Ocak 2025
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

Aslında olması gereken nedir biliyor musunuz?
Seçimlere daha yaklaşık üç sene olmasına rağmen,  şu veya bu nedenle, muhalefeti bir telaş sardı,  bir tarafta Cumhurbaşkanı adayını hemen belirleyip açıklamalıyız diyenler, diğer tarafta ise; henüz çok erken, bugünden  açıklarsak adayımız yıpratılır diyenler saf tuttular. 


İşin en kötüsü de, muhalefetin lokomotifi olan ana muhalefet partisi CHP'nin iki başarılı belediye başkanı olan Ekrem İMAMOĞLU ile Mansur YAVAŞ; 2023 seçimlerinde olduğu gibi,  önümüzdeki seçimlerde de potansiyel Cumhurbaşkanı adayları olarak çekişme halindeler. İki ismin de toplumda hatırı sayılır tabanları var. 


Bu iki ismin seçmen kitlesinde hatırı sayılır tabanlarının olması,  CHP adına sevindirici olduğu kadar,  birini diğerine tercih etmekte zorlanan CHP için bu iki popüler aday aynı zamanda büyük risk oluşturmaktadır. 


Ben belediye başkanıyım işime bakarım,  günlük politikaya fazla müdahil olmam diyen Mansur YAVAŞ da, anketlerden çıkan arkasındaki halk desteği ve popüler kişiliğiyle,  Politik yanı ağır basan, politik çıkışlar yapan  Ekrem İMAMOLU kadar, Cumhurbaşkanı adayı olmayı istemekte olup, bu durum aday belirlemede CHP'yi iyice zora sokmaktadır. 


Mansur YAVAŞ'ın da,  Ekrem İMAMOĞLU'nun da,  gönüllü olarak Cumhurbaşkanlığı adaylığından feragat etmeyecekleri,  adaylıkta birbirleriyle mücadele içine girecekleri,  bunun da parti seçmen tabanını böleceği ve seçimi zora sokacağı anlaşılmaktadır.  


Bu olumsuzluğun tek nedeni;  ülkemizde siyasetin kurumsal değil, karizmatik lider temelli olarak kurgulanıp icra edilmesidir. 


Aslında olması gereken,  siyasetin; kişi ve lider temelli değil, partinin ideolojisine tüzüğünde yer alan ilkelere, plan, proje ve programlarına göre,  kurumsal olarak yapılması, liderin değil,  iktidara aday partinin kurumsal kimliğinin öne çıkması olmalıdır. 


Böyle olabilse inanın seçmen tüm ilgi ve beğenisini partinin kurumsal niteliğine iktidara geldiğinde uygulamaya koyacağı plan proje ve programlarına,  ideolojisine,  strateji ve taktiklerine yöneltecek ve adayın;  Mansur YAVAŞ veya Ekrem İMAMOĞLU olması, önemini yitirecektir. 


Açıkçası böyle olmadığı için ben kişi olarak artık her gün Mansur YAVAŞ ve Ekrem İMAMOĞLU isimlerini yüzlerce kez duymaktan sıkıldım ve yoruldum. 


Büyük bir iddiayla söylüyorum, çoğu uzak yakın komşu ve sair yabancı ülkenin vatandaşları dahi, kendi ülkelerinin parti liderlerinden daha çok,  Mansur YAVAŞ ve Ekrem İMAMOĞLU isimlerini duymaları nedeniyle,  bu iki ismi tanıyor hale gelmişlerdir. 


Bana kalırsa, maalesef;  Mansur YAVAŞ ve Ekrem İMAMOĞLU isimleri, bugün gelinen aşamada,  ülkemizin ve CHP'nin geleceği adına umut ve avantaj olmaktan çıkmış ve potansiyel bir tehlike haline gelmiştir, kim ne derse desin bu bir gerçektir. 


31/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI


Özgür Özel Yine Dağa Fare Doğurttu
Sürekli okurlarım bilirler,  Özgür ÖZEL'e fazla yükleniyorum. Çok eleştiriyorum. 


Bir CHP seçmeni olarak,  aslında bundan ben de zevk almıyorum ve çok üzülüyorum. 


İnsan, çok sevdiği,  kendisinden çok şeyler beklediği kişileri,  en küçük bir hatasından dolayı dahi eleştirirler aslında. 


Eleştiri, kendisine güvenilen ve bu nedenle kendisinden olumlu çok şeyler beklenen, bu anlamda eleştiriyi hakeden kişilere yapılır. 


Ben kendisine güvenmediğim kendinden olumlu bireyler beklemediğim insanları eleştiriye değer bulmam, kendisinden eleştiri amaçlı dahi söz etmem. 


ERDOĞAN'ın;  yargıyı silah olarak kullanarak,  CHP ve CHP'li belediyelere yönelik mali kaynaklarına el koyma ve önemli ilçelerin başkanlarını tutuklatarak görevden alma eylemlerini peş peşe sıralamaya başladıktan ve özellikle Beşiktaş Belediyesi ile ilgili soruşturmaya ilişkin olarak,  'Turpların büyüğü heybede' sözlerinden sonra,  CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL;  televizyonlara çıkarak, bunun bir savaş ilanı olduğunu belirtmiş ve savaş ilanını görüyoruz ve kabul ediyoruz,  Cumhur İttifakı,  bizden alacağı yanıttan pek memnun olmayacak.  O sandık milletin önüne 2025'te gelecek.  Onların kanunsuz emirlerine uyanlar da onlar da yargı önünde hesap verecekler.  Bir protesto değil,  iktidara gelme, iktidarı devralma sürecinden bahsediyorum, adayımız hazır hodri meydan diyerek meydan okumuş ve yol haritasını açıklayacaklarını belirtmişti. 


Özgür ÖZEL'in;  partisine ve belediye başkanlarına yönelik bu haksız tutuklamalar ve görevden almalar ve bunların arkasının geleceğine ilişkin ERDOĞAN'ın beyanları karşısında,  bunu kendilerine yönelik savaş ilanı kabul edip bu savaş ilanını da kabul ettiklerini ve adaylarının hazır, seçime de hazır olduklarını ve bu beyanlarının alelade bir protesto olmayıp iktidara gelme ve iktidarı devralma sürecinin başlangıcı olduğunu açıklaması nedeniyle, biz kendisinden alışılmışın dışında toplumda büyük ses getirecek,  iktidarı hukuksuz eylemlerinden caydıracak önemde ve somut olağanüstü bir muhalefet strateji ve taktiklerini belirleyerek kamuoyu ile paylaşacaklarına inandık doğrusu.  


Ancak,  geçen hafta açıklanacakken Kartalkaya otel yangını nedeniyle, açıklanması bugüne ertelenen ve Özgür ÖZEL'in bugün grup toplantısında yaptığı konuşmadan;  ERDOĞAN'ın ilan ettiği ve kendisinin de görüp kabul ettiği politik savaşa ve bu savaşı kazanmaya dair, somut karşı strateji ve taktiklerini içeren bir yol haritası çıkmadı maalesef. 


Çıka çıka; hazır olduğunu açıkladığı Cumhurbaşkanı adaylarının henüz belirlenmediği ve hazır bir adaylarının olmadığı çıktı. 


Müjde olarak da, potansiyel iki Cumhurbaşkanı adayları olan İMAMOĞLU ve YAVAŞ başkanlarla,  adayın tüm kayıtlı  partililerin katılacağı ön seçimle belirlenmesi ve buradan çıkacak sonuca saygı duyacaklarına ilişkin olarak nihayet anlaşmış olduklarını açıkladı ve bu ön seçimin cazibesiyle aday belirlemede söz hakkı olmayı isteyenleri partiye üye olmaya davet etti, Nisan ayına kadar da süre istedi, bu furyada parti ilkeleriyle bağdaşmayan kafa yapısındaki truva atı cinsinden insanların partiye üye olarak aday belirleme sürecine zarar verme muhtemel riskini hiç düşünmediğini de gözler önüne sermiştir. 


ERDOĞAN'ın savaş ilanına karşı, Özgür ÖZEL'in cevabı; parti içinde büyük bir pürüz olan  cumhurbaşkanı adayını belirleme sorununu, ön seçimle aşacağız, sandık ve oy güvenliğini sağlayacağız müjdesi. 


Hayırlı olsun ÖZGÜR Başkan. Öyle güzel bir savaş yol haritası açıkladın ki; gerçekten bir hafta fazladan beklemeye değdi(!)


Özgür ÖZEL'in;  iddialı çıkışından sonra,  bugün açıkladığı,  ERDOĞAN'ın açtığı savaşa karşı, dağ fare doğurdu dedirten savaş strateji ve taktiklerinden sonra; sanırım ERDOĞAN rahatlamış ve heybedeki büyük turpları da teker teker çıkarmak için büyük bir moral ve cesaret kazanmış olmalıdır. 


28/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Bolu Belediyesine Haksızlık Yapmayınız
78 Vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan Bolu Kartal kaya otel yangınının resmi sorumlularını hala bulamadık maalesef.


Aslında sorumlular belli, en başta Turizm ve İçişleri Bakanlıkları.


İşi gücü rant olan AKP iktidarının temel polkası; yerel yönetimlerin, yani belediyelerin imar işleriyle ilgili izin ve denetim yetkilerini budayarak, bu yetkileri merkezi yönetime, yani ilgili bakanlıklara devretmesi olmuştur.


AKP iktidarı bu yetkileri kendi kontrolü altındaki bakanlıklarda toplarken, bu yetkilerden kaynaklı sorumlulukları, denetim yükümlülüklerini ise, üzerine almaktan ısrarla kaçınmaktadır.


Bu cümleden olarak, elinden gelse 78 vatandaşımızın yanarak feci şekilde ölmelerinin tüm sorumluluğunu, hiçbir yetki ve sorumluluğu olmayan Bolu Belediyesi ve itfaiyesinin üzerine yıkacak.


Neyse ki, Bolu Belediye Başkanı çok dişli çıktı da, başkanlığını yapmakta olduğu belediyeyi gerekçeleriyle çok güzel savunuyor ve gerçek sorumluları, hık mık demeden, açık ve net bir şekilde ilan ediyor. Kendisini ayakta alkışlıyor ve kutluyorum.


Bu vakitten sonra kimse Bolu Belediyesini doğrudan suçlayamıyor.


Ancak, bazı çatlak sesler; yangından yaklaşık kırk beş gün önce, otel yetkililerinin Bolu Belediyesi İtfaiyesinden otelin yangına karşı emniyetli olup olmadığına ilişkin rapor talep etmesi üzerine, Bolu Belediyesi itfaiye teşkilatının resen ve resmen  görevli ve yetkili olmamasına rağmen, talep ve istek üzerine, ihtiyari olarak otelde yaptığı inceleme ve kontrolleri sonucunda, incelediği on kalemden sekiz kalemde eksik tespit etmesi nedeniyle, otel yetkililerinin bu istemlerini geri çekmesinden sonra, bediyenin tespit ettiği yangın güvenliğine ilişkin eksikleri, en başta Bolu  Cumhuriyet Savcılığı olmak üzere yetkili mercilere bildirimde bulunmayı ihmal ettiği gerekçesiyle Bolu Belediyesinin de sorumlu olduğunu iddia etmektedir.


Evet, Bolu Belediyesi istek üzerine yaptığı ihtiyari kontrolde Kartal kayadaki otelde muhtemel bir yangında devreye girmesi gereken sekiz kalem eksik tespit etmiştir. Ancak otel yetkilileri isteklerini geri çektiği için bu rapor hukuki bir geçerlilik kazanmamıştır.


Bolu Belediyesi, otel yönetimine yetkili kuruluşlara ibraz edilmek üzere, otel yangına karşı her türlü tedbiri almıştır yangın riski yoktur, yangın güvenliği vardır şeklinde olumlu bir rapor da vermemiştir.


Evet Türk Ceza Yasasında bir 279.madde vardır ve bu yasa maddesinin başlığın da “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” yazılıdır.


Yasanın 279.maddesinin içeriğinde de; Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmü yer almaktadır.


Neymiş efendim? Bu yasa hükmüne göre; Bolu Belediyesi ve itfaiyesinin, göreviyle bağlantılı olarak öğrendiği ve yetkili makamlara yani savcılığa ve ilgili bakanlıklara ihbar etmekle yükümlü olduğu hususun; Türk Ceza Yasasında tarif edilen ve yaptırıma bağlanmış olan bir suçu oluşturuyor olması gerekiyor.


Bolu Belediyesi ve itfaiyesinin göreviyle bağlantılı olarak öğrendiği, fiilen çıkan ve gerçekleşen bir yangının derhal söndürülmesi ve/veya tehlikeli zararlı sonuçlarının önüne geçilmesine ilişkin emniyet tedbirlerinin alınmamış veya eksik alınmış olması hususları, Türk Ceza Yasasına göre bir suçu oluşturmamaktadır.


Türk Ceza Yasasının 171.maddesine göre, taksirle yangına neden olmak suç ise de; bu suçun oluşması için, taksirin neden olduğu bir yangının fiilen ortaya çıkmış olması zorunludur. Bu nedenle; henüz, ihbara konu olacak taksirle ortaya çıkan bir yangın da olmadığı için, Bolu Belediyesinin; tespit ettiği yangın güvenliğiyle ilgili alınmamış tedbirleri ilgili makamlara ihbar yükümlülüğü bulunmamaktadır.


Mevzuatı bilen Bolu Belediyesinin; otelin Turizm Bakanlığı tarafından denetlenerek, kendilerinin tespit ettikleri eksikliklerin, bakanlık tarafından da tespit edilerek bu eksikliklerin giderileceğine olan inancı da işin cabasıdır.


Koskocaman Turizm Bakanlığına görevini ve sorumluluğunu  hatırlatmak, görevlerini yapmayan otelleri jurnallemek, Bolu Belediyesinin görevi değildir.


26/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Uğur Mumcu
Uğur Mumcu'yu,  otuz iki sene önce bugün,  Ankara’daki evinin önünde uğradığı hain ve kalleş bir bombalı suikast sonucunda kaybettik. 


Aradan geçen bu otuz iki sene gibi uzun bir zamana rağmen;  onun,  suikast eylemini doğrudan ve fiilen  gerçekleştiren,  katil veya katillerini, yani aracına o bombayı fiilen yerleştiren veya yerleştirenleri,  kişi bazında belirleyip hak ettikleri cezayı veremedik. 


Ancak,  Uğur MUMCU'yu yok etmeye karar veren ve ona yönelik bu hain saldırıyı planlayarak uygulamaya koyanların kimler olduklarını; zihniyet olarak, benimsedikleri ideoloji ve fikir bazında çok iyi biliyoruz. 


Bunlar;  Uğur MUMCU ve onun gibilerinin yok edilmesinden yarar sağlayacak olan, Atatürk ilke ve devrimlerine, hukukun üstünlüğüne,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine, Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı olan,  tüm karşı devrimciler ve çıkar gruplarıdır. 


Bu itibarla, bize göre;  Sevgili Uğur MUMCU'nun otomobiline bombayı fiilen koyan veya koyanları yakalayarak hak ettikleri cezayı verememekten dolayı üzülmek yerine, bu hainleri yetiştiren, besleyen, sırtlarını sıvazlayan ve azmettiren karşı devrimcilerle mücadele ederek,  onları etkisiz kılmakla da,  Uğur MUMCU'ya olan vefa borcumuzu yerine getirmiş ve onu  katledenlere hak ettikleri cezayı vermiş olacağız. 


Çok iyi biliyoruz ki; esasen, onun fiili katillerini yakalayarak ceza vermekle yetinmek,  Uğur MUMCU'yu ve onu sevenleri asla mutlu kılmayacaktır. Bu nedenle, Uğur MUMCU'yu gerçekten seviyorsak, özlüyorsak, onun mezarında rahat uyumasını istiyorsak, bu ülke için yaptıklarının yarım kalmasını istemiyorsak, onu katleden bombayı elleriyle tutan ve Uğur MUMCU'nun aracına yerleştiren o zavallı maşa ve robotları değil,  o hain suikasta karar veren ve planlayan, onun gerçek katilleri olan perde arkasındaki, ancak  hepimizin malumu olan karşı devrimcilerle mücadele etmek, Atatürk devrim ve ilkelerine dayalı laik ve demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız. 


Uğur MUMCU'yu halkımızın çoğunluğu,  Cumhuriyet Gazetesinde köşesi olan ve makaleler yazan, kitaplar yayınlayan araştırmacı ve muhalif bir gazeteci olarak tanırlar.  


Uğur MUMCU; kitaplar ve köşe yazıları yazan, ülkemizin yetiştirdiği çok değerli araştırmacı bir yazar ve  gazeteciydi ama,  her şeyden önce Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, ülkesini seven, hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini yılmaz bir şekilde savunan,  iyi eğitim almış, Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş cesur bir hukukçu ve devrimciydi. 


Uğur MUMCU; ayrıca,  altmışlı yılların sonlarında ve 12 Mart muhtırası  öncesinde,  mezun olduğu Ankara Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Kürsüsünde  asistan olarak akademisyenlik yapmış olup,  bu satırların yazarı bendeniz de, Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci iken,  3. sınıfta okuduğumuz idari yargı dersinde onun öğrencisi olma şerefine ve mutluluğuna erişmiş bir kişiyim.  Bana, idari yargıyı sevdiren ve önemini kavratan,  idari yargı konusunda öğrendiklerimin tümünü,  Sevgili Uğur MUMCU'nun,  Danıştay kararlarından örneklerle uygulamalı olarak vermiş olduğu çok değerli anlatımlarına ve öğrettiklerine  borçlu olduğumu,  burada belirtmeyi, kendim için bir görev sayıyorum. 


Demokratik ve  laik cumhuriyetimize yönelik tehdit ve tehlikelerin had safhaya ulaştığı, laik devletin tamamen ortadan kalktığı, anayasanın rafa kaldırıldığı, Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararlarına dahi uyulmadığı, laik eğitime son verildiği,  Laik T. C. Devletinin resmi dini olmadığı halde, İslam dininin koruyuculuğuna ve savunmanlığına, yaygınlaştırılmasına soyunan, İslam dinini vatandaşlarına adeta dayatan, laik eğitimi İslam dininin tasallutu altına sokan, laik cumhuriyet okullarına cemaatleri ve imamları sokan protokollere imza koyan, ilk okul öğrencilerini camilerde eğitme ve zorla namaz kılmalarını sağlama hazırlığı içinde olan,  çağ dışı,  din ve düşünce özgürlüğünü tanımayan,  İslam dinini küçük beyinlere dayatan laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağında olduğu, yıllar önce Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescillenen bir iktidar tarafından yönetilen ülkemizin bugünkü koşullarında,  Uğur MUMCU'dan mahrum kalmış olmak,  bu ülkenin en büyük kaybı,  karşı devrimcilerin ise,  büyük kazancı olmuştur. 


Uğur MUMCU;  işte bu kayıp ve kazanç hesaplarını çok iyi yapan demokrasi ve laik cumhuriyet düşmanı ve karşıtı zihniyet tarafından acımasızca katledilmiştir. 


Demokratik ve laik, bağımsız Cumhuriyet karşıtlarının, karşı devrimcilerin, liboş ve döneklerin, her türden çıkar çevrelerinin korkulu rüyası, demokratik ve laik Cumhuriyetin yılmaz savunucusu, laik ve demokratik cumhuriyeti savunduğu mevzide uğradığı hain bir suikast sonucunda, vatanına yapmakta olduğu üstün hizmetleri yarıda bırakarak zamansız bir şekilde bizlerden koparılan güzel ve dürüst insan değerli hocam UĞUR MUMCU’yu, ölümünün otuz ikinci yıl dönümünde,  minnetle ve rahmetle anıyor, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine yaptığı katkıları nedeniyle;  kendisine,  ülkem ve şahsım adına,  sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum. 


Mekanın cennet olsun, nurlar içinde yat,  Sevgili Uğur MUMCU. 


24. Ocak. 2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Erdoğan'ın İmamoğlu’nu siyasetin dışına iteceğinden şüphesi olan var mı?
Beşiktaş Belediye Başkanının,  sudan sebeplerle,  hukuk dışı bir şekilde tutuklanarak belediye başkanlığından uzaklaştırılmasından sonra,  ERDOĞAN'ın; bu daha Bir şey değil,  asıl turpun büyüğü heybede diyerek,  açık ve net bir şekilde İMAMOĞLU'nu işaret edip hedef göstermesinden sonra, sanırım, İMAMOĞLU'nun da saf dışı yapılarak,  siyasetin dışına itileceğine kesin gözüyle bakabiliriz. 


İMAMOĞLU'nun 2019 seçimlerinde AKP adayını saf dışı bırakarak asıl rakibi olan EDOĞAN'a karşı seçim zaferi kazanarak belediye başkanı seçilmesinden sonra, ERDOĞAN tarafından hedef tahtası haline getirildiği,  bilinen bir gerçektir. 


O zaman, İMAMOĞLU'nun; derhal,  CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenerek kamuoyuna açıklanmasından doğal ne olabilir?


Neymiş efendim, erken açıklanırsa aday yıpratılırmış, güldürmeyiniz beni, İMAMOĞLU zaten ilk seçildiği 2019 yılından bu yana ERDOĞAN tarafından yıpratılmakta kendisine devamlı vurulmaktadır. Burada önemli olan yıpratmaya yönelik hamleler değildir, bu hamlelere karşı koyabilmek, dimdik ve alnı açık bir şekilde ayakta kalabilmek, bu gücü ve yeterliliğe sahip olmaktır. 


Bazen hedef tahtasına konmak ve yıpratıcı darbelere maruz kalmak, yıpratılmak istenen kişi tarafından fırsata dönüştürülebilir, o kişi bu sayede gizli melekelerini ve özelliklerini açığa çıkarma imkanı bulur ve bu hamlelere karşı dik duruşu ve karşı hamleleri,  onun değerini ve kıymetini,  potansiyel gücünü ve kabiliyetlerini ortaya çıkarır. O kişiyi,  savaşçı yapar ve bu politik savaş gücüne güç katar, tüm kamuoyu da onu izler ve onun gerçek değeri hakkında kesin kanıya ulaşır. 


2019 seçimlerine kadar hiç tanınmayan İMAMOĞLU da,  işte bu şekilde,  gerçek gücünü, politik başarısını, mücadeleci ruhunu, liderlik vasıflarını,  cesaretini,  azmini,  tuttuğunu koparan lider kimliğini kamuoyuna gösterme imkanını bulmuştur. Tüm yıpratmalara rağmen ayakta kalmayı başarabilmiştir. Daha neyini yıpratacaklar. 


İMAMOĞLU'nun;  ERDOĞAN tarafından,  kendisi için tehlikeli bir lider ve Cumhurbaşkanı adayı olarak görülüp kabul edilmesi ve bu nedenle başının yenilmesinin istenmesi ve bunun da,  turpun büyüğü heybede şeklinde kamuoyu ile paylaşılmasından sonra, yargı kullanılarak siyasetin dışına itileceğine kesin gözüyle bakılan İMAMOĞLU; henüz saf dışı edilmeden ve derhal Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklanmalı ki; şayet,  başına bir şeyler gelir de siyasetin dışına itilirse, ERDOĞAN; siyaseten kendisine çok tehlikeli bir rakip olarak gördüğü İMAMOĞLU'ndan çekinerek onu saf dışı bırakmak zorunda kaldı  denebilsin ve bu durum,  seçmen nezdinde ERDOĞAN'ın eksi hanesine yazılabilsin, İMAMOĞLU'na yönelik bu haksız mağduriyetten seçimlerde yararlanılabilsin. 


Henüz Cumhurbaşkanı adaylığı belirlenerek kamuoyuna açıklanmamış, aday adaylarından sadece birisi,  muhtemel bir Cumhurbaşkanı adayı İMAMOĞLU'nun yargı eliyle siyasetin dışına itilmesinin,  ERDOĞAN yönelik halk ve seçmen nezdindeki olumsuz etkilerinin daha sınırlı olacağı,  asla unutulmamalıdır. 


Şimdi, bazı okurların anayasaya göre ERDOĞAN'ın üçüncü kez aday olma hakkı yok ki,  diye itiraz ettiklerini duyuyorum. Bu ülkede her şey olur. ERDOĞAN çok kararlı, İbrahim TATLISES'e adaylığa varım dedi biliyorsunuz,  anayasaya rağmen aday olacak. Biliyorsunuz adaylık konusundaki son kararı Yüksek Seçim Kurulu veriyor ve kararı da kesin. Bilmem anlatabildim mi? 


Özgür ÖZEL ve ekibi;  aklınızı başınıza devşirin ve derhal düğmeye basın. 


Bakalım ERDOĞAN mı acele davranacak,  yoksa Özgür ÖZEL mi?


20/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Chp Cumhurbaşkanı Adayını Derhal Açıklamalı Ve Bu Da İmamoğlu Olmalıdır
Mayıs. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde,  kim ne derse desin,  doğal ve doğru olanı genel başkan KILIÇDAROĞLU'nun aday olmasıydı. 


Ancak, sonuç umulan gibi olmayınca,  herkes KILIÇDAROĞLU'nun yanlış aday olduğunu savunmaya başladılar. Seçim mağlubiyetinin tek sorumlusu olarak KILIÇDAROĞLU suçlandı. Aslında seçim mağlubiyetinin başka birçok nedenleri vardı. Bu nedenlerin en başında, altılı masayı devirenler, Türk vatandaşı ve seçmen yapılan ve oylarını blok halinde ERDOĞAN'a veren en başta Suriyeliler olmak üzere milyonlarca sığınmacının oylarıydı. Kimse sığınmacı oylarının seçim sonuçlarına olan olumsuz etkilerini dikkate almadı. 


Seçimi kaybetmenin bir nedeni de,  KILIÇDAROĞLU'na rağmen, Cumhurbaşkanlığı adaylıkları parlatılan İMAMOĞLU ve YAVAŞ faktörleriydi. Öyle ki, CHP seçmenleri dahi adaylık konusunda bölünmüş, bazıları KILIÇDAROĞLU'nun adaylığını kabullenmedikleri gibi,  İMAMOĞLU'cu ve YAVAŞ'cı gibi bölünmeler de olmuştu. İşte bu bölünmüşlük ve olumsuzlukların tümü,  KILIÇDAROĞLU'nun kazanması gereken seçimi kaybettirmiştir. 


Neyse, şimdi önümüze bakalım ve  gelecek seçime odaklanalım. 


Korkarım ki; 2023 seçimlerinde çıbanbaşı olmuş olan İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ın adaylıklarına ilişkin ikilem ve çekişme,  önlem alınmazsa , önümüzdeki seçim için de çıbanbaşı olacak ve seçim sonuçlarına olumsuz etki yapacaktır. 


Bu nedenle partinin yetkili kurulları şimdiden ve derhal bu çekişmeye kesin olarak son verecek kararı almalı ve adayı belirleyerek kamuoyuna açıklamalıdır. 


Bize göre bu karar da; adayımız İMAMOĞLU olarak belirlenmiştir şeklinde olmalıdır. 


Evet Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur YAVAŞ da en az İMAMOĞLU kadar değerli ve başarılı bir belediye başkanıdır ama, belediye başkanı olarak başarılı olmak Cumhurbaşkanı adayı olmak için tek neden olmamalıdır. Biz aydın bir seçmen olarak,  her iki başkanı da yıllardan beri izlemekteyiz, bize göre İMAMOĞLU bir adım öne çıkmaktadır, İMAMOĞLU'nun siyasetçi kumaşı,  YAVAŞ'ın çok ötesindedir,  YAVAŞ bir belediye başkanı olarak,  beldesine ve belde halkına iyi hizmetler yapan bir bürokrat kimliğini aşan, belediye başkanlığı kabuğunun dışına çıkan siyasi bir kişilik sergileyememiş, belediye hizmeti dışına taşan bir beyan ve icraat ortaya koyamamış, siyasi bir inisiyatif sergileyememiş, bu konularda seçmende olumlu bir kanaat doğuramamıştır. 


İMAMOĞLU, belediye başkanı olarak, en az Mansur YAVAŞ kadar  iyi hizmetler verdiği gibi, tuttuğunu koparan,  temsil ettiği belde halkının ve kendinin haklarını cesurca savunabilen, siyaseten mücadele yapabilen, belediye hizmetlerinin ve bürokrat kimliğinin ötesinde  siyasi kanaatlerini çekinmeden ortaya koyabilen, kendisine kaybettirilmek istenen seçimlere ve oylarına sahip çıkabilen,  mücadeleyi asla bırakmayan, içerik ve hitabet olarak çok iyi konuşabilen, ikna kabiliyeti yüksek,  halkı arkasından sürükleyebilen, halkına güven veren, sıfatı ne olursa olsun kendisine yönelik haksızlıkları yapan kişilere hak ettikleri cevapları korkusuzca verebilen, haklı veya haksız 2023 seçimlerinde KILIÇDAROĞLU'nun başarısızlığını açıkça ve çekinmeden dillendirebilen ve partide değişim sürecini başlatacak kadar cesur ve medeni cesaret sahibi, uluslararası münasebetlerde başarılı ve daha çok tanınan,  yabancı dil bilen ve Mansur YAVAŞ'a göre daha genç ve enerjik bir kişidir. 


Bu itibarla, derhal, Cumhurbaşkanı adayımız İMAMOĞLU'dur kararının alınarak açıklanması; İMAMOĞLU ve YAVAŞ çekişmesine son vereceği gibi, ERDOĞAN'ın CHP Belediyelerine yönelik operasyonlarının,  turpun büyüğü heybede diyerek veciz bir şekilde açıkladığı gibi,  İstanbul Büyükşehir Belediyesine ve başkanı İMAMOĞLU'na sıçramasının önüne geçecek veya en azından  bu operasyonu güçleştirecektir.  


ERDOĞAN; İBB Başkanı sıfatına ilaveten ana muhalefet partisinin Cumhurbaşkanı adayı olan İMAMOĞLU'nu yemekte,  zorlanacaktır. 


Tüm bunlara rağmen, ERDOĞAN;  heybedeki büyük turp olarak İMAMOĞLU'na bir operasyon yapar ve onu siyaset dışına iterse, artık bir belediye başkanını değil,  CHP'nin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayını,  rakibi olmasından korktuğu için  siyasetin dışına itmekle suçlanacak, İMAMOĞLU'nun adaylığı,  bu şekilde engellense dahi,  CHP'nin İMAMOĞLU'nun yerine göstereceği aday; her kim olursa olsun,  ERDOĞAN tarafından yargı silah olarak kullanılarak siyaset dışına itilen ve adaylığı engellenen İMAMOĞLU'nun muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenip açıklanmasından dolayı CHP'nin kazanacağı sempati ve sinerjiden yararlanmaya devam edecektir.  


Evet,  CHP derhal yetkili organlarını toplayarak,  İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını belirleyerek kamuoyuna açıklamalıdır. Sonrasını ERDOĞAN düşünsün.


20/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

İşimiz Gerçekten Çok Zor
Halkımızın işi gerçekten çok zor. 


İş başındaki tek adama dayalı saray yönetimi; 


Devletin kamu gücünü ve yasaların tüm yetkilerini eline geçirmiş, devletin mali olanaklarını, örtülü ve örtüsüz ödeneklerini istediği gibi ve istediği yerlerde sorumsuzca kullanabilmekte, 


Hiçbir makama ve kendisini seçen seçmenlere hesap verme gibi bir isteği ve sorumluluğu bulunmamakta, 


Anayasaya, yasalara ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamakta, 


Seçimle yenemediği ana muhalefet partisinin başarılı belediye başkanlarını itibarsızlaştırarak, asılsız iddialarla haklarında soruşturma açtırarak görevden alıp yerlerine kayyumlar atayarak halkın iradesini hiçe saymakta, 


CHP'li Esen yurt ve sonrasında Beşiktaş Belediyelerine operasyonlar düzenleyerek çemberi daraltmak suretiyle,  İstanbul Büyük Şehir Belediyesini de seçimsiz ele geçirmek için emin adımlarla ilerlemekte, 


Yumuşama ve normalleşme uğruna sarı öküzü iktidara teslim eden ve yerel seçim mağlubiyetiyle bunalmış ve moralsizleşmiş iktidara,  normalleşme ve yumuşama politikalarıyla yanaşarak can suyu olan ve eline geçirdiği moral üstünlüğü iktidara kaptıran ana muhalefet partisi CHP;  yapılan bu kanunsuzluklara karşı sadece laf üreterek halkı peşine takıp etkili ve sonuç alıcı demokratik hiçbir eylemi ortaya koyamamakta, 


Tüm bu yasadışılıklara karşı anayasal protesto ve eleştiri haklarını kullanmaya kalkan insanları anında teröristlikle, Fetöcülükle ve darbe girişimciliğiyle suçlamakta, polis barikatlarıyla gösterileri başladığı gibi engellemekte, tüm bu antidemokratik ve yasa dışı icraatlarına rağmen,  400 milletvekili oyundan yoksun muhalefetin, Yüce Divan yolunu işletememesinden  yararlanarak,  sorumsuz anayasa ve yasa dışı icraatlarına korkusuzca devam etmekte, 


Halkın tek kurtuluşunun seçimler olduğu, seçimlerin de henüz ufukta görülmediği, tüm bunlardan güç alarak  kontrolsüz güç haline gelen bir siyasi iktidar. 


İşimiz gerçekten çok zor. 


Demokrasi;  çok güzel, erdemli bir rejim, kabul. 


Tek kusuru,  çok saf ve temiz olması, kolay aldatılması ve demokrasi karşıtlarını kendi demokratik koşulları içinde kolay iktidar yapmasına rağmen, kendisini ele geçiren demokrasi karşıtlarından  kurtulması için imkanlarının çok sınırlı ve sabırlı olması. 


Demokrasiye inanan ve saygı duyan bizler de, demokrasiye olan saygımızı yitirmeden, büyük bir sabırla sandığı bekleyeceğiz.


14/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Bazı Kavramları Yerli Yerine Oturtmak Gerekiyor
Anayasamızın;  değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan devletimizin şekline ilişkin 1. maddesine baktığımızda;  “Türkiye Devleti  bir Cumhuriyettir” hükmünün yer aldığını,  yine değiştirilemez olan 2. maddesinde de Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken maddenin ilk cümlesinin: ”Türkiye Cumhuriyeti. . . . ”şeklinde başladığını görürüz. 


Anayasanın bu önemli vurguna dikkat çekmemizin nedeni;  Türkiye Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ibarelerinde yer alan “Türkiye” tabirinin, anayasal bir kavram olduğunu ifade etmektir. 


Demem o ki; örneğin,  “Türkiye halkı”, ”Türkiye vatandaşı” diye başlayarak söylenecek veya yazılacak olan cümleler,  üniter devlet yapısını, milli birlik ve beraberliğimizi, devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu söz ve kavramlar olmayacaktır.  


“Türkiye Devleti” tanımlaması doğru bir tanımlama olup, vatandaşlarını ağırlıklı olarak Türk ve Kürt etnik kökeninden gelen insanların teşkil ettiği devletimizin;  Türk etnik kimliğine vurgu yapan ve Türk etnik kimliğini öne çıkaran ve sadece Türk etnik kimliğine sahip insanlara ait bir Türk Devleti olmayıp, coğrafi adı Türkiye olan bugünkü ülke sındılarımız içinde ATATÜRK tarafından kurulan ve kaderde, tasada ve kıvançta ortak bir şekilde,  ağırlıklı ve çoğunluk olarak Türk, Kürt ve sayıları daha az olan sair etnik kökenden gelen insanların vatandaş olarak yaşadıkları bir devlet olduğunu ifade etmektedir. 


Bu gerçeğe rağmen Anayasa ve yasalarımızda; örneğin,  anayasanın 66. maddesinde,  sayı üstünlüğüne dayalı olarak etnik kökene çağrışım yapan ve Türk vurgusunu öne çıkaran kavramların yer alması,  özellikle Kürt etnik kökenli vatandaşlarımızda ortak devletimize olan aidiyet duygularını zayıflatan bir hassasiyete yol açmakta ve onların ayrılıkçı duygularını kabartmaktadır. 


Bu nedenle, özellikle Kürt etnik kimliğinden gelen vatandaşlarımızı rahatlatmak,  gereksiz yanlış anlamalarını ve  hassasiyetlerini gidermek   ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine olan aidiyet duygu ve bağlarını güçlendirmek amacıyla, bazı kavramlara esneklik ve netlik kazandırmak için bazı kavramlara yeni tanımlamalar yapmak,  zaruret haline gelmiştir. 


Bu bağlamda, Devletimiz; ”Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak ifade edilmeye devam edilmelidir. 


Türkiye; Devletimizin üzerinde kurulu olduğu toprak unsuru ve toprak parçası olan  ülkemizin coğrafi adı olarak anlamlandırılmalıdır. 


Türk; Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ve ülkesinde yaşayan,  devletin insan unsuru olan milleti oluşturan Türk etnik kimlikli insanlarımızı, Türk etnik kimlikli vatandaşlarımızı ifade etmek amacıyla kullanılmalıdır.  


Kürt; Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayan devletin insan unsuru olan milleti oluşturan Kürt etnik kimlikli insanlarımızı, Kürt etnik kimlikli vatandaşlarımızı ifade etmek amacıyla kullanılmalıdır. 


Bir etnik kimliğe vurgu yapan Türk vatandaşı kavramı yerine, devletimizle, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle iletişim, aidiyet ve bağ kuran,  Türkiye Vatandaşı ve Türkiye halkı kavramı getirilmeli, Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan, Türk, Kürt ve sair etnik kimliklere mensup tüm insanlarımızın her birini ifade etmek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı, kısaca Türkiye vatandaşı, Türkiye Halkı kavramı kullanılmalıdır. 


Sıklıkla “Türkiye Halkları” denildiğine tanık oluyoruz. Bir ülkenin ve devletin tüm vatandaş topluluğunu ifade eden ve tüm etnik kimlikleri kapsayan “Türkiye Halkı” kavramına evet, ama;  “Türkiye Halkları” kavramı, bize göre yanlış, maksatlı ve bölücü amaçlarla kullanılmaktadır. Türkiye Halkı da, çoğul ve kapsayıcı bir kavram olup,  değişik etnik kökenleri içeren tüm vatandaşlar topluluğunu ifade etmektedir, Buna rağmen, çoğulun da çoğulu olan “Türkiye Halkları” bize göre iyi niyet içermemektedir. Maksat bağcıyı dövmek değil de üzüm yemekse, sadece Türk etnik kimliğine mensup vatandaşların ötesinde Türkiye Devletinin her ırktan vatandaşlarını kapsayan  “Türkiye Halkı” kavramı kullanılmalıdır. 


Bize göre özellikle Kürt etnik kimliğinden gelen vatandaşlarımızın rahatsızlığına neden olan Anayasanın 66. maddesinde yer alan hüküm değiştirilmeli ve “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” yerine,  “Türkiye Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türkiye vatandaşıdır ”hükmü getirilmelidir.  “Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür” hükmü, ”Türkiye Vatandaşı babanın veya Türkiye vatandaşı ananın çocuğu da Türkiye vatandaşıdır” şeklinde değiştirilmelidir. Türk ananın veya Türk babanın çocuğu tabi Türk’tür,  bunu anayasaya yazarak ayrıca vurgulamanın,  bazı çevrelerde hassasiyete sebep olması dışında hiçbir faydası ve gereği yoktur. 


Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen Anayasamızın 3.  maddesinde yer aldığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi dilinin Türkçe olmasına halel gelmemek üzere, Okul öncesi ve lise öncesi sekiz yıllık temel eğitimde,  resmi dil olan  Türkçe ile zorunlu eğitime devam edilmeli, ancak eğitimin sonraki aşamalarında, değişik etnik kimliklere mensup Türkiye devleti vatandaşlarının kendi  ana dillerinde eğitim veren özel okulların açılmasına olanak sağlanmalıdır. 


Bizce doğrudan Türk etnik kimliğine vurgu yapan kavramlardan uzaklaşmak, milli duygularımızı zayıflatmayacağı gibi, bu ülkede yaşayan ve bu ülkenin vatandaşı olan değişik etnik kimliklerden gelen insanlarımız arasındaki bağı ve tesadünüdü artırmaya yardımcı olacak ve bu ülkede hiç kimse kendisini yabancı olarak hissetmeyecek, herkes ülkesine sahip çıkacaktır.


12/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Asıl Sorun Demokratik Hak Ve Özgürlüklerin Tesisi Sorunudur
Ülkemizde yıllardan beri Kürt sorunu gündemde tutulmakta ve tartışılmaktadır. 


Sormak lazım. Bu ülkede Kürt sorunu var da,  Türk sorunu yok mudur?


Ülkemizin,  gözden kaçırılan,  asıl ve öncelikli sorunu;  etnik kökeni ne olursa olsun,  insanlık ve vatandaşlık sorunudur, Kürt olsun,  Türk olsun veya başka bir etnik kökenden gelsin, insanlarımızın demokratik hak ve özgürlükleri sorunu vardır ülkemizde. Bu sorun çözüldüğünde; demokratikleşme sağlandığında,  hak ve özgürlükler tam anlamıyla tesis edildiğinde;  inanın,  Kürt sorunu da büyük ölçüde ve  kendiliğinden ortadan kalkacak veya en azından,  varsa bir Kürt sorunu, bu sorun daha bir netlik kazanacak, berraklaşacak ve çözümü çok kolaylaşacaktır. 


Türkiye Cumhuriyetinin insani unsuru olan Türk Milleti; Türk üst kavramıyla ifade edilen ve Türkiye ülkesini çoğunluk itibariyle oluşturan,  Türk ve Kürt etnik kökenli insanların  başını çektiği değişik etnik kökenli insanlardan oluşmaktadır. 


Bu ülkede; Çanakkale’de ve Kurtuluş savaşında emperyalist ülkelere karşı omuz omuza birlikte savaşarak bu ülkenin kurtuluşu ve devletimizin kuruluşunda eşit pay sahibi olan Kürt ve Türk etnik kökenli insanlarımız arasında en küçük bir sorun yoktur. Kürt ve Türk halkı; yıllarca  kız alıp kız vermiş, ırkları karışmış,  yıllarca barış ve huzur içinde birlikte yaşamış adeta etle tırnak haline gelmiştir. Bize göre, Kürt ve Türk insanının,  sorunsuz bir şekilde ve birlikte barış içinde yaşayabilmeleri çok önemli ve değerlidir. İşte biz bu nedenle;  asıl sorunun,  hem Türk'ü,  hem de Kürt'ü ilgilendiren ve ortak sorun haline gelen demokratik hak ve özgürlükler sorunu olduğunu savunuyor ve öncelikle bu soruna çözüm bulunmasını istiyoruz.  


Bize göre, asıl ve değerli olan olan özellik;  etnik köken olmayıp, etnik kökeni ne olursa olsun tek değer,  salt insandır. İnsana,  etnik kökenine göre değil, insan olduğu için verilen değer, insan olduğu için tanınan hak ve özgürlükler temel alınmalı ve ülkemizde bırakınız Kürtleri, acaba etnik kökeni Türk olan insanlarımız;  yeteri kadar özgür mü, demokrasinin nimetlerinden hak ve özgürlüklerinden yeteri kadar yararlanabiliyorlar mı,  gayrisafi milli hasıladan eşit bir şekilde hak ettikleri payları alabiliyorlar mı, fırsat eşitliğinden yararlanabiliyorlar mı, düşünce ve düşünceyi açıklama, toplantı ve gösteri yürüyüşü,  protesto ve eleştiri hakları, basın özgürlüğü gibi anayasal klasik haklarını özgürce kullanabiliyorlar mı, konut dokunulmazlığı,  seyahat özgürlüğü, eğitim hakkı, insanca yaşam, sağlık hizmetlerinden yararlanma,  çalışma hakkı gibi soyut ve klasik hak ve özgürlüklerini yaşama geçiren sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklere sahipler mi, ülkenin kalkınmasına yönelik yatırımlar; bölgelerarası eşitsizliği ortadan kaldıracak şekilde tüm ülke geneline ve dolayısıyla tüm insanlarımıza dengeli bir şekilde dağıtılabiyor mu, vergi yükü insanlarımızım ekonomik güçlerine göre adil ve dengeli bir şekilde pay edilebiliyor mu? Maalesef hayır. Tüm bu haklardan yoksunluk,  Türk ve Kürt kökenli olalım hepimiz için geçerli, bu haklardan yoksun olan insanlar mutlu olabilir mi? Diyelim ki; ÖCALAN çağrı yaptı ve PKK kendini fes etti, terör sıfır oldu, ÖCALAN affedildi, tüm bu sorunlar kendiliğinden çözülecek mi, terörle mücadeleye harcanan paralar; itibara, israfa,  yandaş şirketlere ve vakıflara transfer edilmeyerek ülkenin dengeli bir şekilde kalkınmasına ve halk yararına saf edilecek mi?


Hiç zannetmiyoruz. 


Bu nedenle;  Kürt sorununu tartışıp halletmeye çalışmadan önce; etnik kökenleri Kürt, Türk, Ermeni, Rum, Yahudi, Laz. Boşnak ve sair her ne olursa olsun,  Türk Milletini oluşturan ve her biri birbirleriyle  eşit insanlarımızın;  yukarıda belirtmeye çalıştığımız,  etnik kökenlerinden bağımsız, insan olarak sahip oldukları demokratik hak ve özgürlüklerinin öncelikle hayata geçirilmesi, bunları sağlayacak demokratik ve özgürlükçü bir yönetim sisteminin tesis edilerek uygulamaya sokulması zorunludur. 


Ülkemizde gerçek bir demokratikleşme, hak ve özgürlüklerin tesisi, kalkınmadaki bölgelerarası eşitsizliklerin ve dengesizliklerin giderilmesi ve yukarıda belirtmeye çalıştığımız sair sorunların çözülmesi ve giderilmesine rağmen;  yine de Kürt kökenli vatandaşlarımızı mutlu etmeyen, ancak üniter yapımzı, bölünmez bütünlüğümüzü,  birlik ve beraberliğimizi bozmayacak bazı sorunlar kalır ise; arta kalan bu sorunların  tesbit ve çözülmeleri daha da kolaylaşacaktır.


10/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Demokrasi
Demokrasinin olmazsa olmaz bazı koşulları ve ilkeleri vardır. 

Ben demokratım, meşru seçimlerle iktidara geldim, herkes bana ve iktidarıma saygı göstermelidir deme hakkına sahip olabilmek için, demokrasinin olmazsa olmaz asgari müştereklerini, ilkelerini ve koşullarını içselleştirmek ve bu ilkelere uygun davranarak, demokrasiye saygılı olmak zorundasınız. 


Ben, sadece kendime demokratım, demokrasi sadece benim için vardır,  diyemezsiniz. 

Aksi halde,  size ve iktidarınıza kimse sahip çıkmaz ve saygı göstermez, milleti demokrasiden soğutursunuz, her demokratik ve iyi niyetli eleştiriyi kendinize darbe girişimi olarak görürsünüz, korkarsınız, kendinizi koruma altına alırsınız, halkın içine çıkamazsınız,  iktidarda olmanın hazzını duyamazsınız, her an düşürüleceğim endişesi ve  korkusu içinde yaşarsınız, huzursuz olursunuz ve bu nedenle,  despot ve diktatör olursunuz, iktidarınızı sürdürebilmek için,  millete her türlü kötülüğü ve zulmü yaparsınız.   


Nedir o temel ilke ve koşullar?


Öncelikle söyleyelim, sadece ve tek başına seçim ve sandık,  demokrasinin olmazsa olmaz ilkesi ve koşulu değildir. Evet, seçimler; demokrasinin zorunlu bir koşuludur ama,  tek ve yeterli koşulu değildir. 

Mesela, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilen öncü ülkelerden olmamıza rağmen, İngiltere’de kadınların seçme ve seçilme hakları yokken de, İngiltere’nin demokrasinin beşiği olduğu gerçeğini yadsıyabilir miyiz?


Ülkemizde; kadınların seçme ve seçilme hakları var da,  ne oluyor sanki?


Ülkemizde; hala,  kadınların yaşam hakları, can güvenlikleri yok, yılda binlerce kadın,  göz göre göre katlediliyor ve/veya sakat bırakılıyor. 


Demokrasinin en temel ilke ve koşullarından birisi;  seçimler kadar, insanların ve özellikle de kadınların yaşam haklarının, can güvenliklerinin güvence altına alınmasıdır. 


En başta düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, insanların özgür olmaları, demokrasinin olmazsa olmaz ilk koşullarından biridir. 


Demokrasi;  çoğulcu bir rejimdir, çoğunlukçu değil. 


Demokrasilerde, seçimleri kazanamayan, azınlıkta kalan,  parlamentoya yeteri kadar veya hiç temsilci gönderemeyen insanların düşüncelerine ve isteklerine de saygı duyulur ve parlamentoda yasalar yapılırken  onların düşüncelerine de mümkün olduğunca yer verilir, görüşleri alınır. 


Demokrasilerde; seçim kazandım,  öyleyse ülkeyi istediğim gibi, kural dışı yönetirim diyemezsiniz. 


Seçimlere,  mevcut anayasa ve temel yasalara, özgürlüklere saygı göstermeyi taahhüt ederek giren siyasi partiler, seçim kazanarak iktidar olduklarında, bu taahhütlerine uygun olarak ülkeyi yönetmek ve yasa çıkarırken,  anayasa, temel yasalar ve özgürlüklere uygun yasa çıkarmak zorundadırlar. Seçim kazandıktan sonra,  oyunun temel kurallarını keyfinize göre değiştiremezsiniz. 


Demokrasiler; ben yaptım oldu, çoğunluğuma güvenerek anayasaya ve özgürlüklere aykırı yasa yaparım,  kişilerin, özellikle muhaliflerin,  anayasa ile güvence altına alınan  düşünce ve düşünceyi açıklama, silahsız ve barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü ve protesto haklarına engel koyarım, yandaşlarımın ise,  istedikleri yerde yürümelerine ve gösteri yapmalarına izin verir ve göz yumarım, muhalif medyayı sustururum, yandaş medyaya ses çıkarmam,  devletin tüm reklam gelirlerini yandaş medyaya vererek onlara ekonomik destek sağlarım, Anayasa Mahkemesinin işime gelmeyen  kararlarına uymam, kime ne beni halk seçti diyebilme hadsizliğinin ve pervasızlığının uygulamaya konulabileceği bir rejim değildir. 


Demokrasiler; herkesin, anayasa ve yasalar çerçevesinde hareket etmesini,  hadlerini bilmesini, ayaklarını denk almasını gerektiren ve zorunlu kılan bir rejimdir. 


Demokrasiler; güçler ayrılığının, parlamentonun güçlü, etkin ve yürütmeyi denetleme yetkilerinin bulunduğu, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu, bu nedenle herkesin yargının  kararlarını doğru bulduğu, saygı gösterdiği ve bu kararlara uyduğu bir rejimin adıdır. 


Demokrasiler; benden sonrası tufan diyerek,  ülkeyi ve ülkenin düzenini allak bullak etme, sadece kendi politik çıkar ve ikbalini düşünme rejimi değildir. 


Demokrasiler;  bir samimiyet ve  kültür rejimi olup, işlevini yerine getirebilmesi ve yaşayabilmesi için,  kültürlü, samimi ve  demokrasinin ilkelerini içselleştirmiş insanların iş başına gelmelerini zorunlu kılan bir rejimdir. 


Demokrasiler; seçimle gelinen iktidardan,  yine seçimle uzaklaşılabileceğini bilme ve buna hazırlıklı olma, yeri geldiğinde koltuğu bırakmayı hazmedebilme , iktidardan düşünce de iktidar günleri gibi huzurlu kalabilme, iktidardan düşmemek için her yolun mubah sayıldığı, yok edilmesi göze alınamayacak, ne pahasına olursa olsun canına kıyılamayacak kadar güzel, erdemli ve asla vazgeçilemeyecek bir rejimdir. 


Demokrasiler; milletin,  seçimlerden seçimlere söz haklarının olduğu, seçimlerden sonra, iktidarı denetleme,  iktidara yol gösterme, fikir ve düşüncelerini, eleştirilerini açıklama gibi, söz haklarının olmadığı, seçimi kazanıp iktidar olanların,  öbür seçime kadar, beş yıl boyunca,  halkın sesini duymamak için kulağının üzerine yattıkları bir rejim değildir. 


Demokrasiler; çoğulcu özelliğine göre, azınlığın da söz haklarının olduğu bir rejimdir. Güzelliği de buradan gelir. 


Demokrasiler; insanlarının,  bilinçli ve örgütlü oldukları bir rejimdir. İnsanlar,  ferden olduğu kadar,  Barolar, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi demokratik baskı grupları marifetiyle seslerini duyurabildikleri, uyarılarıyla iktidara katkı sunabildikleri, azınlığın da,  millet ve  ülke yararına olan fikir ve önerilerine değer verildiği bir rejimdir. 


Demokrasiler;  çoğunluğun,  azınlıkla uzlaşabildiği, iktidarıyla muhalefetiyle herkesin mutlu olduğu, inatlaşmanın değil, uzlaşmanın hakim olduğu bir  rejimdir. 


Demokrasiler;  iktidarla muhalefetin;  ülkenin rantını aralarında paylaşma değil, halkını mutlu etme ve  halka hizmette yarışma rejimidir. 


Demokrasiler; iktidarın, millete karşı şeffaf ve hesap verebilir oldukları şeffaf ve açık bir rejimdir. 


Ülkemizin bugün içinde bulunduğu vaziyete bir baktığımızda,  ülkemizde demokrasi vardır diyebilir misiniz?


Ülkemizi demokrasiden yoksun bırakan, demokrasimizi temelden yok eden  AKP iktidarına ve iktidarın  anayasa dışı eylem ve icraatlarına sessiz kalarak iktidara katkı sunan;  en başta aydınlarımız, üniversitelerimiz,  barolarımız, her türden sivil toplum kuruluşlarımız olmak üzere; demokrasiye,  yine demokratik yollarla sahip çıkmayan halk kesimine yazıklar olsun. 


05/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Mezarlık yolunda
İki yıl önce kaybettiğim rahmetli eşimi hiç rüyamda görmüyordum. 2024 ün son günü 31 Aralık’ta ilk kez eşim Gülhan’ı rüyamda gördüm. Olanları sizinle paylaşmak istedim.

Rüyamda kalabalık bir yerdeyiz, rahmetli eşim Gülhan bana şöyle diyordu: “Bana hiç gül getirmiyorsun” diyordu. Sabahleyin bu gül istemek de neyin nesi diye söylenerek uyandım. Ruhuna bir Fatiha okudum, muhtemelen benden ziyaret dua istiyor diye söylendim. Hemen kahvaltıdan sonra mezarlığa gitmeye karar verdim. İlk çiçekçiden bir gül alıp mezarlık yoluna yöneldim. Karşıyaka Mezarlığına EGO otobüsü Demetevler Hastane durağından kalktığını biliyordum. Metrodan çıkıp o duraklara doğru yürüdüm. 

Duraktaki yaşlı adam

Arabam olmadığı için Karşıyaka Mezarlığına otobüsle gidecektim, orada o yöne giden otobüsleri sordum, duraktakiler “EGO 220 gidiyor” dediler. Otobüs beklemek için durağa geldim, duraktaki bankta benden yaşlıca bir adam elinde bastonu yanında bir küçük bir torbası ile oturuyordu, ben de selam vererek onun yanına oturdum. Bir süre sonra mezarlığa gidecek olan 220 numaralı EGO otobüsünü bindik. O yaşlı adamla otobüste de yan yana oturuyorduk. Benim bir taktiğim vardır, böylesi yolculuklarda yanımdaki adamı mutlaka bir bahane bulur onunla konuşmaya çalışırım. O yaşlı adama kaç doğumlusun diye sordum, o da “42 doğumluyum” dedi. Bu 83 yaşındaki adamla konuşmaya başladık. 

Onu daha da konuşturmak için vay be 40’ın kıtlığını bilirim desene, dedim. İsmini dahi bilmediğim adama siz de kıtlık yıllarını yaşadınız mı, diyerek konuşmasına devam için bir yol açtım. Adam şunları söyledi: 

“Yaşamaz olur muyum, o zamanları çocuktum iyi hatırlıyorum, anam pişirecek bir şey bulamazdı, mısırın koçanı vardır ya mısırı soyulmuş boş koçan, işte boş koçanı amam keserle parçalar bazen havanda döver, bazen el değirmeninde öğüterek ufalardı, işte onları anam çorba niyetine pişirir bize yedirirdi. Arkadaş insanın boğazından aşmazdı, işte böyle kıtlıklar gördük”. Aman Tanrım bu mısır koçan çorbasını da hiç duymamıştım. Benim merakla dinlediğimi görünce adam sormadan devam etti:

“Halk fakirdi memlekette kıtlık vardı. Bir gün devletin vergi memurları geldi, komşulardan topladıkları buğday vergisini bizim buğday cecinin (cec harmanda savrulmuş buğday yığını) yanına yığdılar, cecin üzerini de galburnan mühürlediler, babama da bu cece bir şey olmasın yoksa seni sorumlu tutarız” diyerek tembihlediler.  Bu iki tane vergi memuru uzak yerlerdeki harmanlardan vergi için buğday toplamaya gittiler. 

Her nasılsa kuşlar mı kondu, rüzgâr mı savurdu, memurların mühürlü cecin mührü bozulmuş. Birkaç saat sonra memurlar geldiler, baktılar ki cec mühürü bozulmuş, “kim bozdu bu mühürü diye babama çıkıştılar, sonra da mühürü bozup buğdayı çaldın ha diye babamı önce azarlayıp sonra dövdüler. İşte böyle malımızla zulüm gördük o kıtlık yıllarında. O zaman İsmet Paşa CHP vardı tek parti idi; camileri kapattılar”. 

Adamın söyledikleri karşısında nutkum durdu; ama bu anlatılanlar ister gerçek olsun ister abartılı olsun, ülkemizde bir acı gerçek vardı o yılarda savaş ve kıtlık vardı. Anladım ki bu adam biraz da gerici ve dinci partilerin 1950’den bu yana kötüledikleri CHP ve İsmet Paşa’yı kötüleyenlerin rüzgarında gibi idi. İnönü ve CHP’yi suçlamaya başlayınca ona şunları anlattım:

 Babalarımızın “Alaman Harbi” dedikleri İkinci Dünya savaşı yılları idi (1939-1945). Türkiye bu savaşa İsmet Paşa’nın direnmesiyle savaşa girmemiş savaştan uzak durmuştu. O zaman savaş yılları olduğu için Almanlar Avrupa’yı boydan boya işkal etmiş, Yunanistan’ı almış sınırımıza dayanmıştı. Türkiye’yi Hitler sıkıştırırmış, İsmet Paşa’ya, “gel bizimle Ruslara karşı savaşa gir sana silah para verelim” diye baskı yaparmış. İsmet Paşa ne yapsın, kıtlık yılları, devlet “belki savaşa gireriz” diye dört milyon asker beslermiş. Devlet senin anlattığın gibi halktan aldığı buğdayları koyacak yer bulamamış, silo depo yeteri kadar yok; halktan aldığı buğdayları koymak yer bulamamış, az kullanılan camilere buğday doldurmuş. İstanbul müzelerinde değerli tarihi eserleri, savaşa girersek bombalanır diye, sandıklara doldurup Niğde’deki bazı camilere koymuş. O dar zamanda kim olsa o tedbirleri alır. İnanır mısın, Almanlar Türkiye’ye de saldırı diye Edirne civarına pek çok tahkimat yaparken uçaklar bombalar düşüncesi ile İstanbul’da karartma bile yapılıyormuş. 

Kim olsa bu tedbirleri alırdı, işte bu nedenle Menderes’ten sonra gelen dinci gerici iktidarlar durmadan haksız ve insafsızca İnönü ve CHP’yi kötüleyip durmuşlar.

 Adam sustu, otobüs de beş nolu batı kapıdan girip batı kapısındaki son durağa geldi. Öteki zamanlarda bu 220 nolu Ego otobüsü yukarıda cami, gasilhane gibi öteki tesislere kadar çıkarmış, bu otobüs ve etraf oldukça boş ve sakin olduğu için doğu kapısında kaldı.

Çıkacağımız Cami, gasilhane ve öteki tesislerin bulunduğu yer beş altı yüz metre oldukça dik bir koni biçiminde tepe gibi bir yerde bulunuyor.  Öteki zamanlarda o koni gibi tepeye çıkmak için pek çok araç ve yayalar yolları doldururdu. Orada bir kişi daha vardı o koni gibi tepeye yaya çıkmak için bekliyordu. Hemen arkadan gelen bir arabaya el kaldırarak bindik. O koni gibi tepenin başına çıktık. Orada kocaman çay içmek için salon, tuvaletler, cami, gasilhane, idari birimler ve ortada geniş bir toplanma alanı vardı. ABB si oraya cenaze için gelen bütün vatandaşlara parasız çay veriyordu. 

Elimdeki çiçeği bir an önce eşime yetiştirmek için acele ettiğimden oradan ayrıldım. Mezarının bulunduğu U -21/1956 adresine aşağı yürümeye başladım. Kocaman bir koni düşünün, bulunduğum yer koninin tepesi, bu koninin tepesinden hangi tarafa insen aşağı doğru gidiyorsunuz. Aşağı doğru kıvrım kıvrım dolanan yolda yürümeye başladım. Arkamdan ne bir araç ne bir yaya gelmiyordu, aşağı doğru yaya yürümeye başladım, o dimdik yolda aşağı doğru yürümek çok kolaydı, kendi kendime, aman Tanrım bu dimdik yolu nasıl geri çıkacağım diye endişe etmeye başladım. Mezarlık ve yollarında kimseler yoktu, oysa öteki günlerde mezarlık ve yolları araç ve yaya trafiği çok yoğun olurdu. 

Öylesine bir ayaz vardı ki, her yanımın üşüdüğünü hissettim. Biraz zor olsa da nihayet eşimin mezarına ulaştım, elimdeki gülü mezarına koydum, “getirdim Gülüm gülünü” dedim, ama göz yaşlarıma hâkim olamadım, hemen ruhuna bir dua okudum. Bu halimizle bir fotoğraf çektirelim diye etrafa bakındım hiç kimsecikler yoktu, sadece mezarın fotoğrafını çektim, vedalaşıp ayrıldım.

Bulunduğumuz yer mezarlık konisinin kuzeyinde idi. Koninin tepesine sosyal tesislerin bulunduğu yere doğru dim dik dolanı dolanı çıkan yola yöneldim, fakat yürümek bana çok zor geldi ki, o kadar dik yol beni yıldırdı yolda dikilip kaldım. Dururken aşağılardan bulunduğum bayıra doğru gelmekte olan bir otomobil gördüm. Bir bayanın kullandığı araç yanımda durdu, beni bayıra yukarı yürümekten kurtaran bu araca binince kadın sürücü, “yakın zamanda eşimi kaybettim, mezarını ziyarete geldim” dedi.

Ben de ona gül rüyamı anlattım, kaybettiğim eşimin mezarına gül getirdim, dedim kadın, aman beyefendi bu ne vefalılık, seni kutlarım” dedi. Koninin tepesine sosyal tesislerin bulunduğu yere gelince, ona teşekkür ettim. O “beş nolu kapı tarafında bir akrabamın mezarına gideceğim, yolun o tarafa düşüyorsa seni götüreyim” dedi. Ben çok üşümüştüm, herkese bedava dağıtılan çaydan içmek istiyordum, ama o koninin tabanından bayıra yukarı beni getiren bayan öyle deyince çaydan vaz geçtim, tamam deyip beş nolu kapıya doğru yöneldik. Beş nolu kapıya yaklaşırken o iyiliksever bayan, bana, “istediğin yere götüreyim bu soğukta yürüme” teklifinde bulundu. Bu soğukta buraya kadar getirmiş olmasına çok sevindim o bayana çok teşekkür ederek ayrıldım. Durağa geçip durakta otobüs beklemeye başladım. Hava çok ayazdı, bir saate yakın otobüs bekledim. O gün üşütmüşüm hastalandım, sağlık ocağında muayene olup çeşitli ilaçlar yazan doktorumun ilaçlarını kullanmaya başladım. 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Halkın Gözleri Önünde Oynanan Bir Tiyatro
Evet,  ülkemizde barış ve çözüm adına oynan bir tiyatro sergilenmektedir. 


Tiyatronun türüne ad koymakta biraz zorlanıyorum. 


Trajedi desem tam olmuyor,  komedi desem o da tam oturmuyor, en iyisi bu tiyatroyu trajikomik bir oyun olarak nitelendirelim. 


Tiyatronun yapımcısı ve rejisörü belli ama,  şimdilik sahnede görünmemeyi  yeğliyor, dublör kullanıyor. 


Tüm sorumluluğu,  Cumhur İttifakı iktidarının küçük, gayri resmi,  sorumluluk taşımadığı halde iktidar adına yetki kullanan MHP lideri BAHÇELİ yüklenmiş durumda, perdenin önündeki şahıs BAHÇELİ. 


Sahnelenen oyunun kahramanları; AKP, MHP ve liderleri,  terörist başı ÖCALAN, üzerlerinde ÖCALAN'ın gölgesi bulunan DEM Parti, DEM Partisinin ağır topları Pervin BULDAN, Sırrı Süreyya ÖNDER  ve Ahmet TÜRK. Şimdilik sahnede gördüklerimiz bunlar. 


CHP;  sahnelenen bu oyunda bir rol alıp almama konusunda,  korkak ve çekimser olup, bu nedenle henüz açıkça bir rol üstlenmiş değil. Oyun'un seyircileri arasında bulunan şehit yakınları, gaziler ve gazi yakınlarından çekiniyorlar. Oyun'un içinde bir rol alırsak ve oyun başarılı olursa,  bize düşecek alkış sayısı çok az olacak, başarısız olursa tüm şimşekleri üzerimize çekeriz ve oy kaybederiz diye düşünüyor olmalılar. 


Oyun'un baş rollerinde olan AKP ve MHP ile bunların liderlerinin; daha önceki benzer oyunlardaki tutumlarına ve performanslarına, şimdi aynı oyunda birlikte rol üstlendikleri DEM Parti ve Ahmet TÜRK hakkındaki önceki eylem ve söylemlerine bakıldığında; CHP'nin,  bu tiyatronun içinde bir rol üstlenip üstlenmeme konusunda uzun uzun düşünmesine hiç gerek yoktur. 


Düne kadar, DEM Partiye ve CHP'nin DEM Parti ile medeni temas ve  yakınlaşmalarına dahi demediklerini bırakmayan, DEM Parti'yi ve onunla yakınlaşan CHP'yi DEM'lenmekle ve teröristlikle suçlayan AKP ve MHP ve liderlerinin başrol üstlendikleri bir oyun'un sahnelenerek başarıyla sonuçlanması, asla mümkün değildir. 


Başarı için; şahsi siyasi çıkarların değil, ülkenin çıkarlarının öncelenmesi,  tutarlılık ve samimiyet gerekir. 


Sahnelenen bu oyunda; ülke yararı, samimiyet ve tutarlılık asla yoktur. Tek amaç; ERDOĞAN ve BAHÇELİ ikilisinin  ve partilerinin politik çıkarları için DEM Partisini muhalefet kanadından kopararak,  DEM Parti parlamento parmak sayısını yanlarına alarak; ERDOĞAN'a,  yeniden Cumhurbaşkanlığı adaylığının yolunu açacak Anayasa değişikliğini yapabilmektir. 


Bu nedenle, CHP hiç düşünmeden,  bu oyun'un içinde hiçbir şekilde rol üstlenmeyeceklerini, ÖCALAN'ı İmralı’da ziyaret eden DEM Partisi heyeti ile görüşecek haklı bir neden göremediklerini, derhal ve net bir şekilde kamuoyuna açıklamalıdır. 


DEM Parti; ÖCALAN'ın muhtemel özgürlüğü  adına bu oyun'un içinde yer alabilir, şansını deneyebilir, onları anlayabiliyoruz, terörist olduğu gerekçesiyle Belediye Başkanlığı sonlandırılan ve yerine kayyum atanan Ahmet TÜRK'ü de, ÖCALAN adına bir yere kadar anlayabiliyoruz. Ancak,  CHP aklını başına toplamalı ve samimiyet içermeyen, politik çıkar kokan, daha önce sahnelenen benzer oyunlarda başarısız olan kişilerin başrol üstlendikleri sahnelenen bu yeni oyun'un içinde yer almayacaklarını, hiç düşünmeden derhal açıklamalıdır. 


03/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget