“AsıI engeIIiIer, karşıIarına çıkan engeIi geçemeyenIerdir”.
Çok soğuk bir havada 14 Şubat 19 günü Sıhhıye Metrosundan inerek, sağlık sorunum nedeni ile Numune Hastanesine doğru yürümeye başladım.
ABBelediyesi’nin ucuz sebze satmaya çalıştığı tanzim satış çadırına gelince, sebze almak isteyenlerin sıralarının gittikçe uzadığını, kalabalığı gördüm ve hemen cep telefonumla fotoğraf çekmeye başladım.
Kuyruktan ayrılıp üzerime doğru gelen,
“niye resim çekiyon ulan” diyen bir adamı gördüm, bana doğru yaklaştı, bana saldıracak galiba bu adam diye düşündüm, adam sürekli
“niye çekiyon” deyip duruyordu. Ben de sen kimsin sana ne, burası kamuya ait bir yer falan dedim, homurdanı homurdanı sırasına gitti, ben de bir maraza çıkmadan yoluma devam ettim.
Madalya taşıyan bir yaşlı adam
Oradan ayrılıp Sıhhiye Köprüsü altına doğru üç beş adım attıktan sonra, baktım sonradan 80 yaşında olduğunu öğrendiğim bir yaşlı adam bastonuna dayanarak yavaş yavaş tanzim çadırına doğru yürüyordu. Sırtında eski bir ceket, eski bir hırka, ilikleyemediği gömleği açık, sırtında paltosu yok bastonuna dayanarak ve de titreyerek yürüyordu.
Kendine yaklaştım, merhaba amca, dedim.
Nereye gidiyorsun bu halde?
“-Evlat şu çadıra doğru gidiyorum”, dedi. İstiklal Madalyası sandığım bu madalyayı, amca bu madalya nedir, diye sordum. O şöyle dedi:
“-Bu madalya şehit olan oğlum için”. Ona:
“-
Nerede nasıl şehit oldu” dedim. O:
“-Mardin Mazıdağı’nda terörden şehit oldu, dedi
.
Şehit oğlunun madalyasını göğsünde taşıyan bu adam karşısında inanın ne diyeceğimi şaşırdım. Ancak, çok üzüldüm amca başın sağ olsun, dedim. Hava öylesine soğuktu ki, herkes paltosuna, beresine bürünmüş yollarda, bu yaşlı adam ise döşü bağrı açık, sanki bağrında taşıdığı acı ve madalya nedeniyle soğuk ona vız geliyor muş gibiydi. Hemen uzanarak, aman amca hasta olursun, bu gömleğin düğmelerini niye iliklemedin, dedi. O da:
“-
“ilikliyemedim yavrum, gözlerim görmüyordu”, dedi. Yüreğim burkuldu, hemen uzanarak gömleğinin yakasının en üst düğmesini ilikledim, aman dikkat et üşürsün, sonra, dedim. Bu, göğsünde şehit oğlunun madalyası, içinde onun acısı,
“Allah razı olsun oğul” dedi ve bastonuna dayanarak ayrılıp yoluna devam etti. Bu yaşlı adamın hali yüreğimi burktu, resim çekmeyi, soğuğu unuttum, Sıhhiye Köprüsü’nün altından dalgın ve üzgün yürümeye başladım.
Kendimi toparlamaya çalıştım, ben hastaneye (Numune Hastanesine) gitmem gerekiyordu, dedim ve hızlanmaya başladım, ama saate baktım saat 11.50 olmuştu. Sanırım öğle paydosundan önceye yetişemeyeceğim, dedim.
Tek kol, tek bacakla ekmeğini sokakta kazanmaya çalışan adam
Böyle düşünerek Dil Tarih Coğrafya Fakültesi önündeki kaldırıma geldiğimde, kaldırımda duvarın dibine ufak tefek şeyler satan, yere oturmuş roman okuyan bir adam gördüm. Önünde bir küçük tüp ve üstünde bir çaydanlık, hemen yanında bir müzik aletinden Kuranı Kerim okunuyordu, kendisi de başını kaldırmadan roman okumaya devam ediyordu. Duvarın kenarında ayna, tarak, mendil vb bazı eşyaları dizmiş onları satmaya çalışıyordu.
Kitap okuyan adamın hemen sol yanında, sanki bir stepne gibi duran bir takma bacak gördüm. Bu adamı görünce daha bir etkilendim, ama ben hastaneye yetişmem gerekir, dedim yola devam ettim. Köşeyi döndüm saat 12 ye geliyordu, öğle paydosu olmak üzere ve ben o yokuştan hastaneye yetişemezdim. Hastaneye de öğleden sonra giderim, diye düşündüm hemen geri dönerek o tek bacağı olmayan, bir şeyler satmaya çalışan adamla konuşmak istedim.
Bu, bir eli ve bir ayağı olmayan adamın tezgâhının önünde, sarı bir kartona kendi özdeyişi olan şöyle bir yazı okunuyordu, (Aynen alıyorum):
“EL AÇANA DEĞİL, EMEĞİNİN KARŞIĞINI TALEP EDENE DESTEK OLUNUZ” EREN KAYA
Bu kitap okuma merakı olan adamın okuduğu kitaba baktım, kitabın ön kapağında “Aşk ve Acı” Fride Kohle yazıyordu. Ona, nerelisin dedim, anlatmaya başladı.
“Benim adım Ağrı Patnos’luyum, 42 yaşındayım. 20 yaşında elektrik çarpmasından kaza geçirdim elimin ve ayağımın birini kaybettim. Dört çocuğum var, en büyüğü Eskişehir’de üniversitede okuyor. Asıl adım kaya, Eren nenemden göbek adı olarak gelme, Ankara’da kirada oturuyorum. 15 yıldır devletten maaş alamıyorum, bunun sebebi oğlum oldu, ekonomik durumum pek kötü değildi. Oğlumun biri lösemi hastalığına yakalandı, varımı yoğumun onun tedavi sürecinde kaybettim. Tarsus’ta oturuyorduk, Mersin Tıp Fakültesinde tedavi oluyordu, Mersin’e gidip gele, buna edilen masrafla varımı yoğumu Kaybettim. Çocuğu 2000 yılında kaybettik. İşte ondan beri Ankara’da bu işi yaparak çoluğumun çocuğumun riskini çıkarmaya çalışıyorum. Yaşamak zor, ben güzel yürekli insanlara minnettarım, ailem adına, çocuklarım adına. Devletten şunu isterdim, yüzde 70 den fazla engelli raporum olmasına rağmen bana sakatlık maaşı, bakım parası vermiyorlar. Bana verdikleri cevap kendi kendime yeterli” imişim. Ben benden daha oranlı raporu olanlara verdiklerini biliyorum. Sağ el sol bacağım yok. Bizim beklentimiz önce Allah’tan sonra devletten”
Kendisine, aldığın raporlar ve onların verdiği olumsuz cevapla Danıştaya-İdare Mahkemesine dava aç” dedim.
“-
Yok devlet kapısından yoruldum. Ben bu ülkede vicdanlı olmanın hesabını veren bir insanım, ben kolay kolay susmam, çocuklarımın hakkını korurum, amma, karşımda devlet, vermiyorsan Allah’a havale ediyorum. (Karşıda görülen Ankara Adalet Sarayı’nı göstererek) “
karşıda adalet yazıyor ya, o adalet bizler için, fakirler için işlemiyor” dedi. Devam etti:
“-
Adalet bize çalışmıyor, ben devrin Devlet Bakanı Beşir Atalay’la, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ile birebir görüştüm, ben onlarla yetkiliyle konuştum, her gün onlarca Milletvekili görüyorum, nice insanlar görüyorum, engelli vatandaşlar için atılan nutukları, verine vaatleri görüyorum hepsi yalan.
50 tane kurum var, ben geçenlerde merdivenlerden yuvarlandım işe çıkamadım. İşe gelip giderken bir tek engelli sandalye rica ettim, geçici olarak. Benim devlete bizi yönetenlere itimadım yok, çünkü benim kiramı vermez, elektriğimi keser, suyumu keser, benim çocuklarıma merhamet göstermez. 50 tane kurumdan tekerlekli engelli sandalye talep ettim, bir sürü yerden; belediyelerin engelli birimi bilmem neleri neleri var, nihayet bir hayırsever bir tekerlekli sandalye aldılar”.
Şehit Babası engellinin tezgâhına geldi:
Tam bu sırada, tesadüfe bakın ki, yukarıda açıkladığım, 80 yaşındaki göğsü madalyalı, oğlu şehit olan, yakasında düğmesini iliklediğim yaşlı adam konuştuğum bu engelli insanın tezgâhından bir şeyle almak için yanaştı. Bir şeyler aldı, cebinden bozuk paralar çıkardı, para yetmedi, ben, şehit babasıymış bu demin konuşmuştuk bununla deyince, engelli Eren Kaya, çıkan bozuk parayla yetindi fazlasını almadı.
Eren Kaya, o şehit babası için, “
acımız, davamız, yüreğimiz birdir elhamdullah, acını gönülden paylaşıyorum canım amcam, ben de evlat acısı yaşamış bir insanım” dedi.
Şehit babasının isminin Süleyman Akkaya olduğunu ve Ayaş’lı olduğunu orada sorarak öğrendim. Oğlu Mardin Mazıdağı’nda 2013 de şehit olmuş. O yaşlı adama:
“-Evli miydi oğlun, dedim. O şöyle dedi:
“-Oğlum astsubay kıdemli başçavuş, evliydi bir oğlu var, onu da devlet okutuyor şimdi”.Vedalaştı, ayrıldı şehit babası.
Engelli Eren Kaya’ya, “
Engelliler federasyonu Başkanı Turan Bey’le görüştün mü, o da gözlerinden engelli ve avukattır” dedim.Engelli Eren Kaya:
“-
Görüştüm, ondan bir engelli arabası istemim ilgisiz kaldı, ben de numaralarını sildim” dedi. O da şöyle dedi:
“-
Turan Bey’i geç, devletin nice makamları ile görüştüm bir engelli arabası alamadım, ben artık yoruldum yoruldum, benim ümidimi kırdılar, hayallerimi kırdılar, gönül bağlamamı kırdılar; Ben burada zabıtanın fırçasını yemekten yıldım”.
“- Zabıta sana kızıyor engelliyor mu, dedim. O da şöyle dedi:
“-Ooo öyle zabıtalar var ki, ulan senin kelleni alırım, lan”, diyorlar. Bu kelimeleri kullanıyorlar Osmanlıdan kalma. 15 yıldır bu duvarların dibinde işportacılık yapıyorum. Çocuklarımın nafakasını onurumdan, şerefimden, onurumdan inandığım değerlerden zerre kadar taviz vermeden çıkarmaya çalışıyorum. Çocuklarımın biri üniversitede, Caner Orta üçte, Baran ilkokul üçte, Zaman kızım bu sene başladı. Daha bir de engelli çocuğum var.”
Çantasından bir iki ilaç çıkarıp içmek istedi, “
benim rahatsızlığım var, şeker falan var” dedi.
“Ben torpil istemiyorum, neyi hak etmişsem onu versin, devlet üzerine düşeni yapsın, devlet kendine yakışanı yapsın, başka bir şey demiyorum, o zaman biz de onurlanalım, gururlanalım”. Bunları söyleyen, bir tane engelli arabası bulamamış Engelli Eren Kaya’ya veda ederek ayrıldım.
Eğer yolunuz Sıhhiye’ye düşerse, DTCF nin önüne tezgâh kurmuş, bir eli bir ayağı olmayan bu engelli vatandaşı görürüsünüz; okullarda okuyan dört çocuğunu okutan, kirada oturan ve çocuklarının nafakasını çıkarmaya çalışan çaresiz insanı görürüsünüz, o zaman hiç olmazsa bir lira verip bir kâğıt mendil alın, lütfen.
Bir eli, bir ayağı diz kapaktan aşağısı olmayan adamla konuşmaya başladım.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız