Temmuz 2024
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İstanbul’da insanı utandıran köpek katliamı

1910 Hayırsız Adaya Köpek Toplu Sürgün ve Katliamı

Meclis’te başıboş sokak köpeklerinin “uyutma-ötenazi” açık ifade ile köpeklerin katledilmesini öngören yasanın görüşüldüğü şu günlerde, yüz yıldan fazla bir zaman önce Cumhuriyetten önce, tıpkı şimdiki AKP-RTE yönetiminin önerdiği köpek katliamından daha beter, insanı utandıran bir köpek katliamı var ki insanı dehşete düşürür.

İnsanı dehşete düşüren, gözyaşlarını tutamayacağı Sivri Ada’ya (Hayırsız ada) toplu sürgün olayı tarihimizde yaşanmıştır. Oysa bütün köpekler kısırlaştırılırsa üreme durur, dengelenir böylesine köpek katliamları yaşanmaz.

Marmara Denizinin içindeki Hayırsız Ada’ya İstanbul’dan toplanan on binlerce köpek, içinde sadece kayalardan ibaret olan hiçbir ot bitkinin olmadığı bu adaya Haziran 1910 da sürgün edilirler. Bu toplu sürgün ülkemizde yapılan en insafsız köpek katliamıdır.

1910 Hayırsız Adaya Köpek Toplu Sürgün ve Katliamı

Gerek sokakta gerekse evde beslediğimiz köpekler geleneğimize göre adeta şehrin beldenin sakinlerindendir. Köpekler 1910’a kadar İstanbul’da herkesin kendi sokağında halkla beraber yaşarlardı.

Avrupa’da ilerleyen sanayi devrimiyle birlikte sokak köpekleri kıyma yapılarak sanayinin çeşitli dallarında, parfüm, kimya sanayinde kullanılmaya başlanılmıştı. O nedenle sokaklarda adete köpek kalmamıştı. 

Fransa’da iş böylece ilerletince, İstanbul sokaklarında dolaşan binlerce köpeği gören Fransa, “İstanbul’un sokak köpeklerini toplayıp bize satın” diye teklifte bulunur. Osmanlı hükümeti Fransa’nın teklifi ile garip bir köpek anlaşması yapar. Köpekleri toplayıp Fransa’ya gönderilirken İstanbul halkı bu “can dostlarından” ayrılmanın verdiği hüzünle bu köpek sevkine karşı çıkar, çünkü her köpek kendi sokağının bir sakini gibiydi. Halktan destek gelmeyince bu işler paraya muhtaç olan sokakta yatan insanlara, serserilere havale edildi.

1910 Hayırsız Adaya Köpek Toplu Sürgün ve Katliamı

Bu sevkiyata dayanamayan ve köpekler toplanırken halk isyan etti, toplanan gemiyle Fransa’ya gönderilmek üzere Tophane’de bekletilen binlerce köpeğe bir baskın yaparak kurtardılar. 

Ancak hükümet Fransa ile bir köpek anlaşması yapmıştı, bu anlaştığı sevkiyattan vaz geçemedi. Daha geniş organize bir köpek toplama işi başlatıldı. Kısa sürede 80 bin köpek toplandı ve Tophane’de bekletildi... Halkın bir kez daha hayvanları kurtarmaması için başlarına asker dikildi. Fakat nedense Fransa’dan bir türlü yükleme talimatı gelmiyordu. Köpeklerin beslenmesi ve bakımı sorun olmaya başlamıştı. Fransa’dan köpek sevkiyatı için yanıt gelmeyince hükümet köpeklerin fiyatını indirdi, sonra bedavaya vermeye bile razı oldu ama Fransa’dan çıt çıkmıyordu.

Köpekleri artık Tophane’de bekletme olanağı yoktu. Kentten uzak bir yer, Sivri Ada seçildi. 80 bin köpek Sivri Ada’ya nakledildi. Köpeklere burada bir süre daha bakıldı. Ta ki Fransa anlaşmayı fesih ettiğini, köpekleri almayacağını bildirene kadar beslendi.

Bundan sonra köpekler Sivri Ada’da tamamen kaderine terk edildi. Halk bir süre adaya yiyecek taşıdı ise de sonra bu da imkânsız bir hale gelince fecaat o zaman başladı...

Adada köpekler açlıktan ve susuzluktan can verdiler. İrili ufaklı binlerce köpeğin acı çığlıkları Anadolu yakası sahillerinde duyuluyor, sabaha kadar dinmiyor, köpekler feryat ediyorlardı. Gün geçtikçe köpekler susuzluktan açlıktan kırılmaya, köpekler birbirini yemeye başladılar.

Ölümler başlayınca, 2-3 yıl boyunca tüm sahil kokudan yaşanmaz hale gelmişti. İstanbul halkı bu suçtan dolayı çok üzgün, çok çaresizdi.

  

1910 Hayırsız Adaya Köpek Toplu Sürgün ve Katliamı

 İstanbul’da ilk köpek sürgünü

İstanbul köpekleri ilk toplu sürgünlerinden birini 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 2. Mahmud zamanında yaşadı.

1865’te Galata’da köpeklerden kaçan bir İngiliz yüksek bir duvardan düşer ve talihsiz bir şekilde ölür. Bunun üzerine 2. Mahmut köpeklerin Sivri Ada’ya sürgün edilmesini emreder.

Şehirde toplanan köpekler kısa bir süre sonra halkın tepkisi ve uğursuzluk getireceği söylentileri üzerine adadan geri getirilir.

Aradan çok zaman geçmeden sürgün için ikinci emir Sultan Abdülaziz’den gelir. Köpekler tekrar toplanıp Hayırsız Ada’ya bırakılır. Kısa süre sonra 1865 sonbaharında İstanbul’da meşhur Hocapaşa yangını başlar ve şehir merkezinde birçok yer tahrip olur.

Halk bu denli büyük bir yangının sebebinin köpeklerin sürgünü olduğunu söyler ve köpekler ikinci kez adadan şehre getirilir.


Daha sonra yine köpek sürgünü

3 Haziran 1910’da ise dönemin belediye başkanı Suphi Beysoyundu’nun talimatıyla 80 binden fazla köpek toplanır ve Hayırsızada (Sivriada’ya) götürülüp kadere terk edilir.

Tarihçilerin anlatımına göre Hayırsız ada sadece kayaydı, dikili tek bir ağaç bile yoktu ve 80 bin köpeğin feryadı söylendiğine göre geceleri İstanbul'dan bile işitilir olmuştu.

Sesler birkaç gün sonra kesildi, zira yaşayabilmek için birbirlerini yiyen köpeklerden artık bir teki bile hayatta değildi.

Hayırsız ada katliamı, dünyanın gördüğü en büyük hayvan katliamlarından bir tanesi. Türkiye'de yaşanan bu utanç verici olayın detayları oldukça üzücü...

Dönemin Fransız Gazetecisi Robert Gillon Hayırsız Ada önünden geçerken yaşadığı trajediyi şöyle anlatır:

 “…Az sonra rüzgârla birlikte burnumuza dayanılması imkânsız pis bir koku geldi. Daha doğrusu kendimizi bu kokunun içinde bulduk. Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu! Dediklerine göre adada bekçiler vardı ve bu köpeklerle bir arada yaşıyorlardı. Adamlar ölen köpekleri kireç kuyularına atıyorlardı ama yine de bu pis kokuya engel olunamıyordu…”

Halk 1912 yılındaki İstanbul depreminin sebebini bu katliama bağlar.

Pek çokları sahildeki evlerini kapattı. Köpeklere dokunmanın büyük bir lanete yol açacağı düşünülüyordu. Sonunda o lanet 1912 yılında deprem olarak geldi. Büyük deprem köpeklerin ahına, günahına bağlandı. Adanın adı da bundan sonra Hayırsız Ada oldu.

Adadaki ölümlerin ardından sahildeki evleri korkunç bir leş kokusu sardı. Halk evlerinden ayrılıp başka bölgelere taşınmak zorunda kaldı. Kimse de ölen köpeklere dokunmak istemiyordu çünkü onların lanetli olduklarını düşünüyordu, ki zaten bu lanetin, 2 yıl sonra Marmara'da yaşanan büyük depreme sebep olduğuna inanmışlardı.

Bütün bunların ardından Sivriada'nın adı, Hayırsızada olarak değişti. Ünlü yazar Jean Paul Sartre, "Özgürlüğün Yolları" isimli kitabında Hayırsızada ile ilgili söylenebilecek en dramatik sözleri şöyle yazmıştı:

“Onları sokaklarda tuzağa düşürmüşler, çuvallara, sepetlere koymuşlar ve sonra ıssız bir adaya bırakmışlardı. Köpekler birbirlerini yiyorlardı. Açık deniz rüzgârı onları bağırışlarını denizcilerin kulaklarına kadar getiriyordu. Oraya bırakılması gereken köpekler değildi... '

Hayvan Partisi 102 yıl önce İstanbul'un köpeklerinin katledildiği Sivriada'ya bir anıtı dikti. Parti basın açıklamasında "Anayasaya Kuyruk Lazım" adında bir kampanya başlattığını da duyurdu.

1910 Hayırsız Adaya Köpek Toplu Sürgün ve Katliamı
İstanbul'da gerçekleşen köpek itlafları

Anıttaşı II. Mahmut Dönemi'nde (1808-1839) 1826'da bir İngiliz turistin şikâyeti üzerine İstanbul'daki köpeklerin Hayırsızada'ya bırakılması padişah tarafından emredilir. Ancak halkın tepki göstermesi üzerine padişah kararını geri alır.

 Sultan Abdülaziz Döneminde (1861-1876), 1865 tarihinde İstanbul'un köpekleri yine toplanır ve Hayırsızada'ya bırakılır. Bu olaydan sonra Beyazıt'ta büyük bir yangın çıkar ve halk yangının nedenini bu olaya bağlar.


 Sultan V. Mehmet Reşat Döneminde (1909-1918), 3 Haziran 1910 tarihinde Dahiliye Nazırı (Mehmed) Talat Paşa (1909-1911 arasında bu görevde bulunmuştur. Dönemin Sadrazamı İbrahim Hakkı Paşa'dır: 12 Ocak 1910-29 Eylül 1911.) tarafından alınan kararla sayıları 60-80 bin arasında olan köpek yine Hayırsız Ada’ya bırakılmıştır.

 Dr. Cemil Topuzlu'nun Belediye Başkanlığı (Şehremini) döneminde kendi ifadesiyle '30 bin köpek' öldürdüğü belirtilmektedir. Topuzlu üç dönem şehremini olmuştur. [(1) 18 Ağustos 1912 - 7 Kasım 1914; (2) 28 Ağustos 1918 - 15 Aralık 1918; (3) 5 Mayıs 1919 - 28 Şubat 1920]

 Bedrettin Dalan belediye Başkanlığı döneminde (26 Mart 1984- 28 Mart 1989) 25 Adet Köpek İtlaf Aracı aldığını basına (Milliyet Gazetesi, 1987) bildirmiştir. (MS/HK)

Kaynaklar: Hayırsız Ada Tarihinden Bir Kesit II. Mahmut Dönemi

https://bianet.org/haber/hayirsiz-ada-da-bir-katliam-aniti-138837

Hayvan katliamları konusunda tarihin utanç sayfalarına geçmiş bu İstanbul-Hayırsız ada köpek katliamı faciası varken, 114 yıl sonra Çağdaş Laik T.C. nin Meclisinde köpek katliamı yasası çıkarmak ayrı bir utanç belgesi olarak tarihimizin hüzünlü sayfalarına yazılacaktır. 

Kaynaklar: https://www.rudaw.net/turkish/lifestyle/250520242

https://onedio.com/haber/istanbul-daki-kopeklerin-toplatilip-hayirsizada-da-kaderine-terk-edildigi-en-buyuk-katliamin-detaylari-1224458

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Hangi Demokrasi Ara Da Bul Bakalım
Bugün, 15/Temmuz/2024

15 Temmuz; ülkemizde demokrasiye son vererek,  tek adama (FETÖ) dayalı otoriter ve faşist, dini esaslara dayalı bir diktatörlük kurmak için,  sinsi planlar yaparak, bu planı bir bir uygulamaya koyan hain FETÖ'nün; iş başındaki AKP iktidarıyla işbirliği halinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük bölümüne sızarak ve yuvalanarak, amacını gerçekleştirmek için düğmeye basıp darbe girişiminde bulunduğu günün,  yıl dönümüdür. 

Gün, hamaset yaparak, sadece hain FETÖ'yü yerden yere vurup, olmayan demokrasinin edebiyatını yapma ve gerçeklerin üzerini örtme günü değil, korkmadan ve çekinmeden, eğri oturup doğru konuşma, objektif olarak, 15  Temmuz darbe girişiminden kurtulan demokrasimizin; demokrasi adına ve demokrasi kullanılarak, Fetö ile aynı hedefe koşan AKP iktidarı tarafından,  yok edildiği içler acısı durumuna bakarak,  gerçek bir değerlendirme yapma ve sözüm ona darbe girişiminden kurtarılan demokrasimizin, darbeyi başarısız kılmakla ve bugünü demokrasi günü olarak ilan edip  kutlamakla övünen AKP iktidarı tarafından yok edildiği bugünkü acıklı halini değerlendirme ve gözler önüne serme günüdür. 

Darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün; paralel bir yapı olarak,  devleti ele geçirerek darbe girişiminde bulunabilecek güce erişmesinde; AKP iktidarının,  atama kararnamelerindeki, meclise sunduğu yasa teklif ve tasarılarındaki imzalarını ve icraatlarını yok sayarak, sadece FETÖ'yü suçlamak, FETÖ'nün güçlenmesindeki AKP katkılarını yadsımak ve yok saymak,  kendimizi aldatmak olup, bu gerçekleri görememek,  demokrasimize yapacağımız en büyük kötülük olacaktır. 

15 Temmuz darbe girişimi önlenmiştir de ne olmuştur?

Ondan sonra neler yapılmıştır, darbe mağduru iş başındaki siyasal iktidar, samimi bir şekilde demokrasimize sahip çıkarak, demokrasimizi ve özgürlükleri daha yukarılara mı taşımıştır, 

Yoksa, demokratik seçimle işbaşına gelen iktidar;  demokrasiyi,  sadece seçimlere indirgeyerek, seçilenler yine seçimle iş başından gitmelidir düşüncesiyle,  demokrasiye sahip çıkan,  demokrasiye saygı gösteren ve tahammül eden halkımıza ve demokrasiye ihanet mi etmiştir?

Siyasal iktidarın tek derdi, FETÖ darbesiyle iktidardan düşürülmemek midir, yoksa gerçekten  demokrasinin özü olan laik ve demokratik insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak mıdır?

Bugün, ülkesini ve demokrasisini seven gerçek demokratlar; korkmamak ve hamaseti bırakarak, eğri oturup doğruları konuşmak ve bu soruların gerçek cevaplarını arayıp bulmak zorundadırlar. 

15. Temmuz FETÖ darbe girişimi önlenmiştir de,  sonrasında neler olmuştur?

Bir düşününüz lütfen. AKP iktidarı, darbe girişiminin önlenmesinden sonra, FETÖ yerine bizzat kendisi,  demokrasiyi yok etmek için öyle kötü şeyler yaptı ki; bu ülke insanı,  FETÖ darbe girişiminden kurtulduğuna dahi sevinemedi, sevinci kursaklarında kaldı. 

Sahi, bir hatırlayınız, ERDOĞAN'ın FETÖ için söylediklerini. 

Ne istediler de vermedik, ne istedilerse verdik. 

Aynı menzile (hedefe) birlikte gidiyorduk. 

Demedi mi?

FETÖ ile aynı menzile birlikte giderken, iktidar hırsı ve yarışı içinde,  birbirlerini yok etme ve yeme  yarışına giren AKP iktidarı, FETÖ ile aynı hedefe gitmekte ise, bu hedefin ne olduğu çok açıktır. 

Darbe girişiminden sonra,  darbeye katılan hainleri soruşturan savcıların iddianamelerinde ve darbeci FETÖ'cüleri yargılayarak mahkum eden mahkemelerin gerekçeli kararlarında;  FETÖ'nün menzili, hedefi ve amacı açıkça yer almaktadır,  açınız bakınız ve AKP iktidarının gitmekte olduğu menzili anlayınız. Bu menzilin demokrasi, laiklik ve özgürlükler olmadığını açıkça göreceksiniz. 

Sayın ERDOĞAN'ın; 15. Temmuzu demokrasi günü ve bayramı olarak kutladığına ve nutuklar attığına bakmayınız. O,  ülkenin darbe girişiminden,  demokrasinin,  FETÖ'nün elinden  kurtulduğuna değil, iktidardan düşürülemediğine ve sağ kalabildiğine sevinmekte ve şükretmektedir, zira kendisinin,  FETÖ ile aynı menzile gittiğine dair açık ve samimi itirafları vardır ve FETÖ'nün demokrasiyi yıkarak faşist bir din devleti kurmayı hedeflediği ve amaçladığı,  mahkeme kararlarıyla tescil edilmiştir. 

Parantezi kapayarak devam edelim. 

Darbe girişiminden beş gün sonra, bu darbe girişimi vesile yapılarak,  20. Temmuz günü, darbeden kurtulan ve demokrasiyle yeniden tanışan, demokrasiye şükretmesi ve iyi ki demokrasi varmış demesi gereken AKP iktidarı tarafından ülkemizde olağanüstü hal ilan edildi ve yıllarca,  bu ülke olağanüstü hal altında idare edildi. 

Olağanüstü hal yönetimi, geçici ve Anayasal demokratik bir yönetim tarzıdır, koşulları varsa ilan edilebilir, buna bir diyeceğimiz yoktur. 

Ancak, olağanüstü hal yönetiminin anayasal kuralları vardır. Olağanüstü hal döneminde  acil ve sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konularla sınırlı kanun hükmünde kararnameler çıkarılabilecekken, ERDOĞAN başkanlığında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü hal kararnameleriyle, devletin yapısı değiştirilmiş, kökleşmiş kurumlar kapatılmış, demokrasiyi teminat altına alan kurum ve kurallar yok edilmiştir.  Olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konular dışında,  yasa gibi her alanı düzenleyen kurallar içeren olağanüstü hal kararnameleri çıkarılarak,  meclis devre dışı bırakılmış ve anayasa açıkça ihlal edilmiş,  ülkemiz keyfi ve anti demokratik bir yönetimin altına sokulmuştur. 

Sonrasında anayasa değiştirilerek,  Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında ucube bir rejim tesis edilmiş, partili cumhurbaşkanıyla bugünkü antidemokratik ve anti laik düzen kurulmuş, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrımı ilkesi kaldırılmış,  yasama, yürütme ve yargı tek elde sarayda birleşmiş, ülke;  saraydan ve tek adam tarafından kararnamelerle, yargıya ve yasama ‘ya saraydan verilen talimatlarla yönetilmeye başlanmıştır. 

Yargı bağımsızlığı yok edilmiş, yargı Türk Milleti adına değil saray adına yetki kullanmaya başlamıştır. 

FETÖ'nün iktidar ortağı iken yargı ne ise; yargı, bugün de odur.  

Kumpas davalar, haksız tutuklamalar artarak devam etmektedir. 

FETÖ'nün siyasal iktidar ortağı olduğu dönemde yargılanan aynı gazeteciler, bugün de,  AKP iktidarını eleştirdiler diye, bugünün bağımlı yargısı tarafından tutuklu olarak yargılnmaktadır. 

Gazetecinin kimliği hiç önemli değildir. Dün FETÖ'nün,  bugün ise,  ERDOĞAN yargısının yargıladığı gazetecilerin ortak yanları; laik, demokrat, özgürlükçü olmaları ve siyasal iktidarı haklı olarak eleştirmeleri ve ülkelerini seven kişiler olmalarıdır. 

Bu koşullarda, bu güzel ülkemizde;  15. Temmuzları,  demokrasi günü ve bayramı olarak kutlamaya,  en başta AKP iktidarı olmak üzere,  kimsenin yüzü ve hakkı yoktur. 

Hep birlikte demokrasimizin ruhuna bir Fatiha okumak,  tek yapmamız gereken gerçekçi bir davranış olacaktır.  

Demokrasi; ha darbeyle ve silah zoruyla yok edilmiş, ha da; seçimle işbaşına gelen devleti yönetenler tarafından,  devletin ve yasaların gücü ve koruması kullanılarak içeriden yok edilmiş olsun, biz insanlar için hiç önemli değildir, önemli olan demokrasinin yok edilmemesi,  yaşatılması ve geliştirilmesidir. 

15 Temmuzda darbe girişiminden dersler çıkarılmamış ve darbeci GÜLEN Cemaati yerine,  yeni tarikat ve cemaatler Devlet'e sızmış ve siyasal iktidarın gözdeleri olmuştur. 

Milli eğitime sızan ve tedrisat sistemini;  laik ve bilimsel olmaktan çıkaran,  tarikat ve cemaat ortaklığı içindeki AKP iktidarının; bu konuda bir arpa boyu yol almadığını,  tarikat ve cemaatlerin; anti laik, demokrasi ve bilim dışı ideolojilerinin,  devlet çarkı içinde önem ve ağırlıklarını muhafaza ettikleri siyasal İslamcı bir düzen, maalesef olanca hızıyla ülkemizde hükmünü icra etmektedir. 

İş başındaki siyasal iktidara soruyoruz; 

Siz hangi demokrasiden bahsediyorsunuz? Ülkemizde demokrasiyi ara da bul bakalım, bu ülkede aramayla petrol bulunur,  ama laik demokrasi asla. 


15/07/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Valinin Vergi Alma Kurnazlığı
22 yıllık yönetiminde AKP RTE iktidarı, yaptıkları Saray ve Millet Bahçeleri gibi getirimsiz, uçak inmeyen hava alanı, köprüler gibi garanti taahhütlü yatırımları vb. görülmemiş israfları yüzünden devlet bütçesini tamtakır kuru bakır yapınca, yani devlet hazinesini boşaltınca nereden nasıl vergi almanın çabasına düştüler. 

Birkaç gün önce bir yerden kulağıma mı çalındı, bir yerden mi okudum, yönetim Marmaris ve civarında temiz hava vergisi bile almayı planlıyormuş. Bilindiği gibi devlet yatırım için parasını halktan aldığı vergilerle yatırımlar çeşitli hizmetler yapmakta.

Tam vergi konusunda kafa yorarken baktım, Gırgır adlı mizah dergisinde tam bu vergi koymalarla ilgili konu ile cuk oturmuş Karikatürist Ersin Asyalı’nın çizdiği bir karikatür yayımlandı, konumuzla denk düştüğü için yazı ile birlikte bu karikatürü de paylaşmak istedim.

Eski zamanlarda Şam Valisi Esat Paşa sıfırı tüketir ve hazine boşalır, büyük sıkıntıya düşer. Danışmanları çare olarak Şam’daki dokumacılara fazladan vergi koymasını tavsiye ederler. Bu tavsiye üzerine Esat Paşa, “böyle bir vergi koyarsak ne kadar vergi elde ederiz” der. Danışmanları “50 veya 60 kese altın elde ederiz” der.

Bunun üzerine Esat Paşa “bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor, bu vergiyi nasıl ödeyecekler” diye sorar. Danışmanları, “üzerlerindeki altınları mücevherleri satarlar paşam” diye cevap verirler. Esat Paşa, “ben bu meblağı başka bir yöntemle temin etsem nasıl olur” diye sorar. Danışmanları sessizliğe bürünür.

Kurnaz valinin ilginç vergi tahsilatı

Valinin Vergi Alma Kurnazlığı

Ertesi gün Paşa, müftüye bir davet göndererek “gizlice buluşalım” der. Müftü geceleyin gizlice paşanın yanına gelir. Paşa:

“-Müftü Efendi, bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata aykırı davranışta bulunuyor ve evinde gizlice içki içiyor muşsun, bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek. Ancak önceden seni haberdar edeyim” der. Bunu duyan müftü efendi paşaya yalvarmaya başlar. İstanbul’a haber vermemesi için paşaya bin Mecidiye vermeyi teklif eder, paşa kabul etmez. Müftü iki katını teklif eder, paşa yine kabul etmez. Sonunda altı bin Mecidiyede anlaşırlar.

Sonraki gün Esat Paşa kadı efendiyi davet eder, ona, “kadı efendi rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair güvenilir kaynaklardan elimize bilgi ulaştı” der. Bu sefer kadı efendi paşaya yalvarmaya başlar, “aman efendim beni görevimden almayın insanlara rezil olurum” diyerek müftü efendi gibi Esat Paşa ile pazarlığa başlar, kadı ile de altı bin Mecidiyede anlaşırlar. Sonra sırasıyla defterdar, karakol komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri tek tek davet eder.

Bu operasyonun sonunda Esat Paşa tam 200 kese Mecidiye altını toplar. Arkasından danışmanlarını çağırır, “Şam halkına vergi koyduğumu duydunuz mu?” diye sorar. “Hayır paşam duymadık derler. Bakın hiçbir vergi koymama rağmen 50 yerine 200 kese altını topladım” der.

“Bunu nasıl yaptınız paşam” diye sorduklarında, “kuzuların derilerini yüzmektense koçların yünlerini kırpmak daha iyidir” der. “Vatandaşların derisini yüzmek yerine yolsuzluk yapanların ve hırsızların yünlerinin kırkılacağı görmek dileğiyle.

Hazineye nasıl vergi alacağının çabası içinde kıvranan Hazineden sorumlu Bakan Mehmet Şimşek’e ayan olması için, Osmanlının Şam Valisi Esat Paşa’nın nasıl vergisiz para toplayabildiğine bir göz atsa iyi olur gibime geliyor. 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan’dan cep telefonuma gelen onun tarafından gönderilen bir öğretmen olarak beni duygulandıran, öğretmenliğimin 1960lı meşakkatli yıllarıma götüren ve (Yaşam Yokuşum adlı kitabımda kitaplaştırdığım) duygu yüklü yaşanan sıkıntılı günlerin görüntüleri eşliğinde söylenen “Öğretmenliği biz yaptık” adlı şiir geldi. 

Emekli Öğretmen Muzaffer Memiş’in yazıp Emekli öğretmen Fazıl Çakıroğlu’nun okuduğu ve videolaştırıldığı şiir okunurken, öğretmenlikte geçen görüntüler anılarla videolaştırılan bu duygu yüklü şiirde o yılları anımsatan görüntüler bulunuyordu.  İlk görüntüde bir köy yolunda öğretmen ve öğrenciler ellerinde “NE MUTLU TÜRKÜM” yazılı bir dövizle bayram günü olsa gerek yürüyorlardı. Hemen arkasından bir ata binmiş kışı kar tipide yolda gidiyordu, muhtemelen öğretmendi. Tek başına köy yolunda sırtında bir torba gibi çıkınla bir adam yolda yürüyor, muhtemelen öğretmen olmalı. Bir boş oda odada masanın üstünde yanan bir gaz lambası görünüyordu. Yine okulun önünde üç bayan beş öğretmenlerin fotoğrafları, aynı kareden sonra sınıf içinde bir bayan öğretmen sınıfın ortasında teneke sobanın kapağını açmış sobayı yakmaya çalışıyor görüntüsü mısralar arasında görülüyordu Dolaylı İlkokulu yazıl okul levhasının önünde eli fırçalı üstü başı boyalı görülen bir erkek muhtemelen okulunu boyamaya çalışan öğretmen olan bir görüntü vardı.  Daha sonra sınıfın içinde öğrenciler ve öğretmen görüntüsü vardı. Daha sonra bir dağın veya tepenin dibinde bir köy görüntüsü vardı. Muzaffer Memiş öğrencileri ile gencecik yaşında öğrencileri ile bir görüntü vermiş. Başka bir görüntüde bir köy okulu ve önünde halkalar daireler oluşturmuş öğrenciler oyun oynuyorlardı. Başka bir görüntüde bayan öğretmenler ve öğrenciler ellerinde fırçalarla okulun önünü temizliyorlardı. İşte bu görüntü ve yaşantılardan çok daha hazin, sıkıntılı, meşakkatli yılları yaşamış bir öğretmen olarak bunlardan duygulandım, beni o 50 yıl önceki anılarıma götürdü. Bu duygu yüklü meslektaşımızın şiirin size sunmak istedim. Bu ülkenin kalkınmasında unutulmaz emekleri olan yaşayan meslektaşlarıma selam olsun, rahmete kavuşanlar ışıklar içinde yatsınlar.

Emekli Öğretmen Muzaffer Memiş’in yazdığı bu şiiri sizlere sunmak istedim. Bir bağlama eşliğinde ve eski yılları öğretmenlikle ilgili sınıf ve öğrencileri de kapsayan öteki görüntüler eşliğinde “şu yüce dağları duman kaplamış, yine mi gurbetten kara haber var” uzun havasının avazında (bu türküyü her dinlediğimde bana engin bir hüzün verir) okunan bu şiir aynen şöyle:




“Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette,


Selam size emekli tüm öğretmenler

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette,

Nur içinde yatsın göçüp gidenler

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Yollar çetin araç yok hasretlik 

Saatlerce yürüdük tabana kuvvet 

Kutsal görevimizdi en büyük servet

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette. 


Elektrik yok su yok lojman nerede

Su bulursan şanslısın o da derede,

Hasta olmasak derdik Allah verede

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette. 


Bazen müdür olduk bazen müstahdem,

Doktorduk hemşireydik öğretmendik hem 

Eğitime öğretime çok verdik önem

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Kışın şehre inmek aylar sürerdi,

Rüyalarımıza hep hasret girerdi,

Bazılarının köyü en ücra yerdeydi

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Defalarca okurduk bir mektup gelse,

Lüksümüz pilli radyo o da çekerse,

Boş günümüz yoktu yapmadık ense

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Televizyon telefon hiç kullanmadık,

Bilgisayar tablette yardım almadık,

Yine de eğitimde geri kalmadık,

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Zor şartlarda bile umut kesmedik,

Kadere isyan edip yağıp esmedik,

Sevdik vatanımız asla küsmedik,

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Yaşayanlar söylesin var mı bir yalan,

Yetersiz rapor alıp terfisiz kalan,

Yazmakla bitmezdi üç çeşit plan,

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Genç öğretmenler sakız siz alınmayın,

Şimdi şartlar değişti hiç kırılmayın,

Teknoloji var artık siz yorulmayın,

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.


Sakın Memiş’e bunlar masal demeyin,

Eskilerin hakkını sakın yemeyin

İster hak verin bize ister vermeyin

Öğretmenliği biz yaptık bu memlekette.

Emekli Öğretmen Muzaffer Memiş

Cevat Kulaksız  kulcevat599@gmail.com


İlk defa bir müze bahçesinde tarih paneli yapıldı.

Millî mücadelede Subay Mektebi (Zabit Namzetleri Talimgahının) 104. Yılında Abidin Paşa Köşkü ve Millî Mücadeledeki önemi paneli

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü-3

Ankara Cebeci sırtlarında bulunan tarihi Abidin Paşa Köşkünde, Millî Mücadelenin 104. anısına 1 Temmuz 2024 günü Abidin Paşa Köşkü ve Millî Mücadeledeki önemi konulu panel düzenlendi. Kurtuluş Savaşımızda Türk ordusuna subay (topçu, istihkam, süvari) yetiştirilen bir harp okulu gibi kimliği olan Abidin Paşa Köşkü’nün tarihi özelliği nedeni ile bu yıl Çankaya Belediyesince müze haline getirilmişti. Köşk bahçesinde çamlar arasında açık havada düzenlene paneli yöre halkı ve davetliler beğeni ile izlediler:

Düzenlenen panelde konuşmacı olarak katılan akademisyenler, Kurtuluş Savaşımızda bir askeri okul gibi subay yetiştiren Abidin Paşa Köşkü’nün savaşta oynadığı rol konusunda konuşmalar yaptılar. Konuşmacı olarak katılan akademisyenlerden son olarak Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nden Dr. Selim Erdoğan yaptığı son konuşmadaki sunumunda şunları söyledi: 

“Müzemizin kuruluş aşamasında muhtelif devlet kurumlarından ya da diğer müzelerden, koleksiyonerlerimizden çok fotoğraflar bağışlamışlar. Bunların içerisinde görüyorduk ki buradaki pratik ve teorik eğitimler aslında imal edilmemiş, birçoğu verilebilmiş. Mesela bir fotoğraf var ki mesela bir köprü yapılması istenmiş, istihkamlara görev verilmiş, hocamızın bahsettiği Fransızca dersi ihmal edilmemiş, topografya dersini anlıyoruz fotoğraflardan, ihmal edilmediğini görüyoruz, ya da topçulara verilen geometri dersinde bunu görüyoruz. Ama ne var bunun sonunda müthiş bir yokluk var. Yerlerde eğitim gören zabit namzetleri ve onlara verilen itikat derslerinden anlıyoruz ki bazılarına battaniyeler verilirken bazılarına verilememiş.

Fevzi Paşa düzeyinde burası denetleniyor, çok önemseniyor, Fevzi Paşa’nın yazdığı rapor buranın özelliklerini özetler nitelikte. Buradan mezun oluyorlar ve kahramanca savaşıyorlar ve birçoğu şehit oluyorlar. O dönemde buradan mezun olanların orduya katılmaları, daha sonra hangi cephelere gittiğinde


“Bende buranın Cebeci’nin çocuğuyum, eskiden yaşadığım gördüğüm Süngü bayırı sokağı geliyor aklıma, o zamanları gençken nereden geliyor bu Süngü bayırı sokağı diye düşünürdüm. Çok da kafa yormazdım, ama şimdi baktığımızda “Süngü bayırı Sokağının adının nereden geldiğini açıklamama gerek yok siz de anlıyorsunuz. Tabi aradan zaman geçti artık çevremize daha farklı şekilde bakmaya başladık. Abidin Paşa Köşkü okudukça, çalıştıkça, araştırdıkça arşiv incelemesi geçtikçe daha farklı görünmeye başladı gözümüze; hemen karşıda asker alma daire başkanlığı var. İşte onun olduğu yerden yukarıya doğru yol boyunca çadırlı ordugahın olduğunu gözünüzde canlandırın. Ya da arşiv belgelerinde. Şans eseri denk gelen bir hava fotoğrafı hatırlıyorum ben. 

Hemen aşağıdaki Cebeci Hastanesi şimdiki Tıpa Fakültesi Hastanesinin olduğu yerde zemine yakın çok büyük bayraklar gerilmiş, olası bir hava saldırırsa, belki Yunan vicdana gelir de bomba atmazsa diye aynı şekilde başınızı biraz yukarı kaldırdığınızda Abidin Paşa Köşkü ve etrafı periferi görünüyor. Buradaki istihkam eğitimi sırasında eğitim namzetleri (subay adayları) ya da ihtiyat zabiti namzetlerinin kazdıkları siperler bile görünüyor. 

Şimdi Mektebi Harbiyeyi anlatırken harbiye töreninde Mustafa Kemal Paşa’nın, hoş o zamanda böyle tanımlanmış paşa yok, o bir reis Paşa Meclis Başkanı. Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın o konuşmasını anacağız, Mektebi Harbiyeyi yani Harp ettikleri isimle anacağız. Fakat bunun biraz daha bunun evveliyatına dönmemiz lazım. Yani buraya kimler geldi, bu tedrisattan kimler geçti ve kim nereye gönderildi, 1834’e dönmemiz lazım.

1826 çok uzun süreli sabır sürecinde II. Mahmud 17 sene bekledikten uygun anı kolladıktan sonra 500 yıllık bir geleneği yerle yeksan etti, Yeniçeri ocağını onunla ilişkili birimleri ortadan kaldırdı. Artık ondan önce pek çok padişahın hayalini kurduğu çağdaş bir ordu yaratmak yani harp prensiplerinin üzerine inşa edilecek teşkilatının altında modern bir orduyu gerçekleştirildi. Adımlar peş peşe atıldı. Sadece Yeniçeri ocağının kaldırılması yeterli değildi. Sadece Asakiri Mansure-i Muhammediyenin kurulması yeterli değil, yenir ordunun kurulması yeterli değildi. Aynı zamanda o ordunun gerçek anlamda o ordunun sevk ve idaresini sağlayacak eğitimli donanımlı elemanın da yetiştirilmesi gerekiyor. Alaylı paşaların ya da alaylı subayların gerçek anlamda o zamanda harbiye dediğimiz eğitimlerinde alındığı her açıdan eğitimin dört dörtlük verildiği subay okullarının da açılması gerekti. İşte 1834 de bu amaçla Mektebi Harbiye kuruldu. 

Tabi çok kolay olmadı, bazı alışkanlıkların aşılması, ya da bazı yeni alışkanlıklar izlenmesi. Ancak mezunları yedi yıl sonra verebildi Mektebi Harbiye ve 1845 yılında aynı Yeniçeri Ocağını besleyen acemi ocağı gibi kendi alt yapısını da oluşturma ihtiyacı ortaya çıkınca Askeri idadiler ve askeri rüştüyle peyderpey açıldı 1845 yılında da mektebi harbiyeden on bir seneden sonra da Askeri lise kurulması gündeme geldi. 1905 yılına gelindiğinde bir radikal adım atılarak İstanbul’daki Mektebi Harbiye Edirne, Manastır, Erzincan, Şam ve Bağdat’taki ile beş mektebi harbiye daha eklendi, ama bu çok bu çok uzun soluklu bir macera olmadı, çok sürmedi akamete uğradı İstanbul’daki Mektebi Harbiye tek subay namzetleri mektebi olarak kaldı.

Şimdi Birinci Dünya Savaşı döneminde mektebi harbiyeden ziyade ihtiyat zabitleri talimgahı olarak faaliyet gösteren okul Mondros’tan hemen sonra muvazzaf namzetleri talimgahı adıyla mektebi harbiye olarak faaliyet göstermeye başladı. Fakat Mondros’tan sonra İngilizler bu okulları kapatmak yerine bezdirmeyi tercih ettiler. İlk önce Pangaltı’daki yerinden çıkarılan Mektebi Harbiyeyi Halıcıoğlu’ndaki Mühendishaneyi Humayun daha önce kurulmuş olan topçu subayları okuluna onlar da gitmek zorunda kaldılar. 1819 Kasım ve 1919 Kasım arasında kaldılar. Daha sonra mecburen Kuleli’ye gitmeleri gerektiği Askeri İdadinin olduğu yere, daha sonra Kağıthane’deki Sünnet Köprüsünün yapılacağı gibi bir çadırlı ordugaha sürgüne gönderildi Harbiyeliler. En sonunda Eyüp iplikhanesinde 1 Ağustos 1920 oralarda idi ve artık işlevini yitirmiş içi boşalmış durumdaydı, neden çünkü zabit namzetlerinin çoğu birer ikişer yolunu bularak Anadolu’ya savaşmaya geçmeye başlamışlardı. Nitekim kısa bir süre sonra zaten öğrencisi de kalmayacaktı. 

Burada en belirgin olaylardan bir tanesi şudur, Pangaltı’dan çıkartıldıktan sonra Halıcıoğlu, Halıcıoğlu’ndan sonra Kuleliye göndermek İngilizlerin yaptığı sonra pişman olduğu en yanlışlardan bir tanesi oldu. Neden, çünkü Anadolu tarafına geçirildikleri takdirde İstanbul’un Avrupa yakasından Anadolu yakasına; o zaman 600 öğrencisi var, Zabit Namzetleri Talimgahın, iki tabur halinde öğrenciler. Bugün de tabur geleneği vardır. Malazgirt, Sakarya, Dumlupınar ve Anafartalar taburları vardır.

O zaman da iki tabur var, her tabur üç bölüktü, bir tabur okulda iken nöbette ya da eğitimde iken, diğer tabur Kayış dağını bugün görev yaptığım Yeditepe Üniversitenin kampüsünün bulunduğu Kayış dağını merkez alacak şekilde Rum ve Ermeni çetelerin peşine düşüyorlar, operasyonlarına etraflarına katılıyorlar. Bunu fark ettikleri anda zaten çok pişman oldu İngilizler, hemen Kaleli’yi de işgal ederek orada Harbiyelileri çıkartarak Anadolu yakasından tekrar Avrupa yakasına sürgüne gönderiyorlar.

En son Maçka Kışlası ve Zeytinburnu kışlasında da göstermelik öğrencisi olmayan, eğitmeni, okutmanı olmayan bir şehir Mektebi Harbiyeli ettikten sonra da zaten 12 Eylül 1921’den sonra da resmen lağvediliyor. 5 Temmuz 1920’den itibaren zaten öğrenci kalmıyor çok meşakkatli yollar izleyerek, İstiklal Savaşı’nda Anadolu’ya geçiş süreci çok basit bir şekilde anlatılır, basite indirgenir, aslında şu ifade size bu çocukların nasıl bir fedakârlık yaptıklarını daha iyi anlatacaklardır. Bu çocukların çok büyük bir kısmı da hatır sayılır bir kısmı da vatan için ölebilmek için çıktıkları yolda öldüler koşarak.

Yani şanslı değildi kaçak kimliklerle, köylü kıyafetleri ile İtalyan gemileri ile gidemediler bazıları Adapazarı Geyve yolunu takip ettiler; bazıları Mudanya’ya gelip Mudanya üzerinden Yenişehir istikametinden gelmeleri gerekiyordu ve geçecekleri yol boyu her yer Rum ve Ermeni çeteleriydi Henüz daha kolordu o bölgeye yerleşip asayişi sağlamamıştı. O yüzden oradaki Kuvayi Milliye çeteleri onlara rehberlik ederek onları koruma altına alarak o bölgeden geçirip Geyve’ye kadar getirme durumundaydılar. Ama bu yol boyunca pek pek çok çetelelerle karşılaşıp muharebeye müsademe yaşamaları gerekti. İçlerinden bu yolda şehit olanlar da oldu.

Daha önce Ankara’ya gelen 40’dan fazla zabit namzedi vardı. İlk Mustafa Kemal Paşa, Ramazan Bayramının ikinci günü Cebeci Hastanesine gelip kışlığında yani biz daha o zaman Abidin Paşa Köşkünde bir zabit talimgahı açılmış değil. 19 Haziran 1920 günü Ramazan Bayramının ikinci günü bunun da altını şu şekilde çizelim, Ramazan Bayramının ilk günü Mecliste mebuslarla kentin ileri gelenleri ile bayramlaştıktan sonra ikinci günü ikinci yaptığı şey, Mustafa Kemal Paşanı Cebeci hastanesindeki zabit namzetlerini İstanbul’dan genç teğmen adaylarını ziyaret etmek oldu. O zaman henüz muharebeler başlamadığı için Cebeci hastanesi büyük oranda boş. O Temmuz 1921’deki cn pazarını yaşamıyor henüz, o tarihte Ankara’da iki hastane var, biri Cebeci hastanesi, bir de şimdiki Numune hastanesinin çekirdeği olan Gurabe hastanesi var o dönemde. Cebeci hastanesi büyük oranda boş olduğu için bu çocukları o teğmen adaylarını o dönemde buraya yerleştirmişler ve çocuklar yerlerde yatıyorlar.

Mustafa Kemal Paşa yanında erkanıyla beraber önde gelenleriyle beraber ziyarete geldiğinde, orada bir istekleri bir arzuları olup olmadığında takım çavuşu ileri çıkıp, “bir an önce vatan için dövüşmek istiyoruz” diyor. Bunu duyduğu andan itibaren Mustafa Kemal Paşa’nın büyük ihtimalle aklında bulunduğu sırada bir zabit namzedi talimgahı kurmak üzere düğmeye basıyor. Şimdi bunu hızlandıran olaylardan bir tanesi, bu ziyaretten hemen üç gün sonra bizzat Loyd Corc’un verdiği talimatla Sevr Antlaşmasında Ankara’ya geri adım attırmak sürdürmek için Nandırı bir paravan bir maşa olarak kullanarak ileri harekata başlatması olacaktır. Düşmanlar bir taraftan Uşak Afyon, bir taraftan da Bursa istikametinde 22 Haziran 1920 tarihinde İnönü Hattını geçerek ileri harekata başlamasıyla beraber artık düzenli bir orduya ihtiyaç da bütün açıklığı ile kendisini belli eder. Yine aynı şekilde bu okulun bu talimgahın açılması için sürekli süreci hızlandırır.

1 Temmuz 1920 de, yani Mustafa Kemal Paşa’nın ziyaretinden on bir gün sonra Zabit namzetleri talimgahı açılır 102 öğrencisiyle ve bu öğrenciler dört ay sonra bir 1 Kasım 1920 de dört aylık bir eğitim-kurstan sonra 102 öğrenci kıtalarına dağılacaktır. Bu kursiyerler bütün cephelere gönderildiler, Güney Cephesine gönderilen de var, Antep savunmasında bilfiil orada şehit olan zabit namzedi de var; aynı şekilde Batı Cephesindeki bütün muharebelerde görev yapan genç teğmenler de var. Bu genç teğmenlerin en büyük kaybı maalesef Sakarya’da Subaylar savaşında yaşayacaklar. 

18 Ekim 1921 de üçüncü devrede 140 öğrenci mezun oluyor. 1 Kasım 1920 deyince yani teknik dört aylık kursu tamamlayarak gönderilen genç teğmen ve asteğmenler (buradan sadece teğmenler mezun olmadı, burada hem teğmen hem asteğmen yetiştirildi, yedek subaylar de yetiştirildi) işte onların mezuniyeti için geldiğinde 1 Kasım 1920 Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri aslında hem okulun muhtevasını hem misyonunu hem de ileride Millî Mücadele Tarihinde yerini çok güzel özetler. 

“Bu talimgaha henüz harbiye diyemiyoruz çünkü çok eksiğimiz var. Ama ben sizlere hakkınız olan adla hitap edeceğim. Harbiyeliler savaş yenilgisiyle acıların içinde büyüdüm. İşkal altındaki okul ve evlerinizden kaçtınız. Milletimizin İstiklal Mücadelesine katılmak için bin bir zorlukla Ankara’ya geldiniz. Birçok yorucu eğitimden geçtiniz ne çocukluğunuzu bildiniz ne de gençliğinizi yaşadınız. Birkaç gün sonra çok sert bir savaşa katılacak ve gerekirse canınızı feda edeceksiniz. Biliniz ki gelecek nesiller bu fedakârlıklar sayesinde eşit haklara sahip bağımsız bir milletin fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür çocuklar olarak yaşayacaklar. Size söz veriyorum”.  Bu sözü veren sarışın kurt bu sözü tutacaktır.

Bu olaydan iki ay sonra yani 1921’i 1922 ye bağlayan yılbaşına girerken. 28 Aralık 1920 günü az önce bahsettiğimiz Fevzi Çakmak’ın zabit namzetleri ziyaretleri talimgahı gerçekleşir. Orada elbette yazdığı rapor, gördüğü eksiklikler ve gördüğü eksikliklerin giderilmesi adına atılan adımlar çok önemlidir. Ama bir askeri tarihçi olarak benim açımdan orda çok önemli bir ifade daha vardır. Mustafa Kemal Paşa’nın pek çok eksiğine rağmen, bu okulu size verdiği hak ettiğinizle hitap edeceğim, “Harbiyeliler” ifadesini resmiyete döker ve orada “Mektebi Harbiye” diyerek anar.

1 Nisan 1920’den Nisan 1023’e kadar okul açıldıktan Millî Mücadelenin silahlı safhası sona erdiği tarihe kadar “Mektebi Harbiye” 500 civarında zabit ve ihtiyat zabitini, yedek subayı ve teğmeni mezun ederek kıtalarına göndermiştir.

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü-3

Hangi dersler görüldü, aslına bakarsanız derslerin içeriğine baktığınız zaman birkaç ilave dışında normal Mektebi harbiyede görülenlerin tamamını görmüşler. Daha çok kıtalara yönelik eğitim bu. Endah talimnamesi, atış talimnamesi. Topografya dersi, bu ders çok önemli, mesela Kütahya Afyon muharebelerinde topografik haritalar olmadığı için birliklerin dilinde bu kadar ağır bir yara almıştık, ordunun nerede ise yarısını kaybetmiştik. Yani o kadar kötü bir durum söz konusu idi ki Yunan subaylarını öldürmek yerine esir almaya çalışıyorlardı, çünkü ceplerini karıştırıp hızla ceplerinden bölgenin topografik haritasını bulalım” diye. Yani topografik harita ve bu haritayı kullanabilmek aynı zamanda coğrafyaya hâkim olmak çok çok önemlidir. Mesela Mustafa Kemal Paşa, coğrafya bilgisini ve hakimiyetini hem Anafartalar Muharebesinde 1915 de Çanakkale’de daha sonra çok daha baskın bir şekilde Ağustos 1921 de Sakarya Meydan Muharebesinde göstermiştir. Şöyle bir ifade vardır, “Coğrafya’ya bir komutanın en kuvvetli bir müttefikidir” der. Gerçekten coğrafyayı iyi kullanan bir komutan her zaman fark yaratır. Bu nedenle neredeyse yarsıyla sahip bir orduyla İngilizlerin yenilmez dediği Yunan ordusunu Sakarya önlerinde Mustafa Kemal Paşa perişan edip üçte birini Haymana bırakarak Yunan ordusunu çekilmesini sağlamıştır. İşte bu nedenle topografya dersi çok önemlidir ve ders müfredatında vardır. 

Hıfzıssıhha yani halk sağlığı, bu detaylara kadar dört aylık bir süre içerisinde talim ve uygulama, ceza kanunnamesi ceza eğitimi de yapılıyor aynı zamanda. Dahiliye kanunnamesi Fransızca, yerlerde yapılan dersimiz, istihkam ki müzeyi gezdiğiniz zaman mutlaka o fotoğrafı göreceksiniz, o fotoğraf çoğu zaman sosyal medya da çoğu zaman Millî Mücadele sırasında çekilmiş askerlerimizin siper kazarken fotoğrafı diye servis edilmiş, halbuki o aslında burada eğitim gören zabit namzetlerinin istihkam dersini uygulama tatbikatı sırasında ve muhtemelen o hava fotoğrafında gördüğünüz siperlerin yıkımı sırasında çekilen bir fotoğraftır. 

Esliha eski dilde silah silahlar yani, silahların kullanımı buna yeni mesela ordu envanterine alınan o dönemde Lewis ağır makineli tüfekler de dahil, bunların kullanımı ve en önemlisi tabiye yani stratejik taktik, bunlar baktığınız zaman gerçekten dört aylık bir süre içerisinde konsantre çok yoğun bir eğitimde 164 aylık bu çocuklara verilen dersler.

Hayat sadece dersten ibaret değil, aynı zamanda bu gençler hani birkaç ay içerisinde kayıtsız şartsız ölüme koşacak olan bu çocukların motivasyonunu, maneviyatını da yüksek tutmak gerekiyor. Sık sık öğrencilerin moralini büyümek için ya da onları kendi aralarında kaynaştırmak, nerden bakarsanız üç yıllık bir Harbiye eğitimi, o zaman Harbiye üç yıl, süresince oluşturabilecek o aidiyet ve arkadaşlık ve dostluk dere oranı üç dört ay sürede tesisi etmek çok kolay değil. O yüzden bunu hızlandırmak adına birtakım organizasyonlar yapılıyor, mesela 30 Mayıs 1921 tarihinde güreş, atletizm, futbol gibi müsabakalar düzenleniyor. Birincilere Mustafa Kemal Paşa bizzat kendisi ödüller veriyor. Verilen ödüllerin mütevaziliğine bakar mısınız, tıraş takımı, cam şişede kolonya ve tarak ve bu çocuklar birkaç ay sonra Sakarya Meydan Muharebesinde can verecekler.

Futbol maçları yapılıyor, mesela ben açıkçası açık konuşacağım bağırta bağırta giden ne olacağı halen belli olmayan Cebeci İnönü Stadı için hala daha öfkeliyim kızgınım, mahallemin anısının bir parçasını dozerlerle kepçelerle yıktılar ve orya ne yapacaklarını bilmiyorum ve oranın bir tarihi değeri vardı. Cebeci İnönü Stadı o tarihte buradaki Mektebi Harbiye öğrencilerinin Ankara’lı gençlerle top oynadığı müsabakaların yapıldığı öğrenci sahası. Aynı şekilde bugün stadın yapıldığı söyleniyor. Bakalım nasıl bir şey çıkacak ortaya ve en önemlisi adı ne olacak o stadının adı,” İstasyon Stadı” olarak geçiyor adı, eski bizim gençliğimizin çocukluğumuzun 19 Mayıs Stadyumu, yani her ikisi de o stadın, “ha şuraya stat yapalım” diyerek yapılmadı, onlaın hepsinin gerihi bir geçmişi vardır, Ankara’lı gençlerin Harbiyelilerin takımının adı Yavuz’du, aynı şekilde Ankara Gücü’nün nüvesi olan İmalatı Harbiye’nin bir stadı vardı. Ankara’lı gençlerin Yıldırım İdman Yurdu adı altında iki tane takımı vardı. Bunlar müsabakalarını Cebeci sahasında, Yani Cebeci İnönü Stadının olduğu yerde ve bir de İstasyon Sahasında 19 Mayıs Stadının olduğu yerde yapıyorlardı.

Bazı isimler mesela çalışmalarımı çok büyük kısmını sahada yapıyorum, arazide yapıyorum, elbette bunun birtakım travmaları da oluyor, çarpıcı boğazımızda düğümlenen, gözlerimizin yaşarmasına neden olan buradan mezun olan teğmen ve as teğmenlerin esamesine baktığımızda ilk karşıma çıkan isim Teğmen Şevket, İstanbul 1336 yani 1920’deki ilk gruptan mezun olan teğmenlerden ve grubunun dokuzuncu olarak mezun olmuş. Ben teğmenimle Afyon’da Kalecik Sivrisinde karşılaştım. 27 Ağustos 1922 sabahı yapılan taarruzda Beşinci Kafkas Tümeninin dokuzuncu alayda bölük komutanlığı yaparken Kalecik sivrisinin dikenli mâniaları açarken şehit olduğu yeri buldum, bulduğum zaman fark ettim, elimdeki bu kâğıt bir isim listesinden ibaret değil, yani bizim borçlu olduğumuz asla ödeyemeyeceğimiz isimler var, borçlar var. Borçlara gelince Millî Mücadele boyunca baktığınız zaman 195 asteğmen, 400 teğmen yani, 195 yedek subay 400 de muvazzaf subay gençliğinde şehit olmuş. Tabi bunların içerisinde net şu kadarı Mektebi Zabitleri talimgahındandır demek aslında biraz zor ama tespit edilebilen, mesela bugün Kara Harbokulunda Öğretim Görevlisi Mehmet Fatih Baş’ın yaptığı araştırmalarda kendisi 1920 mezunlarından 21 teğmen ve dört ast teğmen, 1921 mezunlarından 19 teğmen ve 28 ast teğmen; 1922 mezunlarından 2 teğmen ve üç ast teğmenin yani toplam bu bina çatısı altında eğitim gören genç subay astsubaylardan 76 sının Millî Mücadele muharebelerinde şehit olduğunu tespit etmiş. Bu durumda 595 teğmen ve ast teğmen yani bütün zabitin yüzde 15’i buradan mezun olanların orada şehit olanların içinde.

İlginç bir anekdot şudur, zabit namzetleri talimgahının öğrencilerinin kan borcu İstiklal Savaşıyla yani Lozan Antlaşmasıyla bitmiyor demek ödemeleri. 1337 yani 1921 devresinin son şehidi 5 Haziran 1952 tarihinde Büyük Zaferden tam 30 yıl sonra Kore’de 1022 rakımlı tepe taaruzunda şehit olan Albay Nuri Pamir ruhu şad olsun, o da bu okulun bir öğrencisi.

1961 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapan Celalettin Alkoç, hemen yğne ondan sonra yine Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini yapan Mühittin Önür ikisi de 1921 devresinde burada beraber yan yana Fransızca dersini bağdaş kurarak alan iki genç teğmen, daha sonra orgeneral rütbesiyle kuvvet komutanlığı yapmışlardır, Türk Silahlı Kuvvetlerinde”.

Sunumlardan sonra konuşmacılara katılım ve onur ödülleri verildi.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com.

Tüm Emekliler Sendikası’nın maaş ve pahalılık protestosu için basın bildirisi
Türkiye Tüm Emekliler Sendikası, artan hayat pahalılığı, maaşların azlığı, TUİK in yanlış kasıtlı tespitlerini, hükümetin uygulamalarını ellerinde dövizler dillerin sloganları ile Ankara Sakarya Caddesinde protesto eylemi ve basın açıklamasında bulundular.

Emekliler ellerinde çeşitli slogan ve protestoların yazılı olduğu dövizler çeşitli sloganlar eşliğinde basına şu açıklamaları yaptılar:


2024 yılının ilk 6 aylık enflasyonu TUİK tarafından açıklandı TUİK in enflasyon hesabının güvenilir olduğuna dair kamuoyunda hiçbir emare görünmüyor.

“TUİK şaşırma sabrımızı taşırma” sloganları atılıyordu.

Buna rağmen siyasi iktidar, şaibeli enflasyon hesabını baz alarak maaşları dizayn etmek istiyor.

Bu hesaplar yıllardır gerçekliliğini yitirmiş, emeklileri ölüm sınırında yaşamaya mahkûm etmiş, rasyonaliten uzak hesaplardır. 

Bakanların açıklamalarına bakılırsa temmuz ayında yapılacak maaşlardaki kayıpların telafisi düzenlemesi kök maaşlar üzerinden yapılacaktır.

Bu durumda işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin çok büyük bir kısmının ele geçen maaşlarında değişiklik olmayacaktır.

Geri kalan emeklilerin bir bölümünde ise yüzde sıfır ile yüzde 25 aralığında değişik oranlarda bir kısım kayıpların telafisi olacaktır.

Tüm Emekliler Sendikası’nın maaş ve pahalılık protestosu için basın bildirisi

“Hırsız TUİK elini cebimizden çek” sloganları atılıyordu.

Memur emeklilerinin maaşlarında ise, açıklamalara bakılırsa yüzde 20 dolayındaki artış kayıpların telafisini karşılamaktan çok uzaktır.

Özetle, halı hazırda iktidarın maaş artışı dediği şey, zam veya maaş artışı değil, eriyen maaşların 2024 Ocak’taki yani 6 ay önceki alım gücüne erişmesi düzenlemesidir.

Bu düzmece artış ile o bile mümkün gözükmüyor. Emeklilerin kayıpları ilk 6 aylık TUİK enflasyon hesabı ile karşılanamayacağı gibi, gelecek 6 ay kayıplarımız daha da fazla olacaktır.

Şimdiden iktidar birçok kaleme zam yapmaya başladı. Enerjiye en çok ihtiyaç duyulan bu mevsimde, elektriğe yüzde 38 zam yapıldı bile.

“Emekliyiz haklıyız kazanacağız” sloganları atılıyordu.

1 Temmuz’dan geçerli denerek ilk 6 ay için düşük enflasyon hesabı oyununu göz göre göre kurnazca sergilemekten çekinmediler.

“AKP’den hesabı emekliler soracak” sloganları atılıyor.

Aklımızla oyun oynuyorlar.

Emeklileri, asgari ücretle çalışanları, yani emeğiyle alın teriyle çalışanları aç bırakarak tasarruf yapılamaz.

Bizler bırakın tasarruf yapmayı, açlıktan ölmemek için direniyoruz. Tasarruf yapılacaksa bu ülkenin kaynaklarına çökenlerin muslukları kesilsin.

“Sendika hakkımız söke söke alırız” sloganları atılıyor.

Bedel ödenecekse bu ülkeyi bu duruma getirenler bedel ödesin.

Emeklilerin, emekçilerin yaşam boyu ödedikleri bedel yetti de arttı da. Neresinden bakılırsa bakılsın, emeklilere asgari ücretle çalışanlara yaşam hakkı tanımayan bu anlayışı bu köle düzenini bu sadaka sistemini asla kabul etmiyoruz.

“Gün gelecek devran dönecek hırsızlar halka hesap verecek” sloganları atılıyordu.

Yıllardır emeklilere ulusal büyümeden pay verilmiyor. Bu bile emeklilerin maaşlarında toplamda çok büyük oranda düşüşe neden olmuştur. Memurlara verilen seyyanen artışı, memurlar fazlasıyla hak etmiştir.

“Çetelerden hesabı emekliler soracak”.  Sloganları atılıyordu.

Bu artışın yasa gereği memur emeklilerine de verilmesi gerekirken, yasa arkadan dolanılarak bu artış memur emeklilerine verilmemiştir.

Aynı hak emekliler için de hayatidir. Seyyanen artışın emeklilere de yapılması zorunludur.

“Zam zulüm sefalet işte AKP” diye çınlıyordu.

Acil olarak bütün emeklilerin maaşlarına 15 000 liralık seyyanen artış yapılmalıdır.

Tekrar ediyoruz, kısa vadede emeklilerin maaşlarına temmuzda kayıplarımızın telafisi ve gelecek 6 aylık hissedilen enflasyon oranı ve refah payına ilaveten 15000 liralık seyyanen artış yapılmalıdır.

Uzun vadede ise 2008 de uygulamaya sokulan yasa kaldırılmalı, maaş güncelleme katsayısı ve maaş bağlama oranı yeniden düzenlenmelidir.

Tüm Emekliler Sendikası’nın maaş ve pahalılık protestosu için basın bildirisi

“Saraya değil emekliye bütçe” sloganı atılıyordu.

Bu düzenlemede en düşük emekli maaşı en düşük memur maaşına eşitlenerek yapılandırılmalıdır. 

Acil olarak sağlığa erişim kolaylaştırılmalı ve sağlıkta ücret ödemeleri kaldırılmalıdır. Bugün kimi ameliyatların yapılması için yüz binlerce lira ödeme istendiği bir ortam korkutucuudur.

Sendikalaşmamız engellenmektedir.  Kurduğumuz sendikalar iktidarın siyasi kararıyla kapatılmaktadır. Artık keyfiyete son verilmelidir.

Demokratik bir hak olan sendika kurma özgürlüğümüz tanınmalıdır. Bu konuda TBMM’ni göreve çağırıyoruz.

Uluslararası sözleşmelere uyun iç hukukta gerekli düzenleme yapılmalıdır. 

İktidar, temmuzda asgari ücreti artırmayacağını söylüyor. Umuyoruz bu çılgınlıktan vaz geçilir.

Yoksulluk sınırının beşte biri kadar bir ücretle insan çalıştırılmaz. İktidarın Mehmet Şimşek eliyle hayata geçirmeye çalıştığı vahşi kapitalizm yeni bir köleci düzendir.

Çalışanların da bunu kabul etmemesi gerekir. Zira bu düşük maaşlar, emekli olunduğunda halihazırda 10 bin lira maaş alan emeklilerin kaderine ortak olmaktır.

İktidarı uyarıyoruz! 22 yıllık sömürdüğünüz, yandaş derneklere cemaatlere, tarikatlara, yandaş şirket ve müteahhitlere aktardığınız ülke kaynaklarının bedelini biz emeklilere, asgari ücretlilere, emekçilere yüklemenize bütün gücümüzle itiraz edeceğiz.

Krizi yaratanlar bedelini ödesin. İnsanca yaşam için demokratik mücadelemizi sürdüreceğiz. 

Demokrasilerin seçimden seçime rüşvet aracı olmadığını, demokrasilerin bir yaşam biçimi olduğunun dersini vereceğiz.

Yaşasın insanca mücadelemiz

Yaşasın Tüm Emeklilerin Sendikası”

Cevat Kulaksız kulcvat599@gmail.com

İlk defa bir müze bahçesinde tarih paneli yapıldı.

Millî mücadelede Subay Mektebi (Zabit Namzetleri Talimgahının) 104. Yılında Abidin Paşa Köşkü ve Millî Mücadeledeki önemi paneli

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü-2
Ankara Cebeci sırtlarında bulunan tarihi Abidin Paşa Köşkünde, Millî Mücadelenin 104. anısına 1 Temmuz 2024 günü Abidin Paşa Köşkü ve Millî Mücadeledeki önemi konulu panel düzenlendi. Kurtuluş Savaşımızda Türk ordusuna subay (topçu, istihkam, süvari) yetiştirilen bir harp okulu gibi kimliği olan Abidin Paşa Köşkü’nün tarihi özelliği nedeni ile bu yıl Çankaya Belediyesince müze haline getirilmişti. Köşk bahçesinde çamlar arasında açık havada düzenlene paneli yöre halkı ve davetliler beğeni ile izlediler:

Düzenlenen panelde konuşmacı olarak katılan akademisyenler, Kurtuluş Savaşımızda bir askeri okul gibi subay yetiştiren Abidin Paşa Köşkü’nün savaşta oynadığı rol konusunda konuşmalar yaptılar. Konuşmacı olarak katılan akademisyenlerden:

Panelin ikinci konuşmasını yapan ODTÜ Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ömer Turan, yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“-Müzeler tarihten kopuk yerler olarak genelde müzecilerle tarihçiler çok yakın değiller maalesef, halbuki müzecilikle tarihçilik birbirine çok yakın çok alakalı. Şu yaşa geldim ilk defa bir müze bahçesinde bir tarih paneli oluyor. Tarih öğretimi yaşandığın tarihi ile başlar, semtin tarihi ile başlar, eviyin tarihi ile başlar. Okurken hiçbir öğretmenim beni iç bir saat kulesine götürmedi, ulu camiye götürmedi, müzeye götürmedi; Alacahöyük’ten vaz geçtim, şehrin içinde, yani okuduğum yerlerde hiçbir zaman tarihi yerlere götürülmedim.

Ankara’ya geldim, sanat tarihçi hocam hayatımda ilk defa Ahi Şerafettin camisine götürdü bizi, yerden bir kırk çini parçası bana gösterdi, yaşayarak görerek dokunarak öğrenme unutulmuyor. Bu bakımdan bu müze binasının kurucusu olan Abidin Paşa’dan başlayarak daha sonra bu binanın tarihini konu alan böyle bir panelin yapılmasını çok anlamlı buluyorum.

Daha öncesinde yapılmış bir binanın müzeye dönüştürülmesi de ayrıca zor bir iştir. Bir tarihçi olarak mozolenin alt kısmının bugünkü hale getirilmesinde danışman olarak Genel Kurmay ATES’nin mensubu olarak bir danışman olarak bulunmuştum, orası bol sütunlu bir yerdir. Daha önce başka bir maksatla yapılmış binanın müzeye dönüştürülmesi sıkıntılıdır. Bu konak da hiç aslı bozulmadan çok güzel bir müze haline müzecilikteki teknikler kullanılarak dönüştürülmüş, başka yerlere de örnek olmasını diliyorum.

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü-2

Bina Abidin Paşa’nın köşkü olması yanı sıra Millî Mücadele döneminin harbiyesi olarak, subay mektebi olarak kaydedilmesi önemlidir. İlk Harbiye Osmanlıda subay yetiştiren mektep olarak 1834 de açıldı, 1834’den sonra İstanbul’da Harbiye Birinci Dünya Savaşı başlarına kadar hizmet verdi, Birinci Dünya Savaşı 1914’de başlayınca Ağustos’unda, mevcut Harbiye mektebi kapatıldı, bütün öğrenciler birinci sınıf öğrencileri dahil namzet subay olarak kıtalara gönderildi.

İstanbul’da yedek subayları yetiştirmeye yönelik bir talimgah açıldı, Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra da daha doğrusu Mondros ateş kes antlaşması 1918 de imzalandıktan sonra bu yedek subay talimgahı kapatıldı, yerine eskisini bir anlamda sürdürmek üzere subay yetiştirecek, doğrudan harbiye denilmedi ama, “muvazzaflık namzetleri talimgahı” açıldı. İstanbul 16 Kasım 1918 de işgal edilmişti, işgalden bir ay sonra İşgal komutanı Harbiyeye gelerek, Pangaltı’daki bugün müze olan, Harbiye binasına gelerek boşaltılmasını istedi, dört gün içerisinde, boşaltıldı oradan Sarıyer’e oradan Şişli’ye, oradan Kuleli’ye sürekli taciz edildi, dolaşmak zorunda kaldılar. Binalar hep ellerinden alındı, en son Kuleli’nde varlığını sürdürürken burası da “Ermeni Mahallesi yapılacak” diyerek boşaltılması istendi. Bu şartlarda 16 Mart’ta İstanbul işgal edilince arkasından Harbiye de kapatıldı. Bu şartlarda Ankara’yı merkez alan Millî Mücadele’nin subay ihtiyacını karşılamak üzere 1920 de burada harbiye tam olarak ismi “Zabitan Hizmetleri Mektebi” açıldı. Burada normal bir muvazzaf subay adayların yanı sıra askeri meslekleri mensupları da yetiştirildi. 

Anlatacağım mevzu kaynağı Remzi Aygar Hozat doğumlu 1889’da Yozgat’ta doğdu, Sultanide okurken Birinci Dünya Savaşına çağırıldı, İstanbul’da daha genç bir asker iken, subay olacak iken bakımsızlıktan her anlamda çok ağır bir hastalık geçirdi, öleceklerin arasına bırakıldı, ölecek diye bekleniyor, babası da subaydı babası tesadüfen haberdar oldu oğlunun durumundan, geldi oğlunun karşısına çıkardılar oğlunu tanıyamadı. O kadar kötü durumdaydı. Aldı oğlunu yanına, kendisi Çanakkale’de çalışıyordu, görev yapıyordu. Çanakkale’de eliyle besleyerek çocuğunu diriltti yeniden, ondan sonra artık Remzi Aygar’ın muharip sınıfta askerlik yapma imkân ve ihtimali kalmadı, terhis edildi memleketine; memleketi Yozgat’ta ticaret yaptı bir müddet.

Çapanoğlu ayaklanmasına birebir müşahitlik yaptı, ayaklanmadan sonra Yozgat’ın ekonomisi çökünce Çorum’a göçtüler babasıyla beraber, Çorum’da ticaret yaparken ve durumu da iyi iken 1922 Mart’ında askerliğe çağırıldı. Çorum askerlik şubesinden Yozgat askerlik şubesine gitti oradan da sevk evrakıyla beraber Ankara’ya gönderildi. Ankara’ya geldiğinde onun muvazzaflık subay talimi görmesi mümkün değildi sağlık durumu sebebiyle; dosyası da İstanbul’dan gelmişti, bu şartlarda Burada nakliye mektebine genç Remzi’yi tayin ettiler. Hatıratımızda ye aldığına göre; “Cebeci’de Abidin Paşa Köşkü’ne, Ankara’da teşekkül eden Yedek subay talimgahına müracaatı tebliğ edildim. Oraya gittim Cebeci Dağının tepesinde bağlar içindeki bağ evinde ikamet edeceğimizi, kurs mahalinde kursa devam edeceğimi bildirdiler. Benden evvel birkaç arkadaş daha gelmiş, mart ayı içerisinde bulunuyorduk Cebeci dağının başındaki o müthiş ayaz ve soğuk bizleri üşütüyordu. Birkaç arkadaş boş bağ evlerinin birine yerleşmiş bulunuyorduk, bir zaman bekledik.

Bir taraftan ihtiyat baytar arkadaşlar toplanıp geliyorlardı. Bu toplanma keyfiyeti belki bir ay kadar devam etti. Birinci Cihan Harbinde tanıştığımız birçok arkadaşımız da bir araya toplanmıştık. İstanbul’da İngiliz işgalinden kaçan ve Anadolu harekâtına iştirak eden eski nakliyecilerden Yüzbaşı Mukbil Bey bize nakliye hocası olarak verildi. Artık Nisan ayı sonlarına doğru ilkbaharın güzellikleri her tarafta kendisini göstermeye başlamıştı. Bizim için çadırlar verdiler, Abidin Paşa’nın üst kısmına isabet eden Cebecinin üst kısmına açık ordugâh halinde çadırlar kurmuştuk. Her çadırda üç arkadaş bulunuyorduk. Benim çadırda kaza kaymakamlarından Zeki Bey, Karayüzlü Cemal Efendi isminde iki arkadaş vardı. Ben bir düdüklü teneke semaver edindim, sabahları çadırın önünde düdüğünü öttürerek kaynayan semaver manzarasına arkadaşlar imrenirlerdi. Çadırın birisini de Yüzbaşı Mukbil Bey işgal etmişti.

Biz zabit namzeti olan arkadaşlar yemeği alt tarafımızda bulunan yedek subay talimgahından kazanından yiyorduk, ekmeğimiz de orada geliyordu. Hizmet erleri ekmek ve yemeğimizi getirilerdi. İçimizde zabit vekil olan arkadaşlarımız maaşla yiyeceklerini sağlıyorlar, bir kısmı da tabldottan yiyiyorlardı. Nakliye kurs hocası gelir gelmez biz tedrisata başlamıştık. Merkep kolları, deve kolları, araba kolları, mekari hayvanları tabiye vs birçok dersler okuyorduk. Ara sıra nakliye taburu olan birliklere gidiyor, merkepler, arabalar, öküz kağnıları ve develerle tatbikat yapıyorduk. Muayyen saatlerde ders görüyorduk, günün öteki saatlerinde çok serbesttik, devamlı olarak Ankara’yı gezip dolaşıyorduk.

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü-2

Dört aylık bir kurstan sonra Ankara’dan Konya’ya dönmeleri kararlaştırıldı. Konya’da otomobilcilik mektebine gönderildiler. O dönemde Türkiye’de bin kadar araba vardı, bu bin arabanın (otomobilin) 800 yüzü İstanbul’daydı, yüzü İzmir’de, yüzü bütün Anadolu’da idi kalan. Bütün terk edilmiş otomobiller arabalar Konya’da toplanmıştı, İstanbul’da değil de. Mütarekede İstanbul’a gönderilmedi, Konya’da kondu, oradan hem adaylar otomobil sürmeyi kullanmayı, tamir etmeyi öğrendiler hem ihtiyaçları diğer arabalardan karşılayarak otomobili çalışır hale getirdiler. Bir dönemdeki Sakarya Savaşından ve Büyük Taarruzun başlamasından bahsetmeyeceğim. Ama Büyük taarruz başladıktan sonra ve Afyon’dan Uşak’a doğru Türklerin ilerlemesi başlayınca hocası ve öğrencileri de çağırdılar. Evvela Uşak’a sonra trenle İzmir’e götürüldüler. Aynı işi İzmir’de sürdürdüler.

Kahramanımızın anlattığı buradaki şartlar 1922 Nisan’ın ait, nispeten iyi şartlar. 1920 lerin ikinci yarısında Aralık 28 de Fevzi Paşa bu okulu (Abidin Paşa Köşkündeki okul) ziyaret ediyor. Bu ziyareti esnasında okuldaki öğrencilerine elbise verilmediğini görüyor, kaputlarla çuval gibi ne buldularsa giyiyorlar. Oraya bir dikiş makinesi bir de terzi gönderilmesi emrini veriyor. Mevcut kaputlar öğrencilere uydurulacak. Bundan başka okula hizmet eden 58 erin bu sefer kaputu yok. Bunlara da kaput sağlanmalı diye emrediyor, ayrıca öğrencilerin koğuşları ile okula tahsis edilen barakaların eksik çıktığı tamamlanmalı, tamamlayın talimatını veriyor. Bu şartlarda Millî Mücadelenin bütün alanlarında bürün şartlarında büyük bir sıkıntı zaruret içerisinde burada eğitim tamamlanıyor, mesela Fransızca dersi yerlerde yapılıyor, öğrenci sırası yok, bu kötü şartlarda eğitim tamamlanıyor, bunu belki bunu biraz var biraz yok, tamamlayın talimatını veriyor.

Bu şartlarda Millî Mücadelenin bütün alanlarında bütün mekanlarında bütün dönenlerinde olduğu gibi büyük bir yokluk içerisinde fakru zaruret içerisinde burada eğitim tamamlanıyor. Mesela Fransızca dersi yerlerde yapılıyor, çünkü sıra yok. Dört aylık dönemler halinde eğitim tamamlanıyor, bunu belki kurs diye adlandırmak daha doğru olur, mezunlar cepheye gönderiliyor ve gayretleri ile Millî Mücadele kazanılıyor.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

>

Millî mücadelede Subay Mektebi (Zabit Namzetleri Talimgahının) 104. Yılında Abidin Paşa Köşkü ve Millî Mücadeledeki önemi paneli

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü

Ankara Cebeci sırtlarında bulunan tarihi Abidin Paşa Köşkünde, Millî Mücadelenin 104. anısına 1 Temmuz 2024 günü Abidin Paşa Köşkü ve Millî Mücadeledeki önemi konulu panel düzenlendi. Kurtuluş Savaşımızda Türk ordusuna subay (topçu, istihkam, süvari) yetiştirilen bir harp okulu gibi kimliği olan Abidin Paşa Köşkü’nün tarihi özelliği nedeni ile bu yıl Çankaya Belediyesince müze haline getirilmişti. Köşk bahçesinde çamlar arasında açık havada düzenlene paneli yöre halkı ve davetliler beğeni ile izlediler:

Düzenlenen panelde konuşmacı olarak katılan akademisyenler, Kurtuluş Savaşımızda bir askeri okul gibi subay yetiştiren Abidin Paşa Köşkü’nün savaşta oynadığı rol konusunda konuşmalar yaptılar. Konuşmacı olarak katılan akademisyenlerden: 

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü

İlk konuşmayı yapan Mamak Bilim ve Sanat Merkezi Başkanı Dr. Özlem Gülenç İğdi konuşmasında şunları söyledi:

“Müzeler geçmişle bugün arasında bir köprü olarak ortak mirasımızı taşıyan, kent hafızasına kent bilincine katkı yapan çok önemli yerler. Ankara’daki bir semte adını vermiş olsa da çevresindeki okullara adını vermiş olsa da Abidin Paşa’yı tanıyanların sayısı çok az, bir vali olduğunu bilenlerin sayısı çok az. Yine aynı şekilde bu okulda yetişen subayların, öğrencilerin Millî Mücadeleli rollerini ilgilendirenlerin de sayısı da çok az.

Burası açılmadan 2013 yılında bir vakfa kiralanmıştı. Vakıf yetkilisine Abidin Paşayla ilgili olup olmadığını sorduğumda “hayır” yanıtını aldığımda çok üzülmüştüm. 2024 Şubat’ında müzenin açıldığını görünce koşarak geldim. Ankara’nın semt kimliğine önemli bir katkı, Abidin Paşa’nın müthiş valiliğine ve burada yetişip şehit olan askerlerimiz bize bir saygı haline gelmiş durumda.

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü

Abidin Paşa’nın valiliğini daha iyi aktarabilmek adına önce 19. Yüzyıl taşra yönetiminin durumundan Ankara vilayetinin genel durumundan Abidin Paşa’nın öz geçmişine bakmak gerekir.

19. Yüzyıl malum Osmanlı Devleti’nin durumu yıkılma dönemidir, pek çok alanda devlet çökmüş durumda. II. Mahmud’dan itibaren padişahlar devletin kötü gidişatını durdurmak, dağılmasını önlemek, azınlık ayaklanmalarını önlemek için bir dizi reform hareketi başlatıyorlar. Ama çok başarılı olmayacak bu reform hareketleri.

Taşrada da çeşitli düzenlemeler var, çünkü taşrada hem ayaklanmalar (Yunanlıların isyanı gibi) var, hem de valilerin isyanı var, II Mahmud döneminden itibaren Tepedelenli Ali Paşa, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi valiler devlete isyan eder durumdalar. Bunu önlemek isteyen taşrada Celali ayaklanmalarına karşı çıkan kararnameler ve birtakım nizamnameler ve yönetmeliklerle taşrayı düzenlemeleri taşrayı ayaklanmaları durdurmayı, valileri zapturapt altına lamaya çalışıyor. 1842 de 1849 da 1858 de 52 de çeşitli düzenlemeler yapılıyor. Sonunda Tuna vilayetinde 1864 yılında nizamname hazırlanarak yürürlüğe konuyor. Orada Mithat Paşa başarılı bir valilik gösteriyor. Onun çalışmalarının diğer yerlerde de uygulanması esas alınarak Tuna Vilayeti salnamesi 1867’den itibaren ülkede uygulanır hale geliyor. O zaman kadar taşra idaresinde II. Mahmud’da itibaren temel vilayetken etken vilayet oluyor. Ankara’da bir 1867’den itibaren Ankara vilayeti olmuş oluyor. 1871 de bir düzenleme daha yapılıyor, bu da 1813’e kadar yürürlükte kalıyor.

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü

Bu düzenlemelerle beraber valilerin de görevleri sık sık değişiyor, taşrada vilayetler de önemli değişiklikler var. Ama genel olarak Osmanlı devletinde valilerin görevi ne idi, bulundukları yeri yönetmek, merkezden gelen emirleri uygulamak, adaleti sağlamak, güvenliği sağlamak e son olarak, şenlendirmek, yollarını yapmak ticareti geliştirmek gibi bunları valiler uyguluyorlardı, uygulamak durumunda kalıyorlar.

1871 düzenlemesinin yapıldığı yıl Ankara’ya beş vali gelmiş, bir yıl içerisinde beş vali gelmiş. Yine 1881’den 1886 ya kadar 15 yıllık Abidin Paşa’nın 1886 ya kadarki Ankara’ya geliş dönemde 17 vali görev yapmış, nizamnameler yönetmelikler var ama bir istikrar getirilememiş. Bir yıl veya daha az sürede görev yapan valilerden icraat beklemek de doğru değil, şehrin sorunlarına çözüm bulamamışlar. Abidin Paşa’nın farkı burada ortaya çıkıyor. Tanzimattan Meşrutiyete kadar Ankara’da görev yapan en uzun süreli görev yapan validir Abidin Paşa. Yedi yıl yedi ay görev yapıyor, diğerlerin süreleri oldukça kısa, bir yılda beş vali bile gelmiş.

Taşra yönetiminde başarı sağlanamadı dedik, valiler sık sık değişti dedik. Ankara’da 15-18. Yüzyılda bir sancak merkezi iken 19. Yüzyılda eyalet merkezi, 1867’de de “Ankara vilayeti” adını alıyor. İdari dönemde Ankara’da istikrar yok, o dönemde Ankara’ya Yozgat, Kayseri, Kırşehir sancaklarından oluşuyor Kayseri, Yozgat Kırşehir’in sancaklarından oluşuyor. 90 bin km kare alanı kapsıyor, vilayetin genel nüfusu 8bin 800.000, Ankara sancağının nüfusu 249 bin, merkez kaza Ankara 31 bin civarında

Ekonomik açıdan 19. Yüzyıl ortalarında tarımsal açıdan gelirli bir şehir. Ulaşımdaki güçlükler, ulaşım alanındaki sınırlılıklar tarımdaki gelişmeleri engellemiş, toprakların yedide biri ekilebilir durumda 19. Yüzyıla kadar. 1869 ve 1879 da çok önemli bir gelişme yaşanıyor, çok büyük bir kuraklık oluyor Ankara’da; bunun etkileri 1881 kadar da devam edecek Abidin Paşa dönemine 1886 ya kadar. Bu kuraklık kıtlığa da dönüşüyor. Tarlalardan ürün alınamıyor, insanlar beslenemiyor, bazı kaynaklara göre Ankara sancak ve çevresinde 150 bin insan ölmüş bu dönemde yüz bin hayvan ölmüş, kıtlıkla da boğuşuyor bu şehir.

Osmanlıda 15 ve 18 yüzyılda tiftik keçisi kılından üretilen sof kumaşı kentin çok önemli bir gelir kaynağı iken 19. Yüzyılın ilk yarısında bu gelir kaynağını da kaybediyor. İngilizler geliyorlar tiftik keçilerini satın alıyorlar Güney Afrika’da yetiştiriyorlar, sof kumaş artık Ankara’da dokunmaz oluyor. Yani Ankara Abidin Paşa’nın valiliğine gelindiğinde idari açıdan istikrarsız, ekonomik anlamda bozuk bir şehir, kuraklıkla boğuşuyor, susuzlukla boğuşuyor, yol problemleri ile boğuşuyor kent ihtiyaçlarını da zor karşılar durumda.

Abidin Paşa kimdir?

Abidin Paşa’nın Ankara’daki faaliyetlerine geçmeden önce kimdir Abidin Paşa?  Arnavut kökenli bir vali, Yanya vilayeti içindeki Prefeze’de dünyaya geliyor. Varlıklı bir aileye mensup, yine “Uzadeler” olarak biliniyor, babası ölünce annesi tarafından yetiştirilmiş, kendisinin özgeçmişinde “tahsili ulumden dolayı” yani bilim öğrenmeye meraklı imiş, dil öğrenmeye de meraklı. Cami hocasından Arapça Farsça öğrenmiş. Bulunduğu coğrafya itibariyle Arnavutça, Yunanca biliyor. Ortaokula Yunan okuluna gidiyor, orada da iyi bir eğitim alıyor. Fransızca öğretmenin de uzun süre Fransızca derler almış. Kendini oldukça iyi bir şekilde geliştirmiş.

20 yaşında silahşorluk eğitimiyle muhafız olarak saraya geliyor, burada başarı gösteriyor ve daha valiliğe yeni başlıyor, kaymakam olarak atanıyor, doğduğu yer olan Prefeze’ye kaymakam olarak atanıyor. İzmir’de mahkeme reisliği yapıyor, Sofya ve Varna tasarrufu yani sancak yöneticilikleri yapıyor. 18873 de çok önemli bir göreve getiriliyor, İstanbul’da borsa komiserliği görevi, Osmanlı borsasının yeni ilk başkanı oluyor, altı yıl kalıyor bu görevde. Bu görevde de önemli kurullarda görev almış Kanuni Esasi’nin hazırlanmasında görev almış, Kanuni Esas komisyonunda. O dönemde Yanya’da çıkan isyanda Yanya olağanüstü komisyon kurulmuş, bu komisyonda başkanlık yapmış, hatta Yanya’da çıkan bir ayaklanmayı da bastırmış.

Daha sonra yine problemli bir bölge, Diyarbakır Vilayeti Komiseri oluyor, orada da başarılı, 1876 da Sivas valiliği kısa süreli bir valilik altı ay kadar görevde kalıyor, ardından üç ay Selanik valisi oluyor. Daha sonra çok önemli bir göreve Hariciye Nazırlığı Diş İşleri Bakanlığı görevine getiriliyor. Üç ay kalmış bu görevde, daha sonra 1881’de Adana Valiliğine atanmış. Adana Valiliğinde dört yıl yedi kalıyor, burada da önemli işler başarıyor. Tekrar on aylığına Sivas valisi olarak atanıyor, 7 Temmuz 1886 da yaklaşık 138 yıl önce Ankara’ya vali olarak geliyor. Tanzimattan Meşrutiyete Ankara’da en uzun süreli vali oluyor.

Ankara valiliğinden sonra 1894’de   Rodos’a gönderiliyor, orada da 12 yıl kalacak, orada görev yaparken Yıldız Sarayına Yemen ıslahatı için çağırıldığında kalp krizi geçirerek 1906 da 63 yaşında vefat ediyor, Abidin Paşa. Abidin Paşa altı dil bilen çok yönlü, çok eser veren bir dönemin entelektüelidir, II. Abdülhamid’in en önemli valilerinden biridir. Mesnevi’nin cildini altı cilt halinde açıklama yazmış, bastırmış, Mesnevi haricinde altı dini kitabı var, iki tane şiir kitabı bastırmış, Kuranı Kerim ayetlerinin tesirlerini yazmış dönemin gazetelerinde bunlara rastlıyoruz. Yani bu birikimi ile yeni eserler vermiş okumuş bir kişidir, diyebiliriz Abidin Paşa için.

Ankara’daki icraatlarına gelecek olursak. Ankara’daki sorunları çeşitli raporlarla hükümete bildiriyor. Ankara’da önceliği yol yapımına veriyor Abidin Paşa. Kıtlık zamanında yolların önemi ortaya çıkıyor, ulaşım çok güçlükle yapılıyor. Zahirenin ürünün halka ulaşması çok zor olmuş kıtlık zamanında. 1882 de Ankara Valisi Hacı Arif Paşa, göreve başladığı saatte diyor ki, “kıtlık zamanında muntazam yollar olsaydı bu kadar yokluk çekilir miydi, o kadar canlar telef olur muydu” diyor.  O yüzden yol yapımına önem verdiğini söyleyebiliriz. 603 km yol yapıyor Ankara’da 428 km sini tamir ettiriyor, 1630 km’yi buluyor yaptığı yollar. O dönem vilayeti sancaklara bağlayan yolları şose olarak yaptırıyor Abidin Paşa.

İkinci önemli olay onun ikinci olarak Ankara’ya gelişi, Ankara’nın kaderini etkileyecek önemli bir gelişme olur. 19. Yüzyılda imparatorluğun iç ihtiyaçları hem de dış baskılar ülkede demiryolu yapımını hızlandırıyor, Alman demiryolu şirketi bu dönemde Ankara’yı İzmit’e ve İstanbul’a bağlayacak hattın yapımını üstleniyor. Demiryolu 31 Aralık 1892 de Ankara’ya geliyor. Demiryolunun Ankara’ya gelişi çok önemli, Abidin Paşa notlarında diyor ki 1889 da başlayıp dört buçuk sene devam eden demiryolunda pek çok usta, memur, işçi bir yol alınamamışken aldığım tedbirler yolun Ankara’ya gelmesini sağladım” diyor. Garın açılışında trenin son parçasını o yerleştiriyor.

Demiryolu Ankara’da çok önemli gelişmelere sebep oluyor. Demiryolu hattı boyunca o dönem savaşlardan Balkanlardan gelen muhacirler yerleştirilmiş, demiryolu şirketi buradaki muhacirlere modern tarım teknikleri öğretmeye başlamış, tarımsal üretim artmış Ankara’da, iki katı artmış diyebiliriz, 216 bin tondan dört yıl içinde 405 bin tona çıkmış, tahıl üretimi mesela, 150 tarımsal üretimde artış var, demiryolunun gelişiyle beraber. İstanbul tahıl ihtiyacının büyük ölçüde Romanya’dan ve Balkanlardan denizyoluyla karşılaşılmış, Ankara’nın trenle bağlanmasından sonra o ticaret de zayıflamış, artık Ankara demiryoluyla beraber payitahtın İstanbul’un tahıl ihtiyacını da karşılama misyonunu üstlenmiştir.

Ticaret tarım arttığı gibi ulaşım ve haberleşme ağının bu kentte gelişmesi Atatürk’ün burayı başkent olarak seçmesinde de etkili olacak.

Osmanlı Devleti’nde itihar ve irvan dediğimiz toprakların verimli hale getirilmesi sulama politikası Ankara için de önemli bir problem. Abidin Paşa’nın en büyük başarılarından biri Ankara’ya su getirilmesidir. Eymir gölünden Elmadağ’dan, Hanımpınarı’ndan üç koldan Ankara’ya su getiriyor. Kentin su problemini çözmesi itibariyle de unutulmaz oluyor, Ankara için.

İlk olarak Eymir gölünden başlıyor, Eymir gölünden dönemin Meclisleriyle hareket ederek kentin ileri gelenlerinden topladığı bağışlarla hazineye çok da yük olmaksızın Eymir gölünden Ankara ovasına su aktarılıyor, 253 çeşme yapılıyor. Yüz bin dönümden fazla arazı sulanıyor, tarımsal verimlilik kentte artıyor, Eymir gölünden gelen suyla.

Elmadağ’ı suyu aynı şekilde çok önemli, öncesinde de Elmadağ’dan su geliyor, özellikle Ulus civarına. Ama su yolu çok yıpranmış durumda künk denilen toprak borularla geliyormuş. O borular yıprandığı için hatta zamanla kendi içinde oraları tamir ettirerek kendi içinde çözmeye çalışmış ama bu problem çözülememiş su gelememiş Ankara’ya özellikle Cebeci civarına kendin en yüksek yeri Hisar’a hiçbir şekilde su verilemiyormuş; Elmadağ’dan yine piyangolar takip etmiş, para toplamış halktan, şartları zorlayarak yapıyor bazı şeyleri. Merkezden bir kısmını karşılamış bir kısmını Ankara halkından karşılamış. Avrupa’dan demiryolu ile demir borular getirterek hattı döşemiş, Hisar civarında biriken sularla 70 tane yapılan çeşmeyle Ankara Kalesi çevresine 70 çeşmeyle su verilmeye başlamış.

Devrin gazetelerinde çok çarpıcı bir ifade var bununla ilgili olarak, gazete diyor ki “1000-2000 seneden beri çeşmeden akan sudan mahrum olan Ankara halkı valinin çabasıyla suya kavuşmuş”.

Daha sonra Hanımpınarı dediğimiz bugün Mamak Üreyil civarında bir suyu iyi kalitede olan bir yerden su getirmeye gayret ediyor ve getiriyor. O da Ulus’taki valilik konağının önüne geliyor su, oraya da 70 çeşme yapılıyor oraya çevresine.

Hanımpınarı’ndan Elmadağ’dan gelen suyla 150 çeşmeyle halkın suya olan ihtiyacı gideriliyor. 

Milli Mücadelede Subay Okulu Olan Abidin Paşa Köşkü
Açtığı okullar

Açılan okullarla eğitimde çok etkili, Ankara eğitim eski usullerle yapılıyordu. “Ben bunu değiştirdim, öğretmenlerin ihtiyacı çok fazla var. Bunu için bir öğretmen okulu kurmaya karar veriyor. Bay ve bayan öğretmenler valilikten getiriliyor, hem bayan öğrenciler alıyor burası 378 mezun vermiş Abidin Paşa’nın açtığı Darülmuallimin 1893 yılında, kız öğrenciler açılışında konuşmalar yapmışlar. Yine halktan bağış yoluyla kızlar için bir ilkokul, erkekler için rüştiye açmış iki tane idadi açmış, bunları aynı şekilde Yozgat, Kayseri ve Kırşehir’de de yaptırıyor.

Döneminde güvenlikle ilgili bir olaydan bahsedelim, Ermeni olayları var, Yozgat’ta, Kayseride olaylar bastırılıyor Ermeniler ayaklanıyor, ayaklananlar bastırılıyor ve tutuklanıyor, Ankara’ya getirilip dava açılıyor, bu davada dış devletler gözlerini Ankara’ya yönlendiriyorlar, davayı izlemek için İngiliz konsolos geliyor. Bunun için de olağanüstü bir çaba sarf ediyor, aleyhte bir konuşma olmasın dava düzgün yapılsın diye büyük çaba sarf ediyor.

Son olarak Ankara’ya önemli hizmetlerinden bir tanesi köşkünü de beyaza boyamış, Ankara’da evleri beyaza boyattırıyorlar. Abidin Paşa “Ankara’ya geldiğinde evlerin çamurla sıvalıydı, bu kasvetli bir görüntüydü bu; ben evleri beyaza boyattırarak güzel bir manzara olmasını sağladım” diyor. Bunun için her mahallede iskeleler kurulmasını sağlıyor, fakirler de bundan yararlanarak evlerini boyatıyorlar. Abidin Paşa yaptığı hizmetlerle halkı da yanına alarak çok önemli hizmetlerde bulunuyor, büyük iz bırakıyor.

Yine güvenliğini sağlıyor kentin, kentte adaletin iyi işlemesini sağlıyor Ermeni meselesinde olduğu gibi. Şenlendirme görevi dediğimiz kentin ihya edilmesi, tarımsal bakımından, su bakımından çoğunlukla Abidin Paşa döneminde gerçekleşiyor. Kenti başkent olmaya hazırlamıştır diyebiliriz Abidin Paşa için. Abidin Köşkü’nün bahçesinde onu anlatmak benim için de bir heyecan oldu. Hem Abidin Paşa’yı hem burada yetişen Kurtuluş Savaşımızda şehit düşen askerlerimizi saygı ve minnetle anıyorum”.

Öteki konuşmacı akademisyenlerin konuşmalarını daha sonra vereceğiz.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget