Bataklıktan Nasıl Çıkaracağız Paneli (1) (Yeniden Atatürk Cumhuriyeti)
Üç gazeteciler panel için salona girerken, salonu tamamen dolduran seyirciler tarafından coşkuyla alkışlandılar, seyircilerin bazıları yer bulamadıkları için girişlerde ayakta paneli sonuna kadar izlediler.
Yürütücü Av. Ali Dokuzoğlu, açılış konuşmasında şunları söyledi:
“Ülkemiz en karanlık günlerini yaşamakta, başta TBMM olmak üzere kurumlarımız işlevsiz hale getirilmiş durumda. Devlet teorisinin temelini oluşturan kuvvetler ilkesinden kesin biçimde sapılmış, yasama kuvveti cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile tek bir kişinin eline bırakılmış, yargı erkinin ilk derece unsurları anayasamıza göre kararların tüm organlarını bağlayan Anaysa Mahkemesinin kararlarını dahi uygulamamakta. Yürütme erki, anaysa hükümlerini hiçe saymakta ve bunlara aykırı davranmakta.
Ülkemiz suç örgütlerinin sığındığı ana liman haline getirilmiş, uluslararası uyuşturucu kaçakçılığının ana güzergahlarında ileri durumundayız. Sayısını dahi bilmediğimiz kaçak göçmenler bir demokratik işgal küvetinin işgali kapsamında şehirlerimizde dolaşmakta suç işlemekte, nüfus yapımızın sıhhatine ve ülkemizin geleceğini tehlikeye atmakta. Bugün gençlerimiz işsizlik nedeni ile yurt dışında yaşamaktan başka çıkar yol bulamıyor. Meslek sahibi gençlerimizin dahi Avrupa’da vasıfsız işçi olarak çalışmayı kabul eden günlerden geçiyoruz. Avukatlık, doktorluk, mühendislik ve bunun gibi akademik meslekler bilerek ve isteyerek her geçen gün itibarsızlaştırılmakta. Aydın ve fikir sahibi insanlar bir gücünü nasıl elde ederse etmiş olursa olsun güçlü olan parayı nereden nasıl temin etmiş olursa olsun para sahibi özendirilmekte ve övülmekte, toplum topyekûn bir yozlaşma içerisinde.
Cahil bırakılmış gençler memlekete faydalı insanlar olmayı değil, nasıl ve ne yoldan olursa olsun hızlıca zengin olmayı hayal etmekte. Liyakat artışı bir kenara atılmış, işinizi ne kadar iyi yapabildiğiniz değil, hangi cemaate hangi tarikata mensup olduğu dönemde artık. Çocuklarımız gerici tarikat ve cemaatlerin insafına bırakılmış, toplum kamplara bilerek ayrılmış, yurttaşlar ağır ekonomik koşullar altında ezilmekte.
Bir yanda günü gününe servet yığanlar varken, diğer yanda derin yoksulluk içerisinde kıvranan ve bunalan vatandaş kitleleri mevcut. Bugüne kadar hiç ayakkabı almadığı için çocuğunun ayakkabı numarasını dahi bilmeyen anneler, diğer yanda ise ayakkabı istifleyenler var. İnsan hakları kâğıt üzerinde kalmış, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) devletimiz aleyhinde her gün ihlal kararları vermekte. Kadına yönelik şiddet hiç olmadığı kadar şiddetli ve yüksek. Sokaklarda masum hayvanları öldürenler elbette insana kadına ve çocuğa acımamakta. Ormanlarımız yer altı yer üstü kaynaklarımız aç gözcülükle talan edilmekte. Barolara, Tabip odalarına, akademik örgütlerine baskılar her geçen gün artmakta. Adalet çeşitli borsalarda satılığa çıkartılmış. Milletimizin temel nitelikleri tehdit altında.
Maarif modeli adı altında geleceğimiz olan çocuklarımız laik ve bilimsel eğitimden uzaklaştırılıyor. Daha fazla felsefe daha fazla matematik, daha fazla coğrafya eğitimi alması gereken öğrencilerimiz manevi danışman adı altında imamların eline bırakılmakta. Milli Eğitim Bakanı tarikat ve cemaatleri “faydalı sivil toplum kuruluşları olarak gördüğünü meclis kürsüsünden açıklamakta beis görmüyor. Böylece toplum bir bataklı içerisinde çırpınıyor. Bizler bu bataklıktan çıkış yollarının demokrasiden laiklikten sosyal adaletin sağlanmasından liyakatin tesis edilmesinden yeniden Atatürk Cumhuriyetinin tesislerinin yeniden kurulmasını düşünmesini düşünen insanlar olarak toplandık. İşte nasıl bir bataklık içerisinde bocaladığımızı konuklarımızdan dinleyeceğiz. Bunlar bu yozlaşmış düzenin tekerine çomak sokan insanlar. Kimin ne kadar paraya, hangi koltuğa sahip olduğuna bakmadan tehditler ve gözdağlarına karşın, bu çarpık düzen egemenlerinin ipini pazara çıkarıyorlar. Konuklarımız gazetelerde yazıkları yazılar ve kitapları ile bu bataklığı göstermekteler. Onlar bu bataklığı iyi tanıyorlar, bu yüzden bu bataklığı oradaki ışığın nasıl olacağını konuşacağız”.
Panelistlerden ilk konuşmacı olarak ADD Genel Başkanı Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt konuşmasına başlamadan önce paneli yürütücü Ali Dokuzlu “bu bataklıktan sizce nasıl çıkacağız” diye sordu, M. Hüsnü Bozkurt şu konuşmayı yaptı:
“Burada bulunan ve dışarıda bulunanlar hepimiz nasıl bir batağın içinde bulunduğumuzu yaşayarak görüyorlar ve toplumun çok az kısmı mevcut iktidarın dağıttıklarından nemalanan bir kesim önce bu düzenin devamını istiyor ama, toplumun çok uzun çoğunluğunun bu bataklıkta çırpınmakta olduğunu biz üç yıldır 200 ün üzerindeki şubemizle o yerlerde bu tür panellerle toplantılarla yurttaşlarımıza ulaştığımızda tespit ediyoruz. Bütün bu dolaşmalarımızda Kars’tan Doğu Bayazıt’a, Elâzığ’dan Urfa’ya, Artvin’den Sinop’a, Edirne’den Ardahan’a, Muğla’dan Hakkari’ye kadar bütün dolaşmalarımızda 60 kadar ile gittik, şunu gördük milletimizin en az yüzde 70’i 75’i Atatürk’e bağlı, Cumhuriyete bağlı, laikliğe bağlı ve Atatürk Milliyetçiliğine gönülden bağlı insanlar. Hangi partiye oy vermiş vermemiş ayrı, o kesimde Atatürk deyince akan sular duruyor.
Bu böyle de biz niye önce Demokrat Partisi, sonra AP, sonra ANAP, sonra AKP partisi diye devam eden bu sağ iktidarların elinde bir bataklığın içinde neden çırpınıyoruz?
Bu ülkenin Atatürkçü Kemalist 70 yıldır bu ülkede bütün izimler herkese ezberletildi, ama Kemalizm bilinçli olarak unutturulmaya çalışıldı. Kemalizm’e bir sürü yaftalar yapıştırılmaya çalışıldı, Kemalizm ve Atatürk Milliyetçiliği yani ırka soya kana bağlı değil, coğrafyaya kültüre ve ortak yaşam arzusuna bağlı değil. Kesinlikle laik Cumhuriyete bağlı hayatının merkeze koyan bu kadar insan varken neden böyle. Çünkü bu devranı sayan siyaset maalesef çok uzun yıllardır, hele son 20-25 yıldır bir türlü kendi iç tartışmalarından kendi kavgalarından aşınma toplumun önüne güçlü bir iktidar alternatifi olarak çıkmayı becermiyor sıkıntı burada. Eğer toplumun önüne doğru lideri, doğru yol haritasını, doğru kadroları koyabilirsek hiçbir problemi yoktur.
30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesi imzalandı ve Osmanlı Devleti imparatorluğu fiilen ömrünü tamamladı. Evet İstanbul’da bir padişah ve onun bir hükümeti vardı ama padişah Cuma selamlığına bile Amiral Caltrof’un izniyle ve silahlarında mermi olmayan gösteri için orda olan askerlerle çıkabiliyordu. Hükümete kimlerin bakan olacağı işgal kuvvetlerinin onayından geçiyordu. Böyle bir durumda Mustafa Kemal diye 38 yaşında bir paşa dört sene önce Çanakkale’de Anafartalar Kahramanı olarak milletin gönlünde yer etmiş bir asker, “ya ben İstanbul’da otuyum da padişahın kızıyla evleneyim saraya damat olayım” diye düşünmemiş, kendi görev emrini kendi yazdırarak kendi göre aldı, 9. cu Ordu Müfettişi olarak bir vapura bindi, elinde İngiliz işgal komiserinin verdiği izin belgesiyle çıktı İstanbul’dan ve üç gün sonra 19 Mayıs’ta Samsun’a vardı. 16 Mayıs’ta yola çıkarken bir gün önce İzmir’de, daha önce güney Fransa tarafından, Antalya Konya Likya bölgesi İtalya tarafından, Karadeniz bölgesi Pontus çeteleri Ermeni çeteleri ve Doğu Anadolu’nun bir kısmı Ruslar bir kısmı İngilizler tarafından merkez payitaht İngiliz, Fransız ve İtalyan komiserleri tarafından ele geçirilmişti, işgal edilişti, Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe hitabesinde “aziz vatanın her köşesi bilfiil işgal edilmiş…iken “yav ben İstanbul’da oturuyum da gazeteye bir demeç vereyim” vb demedi, çıktı orda 50 gün sonra askerlik görevinden ayrılmak zorunda bıraktırıldı, bir yıl sonra boynuna idam fermanı takıldı. Ama bu Mustafa Kemal denilen Selanikli yetim 19 ayda Anadolu’yu karış karış gezerek yeni bir tarz siyaset biçimi oluşturdu, tekkeleriyle, Alevi dedeleriyle, Kürt aşiret önderleriyle, Toros beyleriyle, Anadolu’nun Türkmen boylarının beyleriyle, sığırtmaçlarla, eşrafla, iş insanlarıyla karış karış Anadolu’yu gezdi. 19 ay görüşe görüşe en sonunda Erzurum Kongresiyle Doğuya topladı, Sivas Kongresinde Türkiye’nin her yerindeki Müdafaa Hukuk ve Reddi İlhak cemiyetlerini bir araya getirerek Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetini oluşturdu, 23 Nisan 1920 de TBMM açıldı. TBMM Ankara’ya ulaşabilen sadece 115 milletvekiliyle açıldı. Sivas Kongresinin toplandığı 4 Eylül 1919 da salonda sadece 19 delege vardı. İstanbul delegelerinin gelmesiyle 48’e yükseldi. Erzurum Kongresi doğudaki altı ilden gelen ve Erzurumlu olan 56 delegeyle toplandı. O insanlar Erzurum’dan Sivas’tan, Ankara’dan bütün dünyaya M. Kemal Atatürk önderliğinde “biz bu zilleti bu işgali kabul etmiyoruz sizinle savaşacağız” dediler. Bunu söyleten Adam önce İstanbul’da sonra 19 ay Anadolu’da dolaşıp herkesle görüşerek milletin azim ve kararını harekete geçiren Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal durduk yerde Atatürk olmadı. Osmanlının onlarca paşası vardı, birisi Samsun’a çıkıyor, 4-5 kişi ona yardım etti, o yardım edenler de sonradan yolarını ayırdı.
Bizim Millî Mücadele tarihimiz aynı zamanda bir ihanetler, istibdatlar, isyanlar, yokluklar, yoksunluklar tarihidir. Sadece Sivas Kongresinin toplanabilmesi için İstanbul hükümetinin ve İngilizlerin görevlendirdiği Elâzığ valisi ile Malatya valisinin o eylemini boşa çıkarmak için kelle koltukta bir tane Kılıç Ali diye bir adam onlarla çarpışmıştır. Bu düzenli ordu 1921 yılının aralık sonunda ancak 35-40 kişiyle ordu toplanabilmiştir çünkü bütün ordular dağıtılmış, bize sadece iki kolordu kalmıştı. Biri Erzurum’daki kolordu, Ankara’daki kolordu, bir iki de mürettep tümen doğru dürüst silah yok o ordu kuruldu. Ocak ve Nisan 1921 de Yunan hücumunu durdurdu, 1. Ve 2. İnönü’de. Sonra Eskişehir Kütahya muharebelerinde hazırlanırken, Yunan hücumu devam ederken, yine padişah denilen hain ve onun hükümeti ve işgal kuvvetlerinin kışkırtması organizasyonu ve verdiği paralarla 20 ayrı yerde isyan çıkarıldı. Bunun en önemlilerinden biri Bozok Yozgat isyanıdır, Gerede, Bolu, Konya isyanlarıdır. Bu isyanları bastırmak için kuvvet kaydırıldığından Kütahya Eskişehir muharebelerinde başarılı olamadık ve Mustafa Kemal orduyu yüz km geriye çekti, Polatlı önlerine geldik.
Nasıl bir ortamdayız, vatandaş olarak neden bu ortamdayız. Emperyalizm 300 yıl sömürdüğü petrol coğrafyasında antiemperyalist laik bir cumhuriyetin yaşamasını istemiyor, kurulmasına engel olmak istedi başaramadı, kurulduktan sonra sadece Mustafa Kemal’e düzenlenmiş tarihe geçmiş 16-17 suikast vardır. En önemlisi İzmir suikastıdır ve maalesef o İzmir suikastında Millî Mücadeleyi beraber başlattığı bazı arkadaşlarının dahli vardır. Dolayısıyla bu ihanetler tuzaklar, işgaller, yokluklar, yoksulluklar böyle bir günde unutabileceğimiz şeyler değil. Bütün bu yokluklar içinde “ordu yok” dediler “kurulur” dedi, “para yok” dediler “bulunur” dedi, “düşman çok” “yenilir” dedi, “hain çok” “yenilir” dedi. Üç yıl üç ay 28 gün sonra İzmir’den hem emperyalistler hem de işbirlikçileri olan hainler denize döküldü. 11 Ekim geliyor Mudanya mütarekesi zafer tescil edildi, oradan Lozan’a gidildi, oradan 29 Ekim 1923’e ulaşıldı, Cumhuriyet kurulmadı, Cumhuriyet daha Mustafa Kemal Havza tamimini yayınladığı zaman vardı, Amasya tamimini yayınladığı zaman vardı, Erzurum Kongre kararları bir Cumhuriyet kararlarıdır, Sivas Kongre kararları bir Cumhuriyet kararlarıdır, TBMM açılırken “hakimiyet milletindir” lafı, biz bu Mecliste padişah iradesiyle değil, padişah kulu olarak değil, Türk milletinin birer ferdi olarak milletin bağımsızlığı için savaşacağız demektir ki bunlar da Cumhuriyetin tanımıdır.
1923 Cumhuriyet kuruldu, Mustafa Kemal Paşa başbakan atamak istediği İsmet Paşa’ya yazdığı bir mektubu var, “İsmet bak savaşı kazandık ama asıl savaş şimdi başlıyor, işte şunlar şunlar yok, Cumhuriyetin devraldığı bütün ortaokul, lise, üniversite öğrencilerin sayısı 238 bin genç okuyor başka yok. 600 yıl alfabesinden yoksun bırakıldığı için cahil kalmış bir millet söz konusu. 300 yıl cepheden cepheye koşturulan yoksul bırakılmış bir millet söz konusu. 400 yıl boyunca “edrak-ı idrak” denilen yani idraksiz anlayışsız Türkler denilerek bizzat yöneticiler tarafından aşağılanmış bir millet var, o insanlar o Kemalist devrimciler Mustafa Kemal Atatürk’le aydınlanma devrimlerine giriştiler, önce 1924 3 Mart’ında Tevhid-i Tedrisat Yasası, Vakıflar Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü ve Genel Kurmay Başkanlığı kurulduğu kararlar ve Hilafetin kaldırılmasını gerçekleştirdiler. Arkasından sadece 1924 de 34’e kadar dünyanın birçok Batı ülkesinden çok daha önce kadınını insan yerine koyarak, kadınına seçme seçilme hakkı vermek kaydıyla bütün aydınlanma devrimini yaptılar ve Anadolu insanına 600 yıl sonra çağ atlattılar. Bunları bu millet yaptı.
Onun için Anadolu’yu şübe şübe dolaşacağız, bunları anlatacağız, bu milletten ümit kesilmez, bu millet o yokluklar içinde Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalistlerin dayattığı ona yakın anlaşma vardır, o anlaşmalardan uygulanmayan bir tanesi var o da Sevr Antlaşmasıdır. 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması İstanbul hükümeti tarafından onaylandığı Saltanat şurasında kanül edildiği zaman o Millet Meclisi o Sevr Antlaşmalarını imzalayanları da kabul edenleri de “vatan haini” ilan etmiştir. Bunlar vatan hainidir, Vahdettin de öyledir, Damat Ferit de öyledir, Mustafa Sabri de öyledir, Dürrizade Abdullah da öyledir diğerleri de.
Bütün bu süreci niye anlattım, burada bataklıktan nasıl çıkarız diyoruz, bataklıktan çıkmak için bataklığı tanımamız lazım, hepimiz filin tarifi gibi bir yerinden tutuyoruz, eğitim şöyle, sağlık böyle, dış politika şöyle, enerji politikası böyle eyvallah ekonomi şöyle hepsi tamam. Bunların hepsinin bir tane sebebi var emperyalizmin bu ülkeyle ilgili planlarını, emellerini farkına varmayarak bilerek ya da bilmeyerek o emellere kolaylık sağlayan hizmet eden bir enteljiyamız var, bir medyamız var / tabi bu arada Murad’ı ve Barış’ları tenzih ederim, lütfen bir alkışlayalım, salondan müthiş bir alkış koptu) bu genç kardeşler Uğur Mumcu gibi paramparça bir örnek önlerinde dururken bu derneğin kurucusu ruhu şad olsun devrim şehidi Muammer Aksoy, bu derneğin başkan yardımcısı Ahmet Taner Kışlalı, bu derneğin kurucusu Bahriye Üçok’un başına neler geldiklerini bildikleri halde neredeyse tek başlarına üç kişilik bir ordu gibi mücadele ediyorlar.
Ama şunu anlamalıyız, eğitim öyle olduğu için bu durumda değiliz, sağlık öyle olduğundan bu durumda değiliz, dış politika öyle olduğu için bu durumda değiliz, bizim Cumhurbaşkanımız Amerika’da istihsale uğradığı için burumda değiliz, hayır, enerji politikamız bu durumda olduğu için öyle değiliz, toprak altı ve toprak üstü kaynaklarımız talan edildiği için bu durumda değiliz, ırmaklarımız göllerimiz kurutulduğu için bu durumda değiliz, vatanımızın her yerinde ormanlarımız katledildiği için bu durumda değiliz, maden sahası açılarak inşalar doğasını çevresini kirlettiği için bu durumda değiliz. Bütün bunların sebebi bu yönetim anlayışı tam 70 yıldır devam ediyor. Mesele sadece AKP meselesi değildir, bu bir zihniyet meselesidir. Saidi Nursi’nin elini öpen, Ticcani Tarikatının lideri Kemal Pilaovlu’na gidip Gökçeada’da ziyaret edip Kuran hediye eden, ben Nakşibendi’yim diye meydan meydan dolaşıp şıpıdık terlik ayağında şortla askeri birlik denetleyen insanlarla geldik buraya. Öyle geldik bir günde gelmedik. Şimdi o zaman öyle bir cumhuriyetin yurttaşlarıyız ki arkadaşlar hiç birimizin ümitsiz olmaya hakkı yok. Hemen yarın gidip ADD ne kaydolmalarını rica ediyorum. Arkadaşlar lütfen bize güç verin (alkışlar). Buradaki temel sorun şudur, eğer yurttaşımıza gidebilirsek eğer anlatabilirsek inanın bana bu yangından mutlaka çıkacağız, asla ümitsiz değilim. Sadece şu var doğru liderlik, doğru kadro, doğru yol haritası. Doğru yol haritası Kemalizmin ışığında yeniden Atatürk Cumhuriyetini ihya etmek (alkışlar). Kemalizm yanlış adamlara pirim vermemektir. “Kemalizm faşizmdir, ırkçılıktır” diyenlere prim vermemektir.
Diyarbakır’ın bir köyünde bir kızcağızı öldürüyorlar, bir aydır katilini bulamayan bir devletten söz ediyoruz. 26 suç kaydı olan bir caniyi sokağa salıp 27 yaşındaki bir Türk polisini arkadaşının belinden çektiği tabancayla katleden bir aşağılık yaratıktan bahsediyoruz. Bu düzen Atatürk’ün kurduğu düzen falan değildir. Yeni Akit durmadan başlık atıyor, Kemalizm durmadan terörist üretiyor diyor. Dolayısıyla yalanları gerçekmiş gibi sunan bir medyamız var. Bir gün önce söylediğini bir gün sonra unutup tam tersini söyleyen bir yönetim anlayışı var ve buna karşı direnen çok ciddi bir halk var, bu halk direniyor, yalnız önüne düşecek bir Mustafa Kemal bekliyor. Mustafa Kemal bir daha gelmeyecek, burda duran herkes Mustafa Kemal olmak zorundadır, eğer bu ülkede çocuklarımız özgürce yaşasın çocuklarımız insanca muamele görsün, bizim ülkemiz yurt dışında itibarlı olsun, (Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet dünyanın en itibarlı Cumhuriyeti idi) şimdi saray odalarında itibar aramaktan Amerika’da kamyon dolaştırıyoruz. Nev York sokaklarında kamyon gezdiriyoruz Amerika’nın da çok umurundaydı”. Alkışlar.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com