Öğretmen okulu Kırşehir’e ilk kez 1961-1962 öğretim yılında açılmıştı, biz de okulun ilk öğrencileri idik. Öğretmenlerimizden Hacı Uysal, fizik, kimya derslerimize gelirdi. Kimyadan gazlar konusunu işliyorduk. Sanırım metan gazı söylenirken yanıcı olduğu vurgulanmış, “bağırsak gazlarında da bulunur” denilmişti. Arkadaşın birisi, “hocam bağırsak gazı nedir” diye bir ara sorusu sordu. Hocamız gülmeye başladı, “bilmiyor musun, koku veren gaz” falan deyince, sınıfta bir gülüşme başladı, biraz da saf olan arkadaşımıza bir arkadaşımız yavaşça “ossuruk ulan ossuruk” diyerek dürtüklediler, soruyu soran arkadaşımız da anladı, “pardon” dedi. Ama sınıfın topluca gülüşmesi dersin sonuna kadar dalga dalga yayıldı.
“Bağırsak gazının kısmen yanıcı” olduğunu duyan, bunu kafasına takan biraz safça olan arkadaşımız, bu gazın yanıcılığını denemek ister. Sanırım bu arkadaşımız, Kaman’ın Çağırkan köyünden Fevzi Çöl’dü, veya İdris diye bir arkadaşımız mıydı.
(Bu arkadaşımız öğretmen iken, köyden kasabaya dönüşen Çağırkan Belediyesi’ne yani kendi kasabasına yıllar sonra belediye başkanı oldu ve sonra da vefatla rahmete kavuştu).
Çağırkan demişken, sonradan 1980 li yıllarda Japonlar bu kasabada bulunan, (Türkiye’de ilk kez) Kalehöyük tepeciğinde arkeolojik kazılar yaptılar. 20 yıldan fazla süren bu arkeolojik kazılarda bulunan buluntular, şimdi bu kasabada Kalehöyük Japon arkeolojik müzesinde sergilenmektedir. Ayrıca çevresine Japonya’dan getirilen bitkilerle Japon bahçesi yapılmıştır}.
Gelelim bağırsak gazının yanıp yanmadığını deneyen arkadaşımıza. Bu arkadaşımız, bağırsaklarımızdan çıkan gazın yanıcı olup olmadığını denemek için tuvalete gittiğinde eline bir kibrit alır, ıkındıkça kibriti yakar, gazın yanıcılığını denemek ister. Bunu da samimi bir arkadaşına anlatınca, bu gaz denemesi sınıfımızda dilden dile yayılmıştı. Bu arkadaşımızın bir bilim adamı edası ile yaptığı deneme gerçekten de ilginçti. Çünkü bilim adamları, bazen kendi canlarını da riske atarak böylesine çok ilginç denemeler yapmışlardı. Örneğin bir sıtma hastalığının nedenini bulmak için zamanın bilim adamları üç yüz yıl araştırma yapmışlar, bakmışlar ki sıtma bataklıklarda daha çok görülüyor, bataklığın suyunu bile içmişlerdi. Sonunda özellikle bataklık gibi yerlerde hızla üreyen sivrisineğin anofel denilen dişisinin sıtma mikrobunu yaydığını bulmuşlardı. (Kaynak modern biyoloji)
Böylece bu arkadaşımızın cesurca denemesi, önceleri gırgır konusu olmuşsa da onun bilimin temel aracı olan deney uygulamasını yapması takdir konusu idi. Çünkü tüm bilimsel buluşlar yüzlerce denemenin sonunda buluşlara erişilmiştir.
Kızlığı bozulan erkek arkadaşımız
Okulumuzdan bir grup arkadaşımız rehber öğretmenlerimiz eşliğinde, çevreyi, yurdu tanımak, sevdirmek amaçlı, sanırım Niğde’ye bir gezi düzenlemişlerdi. Geziye giden arkadaşlarımız, vardıkları şehirde rehber öğretmenlerimiz, öğle saatlerinde birkaç saatliğine şehri rahatça gezmeleri için izin verirler. Arkadaşlarımız grup şehri dolaşmaya başlarlar. Rastlantı sonucu genelevi yakınlarına gelirler. Gruptan birkaç bıçkın arkadaşlarımız, “arkadaşlar haydin genelevine gidelim” diye bir öneride bulunurlar; kafadarlar genelevine girmeye başlarlar. Böyle işlerden çok habersiz sanırım İdris adında saf bir arkadaşımız, “burada ne iş yapılır” diye arkadaşlarına sorar. O zamanları çoğumuz şehre çıkmamış sadece köyünü görmüş çocuklardık. Öteki arkadaşları uygun biçimde cinsel tatminli bir yer olduğunu anlatırlar. Ürperen İdris, “yok arkadaşlar ben içeri asla girmem” der. Arkadaşları, “lan oğlum sen erkek değil misin, gel hadi” dedilerse de İdris, “yok arkadaşlar ben girmem, benim kızlığım bozulur sonra” diyerek içeri girmez. Böylesine saf temiz arkadaşlarımız da vardı, okulumuzda.
Gezi dönüşü bu olay dilden dile kâh fısıltı şeklinde, kâh seslice teneffüslerde, yatakhanelerde yayıldı durdu.
Öğrenci arkadaşlarımız böylece saf iken, ya öğretmenlerimiz nasıldı? Aklımda kalan bir olay. Bir gün teneffüste iken, Aysel Özkeleş adında bir arkadaşımız olsa gerek, bu kız arkadaşımızla bir erkek öğrenci arkadaşımız okulun bahçesinde yan yana sohbet ederek yürürlermiş. Öğretmenler odasında veya müdür yardımcısı odasında öğretmenlerimizden biri (sanırım İsmet Gözpınar’dı), bahçede samimi bir hava içinde konuşan, yürüyen bu arkadaşlarımızdan erkek olanını, nöbetçi öğrenciyle çağırıyor. Bu arkadaşımıza, öğretmenimiz, “o kızla nasıl öyle samimi dolaşıyorsun, bir daha görmeyeyim, bir daha olmasın” diyerek adeta azarlıyor. Öğrenci arkadaşım da “öğretmenim bunda ne kötülük var, ders konularımızla ilgili bir konuşmamız vardı” diyor. Kalbinde bir kötülük olmayan bu arkadaşımız bozuluyor üzülüyor, dışarı çıkarken, yüzü kızarıyor. Bahçede konuştuğu kız arkadaşımız, niçin çağırıldığını merak ediyor, “ne oldu öğretmenimiz niye çağırmış, rengin bir tuhaf duruyor” diyor. Erkek arkadaşımız da kız arkadaşından biraz uzak durarak, “ne olacak, seninle neden böyle konuşuyor muşum, öyle diyor”. İkisinin de kalbinde bir şey olmadığı için, ikisi de şaşırıyorlar, bundan sonra olabildiğince uzak durmaya çalışıyorlar.
Görüldüğü üzere, o zamanları genelevi kapısında “kızlığım bozulur” diye içeri girmeyen arkadaşımız gibi, erkek öğrencinin kız öğrencisi ile arkadaşça okul bahçesinde gezinirken sohbetini yadırgayan öğretmenin de sosyalleşmeye gereksinimleri olduğu bellidir.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Yorum Gönder