Ocak 2025
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Demokrasi
Demokrasinin olmazsa olmaz bazı koşulları ve ilkeleri vardır. 

Ben demokratım, meşru seçimlerle iktidara geldim, herkes bana ve iktidarıma saygı göstermelidir deme hakkına sahip olabilmek için, demokrasinin olmazsa olmaz asgari müştereklerini, ilkelerini ve koşullarını içselleştirmek ve bu ilkelere uygun davranarak, demokrasiye saygılı olmak zorundasınız. 


Ben, sadece kendime demokratım, demokrasi sadece benim için vardır,  diyemezsiniz. 

Aksi halde,  size ve iktidarınıza kimse sahip çıkmaz ve saygı göstermez, milleti demokrasiden soğutursunuz, her demokratik ve iyi niyetli eleştiriyi kendinize darbe girişimi olarak görürsünüz, korkarsınız, kendinizi koruma altına alırsınız, halkın içine çıkamazsınız,  iktidarda olmanın hazzını duyamazsınız, her an düşürüleceğim endişesi ve  korkusu içinde yaşarsınız, huzursuz olursunuz ve bu nedenle,  despot ve diktatör olursunuz, iktidarınızı sürdürebilmek için,  millete her türlü kötülüğü ve zulmü yaparsınız.   


Nedir o temel ilke ve koşullar?


Öncelikle söyleyelim, sadece ve tek başına seçim ve sandık,  demokrasinin olmazsa olmaz ilkesi ve koşulu değildir. Evet, seçimler; demokrasinin zorunlu bir koşuludur ama,  tek ve yeterli koşulu değildir. 

Mesela, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilen öncü ülkelerden olmamıza rağmen, İngiltere’de kadınların seçme ve seçilme hakları yokken de, İngiltere’nin demokrasinin beşiği olduğu gerçeğini yadsıyabilir miyiz?


Ülkemizde; kadınların seçme ve seçilme hakları var da,  ne oluyor sanki?


Ülkemizde; hala,  kadınların yaşam hakları, can güvenlikleri yok, yılda binlerce kadın,  göz göre göre katlediliyor ve/veya sakat bırakılıyor. 


Demokrasinin en temel ilke ve koşullarından birisi;  seçimler kadar, insanların ve özellikle de kadınların yaşam haklarının, can güvenliklerinin güvence altına alınmasıdır. 


En başta düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, insanların özgür olmaları, demokrasinin olmazsa olmaz ilk koşullarından biridir. 


Demokrasi;  çoğulcu bir rejimdir, çoğunlukçu değil. 


Demokrasilerde, seçimleri kazanamayan, azınlıkta kalan,  parlamentoya yeteri kadar veya hiç temsilci gönderemeyen insanların düşüncelerine ve isteklerine de saygı duyulur ve parlamentoda yasalar yapılırken  onların düşüncelerine de mümkün olduğunca yer verilir, görüşleri alınır. 


Demokrasilerde; seçim kazandım,  öyleyse ülkeyi istediğim gibi, kural dışı yönetirim diyemezsiniz. 


Seçimlere,  mevcut anayasa ve temel yasalara, özgürlüklere saygı göstermeyi taahhüt ederek giren siyasi partiler, seçim kazanarak iktidar olduklarında, bu taahhütlerine uygun olarak ülkeyi yönetmek ve yasa çıkarırken,  anayasa, temel yasalar ve özgürlüklere uygun yasa çıkarmak zorundadırlar. Seçim kazandıktan sonra,  oyunun temel kurallarını keyfinize göre değiştiremezsiniz. 


Demokrasiler; ben yaptım oldu, çoğunluğuma güvenerek anayasaya ve özgürlüklere aykırı yasa yaparım,  kişilerin, özellikle muhaliflerin,  anayasa ile güvence altına alınan  düşünce ve düşünceyi açıklama, silahsız ve barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü ve protesto haklarına engel koyarım, yandaşlarımın ise,  istedikleri yerde yürümelerine ve gösteri yapmalarına izin verir ve göz yumarım, muhalif medyayı sustururum, yandaş medyaya ses çıkarmam,  devletin tüm reklam gelirlerini yandaş medyaya vererek onlara ekonomik destek sağlarım, Anayasa Mahkemesinin işime gelmeyen  kararlarına uymam, kime ne beni halk seçti diyebilme hadsizliğinin ve pervasızlığının uygulamaya konulabileceği bir rejim değildir. 


Demokrasiler; herkesin, anayasa ve yasalar çerçevesinde hareket etmesini,  hadlerini bilmesini, ayaklarını denk almasını gerektiren ve zorunlu kılan bir rejimdir. 


Demokrasiler; güçler ayrılığının, parlamentonun güçlü, etkin ve yürütmeyi denetleme yetkilerinin bulunduğu, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu, bu nedenle herkesin yargının  kararlarını doğru bulduğu, saygı gösterdiği ve bu kararlara uyduğu bir rejimin adıdır. 


Demokrasiler; benden sonrası tufan diyerek,  ülkeyi ve ülkenin düzenini allak bullak etme, sadece kendi politik çıkar ve ikbalini düşünme rejimi değildir. 


Demokrasiler;  bir samimiyet ve  kültür rejimi olup, işlevini yerine getirebilmesi ve yaşayabilmesi için,  kültürlü, samimi ve  demokrasinin ilkelerini içselleştirmiş insanların iş başına gelmelerini zorunlu kılan bir rejimdir. 


Demokrasiler; seçimle gelinen iktidardan,  yine seçimle uzaklaşılabileceğini bilme ve buna hazırlıklı olma, yeri geldiğinde koltuğu bırakmayı hazmedebilme , iktidardan düşünce de iktidar günleri gibi huzurlu kalabilme, iktidardan düşmemek için her yolun mubah sayıldığı, yok edilmesi göze alınamayacak, ne pahasına olursa olsun canına kıyılamayacak kadar güzel, erdemli ve asla vazgeçilemeyecek bir rejimdir. 


Demokrasiler; milletin,  seçimlerden seçimlere söz haklarının olduğu, seçimlerden sonra, iktidarı denetleme,  iktidara yol gösterme, fikir ve düşüncelerini, eleştirilerini açıklama gibi, söz haklarının olmadığı, seçimi kazanıp iktidar olanların,  öbür seçime kadar, beş yıl boyunca,  halkın sesini duymamak için kulağının üzerine yattıkları bir rejim değildir. 


Demokrasiler; çoğulcu özelliğine göre, azınlığın da söz haklarının olduğu bir rejimdir. Güzelliği de buradan gelir. 


Demokrasiler; insanlarının,  bilinçli ve örgütlü oldukları bir rejimdir. İnsanlar,  ferden olduğu kadar,  Barolar, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi demokratik baskı grupları marifetiyle seslerini duyurabildikleri, uyarılarıyla iktidara katkı sunabildikleri, azınlığın da,  millet ve  ülke yararına olan fikir ve önerilerine değer verildiği bir rejimdir. 


Demokrasiler;  çoğunluğun,  azınlıkla uzlaşabildiği, iktidarıyla muhalefetiyle herkesin mutlu olduğu, inatlaşmanın değil, uzlaşmanın hakim olduğu bir  rejimdir. 


Demokrasiler;  iktidarla muhalefetin;  ülkenin rantını aralarında paylaşma değil, halkını mutlu etme ve  halka hizmette yarışma rejimidir. 


Demokrasiler; iktidarın, millete karşı şeffaf ve hesap verebilir oldukları şeffaf ve açık bir rejimdir. 


Ülkemizin bugün içinde bulunduğu vaziyete bir baktığımızda,  ülkemizde demokrasi vardır diyebilir misiniz?


Ülkemizi demokrasiden yoksun bırakan, demokrasimizi temelden yok eden  AKP iktidarına ve iktidarın  anayasa dışı eylem ve icraatlarına sessiz kalarak iktidara katkı sunan;  en başta aydınlarımız, üniversitelerimiz,  barolarımız, her türden sivil toplum kuruluşlarımız olmak üzere; demokrasiye,  yine demokratik yollarla sahip çıkmayan halk kesimine yazıklar olsun. 


05/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Mezarlık yolunda
İki yıl önce kaybettiğim rahmetli eşimi hiç rüyamda görmüyordum. 2024 ün son günü 31 Aralık’ta ilk kez eşim Gülhan’ı rüyamda gördüm. Olanları sizinle paylaşmak istedim.

Rüyamda kalabalık bir yerdeyiz, rahmetli eşim Gülhan bana şöyle diyordu: “Bana hiç gül getirmiyorsun” diyordu. Sabahleyin bu gül istemek de neyin nesi diye söylenerek uyandım. Ruhuna bir Fatiha okudum, muhtemelen benden ziyaret dua istiyor diye söylendim. Hemen kahvaltıdan sonra mezarlığa gitmeye karar verdim. İlk çiçekçiden bir gül alıp mezarlık yoluna yöneldim. Karşıyaka Mezarlığına EGO otobüsü Demetevler Hastane durağından kalktığını biliyordum. Metrodan çıkıp o duraklara doğru yürüdüm. 

Duraktaki yaşlı adam

Arabam olmadığı için Karşıyaka Mezarlığına otobüsle gidecektim, orada o yöne giden otobüsleri sordum, duraktakiler “EGO 220 gidiyor” dediler. Otobüs beklemek için durağa geldim, duraktaki bankta benden yaşlıca bir adam elinde bastonu yanında bir küçük bir torbası ile oturuyordu, ben de selam vererek onun yanına oturdum. Bir süre sonra mezarlığa gidecek olan 220 numaralı EGO otobüsünü bindik. O yaşlı adamla otobüste de yan yana oturuyorduk. Benim bir taktiğim vardır, böylesi yolculuklarda yanımdaki adamı mutlaka bir bahane bulur onunla konuşmaya çalışırım. O yaşlı adama kaç doğumlusun diye sordum, o da “42 doğumluyum” dedi. Bu 83 yaşındaki adamla konuşmaya başladık. 

Onu daha da konuşturmak için vay be 40’ın kıtlığını bilirim desene, dedim. İsmini dahi bilmediğim adama siz de kıtlık yıllarını yaşadınız mı, diyerek konuşmasına devam için bir yol açtım. Adam şunları söyledi: 

“Yaşamaz olur muyum, o zamanları çocuktum iyi hatırlıyorum, anam pişirecek bir şey bulamazdı, mısırın koçanı vardır ya mısırı soyulmuş boş koçan, işte boş koçanı amam keserle parçalar bazen havanda döver, bazen el değirmeninde öğüterek ufalardı, işte onları anam çorba niyetine pişirir bize yedirirdi. Arkadaş insanın boğazından aşmazdı, işte böyle kıtlıklar gördük”. Aman Tanrım bu mısır koçan çorbasını da hiç duymamıştım. Benim merakla dinlediğimi görünce adam sormadan devam etti:

“Halk fakirdi memlekette kıtlık vardı. Bir gün devletin vergi memurları geldi, komşulardan topladıkları buğday vergisini bizim buğday cecinin (cec harmanda savrulmuş buğday yığını) yanına yığdılar, cecin üzerini de galburnan mühürlediler, babama da bu cece bir şey olmasın yoksa seni sorumlu tutarız” diyerek tembihlediler.  Bu iki tane vergi memuru uzak yerlerdeki harmanlardan vergi için buğday toplamaya gittiler. 

Her nasılsa kuşlar mı kondu, rüzgâr mı savurdu, memurların mühürlü cecin mührü bozulmuş. Birkaç saat sonra memurlar geldiler, baktılar ki cec mühürü bozulmuş, “kim bozdu bu mühürü diye babama çıkıştılar, sonra da mühürü bozup buğdayı çaldın ha diye babamı önce azarlayıp sonra dövdüler. İşte böyle malımızla zulüm gördük o kıtlık yıllarında. O zaman İsmet Paşa CHP vardı tek parti idi; camileri kapattılar”. 

Adamın söyledikleri karşısında nutkum durdu; ama bu anlatılanlar ister gerçek olsun ister abartılı olsun, ülkemizde bir acı gerçek vardı o yılarda savaş ve kıtlık vardı. Anladım ki bu adam biraz da gerici ve dinci partilerin 1950’den bu yana kötüledikleri CHP ve İsmet Paşa’yı kötüleyenlerin rüzgarında gibi idi. İnönü ve CHP’yi suçlamaya başlayınca ona şunları anlattım:

 Babalarımızın “Alaman Harbi” dedikleri İkinci Dünya savaşı yılları idi (1939-1945). Türkiye bu savaşa İsmet Paşa’nın direnmesiyle savaşa girmemiş savaştan uzak durmuştu. O zaman savaş yılları olduğu için Almanlar Avrupa’yı boydan boya işkal etmiş, Yunanistan’ı almış sınırımıza dayanmıştı. Türkiye’yi Hitler sıkıştırırmış, İsmet Paşa’ya, “gel bizimle Ruslara karşı savaşa gir sana silah para verelim” diye baskı yaparmış. İsmet Paşa ne yapsın, kıtlık yılları, devlet “belki savaşa gireriz” diye dört milyon asker beslermiş. Devlet senin anlattığın gibi halktan aldığı buğdayları koyacak yer bulamamış, silo depo yeteri kadar yok; halktan aldığı buğdayları koymak yer bulamamış, az kullanılan camilere buğday doldurmuş. İstanbul müzelerinde değerli tarihi eserleri, savaşa girersek bombalanır diye, sandıklara doldurup Niğde’deki bazı camilere koymuş. O dar zamanda kim olsa o tedbirleri alır. İnanır mısın, Almanlar Türkiye’ye de saldırı diye Edirne civarına pek çok tahkimat yaparken uçaklar bombalar düşüncesi ile İstanbul’da karartma bile yapılıyormuş. 

Kim olsa bu tedbirleri alırdı, işte bu nedenle Menderes’ten sonra gelen dinci gerici iktidarlar durmadan haksız ve insafsızca İnönü ve CHP’yi kötüleyip durmuşlar.

 Adam sustu, otobüs de beş nolu batı kapıdan girip batı kapısındaki son durağa geldi. Öteki zamanlarda bu 220 nolu Ego otobüsü yukarıda cami, gasilhane gibi öteki tesislere kadar çıkarmış, bu otobüs ve etraf oldukça boş ve sakin olduğu için doğu kapısında kaldı.

Çıkacağımız Cami, gasilhane ve öteki tesislerin bulunduğu yer beş altı yüz metre oldukça dik bir koni biçiminde tepe gibi bir yerde bulunuyor.  Öteki zamanlarda o koni gibi tepeye çıkmak için pek çok araç ve yayalar yolları doldururdu. Orada bir kişi daha vardı o koni gibi tepeye yaya çıkmak için bekliyordu. Hemen arkadan gelen bir arabaya el kaldırarak bindik. O koni gibi tepenin başına çıktık. Orada kocaman çay içmek için salon, tuvaletler, cami, gasilhane, idari birimler ve ortada geniş bir toplanma alanı vardı. ABB si oraya cenaze için gelen bütün vatandaşlara parasız çay veriyordu. 

Elimdeki çiçeği bir an önce eşime yetiştirmek için acele ettiğimden oradan ayrıldım. Mezarının bulunduğu U -21/1956 adresine aşağı yürümeye başladım. Kocaman bir koni düşünün, bulunduğum yer koninin tepesi, bu koninin tepesinden hangi tarafa insen aşağı doğru gidiyorsunuz. Aşağı doğru kıvrım kıvrım dolanan yolda yürümeye başladım. Arkamdan ne bir araç ne bir yaya gelmiyordu, aşağı doğru yaya yürümeye başladım, o dimdik yolda aşağı doğru yürümek çok kolaydı, kendi kendime, aman Tanrım bu dimdik yolu nasıl geri çıkacağım diye endişe etmeye başladım. Mezarlık ve yollarında kimseler yoktu, oysa öteki günlerde mezarlık ve yolları araç ve yaya trafiği çok yoğun olurdu. 

Öylesine bir ayaz vardı ki, her yanımın üşüdüğünü hissettim. Biraz zor olsa da nihayet eşimin mezarına ulaştım, elimdeki gülü mezarına koydum, “getirdim Gülüm gülünü” dedim, ama göz yaşlarıma hâkim olamadım, hemen ruhuna bir dua okudum. Bu halimizle bir fotoğraf çektirelim diye etrafa bakındım hiç kimsecikler yoktu, sadece mezarın fotoğrafını çektim, vedalaşıp ayrıldım.

Bulunduğumuz yer mezarlık konisinin kuzeyinde idi. Koninin tepesine sosyal tesislerin bulunduğu yere doğru dim dik dolanı dolanı çıkan yola yöneldim, fakat yürümek bana çok zor geldi ki, o kadar dik yol beni yıldırdı yolda dikilip kaldım. Dururken aşağılardan bulunduğum bayıra doğru gelmekte olan bir otomobil gördüm. Bir bayanın kullandığı araç yanımda durdu, beni bayıra yukarı yürümekten kurtaran bu araca binince kadın sürücü, “yakın zamanda eşimi kaybettim, mezarını ziyarete geldim” dedi.

Ben de ona gül rüyamı anlattım, kaybettiğim eşimin mezarına gül getirdim, dedim kadın, aman beyefendi bu ne vefalılık, seni kutlarım” dedi. Koninin tepesine sosyal tesislerin bulunduğu yere gelince, ona teşekkür ettim. O “beş nolu kapı tarafında bir akrabamın mezarına gideceğim, yolun o tarafa düşüyorsa seni götüreyim” dedi. Ben çok üşümüştüm, herkese bedava dağıtılan çaydan içmek istiyordum, ama o koninin tabanından bayıra yukarı beni getiren bayan öyle deyince çaydan vaz geçtim, tamam deyip beş nolu kapıya doğru yöneldik. Beş nolu kapıya yaklaşırken o iyiliksever bayan, bana, “istediğin yere götüreyim bu soğukta yürüme” teklifinde bulundu. Bu soğukta buraya kadar getirmiş olmasına çok sevindim o bayana çok teşekkür ederek ayrıldım. Durağa geçip durakta otobüs beklemeye başladım. Hava çok ayazdı, bir saate yakın otobüs bekledim. O gün üşütmüşüm hastalandım, sağlık ocağında muayene olup çeşitli ilaçlar yazan doktorumun ilaçlarını kullanmaya başladım. 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Halkın Gözleri Önünde Oynanan Bir Tiyatro
Evet,  ülkemizde barış ve çözüm adına oynan bir tiyatro sergilenmektedir. 


Tiyatronun türüne ad koymakta biraz zorlanıyorum. 


Trajedi desem tam olmuyor,  komedi desem o da tam oturmuyor, en iyisi bu tiyatroyu trajikomik bir oyun olarak nitelendirelim. 


Tiyatronun yapımcısı ve rejisörü belli ama,  şimdilik sahnede görünmemeyi  yeğliyor, dublör kullanıyor. 


Tüm sorumluluğu,  Cumhur İttifakı iktidarının küçük, gayri resmi,  sorumluluk taşımadığı halde iktidar adına yetki kullanan MHP lideri BAHÇELİ yüklenmiş durumda, perdenin önündeki şahıs BAHÇELİ. 


Sahnelenen oyunun kahramanları; AKP, MHP ve liderleri,  terörist başı ÖCALAN, üzerlerinde ÖCALAN'ın gölgesi bulunan DEM Parti, DEM Partisinin ağır topları Pervin BULDAN, Sırrı Süreyya ÖNDER  ve Ahmet TÜRK. Şimdilik sahnede gördüklerimiz bunlar. 


CHP;  sahnelenen bu oyunda bir rol alıp almama konusunda,  korkak ve çekimser olup, bu nedenle henüz açıkça bir rol üstlenmiş değil. Oyun'un seyircileri arasında bulunan şehit yakınları, gaziler ve gazi yakınlarından çekiniyorlar. Oyun'un içinde bir rol alırsak ve oyun başarılı olursa,  bize düşecek alkış sayısı çok az olacak, başarısız olursa tüm şimşekleri üzerimize çekeriz ve oy kaybederiz diye düşünüyor olmalılar. 


Oyun'un baş rollerinde olan AKP ve MHP ile bunların liderlerinin; daha önceki benzer oyunlardaki tutumlarına ve performanslarına, şimdi aynı oyunda birlikte rol üstlendikleri DEM Parti ve Ahmet TÜRK hakkındaki önceki eylem ve söylemlerine bakıldığında; CHP'nin,  bu tiyatronun içinde bir rol üstlenip üstlenmeme konusunda uzun uzun düşünmesine hiç gerek yoktur. 


Düne kadar, DEM Partiye ve CHP'nin DEM Parti ile medeni temas ve  yakınlaşmalarına dahi demediklerini bırakmayan, DEM Parti'yi ve onunla yakınlaşan CHP'yi DEM'lenmekle ve teröristlikle suçlayan AKP ve MHP ve liderlerinin başrol üstlendikleri bir oyun'un sahnelenerek başarıyla sonuçlanması, asla mümkün değildir. 


Başarı için; şahsi siyasi çıkarların değil, ülkenin çıkarlarının öncelenmesi,  tutarlılık ve samimiyet gerekir. 


Sahnelenen bu oyunda; ülke yararı, samimiyet ve tutarlılık asla yoktur. Tek amaç; ERDOĞAN ve BAHÇELİ ikilisinin  ve partilerinin politik çıkarları için DEM Partisini muhalefet kanadından kopararak,  DEM Parti parlamento parmak sayısını yanlarına alarak; ERDOĞAN'a,  yeniden Cumhurbaşkanlığı adaylığının yolunu açacak Anayasa değişikliğini yapabilmektir. 


Bu nedenle, CHP hiç düşünmeden,  bu oyun'un içinde hiçbir şekilde rol üstlenmeyeceklerini, ÖCALAN'ı İmralı’da ziyaret eden DEM Partisi heyeti ile görüşecek haklı bir neden göremediklerini, derhal ve net bir şekilde kamuoyuna açıklamalıdır. 


DEM Parti; ÖCALAN'ın muhtemel özgürlüğü  adına bu oyun'un içinde yer alabilir, şansını deneyebilir, onları anlayabiliyoruz, terörist olduğu gerekçesiyle Belediye Başkanlığı sonlandırılan ve yerine kayyum atanan Ahmet TÜRK'ü de, ÖCALAN adına bir yere kadar anlayabiliyoruz. Ancak,  CHP aklını başına toplamalı ve samimiyet içermeyen, politik çıkar kokan, daha önce sahnelenen benzer oyunlarda başarısız olan kişilerin başrol üstlendikleri sahnelenen bu yeni oyun'un içinde yer almayacaklarını, hiç düşünmeden derhal açıklamalıdır. 


03/01/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget