Şubat 2025
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

Baskı Grupları Demokrasiyi Ayakta Tutan  Kılcal Damarlardır
Demokrasilerin olmazsa olmazı baskı gruplarından olan sivil toplum kuruluşlarının önde gelen kurumlarından TÜSİAD yöneticilerinin,  uzun bir sessizlikten sonra,  nihayet suskunluğunu bozarak,  iktidarın ekonomik, sosyal ve hukuk politikalarını eleştirerek sistemin çöktüğünü dile getirmeleri,  iktidarın sürekli elinde tuttuğu yargı sopasınınım yönünü TÜSİAD'a çevirdi. TÜSİAD yargı sopasının boy hedefi haline getirildi. 


Bu ülkenin ekonomisine; ürettikleriyle, ihracatıyla, kazandırdıkları dövizlerle,  ödedikleri vergilerle ve sağladıkları istihdamla çok önemli katkılar sunan,  iktidarları iktisaden ayakta tutan,  Türkiye sanayici ve işadamlarının mesleki kuruluşu TÜSİAD tarafından iktidarın ekonomik,  sosyal ve hukuk politikalarının eleştirilmesinden daha doğal ne olabilir?


İktidarın iktisadi, sosyal ve hukuk politikalarının kötü olması ve bunun sonunda sistemin adeta çökmesi, tüm toplumu ilgilendirdiği gibi,  doğrudan iş adamlarını da yakından ilgilendirmektedir. 


Bu nedenle iktidarın eleştirilmesi,  asla iktidara yön vermek ve milli iradeye müdahale olmayıp, yanlış yapan iktidarı uyarmak ve onu doğru yolu gösterip hatırlatmaktır. 


Siyasal iktidarın,  seçim kazanarak iş başına gelmesi,  onu hiçbir haklı eleştiriden azade kılamaz. İktidar,  mevcut anayasa, yasalar ve hukuk sistemine uyarak ve saygı duyarak ülkeyi yönetmek ve halktan aldığı iktidar yetkisini kötüye kullanmamak zorundadır. 


Halk;  beş yılda bir sandığa gidip oy kullanarak iktidarı denetleyebildiği,  onu oylarıyla cezalandırabildiği gibi, seçim sonrası beş yıllık dönemde,  yeni seçime kadar da ferden ve demokratik baskı grupları vasıtasıyla siyasi iktidarın icraatlarını eleştirerek denetleme hakkına sahiptir. 


Demokrasilerde; Barolar, sendikalar, dernekler, çeşitli meslek örgütleri  ve benzeri her türden sivil toplum, basın ve medya  kuruluşlarının oluşturduğu baskı grupları,  demokrasinin kılcal damarları olup, bu kılcal damarlar, demokrasinin ayakta kalmasına ve düzgün işlemesine katkı sunmaktadır. 


Bu nedenle,  hiçbir siyasal iktidarın hatalı icraatlarını eleştiren TÜSİAD'ı,  yargı sopasıyla tehdit etmeye asla hakkı ve haddi yoktur.  


TÜSİAD bünyesinde yer alan sanayici ve iş adamları;  iktidara sundukları ekonomik katkılarıyla ülke ekonomisini ayakta tutan önemli insanlardır. Ödedikleri vergileriyle sağladıkları döviz girdileri ve yarattıkları istihdam yoluyla İktidara sundukları ekonomik  katkılarının; iş başındaki iktidar tarafından,  ülkenin kalkınması için yerinde ve verimli kullanılıp kullanılmadığını denetlemek ve eleştirileriyle iktidara yön vermek,  onların en doğal haklarıdır. 


Ekonomik gücü elinde bulunduran TÜSİAD; haklı eleştirilerinden asla geri adım atmamalı,  iktidarın yargı ve vergi denetim sopasından korkmamalı,  sonuna kadar direnmeli ve demokrasinin teminatı olan  demokratik bir  baskı grubu olduğunu cümle aleme  göstermeli, muhalefet partilerimiz ve halkımız da TÜSİAD'ın yanında yer almalıdır. 


14/02/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Mansur Yavaş'ın Tavrı
CHP'nin aday belirleme konusunda yapmayı planladığı Özgür ÖZEL, Mansur YAVAŞ ve Ekrem İMAMOĞLU'dan oluşan üçlü toplantı,  dün (09/02/2025) yapıldı ve toplantı sonrası paylaşılan gülücüklü fotoğrafa rağmen,  toplantının sonucunda ortaya çıkan,  Mansur YAVAŞ'ın;   aday belirleme önseçimine katılmayacağına ilişkin kararına bakılacak olursa,  toplantının hiç hayra alamet bitmediği anlaşılmaktadır.  


Burada Mansur YAVAŞ'ın tavrını analiz edecek olursak.  


2023 seçimleri öncesinde de anket sonuçlarına göre adı Cumhurbaşkanı adaylığından sıkça bahsedilen ve Ankara Belediye Başkanlığında yaptığı hizmetlerle halkın bir kısmının desteğini alan Mansur YAVAŞ;  dünkü üçlü zirvede,  önseçimlere katılmayacağı kararını açıklarken, Cumhurbaşkanlığı adaylığı sevdasından;  sonuna kadar ve her koşulda, bağımsız olarak veya başka bir partinin adayı olarak da tamamen vazgeçtiğini, Cumhurbaşkanlığı adaylığı defterini tamamen kapattığını mı beyan etmiştir, yoksa,  patisi CHP'nin belirlediği yöntemle ve onun belirleyeceği zaman diliminde önseçime katılmayarak, bu koşullarda ve şimdilik kaydıyla aday olmak istemediğini beyan ederek,  adaylık kapısını açık mı bırakmıştır? Bu önemlidir.  


Mansur YAVAŞ;  bugün, yarın ve yarından sonra,  hiç fark etmez, hangi tarihte yapılırsa yapılsın,  yapılacak olan ilk seçimlerde Cumhurbaşkanlığına aday olmaktan kesinlikle vazgeçtiğini ve bu nedenle partisi CHP'nin yapacağı aday belirleme önseçimine katılmayacağını kesin bir dille açıklayarak ön seçimlere katılmayacağını beyan etmişse, Cumhur İttifakına bir yararı olmayacak olan bu nötr kararına ancak saygı duyulur ve CHP tarafından kendisi hakkında yapılacak bir disiplin soruşturmasına da gerek yoktur.  


Ancak, Mansur YAVAŞ;   ileride oluşacak koşullara göre kendi kişisel menfaatleri için;  bugünlerle partisinin belirleyeceği tarihte yapılacak olan  aday belirlemeye yönelik önseçime;   ileride bağımsız veya bir başka partinin adayı olarak cumhurbaşkanlığı seçimine katılma hakkını mahfuz tutarak ve şimdilik kaydıyla   katılmayacağını açıkça beyan etmiş veya bu niyetini ihsas ettirmişse, bu tavır ve duruş;  ülkemizin geleceği ve CHP adına çok vahim sonuçlar doğurmaya gebe olup, bu tavır ileride Mansur YAVAŞ'a asla ve asla seçim kazandırmayacağı gibi, tamamen Cumhur İttifakının adayına yarayacak ve ülkemize yapılacak  bundan daha büyük bir kötülük ve ihanet olmayacaktır.  


Aday belirleme daha erkendir diyenlerin kulakları çınlasın.  Altılı masada AKŞENER'in son anda masayı devirmesinden hiçbir farkı olmayan bu vahim durum,  seçimlerin arifesinde de olabilirdi ve doksanıncı dakikada yenilen gol gibi,  artık önlem almaya vakit de kalmayabilirdi.  


Şu anda seçim arifesinde değiliz, Mansur YAVAŞ'ın yukarıda belirttiğimiz iki ihtimalden hangisine göre bu tavrı sergilediğini bilmesek de, Mansur YAVAŞ'ın pişmiş aşa su katan bu tavrını,  CHP'nin telafi etmesi mümkündür.  Hiç kimse paniğe kapılmasın ve Mansur YAVAŞ'ı gözünde çok büyütmesin.  


Önseçim yapılmalı ve İMAMOĞLU önseçimi kazanırsa ve şayet ERDOĞAN onun önünü yargı kararlarıyla keser ve yasaklı hale getirirse bütün emeklerimiz boşa çıkar diye kimse hayıflanmasın.  İMAMOĞLU da moralini bozmadan aday çıktığı taktirde var gücüyle çalışsın, yasaklı hale mi getirildi, inanın ERDOĞAN'ın yapacağı bu kötülük sonuç vermeyecek ve CHP;  önü haksız bir şekilde kesilecek olan İMAMOĞLU'nun yerine, teşbihte hata olmaz,  darda kalıp  kale direğini aday gösterse, İMAMOĞLU'na ait olan ve daha fazlasını temsil eden oy, mevcut iktidardan memnun olmadığını, yandık bittik, geçinemiyoruz, açız.  özgür değiliz diyerek iktidarı eleştiren seçmenler tarafından, inadına o kale direğine verilecektir,  kimsenin şüphesi olmasın.  


Son söz, şayet YAVAŞ;  bağımsız veya başka bir partinin adayı olarak sonuna kadar savaşacağım ve aday olacağım diyorsa, bunu ihsas ettiriyorsa, yani adaylık kapısını açık tutarak CHP'nin önseçim kararını protesto ve kabul etmeme amacıyla önseçime katılmıyorsa partisine isyan etmiş ve parti disiplinini ağır şekilde ihlal etmiş sayılmalı, disipline sevk edilerek hakkında radikal bir karar alınmalıdır.


 10/02/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Yarın Yapılacak Üçlü Zirve Chp Ve Genel Başkanının Kaderini Belirleyecektir
Evet,  yarın Ankara’da CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL'in;   muhtemel Cumhurbaşkanı adayları İMAMOĞLU ve YAVAŞ ile yapacağı üçlü görüşme, CHP ve onun genel başkanı Özgür ÖZEL'in kaderini belirleyecektir.  


Nasıl mı?


Ekonomik koşullardan ve hayat pahalılığından, adaletsiz gelir dağılımından inim inim inleyen Türk halkının büyük kesimi, bu durumdan kurtulmak için tek çarenin,  bu iktidardan kurtulmak ve bunun için de seçimlerin öne alınarak erken bir seçim yapılması gerektiğinde hem fikirdir.  


CHP ve Genel Başkanı da aynı fikirde oldukları için,  erken seçim isterken Cumhurbaşkanı adayını belirlemenin geciktirilmesinin garabetini anlayarak,  erken seçim tezinde samimi olunduğunu ortaya koyabilmek için,  adayın da erken seçilmesini benimsemiş ve adayın ön seçimle demokratik bir şekilde belirlenmesi yöntemine yeşil ışık yakmıştır.  


Muhtemel adaylardan İMAMOĞLU da,  partisinin ve genel başkanının bu görüşüne itiraz etmemekte ve adayın erken ve ön seçimle belirlenmesine onay vermektedir.   Kamuoyu anketlerinde Cumhurbaşkanı adayı olması için İMAMOĞLU gibi taraftar bulan potansiyel adaylardan YAVAŞ ise, kendince yaptığı hesaplarla uyuşmadığı için olsa gerek,  adayın erken ve ön seçimle belirlenmesine sıcak bakmayarak karşı çıkmakta ve bunu da kendisine sorulan sorulara verdiği,  benim önceliğim ekonomi, emekli ve asgari ücretli diyerek açıkça karşı çıkmaktadır.  


CHP üyesi olan YAVAŞ;  halkın da desteğini alan başarılı belediye başkanlığını ve kendi adaylığıyla ilgili anket sonuçlarını arkasına alarak, aday belirleme konusunda,  partisinin görüşüne karşı çıkarak ayrı telden çalmakta olup, YAVAŞ'ın;  bu tavrıyla,  partisini ve genel başkanını, Türk Halkı karşısında zor durumda bırakmaya,  otoritesini yok etmeye, parti disiplinini ihlal etmeye,  asla hakkı yoktur.  


Önseçim er meydanıdır, YAVAŞ;   erken veya zamanında yapılacak seçimlerde CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyorsa, partinin kararlarına, partinin belirleyeceği tarihte İMAMOĞLU ile eşit koşullarda bu ön seçime girmek ve İMAMOĞLU ile yarışmak zorundadır.  


YAVAŞ dahil hiç kimse,  CHP'den büyük değildir.  YAVAŞ'ın kapris yapmaya, dayatmada bulunmaya hakkı yoktur.  Kendisi gibi birçok ilin CHP'li belediye başkanları da çok başarılıdırlar ve uslu uslu yerlerinde oturmaktadırlar,  onlar da pekala bizler de varız diyebilirlerdi.  


Herkes diyor ki;  ERDOĞAN, İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ı karşı karşıya getirerek birbirlerine kırdırmak istiyor.  


Hayır efendim,  öyle bir şey yok.  Olabilir de, siz ERDOĞAN'ın ağzına ne bakıyorsunuz? İMAMOĞLU, YAVAŞ ve Özgür ÖZEL olarak,  ERDOĞAN'ın bu oyununa gelmeyin efendim, sizin politik zekanız, kendi yolunuzu çizme kudretiniz yok mu? kararlı ve kesin bir çözümde anlaşarak,  ERDOĞAN'ın ın bu oyununu bozunuz.  Başkalarında suç aramayınız.  


Benim görüşüm de;   madem erken seçim istiyorsunuz, bu isteğinizde samimi iseniz,  adayınızı belirleyerek ortaya çıkmak zorundasınız.  Hani bir laf vardır ya, ERDOĞAN pabucu yarım çık dışarıya oynayalım diyebilmeniz ve erken seçime zorlayabilmeniz,  ERDOĞAN'a erken seçim çağrısı yapabilmeniz için,  adayınızı belirlemek ve artık CHP'yi aday tartışmaları üzerinden ayrıştırmaya ve yıpratmaya son vermek zorundasınız.  Aday belirlenmediği sürece, bu aday tartışmaları sonlanmayacak ve YAVAŞ'ın savunduğu gibi emeklinin, dar gelirlinin ve asgari ücretlinin sorunlarıyla yeteri kadar uğraşılamayacaktır.  YAVAŞ;  önceliğin,  ekonomi, dar gelirli, emekli ve asgari ücretli olduğu görüşünde samimi ise, adayın erken belirlenmesine, bu aday sorunun çözülerek sonrasında tümüyle ekonomiye öncelik tanınmasına karşı çıkmamalıdır.   


Bu nedenle yarınki (09/02/2025) üçlü zirve çok önemlidir.  CHP'nin parti ve kurumsal kimliğinin yıpranmaması, genel başkan Özgür ÖZEL'in itibarının ve genel başkan otoritesinin korunması adına, bu zirvede öyle veya böyle kesin bir çözüme ulaşılmalıdır.  Bunu çözemezse,  genel başkan Özgür ÖZEL'in;   bu krizi yaratan ve çözemeyen iktidarsız bir genel başkan olduğunu kabullenerek derhal koltuğunu bırakması zorunludur.  


Bu itibarla yarın yapılacak üçlü zirvede, genel başkan Özgür ÖZEL;  çok açık ve net ve de kararlı olarak,  adayın en yakın tarihte ve ön seçimle belirleneceğini YAVAŞ'ın yüzüne karşı yinelemeli ve bu koşullarda aday adayı olarak ön seçimlere girip girmeyeceğini sormalı ve şayet YAVAŞ aday belirlemenin erken olduğunu ve ön seçime katılmayacağını beyan ederse,  İMAMOĞLU önseçim yoluyla aday olarak belirlenir ve ileriki tarihlerde yasaklı hale gelirse, İMAMOĞLU yerine CHP'den aday olarak gösterilme şansını da yitireceği, partide kalıp kalmamakta muhtar olduğu, kimsenin CHP'den büyük olmadığı,  YAVAŞ'a çok açık, net ve kararlı bir şekilde bildirilmelidir.  


Yarınki üçlü zirve bu şekilde, olumlu veya olumsuz kesin bir şekilde sonuçlanmazsa, YAVAŞ'dan da,  Özgür ÖZEL'den de büyük ve değerli olan CHP'nin daha fazla yıpranmaması için, genel başkan Özgür ÖZEL derhal genel başkanlıktan istifa etmelidir.


08/02/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Özgür Özel'in Gafları Bitmek Bilmiyor
Özgür ÖZEL'i hiç tanımam. Sadece politikacı kimliğiyle medyadan tanırım,  vicahen hiç görüşmedik ve tokalaşmadık. 


Benim de partim olan CHP'nin Genel Başkanı olduğu andan itibaren hakkında çok yazılar yazmak zorunda kaldım. Kendisini övdüğüm yazılar olduğu gibi,  çoğunlukla kendisini eleştirmek zorunda kaldım. 


Kötü niyetli olmadığından, her eylem ve sözünün,  parti ve ülke  yararı güdülerek yapıldığından ve söylendiğinden adım gibi eminim. 


Ancak,  nedendir bilinmez,  hata üstüne hata işliyor. 


Son gafı da,  geçtiğimiz salı günü yapılan grup toplantısı konuşmasının sonunda,  ordudan ihraçlarına karar verilen beş teğmenimiz adına tazminat olarak çıkarılan okul masraflarının kendilerinden geri alınmasına ilişkin,  sanırım 128 milyon TL tutarındaki bedelin,  CHP milletvekillerinin maaşlarından kesilerek toplanacak bağış paralarıyla ödenmesine ilişkin teklifin alenen grubun onayına sunularak kabul edilmesi ve sonuç olarak beş teğmenin ödeyeceği tazminat paralarının CHP grubu tarafından karşılanacak olmasıdır. 


Ülkemizin laik ve demokratik düzenine ve ATATÜTK'e sahip çıkarak,  toplum adına bunun bedelini Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilerek çok ağır ve haksız bir şekilde ödeyen beş teğmenimize,  Türk halkı olarak hepimiz üzüldük ve gayet tabi onlara sahip çıkacağız. 


Ancak,  verilen ihraç kararı ve onun sonucu olan tazminat ödenmesi keyfiyeti henüz kesin bir karar haline gelmiş değil. Bunun bir yargısal denetim safhası var, önce idare mahkemeleri ve sonrasında Danıştay. 


Bu itibarla, nedir bu gereksiz acele,  dereyi görmeden paçayı sıvayarak karar kesinleşmiş gibi alelacele grupta karar alınması bize pek samimi gelmedi. Özgür ÖZEL'in bu acelesi,  biraz politik bir manevra ve teğmenler üzerinden partiye ve kendisine oy kazandırmaya yönelik bir davranış gibi geldi bize,  doğrusu. 


ATATÜRK'ün askerleriyiz dedikleri,  laik demokrasiye sahip çıktıkları için,  Atatürk tarafından kurulan,  laik ve  demokrat bir parti olan CHP,  gayet tabi bu ihraç kararını eleştirecek ve teğmenlerin yanında olacak, bu çok doğal,  ama bu sahip çıkmanın da bir usul ve yordamı, sınırı olmalıdır. En azından,  kararın şöyle veya böyle,  lehe veya aleyhe  kesinleşmesi, yargı sürecinin sonlanması beklemeliydi. 


Teğmenlerin ihracı kararıyla sonuçlanan;  slogan ve yemin eylemlerini, kendilerine yönelik politik bir tavır ve protesto  olarak nitelendiren ERDOĞAN'ın bu tavrı karşısında;  özellikle CHP tarafından,  teğmenlere verilen desteğin kararın hukuki olmadığı ve haksız bir karar olduğu eleştiri ve değerlendirmesiyle sınırlı olması gerekirdi. Aksine,  aşırıya varan sahip çıkışlar,  olayı siyasallaştırır ve en başta ERDOĞAN olmak üzere,  ihraç kararını verenlerin ellerini güçlendirir. 


CHP'nin bu tavrı ve aşırı sahiplenmesi karşısında; teğmenler tarafından,  haklarında alınan ihraç kararının iptali için İdare Mahkemesinde açılan davalarda, prosedür gereği, mahkeme tarafından davalı idareden istenecek olan savunmada, davalı idare;  pek ala, henüz karar kesinleşmeden,  davacı teğmenlerin ödeyecekleri tazminatın teğmenler adına ödenmesinin CHP tarafından  üstlenilmesi kararını,  teğmenlerin dava konusu eylemi politik amaçlarla işlediklerinin kanıtı olarak ileri sürebilir. 


CHP ve Özgür ÖZEL herkese açık grup toplantısında bu kararı alarak büyük bir hataya imza atmışlar, ihraç kararını alanların eline büyük koz vermişledir. 


Olayın politikaya malzeme olabileceğini ve amacından saptırılabileceğini fark eden teğmenler ve avukatları,  ellerinden geldiği kadar üstün bir gayret göstermekte,  ona buna demeçler vermekten kaçınmaktalar ve avukatlarıyla birlikte topluca kamuoyuna haber vererek Anıtkabir’e ATATÜRK'ün huzuruna çıkmayı dahi göze alamamaktadırlar. 


Hal böyleyken,  bir siyasi parti ve politik bir kimliği olan  CHP'nin bu davranışı hiç hoş olmamıştır. 


Şayet, yargılama sürecinin sonunda; hiç beklemiyor ve temenni etmiyoruz ama,  ihraç kararı teğmenlerimiz aleyhine kesinleşirse, kadirbilir Türk Halkı mutlaka onlara sahip çıkacaktır, tazminatlarını da ödeyeceklerdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. 


Lütfen, teğmenlerimizin menfaatleri için,  biraz daha itidalli olalım. 


06/02/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Olası Cumhurbaşkanı Adayı İmamoğlu'nun Seçimine Yönelik İhtimaller
Herkes çok iyi biliyor ki; ne yapıp yaparak,  kararları kesin olan Yüksek Seçim Kurulundan alacağı onayla, bir oldu bittiye getirerek üçüncü kez aday olacağına kesim gözüyle baktığımız AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; kendisine rakip olarak İMAMOĞLU'nu asla istememektedir. 

Bu nedenle, ERDOĞAN;  İMAMOĞLU'nu kumpas suç ve yargılamalarla seçim yarışının dışına atmak için elinden geleni yapacaktır. 

Anayasanın ve Cumhurbaşkanının seçimi yasasının ilgili maddelerine göre, kamu hizmetinden yasaklılar,  taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar;  zimmet,  ihtilas,  irtikap,  rüşvet,  hırsızlık,  dolandırıcılık,  sahtecilik,  inancı kötüye kullanma,  dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla,  kaçakçılık,  resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma,  Devlet sırlarını açığa vurma,  terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, (yani haklarında verilen kararlar kesinleşenler)affa uğramış olsalar bile milletvekili, dolayısıyla Cumhurbaşkanı seçilemezler. 

Buna göre; aday olmadan veya aday olup seçilmeden önce taksirli suçlar hariç yukarıda belirtilen süreyle veya süresine bakılmaksızın sayılan neviden suçlardan dolayı cezaya çarptırılarak hakkında verilen hüküm kesinleşenler, Cumhurbaşkanı adayı olamazlar, aday olduktan sonra henüz seçim tamamlanmadan  bu duruma düşenler,  Cumhurbaşkanı olamazlar. 

Aday olup,  seçimler yapıldıktan ve seçilecek yeterli oyu ve  mazbatasını alarak YSK tarafından Cumhurbaşkanı seçildiği tescil edilen kişi hakkında seçimden önce açılan davalar, henüz kesin hükümle sonuçlanmamışsa,  tıpkı milletvekilleri gibi, seçilmiş olmakla dokunulmazlık kazanacağından, bu kişinin seçilmeden önce işlemiş olduğu suçtan dolayı hakkında açılmış bulunan ve devam etmekte olan kovuşturma ve yargılama süreci,  kesin hükümle sonuçlanmadığından,  suç kovuşturması,  anayasanın 83. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, meclis dokunulmazlığını kaldırmadığı sürece,  duracaktır. Bu ne demektir? Cumhurbaşkanı seçilen kişi yargılanamayacağı ve hakkındaki kovuşturma ve yargılama duracağı ve dolayısıyla hakkında kesin bir hüküm oluşmayacağı için, o kişi Cumhurbaşkanı olarak görev yapabilecektir. 

Ancak, maalesef yargının yürütmenin vesayetinde olduğu gerçeği karşısında,  İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek isteyen iradenin bu isteğini hayata geçirecek bir  takvimin hazırlanarak uygulamaya konulması,  o kadar zor olmayacaktır. 

Demem o ki; kimse,  boşuna,  İMAMOĞLU Cumhurbaşkanı, YAVAŞ yardımcısı veya Meclis Başkanı gibi bir planlama yapmasın, YAVAŞ,  şimdilik kaydıyla,  adaylık hakkından İMAMOĞLU lehine feragat ettiğini açıklayarak, olası gelişmeleri izlemeye devam etsin. Büyük bir ihtimalle adaylık şansı kendisine de gelecektir. 

05/02/2025 

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (2)
Muammer Aksoy, Uğur Mumcu gibi aydınların katledilmesi anısına düzenlenen 32. Adalet ve Demokrasi etkinlikleri konferanslar, panelle, sergiler ve dinleti etkinlikleri Ankara’nın çeşitli salon ve kültür merkezlerinde yapıldı. Rahatsızlığım nedeni ile başlangıçtaki etkinliklere katılamadım.
31 Ocak 2025 günkü etkinlikte “Devrim Şehitleri ışığında Atatürk Cumhuriyeti” başlıklı panel düzenlendi, panele konuşmacı olarak B. Safa Yenice (Atatürk Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı, kolaylaştırıcı; Nail Gürman Avukat, Türk Hukuk Kurumu Başkanı; M. Hüsnü Bozkurt Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı katıldılar.
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Bel. Çağdaş Sanatlar Merkez’inde düzenlenen panelde ikinci konuşmayı Avukat Elçin Özge Şimşek Çağlayan açılış konuşması ile şunları söyledi:
“Cumhuriyeti konuşurken Cumhuriyet değerlerini Atatürk ilkelerini konuşurken en başta konuşulması gereken şeylerden biri de Atatürk’ün temelde dayandırdığı kadının toplumda varoluşuna açtığı öncü değerler. Bugün hayatını kaybetmiş devrim şehitlerimizin de her yerin bu alanda verdiği değeri de çok değerli buluyorum. Çünkü Cumhuriyet tarihimize baktığımızda Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği devrimlerimizi en başında dünyanın hiçbir yerinde olmayan ama Türkiye’de kadınların seçme seçilme hakkıyla başlayan 1934 yılında ilk kez seçme ve seçilme hakkının tanınmasıyla birlikte, bugün gelişmiş ülkelere bakıyoruz İsviçre’de 1970 li yıllarda gelmiş bu hak kadınlara. Ama T.C.nin aydınlık ve en refah düzeyini yaşadığı dönemlere dönüp baktığımızda Osmanlı tarihi sonrasında Atatürk’ün inanılmaz bir devrimle geldiğini görüyoruz. Cumhuriyet tarihinde kadınların Atatürk’le birlikte varlık mücadelesinde çok önemli olduğunu anlatabiliriz.
Bunu 1920 li yıllarda meslektaşım olduğuna gurur duyduğum yine Süreyya Ağaoğlu’ndan biraz bahsedebiliriz. Süreyya Ağaoğlu aslında üniversitelere kabul edilmiyor. Babası avukat ve avukat olmak istiyor. Hukuk mesleğine hukukla ilgili herhangi bir şey icra etmek istiyor ama maalesef Türkiye’de ve dünyada kadınların varoluşu önemli ölçüde yıpranmış durumda, özellikle o yıllarda. Mustafa Kemal Atatürk bir yerde bir tepki ile karşılaşıyor Süreyya Ağaoğlu ile ve onun azmini gördükten sonra hayattaki o mücadelesine destek oluyor. 1922 yıllarında AÜ Fakültesine giren kadın olarak yer alıyor ve daha sonra da ilk kez avukat unvanını taşıyan meslektaşımız olarak da tarihte yerini alıyor. Bunlar aslında o kadar kıymetli ki o mücadele içerisinde bir sürü şeyden bahsedebiliriz.
Nezihe Muhittin’den bahsedebiliriz. Kadın mücadelesinden öncelikli olarak seçme seçilme hakkı diyoruz ama kadınlar zaten maalesef ataerkil toplumuzdan gelen verdiği bir kısıtla birlikte bir varlık mücadelesi içindeydi. Diğer haklarımız bir yana dursun kendi yaşam hakkını elde etmekte de çok ciddi bir zorluk yaşıyorlardı. Ama gelişen zamanla Batının belki de en çok alınması yönünden biriydi bu, kadının var oluşu. Ama tekrar tekrar kendisini bu yüzyılda takdirle anma isteriz ki Mustafa Kemal Atatürk Batının da önüne geçerek kadınlara inanılmaz haklar tanıyor. Bu sadece sosyal alanda değil, kadınların çalışma alanındaki eğitim alanındaki birçok alanda da varlığına sebebiyet veriyor. Mesela kadınların var olması kadınların seçme ve seçilme hakkı da ilkti. Bugün baktığımızda şu an sayıyı bilemiyorum ama kadınların eşitliği konusunda daha kısıtlı görüyoruz maalesef. Mecliste fırsat eşitliği komisyonu başkanlığını dahi bir erkek yönetiyor. Bunlar aslında erkeklerin de değiştirebileceği, dönüştürebileceği ki bunları Mustafa Kemal Atatürk’te görüyoruz, değiştirebileceği ne kadarının da değiştirebileceği bir yerde. M. Kemal Atatürk’ün araştırmalar yaparken, bir toplum cinslerden yalnız birini tercih etmekle yetinirse o toplumun yarıdan fazlası zaaf içinde kalacağı kesin.
Biz şu an en büyük kadınlarımız en büyük l bu anlamda değerli bulmalıyız. Ülkemizi bu duruma getiren evrim şehitlerimizin de hayatta verdikleri eşitlik mücadelesine baktığımızda hem kadınların hem de kadınların ötekilerinin toplumda tüm dışlanmışlık, eşitliği için bir mücadele veriyor. Cumhuriyet tarihi kendi içinde verdiği savaşında büyük kazanımlarla çıkmış olsa da biz hala şu anki yaşamada görüyoruz ki her gün yeni bir yara alıyoruz. Her gün demokrasi tarihimiz günden güne geriye gider hale geldi. Bu her gün kürsüde de konuşurken bin kez kuracağımız cümleyi tartma durumunda kalıyoruz. Ne acıdır ki ifade hürriyetinin Anayasa madde 26 gereği her bir yurttaşımıza her vatandaşımıza her insana konuşulan ifade hürriyeti ciddi anlamda kısıtlanıyor. BU elbette ki yine parlamenter rejime karşı olan bir saldırı sonrasında olduğu gibi görmemek elde değil. Başkanlık sistemi ile birlikte gelen başkanlık sistemi sonrasında tek adam rejiminde ikisiyle birlikte demokratik düzenin yok oluşu ifade özgürlüğüne de maalesef ciddi bir ket vurmakta. Basından arkadaşlarımızın en temel haber verme ve vatandaşın haber alma özgürlüğü yargı ile de kısıtlanır hale geldi.
Demokratik düzenlerde aksine bir kabul görmemesi gerekir, aslına bakarsanız. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çok geniş yorumlamış ifade özgürlüğünü. İfade özgürlüğü yine demokratik toplumlarda ifade hakları var, demokratik toplumlarda ifade özgürlüğü çok geniş yorumlanması gerektiğini meslektaşlarımızın da yargı içtihatlarında geniş bir biçimde yorumlanır. Enteresan olan T.C. Anayasası basın özgürlüğü ile ifade özgürlüğünü ayrı bir madde ile (madde 28) ile daha koruyucu hale gelmiş. Demiş ki “basın hürdür”. Fakat bu günkü geldiği noktada görüyoruz ki maalesef basın karşı yapılan o büyük darbeler 90 lı yıllarda yaşadığımız belki yaşadığımız faili meçhul Cumhuriyet şehitlerimizin yaşı sebebiyet verdiği aha bugün burada olduğu gibi sebebiyet veren bu tartışmalarında hala başka biçimlerde değiştirerek devam ettiğini de gösteriyor maalesef.
90 lı yıllarda belki bugün de güncelliğini koruyan kıymetli Uğur Mumcu’nun sözlerinde ifadelerinde halen kitaplarında güncelliğini koruyan. Dün ve bugün arasındaki o gelişme düzeyini maalesef geriye doğru götüren dediğimiz nokta parlamenter sistemin de demokratik teamüllerini git gide ortadan yok edilmesidir.
Cumhuriyetin en önemli ilkeleri en temel ilkeleri maalesef tartışmaya açılır hale geldi. Bunların herhangi bir hukuk sisteminde ya da herhangi bir inanç sisteminde bu mümkün değilken Türkiye’de laikliği tartışır hale gelmiş durumdayız. Laikliğin eğitim kurumlarında tartışılıyor oluşu ya da Milli Eğitimde Diyanetle yapılan herhangi bir protokolün laikliğin ciddi bir tehdit oluşturmakta. Bugün Cumhuriyetin temel ilkellerinden sahip çıkmayışı da her gün bizi de geriye götürüyor. Bugün aslında Cumhuriyetin temel değerlerine bir başkası için sahip çıkmayışımız yarın her birimizi o tertibin bir parçası haline getiriyor. Bu anlamda tüm hukukçuların tüm sağduyulu insanların bugün burada oluşumuz dahi zaten hepimizin sağduyu sahibi olduğunu da gösteriyor. Her sağduyulu vatandaşın aslına bakarsanız Cumhuriyetin temel ilkelerine sıkı sıkıya sarılması gerekiyor. Bugün bu salonda bir araya geldiysek biz bizeyiz diz dizeyiz diyerek hiç umudumuzu kaybetmememiz nedeniyle belki bir alışkanlık haline dönüştürmememiz gerekiyor.
90 lı yıllarda yine bir cenazede o gün söylenen söz bugün hala güncelliğini koruyor. Öğrendiğim her yıl tekrar etmekten onur duyuyorum. Türkiye laikti laik kalacak, bu ilkenin farkındalığıyla yetişmiş bu ilkenin farkındalığıyla belki büyümüş bir nesil olarak aldığımız güçle Cumhuriyet ilklerinin temel değerlerinin sahip çıkılması her şeyden kıymetli diyebiliyoruz. Bundan sonraki süreçte hukuki düzlemde bakıldığında hukuk sitemi nereye gidiyor, hukuk ne kadar aslında cumhuriyetin değerleri ile örtüşen hukuk teamülleri ile örtüşen hukuk nerede, her birimizin aslında sabah uyandığımda bir gazete sayfasını açtığımda ya da hepimizin izlediği kanallarda aynı hale geldi. Çünkü medya da tekelleşti maalesef. Kanalları değiştirirken hepimizin hepimiz için de toplum için de tekrar ettiği şey hukuk nerede, aslında umudunu kaybetmeyen, Cumhuriyetin ilkelerine sahip çıkan hukukçular olarak temel değerleri demokratik teemmülleri savunmaya devam ediyoruz.
Bugün gelinen noktada ısrarla söylediğimiz şey yargının herhangi bir biçimde iktidar eliyle bir tehdit aracına dönüşmesi en büyük tehlikedir, ülkeler için en büyük tehlike de budur. Anayasaların bertaraf edildiği anayasaların yok sayıldığı yasal hükümlerin hiçbir biçimde bir norma uydurulamadığı dönemlerde tekli iktidarlar maalesef görünen tablolarda da budur ki hukuku bir aracı hale dönüştürür. Buna karşı yapılacak önlemler de doğru, tarafsız erklerin varoluşudur. Geriye dönüp öğrendiğimiz anayasalara dönüp baktığımızda üç temel erki birbirinden ayırır. Engelleme faaliyeti yapan farklar ayrıdır, bütün geldiğimiz notada yasama yürütme eksik geçmiş durumda, partili bir cumhurbaşkanın oluşu kim olduğundan kimliklerinden ayrı bunları konuşuyoruz. Biz kurum temsilcileri olarak kendi siyasi düşüncelerimizden politik tutumlarımız, politik duruşlarımız var, ancak kimin geldiğinden bağımsız olarak iktidara gelenin karşısında kurulu muhalefetin çok kıymetli değer olduğunu da ifade etmek durumundayız. Burada en çok denetlemesi gerekenin yine hukuk ve bağımsız hukuk kurulları, bağımsız yargı kimlikleri, aidiyetleri ne oldukları hiç bilinmeyen yargı mensupları tarafından denetlenmesi gerekir. Çünkü cübbelerimizi giydiğimizde kim olduğumuzu duruşma salonların dışında bırakmak zorundayız. Böyle olmalı en azından. Böyle öğretildi böyle de öğretilmeli. Fakat dün gördüğümüz bir yayında yanlı taraflı bir milletvekilinin yakının hâkim olarak seçilişine dair bir görüntü izledik.
Bu utancı biz kendi benliğimizde hissediyoruz, ama umuyorum ki bu utancı herkese hissettirilecek günlere erişebiliriz. Eğitimle değerlerle T.C.nin temel değerlerine sahip çıkarak yine devrim şehitlerimizi bir gün olsun anlayarak Ahmet Taner Kışlalı’yı, Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, Kubilay’ı her birini ayrı ayrı anarak her birini unutmayarak ve eşit temsiliyeti, eşit varoluşu hep benimseyerek ileri gitme yolunda adım atarız diye düşünüyorum”. Alkışlar.

Panelin üçüncü konuşmacısı olarak Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı M. Hüsnü Bozkurt yaptığı konuşmada şunları söyledi:
M. Hüsnü Bozkurt Konuşmasının başında katledilen aydınların adlarını sayarak konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Siyasi cinayetler bugün de söz edildi, adi cinayetlerin faili meçhul olabilir, Narin Güran cinayeti meçhul kaldı, bilmiyoruz har ne kadar ağırlaştırılmış müebbet verildi ama şu kişi sekiz yaşında bir çocuğu katletti” denilemiyor. Ama siyasi cinayetlerin faili meçhul değil tam tersine faili pek meşhurdur, hele bu coğrafyada. Muammer Aksoy’u aramızdan alan o iki kurşunu sıkan kahpe elin hangi şerefsize ait olduğunu bilmemize gerek yok. O tetiği çektiren Batı emperyalizmi ve alçak işbirlikçisi dinci faşist çetelerdir, bu hiç değişmez. Uğur Mumcu’nun arabasına koyan da aynıdır. Ahmet Taner Kışlalı’nın kundaktaki bebeğini babasız bırakan bombayı koyan da aynıdır. Bahriye Üçok’un evine o bombalı paketi gönderen de aynıdır, Şükrü Demiryürek kardeşimizi dernek binasında bıçak darbeleri katleden de aynıdır, fark etmez.

Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (2)

Dolayısıyla bu faili meçhul cinayetler bir dönem çok önce Cumhuriyetin ilk yıllarında Kubilay’la Türkiye’nin 20 ye yakın yerinde Mili Mücadele döneminde çıkarılan dinci isyanlarla hepsinin arkasında o gün İngiliz emperyalizmi bugün AB emperyalizmi veya Batı emperyalizmi var tamamı. Ve tamamı gerek bu cinayetlerin gerek isyanların, en son Cumhuriyet dönemine gelirsek Şeyh Sait İsyanı 1935- 1937 Dersim isyanı arada Bolu Gerede isyanları, Konya’da Delibaş isyanı, Bozkır İsyanı, Yozgat Bozok İsyanı sayın istediğiniz kadar tamamının arkasında Tunceli’deki Seyit Rıza denilen hainin arkasındaki de aynı İngiliz emperyalizmidir. Şeyh Said’i altınları ile besleyip isyan ettiren de aynıdır ve nihayet 15 Temmuz’da o Fethullah denilen sümüklü vaizin peşine takılan profesör kılıklı general kılıklı amiral kılıklı adamların kalkıştığı darbenin de arkasındaki tetik çeken güç aynı.
Dolayısıyla bu coğrafyada Atatürk Cumhuriyeti, Devrim şehitlerimizin ışığında aynı Atatürk Cumhuriyeti, ya da biz üç buçuk yıldır Anadolu’nun her yerini dolaşıyoruz. Kemalizm’in namus sesini yurdumuz semalarına asacağız, yeniden Atatürk Cumhuriyetine mutlaka asacağız, Devrim şehitlerimizin dışında Atatürk Cumhuriyeti. Nedir Atatürk Cumhuriyeti, niye bunu söylüyoruz neden. Yani Muammer Aksoy 1989 yılının Martında o zamanki parti SHP rüzgar gibi esmiş, 67 ilin kırkını kazanmış yüzde 30 a yakın birinci parti olmuşken ne arıyor ne istiyoruz da Atatürkçü Düşünce Derneğini kurdu, aynen bizim ADD kuruluş bildirgesinde olduğu gibi Türkiye’nin laik cumhuriyetin çocuklarımızın geleceğinin tehlikede olduğunu gördüğü için aynı şekilde katledilmeden altı gün önce yapılan ADD Genel Yönetim Kurulu toplantısında on bir sayfalık bir gözetimle bir siyaset kurumu gerek kamu oyu, gerek üniversiteler, gerek medya basın uyarıldı, kim uyardı, ADD Genel yönetim kurulu yaptı. 11 sayfalık bir metin, özetini söyleyeyim, “laik Cumhuriyet hiç olmadığı kadar tehlikededir, bütün yetkililer ve yöneyiciler ve halk laik cumhuriyete sahip çıkmalıdır” temel felsefesi bu. Arzu edenler genel merkezimizde o günkü karar defterinde 11 sayfalık metni görebilirler.
Şimdi 1989 yılında laik Cumhuriyet Atatürk Cumhuriyeti tehlikedeydi de ne oldu altı gün sonra Muammer Aksoy katledildi. Aynı şekilde o yılın altı Ekim’inde Bahriye Üçok katledildi. Aradan iki buçuk yıl geçti Uğur Mumcu katledildi. Aradan altı yıl daha geçti Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı katledildi. Aradan geçti yedi yıl 2007 de Genel Başkanımız Şener Eruygur ADD Genel Başkanımız Ergenekon kumpasında ceza evine atıldı, cezaevinde her nasılsa ayağı kaydı felç geçirdi ve ömrünü felçli olarak yatakta geçirmek zorunda kaldı, iki yıl önce kaybettik.
BU ülkede yüz yıldır bu Batı emperyalizmi dediğimiz haydut devletler organizasyonu petrol coğrafyasında ya da İslam coğrafyasında ya da mazlumlar coğrafyasında kötü örnek olan Mustafa Kemal Atatürk’le Kemalist Devrimcilerin kurduğu laik üniter ulus devlet olan bir Türk Cumhuriyetine tahammül edemiyorlar onların aşağılık işbirlikçileri dinci faşist bozuntuları da aynı şekilde bir din devletinde paraya ve imkana kavuşacakları düşüncesiyle onlarla işbirliği yapıyorlar ve onların tetikçiliğine soyunuyorlar. Suriye’de onların tetikçisi Colani oluyor, Libya’da bilmem ne oluyor, Irak’ta şu oluyor. Bilmem nerede bu oluyor ve bu ülkenin solcuları bir zamanların pek ünlü solcuları “aman efendim 1 Eylül’ün hesabı sorulacak” diye “yetmez ama evet” diyen meydan meydan dolaşan o sazan solcular şimdi utanma duygularını da yitirmiş olmalılar ki, hala ortalıkta dolaşabiliyorlar. Onların da 17 Eylül referandumunda teslim ettikleri Türk yargısını teslim ettikleri adamlar bugün Ekrem İmamoğlu’nu içeri atmaya çalışıyorlar.
Uğur Mumcu’nun güzel bir lafı var, “korkak bin defa ölür, cesur bir defa ölür” Cumhuriyetin savcıları (Mustafa Kemal Mahmut Esat’a soruyor, Esat Bey, niye Cumhuriyet öğretmeni, Cumhuriyet subayı değil de Cumhuriyet Savcısı bir tek savcının önüne koymuşsun bunu”, “evet paşam, siz Cumhuriyete ve devrime karşı yanlış yaparsanız sizi de sorgulayacak olan savcılardır, onun için onun adı Cumhuriyet savcısıdır) onun için bu toplantımıza kulak vermiş olurlarsa sayın Cumhuriyet savcılarına da söyleyelim, eğer Muammer Aksoy katletmekle Muammer Aksoy’un düşüncelerini yok etmek mümkün olsa idi, eğer Uğur Mumcu’yu katletmekle Uğur Mumcu’nun söylediklerini yani “ben Atatürkçüyüm, ben laikim, ben cumhuriyetçiyim, ben devletten yanayım, ben halkçıyım, ben milliyetçiyim, Türk milletinin emperyalistler tarafından sömürülmesine karşıyım, be tam bağımsızlıktan yanayım, ben antiemperyalistim, ben yalancıların talancıların, ahlaksızların, soyguncuların düşmanıyım” diyen Uğur Mumcu’yu katletmekle eğer bir hedefe ulaşmak mümkün olsaydı bugün T. C. Hala laik, üniter ulus devlet olarak ayakta duramazdı, birilerinin çok istediği din devletine dönüşmüş olurdu. Olmayacak çünkü nehirleri tersine akıtmak mümkün değildir. Buradan herkese söyleyelim, sizden korkan sizden beter olsun, bizi öldürmekle bilmem neyle tehdit etmekle bizi korkutamazsınız. Hala anlamadınız, çünkü biz o yirmili yaşlarındaki Ebru Eroğlu’na Harbokulu Mezuniyet töreninde kılıcını çekip “Mustafa Kemal’in askeriyiz” dedirten cesaretin sahibi olan insanlarız. Bizi korkutamazsınız, daha kaç kişiyi öldüreceksiniz ulan”. Hadi Muammer Aksoy’u öldürdünüz, Uğur Mumcu’yu öldürdünüz, bizi de öldürseniz ne olacak. Ne yapacaksınız Türk Milletini öldüremezsiniz, o Amasya’dan yükselen ses vardı ya, o Erzurum’dan yükselen ses vardı ya, o Sivas’tan yükselen ses vardı ya “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” sesi, bu millet 600 yıllık Osmanlı hanedanının o emperyalizme uşaklık edip önünde diz çökmüş sarayın anahtarını teslim etmiş Vahdettin’in yani 600 yıllık Osmanlı Hanedanının Halife padişahının peşinden değil, işte o milletin azim ve kararı bitirecek ve bu ülkeyi kurtaracağız, bu vatanı kurtaracağız, bu vatanı işgalden, bu milleti esaretten kurtaracağız diyen Mustafa Kemal’in peşinde giden gitti. Onun bu milletle dalga geçmeyin. Yani şu kadar oy aldık bu kadar oy aldık, ne oyu alırsanız alın bu milletin Mustafa Kemal Atatürk sevgisini, bağımsızlık aşkını ve antiemperyalist ruhunu yok etmeniz mümkün değildir. Göreceğiz yaşayacağız, bak yaşayacağız göreceğiz, unutmayın bu topraklarda haklı olan biziz. Biz haklıyız çünkü biz doğrudan yanayız, biz kadından yanayız, biz emekten yanayız, biz çocukların tecavüze uğramasına karşıyız, siz bir tane sarıklı televizyon ekranında yurtlarda, Kuran kurslarında “çocuklara tecavüz etmeyin” dediğini duydunuz mu? Bunların böyle bir deri var mı? Tüyü bitmedik yetimin hakkını, sömürmeyin yolsuzluk yapmayın, “yapmayın bir gemide dokuz ton eroinle yakalanıp şu milleti dünyaya rezil etmeyin” diyen bir tane sarıklı gördünüz mü? Eline kılıcı alıp “Ayasofya’da kürsüye çıkıp Atatürk kafirdi” diyen adamlarla dolu bu memleket. İstediklerini yapsınlar, trilyonlar harcadılar bak ne oldu kardeşim 15 Temmuz’dan sonra din yapısını güya değiştirdikleri ve kapatıp Milli Savunma Üniversitesi Harbokulu diye doğru bağladıkları her zihinde tek tek yedi göbek bağlandıkları o çocuklar mezun teğmenler aslanlar gibi çıktılar “Mustafa Kemal’in askeriyiz” dediler o 20 yaşındaki çocuk sonra da baskıya uğradılar. Uğurunda ifadelerinde dediler ki eğer arkadaşlarım zarar görecekse onlardan ayrı kalmak istemem”, bu ruhu işte 1989 un 19 Mayıs’ında Atatürkçü Düşünce Derneğini bu nedenle kurdu Muammer Aksoy, bu dernek onun için, hukuk kurumu onun için, Ankara Barosu onun için, Türkiye Barolar Birliği onun için, Çağdaş yaşama derneği onun için, daha binlerce dernek onun için. Örgütlü toplum mücadelesi verdi Muammer Aksoy, öğretmen öncülüğünün önüne düştü, Türkiye’nin petrol davasının üzerine düştü, Türkiye’nin yeraltı kaynaklarını madenlerinin korunmasının peşine düştü. Bir hayat dolu mücadele 1917 de doğdu 1990 yılının başında aramızdan aldılar.
Ne oldu, denilebilir ki baksan kaç senedir bunlar iktidarda 22 senedir de AKP iktidar. Bundan önce de 50 senedir Demokrat Partisi, Adalet Partisi, Anavatan Partisi alayı öyle ne oldu, nereye getirdiniz Türkiye’yi. Nerede bu Türkiye siz Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı olduğu bir Türkiye’nin Cumhurbaşkanını bir kıytırık Amerikan başkanını elinde beyzbol sopasıyla ya da bir mektup yazıp “otur oturduğun yerde” deyip ayar edebilir musunuz? Buraya getirdiniz Türkiye’yi ne konuşuyorsunuz. Suriye’de zafer kazandık diye dolanıyordunuz hani Suriye’de gördük ne zaferi kazanıldığı.
Bu ülkeyi bölme için terör örgütleri için kurmuş bir asamı yani 1999 da Türkiye’ye getirildiğinde emrindeyiz” diye salya sümük ağlayan bir adamı “cezaevinden çık gel de Mecliste konuş, şu terör belasından kurtar” diyecek duru7ma düşürdünüz. Kimsiniz, kimsiniz. Ne oldu o da elinizde patladı, niye bu millete kabul ettiremezsiniz, yüzde şu kadarı aldık bu kadarı aldık Meclis’te şu kadar sandalyemiz var bilmem ne var. Hadi getir bakalım APO’yu da konuşturun da görelim, hadi, yok, olmuyor. Onun için fani vücutları aramızda olmasa tıpkı Mustafa Kemal gibi Muammer Aksoy aramızda yaşıyor, Uğur Mumcu da yaşıyor sizler varsınız diye yaşıyor. Daha oldukça da yaşayacak ve bu Türkiye, az önce sevgili Özbey söyledi, Türkiye laiktir laik kalacak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi elbette hepimizin fani vücudu bir gün toprak olacak, doğanın kanunu ne fark eder ha 50 yaşında ölmüşüz ha 60 yaşında ya yüz yaşında. Elbette bir gün bizim de fani vücudumuz elbette toprak olacak ama T. C. i ilelebet payidar kalacaktır, bunu herkes kafasına sokarsa iyi olur bunu dostça söylüyorum, laik Cumhuriyet hepimizin altında 103 yıldır güvenle yaşadı 102 yıldığı bir güvenlik şemsiyesidir. O kilit taşı o Mustafa Kemalin laik Cumhuriyettir. Oynamayın o kilit taşıyla, o kilit taşıyla oynarsanız en önce oynayan adam kalır altında. Biz söyleyelim de siz dinlemezseniz dinlemeyin, gidin İmamoğlu’yla uğraşın gidin Çiğdem Bayraktar ile uğraşın, idin sokakta röportajda Ayşen Kadını tutuklayın, gidin bilmem neyi tutuklayın. Gidin 13 sene önceki 12 sene önceki gezi parkında, bizim millet akşam ne yediğini bilmiyor bizim ülkemizde öyle siyasiler var ki, dün söylediklerini bugün tamamen aksini söylüyorlar. Vay efendim 12 sene şunun ne konuştun diye onları sorun, bunlarla uğraşın gündemi değiştirmek için sürekli uğraşın.
12500 lirayla geçinmek zorunda bıraktığınız emekliye topu topu iki bin lira bile, iki bin lira bir artışla 14 bin bilmem kaç lira yaptığınız maaşıyla geçinemediğini unutturtamayacaksınız.
Suriye’de Türkiye’yi rezil olduğunu unutturamayacaksınız, on milyon mülteci ile milleti baş başa bırakıp ev fiyatlarını da kiraların da çarşı pazar enflasyonun da nelere sebep olduğunu unutturamayacaksınız, Gabar’da Petrol bulduk ne güzel kokuyor içmem mi ne etsem diyen zibidilerin peşine takılıp benlik atmayın. Duyanlar girsin söylesin”.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Chp'nin İşi Maalesef Çok Ama Çok Zor
Tüm eleştirileri göze alarak CHP ile ilgili gerçekleri dile getiren yazılar yazdım peş peşe.  Bu yazım da,  belki bazı CHP’lileri çok kızdıracak biliyorum,  ancak bir CHP seçmeni olarak,  acı da olsa bazı gerçekleri yazmak zorundayım.  


Gerçekten CHP'nin işi zor, zor lafı yetersiz kalır,  hem de çok zor.  


Parti içi demokrasi çok güzel ama bir yere kadar.  


Şu anda gözlemlediğim kadarıyla CHP çok başlı ve her kafadan ayrı ses çıkıyor.  


Partinin en büyük açmazı bana göre, genel başkan Özgür ÖZEL.  


Özgür ÖZEL;  kendi ağırlığı ve gücüyle değil,  İstanbul teşkilatının itici gücüyle genel başkanlık koltuğuna oturdu ve ister istemez adı gibi Özgür bir genel başkanlık yapamıyor.  


Çok kişi yine bana kızacak ama, İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ın belediyelerindeki başarılarını gören vatandaşlarımız,  2023 Cumhurbaşkanı seçiminde bu iki ismi yapılan anketlerde sürekli cumhurbaşkanı adayı olarak değerlendirmişler ve halkın bu kararlı ısrarı,  KILIÇDAROĞLU'nun belki de seçim kaybetmesinde etkin rol oynamıştır.  


Şimdi 2028 seçimlerinin erken başlayan aday tartışmalarında yine İMAMOĞLU ve YAVAŞ öne çıkmakta ve her iki isim de aday olmayı düşlemektedirler.  


Aslında bir siyasal partinin genel başkanlığına talip olan ve seçilen bir siyasetçi, Cumhurbaşkanı seçimlerinde partisinin adayı olmak ister ve istemeli de,  doğal olanı budur.  


Ancak, Özgür ÖZEL aday olmayı göze alamamaktadır, Ben aday değilim, iki adayım var, ben partisini iktidara taşıyan genel genel başkan olmak istiyorum demek zorunda kaldı.  Çünkü, KILIÇDAROĞLU'nun adaylığına gölgeleri düşen İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ın gölgeleri,  önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde de yerini alacağı için bu iki kişinin gölgesinde kalarak seçimi kazanamayacağını çok iyi bilem Özgür ÖZEL,  baştan havlu atarak,  aday olmayacağını ilan etmiştir.  Bunun bir nedeni de potansiyel aday İMAMOĞLU^nun delege desteğiyle genel başkanlığa seçilmesi nedeniyle, İMAMOĞLU'na  ödemek zorunda olduğu diyet borcudur.  


Biz geçenlerde yazdık,  asıl olması gereken, karizmatik bir adaydan ziyade,  partinin ideolojisi, ilkeleri plan,  proje ve programları seçimlere damga vurmalı ve seçmen  adayın karizmasıyla uğraşmamalı ve partinin ideolojisine ilkelerine ve programına bakmalı ve buna güvenip inanarak,  partinin belirleyeceği herhangi bir adaya oy vermelidir.  


Şu anda maalesef partide,  genel başkanın otoritesi yoktur, parti içi demokrasiye zarar vermemek koşuluyla olması gereken parti disiplini kalmamış ve her kafadan bir ses çıkar olmuştur.  


ERDOĞAN;   CHP'yi yıpratmak ve içini boşaltmak için,  belediyeler üzerinden yapmaya başladığı operasyonu yargıyı silah olarak kullanarak çok kolay yapmakta ve CHP sürekli cephe kaybetmektedir.  Buna karşılık CHP'nin yapabildiği tek şey, ERDOĞAN'ın görevden aldırarak hapse attırdığı belediye başkanlarını Silivri’de ziyaret etmek.  


Şimdi çıkan yeni bir yasa var, o yasa da yürürlüğe girsin,  ERDOĞAN yargıyı da kullanmak zorunda kalmadan,  Devlet Denetleme Kurulunu harekete geçirerek istediği kamu görevlisini, CHP'li belediye başkanını görevden alabilecek ve CHP gördüğüm kadarıyla sadece konuşmakla yetinecek.  


CHP Genel Başkanı geçenlerde erken seçime hazırız,  adayımız da hazır demişti ama, adayın hazır olmadığı anlaşıldı ve hala,  adayı şimdi mi belirleyelim,  yoksa biraz daha mı bekleyelim, aday belirlemenin yöntemi ne olsun diye tartışılıyor.  


Özgür ÖZEL aday belirleme süreci başladı diyor, İMAMOĞLU da adayın belirlenmesinden yana gözüküyor, ancak bugün demeç veren potansiyel aday YAVAŞ ise;   aday belirlemek için henüz erken, seçim tarihimiz belli değil,  o zamana kadar Türkiye'de şartlar değişir,  her şey değişir,  gün ola harman ola diyerek ayrı telden çalmaktadır.  


Bu curcuna içinde bana kalırsa CHP'nin yapması gereken şudur;  bu koşullarda ERDOĞAN'ın;  tekrar aday olabilmek için  seçimlerin normal tarihine birkaç ay kala alınacak erken seçim kararı dışında,  erken bir seçime gitmeyeceği kesindir.  Bu nedenle,  CHP ve muhalefet cephesi;   parlamento çoğunluğunu almaya yönelik çalışmalara ağırlık vermeli,  meclis çoğunluğunu ele geçirdiğinde ülke ve halk yararına yapacağı icraatlarını somut bir şekilde halka anlatarak seçmeni ikna etmeli, öncelikli olanın,  yasa çıkarabilmek için meclis çoğunluğunu almak ve beraberinde de ülkenin ve halkımızın rahat bir nefes alabilmesi için zorunlu olan  ERDOĞAN'ı Cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirmek olduğuna halk inandırılmalı, halka başarı güvencesi verilmeli ve bu amaç doğrultusunda çalışılmalıdır.  Cumhurbaşkanı adayının kim olacağının pek de önem arz etmediği, buna rağmen en güçlü adayın yanında olunacağı işlenmelidir.  


En önemlisi de, ERDOĞAN;  sürekli olarak,  senin üçüncü kez aday olman asla mümkün değildir,  sana ne oluyor,  seçim telaffuz ediyorsun, senden sonra senin yerine  kimi adaylığa layık görüyorsun onu açıkla diye köşeye sıkıştırılmalıdır.  ERDOĞAN'a üçüncü kez  aday olabileceği morali verilmemeli, aday olamayacağı sürekli yüzüne haykırılarak, bu gerçekle  yüzleşmesi sağlanmalıdır.  


Kısacası seçim;   karizmatik bir adayla sınırlandırılmamalı,  kişiselleştirilmemeli,  halkımız kurumsal olarak ortaya konan ideal ve  amaç doğrultusunda seçime hazır edilmelidir.


03/02/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (1)
Muammer Aksoy, Uğur Mumcu gibi aydınların katledilmesi anısına düzenlenen 32. Adalet ve Demokrasi etkinlikleri konferanslar, panelle, sergiler ve dinleti etkinlikleri Ankara’nın çeşitli salon ve kültür merkezlerinde devam ediyor. Rahatsızlığım nedeni ile başlangıçtaki etkinliklere katılamadım.
31 Ocak 2025 günkü etkinlikte “Devrim Şehitleri ışığında Atatürk Cumhuriyeti” başlıklı panel düzenlendi, panele konuşmacı olarak B. Safa Yenice (Atatürk Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı, kolaylaştırıcı; Nail Gürman Avukat, Türk Hukuk Kurumu Başkanı; Avukat Elçin Özge Şimşek Çağlayan, M. Hüsnü Bozkurt Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı katıldılar.
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Bel. Çağdaş Sanatlar Merkez’inde düzenlenen panelde ilk konuşmayı kolaylaştırıcı B. Safa Yenice (özetle) açılış konuşması ile şunları söyledi:

“Batı uygarlığı bilimle, kültürle, teknoloji ile takdir ettiğimiz yerlere geldi; Batı böylece gelişirken diğer yandan emperyal uygulamaları ile sömürü zihniyetini yürütürken vekalet savaşlarını da yürüttü. Bizim ülkemiz hakkında da ta Osmanlıdan beri farklı görüşler hiç olmadı. İngiliz Başbakanı 1873 de “Türkleri Anadolu’dan Asya’ya kovmak lazımdiyordu. Bu tek bir olay değil, Loyd Corc (David Lloyd George) 1914 de Türkleri Asya’ya sürmek lazım”.Osmanlı’dan bu yana bu bakış açısıyla geldiler. Batı’nın Osmanlıdan beri Türkiye’ye bakışları Osmanlıdan bu yana planlı hedefleri değişmedi. Lozan’da da O zamanda da “bağımsızlık bağımsızlık diye tutturuyorsunuz, Kapitülasyonları da kabul etmeyiz diye tutturuyorsunuz”. Sekiz ay Lozan’da Baş başa, can cana çalışıldı ama Mustafa Kemal ve arkadaşları kazandı. Aynı Loyd George, şunları da söylemişti: Bunları evet size veriyoruz, ama paranız yok gücünüz yok sıkıntılarınız olacak, bize geleceksiniz biz de size bugün kazandıklarınızı söke söke alacağız”. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu yüzünü görürken bu yüzünü de hiç ihmal etmediler. Ve Atatürk Cumhuriyetinin ilk yıllarında Lord Curzonu mahcup ettiler.
Biz İslam coğrafyasında tek demokratik laik ulus devleti olma özelliğini Ortadoğu’ya yayılabileceği kaygısıyla pek bir kaygı duydular, T.C. inde rahatsız oldular.  Bu çıkarlarına gelmiyordu ve o nedenle rejimimiz ve ülkemiz hakkında emperyal planlarını hedeflerini hep sabit tuttular. İngiltere Başbakanlarını söylediği söz müydü acaba. Almanlara bakıyorsunuz sene 1992 Almanya dış işleri bakanı diyor ki “biz Yugoslavya’ca bir plan uyguladık size de uygulayalım, yani sizler Türkler ve Kürtler anlaşarak bu modeli hayata geçirin, evet bu modeli hayata geçirmiş oldular ama bunun sonucunda Yugoslavya yedi parçaya bölünmüştü. 1998 de Volkan Kork diyordu ki, “on yıl içinde Türklerin Kemalist modelleri kadar güçlü üç devlet yıkıldı, İran, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya; onlar da çok güçlü devletlerdi. Ancak onların Türklerle ortak bir özellikleri vardır yıkılan devletlerdeki etnik ayırımcılıklar ve mezhep aykırılıkları yıkımı yarattı. Bunlar Türkiye’de baş çelişkiler arasındadır. O bakımdan sene 1996 yani Cumhuriyetin 75. Yılında çok kritik yıla girdi diyorlardı. Bu özellikleriyle ve emperyal planlarıyla çok iyi konuları kavramış olan Kemalist aydınlarımız canı pahasına mücadele etti. Birtakım kandırılmış bir takım aldatılmış ahmaklar ki kendilerine kandırılmış ahmaklar dedim bu planları hiç anlayamadılar. Bu gün çok zorlu bir döneme geldik, eğer bütün sorunlarında ve yaşantıyı yaşantımızdaki çöküntümüze ekonomik, sosyal kültürel çöküntülerimize rağmen üniter yapımızı koruyabiliyorsak, yani bütünlüklü yapımızı koruyabiliyorsak ulus devleti yaşatabiliyorsak Kemalist aydınların canları pahasına verdiği mücadeleyi ve yitirdikleri bu ülkenin hala ayakta durulmasıdır. Bizde özellikle 1990 yıllarda bölgemizdeki suikastlardan çok başka bir suikastlar oluştu. Örneğin İran’da nükleer araştırmalar, Irak’ta ve Suriye’de daha birkaç evvel hem bir kadın hem bir erkek bilim insanını öldürdüler. Ama bizdeki farklıydı, bizdeki Kemalist Cumhuriyetin yaşamasını gerektiğine inanan aydınlanmacı bilim insanlarını katlettiler, çok özgün bir şeydi bu ama bütün bunlara rağmen Atatürk’ün laik Cumhuriyetini yaşatma mücadelesi devam etti. Kemalist aydınlara aydınlanmacı bilim insanlarına yönelik saldırıların hedefi gene Kemalist. Türkiye’nin etnik mezhepsel bölünmelerine karşı tek ilaç Kemalizm’di” diyordu Ahmet Tane Kışlalı. Kapitalizm yıkılmadıkça içten ve dıştan emperyallerin taşeronları veya vekalet savaşçılarıdır veya işbirlikçileri bu saldırılara devam edecek. Biz bundan yılmayacağız, dün olduğu gibi bugün de mücadele kaldığımız yerden devam edeceğiz”.


Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (1)
Kolaylaştırıcıdan sonra panelin ilk konuşmasını Türk Hukuk Kurumu Başkanı Av Nail Gürman, yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“5000 senelik kıssa yarım hisse mi verdi, tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi. İşte bugün tekerrür eden tarih ibret alınmayan bir tarihtir, ne yazık ki.
Bu tespiti yaptıktan sonra birkaç şeyi belirtmek istiyorum, her ülke demokrasisinin sorunları vardır, dolayısıyla bizim demokrasimizin sorunları var, demokrasinin temeli hukuktur, hukuk herkesi yönetecektir çerçevedir. Biz cumhuriyeti ve demokrasiyi kurarken çok başka temeller üzerinde gittik. Mesela Levis demokrasinin Türkiye Serüveni adlı kitabında aynen şöyle diyor: Türkiye’de demokratik kurumlar ne yenik düşmüş ülkelerde olduğu gibi galip devletler tarafından ne benimsetilmiştir ne de eski Fransız sömürgelerinde olduğu gibi, terk edilen sömürgeciler tarafından miras bırakılmıştır. Türklerin özgür seçimi ve kararıyla uygulamaya sokulmuştur. Hiç kuşkusuz bu kurumlara çok daha fazla hayatta kalma şansı verilmiştir. Bir yabancı gözüyle demokrasimizin objektif bir özet tanımıdır bu.
Avrupa’da bütün ülkelerinde bugün hala uygar ve ileri bildiğimiz ülkelerde demokrasimizin sorunlarını görüyoruz. Avrupa aşırı sağa savruluyor. ABD’nin ne olacağı belli değil, dolaysıyla her demokrasiyi sundular. Biz Serbest Fıkra, Cumhuriyetçi Demokrasi Terakki partisinden sonra da 1946 da demokrasiye geçtik.
Kısa bir anı söyleyeceğim, 10 Kasım 1968 de İnönü Ankara Hukuk Fakültesini Atatürk’ü anma programı için geldiğinde konuşmasından sonra Rahmetli dekanımız Uğur Alacakaptan’ın odasında kendisi misafir edildi. Orada sordular, “acaba demokrasiye geçişimiz erken mi oldu”. Aynen şu yanıtı verdi: Hayır sağlığımda ne kadar ilerlerse o kadar daha mutlu olurum o kadardiye düşünüyorum” dedi. Biz demokrasiye geçtiğimiz zaman, çoğumuz o zaman yoktu, 1946 seçimleri hangi usulle yapıldı, açık oy gizli tasnif, yani vatandaşlar geldiler oy kullandılar ama sandık perdenin arkasına götürüldü orada gizli olarak tasnif edildi, sonra ilan edildi. Demokrasiye böyle başlandı. O tarihten itibaren çok maceralardan geçtik, ihtilaller, darbeler vs vs 1950 de iktidara gelen parti de “yeter söz milletindir” sloganıyla başlamıştı. Ama maalesef söz millete kalmadı.
Kasım 1958 Demokrat Parti son günleri, muhalefetin yayın organı Ulus Gazetesi bir süreyle kapatıldı. Menderes basını ağır şekilde suçladı 31 Mart olayına Atatürk’ün demokrasiye geçememesine basının sebep olduğunu söyledi ve Aralık 1958 de Demokrat Partinin Kemal Özçoban’ın verdiği af teklifinde sekiz yılda gazeteler için 811 mahkûmiyet kararı verildi. 2324 kovuşturma açıldı. Bu o kadar çok uzayıp gidiyor ki, en son 56 da bir örnek olarak sunacağım, Turan Feyzioğlu, Siyasalın dekanı idi o zaman gözaltına bakanlık emrine alınıyor, arkasından siyaset yapan öğretim üyeleri tasfiye kararı uyarınca Munci Kapani, Aydın Yalçın, Muammer Aksoy, Şerif Mardin istifa ettiler ve üniversiteden ayrıldılar, diyor. Bütün bu örnekler on yıl boyunca süregelmiştir. Bunları niçin anımsamak istedim. Bugün de biliyorsunuz bir büyük ve uzun geçmişin sıkıntıların ı yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu tespit ve ileriye doğru anlatmak istiyorum.
Bu Cumhuriyet bizim, bu demokrasi bizim, biz de buradayız. Bugün gazetecilerin tutuklanması, basının başka türlü gözaltına alınması, TBMM inin son halk oyu oylamasından işlerinin tamamen sıfırlanmış olması, açıkçası Türkiye’de bütün kurumlarıyla ve kuruluşları ile işleyen demokrasi maalesef yok. Bunun ne yazık ki bizlerden kaynaklanan nedenleri var. 1987 de Turgut Özal’ın liderliğindeki Türkiye’de anımsayacaksınız, parlamentoyu oluşturacak olan Millet Meclisinin tamamına gidecek olan yani milleti temsil edecek olan yani ulusal egemenliğin simgeleri olacak olan onu Mecliste millet adına temsil edecek olan milletvekillerin bir kişiyle yasa haline getirdi, yani her partinin genel başkanı diyecek ki, sen sen sen milletvekili oldun gel bakalım gidin TBMM ini kurun. TBMM inin temelinde bu yok, hakimiyeti milliye var, ulusal egemenlik var. Bir demokraside eğer bu ağacın köklerini budarsanız bir sonuç alamazsınız. Bugün Meclisimiz çalışmıyor, demokrasimiz çalışmıyor, hukukumuz çalışmıyor.
Biraz geçmişimize bakmak durumundayız, hatırlatmak zorundayım ki Ecevit le Erbakan’ın yaptığı koalisyon hükümetlerinde bir karar alınmıştı, şu: O güne kadar imam hatip okullarından mezun olanlar sadece üst okulların ilahiyat fakültesine gidebiliyorlardı. Ne yazık ki her ikisini de rahmetle anıyorum. Sonra ne karar verildi, imam hatip okullarından mezun olmakla İlahiyat fakültelerine gitmek konusuna değinirken sonunda bütün imam hatiplerden mezun olanların Üniversitelerin İlahiyat yanında, işletme gibi birçok üniversite faküllerine giriş sınavı tanında şimdi bugün şikâyet ettiğimiz yargıçlar şimdi bugün şikâyet ettiğimiz yöneticiler kaymakamlar oralardan yetişmedir. Dolayısıyla geldiğimiz durum budur.
Devrim şehitlerimizin ışığında Atatürk Cumhuriyeti paneli (1)
Ama geldiğimiz bir durum daha var, Amasya’da Gazi’nin söylediğidir. Geldiğimiz bu durumda dileriz ki, “milletin azim ve kararı bir kurtuluş olacaktır. Ancak gücümüz olacak ancak görevimiz olacaktır. Muammer Aksoy diyordu ki, buraya gelince “hukuk devletinin ilkelerine tam saygı gösterilmeyen bir ülkede insanlar vatandaşlık payesine ulaşmış sayılmazlar, bilelim ki, bütün Türkiye’de en açık en yoğun işçi bunalımı demokrasinin yaşayabileceği havayı teşhir eden hukuk devleti alanındadır”. Yani hoca şunu söylemişti kitabında başlıktır o “devlet hukukla yaşar”. Ve devlet hukukla yaşamalıdır. Dolayısıyla kurum demokrasi olarak yaşaması için bizim irademizin yönetime katılması lazım. Hiçbirimizin iradesi memleketimde yoktur, bu tespiti yapalım. O halde ne yapacağız, o halde ne yapmamız lazım, üzüntü, umutsuzluk ve bedbinlik hiçbirimize yakışmaz. Bugün büyük zorluklar içerisindeyiz. Herkes bilmelidir ki demokrasi muhalefetle olur, bütün rejimlerde iktidar vardır, ama muhalefet yalnızca demokraside vardır. Ve demokrasi yaşar, muhalefet yoksa demokrasi yoktur, var olan sadece biat rejimidir ve despotizmdir. Bu gün ne yazık ki geçmişte 20 senede çeşitli halk oylaması ile gelen noktada Türkiye tek bir insanın iradesiyle en ufak detayından en büyük yasal konuya kadar yönetilmektedir.
Şimdi görevimiz nedir? Görevimiz herkes için hukuka inanmak hukuka dayanmaktır. Peki bir yurttaş olarak görevimiz nedir? Görevimiz var, umutsuz değilim, moralsiz değilim, inançsız değilim olmamak zorundayım. Bir söz vardır asla vazgeçmeyeceğiz çünkü vazgeçenler sadece kaybedenlerdir. Bugünkü durum budur.
Bugün çok açık bir gerçek ki, ülkede inançsızlığın kardeş güvensizliğinin olmaması yürütmenin denetime tabi olmaması çok önemli can damarlarımızdır. Ama her şeye rağmen demokrasi içinde yönetiliyoruz, eksiğiyle, yanlışıyla kararlarıyla, baskısıyla her şeye rağmen demokrasi içinde yönetiliyoruz. O halde ne yapacağız? Yeni bir yönetim kuramayız, her şey belli, anayasaya uyanlar olur uymayanlar olur, biz anayasaya uyanlardanız, biz hukuka uyanlardanız bu arada da hukuka uymaya devam edeceğiz. O halde bir söz vardır sanıyorum Mevlana’nındır, “kapalı kapı yoktur yanlış anahtar vardır”.  Anahtarımızı iyi saptamak zorundayız, burası bu anahtarın kötü şurası eskimiş, burası bir defa kullanıyorum hiçbir işe yaramıyor, anahtar bu kapıyı açmak zorundadır, anahtar bizim elimizdedir o anahtarı bütün eksiğine rağmen biz kullanmak zorundayız. Dolayısıyla inancımızı mücadele gücümüzü heyecanımızı, birden hatırladım İstanbul Belediye Başkanı bir tarihte genciz heyecanımız var inanıyoruz kazanacağız demişti, başarmak sadece kazanmaktan geçer.
Biz Hukuk kurumu olarak anayasa çerçevesinde beraber bulunduğumuz ADD’nin sayın başkanı üyeleri bu yolda hep beraber yürümek zorundayız. Dolayısıyla sakin ama sabırlı düşünerek ama cesaretli inançla bıkmadan usanmadan, yürümek durumundayız ve yürüyeceğiz. Var mısınız hep beraber yürümeye, tabi ki varız” Alkışlar
Not: Okuyucuyu sıkmamak için öbür iki panelistin konuşmalarını yazımızın ikinci bölümde sunacağız.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Kubilay’dan bu yana Karşıdevrime direniş paneli
Muammer Aksoy, Uğur Mumcu gibi aydınların katledilmesi anısına düzenlenen 32. Adalet ve Demokrasi etkinlikleri konferanslar, panelle, sergiler ve dinleti etkinlikleri Ankara’nın çeşitli salon ve kültür merkezlerinde devam ediyor. Rahatsızlığım nedeni ile başlangıçtaki etkinliklere katılamadım.
29 Ocak 2025 günkü İTÜ Birlik evi salonunda düzenlenen Gazeteci Yazar Işık Kansu’nun konuşmacı olarak katıldığı “Kubilay’dan Bugüne Karşıdevrim Direniş” konulu paneli okuyucu adına izleyip konuşmacı Kansu’nun sunumunu sizlere sunmaya çalışacağım. Işık Kansu’nun sunumundan önce gözleri görmeyen Avukat Ahmet Dumlupınar’ın sazı ile söylediği türküler oldukça beğenildi.
Gazeteci Yazar Işık Kansu yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“-Menemen’le Cumhuriyet Gazetesinin özel bir durumu var. Menemen’de kurulan Kubilay anıtı Nadir Nadi’nin, Kubilay’ın şehit edilmesinden sonra, Viyana’da iken Babası Yunus Nadi’ye mektup yazar ve bu şeriatçı kakışmanın, yobazların saldırısının gelecek kuşağa aktarılması gerektiğini söyler ve Menemen Kubilay anıtı yapılır.

Kubilay’dan bu yana Karşıdevrime direniş paneli

 Cumhuriyet Gazetesinin yüzüncü yılında İzmir Belediyesi ile sergi de açtık, sanırım üç Mart’ta da Ankara’ya gelecek.
Konu Menemen iken Menemen’deki şeriatçı ayaklanmanın sorumluları kimlerdir?  Diye baktığımızda; Derviş Mehmet ve şürekâsı öğretmen Şehit Kubilay’ı şehit edenler başını kesip kanını içenler, başını bayrak direğine takanların arka planı vardır. Bu arka planında da dava dosyasına göre herhangi bir cemaatinin bir Nakşibendi Cemaatidir bu, her biri Mehmet Esat’ın yönlendirdiği yer almaktadır dosyada. Bu Erbilli Esat davada yargılanır idama mahkûm olur, yalnız idam kararı yapılacağı dönemde ölür.
Şimdi daha sonrasına bakalım, Erenköy Cemaatinin yani Erbil’de cemaatine bakalım Erenköy Cemaatinin başına Mehmet Esat’ın halifesi olduğunu söyleyen Mahmut Sami Ramazanoğlu gelir, o öldükten sonra 1984 yılında yerine Ünsal Topbaş şeyh yolunda Ünsal Topbaş gelir. Onun ölümünden sonra da gene Erenköy Cemaatinin başına Osman Nuri Topbaş geçer. Biz Osman Nuri topbaşı Uğur Mumcu’nun Rabıta kitabından öğreniyoruz. Uğur Mumcu Rabıta kitabında Topbaş ailesi tarafından kurumu söylediği ve amacının dinsel konularla yabancı dil konferanslar düzenlemek, dinsel amaçlı yayınlara destek sağlamak amacı ile tanımladığı Bereket Vakfından söz eder. Bu Bereket vakfı çok bereketli bir vakıftır. Mumcunun belirlemelerine göre Bereket vakfının kurucuları arasında Topbaş ailesinden, yani Erenköy cemaatinden olan Osman Nuri Topbaş’ın yanı sıra Ahmet Hamdi Topbaş, Mustafa Nedim Topbaş, Ali Eğmen Topbaş vardır. Uğur Mumcu adlarını ad ad yazmıştır.
Eğmen Topbaş Erenköy Cemaatinin bir önceki başı Musa Nedim Topbaş’ın kardeşidir. Eymen Topbaş Turgut Özal’ın döneminde ANAP İstanbul il başkanlığı yapmıştır. Uğur Mumcu Rabıta kitabında bu Bereket Vakfıyla bağlantılı Akabey inşattan söz eder. Akabey İnşaat AK Yapı tarafından kurulmuş bir şirkettir. AKP’nin kadrolarını yetiştiren MSP bakanlarından Korkut Özal ile dönemin ANAP İstanbul il başkanı Eymen Topbaş bu Ak Yapı’ya ortaktırlar.
Buradan yine Erenköy Cemaati bağlantılı başka ilgili şeye geçiyoruz. Eymen Topbaş’ın amcanın oğlu Mustafa Nedim Topbaş AKP İnşaatı amcazaden Eyman Topbaş’tan devir almış ve işleri düzmüştür. Bahariye Mensucat, Al Baraka ortaklığı Bereket vakfı kurucuları ortak işlettiği belirli zenginlerin dile getirdiği FOK dergisi bu Mustafa Nedim Topbaş bu FOK dergisine göre en zengin ilk yüz Türk arasına girer. Mustafa Latif Topbaş’ın Bereket Vakfı şirketinin ortağı olduğunu söylemiştik. Bu Bereket vakfında çok sayıda AKP li bereketi vardır.
Ahmet Ertürk Bereket Vakfının ortağı iken Al Baraka Türk genel müdür yardımcılığına getirildi, AKP döneminde de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu başkanlığına getirildi.
İbrahim Çağlar, Bereket Birliği ortağı iken AKP kurucu üyesi oldu İstanbul Ticaret Odası başkan yardımcılığına seçildi.
İşte onlardan birkaç örnek: Salih Alkan Bereket birliğinin ortağı iken Albaraka Türk Genel Müdürlüğü Yardımcılığı yaptı. AKP döneminde Tasarruf Mevduatı Sigorta fonu ikinci bakanı oldu Bereket Vakfındaki başka bir isim Adnan Diriselim 2006 da AKP iktidarı tarafından Merkez Bankası Başkanlığına getirilmesi için kararname hazırlandı. Maalesef Merkez Bankası başkanı olamadı, çünkü dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer tarafından imzalanmadı, reddetti. Bereket Vakfının bir başka bağlantısı, Uğur Mumcu’nun Rabıta kitabında sözünü ettiği AL Baraka Türk özel Bereket Vakfının üyelerini sayarken Uğur Mumcu bir Kemal Unakıtan’dan söz eder, Kemal Unakıtan AKP döneminin ilk maliye bakanıdır. Kemal Unakıtan altında Al Barakatürk yönetim kurulunda görev yaptığı dönemde naylon fatura düzenlediği gerekçesi ile hazırlanan bir fezleke Meclis’e sunulmuştur anında AKP’nin oylarıyla reddedilmiştir.
Suudi Arabistan kökenli Muvaffak vakfın başkanı iş adamı ve kurucusu İş adamı Yasin el Kadı da Türkiye’nin girişimi aracılığıyla Al Baraka Türk’ün ortaklığında yer almıştır, dolayısıyla AKP’lilerle de yakın bağlantısı vardır. Yasin El Kadı ABD’e yer alan terör saldırısından sonra BM Güvenlik Konseyinin aldığı kararla El Kaide ve Taliban örgütlerle bağlantılı kişiler kurumlar listesine alınmıştır.
Meclisin bu kararına rağmen bu kararı üzerine Türkiye’den Bakanlar Kurulu Kararı ile El Kadı’nın Türkiye’deki tüm para, mal ve alacakları dondurulmuş, bu konuda yapılacak işlemlerle Maliye Bakanlığı iznine bağlanmıştır. AKP gelmiştir Kemal Unakıtan Maliye Bakanı olmuştur. El Kadı ile ilgili soruşturmaları yürüten Maliye Bakanlığının Başmüfettişi görevden alınmıştır, yetmemiştir.
Bu Yasin El Kadı’nın hakkında alınan önlemler, AKP döneminde Başbakan RTE nin oğlu Bilal Erdoğan ile bir ortaklığı olduğu bilinir. Bu medyaya yansıyınca, eleştirilince, Başbakan RTE şöyle diyordu: “Başbakanın oğluysa ve çalışmak istiyorsa ne var bunda, çalışamayacak mısın; Yasin El Kadı aile dostumuzdur, ne var bunda” der.
Şimdi bu ilişkilerden birkaç daha örnek vereyim. Örneğin Uğur Mumcu Rabıta kitabında AL Baraka Türk’ün yönetim kurulundaki kayıttan söz açar, bu ilişkilerin yeniden oluşumu hakkında RTE söz açar. AKP iktidara gelir gelmez, bu isim Ziraat Bankası Genel Müdürü oldu, o da yetmedi Emlak Bankası genel kurulunadır.
Yine Albaraka Türk’ün diğer kurucularından Mehmet Emin Özcan, AKP döneminde Bankası Emlakbank yönetim kuruluna, Ziraat Bankası yönetim Kuruluna başkan vekili olarak atandı. Uğur Mumcu Rabıta kitabında Albaraka Türk’ün kuruluş aşamasında görev Korkut Özal’dan söz eder; Turgut Özal’ın kardeşidir. Korkut Özal’ın bir özelliği var RTE seçimleri kazandıktan sonra demeç verdi, “o seçilmiş bir kişidir” dedi.
Uğur Mumcu Rabıta kitabında Hasan Kalyoncudan da söz eder, Hasan Kalyoncu RTE ile AKP kurucularından el aldı, Birlik Vakfında beraber olmuşlardır. Gelelim Erenköy cemaatine, yani Kubilay’ı öldüren öldürülmesine neden olan cemaatin başı Osman Nuri Topbaş’ın kuzeni Topbaşların 1995 de çalışmalarına başlayan Birlik Mağazalar Şirketine girenlerin birisi Cüneyt Zapsu (AKP kurucusu ve danışmanı) biri de Mehmet Fatih Saraç Yasin El Kadını ortaklarından, Fatih Saraç AKP döneminde bir üst düzeyde görev aldı. Arada sırada medyada telefonla birilerini arardı onun için adı “Alo Fatih’e çıkmıştı. Fatih Saraç’ın ağabeyi AKP döneminde YÖK başkanı oldu. Emin Saraç Mısır’a gidip Osmanlı döneminden biri eğitim aldı. Emin Saraç İslami Bilimler Eğim Vakfının kurucularından. İslami İlimler Vakfını kurucularından AKP iktidar olur olmaz, İslam Konferansı Genel Sekreteri Tekmelettin İhsanoğlu’dur. Cumhurbaşkanı adayı yapılan Ekmelettin İhsanoğlu’nun babası Yozgat’lı İhsan İhsanoğlu, Cumhuriyet ilan edilir edilmez 1924 de din odaklı Şeriat Üniversitesinde eğitim almak üzere Mısır’a gider. Yozgat’lı İhsan’ın El Ehzewrdeki en yakın dostu Mustafa Sabri’dir. Mustafa Sabri İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesidir. Ayrıca Kuvayı Milliyeciler için “kudurmuş haydutla” ifadelerini yer aldığı bildiriler yayınlayan ilgili Saidi Nursi ile 1919 da yani İslami Bilimler Cemiyeti kurucularındandır. Mustafa Sabri’nin bir haltı da Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için ölüm fetvasını kaleme alan Şeyhülislamdır.
Erenköy Cemaati vakfının en önemli vasfı AKP döneminde 2011 de Bakanlar Kurulu Kararı ile vergi muafiyeti tanınır ve kamu yararına çalışan sivil toplum kuruluşu ilan edilir. Dahası 2013 de yani AKP döneminde İç işleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığının kararıyla yardım toplama kararı verilmiştir. Cemaatin bir Ankara kolu var, Muradiye vakıflarıdır. Bu vakıf ilk ve orta öğretim kurulları Kuran kursları, Yüksek öğrenim kurulları vardır.
Bunun sorumlusu kimdir, Ömer Dinçer’e kadar gider bu iş. 4+4+4 ün, bu kişi bakan olur olmaz, Temel Eğitim Yasasının ilk maddesini değiştirmek oldu. Atatürk inkılap ve ilkelerine bağlı demokratik laik ve sosyal Türk vatandaşların karşı görev ve sorumluluklarını bilen vatandaş yetiştirme yetisini kaldırdı. Ve onu da şöyle değerlendirdi, motoru değiştirdik kaportayı değiştirdik” dedi. Güçlendirdikleri motor “Türkiye Yüzyılı Maarif modeli” diye dillendirdiler.
Bu bakanın getirdiği bir Cihannüma Derneğ’i var, Yusuf Tekeli’nin. Dernek zihinsel kotları düzeltmek Müslüman dinini inşa etmeye çalışmak. Himmet yetiştirme amacında.
Erenköy Cemaatinden geliyoruz, eğitime geçtik, Erenköy Cemaatinin dışında o kadar çok tarikat ve cemaat var ki bir araştırma yapılmış, beş sene önce Türkiye’de belli başlı 30 kadar tarikat ve cemaat bulunuyor. Sadece İstanbul’da tekkeler kapalı zannediyorsunuz değil mi? 445 tekke faaliyetini sürdürüyor. Çoğunluğunu İstanbul, Silivri, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Harput, Muş, Ağrı Hakkâri, Gaziantep ve Şanlı Urfa olmak üzere 800 ün üzerinde faal medrese bulunuyor. Ankara’da o kadar çok medrese var ki, bu medreseler merdiven altı medreseler. Camilerin altı, apartmanların altı, birinci, ikinci, üçüncü katı. Sincan’da, Elvankent’de, Etimesutta, Beştepe’de, Keçiören’de, Ufuktepe’de, Gölbaşı’nda, Pursaklar, Hacıbayram, Batıkent. İstanbul, İzmir gibi birçok yerde değişik ad ve sayıda çok medreseler bulunuyor. İzmir Çiğli’de var, Araplı’da var, Karabağlarda var, Bornova’da var, Bayraklı’da var, Çiğli’de var.

Kubilay’dan bu yana Karşıdevrime direniş paneli

Evet içiniz karamasın, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayacağız. Sadece Medrese değil, Mahalle mektepleri de açılmıştır. Hatta mahalle mektepleri internet üzerinden çalışma yapıyor. Mahalle mektebinde çocuklara eğitim veriyorlar, bastırıyorsun 250 lirayı oralarda Kuranı Kerim manevi dersleri öğretiyor; bastırıyorsun 400 lirayı Ahlak bilgisi öğretiyorlar, bastırıyorsun 200 lirayı fıkıh ve Arapça ders alıyorsunuz; basıyorsun 450 lirayı manevi danışmanlık öğreniyorsunuz. İslami Bilimler Fakültesi İslami bilim dalı öğretim üyesi Sema Peker Yalova merkez camisinde her Cuma kadınlara özel Kuranı Kerim öğretiliyor. Malatya medresesinde Aile hukuku dalında bir toplantı cumanın ardından kadınlara özel Kuranı Kerim, fıkıhla ilgili seminerler veriliyor; Malatya merkezinden Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen kişilerin katıldığı İslam Aile Hukuku güncellenerek aktarılması konuşuldu.
2022 Nisan ayında çalışma yaptık, dedim ki iktidara geldiklerinde 72 bin olan İmam hatip okulunu bir milyon 200 bine çıkarıldı. AKP yöneticilerinden kimler var. İstanbul İmam Hatip mezunu Cumhurbaşkanı RTE, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun Tekirdağ İmam hatip mezunu, Meclis Başkanı Mustafa Şentop Uludağ ilahiyat mezunu; Fatih Sönmez imam hatip mezunu, Muharrem Kasapoğlu İstanbul İmam hatip mezunu, Mahmut Özer Tokat İmam Hatip mezunu, Yıldırım Nebati imam m hatip çıkışlı, Mustafa Baran Sanayi Teknoloji Bakanı Mustafa Varang İstanbul İmam hatip mezunu, Bursa İmam hatip mezunu HSGK üyesi Aysel Tecimer, Karadeniz İmam Hatip mezunu HSGK üyesi Ergün Şahin, Denizli İmam hatip mezunu HSGK üyesi Bilal Temel, Çankırı imam hatip mezunu Dışişleri Bakan yardımcı İsmail Çataklı, Ereğli İmam Hatip mezunu genel müdür Mehmet Aktaş, Gerede İmam Hatip mezunu ME Bakanlığa bakan yardımcısı Osman Yeşilyurt, Erzincan İmam Hatip mezunu Ankara Valisi Vahap Şahin,  Ankara İmam Hatip mezunu Afyonkarahisar valisi Kübra Güven, Bayburt İmam Hatip Mezunu Antalya Valisi Çetin Kalyon, Antalya İmam Hatip Mezunu Turgut Dağlı, Çorum İmam Hatip mezunu Küba Büyükelçisi Cahit  Yarıcı, Merzifon İmam hatip mezunu Dakar Büyükelçisi Ahmet Kara, ‘013 yılında mühürsüz oylarla rejimin değiştirildiği referandumun Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sabri Güven.
Çeyrek yüzyıldır hemen aynı cemaatler, aynı tarikatlar Türkiye’yi Anayasaya uymayı bırakın hukuksuz bir devlet haline getirdiler. Anayasa delindi zaten, Anayasayı dinleyen var mı? İstediği zaman anayasa ve yasa var, istediği zaman yok. Bana gelince yasa var, başkasına olunca yasa yok. Bana göre anayasa var, kendisine göre yok.
Şimdi ne yapacağız, hiç karamsarlığa düşmeyeceğiz, çeyrek yüzyıldır ülkeyi idare ediyorlar. Baş eğmeyeceğiz, halk direniyor, bizler direniyoruz, örgütlerimiz var, çalışmalarımız sürdürüyoruz. Bizim içimizdeki ateşi söndüremediler. (Alkışlar) Cumhuriyet gazetesi olarak yüzyıldır mücadelemizi sürdürüyoruz ve ayaktayız. Ama yeni bir Ergenekon süreci yaşıyoruz açıkça, ama bu da aşılacak; Ergenekon sürecini Feto ile açtı şimdi. Mücadelemizi sürdüreceğiz, bız kul değiliz, ümmet değiliz, tebaa da değiliz yurttaşız. Bizim halkımız demokrasimizin tadına vardı, Türk aydınlanması çok geç bir aydınlanmadır, Atatürk’ün aydınlanması önemli bir aydınlanmadır, onu söndürmek mümkün değildir.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Sayın Mansur Yavaş'a Açık Mektup
Sayın başkan; öncelikle,  size sağlık ve mutluluk dolu güzel ve keyifli bir hafta sonu diliyorum. 


Ankara’da yapmakta olduğunuz belediye başkanlığı görevinizde gösterdiğiniz büyük başarıdan dolayı sizi şahsım ve Ankara halkı adına kutluyor ve teşekkür ediyorum. 


Dün Çağlayan adliyesi önünde Sayın İMAMOĞLU ile yan yana gelerek ona destek sunmanız da ayrıca sizin adınıza övünç kaynağımız oldu. Burada CHP otobüsü üzerinden yaptığınız konuşmada iktidara geldiğimizde Silivri Cezaevi kapanacak öneriniz de büyük bir sembolik değer taşımakta ve bu kısa öneriniz;  demokrasi, özgürlükler ve bağımsız ve tarafsız yargı adına büyük anlamlar taşımaktadır. 


Ben buna bir ilave daha yapmak istiyorum, demokratik yollarla CHP ve sandıkta birlik olacakları tüm muhalefet,  barışçıl ve demokratik bir şekilde iktidar olduğunda,  bütçemizi kemiren, büyük paralar yutan,  bütçenin açık vermesinde etkisi olan Cumhurbaşkanlığı Sarayı da kapatılarak, milletçe bu yükten kurtulunmalı, yeniden Çankaya Köşkünün mütevazi sınırlarına dönülmeli ve sarayın yapımına harcanan  tüm parasal kaynaklara kıyılarak,  Türk Halkı için büyük mali yük oluşturması ve  kötü anılalar taşıması nedeniyle,  hiçbir kamu kurumuna ve faaliyetine tahsis edilmeden,  doğrudan doğruya,  bir devri gözler önüne seren müze haline çevrilerek, ibret için halkımızın ziyaretine açılmalıdır.  


Sayın YAVAŞ; bu açık mektup da sizinle paylaşmak istediğim asıl konuya gelecek olursam. 


Bir seçmeni olduğum CHP'nin;  geçmiş ve gelecekteki Cumhurbaşkanı seçimlerinde,  siz ve İMAMOĞLU olmak üzere,  birden fazla aday çıkarabilecek güçte olması,  benim için sevinç ve övünç kaynağı olmakla birlikte, aralarında sadece bazı nüans farkları olan, tercihte zorlanılacak  bu iki güçlü ve değerli aday adayına sahip olmanın ve bu iki aday adayından birini nihai aday olarak belirleyerek ilan etmenin zorluğu da inkar edilemez. 


CHP ve seçmenleri;  işte bu övünç zorluğun ikisini birlikte yaşamaktadır. 


Sizin de,  haklı olarak,  halkın sesine kulak verip Cumhurbaşkanı adayı olmak istediğinizi biliyoruz ve bunu çok doğal karşılıyoruz. 


Ancak, iki güçlü ve değerli aday adayı arasında bir  tercih yapmanın zorluğunu aşmanın yolu olarak,  genel başkan Sayın Özgür ÖZEL tarafından açıklandığı üzere, tüm partililerin katılacağı önseçim gösterilmişse de; öncesinde ve sonrasında büyük tartışmalara ve karışıklıklara,  masrafa ve zaman kaybına yol açacak olan önseçimden vazgeçilmeli ve her biri ayrı değer olan iki aday adayından birinin,  gönül rızasıyla adaylıktan feragat ettiğini açıklamasıyla,  bu adaylık sorunu çözülmelidir. 


Keşke Cumhurbaşkanlığı iki kişiden oluşuyor olsa da;  iki aday adayı da,  yani siz ve İMAMOĞLU birlikte aday gösterilebilseniz. Maalesef bu mümkün değil. Bize göre, işi sulandıran,  birisi Cumhurbaşkanı adayı olsun diğeri Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olsun tezi,  hiç gündeme getirilmemelidir. 


Sayın YAVAŞ, belediye başkanlıklarında adaylık sorun olmuyor. Zira,  her başarılı kişi değişik illerden aday yapılarak ondan yararlanılabiliyor,  ama Cumhurbaşkanlığı makamı tek,  maalesef değerli aday adayından birinin gönüllü fedakarlık yapması ve parti içinde ve seçmen kitlesinde hiçbir sarsıntıya ve kafa karışıklığına sebep olmadan adayın teke indirilmesi zorunludur. 


Bir makama aday olmak kadar, özellikle ülkenin içinde bulunduğu zor koşullarda,  ülkenin ve partinin yararı ve selameti için,  adaylıktan feragat edebilmek,  daha anlamlı ve değerli olmalıdır. 


Sayın YAVAŞ;  siz de çok iyi biliyorsunuz ki, yeniden parlamenter sisteme dönmek sizin ve partiniz CHP'nin tek amacı, ancak bu belli bir parlamento çoğunluğunu ve zamanı gerektirmekte ve uzun bir süreç alacaktır. Yani, şu anda mevcut olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi en az bir dönem uygulamada kalacak gözüküyor. Bu nedenle,  mevcut sistem de Cumhurbaşkanının iş bitirme, proje üretme yanında, aktif politik kişiliği ve tecrübesi de önem kazanmaktadır. Zaten Cumhurbaşkanı seçilen kişi;  belediye başkanlığına göre,  çok daha partisinin plan proje ve programına, strateji ve taktiklerine göre çalışmak zorundadır. İnisiyatif kullanarak hizmet üretme açısından,  ben Cumhurbaşkanı olmazsam milletim iyi hizmet alamaz gibi bir endişeye de kapılmanız gerekmiyor. 


Belediye Başkanlığı tecrübesi yanında, aktif Politik yetenek ve tecrübe, hazır cevaptık,  hitabet, halkı peşinden sürükleyebilmek, ikna etmek ve partinin desteği gerekiyor, 


Sayın YAVAŞ; sakın yanlış anlamayınız,  siz de çok değerli bir siyaset adamı ve başarılı bir başkansınız. Ancak, objektif olarak değerlendirecek olursanız,  siyaset, hitabet, insanları etkileme ve peşinden sürükleyebilme, ikna edebilme, hazır cevaptık, cesaret, her zor koşula dayanıklı olmak ve çözüm üretebilmek gibi konularda biraz daha üstün olmak, özellikle  bizim ülkemizde Cumhurbaşkanları için bir zorunluluk içermektedir. 


Saydığım özellikler ve vasıflar sizde yok demiyorum ama, siz de hakkını teslim edersiniz ki; bu konularda İMAMOĞLU biraz daha üstün gibi gözüküyor ve öne çıkıyor size göre. 


Sayın YAVAŞ; çok iyi biliyorum, sizden o kadar zor bir fedakarlık bekleyeceğim ki; bu fedakarlığı yaparsanız,  sakın kendinizi küçük düşmüş kabul etmeyiniz ve kendinizde bir eksiklik hissetmeyiniz. 


Yapmanızı önereceğim fedakarlık;  büyük bir erdem ve olgunluk işi, bu erdemin değeri hiçbir şeyle ölçülemez. 


Sayın YAVAŞ;  sizi de en az İMAMOLU kadar seviyoruz, yukarıdan bu yana açıklamaya çalıştığım üzere, ülkenin yararı ve parti içi çekişmelerin ve çalkantıların, en önemlisi de ön seçime ve ön seçimle belirlenecek adaya rağmen seçmenler arasında bir bölünme ve ayrışmanın olmaması için;  sizden,  İMAMOĞLU lehine, benim de tek adayım İMAMOĞLU'dur diyerek adaylıktan feragat ettiğinizi açıklamanızı saygılarımla arz rica ediyorum. 


Sayın YAVAŞ; şayet yaparsanız, bu feragatiniz;  Türk Siyaset ve CHP tarihine altın harflerle yazılacak ve ilelebet yazıldığı yerde kalacak ve  nesilden nesille ulaşacaktır. 


Sayın YAVAŞ; satırlarıma son verirken sağlık ve mutluluk içinde ANKARA için başarılı hizmetlerinizin devamını diliyor, selam ve saygılarımı sunuyorum.  


01/02/2025

Güner YİĞİTBAŞI

TEĞMENLERİN İHRACI ANAYASA VE YASA TANIMAZ KONTROLSÜZ VE KEYFİ OLARAK KULLANILAN BİR GÜCÜN GELİP NEREYE DAYANDIĞININ KORKUTUCU BİR GÖSTERGESİDİR 

Teğmenlerin İhracı

Evet, beş teğmen ve onların disiplin amirleri üç komutan subayın Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihracı,  basit bir idari işlem olmayıp, çok çok önemsenmesi gereken anayasa ve yasa tanımaz,  Türk Halkından kopuk,  kontrolsüz ve keyfi olarak kullanılan bir gücün gelip nerelere dayandığının korkutucu bir göstergesidir. 


Bir kısmını askeri yargıda, bir kısmını sivil yargıda ve bir kısmını da İzmir Barosunda Askeri Savcı, Askeri Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve avukat olarak görev ifa ederek yaşadığım ve yargılamanın;  iddia, savunma ve karar makamlarında, yani yargılamanın kurucu her üç ayağında çalışmış 55 senelik bir hukukçu ve hukukçu aydın  sorumluluğunu taşıyan bir kişi olarak ve büyük bir üzüntü içinde yazıyorum,  bu satırları. 


Beş teğmenin ve onların disiplin amirleri  üç komutanının;  Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilmelerine neden olan,  Atatürk'ün askerleriyiz sloganında ve teğmenlerin yaptıkları yeminde yer alan;  “ATATÜRK, LAİK DEMOKRATİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ, BAĞIMSIZLIK. ÜLKENİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ, YÜCE TÜRK ULUSU, NAMUS, ŞEREF, VATAN TOPRAĞI, ”kavramları,  ulus olarak bizlerin ve cumhuriyetimizin temel ve kutsal kavram ve değerleri değil midir?


Mesleğe adım atarken, bağlı olmakla ve uymakla mükellef bulundukları bu kutsal değerlere riayet edip koruyacaklarına dair yemin eden teğmenlerden ne istiyorsunuz siz? 


Teğmenlerin yaptıkları yeminde yer alan kavram ve değerler;  Cumhuriyetin değerleri olup, anayasanın değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesinde yer alan değerler topluluğudur. 


Teğmenlerin ihracına karar verenlere ve onları azmettiren kişiye sormak istiyorum, sizler bu anayasal değerlere ATATÜRK'e, laik ve  demokratik Türkiye Cumhuriyetine, ülkenin bağımsızlığına ve bölünmez bütünlüğüne karşı mısınız?


Şu anda iş başında bulunan tek adama dayalı, devletin tüm mali kaynaklarını ve güçlerini tek başına elinde bulunduran saray iktidarı ile gerici, ATATÜRK,  laiklik ve demokratik Cumhuriyet düşmanı cemaat ve tarikat mensubu yandaşları; tıpkı,  ekonomide sermaye ve emek arasında sermayeden yana yapmış oldukları tercihi gibi, ülkenin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü esas alan ATATÜRK'ün kurduğu demokratik ve laik Cumhuriyet yerine, din ve ümmet esaslı cemaat ve tarikatların cirit attıkları korunup kollandıkları, anti laik ve antidemokratik bir yönetim şeklini tercih etmiş ve bu tercihlerine uygun bir yapıyı kurmanın son aşamasında, ATATÜRK'ün askerleriyiz sloganı eşliğinde laik ve demokratik Cumhuriyete ve onun değerlerine bağlılıklarını ifade eden teğmenlerin yeminleriyle adeta irkilmişler ve suçluluk duygusuna kapılarak, teğmenlerin yeminlerini kendi üzerlerine alınmışlar ve teğmenleri yok etmişlerdir. 


Bir geleneğin ifası olarak çektikleri kılıçları eşliğinde yemin eden teğmenlere sordukları,  hatırlarda kalan “siz bu kılıcı kime karşı çektiniz?” sorusu, bu ihraç kararını veren ve verdirenlerin ruh hallerini,  açıkça ortaya sermektedir.  


Karara gerekçe yapılan disiplin ve disiplinin korunması keyfiyeti, büyük bir uydurmaca ve yalandır. Amaç bellidir. Disiplinin tesisi değildir amaç. Ortada disiplini ihlal eden bir eylem ve söylem yoktur ki. 


Şayet amaç disiplinin tesisi ise ve ortada işlenmiş disiplini ihlal eden bir suç varsa, aynı sloganı atarak ve aynı yemini yaparak aynı suçu işleyen teğmenlerin tümü niçin ihraç edilmemiş ve aralarından beş teğmen günah keçisi kabul edilerek ihraçla cezalandırılmıştır? bunu da anlamak ve izah etmek asla mümkün değildir. 


Kararı veren ve verdirenlerde askeri disiplinin tesisi amacı hakim olsaydı, resmi üniforması,  makam aracı ve korumasıyla, güpegündüz,  bağlı olduğu cemaatin merkezine giderek üniformasının üzerine cüppe giyip sarık takarak laiklik karşıtı ibadet ve  eylem yapmak süetiyle alenen suç işleyen, askeri disiplini ağır şekilde ihlal eden,  laik cumhuriyet düşmanı malum amiral hakkında ihraç kararı verilmesi gerekmez miydi? Sizler kimi kandırıyorsunuz? 


Bu amirali,  kurmayı amaçladığınız din temelli anti laik ve antidemokratik siyasal ıslama dayalı sisteminizin bir temsilcisi olduğu için, maç bitimini bekleyen galip takımın gol yemeden top çevirmesi gibi, tüm kamuoyu baskılarına aldırış etmeden kulağınızın üzerine yatarak,  bu cemaat üyesi amirali koruyup kolladınız ve zamanı gelince de emekli olmasını sağladınız,  tüm özlük haklarını alarak. Bu mudur sizin adaletiniz ve disiplin anlayışınız?


Demokratik tüm ülkelerde geçerli çağdaş ve evrensel bir hukuk kuralı vardır. Bu kurala göre, kanunsuz suç ve ceza olmaz. Yasalarda suç olarak tanımlanan eylem kalıbına uymayan hiçbir eylemden dolayı kimseye ceza verilemez. 


Ülkemizde yürürlükte olan ceza yasalarının hiçbirinde;  ATATÜRK'e bağlılığı ifade eden ATATÜRK'ün askerleriyiz sloganını ve ihraç edilen teğmenlerin yaptıkları yemini, yemin içinde yer alan kavram ve değerleri ifade etmeyi suç sayan bir hüküm yer almamaktadır. 


Teğmenlerin eylemlerinde emre itaatsizlik ve disiplinsizlik de yoktur. Emre itaatsizlik suçunun oluşabilmesi için,  emrin hizmete ilişkin olması zorunludur. Teğmenler bu sloganı ve yemini, resmi törende,  yani hizmet esnasında icra etmedikleri gibi, kurallar hiyerarşisinde de,  anayasa hükümleri ve direktifleri, askeri emirden üstündür. Askeri emirlerle, anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan  hükümleri içinde yer alan,  cumhuriyetin niteliklerine ilişkin  emir ve buyruklar arasında bir tercih yapmak gerektiğinde,  kurallar hiyerarşisinde en üst seviyede olan anayasa emir ve buyruklarının öncelik taşıyacağı yadsınamaz. 


Teğmenlerin ve komutanlarının ihracı kararları; kamu vicdanını sızlatan,  hukuk dışı ve siyasi bir karar olup; önümüzdeki seçimlerde,  teğmenlere ve disiplin amiri komutanlarına verilen bu vicdanları sızlatan haksız ihraç kararları da sandıkta oylanmış olacak ve bu kararı verenler,  demokratik bir şekilde yönetimden uzaklaştırılacaklardır.


31/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget