Orta Asya’dan beri yüzyıllar içinde Anadolu’ya doğru gelen Türkler yollarda temas kurdukları İran-Fars dili Farsça ile, Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra Arapça ile yoğun temas edince Farsça-Arapça-Türkçe karışımı karma bir dil kullanmaya, böylece Türklük ve Türkçe hor görülmeye ne ki aşağılanmaya başlandı. Osmanlı saray katında Farsça ve Arapça karışımı ile Osmanlıca denilen Türk halkının yadsındığı karma dili kullanılıyor, yazışmalar Osmanlıca oluyordu. Bu düşünceye kapılan Osmanlı aydınları şairleri yazılarını Osmanlıca yazarken, Osmanlıca bir edebiyat oluşuyordu. Ama Türk halkı bu dili sevmedi ve asla alışamadı. Evliya Seyahatnamesini okurken bu yönde anlatımlar görmüştüm, Çelebi, Güney Anadolu Toros eteklerinde giderken, sık sık “o cenahta kaba vahşi Türk köyleri vardı” gibi cümlelerine rastlamıştım. Yani Osmanlı sarayının Türkleri dışlaması aydın görülenlerin de diline yansıyordu.
Öte yandan Osmanlının aşağı gördüğü Türk halkından çıkan halk ozanları, Aşık Paşa’nın, Dadaloğlu, Kozanoğlu, nice Abdal kökenli halk ozanları Öztürk’çe dilleri ile çalıp söylüyorlar. Hatta Yavuz Sultan Selim’le savaşan Şah İsmail (1487-1524), Kızılbaş Devletini kuran Türk hakanıdır evinde ve sarayında Türkçe konuşurdu. Alevi Kızılbaş mezhebinden dolayı Osmanlılar tarafından dışlanmış düşman görülmüş, Yavuz Sultan Selim de savaşmak durumuna düşmüşlerdi, yani Türkün Türk’le yaptığı bir savaştı Çaldıranda Yavuz Şah İsmail savaşı. İşte bu Şah İsmail, sadece soy bakımından değil, kültür bakımından da Türk’tür. Türkoğlu Türk’tür. Öncelikle kendisi Türkçe konuşur ve Türkçe yazardı.(1)
Selçuklular ve Osmanlılar Müslüman olduktan sonra Arap Kültürünü benimsemeye başlarken, Arapça dilini de dinsel saygıdan dolayı kutsal bir dil olarak kabul etmeye başladılar. Böylece Farsça ve Arapça Türkçeden oluşan Osmanlıca doğdu. Bu etkileşim nedeni ile Arap Kültürü örf ve adetleri de Türkler tarafından alınıp uygulamaya başlandı. Müslümanlıktan önce Türk kadınları çok daha özgür iken, Arap örf ve adetlerini alan onu kutsal sayan Türk halkı, Müslüman olduktan sonra Türk kadınını kafes arkasına iterek kadınlar dışlamaya başladı. Bu kadını dışlayan zihniyet 1923 ten sonra Atatürk devrimleri ile tekrar erkeği ile eşit hale getirildi.
Bir yandan Saray, Medrese, Enderun ve Yeniçeri ocağı İslam düşüncesi yanında devrin sözde ulemaları Arap hurafelerini topluma sunarken, gerici Arap Kültürünü dini hüküm sanıyorlardı. Bir yandan da Türkün temas ettiği Bizans ve Fars adetlerinin edebiyatta, fikirde, siyasette ve günlük hayatta Türk’e karşı intikam duygularıyla etki ediyordu. İslam’la Fars ve Arap etkileşmesi ile anlaşılması zor Osmanlıca ortaya çıkıyordu. Osmanlı halkı ne Osmanlıcayı ne de Arap alfabesini yüzyıllarca öğrenemedi, devlet de öğretmedi. Nitekim1919’a gelindiğinde Türk halkının yüzde 95’i okuma yazma bilmiyordu.
Türk’e Türkçeye karşı bu etkilenmeyi gören Osmanlının Kaşgarlı Mahmut, Ali Şir Nevai gibi aydınları Türkçeyi Farsça ve Arapçaya karşı korumaya çalışırlarken, Osmanlının ilk düşünür ve ozanı Kırşehir’de yaşamış Aşık Paşa da (d.1272- ö.1333) şu sitemli dizeleri ile Türk dilini yadsımayı şöyle dile getiriyordu:
“Türk diline kimesne bakmaz idi,
Türklere herkes gönül akmaz idi,
Türk dahi bilmez idi bu dilleri,
İnce yolu, ol ulu menzilleri!”
Yine başka bir halk ozanı Aşık Kâmil, “unuttum bildiğim Türkçe lisanı/ Arabi Farisi sohbet ederken” dizesi ile Türkçeyi kaybetmenin korkusunu yaşıyordu.
Saray ve devlet eliyle Türkü ve Türkçeyi yadsıyan devrinin rüzgarına kapılan, Osmanlının en muhteşem Kanuni Sultan Süleyman zamanın “Sultan-üş şüera- Şairlerin Sultanı Baki (1526-ö.1600) bir şiirinin dizesinde aynen şöyle diyordu:
“Türk ehlinin ey Hoca biraz başı kabadır”
Yani devrin hükümdarından ozanlarına kadar Türk’ü ve Türk dilini aşağı görme rüzgarına kapılıp gidiyorlardı.
O devrin korkusuz hiciv ozanı Nefi(2) (d.1572-ö.1635) de bu Türk’ü aşağılamayı üzüntü içinde şöyle yanıtlıyordu:
“Türk’e Hak, çeşme-i irfanı haram etmiştir”
Ahmet Vefik Paşa Türk’ü nasıl küçümsüyor
Devrin aydınlarından Ahmet Vefik Paşa’nın<(3) (d.1823- ö.1891) yazdığı Müntehebat-ı Durub-u emsal adlı kitabında “Türk’ü Tarif” bölümünde Türk’e karşı sönmez kinin izlerini bulabiliriz: “Türk ata bibince bey oldum sanır, Türk olana şehir içi zindan olur, Türk işi ödünçtür, Türk danişmend olur adam olmaz; Türk ne bilir bayramı, laklak içer ayranı; Türk’ün aklı sonradan gelir, Türk derneği olmaz, Türk’e beylik vermişler, evvela babasını öldürmüş”. (4)
Türkleri böylece aşağı gören Osmanlı Devlet adamlarına baktığımız zaman, evlilikleri bile bu düşünceyi yansıtıyor, Türk kızlarını Türkleri aşağı gördükleri için eşlerinin çoğu Hıristiyan kökenli idi. Öyle ki 36 Osmanlı Padişahının 35 inin annesi Türk değildi.
Türkleri aşağılayan Divan Edebiyatı şairleri Etrak-ı bi idrak (idrakten mahrum Türk) diyerek Türkleri anlatırken bu ibareyi kullanırlardı. Selçuklu biraz eski idi, ama altı yüz yıl süren Osmanlı Devleti’nin saray dili saray kültürü Osmanlıca denilen başka iken, devletin çoğunluğunu teşkil eden aşağı halk tabakasının dili ve kültürü başka Öztürkçe idi. Böylece Osmanlı halkı devleti olan Osmanlı devletine yabancılaşmaya başladı. Öncesinde Anadolu Selçukluları, Doğu sınırlarıyla Acemleşirken, Güneyde Sunni etkileşmeyle Araplaşıyor, Batı sınırlarıyla Bizans kültürünün etkisi altında esinlenerek Osmanlı yavaş yavaş çürümeye başlıyordu. Böylece doğuda Acem-Fars dili, Güneyde kutsal inançlı
Müslümanlıkla Arapların dilinin etkileşmesi ile Osmanlıca denilen Türk halkının bir türlü anlamakta zorlandığı, sarayın teşvik ve önderliğinde karma karışık bir dil olan Osmanlıcayı üretiliyordu. Bu karmaşa ve uyuşmazlıkla Osmanlı yurdunda karşı çıkmalar, isyanları tetiklemiş, Celali İsyanları, Türkmen ayaklanmaları, Babailer İsyanı gibi pek çok isyanlar çıkarken Osmanlı çürümeye devam ediyordu. Osmanlı Sarayı Türk’ten korkmaya, Türk’ü ve Türkçeyi dışlamaya başlamıştı. Saray ile Türk halkı Osmanlıca Öztürkçe uyuşmazlığından birbirini yadsırken, Alevi Toros Türkmenleri-Tahtacılar Osmanlıya üç yüz yıl isyan ile karşı durmuş, orduya asker ve maliyesine vergi vermiyordu artık. Padişah fermanlarını dinlemiyorlar, “ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diyerek Toroslara sığınan Türkmenler şöyle söylenip Osmanlıya tepkilerini dile getiriyorlardı:
“Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eyeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok biçende yok,
Yemede ortak Osmanlı”
İslami ve Arap etkisiyle kendine Türk, diline Türkçe demek istemeyen Selçuklu gibi Osmanlı da yüzyıllarca halka Türkçenin seslerine uymayan Arap alfabesiyle Arapça ve Farsçanın kurallarını öğrenmeyi dayatmış, böylece Osmanlı, yapay dil Osmanlıcayı halka öğretememiş. Böylece Osmanlı halkının yüzde 90ından fazlası okuma yazmayı öğrenememişti. Okuma yazmayı öğrenemeyen toplum bilimi de öğrenemezdi. Osmanlı devlet katında çok zengin olduğu sanılan Osmanlıcanın Batılı kavram ve terimleri karşılamadığı, bilim diliyle uyuşmadığını gören Ziya Gökalp gibi Osmanlı aydınları Osmanlının sonlarına doğru yeni alfabe yeni lisan arayışlarına girmişlerdi. (5)
Bu böylece yüzyıllarca devam ederken, 1923 ten sonra Atatürk Devrimlerinden Harf ve Dil Devrimleri ile dilimizle uyuşmayan Arapçanın etkisinden kurtulunarak çok kolay öğrenilen yeni harflere ulaşılmış, Türk halkı da çok kısa bir zamanda hızla okuma yazmayı öğrenerek uygarlık yolunu aralamıştı.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Son not
(1) Şah İsmail özbeöz Türk’tü, Hatâi mahlası ile yazdığı Türkçe şiirlerinden oluşan üç tane eser bıraktı ardında. Hemen her gün Türk TV ve radyolarından Hatayi mahlası ile onun Türkçe yazılmış söylenmiş türkülerini dinliyoruz. Şah İsmail Farsça ve Arapçayı da üst düzeyde biliyordu. O, Farsçanın ve Arapçanın zirvede olduğu bir çağda Türkçe yazmayı doğal olarak Türklüğü tercih etti. Sarayında Türkçe ortak dildi ve yine onun döneminde Türkçe İran’da altın çağını yaşadı. Bıraktığı miras o kadar büyüktü ki, İran’ın 20. yüzyılın başına kadar bir Türk devleti olarak gelmesinin temel nedeni oldu. Biz onu “Şah” olarak biliriz ama onun “Şah” dışında “Han”, “Hakan” ve “Bahadır” gibi başka unvanları da vardı. Özellikle “Hakan” ve “Bahadır” unvanlarını kendisi de kullanmıştı. Kızıllaş-Alevi mezhebinden olduğu için Osmanlılar sevmezdi.
(2) Yazdığı şiirlerde devletin ileri gelenlerini hicvettiği için devrin padişahı 4. Murat tarafından cezalandırılarak sarayın odunluğunda iple boğdurulup cesedi denize atılmıştır. Wikipedi
(3)Yunan asıllı Osmanlı devlet adamı, diplomat, çevirmen ve oyun yazarı. İlk ilmî Türkçülerden biridir. İki defa Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanı) yaptı; ilk Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda, İstanbul vekili olarak yer aldı ve başkanlığı üstlendi. 4 Şubat 1878–18 Nisan 1878 ve 1 Aralık 1882–3 Aralık 1882 tarihleri arasında iki defa sadrazamlık görevine getirilmiştir.
İlk Türkçe sözlüklerden Lehçe-i Osmânî'nin yazarı olan paşa, devlet adamlığının yanı sıra, 16 dil bilen bir bilim insanıdır. Bursa valiliği sırasında bu kentte bir tiyatro yaptırmakla ün kazanmıştır.
(4) Millet Cemal Kutay sf. 8
(5)Kötünün Kötüsü Cumhuriyet Sevgi Özel sf.4
Yorum Gönder