Ocak 2011
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Mısır'da sular durulmuyor. Dünyanın gözü bu ülkede. Peki Mısır'daki kavganın aktörleri kimler? Yakın gelecekte Mısır'da neler olabilir? Cumhuriyet'in diplomasi muhabiri Bahadır Selim Dilek, Mısır'daki gelişmeleri Cumhuriyet Haber Portalı için değerlendirdi. Görünen o ki, Mısır kritik bir yol ayrımında. Ya, 1952 yılında darbe ile kurulan “tek adam” sistemi devam edecek ya da ülkenin en güçlü organize muhalefet hareketi olan Müslüman Kardeşler, ülke yönetiminde güçlü şekilde etkinlik sağlayacak. Yani Mısır, diktatörlükten kaçarken ılımlı İslam sarmalına düşecek ya da tercihini “tek adam” yönetiminden yana kullanacak.

'Hamas'ın iktdarı gibi...'

Üçüncü bir yol, şu aşamada olası görünmüyor.

Mısır halkı “tek adam” yönetimine son verse hatta bu yönetimin arkasındaki yapıları ortadan kaldırsa bile, oluşturulacak Batılı anlamda demokratik bir sistemin kısa süre içinde Müslüman Kardeşler’i iktidara taşıyacağından kimsenin kuşkusu yok. Tıpkı, Gazze’de Hamas’ın iktidar olması gibi..

Müslüman Kardeşlerin, değil iktidarı tamamen ele geçirmesi, Mübarek sonrası kurulacak yeni bir yönetimde küçük bir etkinlik sağlaması bile Ortadoğu’daki İslamcı yapıların geri dönülmez biçimde güçlenmesine zemin hazırlayacak.

Bu, başta ABD olmak üzere çoğu Batılı ülkeler açısından kabus senaryosu. Ortadoğu’nun stratejik denklemini Atlantik ötesi etkilerden bağımsız olarak şekillendirmek sözkonusu olamayacağı için bu kabus senaryosunun hangi yöne evrileceği konusunda dikkatler doğrudan Washington’ın takınacağı tutuma çevrilmiş durumda.

'ABD için sürpriz olmadı'

Wikileaks’te 28 Ocak’ta yayınlanan 4 Nisan 2007 tarihli “gizli” belgeden anlaşılacağı üzere Mısır’daki gelişmeler Washington yönetimi açısından sürpriz değil. Wikileaks belgelerinde Mübarek sonrası için İstihbarat Başkanı Ömer Süleyman’ın işaret ediliyor olması da dikkat çekici.

Washington yönetiminin, Suriye ve Azerbaycan’da olduğu gibi Mısır’da cumhurbaşkanlığının babadan oğula geçmesine sıcak bakmadığı anlaşılıyor. Cemal Mübarek’in ordunun desteğini alamayacak olmasını düşündüğünden mi yoksa doğrudan ordu içinden gelmeyen birinin, yönetim-ordu ilişkilerini dengeleyemeceği öngörüsünde bulunmasından mı bilinmez ama ABD yönetimi bu noktada frene basmış gibi görünüyor.


Türkiye'nin görevi ne olacak?

Anlaşılan o ki, bugün itibarıyla ABD Mübarek’i gözden çıkarmış ancak tercihini demokratik bir sistemden yana kullanmaktan da kaçınmış bir görüntü veriyor.

Ülkenin şimdiki yapısının, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına uygun olduğunda kuşku yok ancak kısa ve orta vadede çelişkilerin giderek keskinleşmesinin önüne geçmek için bir geçiş dönemi öngörüldüğü de anlaşılıyor.

Bu geçiş döneminde ise Türkiye’ye nasıl bir rol verilecek? Şimdi yanıtı aranan soru da bu.

Obama’nın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinden sonra Başbakanlığın yaptığı açıklamanın satıraraları, Mısır’ı ve Ortadoğu’yu yakından ilgilendiren gelişmelerin Washington yönetiminin bölgesel/küresel çıkarları aleyhine seyretmemesi için yeni bir yol haritası belirlendiğini ortaya koymakta...

Bu yol haritası içinde Türkiye’tam olarak nin nasıl bir rol üstleneceği ise ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın ziyaretinden sonra netleşecek gibi görünüyor.

Ölü Amiraller Darbeci Çıktı
Donanma Komutanlığı'nda bulunan belge ve CD'lerle ilgili olarak hazırlanan askeri bilirkişi raporuna Cumhuriyet ulaştı. Raporada, Donanma Komutanlığı'nda ortaya çıkan SUGA ve ORAJ harekat planlarındaki askeri yazım tekniklerine uygun olmayan onlarca örnek sergilendi. Darbeyi destekleyeceği belirtilen iki amiralin ise 1998 ve 2000 yıllarında vefat ettiği kaydedildi.
Raporda, Donanma Komutanlığı’nda güvenlik zafiyeti bulunduğu belirtilirken, darbe planları ile ilgili olduğu öne sürülen hard disklerin 28 Temmuz 2009 tarihinden sonra oluşturulduğu kaydedildi. Raporda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na ilişkin bir belgede adının, “Yaşar Tayyip Erdoğan” olarak yazılmış olmasına da dikkat çekildi.
Tuğamiral Sinan Azmi Tosun başkanlığında 5 kişilik heyetten oluşan bilirkişi raporunda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca el konulan 5 hard disk içindeki veriler ile olay mahallinin incelemesi yapıldı. Raporda öne çıkan satırbaşları şöyle:
- Diskler, imha edilecek diğer malzemelerle birlikte kullanım dışı olarak çeşitli zamanlarda İKK kısım amirliğindeki dolaplarda, kimi zaman da uygun yer yetersizliği nedeniyle İstihbarat Kısım Amirliği odasında döşeme altında bulundurulduğu belirtildi.

Alarm devre dışı bırakılmış
- İstihbarat Kısım Amirliği’nin 2 No’lu Kontrollü bölge olduğu, bu kapsamda, odanın iki adet kapısının bulunduğu söz konusu kapılardan ilkinin kafes tipi demir bir kapı olduğu ve asma kilitle kilitlendiği, söz konusu asma kilidin tek bir anahtar ile açılabilen basit bir yapıya sahip olduğu, odanın ikinci kapısının anahtarlı çelik bir kapı olduğu, alarmın devre dışı bırakılmış olduğu görülmüş, bahse konu kapıların ve anahtarlarının sekiz kişide bulunduğu tespit edilmiştir.
- Donanma Komutanlığı’nda bir güvenlik kamerası sisteminin mevcut olmasına rağmen İstihbarat İKK ve Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne ait odaların girişini gösteren bir kameranın bulunmadığı görülmüştür.
- Bina dışından İstihbarat İKK ve Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne ait odalara fiziki ulaşımın iki yolla mümkün olduğu, bunlardan ilkinin yetkili personel girişi, diğerinin ise odaların bulunduğu koridorun sonunda bulunan yangın merdivenine açılan ve anahtarı duvardaki kapalı camlı dolapta bulunan ve daima kilitli bulunduğu belirtilen acil çıkış kapısı olduğu görülmüştür.
- Karargaha giriş - çıkış kayıtları personelin nöbet durumu ve tevdi edilen görevler paralelinde incelenmiş ve bu hususta dikkat çekici bir hususa rastlanmamıştır.

28 Temmuz 2009’dan sonra oluşturulmuş

- 5 numaralı hard disk imajında yer alan ‘manipülatif’ dosyalar içinde; Balyoz soruşturması iddianamesi ve ek klasörlerinde yer ‘SUGA’ ve ‘ORAJ’ harekat planlarıyla ilintili olduğu izlenimi veren 144 adet dosya tespit edilmiştir.
- Manipülatif tüm dosyaların, 5 numaralı hard disk içinde bulunduğu, 5 nolu hard diskin 3 numaralı sökülebilir hard diskle birlikte aynı bilgisayarda 2 Mayıs 2008 ile 28 Temmuz 2009 tarihleri arasında kullanıldığı ve 28 Temmuz 2009 tarihinde 5 numaralı hard disk üzerindeki bilgilerin öncelikle 3 numaralı hard diske müteakiben halen kullanılmakta olan bilgisayardaki hard diske kopyalanmayı müteakip 3 ve 5 numaralı hard disklerin arşive kaldırıldığı belirlenmiş.
- 5 numaralı hard diskte mevcut ‘manipülatif’ dosyaların tamamının 28 Temmuz 2009’dan sonraki bir tarihte ve sistem tarih/saati değiştirilmiş başka bir bilgisayardan aktarılarak kaydedildiği kanaatine varılmış, ancak, mevcut verilerden hangi bilgisayarda oluşturulduğuna dair bir sonuca ulaşılamamıştır.

Güvenlik açığı oluşturulmuş

- Donanma Komutanlığı İstihbarat, İKK ve Güvenlik Şube Müdürlüğü’nde bilgi güvenliği açısından mevcut emir ve talimatlara aykırı hareket edilmesi nedeniyle istismara açık bir ortam oluştuğu tespit edilmiş, askeri gizlilik dereceli belgelerir içermesine rağmen hard disklerin yürürlükteki yönerge ve usullere uygun olarak muhafaza edilmemesi, İstihbarat İKK ve Güvenlik Şubeye ait odalara giriş - çıkış ve belgelerin muhafazası konularında güvenlik açığı oluşturulmuş olması ve manipülasyona açık bir ortamın ortaya çıkması nedenleriyle, İstihbarat İKK ve Güvenlik Şubede görevli ilgili personel hakkında bu konuya ilişkin adli soruşturma açılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.

Neden manipülatif?

Raporda, hard disklerde bulunan SUGA ve ORAJ harekat planlarıyla ilgili dosyaların içerikleri askeri yazım teknikleri ve personelin görev durumu gibi değerlendirmeler ışığında da ele alındı. Raporun, ilgili önemli başlıkları şöyle:
- Planda, Donama Kh yazıyor, doğrusu Donanma Kh. böyle bir hata yapılmaz
- Donanma Kh. planın hazırlandığı yerin genel ismidir. Karargahın plan/emir yayımlama yetkisi yoktur. Planı yayımlayan makam isminin “Donanma Komutanlığı” şeklinde yazılması gerekmektedir.
- SUGA Harekât Planı’nda, Harekât Emri/Planı'nın 1 'inci maddesi Durum; (1) Maksat: (2) Genel: (3) Düşman Durumu: (4) Dost Durumu başlıkları altında yazılmıştır. “Maksat” ifadesi “Durum” başlığı altında irdelenmez. Ayrıca; TSK’da “Dost Durumu” şeklinde bir ifade bulunmayıp bu husus “Dost Kuvvetler” şeklinde ifade edilmektedir. Anılan planda durum başlığı altında “Emre verilen ve alınan Birlikler” ile “Faraziyeler”e de yer verilmemiştir.
- SUGA Harekât Planı’nda, görevi icra edecek ast birlikler; (1) Gölcük Birlik Komutanlığı (2) Ankara Birlik Komutanlığı (3) İzmir Birlik Komutanlığı (4) İstanbul Birlik Komutanlığı şeklinde sıralanmıştır. Dz.K.K.lığı teşkilat yapısı dikkate alındığında, kuruluşunda söz konusu ast birlikler mevcut değildir.
- Harekat planının maddeleri yönergelerdeki sıralamaya uygun değildir
- SUGA Harekât Planı’nın ALINDI ANLAŞILDI TALİMATI mevcut değildir.
- Dz.P.Kd.Bnb.Levent GÜLMEN ve İda.Kd.Bçvş.Cem KAYA Piyade ve İdari sınıflarında görülmesine rağmen, 2003 yılında istihbarat sınıfında yer aldıkları ve belirtilen piyade ve idari sınıflarına 2007 yılı içerisinde geçirildikleri tespit edilmiştir.
- EK-Ç’deki “Operasyonel Faaliyetleri Yürütecek Personel Listesi” başlıklı listede (E) İşçi Tanju Veli AYDIN’ın görev yeri “Donanma Komutanlığı” olarak belirtilmiştir. O dönem görev yaptığı yer “Gölcük Tersanesi K.lığı”dır.

Ölmüş amiraller listede
- EK-J’deki “Karadeniz Bölgesi Müzahir Sb. ve Astsb. Listesi” başlıklı listede “Tls.Kd.Üçvş.Engin ÇETİN” isimli personelin birliği “Karadeniz Bölge K.lığı” olarak belirtilmiştir. Anılan personelin o dönem görev yaptığı birliğin ismi “TCG FİNİKE K.lığı/Erdek”tir.
- EK-M’deki “Yurtdışında Görevli Müzahir Personel Listesi” başlıklı listede “Dz.Kur.Kd.Alb.Zahit OĞURLU” isimli personelin birliği “NAVSOUTH” olarak belirtilmiştir. Anılan personelin o dönem görev yaptığı birliğin ismi “CINCSOUTH STRIKFORSOUTH PL.VE PREN.Ş.MD./NAPOLİ”dir.
- EK-N’deki “Deniz Kuvvetleri Komutanlığından Emekli Müzahir Personel Listesi” başlıklı listede ismi yer alan “Tuğa.Burhan DURCAN” isimli personel 05 Temmuz 2000 tarihinde vefat etmiş personeldir.
- EK-N’deki “Deniz Kuvvetleri Komutanlığından Emekli Müzahir Personel Listesi” başlıklı listede ismi yer alan “Tuğa.Nevzat Hilmi SERTEL” isimli personel 03 Kasım 1998 tarihinde vefat etmiş personeldir.
- EK-N’deki “Deniz Kuvvetleri Komutanlığından Emekli Müzahir Personel Listesi” başlıklı listede ismi yer alan “Albay Fahri EKŞİOĞLU” şeklinde isim mevcuttur. Dz.K.K.lığından emekli böyle bir personel bulunmamaktadır.
- D\İKK\2004\YEDEK\PLAN Hazırlık\ROE\Ang.Kural_ÇalışmaGrubu.doc Dz.Kur.Kd.Alb. (Tüma.) Mücahit ŞİŞLİOĞLU tarafından hazırlandığı iddia edilen Ocak 2003 ayına ait angajman kuralları ile ilgili bilgi notudur. Dosya içeriğinde ve metadatasında yapılan incelemede; Madde 2’de hazırlanacak tekliflerin “Ocak 2010 ayı içerisinde” Donanma K.lığına sunulacağı belirtilmektedir. 2003 yılında hazırlanan bir yazıya 2010 yılına miat verilmiştir.


Banka dekontu tarihi örtüşmedi

- D\ İKK\2004\YEDEK\Çalışma\Hrp.Ak. Plan Çalışma Grubu.doc 2002 tarihli olarak gözüken “Hrp.Ak. Plan Çalışma Grubu.doc” isimli bilgi notunun imza
hanesinde “Z.Erdim İNAL, Dz.Kur.Yb., Dz.Plan Subayı” ifadesi bulunmaktadır. Anılan personel 2002 yılında Yzb. rütbesindedir. 2006 yılında Yb. rütbesini almıştır. Personelin rütbesi başka pek çok yazıda Dz.Kur.Yb. olarak yer almaktadır.
- D\Masaüstü\Yasemin.ppt Dosya içeriğinde İsth.Bçvş.Erdinç YILDIZ’ın eşi Yasemin YILDIZ’ın “Bireysel Emeklilik ve Hayat Sigortası’ Temmuz ve Ağustos 2008 aylık ödemesine ait “banka alındı belgesi” yer almaktadır. Temmuz-Ağustos 2008 tarihlerine ait 2 alındı belgesi olmasına rağmen dosyanın oluşturma ve son kaydetme tarihleri 20 Ağustos 2003 olarak gözükmektedir. Söz konusu tarih uyumsuzluğu hakkında mantıklı bir açıklama yapılamamıştır.
D\İKK\2004\YEDEK\Gelenler\ANKARA\muzahirPer..doc Deniz Kurmay Yarbay Nuri ALACALI tarafından yazıldığı iddia edilen, “Yeniden
Yapılandırma Faaliyetleri” konulu bilgi notudur. Dosya içeriğinde ve metadatasında yapılan incelemede; Deniz Kurmay Albay Nuri ALACALI’nın 29 Temmuz 2002-20 Haziran 2003 tarihleri arasında ABD’de War College’da eğitim gördüğü, bu nedenle belirtilen yazıyı söz konusu tarihte hazırlamış olmasının mümkün olmadığı tespit edilmiştir.
D\İKK\2004\YEDEK\PLAN Hazırlık\Toplantı sonuç.doc 02 Ocak 2003 tarihli bir toplantı tutanağı imza blokunda Dz.Kur.Kd.Bnb. Barbaros BÜYÜKSAĞNAK ismi yer almakta olup anılan personel 04 Kasım 2002 – 31 Ağustos 2003 tarihleri arasında “EUROMARFOR Gözlemci Subayı” olarak İtalya’da bulunmakta olduğundan toplantıya iştirak etmiş olması mümkün değildir.

Botlar Yassıada’da değilmiş

- Yassıada ve İmralı Adası’nda keşif görevi verildiği belirtilen 6 adet hücumbotun (TCG KILIÇ, TCG RÜZGAR, TCG MARTI, TCG YILDIZ, TCG KARAYEL VE TCG MIZRAK) resmi gemi jurnali kayıtları incelenmiş ve anılan gemilerin belirtilen tarihlerde böyle bir görev icra etmediği jurnal kayıtlarından tespit edilmiştir. Bahse konu gemi jurnali kayıtları bu Ek’in Lahikasında sunulmuştur.

Farkına varmadan satmışlar
Türkiye Şeker Fabrikaları'nın 113 dönümlük arazi, "farkında olmadan", Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nca (ÖİB) AKP'li Vahit Kiler'e satıldı. Daha sonra arazinin Kütahya Şeker A.Ş. varlıkları içinde unutulduğunu ortaya çıktı.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu (YDK), tapusu Türkiye Şeker Fabrikaları’na ait olan 113 dönümlük arazinin, “farkında olmadan”, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca (ÖİB) AKP’li Vahit Kiler’e satılan Kütahya Şeker A.Ş. varlıkları içinde unutulduğunu ortaya çıkardı. Tapu kayıtlarına karşın, ÖİB arazinin gerçek sahibinin Kütahya Şeker olduğunda ısrar ederken, YDK arazinin Türkşeker’e iade edilmesini istedi.  Unutulan satış, YDK’nın 4 Kasım 2010’da kabul ettiği “Türkiye Şeker Fabrikaları 2009 Yılı Raporu”nda şöyle yer aldı:
AKP’li Kiler’e satış

ÖİB tarafından yapılan ihale sonucu, Baha Esat Tekand Kütahya Şeker Fabrikası A.Ş.’deki yüzde 56 oranındaki kamu payı Torunlar Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye 30.9.2004 tarihinde satılmıştır.


ÖİB tapuyu kontrol etmemiş

ÖİB, Kütahya Şeker Fabrikası bilgilerine dayanarak tanıtım dökümanı hazırlamış, fabrika 112.907 m2 arsanın tapusunu Türkşeker’e ait olduğunun farkında olmadığı için kendi varlıkları arasında göstermiş ve arsalar tanıtım dökümanı içinde yer almıştır.

Türkşeker tapusunun farkında değilmiş

Türkşeker de, bağlı ortaklığı olan Kütahya Şeker’in yüzde 56 hissesine sahip olduğundan ve fabrika kendisine bağlı olarak çalıştığı için fabrika varlıklarının ayrıntılı olarak incelenmesine ihtiyaç duymamış; arsalarının tapusunun kendisine ait olduğundan da ancak tapu devir işleminden sonra, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü yazısıyla haberdar olmuştur.


Torunlar yasaya aykırı üstüne geçirdi

Hisse satış tarihinde, arsalar yüzde 56 hissenin içindeymiş gibi işlem görmüş ve alıcı firma 20.5.2005 tarihinde arsaları; Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 24.8.2007 tarihli yazısında belirtildiği üzere, mülkiyet sahibi olan Türkşeker’in yazılı rızası olmadan Medeni Kanun hükümlerine aykırı olarak Kütahya Şeker Fabrikası adına tescil ettirmiştir.   

Kadastro ‘işlem yolsuz tescil’ dedi

Tapu Kadastro 17. Bölge Müdürlüğü, genel müdürlüğüne gönderdiği 18.7.2007 tarihli yazıda “Türkşeker adına kayıtlı olan taşınmazın tashih talebinin Türkşeker veya ÖİB’nin talebine istinaden yapılması gerektiği, Kütahya Şeker Fabrikası’nın talebe ilişkin tasarruf yetki belgesi olmadığı, bu nedenle 20.05.2005 tarih ve 3130 yevmiye numarası ile Kütahya Şeker Fabrikası adına tashihen tescil edilen işlemin yolsuz tescil olduğu” tespitinde bulundu.


ÖİB kendini savunuyor

ÖİB’nin konuyla ilgili açıklaması 23.6.2010’da yapılan KİT Komisyonu tutanağında “Konuyla ilgili Tapu Kadastro 17. Bölge Müdürlüğü’nün 27 Ocak 2010 tarihli yazısında, inceleme sonucu taşınmazın gerçek malikinin Kütahya Şeker olduğu belirtildiğinden hakkında yapılacak bir işlem kalmadığı” şeklinde yer almıştır.

Tapular yok sayıldı

Tapu Kadastro tarafından yapıldığı belirtilen inceleme sonucu oluşan görüş; aynı genel müdürlüğün bir birimince yasaya aykırı olarak yapılan tescil işleminin sonuçlarını ortadan kaldırmakta, arazinin malikini gösteren tapuları yok saymaktadır. Türkşeker’e ait tapular geçersiz ise bu Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından net olarak belirtilmelidir.


ÖİB açıkça rıza göstermiyor
Eylül 2010 itibarıyla ÖİB’nin tescil işlemine rıza göstermesi yönünde herhangi bir işlem yapılmadığı görülmüştür.

Arsaları geri alın

Mülkiyeti Türkşeker’e ait olan, yeterli inceleme yapılmadan hazırlandığı için Kütahya Şeker’in özelleştirilmesine ilişkin tanıtım dökümanında yer verilen ve hisse devrinden sonra yasa hükümlerine uyulmadan Kütahya Şeker adına tescil edilen arsaların, Türkşeker varlıkları içine alınması için gerekli hukuki işlemlerin yapılması önerilir. önderilmem sendikal çalışmalarımı engellemeye yönelik bir sürgündür” dedi.

Süheyl Batum: Sayın Hüseyin Çelik CHP için ’darbe şakşakcısı’, ’karanlık bekçisi’ dedi. Şimdi onların ağzıyla söyleseydik, ahlaksızlar, şerefsizler, namussuzlar, densizler derdik. Herkes haddini bilecek, kralın soytarısı olduğunu zannetse bile.''
HERKES HADDİNİ BİLECEK, KRALIN SOYTARISI OLDUĞUNU ZANNETSE BİLE

CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum, TBMM gündeminde yer alan ''Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş ve yargı usulleri'' ile ''Yargıtay ve Danıştay'' hakkındaki yasa tasarılarının, iktidarın önünde engel olarak gördüğü yargıyı bertaraf etme ve rejimi mutlak bir otoriter rejime dönüştürmenin nihai aracı haline geldiğini iddia etti.

Batum, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında TBMM gündemindeki yasa tasarılarını değerlendirdi.

Tasarıların toplum için turnusol kağıdına dönüştüğünü belirten Batum, ''Bugün görüşülmekte olan tasarılar, iktidarın önünde engel olarak gördüğü yargıyı bertaraf etme ve rejimi mutlak bir otoriter rejime dönüştürmenin nihai aracı haline gelmiştir'' dedi.

Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşu ve yargılama usullerine ilişkin tasarıyla ilgili hukukçulardan ve akademisyenlerden görüş aldıklarını ve bir görüş birliği içinde olduklarını aktaran Batum, ''Anayasa Mahkemesi hakkında getirilen tasarı, açıkça Anayasa'ya aykırı'' ifadesini kullandı.

Batum, yeni düzenlemenin ardından Anayasa Mahkemesi önüne gelen iptal başvurularının TBMM'nin yanı sıra başbakanlığa da sorulacağını, Yüksek Mahkeme'nin Yargıtay ve Danıştay üzerinde denetim mekanizması haline dönüşeceğini, bireysel başvuruların görüşülme süresinin ucunun açık tutularak, adaletin gecikeceğini ifade ederek, bunların hukuk devletinin ihlali anlamına geldiğini savundu.

''Yargıtay ve Danıştay hakkındaki tasarı da açıkça ulusal ve uluslararası hukuka aykırılıklar taşıyor'' diyen Batum, düzenlemenin hayata geçmesi ile yeni üyeler atanacağını ve ardından da dairelerin yeniden oluşturulacağını anlattı. Bu yolla belirli davaların gideceği Yargıtay dairelerinin, iktidarın istediği gibi oluşturulacağını iddia eden Batum, bunun yargıyı siyasallaştırma olduğunu söyledi. İki tasarının, hukuk devletini siyasallaştırmanın önündeki son iki adım olduğunu öne süren Batum, tasarılar hazırlanırken Yargıtay ve Danıştay'ın görüşlerinin alınmadığını, bunun kabul edilemez bir durum olduğunu bildirdi.

''GÖRMEZDEN GELMEMELİYİZ, GELEMEYİZ''

Hukuksuzluğun her alanda devam ettiğini savunan Süheyl Batum, ikinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından Teğmen Mehmet Ali Çelebi aleyhine delil üretildiği iddialarına da değindi.
Batum, şöyle konuştu:

''29 aydır tutuklu, tutukluluğun dayandığı tek kanıt telefon defterindeki kayıtlar. Ve bunların 139 tanesinin gözaltına alındıktan sonra emniyette polisler tarafından eklendiği 29 ay sonra anlaşılıyor. Bunu 29 aydır iddia ediyor, 'bende böyle telefonlar yok. Sonradan eklenmiş' diyor. Ve bugün artık ortaya çıkarılmak zorunda kalıyor ki Emniyet buna 'sehven' diyor, İçişleri Bakanı açıklama yapma ihtiyacı bile hissetmiyor.''

''Balyoz Planı'' davası sanıklarından eski 1. Ordu Komutanı Emekli Orgeneral Çetin Doğan hakkındaki kanıtlardan 11 numaralı CD'nin bilirkişi tarafından 2003 yılında yapıldığının belirlendiğini, ancak CD'de 2006 ve 2008 yılına ait bilgiler bulunduğunu ifade eden Batum, ''Türk toplumu bunları görmezden geliyor. Ya da yeterince dikkate almıyor. Bunları görmezden gelmemeliyiz, gelemeyiz'' dedi. Batum, bir hakim adayı hakkında Emniyet Müdürlüğü'nce hazırlanarak Adalet Bakanlığı'na gönderilen ve aday hakkında bilgileri içeren belgeyi de basın mensuplarına göstererek, bunların fişleme olduğunu ve toplumun dikkatinden kaçmaması gerektiğini savundu.

Batum, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 12 Eylül referandumuna ilişkin ''Hayır diyenler darbecidir'' sözü nedeniyle açılan davanın reddedildiğini, ancak Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Tansel Çölaşan'ın ''Evet diyenler gaflet ve delalet içindedir'' sözlerini dava eden bir kişinin ise haklı bulunduğunu hatırlatarak, bunların kabul edilemez çelişkiler olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Hrant Dink davasına ilişkin ''Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararını duyunca çok üzüldüm'' dediğini de ifade eden Batum, ''Sayın Cumhurbaşkanı Dink davası 4 senedir süren bir dava. Oradaki aksaklıkları, eksiklikleri, iktidarın zaafları 4 yıldır söyleniyor. Ancak 4 yıl sonra farkına varırsanız, yeni aksaklıkları öğrenmeniz için de bir 4 yıl mı bekleyeceğiz?'' diye sordu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ''aksırıncaya, tıksırıncaya kadar'' ifadesini kızgınlık anında söylediğini aktardığını söyleyen Batum, ''Allah'tan elinde nükleer butonu yok, kızgınlık anında ne yapacağı belli olmayan bir başbakandan söz ediyoruz'' dedi.

''HERKES HADDİNİ BİLECEK, KRALIN SOYTARISI OLDUĞUNU ZANNETSE BİLE''

AK Parti Genel Başkanı Hüseyin Çelik'in oy dağılımına ilişkin sözlerini de değerlendiren Batum, şöyle konuştu:

''Biz Sayın Çelik'in sözlerini çok değerlendirmek istemedik, propagandadan sorumludur diye. Ama şunu söylemek istiyorum, CHP için 'darbe şakşakcısı', 'karanlık bekçisi' dedi. Şimdi onların ağzıyla söyleseydik, ahlaksızlar, şerefsizler, namussuzlar, densizler derdik. Ama biz onların seviyesine düşmeyeceğiz. Ama eğer bizim darbe şakşakçısı ya da karanlık bekçisi olduğumuzu ispat edemezse kendisini, propagandadan sorumlu değil, kralın soytarısı itham edeceğimizi de vurgulamak istiyorum. Herkes haddini bilecek, kralın soytarısı olduğunu zannetse bile.''
Batum, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını da yanıtladı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum, bir soru üzerine, CHP milletvekillerinin dün yayımladıkları bildiriye katıldığını söyledi.

Ergenekon kapsamında tutuklu bulunan gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'ın Haziran ayında yapılması planlanan milletvekili seçimlerinde CHP listelerinden aday gösterilmelerine ilişkin sözlerinin de sorulduğu Batum, bunun tamamen kendi kişisel görüşü olduğunu yineleyerek, Nisan ayında yapılacak ve adayların belirleneceği Parti Meclisi toplantısının beklenmesini

Yüzbinlerce adayın öğretmen olabilmek için sırada beklediği, 20 öğretmen adayının KPSS nedeniyle intihar ettiği Türkiye'de bürokrat eşleri 'açıktan' atama yoluyla görev başına geldi.

Yüzbinler sırada, torpilliler kadroda!
KPSS sınavını kazanamayıp bunalıma girerek intihar eden öğretmen adayı sayısının 20’ye ulaştığı, 350 bin öğretmenin iş beklediği Türkiye’de bir müsteşar ile bir genel müdürün eşi açıktan atama yoluyla öğretmen oldu. Atamalarda, bakanlık tarafından belirlenen takvime de uyulmadı.

Milli Eğitim Bakanlığı atama takvimine göre; 12 Haziran, 30 Temmuz ve 17 Ağustos’ta 3 kez açıktan atama yapıldı. Ancak bakanlığın kendi yayınladığı atama takvimine uymayarak kart vizitli, torpilli atamalar yaptığı ortaya çıktı. Cumhuriyet’in edindiği bilgilere göre, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürü Davut Karataş’ın eşi Şenay Karataş Kasım 2010’da Ankara Yenimahalle Emniyetçiler İlköğretim Okulu’na atandı. Karataş’ın atamasına İl Planlama Kurulu’nda görev yapan Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Başkanı Tuğrul Culfa’nın şerh düşmesine rağmen valilik tarafından ataması gerçekleştirildi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Birol Aydemir’in eşi Meral Aydemir de 7 Eylül 2010’da Ankara Çankaya Özbirlik İlköğretim Okulu’na sınıf öğretmeni olarak atandı. Bu iki ismin yanı sıra kendisine ait internet sitesinde türbanlı fotoğrafını kullanan Ayten Durmuş 23 Temmuz 2010’da, Muhsin Yalçın 5 Temmuz 2010’da, Recep Demir de 24 Ağustos’ta Ankara’nın çeşitli ilçelerine açıktan atandı.
Yine takvime uygun olmayan kurumlar arası nakil yolu ile; Pınar Yalçın İmamoğlu, Nadir Uğur Perçin, Zeynep Bozdemir ve Ayşe Beyza Kılıç’ın ataması yapıldı.

‘Adı geçen bürokratlar görevden alınmalı’
Atamalara tepki gösteren Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Başkanı Tuğrul Culfa, bakanlığın AKP’li bürokratların yakınlarını ve “kartvizitli” kişileri eşitlik ilkesine ve sınav uygulamalarına aykırı bir şekilde atadığını söyledi. Culfa, “Binlerce insan sıra ataması beklerken, hatta aileleri parçalanmışken birileri AKP kartviziti ile atama yaptırıyor. 300 bine yakın insan KPSS sınavlarına tabi tutularak puan elemesi ile açlığa, umutsuzluğa ve hatta ölüme terk edilirken birilerinin eş ve akrabalarının açıktan ataması yapılıyor. Eğitimciler hakları olan atamalarını yaptırabilmek için AKP’ye muhtaç duruma düşürülüyor” dedi. Atamalara adı karışan bürokratların derhal görevden alınmaları gerektiğini vurgulayan Culfa, “Aksi tutum AKP’nin karinesi olup hak, hukuk eşitlik anlayışının tescili olarak tarihe geçecektir. Ayrıca bakanlık yaptığı buna benzer usulsüz atamaları kamuoyu ile paylaşmalıdır ve yapılan atamaları iptal etmelidir” diye konuştu.

20 aday intihar etti


Bugüne kadar kpss sınavından başarı elde etmiş ancak atanamayan gençlerden 20 genç intihar etti. Son olarak Osmaniye’de ilk sınavda yeterli puanı alan ancak, yenilenen sınavda aynı başarıyı gösteremeyen Ali Kürklü, intihar zincirinin son halkası oldu. Son skandalda 90 puan alan daha sonraki eğitim bilimleri sınavında 80 küsür puan alan bir öğretmen adayı da 7 gün ile 40 yaş engeline takılarak atanamadı.

Ya 500 lira ya yıllarca sıra bekleme

Türkiye’de bugün için atama bekleyen öğretmen adayı sayısı yaklaşık 350 bin. Her yıl binlerce aday KPSS sınavında elenerek öğretmenliğe adım atamıyor. KPSS sınavından yüksek puan alanlarsa bu kez “yetersiz kadro” engeline takılıyor. Yine bugün için 133 bin öğretmen açığı bulunuyor. 2011’de yalnızca 55 bin atama yapılacak. Kalanlara sunulan seçenek aylık 500 lira maaşla ücretli veya sözleşmeli öğretmenlik.

İllüzyon' gibi kayıt

Bilirkişi raporunda, Balyoz'daki 3 belgenin 'aynı saat, dakika ve saniyede' oluşturulduğu belirlendi . Balyoz Darbe Planı ile ilgili belgeleri inceleyen askeri bilirkişi çok çarpıcı tespitlere yer verdi. Bilirkişi raporunda, “3 farklı belgenin, aynı gün, aynı saat, aynı dakika ve saniyede, aynı kullanıcı” tarafından oluşturulduğunu belirledi. Bilirkişi, mahkemeye raporla birlikte “Dünya Kupası 2010’a ait bilgilerin 2003 yılında hazırlanmış” gibi sunulan manipüle bir CD de ekledi.

'Aynı anda oluşturulan üç belge'

Donanma Komutanlığı’nda yapılan aramayla ilgili olarak askeri bilirkişi tarafından hazırlanan raporda, ilginç saptamalara yer verildi. Raporda, “1’inci Ordu Komutanlığı Sorumluluk Sahası Hava Kuvvetleri Özel Personeli Görev Yeri Listesi”, “Oraj Hava Harekâtı Planı” ve “Sıkıyönetim Görevlerinde Kullanılacak Personel” başlıklı üç ayrı belgenin, aynı kişi tarafından aynı anda oluşturulduğunu tespit etti. Raporda bu olay için, “Olasılığı normal uygulamada mümkün olmayan bir durum” denildi. Rapora göre, bu üç belge 24 Ocak 2003 tarihinde 10.05’te aynı anda oluşturuldu.

'İfade hataları'

Belgeler askeri yazışma usulleri açısından incelenirken, darbe planında yer alan, “AKP hükümetinin gerçekleştirmeye çalıştığı tüm faaliyetlerde Meclis içerisindeki kilit haberleşmeciler ile koordineli hareketler sergilenmek üzere gerekli girişimlerde bulunulmuştur” ifadesi için de, “TSK yazışmalarında ‘meclis’ kelimesi tek başına kullanılmaz, ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’ şeklinde kullanılır” denildi.

Dünya kupalı CD

Askeri bilirkişi, Balyoz belgeleri ile ilgili gönderdiği raporun ekine bir de CD ekledi. Manipüle edilerek hazırlanan bu CD’de Dünya Kupası 2010’a ait bilgiler 2003 yılında hazırlanmış gibi sunuldu.

Elektronik imzaya ne zaman geçildi?

Mahkemeye giden bilgiler arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elektronik imza uygulamasına 15 Ocak 2004 tarihinde geçtiği de vurgulandı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın resmi yazısında, Balyoz Darbe Planı iddiaları ile ilgili dönemde (Mart 2003) elektronik imza kullanılmadığı belirtildi. Balyoz Darbe Planı iddiaları ile ilgili yeni belgelerin bulunduğu Donanma Komutanlığı ile ilgili çok ilginç bir ayrıntı da günyüzüne çıktı. Belgelerin bulunduğu komutanlık, Balyoz Darbe Planı iddiaları nedeniyle geçen bahar aylarında 100 gün tutuklu kalan Tümgeneral Semih Çetin’e bağlı. Semih Çetin Donanma Kurmay Başkanı olarak görev yapıyor.

Türk direniş ve devrimleri-Özdemir İnce

BİZİMKİLER (Allah selamet versin!) okumadan âlim, yazmadan kâtiptir. Yıllar önce, buradan yola çıkmış ve İstanbul Dükalığı’nı kastederek “Bunların adı önce şaire, romancıya, yazara çıkar, sonra bir şeyler yazarlar!” demiştim, dalga geçerek.

Osmanlıperest köşemenler, televizyon münazaracıları ve aynı familyadan başkaları da o hesap! Fatih, Yavuz ve Muhteşem Kanuni’den başkasını ata olarak kabul etmiyorlar. Oysa Timur’a esir düşen II. Beyazıt var, Sarhoş Sarı II. Selim var; beş erkek kardeşini boğduran III. Murad, bütün erkek kardeşlerini öldürten III. Mehmet var; Deli I. Mustafa ve Deli I. İbrahim var. Bunları ve öteki padişahları, Vahidettin hariç, nedense ata yerine koymazlar.
LİBERAL ALAY SANCAĞI
Okullarda okutulan toplumsal ve ekonomik tarih değil, uygarlık tarihi de değil. Tarım, sanayi ve teknoloji tarihi hiç değil. Varsa yoksa fetihler. Oysa 13-20. yüzyıl arasında Avrupa ile Osmanlı dünyası arasında bir bilim ve teknik bulgular karşılaştırması yapılsa, Osmanlı’nın göz kamaştırıcı sefaleti ortaya çıkmaz mı?
Cumhuriyet’e karşı Osmanlı mavrası 1980’lerde başladı. Daha önce, Osmanlı düzenini Marksizm’e ve Cumhuriyet’e karşı çıkaran “Devlet Ana” yazarı Kemal Tahir ve “Türkiye’de sağ soldadır, sol da sağda!” buyurarak bütün ekonomi ve siyaset bilim kuramlarını altüst(!) eden İdris Küçükömer de vardı ama bunları öne sürmek için belli bir bilgi birikimi gerekirdi. Şimdi “liberal” alay sancağı altında nam salan zevatın büyük bir bölümü, sırasıyla Marksist, Maocu, Filistinci, Humeynici olmuşlar ve o yıllarda Neo Osmanlıcılığa geçmişlerdi. Bunun üzerine “The New Otoman Co.” başlıklı bir yazı yazmış, Gösteri Dergisi’nin Mart 1993 sayısında yayınlamıştım. Söz konusu yazı, şimdi, “Mahşerin Üç Kitabı”nda (Doğan Kitap, s. 170) okunabilir.
Amaçları, Osmanlı dönemini güllük gülistanlık göstermek ve Cumhuriyet cehennemi(!) ile yüzleşmek idi. Ben de istediklerini yapmış, kendilerini Osmanlı düzeni ile yüzleştirmiş idim.
HALK AÇLIKTAN OT YEDİ
Osmanlı dönemi bir cennet mi yoksa cehennem miydi? Osmanlı devleti toplumu, düzeni, kurum ve kuruluşları ile çağının çağdaşı mıydı? Osmanlı saltanatı döneminde, ikinci anayurt olan Anadolu ne durumda idi? Bu konuda, benim bildiğim, doğru dürüst el kitabı çok az. Olanlar da okunmuyor. Millet, Muhteşem Süleyman ve öteki sultanların aşklarına meraklı. Bu nedenle, biri çıkıp Kanuni’nin muhteşem döneminde halkın açlıktan ot yediğini yazdığı zaman, öfkeleniyorlar.
Millet artık turizme merak sardı. Paris’e, Venedik’e, Bruges’e, Viyana’ya, Prag’a, Krakov’a, Varşova’ya gidiyor. Gittikleri yerlerde 13-14-15. yüzyıllardan kalma halk mahalleleri görüyorlar. Çok daha küçük kent ve kasabalara gitseler, belli bir kent anlayışına göre yapılmış mahalleler de görürler. Anadolu’nun hangi kentinde ve kasabasında bu yüzyıllardan kalma mahalleler var? Bunun cevabını Çetin Yetkin’in üç ciltlik iktidara karşı “Türk Direniş ve Devrimleri” (Otopsi Yayınları) adlı yapıtında bulabilirsiniz. Kitaplar elbette kentçilik ve mimari üzerine değil. Anadolu halkı neden kentler kuramamış, sivil mimari yaratamamış, bunun siyasal, ekonomik ve toplumsal nedenleri üzerine. Çünkü Türk, Osmanlı’ya durmadan isyan etmek zorunda kalmış, yaptığı evi de Osmanlı yakıp yıkmış!

Sümer Dili ile Türk Dili karşılaştırmaları
Sümerliler Bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya’nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır. Onların uygarlıklarının en önemli olayı dillerine göre bir yazı icat etmeleri, okullar kurarak, kil üzerine yazarak o yazıyı geliştirip her istediklerini yazabilmeleridir. Çiviyazısı adı verilen bu yazıyı ile gerek Sümerliler zamanında var olan, gerek daha sonra tarih sahnesine çıkan Orta Doğu milletleri de kendi dilleri için kullanmışlardır. 1800 yıllarının başlarından itibaren bu yazının ve dilinin çözülmesi çalışmaları başlamış,  Nineve’de Asurbanipal kitaplığının bulunması ile yazının ve Asur dilinin 1855 yılında çözümü başarılmıştı. Okunan bazı Asurca metinlerin satır aralarında başka dilde yazılmış satırlar vardı.  İlk olarak  bu satırların İskit veya Turan dilinde yazılmış olacağını ve yazının onlar tarafından icat edildiğini, Çiviyazılarını çözmeyi başaran Rowlinson ileriye sürmüştü. 1869 da Jule Oppert  bu dile Sümerce adını verdi ve bu dilin Türk, Fin ve Macar dillerine akraba olduğunu söyledi. 1874’de Francois Leonorment da  dili Ural Altay dil grubuna koyuyor. Joseph Halévy ise bunlara tamamıyla karşı çıkarak bunun Sami Akadların özel bir amaçla uydurdukları dil, diye tutturuyor. Onun bu direnişine başkaları da katılıyor ve 50 yıl kadar bu sav sürüyor. Daha sonra güney Mezopotamya’da yapılan kazılarda çıkan bol miktardaki Sümer belgeleri üzerinde büyük bir gayretle çalışıldı sözlükleri, gramerleri yapılmaya başlandı. Bunlar üzerinde çalışanların hepsi batılı bilginlerdi. Onlar Türkçe bilmiyorlardı. Türkçe’nin etimolojik bir sözlüğü de yoktu. Yine de Fritz Hommel,[1] Diyakonov, İzakar Andereyas[2], İrene İskenderi[3] gibi bilim insanları Sümer dilini Fin, Kafkas, Uygur dillerine benzeterek bir hayli eş anlamlı Türk ve Sümer kelimelerini  karşılaştırmışlardır.

Herhangi geniş bir çalışma yapmadan Sümer dilini Türk diline benzetenler A.Falkenstein[4],  Hartmut Schmökel, ve S.N. Kramer[5] dir. Kramer hemen ekseri yazısında yeri geldikçe bunu tekrarlamıştır. Ölümümden iki ay önce çevirisini yaptığım ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Tarih Sümer’de Başlar” kitabını eline aldığı 28 Eylül 1990’da  bana şöyle yazmıştı:

 “Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya’ya
6- 7 bin yıl önce Orta Asya’nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiç de uzak değildir”.
Sümeroloji Hocam Benno Landsberger de : “Sümer dili, hem dil bakımından, hem de, bütün Asya boyunca dağlık bölgelerde konuşulan dil olması bakımından önemlidir. Bu türden  olup bugün hala yaşayan dil Türk dilidir” diyor. Türkmen yazarları da Sümercenin daha çok Türkmen Türkçesine benzediğini ileri sürüyorlar[6].

Sümer dili ile Türk dilini karşılaştırmak o kadar kolay bir iş değil. Önce yazılı kaynak olarak bu gün için elimizde Orhun  kitabeleri var. Arada  4000 yıla yakın bir zaman dilimi bulunuyor.  Bu süre içinde Türkçe kuşkusuz bir çok değişikliklere uğradı.  Diğer taraftan Sümerce kendisinden çok ayrı bir gruba ait olan Akad dili yoluyla çözüldü. Akadca da ı,o,ö,ü gibi sesli harfler ç, f, ğ, g gibi sessiz harfler yok.  Sümerce işaretlerin birkaç tür okunuşu var. Şöyle ki, somut bir kelimeyi anlatan resim yazısından çevrilmiş bir işaret, o resim ile ilgili soyut anlamları da taşıyor. Örneğin : Göğü ifade eden bir işaret hem gök, hem de tanrı anlamına geliyor. Ayrıca ayni işaretin hece okunuşu da var. Bu bakımdan okunuşlarda yanlışlar olabilir. Diğer taraftan Türkçenin en eski kelimelerini çeşitli Türk dillerindeki okunuşlarını bildiren tam etimolojik sözlük yok. Ayni şekilde DÖ. 3000 – 1850 yılları arasında yazılmış olan Sümer dilinin de bir etimolojik sözlüğü yok. Kuşkusuz bu süre içinde Sümer dili de  bir hayli değişmiş olabilir.  Karşılaştırmalar hiç de kolay değil. Sümer dili  Türk dilinde olduğu gibi kelimeler kök halinde, onlara ekler yapılarak yeni kelimeler oluşturuluyor. Sümer dilinde Türk dilinde olduğu gibi fiil bakımında çok zengin. Ses uyumu var. Erkek, dişi ayrımı yok. Türkçede olduğu gibi kısa anlatımla geniş anlam veriliyor.

Karşılaştırmalardaki bütün bu zorluklara rağmen son yıllarda Azerbaycan’dan Prof. Atakişi Celiloğlu Kasım, Sümer işaretlerine yeni okunuşlar da vererek çok eski Türk kelimeleriyle karşılaştırmalar yapmış ve  onları “Sümerce kesin Türkçedir” adlı bir kitapta toplamıştır[7]. S.N.Kramer’de Sümercenin tam tercüme edilemediğini, ileride değişebileceğini söylüyor.

Yüksek Mühendis Selahi Diker yaşamının kırk yılında bütün dillerle Türk dilini karşılaştırmış ve sonunda bütün dillerin kaynağının Türkçe olduğunu gösteren bir kitap yazmış[8].
İran’dan Roshan Kheyavi yazmaya başladığı bütün Ural-Altay dillerinin etimolojisini kapsayan sözlüğün ilk cildini yayımlamış. Bunda da başlangıç olmasına rağmen 101 kelime içinde 35 Sümer kelimesi Türkçe köküne bağlanıyor.[9]
Prof. Osman Nedim Tuna, 165 Sümer kelimesini, hem anlam hem de fonetik bakımından uyan Türkçe kelimelerle eşleştirmiş. O, bu tezini Amerika’da Türkolog ve Sümerologların olduğu kongrede sunmuş ve hemen hiç tartışma olmadan bu tez kabul edilmiş.[10] Ona göre Sümerliler ile Türkler arasında tarihsel bir ilişki bulunmasını, Türklerin en az 3500-4000 yıl önce Anadolu’nun doğu bölgesinde yerleşmiş olmalarına bağlıyor. Türk dili 5500 yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak bulunuyordu. İlk ana Türkçe ise 10.000 yıl eskiye gidiyor, diyor.
Türkmen olan Begmyrad Gerey, Sümer kültürünü arkeolojik buluntular, mimarlık, efsaneler, yer adları ve dil yoluyla  Türkmen kültürü ile karşılaştırmış, anlam ve fonetik bakımından Türkçe – Sümerce 295 kelimeyi eşleştirmiştir. Böylece, 5000 yıllık Sümer ve Türkmen bağlarını bir kitap halinde göstermiştir.[11]
Bazı bilim insanları, iki dil arasındaki benzer kelimeler için her yerde insan zekasının aynı sözü bulabileceğini, bunların bir tesadüfe bağlı olduğunu söylemişlerdir. Buna karşın ünlü dilci M. Swadesha, bilgisayar kullanarak “Eğer iki ayrı dilde fonetik ve mana bakımından benzeyen kelimeler, 100’den fazla ise bunların bağımsız olarak icad edilmiş olma ihtimali birkaç milyonda birdir. Aynı şekilde çift kelimelerde 7’den fazla olursa, o iki dil arasında tarihi bir ilişki vardır.” diyor.[12]

Osman Nedim Tuna da; “En ideal şartlarda Sümerce ve Türkçede hem fonetik hem de anlam bakımından benzer bir çift kelimenin bulunması 25 milyonda birdir.” diyor. Buna göre; Sümerce ile fonetik ve anlamca benzer 10 kelimeyi bulmak İzmir’den Erzurum’a kadar olan mesafenin (1280 km) 1 mm.sinden daha azmış.[13]  Diğer taraftan bazı bilim insanları da kelimelerin gelişi güzel karşılaştırmalarını doğru bulmuyor, ancak ayni konulardaki kelimelerin uyması gerektiğini söylüyor. Bunu 1975 yılında ilk uygulayan Olcas Süleyman. O, insan, tanrı ve tabiat ile ilgili fonetik ve anlamda ayni olan 60 Türkçe ve Sümerce kelimeyi bulmuş ve Rusça bir kitapta yayınlamış.  Kitap rejim değişinceye kadar  yasak kalmış. Şimdi Türkçesi de var.[14]  Son yıllarda bu çalışmalara Yüksek Mühendis Ünal Mutlu katıldı. O bir kubbe tamirini yaparken kubbe yapmasını ilk kimler icat etti merakına düşmüş ve araştırmaları onu Sümerlilere götürmüş. Sümerliler bütün kültürleri başlattığına göre bu kültürlere ait kelimelerin de onlarda başlaması gerek düşüncesiyle Sümer diline ait sözlük arıyor. Ancak internette 2500 kelimeyi kapsayan Sümerce İngilizce bir sözlük buluyor. Aslında Sümer dilinin tam anlamıyla henüz sözlüğü yapılmadı. Philadelphia Üniversite Müzesinde başlanan sözlük 2019 yılında tamamlanacakmış. Fakat elde olan malzeme ile yapılan çalışmalar var. Ünal Mutlu bunlardan yararlanarak, Kültür ve Sanat, Bilim, Siyaset, Mühendislik, Ticaret gibi 20 konuya ait Sümerce kelimeleri buluyor. Bunların  çeşitli Türk dillerindeki karşılıklarını arıyor. Hatta daha ileri giderek batı dilleriyle, Etrüskçe ile karşılaştırıyor ve inanılması güç sonuçlar çıkarıyor[15].
Bunlardan başka D.Ö 2400 yıllarında yazılı çiviyazılı belgelerde Türk adları bulundu. Bunlar o tarihlerde Mezopotamya’ya akın eden ve orada 125 yıl kadar krallık sürdüren Gut/Kut Krallarının adları idi. Bunları 1937 yılında D.T.C.Fakültesinde Sümeroloji hocam Prof.B. Landsberger bir Türkolog ile yaptığı çalışmasında saptadı. Kut’ların Mezopotamya da kaldığı  125 yıl boyunca 12 kralları oluyor. Bunlardan dördünün adı kendi zamanlarına yazılan belgelerde, diğerleri de daha sonra yazılan kral listesinde. Bunlardan Yarla, Yarlagan adı Orhon kitabelerinde, İnkişi adı da Enkiş olarak Dede Korkut’ta bulunuyor.
Konumuzu toparlayacak olursak: Sümer belgelerinin ilk okunuşundan itibaren Sümercenin Ural-Altay dillerine benzediği söylenmiş. Daha sonra ayni anlam ve fonetikte olan Sümerce ve Türkçe kelimeler karşılaştırılmış. Bu yeterli görülmeyerek konulara göre karşılaştırma istenmiş. Son çalışmalarda bu da yapıldı ve Türk dili ile Sümerce arasında büyük bir yakınlık ortaya çıktı, hatta bazı kelimelerin zamanımıza kadar ulaştığı görüldü. Bilim insanları da Türk dilinin çok sağlam, kolay kaybolmayan bir dil olduğunu kabul ediyorlar. Bunlara göre Sümer dilinin  Türk dili veya o dilin bir dalı olduğunu, Türk dilinin de, Prof. Osman Nedim Tuna’nın öne sürdüğü gibi, on bin yıl önceye kadar gittiğini korkusuzca söyleyebiliriz. Bunlara ek olarak son yapılan arkeolojik buluntularda, yer adlarında, efsanelerde, destanlarda Orta Asya, özellikle Türkmenistan ile Sümerliler arasında pek çok benzerlikler, bağlantılar bulunmuştur. Sümerliler Mezopotamya’ya daha göç etmeden Türkmenistan’da tarım ve hayvancılığın başlamış olduğunu, Sümerlilerin en eski yazı işaretlerinden bazılarını içeren bir de yazı bulunduğunu öğreniyoruz[16]  Bunların hepsini toplayınca Sümerlilerin Orta Asya’dan göç eden Türklerin bir kolu olabileceği savı hiçte yabana atılamaz.
  
Muazzez İlmiye Çığ
[1] Fritz Hommel, Ethnologie and Geographie des alten Orients, 1925 München , S.16-22.
[2] Zakar Andereyas, “Current Antropologie”, World Journal of the Science of Man, 1971 p. 212
[3] Irene Iskenderi, Der Tarikia Hazereha, S.215.
[4] A.Falkenstein, W. Von Soden, Sumerische und Akkadisch Hymnen und Gebete, s.7
[5] S.N.Kramer, Cradle of Civilization, P. 33
[6] Ödek Odekop, Sumer Hakda Kelam Ağız, 1990 Yaşlılık  Jurnali, sayı 12 s. 30 Begmyrat Gerey, 5000 yıllık Sumer Türkmen Bağları.
[7] Atakişi Celiloğlu Kasım, “Sumerce” kesin olarak Türk dilidir. İstanbul, 2001
[8] Selahi Diker,Anadolu’da on bin yıl, Türk dilinin beş bin yılı, Eski Kayıp Dillerin Çözümü, Töre Yayınları, 2000.
[9] Roshan . Kheyavi, Historical – Comparative Dictionary of Ural – Altaic Languages, Vol:1, Iran.Karaj.
[10] Osman Nedim Tuna, Sumer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara, 1990
[11] Begmyrad Gerey, 5000 Yıllık Sumer – Türkmen Bağları, IQ Kültür Sanat yayınları, 2001,
[12] Ord.Prof.Dr. Reha Oğuz Türkan, Kızılderililer ve Türkler, Bir Tarihin Bir Dramın Hikayesi, E yayınları, 1999, 2003, s.122-123
[13] Osman nedim Tuna, a.g.y.,s.38
[14] Olcas Süleyman, AZ  İ  YA , Rusca aslından çeviren Natık Seferoğlu, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. İstanbul 1992.
[15] M.Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili, yayınlanmak üzere.
[16] Begmyrar Gerey, 5000 yıllık Sumer Türkmen bağları s.7, 41, 78

Türkiye, tarım literatürünü uluslararası arenaya açtı. Tarım üzerine üretilen bilimsel tezler bundan böyle Uluslararası AGRIS veritabanı da aktarılarak dünya çapında uzmanlar, bilim adamları ve ilgililerle paylaşılacak.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan konuyla ilgili yapılan yazılı açıklamada, Türkiye'nin tarım literatürünü globalleştirdiğine dikkat çekildi. Tüm dünyada tarım ve gıda konularında hazırlanan tezlerin aktarıldığı ve diğer ülkelerle paylaşıldığı AGRIS veritabanında artık Türk bilim adamlarının yayınlarının ve tezlerinin de bulunacağı vurgulandı. Bakanlık ve YÖK işbirliği ile verilerin sisteme aktarıldığının ifade edildiği açıklamada şunlar kaydedildi:
"Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından, dünya çapında tarım ve gıda konularında bilgi alışverişini kolaylaştırmak ve yaygınlaştırmak amacıyla kurulmuş olan AGRIS, zengin içeriğe sahip açık bir bilgi sistemi. Dünya genelinde araştırmacılar arasında bilimsel bilgi alışverişini sağlayan ve www.fao.org/agris internet adresinde ulaşılabilen AGRIS sisteminde 3 milyondan fazla bibliyografik künye bulunuyor."
2011'de 1150 tez yüklenecek

Açıklamada, ulusal ve uluslararası veri girişi yapılan 240 civarında AGRIS merkezi bulunduğu kaydedilirken, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Yayın Dairesi Başkanlığı bünyesinde de "Ulusal AGRIS Merkezi" kurulduğu ifade edildi. Projenin ilk etabında merkezden sisteme bin 150 adet tezin bibliyografik künyesinin aktarılması planlanıyor. Tezlere erişimde veri tabanı kaynağı ise YÖK'ün Tez Merkezi olacak.

Modern insanın Afrika kıtasından yaklaşık 60.000 yıl önce dünyaya yayıldığı tezine karşı farklı bulgular elde edildi.
Afrika kıtasından yaklaşık 60.000 yıl önce dünyaya yayıldığı düşünülen modern insanın bu göçü, bundan 100-125 bin yıl önce ve düşünülenden daha farklı bir rotadan yaptığına dair yeni bulgular elde edildi.

Birleşik Arap Emirlikleri'nde bulunan taş aletler, göç yolunun sanıldığı gibi Nil vadisi üzerinden kuzeye doğru değil, Kızıl Deniz üzerinden Arabistan yarımadasına doğru izlendiğinin iddia edilmesini sağladı.

Modern insanın Afrika'dan yayıldığı genel kabul görürken, bu nüfusun Asya, Uzak Doğu ve Avrupa'ya hangi yollarla yayıldığı konusunda hala kesinlik bulunmuyor. Daha önceki bilgilerle, göçün 60.000 yıl önce ve Nil vadisini izleyerek nehrin kuzeyinden, Akdeniz yakınında çıkıp buradan Orta Doğu'ya yayıldığı kabul ediliyordu.

Yeni bulgularla ilgili bir açıklama yapan, Almanya Tuebingen'deki Eberhard-Karls Üniversitesi Bilimsel Arkeoloji Merkezi'nden Hans-Peter Uerpmann, "Afrika'dan çeşitli çıkış rotalarının olabileceği anlaşılıyor. Nil nehrinin kuzeyindeki Sina yarımadasından da olabilir, Kızıl Deniz'in güneyinde, boğaz üzerinden Arabistan yarımadasına geçiş de mümkün" dedi.

Kendi bulgularının, bu ikinci rotayı gösterdiğini ifade eden Hans-Peter Uerpmann, "bu rotanın, kuzeye göre daha yoğun göçlere zemin olduğu anlaşılıyor" dedi.

O tarihte Arabistan yarımadasının bugünkü gibi çöl değil, nemli bir iklime sahip olduğu ve av hayvanları açısından da zengin olduğu belirtiliyor. O dönemde Kızıl Deniz'in ağzındaki boğazın (Babülmendep boğazı) su seviyesinin de düşük olduğu belirtiliyor. Afrika'da göllerden ve nehirlerden yararlanmayı bilen insanların, bu boğazı geçmesinin güç olmayacağı kaydediliyor.

Bulgularla ilgili yazı, Science dergisinin yarın yayımlanacak sayısında yer alıyor.

20 Eylül 2010 tarihinde başlayan eğitim öğretim yılının ilk yarısı bugün sona erdi. Okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretimdeki 16 milyon 256 bin öğrenci karne heyecanı yaşadı.Sabah saatlerinden itibaren karnelerini almaya başlayan öğrenciler iki haftalık yarı yıl tatiline çıktı. Öğrencilerle birlikte 664 bin öğretmenin de yarıyıl tatili başladı. Bu yıl okula başlayan 1 milyon 226 bin öğrenci de ilk kez karne almanın heyecanını yaşadı. Eğitim öğretim yılının ikinci yarısı ise 14 Şubat 2011 Pazartesi günü başlayacak. 2010-2011 eğitim-öğretim yılı 17 Haziran 2011'de tamamlanırken, ikinci yarıyılda ilköğretim ikinci kademe öğrencileri ile lise son sınıf öğrencilerini yoğun sınavlar bekliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınav takvimine göre, ilköğretim 7. sınıf öğrencileri 5 Haziran 2011'de, ilköğretim 8. sınıf öğrencileri ise 4 Haziran 2011'de Seviye Belirleme Sınavı'na (SBS) girecek. İlköğretim 5, 6 ve 7'nci sınıf öğrencileri ile lise 9, 10 ve 11'nci sınıflarda okuyan öğrencilerin katıldığı Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı 30 Nisan 2011'de gerçekleştirilirken, 8'nci sınıf öğrencileri için ise sınav 4 Haziran'da yapılacak.
Ayrıca lise son sınıf öğrencilerinin katılacağı üniversiteye giriş sınavlarının ilk aşaması Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) 27 Mart 2011 Pazar günü gerçekleşirken, öğrenciler ikinci aşama olan Lisans Yerleştirme Sınavları'na (LYS) 18-27 Nisan 2011 tarihleri arasında başvuru yapabilecek. LYS, 18-19 Haziran ve 25-26 Haziran 2011 tarihlerinde beş oturumda gerçekleştirilecek.

Velilere karne ve trafik uyarısı

Öğrenciler karne heyecanı yaşarken, velilere de kırık notlara karşı anlayışlı olma uyarısı geldi. Uzmanlar, velilerin karneleri bir başarı ölçüsü olarak görmemesini isterken, çocukların karnelerindeki notlardan dolayı aileleri çocuklarına baskı yapmamaları, başka öğrencilerle ve özellikle kardeşleri ile kıyaslamamaları ve yarıyıl tatilinde çocuklarının sosyal ve kültürel etkinliklere katılımını sağlamaları konusunda uyardı. Ayrıca yarı yıl tatilini şehir dışında geçirmeyi planlayan ailelere de tatil yoğunluğu sebebiyle yollarda dikkatli olunması uyarısı yapıldı.
Yetkililer sürücülere araç kullanırken sigara içmemeleri, cep telefonu ile görüşmemeleri ve zincirsiz yola çıkmamalarını önerirken, bu hafta ülke genelinde yaşanabilecek kar yağışına karşı bakımı yapılmamış ve hava şartlarına uygun olmayan araçlarla trafiğe çıkılmaması mesajı verdi.

Ankaragücü Teknik Direktörü Ümit Özat, Manisaspor maçının ardından görevinden istifa etme kararı aldığını açıkladı. Gazetevata'ın haberine göre; bu akşam bu kararını yönetimle görüşeceğini belirten Özat, "Görevimden istifa ediyorum. Ama bunu öncelikle bu akşam yönetimle görüşeceğim. Çünkü kulüpten uzun bir dönem alacaklarım var. Avukatımla konuşup nasıl bir yol izleyeceğimizi belirleyeceğiz" dedi. Özat sözlerini şöyle sürdürdü:"Ankaragücü Kulübü’nden yaklaşık 700 bin Euro civarında alacağım var. Bugüne kadar gelinen olayları tüm kamuoyu biliyor. Yaşanan olaylarda konuşması gerekenler belki de konuşmadı. Ben çok ön plana çıktım. Ama bugün yaşananlardan sonra kendi adıma çalışmam çok zor. Ancak yönetim kuruluyla bu akşam bunların bir değerlendirmesini yapacağız." Öte yandan karşılaşma sonrası hakem tarafından kırmızı kartla tribüne gönderilen Özat, basın toplantısına katılmadı. Daha sonra basın mensuplarının sorularıyla karşılaşan Özat, "Ceza aldığım için konuşamam" diye konuştu.
Maçın ardından soyunma odasına giden Özat, futbolcularla yaklaşık olarak 25 dakikalık bir toplantı yaptı. Toplantının ardından tüm futbolcuların morallerinin bozuk olduğu gözlendi. Daha sonra da stat dışına çıkan Özat, taraftarların protestosuyla karşılaştı. "Yerde yatan adama neden tekme atıyorsun" diye soran taraftarlara Özat, "O zaman köpeklerinizi üzerime salmayın" diyerek, kardeşinin kullandığı özel arabayla stadyumdan ayrıldı.
Ümit Özat’ın bu akşam önce avukatıyla, sonra da yöneticilerle toplantı yapması bekleniyor.

İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) Başkanı Yahya Arıkan, son 3 yılda bankalarda unutulup zaman aşımına uğrayarak kamulaştırılan para tutarının 73 milyon lirayı geçtiğini belirterek, hesap sahiplerini banka mevduatlarını takip etmeleri konusunda uyardı.

 Yahya Arıkan, yaptığı yazılı açıklamada, sadece geçen yıl fona devredilen paranın 37 milyon lira olduğunu kaydederek, neredeyse her yıl Milli Piyango'nun yılbaşı ikramiyesi kadar tutarın bankalarda unutulduğunu ifade etti.

Gazetevatan'ın haberine göre; zaman aşımına uğrayan hesaplar içinde dövizin de önemli tutara eriştiğini bildiren Arıkan, son 3 yılda yaklaşık 9 milyon dolar ve 7,5 milyon avronun fona devredildiğine, son 3 yılda bankalarda unutulup zaman aşımına uğrayarak kamulaştırılan toplam tutarın 73 milyon lirayı geçtiğini belirtti.

Arıkan, bu yılki listenin 1 Şubat Salı günü açıklanacağını, hesap sahiplerinin banka mevduatlarını takip etmesi gerektiğini ifade etti. Bankacılık Kanunu'nun 62'nci maddesine göre, bankalar nezdindeki mevduat, katılım fonu, emanet ve alacaklardan hak sahibinin en son talebi, işlemi, herhangi bir yazılı talimatı tarihinden başlayarak 10 yıl içinde aranmayan paraların zaman aşımına tabi olduğuna değinen Arıkan, şunları kaydetti:

“Bu tip hesaplar banka tarafından hak sahibine ulaşılamaması halinde, yapılacak ilanı müteakip fona gelir kaydedilmektedir. Oysa bankalar 1 Şubat Salı günü söz konusu kıymetlere ilişkin listeleri kendi internet sitelerinde yayımlayacak. Tüm listeler ise aynı tarihte Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca (TMSF) ilan edilecek. Bunları 30 Nisana kadar görme imkanı var.”

Yahya Arıkan, belirlenen sürede başvurulmaması halinde, yasa gereği zaman aşımına uğramış mevduat, emanet hak ve alacakların TMSF'ye devredileceğini, bankada hesabı bulunan hak sahibi ölmüşse veraset ilamı ve tüm mirasçılarının imzası bulunan üst yazıyla birlikte ilgili şubeye müracaat edilmesi gerektiğini belirtti.

Arıkan, 1 Şubatta açıklanacak zaman aşımı hesapları tutarlarıyla birlikte fondaki paranın 4 yılda 100 milyon lirayı geçmesinin beklendiğini ifade ederek, bu paranın eğitim, sağlık gibi alanlara aktarılmasını önerdi.

Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, ölümünün 18. yılında Almanya'nın Hamburg kentinde düzenlenen bir törenle anıldı.
Hamburg ve çevresi Atatürkçü Düşünce Derneği (HADD) ve Sosyal Demokrat Halkçı Derneği (SHD) tarafından Etnografya Müzesi'nde düzenlenen törene Mumcu'nun kızı Özge Mumcu da katıldı. Özge Mumcu burada yaptığı konuşmada, babasının öldürülmeden önce Kürt dosyası, terör örgütü PKK, ticaret ve Rabıta ilişkileri ve bağlantılarını araştırdığına dikkat çekerek, asıl suçluların hala bulunamadığını söyledi. Gerçeklerin açığa çıkarılması gerektiğini belirten Mumcu, ''Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'den, bombanın paramparça olması sonucunda izlerin kalmaması için çalışanlara kadar suç duyurusunda bulunacağız. Şu anda dava Yargıtay aşamasında. Bu işleri devlet ihmal ettiği için faili meçhul cinayetlere kurban giden aileler bu davaya sahip çıkıyor. Gerçekler açığa çıkmalı, kim incinirse incinsin'' dedi.
Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin toplumsal bir kayıp olduğunu ve öldürüldükten sonra milyonlarca kişinin cenaze töreninde cenazenin arkasından yürüdüğünü hatırlatan Mumcu, Uğur Mumcu'nun herkesi kucaklayan bir kişi olduğunu ifade etti. Türkiye'de bir süre önce faili meçhul cinayetlerde hayatını kaybedenlerin yakınlarının oluşturduğu ''Toplumsal Bellek Platformu''nu kurduklarını ifade eden Mumcu, ''Bu platformda Hrant Dink'in eşinden, Musa Anter'in kızına, Sivas'ta otelde çıkan yangında hayatını kaybedenlerin yakınlarına kadar herkes var. Hepimizin dili ortak. Bir metin yazarken adeta birimizin kaleminde yazılıyor gibi. Ortak duygular, ortak beklentiler, ortak barış talepleri. Biz sanki bir aile olduk. Aynı dili konuşuyoruz çünkü. Bu platformla kendi belleğimizi gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlıyoruz'' dedi.
SHD yetkililerinden Behçet Algan da, Türkiye'de hala faili meçhul cinayetlerin yaşandığını, Hrant Dink, Mumcu ve Abdi İpekçi gibi aydınların öldürülmesine sebep olan asıl suçlularının bulunamadığını, cinayeti işleyenlerin bulmanın devletin bir ''namus borcu'' olduğunu belirtti.
HADD Başkanı Coşkun Coştur da, Mumcu'nun Türkiye'nin yetiştirdiği önemli aydınlardan biri olduğunu belirtti.
Törende emekli psikyatrist Etem Ete, Mumcu'nun yazdığı kitaplardan bölümler okurken Haluk Erpınar adlı ressam da kendisinin yaptığı Uğur Mumcu resmini kızı Özge Mumcu'ya hediye etti.
Sanatçı Hüseyin Duman'ın bağlamasıyla Mumcu'nun sevdiği türküleri seslendirdiği toplantıya Hamburg Başkonsolosu Devrim Öztürk, Hamburg Etnografya Müzesi Müdürü Wulf Köpke, Hamburg'da 20 Şubat'ta yapılacak Eyalet Meclisi erken seçimlerinde milletvekili adayları Kazım Abacı, Filiz Demirel, Ejder Tatar, Hamburg Türk Toplumu (TGH) Onursal Başkanı Nihat Ercan, HADD Onursal Başkanı Gökten Küçük ile çok sayıda davetli katıldı.

Sinop’un Gerze ilçesine kurulacak olan termik santrale karşı savaşını sürdüren Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) Bileşenleri, hafta sonu kurulan halk pazarında köylü kadınlara "İşte Gerçekler" başlıklı broşür dağıttı.
Termik santrale karşı mücadelede öncülük eden Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) Bileşenleri üyeleri, ilçenin Yaykıl köyüne kurulacak olan termik santralin diğer tüm köyleri de etkileyeceğini anlattılar. YEGEP üyeleri, köylü kadınlarla mücadeledeki birlikteliğin önemi üzerine konuştular. YEGEP Sözcüsü Şengül Şahin, yaptığı açıklamasında “Bizleri birbirimize düşürmelerine izin vermeyeceğiz. Her Gerzeli, her şey karşısında, her şeyden sorumludur düşüncesiyle öncülük ettiğimiz mücadelede Termik Santralin zararlarının Gerze’nin Yaykıl köyünde ve diğer tüm köylerinde nasıl etkili olacağını anlatmaya çalışıyoruz” dedi.
Şahin, sözlerine şöyle devam etti:
“Yeşil Gerze Çevre Platformu olarak, bu güne kadar gündelik yaşam mücadelesini vermekten öteye geçmemiş, çocuğunu büyütürken bile bunun bir mücadele deneyimi olduğunu bilmemiş köylü kadınlara;köyünden bahçesindeki ürünlerini hayvanlarının sütünü yoğurdunu satıp da eve giderken alacağı çayını şekerini hesap eden köylü annelere, yeni gelinlere mücadelenin nasıl yapılacağını birlikte el ele kol kola duvar olabilirsek eğer, bizim istemeyeceğimiz zehir saçan bu santralin buraya yaptırılmayacağını anlatıyoruz. Pazardaki kadınlar ‘Sonuna kadar savaşacağız’ sözleriyle mücadelenin içinde var olduklarını söylediler. ‘Hep beraber sesimizi yükseltmeye hazırız, kazmamız, küreğimiz, yüreğimizler’ dediler.”

Dünya Göz Ataköy Hastanesi'nden Prof. Dr. Kemal Dikici, yaklaşık 15 milyon öğrencinin karne alarak 2 haftalık yarıyıl tatiline girmeye hazırlandığı şu günlerde anne babalara uyarıda bulunarak, ''Eğer çocuğunuz derslerinde istenilen başarıyı gösteremiyorsa nedeni göz bozukluğu olabilir'' dedi.
Prof. Dr. Dikici, Türkiye'de her 3 çocuktan birinin uzak veya yakını görme sorunu olduğunu ifade ederek, göz bozukluğunun, çocukların derslerdeki başarı durumunu olumsuz etkilediğini söyledi. Dikici, ailelerin çocuklarının karnelerindeki zayıf notların sebebinin göz bozukluğu ile ilgili olabileceğini dikkate alarak buna göre davranmaları gerektiğini kaydederek, şunları söyledi. ''Eğer çocuğunuz derslerinde istenilen başarıyı gösteremiyorsa nedeni göz bozukluğu olabilir. Çocuğunuzu, karnesinde zayıf notlar varsa ve daha önce göz muayenesi olmadıysa, ailede de görme problemleri bulunuyorsa yarıyıl tatilinde mutlaka bir göz uzmanına götürün.
Derslerinde başarısız çocuk, göz doktorunun yanı sıra herhangi bir işitme problemi olup olmadığının belirlenmesi için bir kulak-burun-boğaz doktoruna da mutlaka götürülmeli. Türkiye'de her 3 çocuktan birinde göz bozukluğu görülür. Bu görme bozukluğunun farkında olmayan aileler, çocuklarının derslerdeki düşük başarı seviyelerini, öğrenme yeteneklerinin düşüklüğü olarak nitelendirebiliyor.
Oysa çocuğun öğrenme kabiliyetinde bir eksiklik yok, iyi göremediği için derslerinden geri kalabiliyor. Özellikle bebeklik çağından 7-8 yaşına kadar geçen süre hassas periyot denen bir dönemdir, yani bu süre içinde yapılan tedavilerdeki başarı şansı yüksektir.''
Erken teşhis önemli
Göz bozukluğunun erken konulan teşhis ile kolayca atlatılabildiğini vurgulayan Dikici, ailelerin çocuğu ile gerektiği şekilde ilgili olması, olayın ciddiyetini anlaması, tedavi başlangıcı ve devamında hekim ile iyi koordinasyon kurmasının çok önemli olduğunu belirtti. Çocuklarda en sık görülen göz hastalıklarının göz tembelliği, miyopi, hipermetropi, astigmatizma ve şaşılık olduğunu söyleyen Dikici, görme bozukluklarının görülme sıklığının yaşa bağlı olarak arttığını dile getirdi.
Dikici, erken doğan yani prematüre bebeklerin problemlerinin çok daha farklı ve büyük boyutlarda olabildiğine dikkati çekerek, bu nedenle bebek ve çocuklardaki göz problemlerinin erken tanısının çok büyük önem taşıdığını söyledi. Özellikle bebeklerde göz yaşarmasının çok ciddiye alınması gerektiğini vurgulayan Dikici, göz yaşarmasının göz kanalları tıkanıklığı veya konjonktivitten kaynaklanabileceği gibi glokom (göz tansiyonu) gibi çok tehlikeli hastalığın habercisi de olabileceğini bildirdi.
Dikici, ''Çocuğun tahtayı yeterince iyi görememesi, okurken satır atlaması, cümleleri eliyle takip etmesi, bir gözünü daha öne alarak kitaba bakması, televizyonu yakından seyretmesi, gözlerde sulanma ve dolayısıyla ödevlerini yaparken zorlanması gibi durumlar göz bozukluğuna işarettir. Çocuklarında bu tür şikayetler gözlemleyen ebeveynlerin, okulların açılışı öncesinde mutlaka bir hekime başvurması gerekiyor'' şeklinde konuştu.

Erdoğan, BOP'un eş başbakanı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ABD Başkanı Barack Obama ile Mısır'daki son gelişmeleri ele aldığı telefon görüşmesiyle ilgili olarak, ''Görüşmeyi doğal karşılıyorum. Zaten BOP'un eş başbakanı. Umarım bu görüşmede Irak'taki Müslüman kadınlara ne yapıldığını da konuşmuşlardır'' dedi. Giresun ve ilçelerinde çeşitli temaslarda bulunan Kılıçdaroğlu, STAR TV'nin ana haber bültenine canlı yayında konuk oldu ve gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Canlı yayında, CHP'nin ''sivil direniş çağrısı'' ile ortaya çıkan ''eşkıya polemiği'' ile ilgili olarak ''sivil direniş sokaklara, meydanlara inip direnmek midir, yoksa fikri bir direnişten mi söz ediyoruz?'' şeklindeki bir soru üzerine Kılıçdaroğlu, ''Buradaki direniş, halkı uyandırmaktır, halka doğruları söylemektir. Halkın önünden çalınan gündemi, halkın önüne koymaktır'' dedi.
''Başbakan, bağırarak ve çağırarak konuşuyor. Böyle bir Başbakan olur mu?'' diyen Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:
''Bir konuyu nasıl saptırırsınız, gidin Recep Bey'e verin, konunun nasıl saptırıldığını orada görün. Bakın, bizim ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı. Komisyonda arkadaşlarımız konuşacak, 'konuşmayın' diyorlar. Önerge verilecek, 'önerge vermeyin' diyorlar. Peki bu, milletin vekili değil midir? Milletin vekili, Mecliste konuşmayacak da nerede konuşacak?. Bize diyorlar ki, 'çıkın sokakta konuşun'. Sokakta da konuşuruz, orada da derdimizi anlatırız. Halka gideriz. İşte ben geziyorum. Halka dertlerimizi söylüyorum. Ama bir de Sayın Başbakan'ın üslubuna bakın. Başbakan'a yakışır mı bu? Ağzını açıyor küfür, kapatıyor küfür. Nereden çıktı bu Başbakan? Milletin başına bela oldu. Temiz siyaset varken, saygın bir üslup varken, niye kalkıyor böyle konuşuyor, neden bağırıp çağırıyor? Sakin konuşmasını bilmiyor mu? Kendisine söyledik. Eğer bir sorunun varsa, bu ülkede saygın hekimler var. Git oraya, nabzını, tansiyonunu, şekerini ölçtür bir bakalım. Sakin ol, efendi ol, adam gibi konuş. Eğer, beni eleştiriyorsan adam gibi eleştir. İtirazımız yok buna.
Ama kalkıyorsunuz, halka doğruları söylemiyorsunuz, halka yanlış bilgiler veriyorsunuz. Doğruları konuşmak istiyoruz parlamentoda, milletvekillerimizi konuşturmuyorsunuz. önerge verme haklarını elinden alıyorsunuz. Onlar da komisyondan ayrılacaklar, ne yapsınlar? ''


''Bugünün koşullarında halkla gideceksiniz"

CHP'li milletvekillerinin alıntı yaptığı Atatürk'ün Bursa nutkunda ''Türk genci devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine ve doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ya da davranış duydu mu bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır demeyecektir. Elle, taşla, sopayla, silahla nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır'' ifadelerinin yer aldığının anımsatılarak, ''Siz her fırsatta demokratik protesto hakkına inandığınızı söylersiniz. Bu nutuktan alıntı yapılmış olması, bir çelişki yaratmıyor mu?'' soru üzerine de Kılıçdaroğlu, şöyle dedi:
''Hayır, bir çelişki değil. O günün koşullarında söylenmiştir Mustafa Kemal tarafından, ama 21. yüzyılda bugünün koşullarında daha farklı. Bugünün koşullarında halka gideceksiniz. Halka doğruları söyleyecek ve tepki vermesini isteyeceksiniz. Sivil toplum kuruluşlarının tepki vermesini isteyeceksiniz. Arkadaşlarımızın söylemek isteği budur.
Nitekim, Adalet Komisyonunda arkadaşlarımız bu konuda dillerinin döndüğünce dertlerini anlatmaya çalışmışlardır. Bu, engellenmiştir AKP tarafından. Buna ses çıkartmayacak mıyız?
AKP, parlamentoda da konuşturmuyor milletvekillerini. Peki, biz halka anlatmayacak mıyız bunları? 'Haklarınızı elinizden alıyor AKP, adaleti siyasallaştırıyor' demeyecek miyiz? Adaletin siyasallaştığı bir ortamda vatandaş nerede arayacak derdini?''


''Güçler ayrılığı ilkesi artık yok''

Kılıçdaroğlu, ''Yasama organı, yürütmenin emrine verilirse orada ciddi sorunlar çıkar'' diyerek, ''Yasama organını şu anda yöneten yürütme organıdır. Öyle bir anlayış olabilir mi? Anayasadaki güçler ayrılığı ilkesi ayaklar altına alındı. Güçler ayrılığı ilkesi artık yok'' diye konuştu.
Güce tapan bir toplumun olamayacağını ifade eden Kılıçdaroğlu, ''Toplum, güçten değil haklıdan yana olmak zorundadır'' dedi.

''Kabul edilen, Anayasaya aykırıdır''

Kılıçdaroğlu, CHP'li 5 üyenin dün gece tasarının görüşüldüğü Adalet Komisyonundaki 5 dakika sınırlaması yüzünden istifa etmesi ile ilgili bir soru üzerine de şunları söyledi:
''Kabul edilen metin, anayasaya aykırıdır. Çünkü anayasada her Meclis grubunun eşit ağırlıkta parlamentoda temsili, yani grubun ağırlığına uygun olarak parlamentoda komisyonlarda temsil edilmesi söz konusudur. Eğer, komisyonda bir grup yoksa, kabul ettiğiniz metin anayasanın ilgili maddesine aykırıdır. Bunun altını çizmemiz lazım.''
Arkadaşlarının istifa ettiğini belirten Kılıçdaroğlu, ''Orada CHP grubu yok. Katılmadılar değil, istifa ettiler. Dolayısıyla, alınan karar, anayasaya ve iç tüzüğe aykırıdır'' dedi.

Erdoğan- Obama görüşmesi

Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın, ABD Başkanı Barack Obama ile Mısır'daki son gelişmeleri ele aldığı telefon görüşmesiyle ilgili olarak da ''Görüşmeyi doğal karşılıyorum. Zaten BOP'un eş başbakanı. Umarım bu görüşmede Irak'taki Müslüman kadınlara ne yapıldığını da konuşmuşlardır'' dedi.
Gündeminde ABD ziyareti olup olmadığına dair soruya da Kılıçdaroğlu, bunun şu anda söz konusu olmadığını bildirdi.

Ergenekon ve Delil Hukuku… Mustafa BALBAY
Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin 21 Ocak Cuma günü hakkındaki “önemli” delillerden telefon kayıtlarıyla ilgili yaptığı belgeli açıklamalar, Ergenekon delillerinin nasıl hazırlandığını bir kez daha gündeme getirdi.Çelebi’nin cep telefonuna polis el koyuyor. Telefon gece açılıyor, içine kendisine ait olmayan telefon kayıtları yükleniyor ve kapatılıyor.
O kayıtlar Çelebi’nin Hizbut Tahrir adlı örgüte Ergenekon adına “sızma” girişimlerinin kanıtlarından biri olarak iddianamenin eklerine konuyor.
Çelebi sorgusu sırasında da tüm suçlamaları tek tek bilgisayar sunumlarıyla çürüttü. İkisini aktarmak isterim:
Çelebi’nin gözaltına alınmadan önceki 23 Nisan’da İstanbul’a gelip bir okulda örgüt adına törene katıldığı iddia edilmişti. O gün Ankara’da olduğunu resmi kayıt ve yazılarla kanıtladı.
Çelebi’nin Harp Okulu öğrencilerini yine örgüt adına fişlediği iddia edilmişti. Oysa okuldan aldığı resmi yazılarla gösterdi ki, eğitim programında sorumlu seçilen öğrenci, alanı içindeki arkadaşları hakkında her şeyi bilmek zorunda. Eğitim programının bir parçası.
ZULÜMHANE’de söz ettim; Çelebi’nin annesi gardiyan. Annesi göreve giderken küçük Mehmet Ali’yi de götürürmüş. Mehmet Ali çocukluğunu mahpuslarla volta atarak geçirmiş. Kaderin cilvesine bakın ki, genç Mehmet Ali de yaşamının en güzel çağlarını yine hapishanede volta atarak geçiriyor.
***
Hukuk biliminde “delil hukuku” adı altında ayrı bir alan var. Özellikle ceza davalarının en önemli halkasını bu oluşturuyor.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 170. maddesi bir iddianamenin olmazsa olmaz iki koşulunu şöyle sıralıyor:
- Suç-delil bağlantısı.
- Suç tarihi.
Eğer bu iki konu net değilse, iddianame baştan sakatlanmış demektir. Ergenekon iddianamelerinde bu iki konunun da göz ardı edildiği ortada.
Kamuoyu bu tür haberlere ne yazık ki “alıştı”. Çoğunlukla haber değeri bile taşımıyor.
Çelebi’nin cep telefonu açıldığı ve sinyal verdiği için poliste yapılan yükleme ortaya çıkarılabildi. Bilgisayarda bunu kanıtlamak olanaksız. Çünkü bilgisayara yapılan yüklemede başka bir merkezle bağlantı söz konusu değil. Açıyorsunuz, ne yüklemek isterseniz yüklüyorsunuz. Bu işlemi yaptığınız tarihle bile istediğiniz gibi oynayabiliyorsunuz.
İşte bunun önüne geçebilmek; yargılayanlar açısından vurgulamak gerekirse, sanıkların, “Poliste bilgisayarıma yükleme yapılmış” iddialarını boşa çıkarabilmek için bilgisayara el konulduğu anda “mühürlenmesi” gerekiyor. Bilgisayarın mühürlenmesi, el konulduğu anda içinde bulunan tüm verilerin toplam miktarını gösteren “hash değeri” olarak adlandırılan işlemin yapılmasıyla oluyor. O değer alındığı andan sonra bilgisayarı açıp bir nokta dahi konsa uzun sayılardan oluşan dizin bozuluyor.
Yasa son derece açık. CMK 134. maddede sözünü ettiğimiz, “imaj alınması” olarak adlandırılan işlemden geçmemiş bilgisayar verilerinin “delil değeri taşımayacağı” belirtiliyor.
***
Benim durumum yukarıda anlattığım örneğe uygun düşüyor. Gazetedeki bilgisayarlarıma el konduğu anda “imajı” alınmadı. Bu bilgisayarlar 1.7.2008 günü alınıp İstanbul’a götürüldü. Aylar sonra iddianame delil klasörleri bize verildiğinde gördük ki; bilgisayarların imajı 7.7.2008’de saat 04.16’da alınmış.
Oysa o bilgisayar “verilerinden” bana 5.7.2008’de savcılıkça soru soruldu.
Biz de dava sürecinde gördük ki; Ergenekon soruşturması “bitirilmek” üzere açılmamış. Sadece ucu değil, her tarafı açık. Bu usulsüzlükleri yapanlar hakkında ciddi bir işlem yapıldığını duymadık.
Bu anlamda “Bırakın hukuki süreç işlesin”, “Yargılama sonunda her şey açığa çıkar” söylemleri de ne yazık ki gerçekçi değil.
Hukuk yok ki, süreç işlesin…
Gerçek bir yargılama yapılmıyor ki, her şey açığa çıksın.
Herkesi bir kez daha Ergenekon’daki “insan kıyımına” duyarlı olmaya çağırıyorum.

"Balyoz planı" soruşturması çerçevesinde tutuklanan 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın kızı Pınar Doğan ve damadı Dani Rodrik davadaki kanıtlarla ilgili çelişkileri ortaya koyan kapsamlı bir dosya hazırladı. 

Balyoz planında geleceğe dönüş belgeleri
  Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Doğan ve Rodrik çifti “Balyoz davasının geleceğe dönüş belgeleri” başlıklı dosyayı üniversitede konuya ilişkin seminerlerde sundular. Balyoz davasını kamuoyuna açık kanıtlardan inceleyen Doğan ve Rodrik, “bu davada ana kanıtları oluşturan 2003 tarihli CD’lerin yıllar sonra, en erken 2008 yılı sonunda,oluşturulduğunu” savundular.
Ellerindeki bilgileri ve bunların ortaya koyduğu çelişkileri kamuoyu ile paylaşan Doğan ve Rodrik, savcıların sansüründen ötürü ve resmi kurumların işbirliği gerekeceği için bütün bir  araştırma yapamadıklarını ancak kendi bulgularının Balyoz belgelerindeki tutarsızlıkların çok küçük bir kısmını oluşturduğu olasılığına da vurgu yaptılar.
Şemalar, resimler ve sorularla çelişkilerin ortaya konduğu dosyada yer alan bulgular şöyle:
Balyoz bavulunda neler var?
-2229 sayfa belge, 19 adet CD ve 10 adet teyp kaseti.
-Kasetler 5-7 Mart tarihleri arasında 1. Ordu Komutanlığı’nda plan seminerinin ses kayıtları.
-2229 belgenin 1077 sayfası 1980-1984 yılları arasında 1. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı’nın çok gizli yazışmalarına ait belgeler. Diğer 1152 sayfa ise 1. Ordu Komutanlığı’nın 2002 ve 2003 yıllarına ait planları, fotoğraf albümleri ve soruşturma ile doğrudan ilgisi bulunmayan belgeler.
-19 adet CD’den 11, 16 ve 17 nolu CD’lerde dava konusu suç unsuru içeriyor. 
-İddianamenin 81’inci sayfasındaki ifadelere göre “soruşturma konusu tüm belgelerin tamamının kayıtlı olması, tek oturumda kopyalanmış olması sebebiyle 11 nolu CD’nin ayrıntılı incelenmesi yapıldığı” belirtiliyor.
-Dolayısıyla davadaki ana kanıt 11 nolu CD.
11 nolu CD’de neler var?
-Balyoz Güvenlik Eylem Planı ve onun ekleri Oraj, Suga, Çarşaf ve Sakal Eylem Planları
-Tutuklanacak gazeteciler, politikacılar, öğrencilerin listesi...
-El konulacak ve kapatılacak derneklerin listesi
-El konulacak hastaneler ve ilaç firmalarının listesi
-Güvenilir emniyet personeli listesi
-Suç unsuru içeren tüm belgeler ve diğer CD’lerdeki orijinal belgelerin kopyaları
11 nolu CD ne zaman yaratıldı?
CD’nin üstverisine ve iddialara göre 5 Mart 2003’te. Ancak 1. Ordu Komutanlığı bilgisayarlarında 11, 16 ve 17 nolu CD’lerin izine rastlanmadı.
11 nolu CD gerçekte ne zaman oluşturuldu?
En erken 2008 sonunda. 11 no.lu CD’nin içindeki bir çok belge oluşturulduğu
iddia edilen tarihten çok daha ilerisine dair bilgiler içeriyor (“geleceğe dönüş” belgeleri).

Bu bilgiler neler?
-İstanbul ilinde bulunan ilaç depoları listesinde “Yeni Recordati İlaç ve Hammaddeleri San ve Tic. AŞ.” isimli şirket 2003 yılında “Yeni İlaç ve Hammaddeleri San. Ve Tic AŞ” idi. İtalyan şirketi Recordati Ekim 2008’de Yeni İlaçı satın aldı ve ismi değişti.
-Özel hastaneler listesinde yer alan Medical Park Sultangazi hastanesi bu isme 2008 yılında Medical Park hastane grubuna satılmasından sonra kavuştu. 2003 yılında bu hastanenin ismi Sultan Hastanesi idi.
-El konulacak ve kapatılacak dernekler listesindeki “Liberal Avrupa Derneği” bu isme  Nisan 2006’da kavuştu. 2003 yılında bu derneğin ismi “Hür Demokratlar Derneği” idi.
-Belgelerde Avrupa Şafak Hastanesi 2006’da, Nisa Hastanesi ise 2004’te değişen isimleriyle yer aldılar.
-“İstanbul İlinde Güvenilir Emniyet Personeli” listesinde adı geçen emniyet personeli Mart 2003’te farklı illerde görevliydi. Ogün Toprak Samsun’da, Salih Kara Eskişehir’de, Selami Hüner İzmir’de, ve Selim Kutkan Çorum’da görevliydi. Bu kişiler Temmuz 2003’te İstanbul’a tayin oldu. 
-Bursa ili basın yayın organları listesinde yer alan İlk Adım gazetesinin kuruluş tarihi 15 Ağustos 2005. Yine aynı listede 12 Eylül 2003’te kurulan Gürsu Ekspres haftalık gazetesi yer alıyor. 
-Balyoz Güvenlik Eylem Planı ve bir eki (Milli Mutabakat Hükümeti Programı) 2005 yılında gerçekleşen bir konferansın kapanış konuşmasından birebir alıntılar içeriyor. Konuşmayı veren kişi söz konusu konuşmayı ilk defa 2005’deki konferansta verdiğini ifade ediyor. 

-11 no.lu CD’nin icindeki bir belgenin üstverisinde belgenin yazarı olarak beliren kişi (Deniz Kurmay Kıdemli Albay Muharrem Nuri Alacalı), belgenin üstverisinde görünen oluşturma ve son kaydetme tarihlerinde (ve bu tarihler arasında) ABD’de eğitim için bulunuyor. Bu kişi Temmuz 2002 ve Haziran 2003 tarihleri arasında kesintisiz olarak yurtdışında.

-Darbe planına göre irticai görüşleri nedeniyle ordudan atılacak kişiler arasında listelenen üç kişi, aynı zamanda darbe planının müzakere edildiği iddia edilen seminerin katılımcısı olarak bulunuyor.

-Savcılar, Cuma namazı sırasında camilerin bombalanmasıya ilgili planların (Çarşaf and Sakal Eylem Planlarının) 5-7 Mart 2003’deki seminerde masaya yatırıldığını iddia ediyorlar. Ancak, bu planlarda bombalama eylemleri için belirtilen tarih 28 Şubat 2003 Cuma günü, yani seminerden önce.

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget