Mart 2025
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

Kılıçdaroğlu'na Açık Mektup
Sayın KILIÇDAROĞLU; başarı ve başarısızlıklarla dolu uzun bir dönem,  ATATÜRK'ün partisi CHP'nin Genel Başkanlığını yapmış ve Mayıs 2023 de yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde partinizin Cumhurbaşkanı adayı olma şerefine nail olmanız nedeniyle gurur duyabilirsiniz. 


Eşit koşullarda yapılmayan seçimler sonucunda,  az farkla Cumhurbaşkanı seçilememeniz sizi üzmemelidir. Bu yüce makama aday olarak seçimlere katılabilmek dahi, büyük bir gurur vesilesi olmalıdır sizin için. 


Çoğu vatandaşımız, seçimin kaybından sizi sorumlu tutuyor ve aday olmamanız gerektiğini savunuyor olsalar da, ben bu görüşlere katılmıyorum, daha doğrusu,  altılı masanın ve ana muhalefet partisi CHP'nin lideri olarak, sizin cumhurbaşkanlığı adaylığında ısrarcı olmanızı,  anlayabiliyorum. Bu adaylığınız, yaşınız gereği siyaset kariyerinizde kullanmak istediğiniz son şansınızdı ve seçilmelerinde sizin büyük katkı ve emeklerinizin olduğu birçok büyükşehir belediyesinde çok başarılı hizmetler sunan belediye başkanlarınızın bu başarılı hizmetlerine ve ülkenin içinde bulunduğu iktidardan kaynaklı olumsuz koşullara da güvenerek aday oldunuz ve maalesef,  devletin tüm imkanlarını elinde bulunduran siyasal iktidarın, eşit olmayan imkanlarına ve hukuksuz ve acımasız  propagandalarına, altılı masadan bazı ihanetlere yenik düşerek seçilemediniz. 


Sağlık olsun. Kazanmak da var, kaybetmek de var. 


Bana göre, cumhurbaşkanı seçimlerini kaybettikten sonra, milletimiz teşekkür ederek,  şerefinizle aktif politikayı bıraktığınızı,  derhal kurultay toplayarak CHP Genel Başkanlığını bırakıp gençlere emanet edeceğinizi açıklamalıydınız. Ama, siz de diğer politikacılar gibi,  siyasi ihtirasınıza esir düşerek,  siyasete onurlu bir şekilde son verme ve CHP'ye ATATÜRK ve İNÖNÜ gibi manevi bir lider olma onur ve şansını kendi ellerinizle ittiniz maalesef. 


Kurultaya aday olarak girdiniz ve kendi evlatlarınız,  üzerlerinde büyük emekleriniz olan Ekrem İMAMOĞLU ve Özgür ÖZEL cephesine yenik düşerek,  genel başkanlığı iradeniz dışında,  kurultayın çoğunluk iradesiyle kaybederek bırakmak zorunda kaldınız. Bu suretle, seçim kaybetme zincirinize bir yeni halka daha eklediniz. İşte bu büyük hatayı yapmamalıydınız. 


Sayın KILIÇDAROĞLU; bu hatayla da yetinmediniz, kurultay yenilgisini açıkça kabul etmeyerek,  gözünüzü siyaset sahnesinden çekmediniz,  kendinize bir çalışma ofisi açtınız, yeni yönetimi devirerek başa geçmek isteyen parti içindeki muhalif kesimlerin lideri olduğunuz dedikoduları ve söylemleri ortalıkta dolaştığı halde,  kamuoyunun karşısına çıkarak,  böyle bir faaliyetin içinde olmadığımızı,  çok açık ve net bir şekilde açıklayıp,  kesin bir noktayı koyamadınız. 


Sayın KILIÇDAROĞLU; yukarıda belirttim,  İMAMOĞLU ve ÖZEL; üzerlerinde emeğiniz olan ve sizin evlatlarınız konumunda kişiler, onların kurultayda  başarılı olarak parti yönetiminde söz sahibi olmaları,  sizi hiç mi mutlu etmedi?


İnsan oğlu, bana göre,  evlatlarının başarılarıyla mutlu olurlar,  gurur duyarlar.  Kendilerinin başaramadıklarının,  evlatları tarafından başarılmasını, yarım kalan kendi başarılarının evlatları tarafından tamamlanmasını bekler ve evlatlarının başarılarını, kendi başarıları olarak kabul edip bunun gurur ve mutluluğunu yaşarlar.  


Kendimden örnek vermem gerekirse, benim rahmetli babam İstanbul Hukuk Fakültesinde ikinci sınıfa kadar okumuş,  ancak ağır ve kronik bir hastalığa yakalanarak, İstanbul’dan Eğirdir'e memleketine dönmek ve çok sevdiği okulunu yarım bırakmak zorunda kalmış. Yıllar sonra ben,  Ankara Hukuk Fakültesine girip okudum ve başarılı bir şekilde mezun olunca,  rahmetli babamın duyduğu mutluluğu ve gururu anlatamam size. Babamın bu gururu ve mutluluğu, büyük oranda,  kendisinin yarım bırakmak zorunda kaldığı hukuk fakültesinin,  yıllar sonra  evladı tarafından  bitirilmiş olmasından kaynaklıydı. 


Sayın KILIÇDAROĞLU;  siz,  işte bu gurur ve mutluluğu kendinizden esirgediniz, sizi seven birisi olarak ben,  düştüğünüz bu duruma çok üzülüyorum.  


Sayın KILIÇDAROĞLU; sizden naçizane beklentimiz; hiç değilse bundan sonra,  İMAMOĞLU ve Özgür ÖZEL'e daha açık bir şekilde destek çıkmanız, aklınızı çelmeye çalışan parti içi hiziplerle temasınızı tamamen keserek, 6 Nisan günü yapılacak olan olağanüstü kurultayda İMAMOĞLU ve ÖZEL ekibine olan desteğinizi açıkça kamuoyu ile paylaşmanızdır. 


Sağlık, afiyet ve mutluluk dileklerimle.


28/03/2925

Güner YİĞİTBAŞI

Bahçeli'nin Sağlık Durumu
Hepimizin bildiği gibi,  MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ;  Şubat başlarında,  bir kalp kapakçığı ameliyatı geçirdi. O günden bugüne kadar yaklaşık iki ay geçmesine rağmen, BAHÇELİ'nin sağlık durumu hakkında resmi bir açıklama yapılmadı. 


Seversiniz veya sevmezsiniz,  kendisi,  Cumhur İttifakının;  AKP'den sonra gelen ikinci  büyük ortağı partinin genel başkanıdır. Ülke yönetiminde söz sahibi olan önemli bir kişidir. O nedenle, BAHÇELİ'nin sağlık haberini halkımızın bilmeye hakkı vardır. Demokrasiler şeffaf olduğuna ve bizim ülkemizde de demokrasinin var olduğu iddia edildiğine göre, şeffaflık gereği ve haber değerinin olması ve insan sağlığı üzerinde birtakım spekülasyonların önüne geçmek adına,  bırakınız kendi partisini,  destek olduğu iktidar tarafından halkımız doğru bilgilerle aydınlatılmalıdır. 


BAHÇELİ'nin sağlık durumu hakkında,  bir televizyon programında gayet saygılı ve ölçülü bir şekilde,  sağlam kaynaklardan aldığı bilgileri kamuoyuyla paylaştığı gerekçesiyle,  görevi haber ulaştırmak olan bir gazetecimiz hakkında soruşturma açıldığına dair haberi dutunca hayretler içinde kaldık. 


Bir hukukçu olarak,  gazetecinin soruşturmaya konu edilen bu eylemini hiçbir suç tanımı içine sokamadık. İktidar ortağı önemli bir siyasetçi olması nedeniyle, bu suskunluk, özel hayatın gizliliği ile de izah edilemez. 


İktidar ortağı da olsa BAHÇELİ'nin de,  her fani insan gibi hastalanmasından ve Allah gecinden versin vakti gelince ölmesinden doğal daha ne olabilir ki?


BAHÇELİ'nin hastalanmaması mı gerekiyordu?


Diyelim ki hastalandı,  bu bir tabu ve  ülkemizin beka sorunu mudur? 


Bir Devlet sırrı mıdır?


Hastalanmak,  bir ayıp mıdır? Da,  BAHÇELİ'nin  sağlık durumunun ve  hastalığının açıklanmasından bir yasak üretilmeye çalışılıyor?


Allah uzun ömürler ve sağlıklar versin,  BAHÇELİ'nin sağlık durumu hakkında resmi bir açıklama yapılmadığı için,  sosyal medyada yalan yanlış haberler yayılıyor ve hiç tasvip etmediğimiz çirkin yorumlar yapılıyor, bunun önüne geçilmesinin tek koşulu,  kamuoyunun doğru bir şekilde aydınlatılmasıdır. 


Bahçeli dahil hiçbir parti liderinin ve ülke yöneticisinin hasta olması ve hatta ölmesi,  ülkemizin sonu değildir. Kimse ülke için vazgeçilemez değildir. 


Bu ülkenin kurtarıcısı ve T. C. Devletinin kurucusu aziz ATATÜRK bile,  bir fani olarak hastalanmış ve ölmüş, hastalığı hakkında Türk Milleti bilgilendirilmiş ve ölünce de millet olarak aylarca yas tutulmasına rağmen,  ülkenin bekası bugünlere kadar sürmüş, T. C. Devleti ATATÜRK ve Cumhuriyet düşmanları tarafından sürekli kemirilmesine rağmen dimdik ayakta kalabilmiştir. 


ATATÜRK;  yaşamın bu gerçeğini,  sağlığında görüp kabullenerek,  Türk Milletine;  “Benim naçiz vücudum elbet  bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. ”diye hitap edebilmiştir. 


Bu itibarla, yaklaşık iki aydır,  Türk Milletine,  ülkenin gündemiyle ilgili olarak BAHÇELİ'den naklen yazılı olarak yapılan açıklamaların gerçekliği ve BAHÇELİ'nin sağlığının daha fazla istismar konusu yapılmaması, yalan yanlış haberlerle bizzat BAHÇELİ'ye de daha fazla kötülük yapılmaması adına ve şeffaflık gereği,  BAHÇELİ'nin durumuyla ilgili olarak, gerçek sağlık haberlerinin kamuoyuyla paylaşılması zorunlu hale gelmiştir. 


BAHÇELİ'ye bu vesileyle geçmiş olsun diyor, buradan kendisine acil şifa dileklerimizi iletiyoruz.


27/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Kumpas Soruşturmalarının Vazgeçilemezi Gizli Tanıklar
Son senelerde ülkemizde gizli tanık kavramının kamuoyunda çok tartışılır olması ve bu kavramın,  adil yargılanma hakkıyla doğrudan ilgisinin bulunması, uğradığı haksız ve kumpas bir soruşturma sonucunda İBB Başkanı Ekrem İMAMOĞLU'nun da gizli tanık beyanlarıyla haksız bir şekilde tutuklanması nedeniyle; ceza yargılamasında tanık delilinin ne anlama geldiğini, delil olarak önem ve mahiyetini yazma gereğini duymuş bulunuyoruz. 


Tanık delili; ceza yargılamasında,  eskiden olduğu gibi, günümüzün çağdaş ceza ve ceza usul hukukunda da, hala vazgeçilemez önemini muhafaza etmektedir. 


Tanık nedir, kimlere tanık deriz ve tanık sıfatıyla kimlerin ifadesine başvururuz?


Tanık; gördüğünü ve bildiğini anlatan. bilgi veren kişidir, kelime anlamı itibariyle. 


Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan tanığa yaptırılacak yemin metnini düzenleyen 55.  maddede de, ”"Bildiğimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim. " yazılıdır. 


Bu yemin metninden de anlaşılacağı üzere; tanık ceza yargılamasına konu somut eylemle ilgili olarak bilgi sahibi olan kişidir. Suçtan mağdur olan,  kendisine yönelik suç teşkil eden bir eylem icra edilen kişi de,  mağdur tanık sayılır.  


Burada dikkat edilmesi gereken husus; bu bilgi,  doğrudan görgüye ve görgüyle birlikte,  eş zamanlı doğrudan duyuma dayalı olmalıdır. 

Dedikodulara, eylemden sonra,  başkalarının söylemlerine dayalı olarak dolaylı  duyulanlardan elde edilen bilgiler, tanığa sorulmamalı ve tanık beyanı olarak delil kabul edilmemelidir.   


Ceza Yargılamasında;  gizli tanıklık kurumu ve gizli tanık yoktur. 


Ceza yargılamasında; tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması, kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa;  dinlenen tanıkların kimliklerinin saklı tutulması için, adalete zarar vermeyecek gerekli önlemlerin alınması ve tanıkların korunması kurumu vardır. 


Nitekim CMK nın 58. maddesinin 2. fıkrasında; yer alan; “Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa;  kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır.  “ hükmü ile 4. fıkrasında yer alan; ”Tanıklık görevinin yapılmasından sonra,  kişinin kimliğinin saklı tutulması veya güvenliğinin sağlanması hususunda alınacak önlemler,  ilgili kanunda düzenlenir.  “ hükmü bizim bu görüşümüzü doğrulamaktadır. 


Ceza Yargılamasında sadece tanık vardır, gizili tanık adı altında, binbir vaatlerle, menfaat sağlanarak,  sonradan yaratılan, kumpas davalarda kullanılan, ceza adaletini saptıran, düzmece ve sunni yalancı tanıklık kurumu yoktur. Söz konusu olan ve amaçlanan şey,  tanıklık yapanların korunmasıdır, yalancı tanık yaratmak değildir. 


CMK nın 58. maddesinin 4. fıkrasına istinaden,  tanıklık yapanların korunması için alınacak tedbirleri düzenlemek ve sadece,  ceza kanunlarına göre ağırlaştırılmış müebbet, müebbet, asgari haddi on yıl ve daha fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla, örgütlü suçlarda uygulanmak üzere çıkarılan 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu, konuyu saptırmış ve çıkarılış amacını aşan hükümlerle,  tanıklık kurumunu güvenilmez kılmış ve adeta gizli tanık yaratmıştır. 


Eylemden çok sonra ortaya çıkan ve tanıklık yapacağını söyleyen veya adaleti saptırmak için tanık yaratma çabasına düşen resmi görevlilerin vaad ve garantileriyle elde edilen,  duruşmaya dahi gelmeden, çapraz sorguya tabi tutularak,  reaksiyonlarından ve davranışlarından verdikleri beyanlarının güvenilir olup olmadığı konusunda bir kanaat edinme imkânından yoksun kalınan kişiler,  ceza yargılamasında meşru tanık olarak kabul edilemezler ve bunların güvenden yoksun beyanlarına dayalı olarak mahkumiyet kararı kurulamaz, bunların beyanları tanık delil olarak asla kabul edilemez ve edilmemelidir de. 


Tanık; tanıklık yaptıktan sonra korunur ve gizlenir. Önceden gizlenerek bilgisine başvurulana tanık denemez.  


Bırakınız gizli tanık diye ortaya sürülen çoğu zorlama ve düzmece yalancı tanıkları; açıkça beyanda bulunan normal açık tanıkların beyanları dahi; ceza yargılamasında kesin delil olarak kabul edilemez, çiğ süt emmiş, yaptığı yemine rağmen,  şu veya bu sebeple yalan söylemeye meyilli insan unsuruna dayalı tanık beyanları, parmak izi, DNA verileri, balistik inceleme raporları, kan örnekleri gibi kesin delil niteliğindeki delillerden farklı olarak,  sadece takdiri delil vasfında olup, yargıç;  diğer delillerle birlikte,  tanık beyanlarını da vicdani kanaatine göre değerlendirerek bir hükme varmalıdır. 


Sonuç olarak söylemek gerekirse; bizim ceza yargılama hukukumuzda gizli tanıklık yoktur. Var olan şey; ağırlaştırılmış müebbet, müebbet, asgari haddi on yıl ve üzerinde hapis cezası öngörülen suçlar ve örgütlü suçlarlar la sınırlı olmak şartıyla,  adalete ve maddi hakikate ulaşmaya zarar vermeden, savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal etmeden,  ölçülü ve sınırlı tedbirlerle, tanıklık yapanların, sadece  korunma altına alınmasıdır.


27/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Nedir milli irade seçmen iradesi?
Türk siyasetinde her seçilen ve iş başına gelen siyasal iktidar; dara düştüğünde, halk tarafından, muhalefet tarafından eleştirilinde, anayasal gösteri ve protesto hakları kullanıldığında, bugün İMAMOĞLU'na yargı araç sallaştırılarak açılan haksız soruşturmalar, suçlamalar, tutuklamalar ve görevden almalar karşısında demokratik ve anayasal protesto haklarını kullanan halkımızı ve muhalefet partilerimizi,  milli iradeyi tanımamakla,  milli iradeye karşı çıkmakla suçlamayı,  adeta kendisine hak görmektedir. 


Peki;  iktidarın dillendirdiği ve muhalefeti,  saldırmakla ve yok etmekle suçladığı bu milli irade, yani sandıkta tecelli eden seçmen iradesi,  ne anlama gelmektedir?


Elle tutulmayan ve gözle görülmeyen bu milli  irade,  seçmen iradesi denilen şey; iktidarın rafa kaldırdığı ve uygulamadığı anayasa göre, beş yılda bir yapılan seçimlerde oy veren toplam seçmenlerin  çoğunluğunun,  beş yıl boyunca ülkeyi yönetecek olan siyasi partiyi, iktidar milletvekillerini ve Cumhurbaşkanını seçtikleri sandığa yansıyan geçici yetkilendirme iradesidir. 


Milli irade;  aynı zamanda,  yönetime talip olanlarla,  onları seçenler arasında oy sandığında gerçekleşen bir akittir, bir mukaveledir. Her mukavelede olduğu gibi; seçmenle,  seçilen yöneticiler arasındaki,  sandıkta oluşan beş sene geçerli milli irade mukavelesinin geçerliliğini ve meşruiyetini koruyabilmesi için uyulması zorunlu koşulları;  en başta anayasamız olmak üzere, yasalar ve yürürlükteki tüm mevzuat hükümleridir. 


Yukarıda tanımlamaya çalıştığımız ve bir mukaveleye benzettiğimiz milli irade; milletvekillerinin ve Cumhurbaşkanının seçildikleri genel seçimlerde olduğu gibi, ülke çapında yine beş yılda bir yapılan belediye başkanlarının ve diğer yerel yöneticilerin seçildikleri yerel seçimler için de aynen geçerlidir. 


Milli iradeye saygı gösterilecekse, seçilmiş Cumhurbaşkanı kadar, seçilmiş belediye başkanlarına da saygı gösterilmesi, onlara da tahammül edilmesi, görev ve yetkilerinin tanınması,  uydurma suçlamalarla görevden uzaklaştırılmaması, yerlerine kayyumlar atanmaması ve uydurma suç ve delillerle ve gerekçelerle tutuklanmamaları zorunludur.  


Burada temas etmek istediğimiz asıl konuya geçecek olursak. 


Seçimlerle, seçmenlerin verdikleri oylarla ortaya çıkan ülkeyi ve yerel yönetimleri beş yıllık sürelerle geçici olarak yönetme yetkisinin ilgili seçilmiş kişilere verilmesini ifade eden milli irade,  kayıtsız ve şartsız değildir. Bu kayıt ve şartlar, anayasa ve yasalarımızın hükümlerinde yer almaktadır. 


Çoğunluk seçmenin, ülkenin  ve yerel yönetimlerin yönetimlerini kendilerine bırakacağı yöneticileri seçme iradesini ifade eden ve seçmenle seçilmiş yöneticiler arasında akdedilen bir mukaveleye benzettiğimiz milli iradeyi, siz değerli okurlara daha güzel ve anlaşılır anlatabilmek için, hepimizin çok iyi bildiği ve başımızdan geçen kira mukavelesi örneğini vermek istiyorum. 


Mesela bir ev kiraladığımızı düşünelim. Mukavelenin kiraya verenini;  seçmen, kiracıyı da;  sandıkta seçilmiş cumhurbaşkanı, iktidar ve belediye başkanı olarak kabul edebiliriz. 


Bu kira mukavelesinde;  kiracının uyması gereken hükümler yer almaktadır. Kira mukavelesinin de bir süresi vardır. Hadi bu süreyi de beş yıl olarak kabul edelim. Kiracı,  kira mukavelesinin tüm koşullarına uyduğu sürece mesele yoktur. Ancak, kiracı kira süresi dolmadan önce,  şeytana uyarak,  kira mukavelesinin bir veya birden ziyade hükümlerine uymaz ve onları ihlal ederse, kiraya verenin yani örnekteki seçmenin,  zamanından önce mahkemeye başvurarak,  akte aykırılıktan kira mukavelesini süresi dolmadan sonlandırmaya ve kiracının kiralananı boşaltmasını istemeye hakkı vardır. 


Şimdi bu örneği milli irade mukavelesine uyarlarsak; ülkeyi anayasa ve yasalara uygun bir şekilde yönetmeyi kabul ederek seçmenden yetki isteyen ve bu yetkiyi sandıkta semenden alan yöneticiler de, tıpkı kiracılar gibi, sandıkta yönetimini aldıkları bu ülkeyi yönetme yetkisinin, yani milli irade mukavelesinin uyulması zorunlu olan hükümlerini, yani anayasa ve yasa hükmilerini ihlal edip uygulamazlar, ülkeyi kendi siyasi yararlarını, siyasi geleceklerini ve  koltuklarını korumak amacıyla kullanmaya kalkıştıklarında; seçmenin, beş yıllık süre dolmadan, seçtiği yöneticilerin yetkilerine son verilmesi için başvurabilecekleri bir mahkeme olmadığı için; yönetim yetkilerini,  uymakla vazifeli oldukları anayasa ve yasa hükümlerine uymayarak,  ülkeyi keyfi ve hukuksuz bir şekilde yönetmelerinden kaynaklı  memnuniyetsizliklerini, anayasanın kendilerine tanıdığı silahsız ve barışçıl direnme, gösteri yürüyüşü ve protesto haklarını topluca kullanarak, meydanlarda gösteri yapıp, yöneticileri istifaya davet ederek gösterebilirler. 


Bu anayasal barışçıl ve silahsız cebir kullanmadan yapılan gösteriler ve istifaya davet çağrıları, seçmenin anasının ak sütü kadar helal ve yasal olup, şimdi CHP'nin liderliğinde yapılan bu tür anayasal gösteri ve protesto eylemleri de; dikensiz gül bahçesinde ülkeyi yönetmenin kolaylığına alışmış olan ERDOĞAN'ın idda ettiği gibi,  hükümeti devirmeye teşebbüs suçunu asla oluşturamaz. 


Milli iradeye, onun koşullarına uygun davranmayan yönetimler;  anayasal meşruiyetlerini yitirseler de, seçmenin bu anayasal gösterilerine ve istifaya davet çağrılarına rağmen, anayasal uyarılara kulak asmadan,  ülkenin yönetiminde kalabilirler, demokrasinin en büyük erdemi ve aynı zamanda en zayıf karnı da budur.  


Her koşulda, Anayasaya ve yasalara uygun davranmayı,  demokrasinin kurallarına uymayı kendisine  şiar edinen halkımız; demokrasinin bu erdemine saygı göstermenin gururunu ve aynı zamanda en zayıf karnının ülkeye verdiği zararları birlikte yaşamaktadır. 


25/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Gerçek Demokrasilerde Seçimler Ve Bugün Yapılan Ön Seçim
Gerçek demokrasilerde;  iktidar ve devlet gücünü arkana ve yanına almadan,  eşit ve demokratik koşullarda yapılacak olan seçimler,  demokrasinin olmazsa olmaz ilk şartı olmakla birlikte,  tek şartı değildir. 


Demokratik ve eşit koşullarda yapılan seçimlerle iş başına gelen meşru bir siyasal iktidar; iktidarının sonraki yıllarında,  yaptığı uygulamalar, anayasa ve yasa ihlalleri sebebiyle,  seçildiği zamanlardaki halk desteğini ve iradesini kaybederek meşruiyetini kaybedebilir. 


Bu nedenle;  seçimlerde halkın iradesini ve desteğini alarak iş başına gelen iktidarlar,  seçimle halktan aldıkları yetkilerin ve desteğin üzerine çökerek, yasa ve anayasalara uyma ve ülkeyi ona göre yönetme görev ve sorumluluklarından azade kılamaz kendisini. 


Ülkemizde iş başındaki iktidar da;  aslında eşit ve demokratik koşullarda yapılmış olmasa da, sonuç itibariyle seçim kazanarak iş başına gelmiş olmasına rağmen, seçmenin oy ve desteğiyle ülkeyi yasalara ve anayasaya uygun bir şekilde yönetme, seçmenin özgürlüklerine saygı görev ve yükümlülüğünü unutmuş ve anayasa mahkemesi kararlarını dahi uygulamayarak,  ülkeyi anayasa ve yasalara aykırı bir şekilde yönetmeye kalkışmış ve arkasındaki halk desteğini ve seçmen iradesini yitirmiştir. 


Bu nedenle, iş başındaki iktidar, anayasa ve yasalara aykırı olarak yargıyı aparat olarak kullanarak,  siyasi rakiplerini siyaseten ortadan kaldırma girişiminde bulunduğu için, büyük halk kitlesinin silahsız ve barışçıl protestolarına ve direnmelerine,  seçmenin iradesini hiçe saymak, seçmen iradesine ve seçimine saygısızlık ve tanımazlık olarak asla değerlendirilemez. Siyasal iktidar,  kendisine oy veren seçmenlere karşı yaptığı anayasal yönetim taahhüdünü ihlal ettiğinden,  arkamda seçmen oyu ve iradesi var gerekçesiyle kendisini savunamaz. 


Bugün CHP yönetiminin çok isabetli bir şekilde aldığı ve partililerle sınırlandırmayarak, oluşturduğu dayanışma sandıklarıyla,  hangi partinin üyesi olurlarsa olsunlar,  partilerine bakılmaksızın,  tüm seçmenleri de oy vermeye davet ettiği ön seçim kararı,  hayata geçirilmiş ve milyonlar, partililerine bakmaksızın sandığa giderek ön seçimde İMAMOĞLU lehine oy kullanmışlardır. Bu ön seçim bir halk oylaması ve referandumdur, en isabetli ve sağlıklı geniş katılımlı bir seçmen ve seçim anketidir. 


İçlerinde AKP'ye oy vermiş olanların da bulunduğu,  CHP dışında kalan her parti seçmeninin iştirak ettiği bu ön seçime olan ilgi ve aşırı katılım,  büyük oranlardaki seçmen desteğinin AKP tarafından kaybedildiğinin en büyük ve canlı kanıtıdır. 


Bugüne kadar yapılan ve bundan sonra da yapılacak olan kısıtlı sayıdaki seçmenin telefonla katıldığı seçim anketlerinin,  algı yaratmaya ve seçmeni yanıltmaya yönelik yoklamalar olmanın ötesine geçemeyeceği kanıtlanmıştır. 


Şimdi muhalefetin elinde tüm muhalif seçmenin katıldığı ön seçimle yapılan ve referandum niteliğindeki büyük bir oylama ve anketin sonuçları mevcut olup, bundan sonra yapılacak olan ne idüğü belirsiz algı yaratma amaçlı anketlerin hiçbir değeri kalmamıştır. 


Bu ön seçim sonuçları, CHP liderliğindeki muhalefetin barışçıl ve silahsız protesto ve direnme haklarını kullanacakları toplu sokak gösterilerini, anayasal desteği dışında,  meşru  bir hak mertebesine getirmiştir


Bu nedenle,  CHP liderliğinde muhalefet cephesinin;  anayasal gösteri ve protesto haklarını kullanarak yapacakları barışçıl ve silahsız her türlü toplantı, yürüyüş ve mitingleri, seçmenin ön seçimde ortaya koyduğu tercihe dayalı halk ve seçmen  iradesiyle de meşruiyet kazanmış olup, siyasal iktidarın;  bu anayasal gösteri ve protesto,  yürüyüş ve mitinglerini, yasalara ve  halkın iradesine karşı gelmekle suçlamasını olanaksız kılmıştır. 


Sonuç olarak belirtmek gerekirse; doğuracağı olumlu  sonuçlara baktığımızda,  ön seçim kararını alan ve bunu dayanışma sandıklarıyla tüm seçmene yayan CHP yöneticilerini yürekten kutluyor, ön seçime karşı çıkanları de şiddetle kınıyoruz. 


23/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

........Ve Nihayet Diploma İptal Ettirildi
CHP'nin ve azımsanamayacak çoğunluktaki muhalif kesimin Cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İMAMOĞLU'nun üniversite diploması, nihayet iptal ettirildi.


İptal edildi diyemiyorum iptal ettirildi.


İ.Ü.İşletme Fakültesinin onurlu dekanının; İMAMOĞLU'nun diplomasının iptali için kendisine yapılan hukuksuz baskılara karşı çıkmasına rağmen, en sonunda baskılara dayanamayarak istifa etmesinden sonra, bu hukuksuz kararı, yetkisi olmayan İstanbul Üniversitesi Yönetim Kuruluna aldırdılar.


Bu kararı almaya yetkili olan merci, Üniversite yönetim kurulu değildir.


Zira;İMAMOĞLU'nun, usulsüz denilen yatay geçiş kararını alan ve bu geçişi kabul eden  merci,  İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinin Yönetim Kuruludur. İdare hukukunun şekil muvaziliği (Şekil paralelliği)ilkesine göre, bir kararı hangi merci almışsa, o kararın geri alınması da, aynı merci tarafından yapılır. Bu nedenle, İMAMOĞLU'nun diplomasının iptali kararının Fakülte yönetim kurulu tarafından alınmamış olması, bir yetki gaspıdır.


Yetkili olmadığı halde, yapılan baskılara direnç gösteremeyen İ.Ü.Yönetim Kurulu bu hukuksuz kararı almak zorunda kalmıştır. Ancak, baskıya uğramış olması, bu kararı almasının mazereti asla olamaz. Bu kararın ayıbını ve mahcubiyetini bir ömür boyu çekeceklerdir.


İstanbul Üniversitesinin almış olduğu diploma iptal kararının, baskı sonucu alındığının en önemli kanıtı, bu iptal kararının baskılarına maruz kaldıkları makamlara gönderilmesidir. Adeta işte karar, yakamızı bırakınız artık demek istemişlerdir. Baskının ilk orijininin, AKP Genel Başkanının olduğunu tahmin, zor olmasa gerek.


Kararın verildiği tarihin, Çanakkale Deniz Zaferinin 110.yıldönümü kutlamalarına rast getirilmesi ve bu zaferin gölgelenmesi de ayrı bir üzüntü ve talihsizliktir. Emperyalist düşman gemi ve savaşçılarının; Çanakkale’yi geçerek İstanbul'a girmelerinin önüne geçildiği günün yıldönümünde, emperyalistlerin İstanbul'a ve ülkemize yönelik başaramadığı kötülüğü, baskılar sonucunda İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu  yaparak, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanlığına giden yoluna taş konulmuş, ülkemizin demokrasisine, halkın iradesine, hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne, devletin güvencesine ve koruyuculuğuna olan güvene son verilmiştir.


Bu karar da gösteriştir ki; iş başındaki iktidarın gözü iyice kararmış, kendi iktidarını ve koltuğunu koruyabilmek için, hukuk dışı her kararı alabileceğini ve aldırabileceğini halkımız görmüş, halkımız en başta can güvenliği ve özgürlükleri olmak üzere, devletin teminatı altında olması gereken tüm haklarına el konulabileceğinin veya bir sınırlama getirilebileceğinin dehşetini ve güvencesizliğini  yaşar hale getirilmiştir.


Bu güzel ülkeyi; hukukun dışına çıkarak, koltuklarını muhafaza edebilmek için istediği kararın alınabileceği veya aldırılabileceği, sadece güçlünün hukukunun geçerli olacağı bir ülke haline getirmeyi, kimse başaramayacaktır.


Bu ülke, yani ATATÜRK'ün kurup bizlere emanet ettiği T.C.Devleti;asla  sahipsiz bir ülke değildir.


18/Mart/2025

Güner YİĞİTBAŞI

İmamoğlu'nun Diploması İptal Edilemez Aksini Savunanlar Hukukçu Sayılamaz
Üniversite eğitimi için en gerekli,  olmazsa olmaz asli koşul, lise diplomasına sahip olmaktır. Bu Üniversite eğitiminin asli koşuludur. 


Üniversiteye giriş sınavları asli koşul değildir. Sınavlar;  mevcut öğrenci sayılarının,  üniversite öğrenci kontenjanlarından fazla olmasından kaynaklı,  bir eleme sınavıdır. 

İMAMOĞLU da, üniversite giriş sınavlarına katılarak,  Kıbrıs’ta eğitim veren bir üniversitede okumasına olanak sağlayan yeterli puanı alarak kaydını yaptırmış ve üniversite öğrencisi olmaya hak kazanmıştır. 


Daha sonraki yıl,  aynı eğitim programını veren İstanbul Üniversitesinin bünyesindeki bir fakülteye yatay geçiş yaparak kaydını yenilemiş ve üniversite lisans eğitimini gerekli sürede başarıyla tamamlayarak üniversite diplomasını hak kazanmıştır.  Diplomasını aldıktan sonra da,  yaklaşık otuz beş sene geçmiş ve bugüne kadar, diplomasının kendisine sunduğu tüm haklardan yararlanmıştır. 


İMAMOĞLU; lise mezunu olmadığı halde, sahte bir lise diploması ile üniversiteye kaydını yaptırmamıştır. 

Kıbrıs’ta okumakta olduğu üniversiteden İstanbul Üniversitesine yatay geçiş yaparken gerekli olan ve kendisinden istenen belgelerde bir sahtelik yaparak ve bu sahte belgeleri sunarak hak etmediği bir yatay geçişin sağlanmasının önünü açmamıştır.  Kendisinden istenen tüm koşullara sahip olarak ve bunu gerçek bir şekilde belgeleyerek yatay geçiş yapmıştır. 


Ha yatay geçiş sırasında Üniversite yönetiminden kaynaklanan bir usulsüzlük yapılmış olsa bile,  bu usulsüzlükten İMAMOĞLU'nun haberdar ve bilgi sahibi olduğu ve buna rağmen kaydını yaptırdığı da söz konusu değildir. Olaylar İMAMOĞLU'nun tüm iyi niyetiyle gelişmiş, bu şekilde yatay geçiş yapılmış,  gerekli eğitim alınmış, tüm sınavlarda başarılı olunmuş ve diploma alınmış,  aradan da yaklaşık otuz beş sene geçmiş,  kazanılmış bir hak ortaya çıkmıştır. 


İdare hukukunun çok önemli bir ilkesi vardır, İdari işlemde istikrar ilkesi. Bu ilkeye göre, yönetim bir idari işlem tesis ederken,  yasa ve yönetmeliklere aykırı bir usulsüzlük yapmış olsa dahi, bir süre sonra bu usulsüzlük gerekçe yapılarak o idari işlem geri alınamaz. Geçerliliğini muhafaza eder. 


İMAMOĞLU'nun usulsüzlük yapıldığı iddia olunan yatay geçiş işleminde,  İMAMOĞLU'nun yanıltıcı bir işlem ve eylemi olmadığı halde, idarenin istikrar prensibine rağmen,  onun otuz beş sene önce almayı hak ettiği diplomasını, yatay geçişte usulsüzlük var gerekçesiyle iptal etmeye kalktığınızda,  size gülerler, Trump bile katıla katıla güler, tüm dünya sizi cahillikle, hukuk bilmemezlikle suçlar, dünyaya rezil olursunuz ve bunun yaratacağı sonuçların altında ezilirsiniz. Hukukta bir evrensel ilke vardır, esası şekle boğduramazsınız. 


Yatay geçişte,  İMAMOĞLU'na atfedilecek,  onu bağlayan bir kusurlu davranış olmamasına rağmen, velev ki; otuz beş sene önce, idare kusurlu bir yatay geçiş işlemi yaptı diyelim. otuz beş sene sonra esası, yani başarılı bir eğitim sonucu alınan geçerli diplomayı, yatay geçişteki usulsüzlüğü bahane ederek, usule boğduramaz, hiç kimse.  Buna kimsenin gücü asla yetmez. Bu savcılığın hiç işi değildir. 


Güven ve istikrarın sağlanması için bir insanın hayatına son veren bir katili bile yasanın öngördüğü dava zamanaşımı süresi içinde yakalayarak yargılayıp cezasını veremezseniz katil dahi bundan yararlanır ve cezasız kalır. 


14/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anayasanın 66. Maddesi Türk Irkını Öncelese De Bir Türk Olarak Beni De Çok Rahatsız Etmektedir
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; Türk vatandaşlığımı, etnik kimliğim olan Türklüğümü, demokratlığımı, en başta laiklik olmak üzere,  Cumhuriyet değerlerine ve de ATATÜRK ilkelerine bağlılığımı,  kimsenin sorgulayamayacağı, sorgulamaya cesaret dahi edemeyeceği,  Türk oğlu bir Türk ve Türk Vatandaşı olarak yazıyorum bu yazımı. 


Daha önce de yazdık, anayasamızın 66. maddesi,  Türk Vatandaşlığını tanımlayan bir maddedir. Madde başlığı da bunu söylemektedir. 


Anayasanın 66. maddesinde,  Türk Vatandaşlığını tanımlamayla yola çıkılmış,  ancak sonuç bölümünde etnik kimliğe vurgu ve ırkçılık yapılmış ve Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür denilmiştir. 


Yetmemiş ve devamla; Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür,  hükmüne yer verilmiştir. 


Doğrusu;  “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes,  Türk vatandaşıdır.  Türk vatandaşı babanın veya Türk vatandaşı ananın çocuğu,  Türk vatandaşıdır” şeklinde olmalıydı. 


Türk terimi; etnik köken olarak, Türk ırkından, Türk etnik kimliğinden gelen Türk vatandaşlarını tanımlamalıdır. 


Kürt terimi de; etnik kökeni itibariyle Kürt ırkından, Kürt etnik kimliğinden gelen Türk Vatandaşlarını ifade etmelidir. 


Türk Devleti; ATATÜRK ve silah arkadaşları tarafından başarılan kurtuluş savaşı sonrasında Osmanlının küllerinden yeniden kurulan,  Türkiye Cumhuriyeti Devletini ifade etmektedir. 


Devletimize; Türk etnik kimliğini ifade eden Türk terimi, sadece bir nevi çatılık yapmakta olup, bu nedenle devletimiz;  Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak tanımlanmaktadır. Buna kimse asla karşı çıkamaz ve çıkmamalıdır. 


ATATÜRK de “Ne mutlu Türküm diyene” derken; Türk'ü, çeşitli etnik kökenden oluşan insanların kurup vatandaşı oldukları Türk Devletinin çatı kavramı olarak kabul etmiş ve bu gerçeği ifade etmeye çalışmıştır. 


Türkiye Cumhuriyeti Devletini oluşturan insan topluluğu olan millet de; Türk çatı kavramı altında  “Türk Milleti” olarak ifade edilmelidir. 


Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan her Türk;  aynı zamanda Türk vatandaşıdır. Ancak,  Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan her etnik kökenden insanlar,  Türk Vatandaşı ise de;  Türk değildir. Herkesin kendi etnik kimliği değerli ve saklıdır.  


Bugün iş başında olan iktidar döviz ihtiyacından ve savurganlığından kaynaklanan bir yanlışa imza atarak,  üç kuruşluk döviz karşılığı ülkemizde konut alan yabancılara;  soyuna,  sopuna, etnik kökenine, liyakatine, legalitesine bakmaksızın,  koşulsuz Türk Vatandaşlığı hediye etmektedir. 


Bu gerçekten ve 66. maddenin absürtlüğünden hareketle bir yorum yapacak olursak; ülkemizde,  dövizle yatırım yaparak Türk vatandaşlığı verdiğimiz,  kırmızı bültenle aranan bir kanun kaçağına, uyuşturucu kaçakçısına, ite ve uğursuza,  vatandaşlık kazandı, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlandığı için Türk mü diyeceğiz. ASLA. 


Şu gerçeği herkes kabul etmelidir. Özellikle Kürt etnik kimliğini taşıyan Türk vatandaşı kardeşlerimizin ataları da,  bu devletin kuruluşunda kan dökmüşler ve Türk Devletinin kuruluşunda ortaklık yapmışlardır, devletimizin üzerinde hak sahibi ve eşit vatandaşlarıdır. 


Empati yaparak, Kürt kökenli Türk Vatandaşlarının; Anayasanın 66. maddesine soğuk bakmalarını anlamalıyız ve bu maddenin Türk Vatandaşlığını tanımlayan bir madde olduğunu kabul ederek,  gerekli değişikliği yapmaktan gocunmamalıyız. 


66. Madde'yi,  asıl amacına uygun bir şekilde değiştirdiğimizde; döviz karşılığı Türk Vatandaşı yaptığımız,  yasa dışı,  ne üdüğü belirsiz kişiler de;  Türk değil,  sadece Türk Vatandaşı olarak kabul edilirler ve sadece Türk Vatandaşlığını kirletmekle kalırlar ve hiç değilse Türklüğümüz temiz kalır. 


Şu gerçeği de kimse aklından çıkarmasın. Almanya’da yaşayan orada doğup büyüyen milyonlarca Türk ve Türk Vatandaşı insanımız var, çoğu da Alman vatandaşlığını almışlar. Yani Alman Devletine vatandaşlık bağıyla bağlılar ve bu nedenle Alman vatandaşıdırlar, ancak,  Alman değil,  Türk'türler. anayasamızın 66. maddesinin hatalı tanımından yola çıkarsak, Alman Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan soydaşlarımız,  Alman mı olacaklar?


12/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

A S A L E T
Asaletli; yani,  soylu,  asil ve değerli bir insan olabilmek,  mutlaka her insanın arzu ettiği güzel bir değerdir. 


Toplumumuzda asalet sahibi, soylu ve asil, asil duruşlu insanlar oldukça fazladır. 


Ancak, bunun tamamen tersi insanlar da azımsanamayacak kadar çoktur. 


Asaletli, asil ve asil duruşlu bir insan olabilmek,  bize göre doğuştan kazanılır, asaletin dinle, ırkla, cinsiyetle, yapılan tahsil ile zenginlik ve fakirlikle, işgal edilen mevki ve makamla, yaşla, doğrudan bir ilgisi ve okulu yoktur, çarşıda ve pazarda satılmaz,  parayla ve pulla elde edilmesi ve kazanılması imkansızdır. 


Asalet, insanların hal ve hareketlerine, oturup kalkmasına, yüz ifadelerine,  konuşmalarına yansısa da, bu yanıltıcı da olabilir. 


İnsanların;  toplum içindeki yaşantılarında, özellikle zor şartlarda,  diğer insanlarla ikili veya çoklu ilişkilerinde ortaya koydukları veya koyacakları tavır ve hareketleri ve sergiledikleri duruşlarında gizlidir,  asaletleri. Yani asalet, toprak altındaki değerli madenlere benzer, nerede ve ne zaman kimin şahsında karşımıza çıkacağı hiç belli olmaz. 


Asaletli soylu ve asil insanlar;  alçak gönüllüdürler, insanlara değer verirler, kendilerine yapılmasını hoş karşılamadıkları bir hareketi, karşısındakine yapmazlar. 


Kimseye yargısız infazda bulunmazlar, birilerinin yargısız infazıyla, haksız suçlamalarıyla karşılaştıklarında, kendilerinden emin ve vicdanen rahat oldukları için,  kendilerini boş yere savunma gereği duymazlar, susmakla yetinirler, susarak cevap verirler,  asaletten yoksun insanlara. 


Bilirler ki; kendini nasıl savunursa savununsun, hakkında haksız bir şekilde hüküm kurulmuştur, bir kere. Suçlu oldukları için değil, asil oldukları için susarlar. 


Kaybettikçe,  tüm paralarını ve manevi değerlerini kumar masasına sürerek yok eden kumarbazlar gibi, konuşarak ve beyhude savunma yaparak,  asaletlerini kimseye çiğnetmezler, susmayı tercih ederler, susmaları asaletlerindendir. 


Bugün siyaset dışı bir yazı yazmak istedim ve aklıma geliveren bu asalet konusunu yazdım, Tanrı herkesi asil kişilerle muhatap kılsın. 


10/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Meclisin Seçimlerin  Yenilenmesine Karar Vermesi
Anayasamızın  116 ncı maddesine göre;  Türkiye Büyük Millet Meclisi,  üye tam sayısı olan 600 milletvekilinin beşte üç çoğunluğu olan 360 milletvekilinin kabul oylarıyla,  seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. 


Anayasamızın 116 ncı maddesinde,  seçimlerin yenilenmesi kararı verilebilmesinin haklı nedenleri belirtilmemiş ise de; meclisin alacağı seçimlerin yenilenmesi kararının,  haklı ve makul bir nedeninin olması zorunludur. 


Anayasanın 116 ncı maddesine göre;  Cumhurbaşkanı da,  tek taraflı olarak,  seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bunun için de kabul edilebilir makul ve yerinde bir gerekçe olmalıdır. 


Cumhurbaşkanın;  seçimlerin yenilenmesine,  birinci görev döneminde karar vermesi halinde,  anayasaya göre iki dönem seçilme hakkı olduğu için,  yenilenen seçimlerde de yeniden aday olabilir. Ancak,  Cumhurbaşkanı;  ikinci döneminde iken seçimlerin yenilenmesine karar verirse,  yenilenecek seçimde artık üçüncü kez cumhurbaşkanı adayı olamaz ve cumhurbaşkanı seçilemez. 


Şayet,  meclis tarafından,  360 milletvekilinin evet oyuyla,  Cumhurbaşkanının ikinci döneminde seçimlerin yenilenmesine karar verilirse, Cumhurbaşkanının mağdur olmaması, meclis tarafından kasten ve kötü niyetli olarak görevine son verilmesinin önüne geçmek ve meclisin hiçbir haklı ve zorunlu neden yokken,  salt Cumhurbaşkanına karşı seçimlerin yenilenmesi yetkisini kötüye kullanmasını sonuçsuz bırakmak amacıyla, ikinci döneminde olmasına rağmen,  Cumhurbaşkanına üçüncü kez aday olma hakkı tanınmıştır. 


Anayasanın 116 maddesine göre,  ikinci dönemini icra ederken , meclis çoğunluğu tarafından, Cumhurbaşkanını düşürmek amacıyla,  kötü niyetli olarak verilecek seçimlerin yenilenmesi kararı, yeniden ve üçüncü kez aday olma yetkisi tanınarak nasıl sonuçsuz bırakılmışsa, aynı meclis çoğunluğu; hiçbir haklı ve zorunlu neden olmadığı halde, sadece, ikinci dönemini icra etmekte olan Cumhurbaşkanına kıyak yapmak, ona üçüncü kez adaylık yolunu açmak amacıyla seçimlerin yenilenmesine karar verememelidir.  


Diyelim ki; her şeye rağmen,  meclisin 360 milletvekilinin oylarıyla başka hiçbir haklı ve zorunlu neden olmaksızın, sadece,  ikinci dönemini icra etmekte olan Cumhurbaşkanına,  üçüncü kez adaylık yolunu açmak amacıyla,  seçimlerin yenilemesine karar verdi. Bu durumda,  meclisin;  en geç hangi tarihe kadar seçimlerin yenilenmesine karar verebileceği,  anayasada maalesef açıkça yer almamaktadır. Bu anayasal boşluk, ikinci dönemindeki cumhurbaşkanının yeniden adaylığının yolunu açmak için, meclisin seçimlerin yenilenmesine karar verme yetkisinin kötüye kullanılmasına yol açabilecektir, örneğin seçimlerin zamanında yapılacağı tarihten bir ay önce seçimlerin yenilenmesine karar verilerek,  üçüncü kez aday olma hak ve yetkisi olmayan cumhurbaşkanına,  anayasaya aykırı bir şekilde,  üçüncü kez beş yıl süreyle cumhurbaşkanı olabilme yolunu açacaktır. Bu da asla kabul edilemez. 


Bu nedenle, meclisin;  seçimlerin yenilenmesi kararı verebilme yetkisini,  amacının dışında kötüye kullanmasına yol açabilecek olan  bu anayasal  boşluğun;  ara seçimlerin yapılmasına dair anayasada yer alan kurallarla doldurulması zorunludur. 


Ara seçimleri düzenleyen anayasanın 78. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan açık hükme göre; genel seçimlere bir yıl kala,  ara seçimi yapılamaz. Bu zorunlu kurala göre,  Mayıs 2028  de ve zamanında yapılacak olan genel seçimlere bir yıl kaladan önce, yani, en geç Mayıs 2027 den önceki bir tarihte,  meclisin 360 milletvekili çoğunluğunun alacağı seçimlerin yenilenmesi kararıyla genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılırsa, ERDOĞAN üçüncü kez(bize göre 4. kez olacak)cumhurbaşkanı adayı olabilecektir. 


10/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu  


Anayasanın 66 ncı maddesi neyi tanımlamaktadır?
ÖCALAN'ın; PKK'nın silahı bırakma ve kendini fes etme çağrısını yapmasından sonra, üzerinde değişiklik yapılması için bazı çevrelerce yeniden gündeme getirilen, Türk ve Kürt etnik kimliklerinin ağırlıkta olmasına rağmen, bunların yanında sair etnik kimlikteki insanların da aralarında yer aldığı insanların tümünü,  Türk Vatandaşı kimliğiyle ortak paydada buluşturup birleştiren Anayasamızın 66. maddesi, Türk Vatandaşlığının tanımını yapmaktadır. 


Bize göre,  66. maddeyle ilgili tüm sorun;  bu 66. maddenin amacı dışında, Türk etnik kimliğine vurgu yaparak,  Türk etnik kimliğini öne çıkaran yazılışındaki hatadan kaynaklanmaktadır. 


Bakıyoruz 66. maddenin başlığına Türk Vatandaşlığı diyor,  başlık. Yani,  66 madde,  Türk Vatandaşlığını tanımlıyor. 


Maddenin metnine bakıyoruz, etnik bir kimlik olan TÜRK'ü tanımlayan. ona vurgu yapıp öne çıkan biçimde yazılarak sonlandırılmış. 


“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür 


Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür” denmektedir. 


İşte tüm sorun da,  hiç gereği yokken,  amacı dışındaki bu yanlış yazımdan kaynaklanıyor. 


Anayasanın 66. maddesi;  mademki, Türk Vatandaşlığını tanımlamak amacıyla yazılmıştır, öyleyse 66. maddenin;  “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk Vatandaşıdır

Türk vatandaşı babanın veya Türk Vatandaşı ananın çocuğu da Türk Vatandaşıdır” şeklinde yazılması gerekirdi. 


Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna giden Kurtuluş savaşı;  şayet, Türk, Kürt ve sair etnik kökenden gelen tüm insanların döktüğü kanla kazanılarak bu devlet kurulmuşsa, devleti oluşturan insanların tümüne,  etnik kimlik ve kökenlerine bakılmaksızın Türk Vatandaşı denilmekteyse, 66. maddede Türk Vatandaşlığının tanımı yapılıyorsa, 66. madde,  doğrudan Türk etnik kimliğine vurgu yapacak şekilde yazılmamalı ve Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk’tür yerine,  Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk Vatandaşıdır  şeklinde yazılmalıydı. Yüce ATATÜRK de,  ne mutlu Türküm diyene derken; ırk ve etnik kökenlerine bakılmaksızın, Türk Vatandaşlığını ifade etmiştir


Anayasanın 66 maddesi yanlış yazılmış ve bugünkü haliyle; hangi etnik kimlikten olurlarsa olsunlar, vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları Türk Devletini oluşturan Türk vatandaşlarını birleştirici değil,  ayrıştırıcı yorumlara neden olmuştur. 


66. Madde ilk dört madde gibi değiştirilmesi yasak olan bir tabu değildir ve üzerinde fazla oynanmadan,   “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk Vatandaşıdır. 

Türk vatandaşı babanın veya Türk Vatandaşı ananın çocuğu da Türk Vatandaşıdır” şeklinde değiştirilerek, asıl düzenleniş amacına uygun hale getirilebilir.


03/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Öcalan'ın Okunan Çağrı Mektubu
Ceza hukukunun ilkelerine göre, yasa dışı silahlı örgüt liderliği ve üyeliği;  mütemadi, yani devamlılık, süreklilik içeren, sürüp uzayıp giden bir suç olup, bir örgüt lideri ve üyesinin;  legal güçler,  yani karşısında kurulduğu devlet tarafından yakalandığı anda, temadi eden, yani, sürüp uzayıp giden örgüt liderliği ve üyeliği kesilir sona erer ve geçmişte işlenenden bir suç olarak cezalandırılır. 


PKK Silahlı Terör Örgütünün kurucu lideri olan ÖCALAN'ın da, 1999 senesinde yakalandığı anda, o ana kadar sürüp gitmekte olan örgüt üyeliği ve liderliği kesilmiş ve sona ermiş olup,  tıpkı emekli olarak kürsüyü bırakan ve evine dönen ve kendisine onursal payesi verilen  bir Yargıtay üyesi ve başkanı gibi, belki PKK'nın onursal lideri olarak kabul edilebilir. 


Bu nedenle, ÖCALAN'ın PKK'ya yaptığı silahları bırakma ve kendini fes etme çağrısını;  PKK örgütünün onursal liderinin, belki bir umut hakkı beklentisi ile  bağlayıcı olmayan tavsiye niteliğinde bir çağrısı olarak nitelendirebiliriz. 


PKK'nın şu anda başında bulunan ve örgütü yöneten ve yakalanmadıkları için liderlikleri ve yöneticilikleri fiilen sürmekte olan lider kadrosu da;  1999 da yakalanan, yargılanan ve 26 senedir tutuklu bulunan,  fiilen örgütün sevk ve yönetiminde bulunmayan ÖCALAN'ı,  eski bir kurucu ve onursal lider olarak kabul etmekte ve yaptığı çağrıya da bu gözle bakmaktadırlar. 


PKK örgütünün Kandil kanadıyla sınırlı olarak ÖCALAN tarafından yapılan silahları bırakma ve fesih çağrısı, onursal lidere duyulan saygıdan ve karşı beklentilerden dolayı, Kandil tarafından peşinen reddedilmemiş ve ateşkes ilan edilerek,  şimdilik kaydıyla koşullu olarak kabul edilmiştir. 


ÖCALAN;  Türkçe ve Kürtçe olarak okunarak kamuoyuyla paylaşılan çağrı mektubunda,  herhangi bir ön koşul ileri sürmeden çağrı yapmışsa da; sözlü olarak Sırrı Süreyya Önder tarafından mektubun okunmasından sonra dip not olarak açıklanan;  “demokratik siyaset yolunun açılması” koşulu başta olmak üzere, olası diğer karşı koşulların da,  ilerleyen günlerde,  peş peşe açıklanacağı, Kandil'in öncü ateş kes ilanının arkasından,  silahları bırakma ve örgütün feshi çağrısının;  bu karşı koşulların kabul görmesi üzerine hayat bulacağı anlaşılmaktadır. 


Cumhur İttifakının; silah bırakma ve kendisini feshine yönelik PKK'nın karşı koşullarına vereceği olumlu yanıtlar için,  önündeki tek engel, en başta şehit ve gazilerimizin yakınlarının ve gazilerimizin ve terörden zarar gören halkımızın tepkileri olacaktır. 


ERDOĞAN;  bu nedenle,  DEM'in aksine. ÖCALAN'ın silah bırakma ve fesih çağrısına, dereyi görmeden paçaları sıvamamış, çağrıya gülücüklerle derhal sarılıp düğün dernek ilan etmemiş, bekle gör politikasını uygulamaya koymuş, hatta baştan beri ÖCALAN'ın çağrı mektubunun mimarı görüntüsünü vermeyi kendisi açısından sakıncalı bulmuş, BAHÇELİ'yi cepheye sürmüştür. 


ERDOĞAN; bundan önceki açılım deneyimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması nedeniyle,  sütten ağzı yanan bir politikacı olarak,  bu sefer yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih etmiştir. 


ERDOĞAN; meseleye o kadar temkinli yaklaşmaktadır ki; kendisini sandıkta sıkıntıya sokmayacak şekilde fazla bir ödün vermeden,  ÖCALAN'ın açıkladığı gibi,  örgütün silahları bırakmasını ve kendisini feshetmesini ümit etmektedir. 


ERDOĞAN; ÖCALAN'ın çağrısının muhatabı PKK'ya,  aklınızı başınızı toplayın,  yoksa üzerinize gelirim ve taş üstünde taş bırakmadan sizi imha ederim  mesajı vererek, aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmemektedir. 


Bize göre iki taraf da birbirlerine güvenmemekte olup, konunun uluslararası, Büyük Ortadoğu Politikası ayağı görmezlikten gelinmekte ve  havada asılı durmaktadır. 


ÖCALAN; kasıtlı ve bilinçli olarak, ancak  kısa vadeli ve geçici bir çözüme belki merhem olabilecek ve kendisini de İmralı adasından kurtaracak bir adım atarak, sadece PKK ile sınırlı olarak çağrıda bulunmuş, PKK'nın özellikle Suriye ayağındaki PYD/YPG ile ilgili bir çağrıda bulunmamıştır. Bu suretle,  örgütün;  Suriye’nin Kuzey Doğusuna yerleşmiş olan, ABD ve İsrail himayesinde, neredeyse bir garnizon devlet olarak teşkilatlanan PYD/YPG üzerinde büyük yatırımları, vesayeti ve beklentileri olan ABD ve İsrail'e jest yapmış,  onların hareket kabiliyetlerine müdahaleden çekinmiştir. 


Burada DEM yöneticileri için de birkaç söz söylemek gerekirse; DEM yetkilileri,  aslında samimiyetlerine inanmamakla ve kendilerine güvenmemekle birlikte,  Cumhur İttifakının bu açılımına inanmak ve güvenmek konusunda kendilerini mecbur hissetmişler, denemekte yarar var diyerek yola çıkmışlar, bu sürece aracılık ve katkı sunmuşlardır. Ancak, mecburiyetten kaynaklı bu güven, sürecin başarıya ulaşmaması halinde,  ERDOĞAN'ın açıkladığı gibi, PKK ile mücadeleye,  taşın taş üstünde kalmayacağı şiddette,  demir bir yumruk olarak geri dönülmesi halinde,  DEM'in başına,  DEM=PKK gibi  bir  soruşturma felaketi gelmez  inşallah. 

02/03/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget