Türk mizah
edebiyatımızın en seçkin şairi Eşref’in 65 yıllık yaşamında değişik önemli görevle
yaşantısını sürdürmüş, kaymakamlık, mizah şairi olması gibi.
Şair Eşref
ülkedeki haksızlıkları başta haksız insanları olmak üzere pek çok kişi ve
varlığı hicveder, taşlama eleştiri yapmaktan çekinmemişti, öyle ki devrin
padişahı II Abdülhamid’i bile mısralarında eleştirmiş, bazen kendini bile
eleştirmiştir. Kendini bile eleştirdiğini bakın su dörtlüğünde dile getiriyor:
“Eylemem ölsem de kizbi
ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir
şairim.
Bir güzel mazmun bulunca,
Eşrafa,
Kendimi hicveylemezsem
kafirim!..
Sahte diplomalıların dalga
dalga ortaya çıkmaya başladığı şu günlerde, bilim öğretmeyen imam hatipler
çoğunlukla din ağırlıklı ders uygulamalarını görenler, İmam hatiplerden
sınavlarda şampiyon çıkması çoklarını şaşırttı. ÖNDER İmam Hatipliler
Derneğinden yapılan açıklamada, sınav sonuçlarına göre Türkiye genelinde 500
tam puan alan 719 öğrenciden 63'ünün imam hatip ortaokullarında okuduğu
belirtildi.1
Sahte diplomaların sahte belge
düzenleyen ve de Maarifin (Milli Eğitimin) bozulduğunu hepimiz medya
organlarından (gerçi medyanın gazeteler, televizyonların çoğunluğu tek adam”
yönetiminin baskı ve denetimi altında olduğu için AKP-RTE iktidarınca
toplumumuzdaki olumsuz şeyleri geçiştirme, üstünü örtme çabası içindedir.
Şair Eşref’in aşağıdaki
dizelerinden öğrendiğimize göre 100 yıl önce de “Devlet çarkının (Eşref böyle
diyor) iyi dönmediğini öğreniyoruz:
“Olur mu cazibe, sevr eyle,
her mabubu-i gül-femde?
Kemal olmaz meka mekatibden
yetişmiş her bir ademde,
Şehadetnameli cahil mi
istersin bu alemde?
Maarif şimdi bizde
meyvasız eşcara dönmüştür.
Cehalet Ademi mahrum eder
her bir saadetten,
Cehalettir cihanda var ise
eşna esaretten,
Uzağa gitme, Eşref, bu
yakınlarda cehaletten
Koca bir milletin ikbali bak
idbara dönmüştür.
Osmanlı’da ve de Cumhuriyetin
önceki yıllarında Osmanlıda okuma yazma oranı çok düşüktü. Osmanlı çocukları mahalle mekteplerinde doğru
düzgün okuması yazması çok az olan bazı sarıklı imamlarda okurken sadece din
ağırlıklı dersleri vardı. Bu
nedenle Osmanlı ahalisinin bilgisizliğin, yoksulluğun pençesi altında sıkıntı
içinde sürünürken, bu cehaleti hiciv Şairimiz Eşref dizelerinde şöyle haykırıyordu:
Şair Eşref’ ten yüz yıl sonra bizim
toplumda Atatürk’ün Türkiye’sinde utanç verici sahte diploma tartışması dalga
dalga yayılırken, (ne ki Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Dış İşleri Bakanı
Hakan Fidan’ın bile yüksek okul diplomasının olup olmadığı) tartışılmakta. Sahte
diplomalı liyakatsiz insanlarla, her sınavda yapılan soru çalma gibi yandaş
kayırma gibi cehalet ürünü insanlarla mı çağdaş uygarlık seviyesine çıkacağız.
Günümüzde Mili Eğitim, Atatürk’ün Devrim
Kanunlarıyla yasakladığı tarikatlara bırakılmıştır. Şair Eşref zamanında Milli
eğitim bozuktu da günümüzde daha mı iyi? Osmanlının son yıllarında maarifin
yani Milli Eğitimin bozulduğunu yüz yıl önce Şair Eşref’ mısralarında şöyle
dile getirmekte:
Olur mu cazibe (çekicilik),
seyr eyle, her muhabbub-i gül-femde (Muhabet bağı)
Kemal (olgun) olmaz
mekatibden(mektep) yetişmiş her bir ademde(insan),
Şehadetnameli Diplom
alı) cahil mi cahil mi
istersin bu alemde?
Maarif şimdi bizde meyvasız
eşcara dönmüştür (meyvesiz bahçe)
Şair Eşref mısralarında
cehaletten nasıl yakınıyor:
Cehalet ademi mahrum eder
her bir saadetten,
Cehalettir cihanda var ise
eşna esaretten,
Uzağa gitme, Eşref, bu
yakınlarda cehaletten
Koca bir milletin ikbali bak
ibdara dönmüştür.
Eşna: daha (en, pek, çok)
şeni', fena, kötü ve çirkin.
İDBAR: Tâlihin insana yüz
çevirmesi, ters dönmesi, talihsizlik, bahtsızlık.2
Şair Eşref,
ömrünü mizahi şiirler yazarken, ayrıca çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaparak
geçimini sağlamaya çalışır. Çoğunlukla Batı ilçelerinde kaymakamlığı sırasında
Kaymakamlığı devam ederken, yazdığı veya söylediği bir mizahi şiiri yüzünden
kaymakam olarak Sivrihisar’a tayin eder. Eşref Sivrihisar’ı hiç beğenmez, başka
yere tayin edilmesini ister, bunun için yazdığı mektupta şunu söyler:
“Padişahım
Sivrihisar’ın sivrisi kıçıma battı beni buradan başka yere verin”, der. Padişah
da hoşgörülü davranır, Eşref’i başka yere atarlar.
Agop Paşa
II.
Abdülhamid’in birçok bakan ve bürokratlar Rum, Ermeni, Yahudi kökenli idi. O
zamanları Yahudi de olsa Müslüman olmadan baş vezir yapılmazdı. Şair Eşref
sadrazam için Şair Eşref şu hiciv dörtlüğünü yazmıştı:
“Lutfet de padişahım Agop
Paşa’yı sadrazam et!
Deninin yerine varsın gelen
de bir deni olsun.
Sadaret mührünü vermek ger
memnu ise Müslümana,
Yahudiden usandık bir zaman
da Ermeni olsun.
II. Abdülhamid, Maliye
nazırlığı, Hazine-i Hassa nazırlığı yapan Agop Paşa’yı severdi. Türk kültürü
ile yetişen Agop Paşa, tama bir Osmanlı idi. Hünkara bağlı, sadakatli idi.
Bekardı. İhtiyar annesiyle beraber Yeniköy’de otururdu. Bir gün Padişah II.
Abdülhamid ona sormuştu:
“-Paşa, saraydan çıktıktan
sonra nereye gidersin, ne yaparsın?
Agop Paşa:
“Şevketlüm, doğru Yeniköy’deki
fakir haneye giderim. Ata binmeyi severim, ara sıra at gezintisi yaparım!..
Abdülhamid ertesi günü,
İstanbul-ı amire’den Agop Paşa’ya Agop Paşa’ya bir kır at hediye etmişti.
Paşa bir gün ata binmiş,
gezmeğe çıkmıştı. Çalıların arasından çıkan bir kediden ürken at gemi azıya almış,
uçmaya başlamış ve nihayet paşayı Kalender kasrının duvarına çarparak yere
yuvarlanmıştı.
Kafa tası patlayan Agop Paşa
ölmüştü. Abdülhamid çok sevdiği paşanın, kendisinin hediye ettiği atın yaptığı
b ir kaza ile bu şekilde ölümünden çok üzülmüştü. Başmabeyinci hünkârın çok
üzüldüğünü, üzüntüsünün, üzüntüsünden yemek bile yiyemediğini felaketzede
kadına anlatmış, teselliye çalışmış, İhtiyaçlarının daima padişah tarafından
temin edileceğini de söylemişti.
Agop’un ihtiyar annesi bu
şahane taziyetten duyduğu memnunluğunu anlatırken demişti ki:
“Bir Agop’um öldüyse bir
oğlum sağdır. Allah uzun ömürler versin, üzülmesinler, kazaya rızadan başka
elden ne gelir?”
Şair
Eşref anlatıyor:
“Bir tarihte Alaşehir’den
İzmir’e giderken, beraberimde bulunan bir zat, Hazreti Ademin çamurunda saman
olup olmadığını, ben fakirden sormuştu.
Bu soruya o sırada aklıma gelen
ulu Kuran’dan ayetleriyle cevap vermek istedimse de o zat oralarda olmadı.
Baktım güç anlayacak! Bir kıta
tasarlamaya başladım. Birkaç dakika içinde aşağıdaki kıta ortaya çıktı. Bereket
versin soru sahibini susturabildim. Kıta şudur:
“Ey bana tıynet-i Adem’de
saman var mı diyen,
Bir daha etme bana gel bu
suali hami.
Balçığında saman olsaydı
eğer ebülbeşerin,
Çatlayıp da yarık olmazdı
ananın a……
**
Kadınların çarşaf giymesinin
aleyhinde bulunduğundan açık saçık bir kızla evlenen birisi, zifaf gecesinde
kızı, kız bulamamasından dolayı can sıkıntısı ile akşam üstü dışarı çıkıp
üzüntüsünü dağıtmak için biraz çakıştırdıktan sonra eve döner. Vur ha, vur ha; gelen
yok, giden yok! Neden sonra kapı açılınca, gelin hanımla damat bey arasında
aşağıdaki konuşma olur:
Damat:
“Canım, iki saattir kapıyı
çalıyorum, açmıyorsunuz.
Gelin:
“Affedersiniz efendim, küpe
taktırmak için kulağımı deldiriyordum”.
Damat:
-Bravo, babanızın evinde
delinecek şeyi burada, burada delinecek şeyi, babanızın evinde
deldiriyorsunuz!..”
Kaynak: Şair Eşref Bütün
Şiirleri ve 80 yıllık hatıraları 1978 Hilmi Yücebaş.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Yorum Gönder