anlayanlar varsa da anlatamıyorlar. Benim çocukluğumda din bahsinde muhafazakâr diyeceğimiz ailelerin içerisinde beş vakit namaz kılan, üç ay oruç tutan, bayramdan bayrama namaz kılan, Ramazan’ın başında sonunda ortasında oruç tutan ve de bunların hiç birisini yapmayan insanlar, aile bağları çok sıkıydı o günlerde, birbirleriyle kavgasız yaşarlardı, yoktu böyle olay. 

Örtünme bahsinde örtünmenin gelenekle ilgisi vardır. Örtünmenin dinle Kuranla ilgisini kurmuyordu, örtünme tabi ki yaygındı ama gelenek, erkek saygıyla alakalı bir genetikti, çok fark var şimdiki ile arasında. Türkçe ’de eski bir laf vardı, “başı açık o….” Siz anlarsınız ne demek istediğimi, “başı açık günahkar” denmez, “başı açık mürtet” denmez, “başı açık gavur” denmez, “başı açık münafık” denmez, “başı açık o….” deniyor. Örtünme Amerikan zenci hareketinin ve Müslüman kardeşlerin formatıdır, ama bunu anlatamadık. Bunu kendi arkadaşlarımız, feminist arkadaşlarımıza anlatamadık.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)

Cumhuriyetin yolu neydi, baştan aydınlanmacı, laik, karma ekonomi, devlet ekonomisi karşıda karma bir ekonomi, ziraat sektör ve devlet sektörü; şimdi devlet sektörünün işe girmesinin zararları oldu mu? Evet oldu, devlet eliyle zenginleştirmeler başladı, bu yozlaşa yozlaşa hoop şirketlerin vergilerinin bir kalemde silinmesine kadar ulaştı. Bir karma ekonomi, sonra ne oldu, sonra İkinci Dünya Savaşından sonra dünya değişti. Bakın karma ekonomiden ayrılıp tamamen giderek kapitalizme teslim olmanın bir eleştirisini yapacak durumda değilim. Ama hayatın içinde sonuçlarını görüyorum. Şunu da görüyorum, tamamen kapitalizme yöneldikten sonra başladı, laiklikten ve aydınlanmadan verilen ödünler arttı arttı. Neden, çünkü kapitalizmin hele bizim gibi vaktiyle sömürgen ülkelerin biriktirdiği servet birikimini biriktirerek bizim gibi yoksul ülkeler için kapitalist gelişme bir şeye muhtaç, ona a muhtaç gerçekten adam var, nedir o ucuz işgücü, ucuz iş gücüne ihtiyaç başka birer birer eğitimden birer birer üretimden feragat edildi. Bir tarım işçisi ya da bir fabrika işçisi kendi üretim işinde durduğu verilen köle ücretine razı olur mu olmaz, razı olsun diye bu ödünler verildi. Peki ne yapacaksın bu yoksul insanlara, sefaleti yaşıyorlar bu dünyada onlara bir öbür dünya vadedeceksin, gelsin tarikatlar, gelsin şu bu. Bunun buraya varacağını ne Demokrat Parti ne CHP ne SHP ne DP’nin ardınları hiç biri bunu göremedi. Zannettiler ki bu din olayını kendi kontrollerinde tutabilirler. Tutamazlar, tutamazsın, çünkü insanın doğrudan doğruya kendi bedeniyle, ölüm korkusuyla çelişkilidir. Ona yapıştı mı sonuna kadar, ben inanca karşı değilim insanda bir vade önemli değil, ama ona böyle bir cankurtaran gibi sarıldı mı ona hükmeden dini kurum ve bütün ülkeye hükmeder. Özal döneminde tamamen liberalizme teslim olduk. AB liğine alabilirliğimiz alınmamız alınıp alınmayacağımız çok şüpheli iken Gümrük Birliğine girdik. Belki bunların mantık süreci vardır, mutlaka iyi niyetle yapılmıştı, ama sonuç çok kötü oldu. Belki ek önlemler alınmalıydı belki gerekli sebepler vardı ki onlar yöneticiler buna gittiler. Ama sonuç ne oldu, ama bugün bakın tarımımız ölü, giderek öldü. Üretici hiçbir şey kazanamıyor, tarlasını icrayla satıyor. Biz tüketici kedinin ciğere baktığı gibi bakıyoruz. Ben 30 sene hizmetten birinci derece devlet memurluğundan profesör emekli maaşımla bekliyorum ki elma insin, hafta sonunda indirim olacak elmada bekliyorum ki elma alayım diye. Ben böyleyken haram paraya ulaşmamış insanlar, kara paraya ulaşmışlar daha düşük ücret alan insanlar acaba ne halde”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget