Mayıs 2025
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

Kuvayi Milliyecinin Nışanlısı
Bu yazıyı okuyunca çok etkilendim, Kuvayı Milliye Kahramanlarına rahmet diledim, okuyucuyla da paylaşmak için buraya alıyorum.

Eski Bir İstanbul hanımefendisi anlatıyor;

Yıl 1919. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim.

Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar.

Biri avukatmış. Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum.

Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.

Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.

(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler. Alt üst oldum.

Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…Yıkıldım. Nişanı atıp, ayrıldık.

Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu.

1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü.

Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona. Oğlum yanımdaydı.

Beni görünce titredi, ceketini düğmeledi.

Saygı göstererek durdu önümde.

Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.

Olur, dedim. Bir büroya girdik.

Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu.

İçerde yardımcıları çalışıyordu.

Siz gerçekten avukat mısınız, dedim. Evet, dedi.

Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz, diye sordum.

Durdu, başı öne eğildi.

Beni affedin, dedi. İstanbul işgal altındaydı,

Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu.

Her şeyi didik didik arıyorlardı.

Biz de Anadolu’ya, Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.

Bu ülke için hayati bir işti.

Bunu size bile söyleyemezdim...

Şimdi düşünün o kadının ruh halini, özür mü dilesin, onu kutlasın mı, pişmanlık mı duysun.

BU VATANI CANLARINI VE AŞKLARINI FEDA EDEBİLENLERE BORÇLUYUZ.

MEKANLARI CENNET OLSUN...

Alıntı

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

CHP'nin Haftalık Çarşamba Gece Mitingleri Üzerine
CHP'nin;  ÖZGÜR ÖZEL ile başlayan ve  sokağa ağırlık veren bol mitingli yeni siyaset yöntemini,  temelde olumlu buluyoruz.

 

KILIÇDAROĞLU dönemindeki;  ERDOĞAN'ın sokak siyasetine kötü gözle bakmasından, sokağa çıkanları terörist olmakla suçlayan tehditlerinden çekinerek ortaya konulan,  sokağın dışlandığı korkak siyasetten vaz geçilmesi,  CHP adına büyük başarıdır.

 

Ancak, özellikle İMAMOĞLU'nun tutuklanmasında sonra İstanbullun ilçelerinde her çarşamba günü düzenlenen gece mitingleri,  ERDOĞAN iktidarından memnun olmayan en başta CHP'liler olmak üzere,  her partiden muhalif seçmen kalabalıklarını bir araya getirmekteyse de; bu mitinglerin,  CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL'in otobüs üzerine çıkarak kendini tekrarlamaya başladığı, artık sıradanlaşan,  monotonlaşan  tek düze konuşmasından sonra sonuçlanıp o muazzam kalabalığın  hiçbir sonuç alamadan dağılmaları ve İMAMOĞLU'nun bırakınız salıverilmesini,  İBB'ye yönelik operasyonların hızla dalga dalga yayılması, İMAMOĞLU hakkında henüz bir iddianamenin bile düzenlenmemiş olması, sadece bu gece mitingleri ile bir sonuca varılamayacağını işaret etmeye başlamıştır.

 

Biz,  CHP bu etkin sokak muhalefetine son versin demek islemiyoruz, ancak artık tek düze hale gelen, monotonlaşan  bu mitinglerin yönteminin değiştirilmesi,  konuşmacıların ve konuşmaların içeriklerinin çeşitlendirilmesi, ülke sorunlarının ve çözüm yollarının da miting meydanında toplanan kalabalıklarla paylaşılması zorunludur.

 

İktidarın;  ortada bir yolsuzluk hırsızlık ve yağma olmadığı halde, en başta İBB olmak üzere CHP belediyelerinde büyük yolsuzluklar ve hırsızlıkların işlendiğine dair kamuoyuna yaymaya başladığı algının yanlışlıkları, gerçek dışılıkları,  belgeleriyle açıklanmalı, karşı taarruza geçilerek,  asıl yolsuzlukların AKP belediyelerinde olağan hale geldiği, bıkmadan ve usanmadan,  belgeleriyle halka açıklanmalıdır.

 

İBB'deki  AKP döneminde yapılan büyük yolsuzlukların,  eski İçişleri Bakanı SOYLU tararfından üstünün örtüldüğü,  belgeleriyle kamuoyu ile paylaşılmalıdır.

 

Mitingler, artık sadece İMAMOĞLU endeksli mikro düzeyden çıkarılmalı ve tüm muhalefet partileriyle işbirliği yapılarak ve onların da konuşmacılar dahil her konudaki katkıları sağlanarak Türkiye meydan ittifakı içinde makro düzeye çıkarılmalı ve CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL'in,  daha ne kadar taşıyabileceği şüpheli olan omuzlarındaki büyük yükünün,  tüm muhalefet partileri tarafından paylaşılmasının yolları bulunup uygulamaya konulmalıdır.

 

Bu çok soluk isteyen uzun yolun,  tüm muhalefet partilerinin el vermesiyle başarıya ulaşacağı gerçeği,  akıldan çıkarılmamalıdır.

 

Son söz, ben artık her çarşamba gecesi aynı replikleri aynı yüzden dinleyerek aynı filmi seyretmekten sıkılmaya başladım doğrusu.

 

21. 05. 2025

Güner YİĞİTBAŞI

19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal’i Samsun’da tutuklamak isteyen İngiliz
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı haftasının devam ettiği şu günlerde günün anlamına çok uyan hiç rastlamadığım bir yazıya rastladım. Bu yazıyı okuyucumuzla paylaşmak istediğimden buraya almak çok isabetli olacağını düşündüm. O nedenle bu yazıyı sunuyorum. 

“Samsun’daki İngiliz Subay, Bandırma Vapuruna Atatürk’ü tutuklamak için çıkar! (19 Mayıs 1919)

Sonra neler oluyor biliyor musunuz?

Emekli Hava Albayı Kemal İntepe, uçuş eğitimi için gittiği İngiltere’de O İngiliz Subayla tanışır. İntepe o gün yaşananları şöyle anlatır;1941 yılında

İngiltere’ye uçuş eğitimi için gitmiştik.

Londra’ya vardığımızda, yaşlı bir İngiliz hava binbaşısı, irtibat subayı olarak görevlendirilmişti Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçe’yi bizlerden daha iyi konuşuyordu.

Mr. Salter’i birkaç defa eşi ile ikindi çayına davet ettim. O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu.

Emekli Binbaşı Salter bir akşam bana şunları anlattı:

“1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun’daki İngiliz İşgal Tabur Komutanı idim. 18 Mayıs 1919 günü İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’ndan şifreli bir telsiz telgrafı aldım.

Bu telgraf, ‘16 Mayıs 1919 günü, Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrıldığını, eğer Samsun’a inecek olursa tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesini’ istemekte idi.

Gerekli emirleri verdikten sonra Samsun’a indim. Şehir her zamankinden daha kalabalıktı. Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı görünüyordu. Siyah çizmeli, külot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı kimselerin çokluğu dikkatimi çekti. Sonradan bunların Türk subayları olduğunu öğrendim.

“19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim. Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti. Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir’i işgal etmişler, Türkler buna çok sert bir tepki göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyordu. Bütün gece hiç uyuyamadım. Kurtarıcılarını bekliyorlardı. Askerlerimle çevreyi kordon altına aldım.

Denizde, batı tarafında bir duman göründü. Sahildeki kalabalık heyecanlıydı. Bir de baktım ki, her askerimin arkasında siyah çizmeli, kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin silahlı olduğu muhakkak.

Vapur iyice göründü. Görevimi iskele üzerinde yapamayacağımı düşünerek motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim. Mustafa Kemal Paşa’yı orada tutuklayacaktım.

Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim iki erimi motorda bırakarak, tercümanımla birlikte vapurun iskelesine tırmandım" Güvertede beni selamlayan iki tayfaya : ‘Vapurdaki generali görmek istiyorum’ dedim.

Bir tanesi önümüze düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye bildirdi ve geriye dönüp bizi salona aldı…Herkes ayakta idi…”


“Ortada, mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler döküldü: ‘Taburum emrinizdedir!’

Bunu nasıl söylemiştim? Daha önce hiç böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmemiştim.


Rum tercümanım şaşırdı, bir an durakladı. Ben kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti.

Mustafa Kemal Paşa’nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktı.

Sanıyorum, bakışlarından etkilenip bir anda teslim olma kararı vermiştim.

Gözlerinin, inanılmaz bir etkileyici gücü vardı.

Öteki sandallar da vapura ulaşmışlar, çevreyi doldurmuşlardı.

Mustafa Kemal Paşa, gemiye çıkan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra, vapurdan benim motorumla ayrıldık benim motorumla ayrıldık.

İskeleye vardığımızda muavinime, taburu safta toplayıp silah çattırmasını ve hepsinin Türk makamlarına teslim olmasını emrettim. Biraz durakladı, sonra asker selamı verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi. Taburu o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişiler teslim almıştı…

Bu yüzden, İngiltere’ye dönünce askeri mahkemede yargılandım. ‘Bir İngiliz subayı, nasıl olur da bir Türk generalin emrine girer? Bu vatan hainliğidir!’ diyorlardı.”

Mr. Salter, olayın devamını şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemal Paşa benim yanıma, o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişilerden birini vererek kendi makam otomobilimle ve kendi şoförümle birlikte, misafir edileceğimi söyledikleri Ankara’ya gönderdi.

Taburumun tutuklu erlerinin de, Çorum, Çankırı ve Kastamonu’da kurulan esir kamplarına yerleştirildiğini öğrendim.

Türklerin Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Ankara’da, Hacıbayram Camii’nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap evde kaldım.

Hizmetimi göreceğini söyledikleri, aslında gardiyanım olan bir kadınla 4 seneye yakın bu evde oturdum.

Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta’daki Türk esirlerle değiştirildik. İngiltere’ye döner dönmez tutuklandım ve vatana ihanet suçundan divanı harbe verildim. Hakkımda ağır hapis isteniyordu!

Ben askeri hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi. Onlardan yararlanarak, kısa fakat öz bir savunma hazırladım. Bana isnat edilen suç, taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi. Savcı, teslimiyetimin vatana ihanetle eşdeğerde bir suç olduğunu iddia ediyor ve en ağır şekilde cezalandırılmamı istiyordu. Yüksek Askeri Mahkeme’nin önüne çıktığımda savunmamı büyük bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim:

‘Sayın hâkimler… Başbakanımız Lloyd George, Avam Kamarası’nda şöyle bir soruya muhatap olmuştur Yunanlıları silahlandırarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarttık… Ve o tarihten bu yana milyarlarca sterlini bulan masraflar yaptık. Sonuç ne oldu? Yunanlılar İzmir’de denize döküldüler.

Ayrıca Anadolu’daki bütün Rumlar atıldılar veya göçe zorlandılar. Bu olayda bizim kazancımız nedir? Hiç!

Bu akılsızca bir gaf, korkunç bir hata, büyük bir felaket değil midir?’

Bu sert ve suçlayıcı soruya karşılık Başbakanımız Lloyd George şu cevabı vermiştir:

‘Yüzyıllar bir veya iki dâhi yetiştirir. 20’nci yüzyılın dâhisinin Mustafa Kemal adıyla Türkiye’den çıkacağını ben nereden bilebilirdim.

Görüyorsunuz sayın hâkimler… Karşınızdaki bu subay, Başbakanımızın bahsettiği 20’nci yüzyılın dâhisi ile hiç beklemediği bir anda karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi?

Eğer ben o gün başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gelecektiniz. Fakat şimdi, eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş, ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir.’

“Beraat ettim ve terhise tabi tutuldum. Ailemle birlikte Türkiye’ye gidip Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ettim. Paşa beni muhteşem nezaketiyle karşıladı. Tekrar görevli olarak İngiltere’ye çağırılmasaydım, Türkiye’de kalacaktım…

İngiltere’ye döndüğümde beni, Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne aldılar ve…

İstihbarat Başkanlığı’nda önemli bir görev verdiler.

Türkiye ile İngiltere arasında irtibatı sağlayan grupta görev yapıyorum.”

 Emekli Hava Albayı Kemal İntepe anılarında Binbaşı Salter için “İki yıldan fazla bir süre birlikte olduk. Bu süre içinde her zaman bizleri savundu ve kendisini daima bizden biri saydı. Büyük bir Atatürk hayranıydı” diyor.

Biz hâlâ Bandırma Vapurunda Atatürk’le beraberiz."  Alıntıdır

"Ahmet Yazıcı esoponSrdtm4h a, tfs2g20tt:143hg0ui7gtt148uy17lc5 i1ıaM7t8t5l  ·

https://mail.google.com/mail/u/0/#inbox/FMfcgzQbfLZHQnBVmKpFvzlCXHrhGMpj

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Niçin Jandarma?
2803 Sayılı Jandarma Teşkilat, Görev Ve Yetkileri Kanununun jandarmanın görev ve sorumluluk alanını belirleyen 10. maddesine göre; jandarmanın,  kural olarak,  görev ve sorumluluk alanı, polis görev sahası dışı olup, bu alanlar il ve ilçe belediye hudutları haricinde kalan veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir.

 

Yasada bu kurala bir istisna getirilerek,  belediye sınırları içinde olmakla birlikte hizmet gerekleri bakımından uygun görülen yerlerin, İçişleri Bakanının kararıyla jandarmanın görev ve sorumluluk alanı olarak tespit edilebileceği hüküm altına alınmış ise de, daha önceden alınmış ve duyurulmuş,  uygulamaya konulmuş, İçişleri Bakanınca alınan böyle bir karar var mıdır?

 

Tüm teşkilatıyla yeterinden fazla polis kaynayan İstanbul’un göbeğinde,  bırakanız belediye hudutları içinde olmayı,  belediyenin tam  merkezinde,  İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin içinde yapılan üçüncü dalga operasyonunda, görev ve sorumluluk alanı içinde bulunmayan yetkisiz jandarmanın ne işi vardır?

 

Bunun haklı ve gerekli nedeni, Türk halkına açıklanmalıdır.

 

Daha ne kanunsuzluklara ve garip uygulamalara tanık olacağız bakalım. Bekleyip hep birlikte göreceğiz.

 

20/05/2025

Güner YİĞİTBAŞI


19 Mayıs 1919'un Anlam Ve Önemi
Ülkelerin tarihlerinde;  hiç unutamadıkları, asla unutmamaları gereken, ülkenin kaderini değiştiren, yeni bir sayfa ve çağ açan, o ülke için yeni bir milat olan,  çok özel günleri vardır.

 

İşte,  19 Mayıs 1919 tarihi de,  mavi gözlü, sarışın o Osmanlı subayının,  kuruluşunu kafasında planladığı günümüzün  modern ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş temellerinin atıldığı ve bu temele ilk harcın konulduğu çok önemli ve özel bir gündür.

 

Mavi gözlü sarışın o genç Osmanlı subayı,  19 Mayıs 1919 günü Samsuna ayak basmış,  üzerindeki Osmanlı kimliğini ve üniformasını çıkararak,  düşman işgali altındaki, onurunu, gücünü ve topraklarını kaybetmiş,  çökme aşamasına gelmiş, Sevr ile ölüm fermanı imzalanmış Osmanlının enkazından,  saltanatın ve hilafetin kaldırılacağı,  halkın seçtiği temsilcileriyle kendi kendini yöneteceği,  laik ve demokratik, üniter yapıya sahip yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti ulus Devletini kurmaya yönelik direniş planını uygulamak üzere, düğmeye basmış ve zafere giden ilk adımını atmıştır.

 

19 Mayıs 1919 tarihi itibariyle artık Osmanlı ile arasındaki gemileri yakarak,  ayak bastığı Samsundan,   Anadolu'nun derinliklerine doğru yeni ve aydınlık bir yelken açan eskinin o Osmanlı subayı Mustafa KEMAL,  halkımızı da arkasına alarak,  adeta devleşmiş ve ülkemizi işgal eden emperyalist devletlerle giriştiği kurtuluş savaşından muzaffer çıkarak,  bugünkü bağımsız, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.

 

19 Mayıs 1919 tarihi ile Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutlanan her yılın 19 Mayısları;  Türkiye Cumhuriyetinin,  demokratik ve laik, vatanı ve milletiyle bölünmez bir bütün olan,  ulus ve üniter devlet niteliğine aşık evlatları için,  bu nedenle çok önemli ve çok özel bir gündür.    

 

19 Mayıs 1919 tarihi ve Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutladığımız her yılın 19 Mayısları,  demokratik ve laik, etnik kimliklere dayanmayan ve önem vermeyen ulusal ve üniter bir yapıya sahip Türkiye Cumhuriyeti devletini bir türlü kabullenemeyen,  içlerine sindiremeyen karşı devrimci,  ümmetçi,  anti laik, siyasal İslamcı,  etnik milliyetçi, Osmanlı hayranı ve Osmanlının özlemi içinde yanıp tutuşan Atatürk düşmanı  kesimler tarafından,  bu nedenle sevilmemekte,  onlar için karabasan olmakta,  milli bayram olarak coşkuyla kutlanmak istenmemekte,  ATATÜRK'ün Samsuna çıktığı 19 Mayıs 1919 ve onun yıldönümü olan her yılın 19 Mayısları,  halkımıza unutturulmak istenmektedir.

 

Ama,  ne yaparlarsa yapsınlar,  19 Mayısları ve diğer özel günlerimizi ve milli bayramlarımızı,  laik Türkiye Cumhuriyetini kuran,  önemli devrimleri gerçekleştiren,  saltanatı ve hilafeti kaldıran ATATÜRK'ü,  Türk Milletine asla unutturamayacaklar ve Türk Milletinin gönlünde yer eden ATATÜRK sevgisini asla yok edemeyeceklerdir.

 

Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,  Cumhuriyetin bu değerlerine aşık tüm evlatlarının,  19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramlarını gönülden kutluyor ve milli bayramlarımızı;  bugün tüm elde ettiklerini kendisine borçlu oldukları ATATÜRK'e besledikleri kinlerini kusma ve hayranı oldukları Osmanlı'ya karşı yapıldığına inandıkları kötülüklerin  yıl dönümü  olarak gören karşı devrimcileri,  bu kin ve nefretleriyle baş başa bırakıyoruz.

 

Tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyetinin temellerini oluşturan ilk belge olması nedeniyle,  Türkiye Cumhuriyeti açısından önemi büyük olan Amasya Tamiminde yer alan en önemli kararlardan biri de; ”Milletin bağımsızlığını,  yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. ”kararıdır.  Bunu çok önemsediğimiz ve bugün dahi geçerliliğini koruduğu için, son söz olarak burada yer vermeyi uygun buluyoruz.

 

Bu vesileyle,  en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, er'inden generaline kadar,  ülkemizi emperyal düşman işgalinden kurtararak,  bugünkü modern demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında emeği ve kanı bulunan tüm silah arkadaşlarını ve diğer sivil asker tüm isimsiz kahramanları;  saygıyla, rahmetle,  minnet ve şükranla anıyorum. Ruhları şad ve mekanları cennet olsun.  

 

18/Mayıs/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

“Parolamız Tekdir Ve Değişmez: Ya İstiklal Ya Ölüm”
Ankara’da bulunan Atatürkçü Düşünce Dernekleri ortaklaşa, ülkenin maruz kaldığı yanlış yönetim ve sıkıntıları, pahalılık, maaş yetmezliği, PKK nın son açıklaması vb. sorunları kamuoyuna duyuran basın açıklaması yaptılar.  Ulus Anıtı meydanında 17 Mayıs 2025 günü yapılan basın açıklamasını üyeler ve halk ilgi ile izlediler. Yapılan basın açıklamasında şu konular anlatılıyordu:

Türkiye 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrası ABD gözetiminde Evren-Özal marifetiyle neoliberal sömürü düzenine tutsak edilmiş, 1 Mart 2003 tezkeresinin CHP’nin dik durması ve tehlikenin farkına varan önemli sayıda AKP milletvekillerinin bedel ödeme pahasına Erdoğan ve Gül’ün yoğun baskılarına direnmesi sonucu TBMM’de kabul edilmemesiyle kıl payı fiili işgalden kurtulmuş, 2003 yılından itibaren 21. Yüzyıl Sevr’i emperyal BOP un pençesine düşürülmüş, adım adım ilerletilen karşı devrimle kuruluş felsefesinden ve Atatürk’ün akıl ve bilim yolundan saptırılmıştır.

Son olarak emperyalizmin laik cumhuriyetimizi güdümünde bir din devletine dönüştürülerek ulusal birliğimizi dağıtıp ülkemizi bölmek amacı doğrultusunda kurduğu PKK’nın ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm elebaşını siyasi iktidar tarafından muhatap alınması ve TBMM’de konuşma yapmasının istenmesi kabulü olanaksız vahim bir hata olmuş, yaptığı açıklama bu vahameti daha da ağır ağırlaştırılmıştır.

1999 da iç ve dış destekleri kırılarak eylem yapamaz hale getirilmiş, liderinin yakalanmasıyla dağılma noktasına gelmiş, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılının “Terörsüz Türkiye” sinde kımıldayamaz durumda olan bu örgütün 41 yılın ardından bugün silah bırakmak için görüşme, hatta pazarlık yapar konuma gelmiş olması devletimizin itibar ve ulusal onurumuz açısından gerçekten ibret vericidir.

“Parolamız Tekdir Ve Değişmez: Ya İstiklal Ya Ölüm”

Böyle olunca, terörist başı örgütünün yenildiğini değil, ömrünü tamamladığını (zımnen amacına ulaştığını) ifade edebilmiştir. Küstahça terörü devletin aşırı milliyetçi savrulmasının yarattığını söyleyebilmiştir. PKK’yı Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü “isyan hareketi” olarak tanımlanan cüretiyle haddini fersah fersah aşabilmiş, aklınca kendini, örgütünü, uzantılarını ve sahiplerini meşrulaştırmaya kalkışabilmiştir.

Nedense önce Kürtçe, sonra Türkçe okunan silah bırakma! Çağrısı ile Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez maddeleriyle 42 ve 66. Maddeleri yanında Anayasa korunmasındaki laik ve üniter Ulus Devleti yapısı, Aydınlanma Devrimleri, Atatürk Milliyetçiliği ve dil birliği açıkça hedef alınarak milyonların ve devlet yetkililerinin gözleri önünde fütursuzca anayasayı ihlal suçu işlenmiştir.

Mustafa Kemal’in askerleri teğmen evlatlarımız ihraç edilir, siyasi parti genel başkanları, akademisyenler, gazeteciler, sendikacılar, belediye başkanları, hatta falcılar yatarı olmayan zorlama suçlamalarla tutuklanıp zindana atılırken bu açık anayasa ihlalini yapanların ve izin verenlerin takipsizlik bırakılması yetmezmiş gibi, bir de alkışlanması akıl alır gibi değildir.

Yandaş kanalların “Yaşasın, terör bitti” çığırtkanlıkları ve tanıdığımız “yetmez ama evetçi

”, İkinci Cumhuriyetçi aymazların “terörsüz Türkiye” yaratıcısı iktidar güzellemeleri elbette sürpriz değildir, ama değerlendirmelerine bakıldığında kimi siyasilerin açıklamayı ve eki kısa notu doğru değerlendiremediklerinin görülmesi endişe verici olmuştur. Terörist başı, Türkiye’yi bölme amacı haritasıyla sabit BOP ile tam bir uyum içinde olduğu görülen ana metindeki “Ulus devlet toplum sosyolojisine cevap veremiyor. Milliyetçilik savrulmadır. Aşırı milliyetçi savrulma demokratik siyaset kanallarını kapatmıştır.” Gibi akıl ve bilim dışı ifadelerle yetinmiyor, bir de not iletiyor ve bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir”. Buyurarak kendini ve örgütünü devletle eş tutup koşul öne sürüyor ve ana metinde satır arlarına gizlediği gerekçe niyetini (ya da sahibinin niyetini) açığa vuruyor. Asıl dikkat çekici olansa, açıklamada Suriye’den tek kelimeyle söz edilmemesi ve Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD-YPG, İran’da PJAK, Irak’ta PÇDK adları ile faaliyet gösteren terör örgütlerinin çatı örgütü olan, liderinin de kendisi olduğu KCK’nin adının bile geçmemesidir. Nitekim PYD lideri Mazlum Abdi, daha ilk gün çağrının kendisini kapsamadığını söylemiştir. Bu durumda devlet yetkililerinin, Üniter Ulus Devlet, Laik Cumhuriyet, Atatürk Milliyetçiliği, Aydınlanma Devrimleri, Demokratik Siyaset ve Dil Birliği ile ilgili düşüncelerini, tanınması gereken hukuki boyutun içeriğini, Anayasanın hangi maddeleri ve hangi yasalarla ilgili olduğunu, ABD nin bu perspektifin neresinde durduğunu ve KCK ile ilgili yol haritasının ne olacağını milletimize açıklamaları, bunu da hemen yapmaları bir zorunluluk olsa gerektir.

Öte yandan açıklama, AKP lideri Erdoğan ve DEM eş başkanı Bakırhan’ın bazı demeçleriyle birlikte okunduğunda daha da ilginçleşmektedir.

Erdoğan’ın konuşmalarında sıklıkla, 100 yıllık oyunun bozulduğu, 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin sancılı olduğu gibi savlar ileri sürülmekte, yeni bir devlet kurma jargonu olan “ihtilal” sözcüğü “AKP iktidarı bir Anadolu ihtilali ile gerçekleşmiştir” cümlesi içinde dillendirilmekte ve bir süredir “Türkler, Kürtler, Araplar” termino0lojisi ümmet bağlamlı kullanılmamaktadır. Bu terminolojiye Tuncer Bakırhan’ın Çanakkale ruhu hamasetiyle yoldaşlık ermesi de doğrusu hayli göz yaşartıcıdır. “Yeni Anayasa” iştahlarını kabartan bu yoldaşlığa “Anayasadan Türklüğü çıkarabiliriz” bonkörlüğüyle! Binali Yıldırım’ın, Anadolu Suriyelilerin de anavatanıdır” alicenaplığıyla! Mehmet Metiner’in ve bazı Cumhur İttifakı sözcülerinin de omuz verdikleri görülmektedir. Bu durumunda, açıklamalıyla ortaklaşan bu söylemlerin, Anadolu topraklarında Misak-ı Milli tatlandırıcısı ve Malazgirt’ten Çanakkale’ye    ambalajı ile servis edilmek istenen “Türk-Kürt-Arap (ve belki diğer etnisiteler) birlikteliği ekseninde yeni bir federal devlet arayışı mı kastediliyor acaba?”  Sorusunu akla getirmesi herhalde paranoya olarak görülmemelidir. Hele birkaç yıl önce AKP yöneticisi birinin “İsteseniz de istemeseniz de yeni bir devlet kuruyoruz” dediği, bir diğerinin askeri vesayeti bitirmek için ABD ve FETO ille ortak çalıştık” itirafı, Cumhurbaşkanlığı danışmanı       bir emekli generalin dili Arapça, başkent İstanbul olan ASRİKA İslam devleti kongresi düzenledi ve benzeri kimi girişimler de düşünülürse hiç görülmemelidir.

İktidar gözetiminde, TBMM Başkan Vekili sıfatlı bir milletvekili öncülüğünde yürütülen görüşmeler sonucu PKK’nın kendini feshetmesi çağrısı yapıldığına göre şimdi: PKK teröristlerinin de çoktan içinde yer aldığı 80-100 bin kişilik eğitilmiş donatılmış silahlı güücü ile burnumuzun diibinde neredeyse devletleştirilmiş, adı da SDG olarak değiştirilmiş, ABD beslemesi PYD-YPG’nin Türkiye için hala terör örgütü olup olmadığı, terör örgütü ise mücadele mi, müzakere mi edileceği ve bir gün “PYD-YPG terör örgütü değildir” denilip denilmeyeceği soruları da yanıt beklemektedir.

Unutulmamalıdır:

Terörsüz Türkiye’nin bedeli, “Biz başaramadık” anlamına gelecek ve şehitlerimizin kemikleri sızlayacaksa, milletimiz “istemez eksik olsun” diyecektir.

Terörsüz Türkiye’nin bedeli, BOP haritasının güçlenmesi, güneyimizde ABD taşeronu bir terör devletinin kurumlaşması, demografik yapımızı tarumar eden milyonlarca sığınmacının daha vatandaşlık alması olacaksa, milletimiz “istemez eksik olsun” diyecektir.

Terörsüz Türkiye’nin bedeli, binlerce asker, polis, öğretmen ve yurttaşlarımızın katili teröristlerin “hukuki boyutları ile “demokratik siyaset” yapmaları olacaksa, milletimiz “istemen eksik olsun” diyecektir.

Ve kimse aklından çıkarmamalıdır;

Türkiye Cumhuriyeti, laik ve üniter bir ulus devlettir, ilelebet payidar kalacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti…Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”, öyle devam edecektir.

Türkiye Devleti, ülkesi ve milliyetiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir…”, tartışılamaz.

Atatürk Milliyetçiliği dahil bütün Atat5ürk ilke ve devrimleri devletimizin kuruluş felsefesi, Cumhuriyetimizin kilit taşıdır, terk edilemez.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”

Atatürkçü Düşünce Derneği Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak milletimizle birlikte Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşmanın tek çıkar yol olduğunu kamuoyu ile bir kez daha paylaşmayı görev saymaktadır”.

Cevat Kulaksız  kulcevat599@gmail.com

Türkan Saylan

18. 05. 2009 tarihinde kaybettiğimiz değerli insan ve doktor Sayın Türkan SAYLAN için,  ölümü nedeniyle,  19/05/2009 tarihinde yazdığımız “GÖZÜNÜZ AYDIN” başlıklı makalemizi,  Türkan SAYLAN'ın her ölüm yıl dönümlerinde aynen yayımlayarak kendisini anmayı,  gelenek haline getirdik ve bu yıl da, 16. ölüm yıldönümünde aynı geleneğe uyarak,  bu yazımızı aynen siz okurlarla paylaştık.

Değerli bilim insanı Sevgili Türkan SAYLAN'ı sevgi, saygı ve rahmetle anıyor, şükranlarımızı sunuyoruz.  18/05/2025 Güner YİĞİTBAŞI

 

GÖZÜNÜZ AYDIN

Aydınlanmanın simgesi. .

Laik. .

Demokrat. .

Atatürkçü. .  

Doktor. .

Eğitimci. .

Çağdaş ATATÜRK kadını. .

Darbe karşıtı. .  

Gerçek Vatansever. .

Sözde değil,  eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden,  insan sevgisiyle dolu. .

Ergenekon gazisi. .

Hukuk mağduru. .

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı,  saygıdeğer insan Profesör Dr.  Türkan SAYLAN' ı,  geçtiğimiz gün kaybettik.  Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.

Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek,  kanıttan suçluya gidecek yerde,  belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle,  ağır hasta olmasına rağmen,  hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar. .

Laiklik karşıtları. .

Demokrasi ve Atatürk düşmanları. .

Çağdaş,  modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen,  kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler. .

Türk insanına ve toplumuna,  tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip,  onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar. .

Gözünüz aydın. . .

Ancak,  onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.

SAYLAN' ın,  bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen. . .

O sözleri,  size bir kez daha hatırlatalım.

Sayın Türkan SAYLAN,  ölmeden bir gün önce;  “Görevlerimi tamamladım,  ölüme de hazırım” demiş.

Çok doğru söylemiş,  kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız,  Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar.  

Dün,  bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu;  yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.

Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler,  yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu. .

Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak,  yapanlar adına senden özür diliyoruz.

Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz.  Rahat uyu Sayın SAYLAN.  1

 

9. 05. 2009

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


İmamoğlu duruşmalarının trt'den naklen yayımlanması mümkün müdür?
Ana muhalefet partisi Genel Başkanı ile halen Silivri cezaevinde tutuklu bulunan İMAMOĞLU;  yapılan haksızlıkların tüm milletimiz tarafından canlı olarak görülmesini sağlamak adına, büyük bir özgüvenle,  ne zaman açılacağı belirsiz olan İMAMOĞLU davasının TRT'den naklen yayımlanmasını,  gerçeklerin tüm Türk Milleti tarafından izlenmesini talep etmektedirler.

 

Gördüğümüz kadarıyla,  Saray iktidarı,  yani ERDOĞAN,  bu talebe sıcak bakmamaktadır.

 

Ceza Muhakemesi Yasasının buna olanaklı olmadığı,  gerekçe olarak sunulmaktadır.

 

Bize göre, Ceza Muhakemesi Yasasının 183. maddesi ile duruşma salonunda ses ve görüntü alıcı aletlerin kullanılması yasağı getirilmişse de, bu yasak duruşmaların hakimlikçe alınacak bir kararla,  herhangi bir yorum katmaksızın,  başından sonuna kadar,  aynen ve naklen TRT aracılığıyla yayımlanarak Türk Milletine iletilmesine asla engel değildir.

 

Anayasamıza göre,  Türk Milletine ait olan egemenlik hakkının bir kolu olan yargı yetkisini,  mahkemeler Türk Milleti adına kullanmaktadırlar.

 

Yine Ceza Muhakemesi Yasasının182. maddesine göre duruşmalar alenidir ve herkese açıktır.

 

Yasanın öngördüğü çok istisnai durumlarda duruşmalar gizli olarak yapılabilir.

 

Kamuoyuna mal olan önemli davaların duruşmalarına; sanık, avukat ve izleyici sayısı itibariyle duruşma salonlarının kapasitelerinin sınırlı olması ve güvenlik nedeniyle, herkes katılamamakta ve aleniyet ilkesi gereği herkesin serbestçe izleyebilmelerine açık olması gereken duruşmalar,  tüm isteklilerin izleme arzularını karşılayamamakta ve duruşmaların aleniyeti ilkesi zorunlu sebeplerle ihlal edilmektedir.

 

Duruşmaların TRT'den naklen yayımlanması,  bu ihtiyacı karşılayacak ve duruşmalara izdihamın önüne geçecek ve duruşmaların aleniyeti ilkesi tam olarak yerine getirilmiş ve Türk Milleti,  kendi adına mahkemelerce kullanılan yargı yetkisinin kullanılışına bizzat tanıklık etme olanağını elde edeceklerdir.

 

Ceza Muhakemesi Yasasının 183. maddesinde yer alan; ”duruşma başladıktan sonra duruşma salonunda her türlü sesli veya görüntülü kayıt veya nakil olanağı sağlayan aletler kullanılamaz” hüküm ve yasağının amacı başkadır. Bu yasak hükmü ile amaçlanan; herkes tarafından,  gelişi güzel ve kötü niyetlerle izinsiz ve korsan olarak ses ve görüntülerin alınmasının önüne geçerek,  bu ses ve görüntülerin kötü amaçlarla kullanılmasını engellemektir. Bu itibarla,  bu yasak  hükmü, amacı dışına çıkılarak,  duruşmaların resmi devlet televizyonundan kontrollü bir şekilde ve bir disiplin altında yayımlanmasının yasak olduğu şeklinde asla yorumlanamaz.

 

Bu ülkede anayasalar uygulanmamakta,  anayasalar delinmekte anayasanın amir hükmüne göre uyulması zorunlu Anayasa Mahkemesi kararları,  iş başındaki saray iktidarı tarafından uygulanmamaktadır.

 

Ceza Muhakemesi Yasasının 183. maddesinde yer alan,  başka bir amaca matuf yasak; amaç dışına çıkılarak, duruşmaların, duruşmaların aleniyeti ilkesi gereği olarak,  yargı hakkının asıl sahibi Türk Milletine iletilmek üzere, devlet televizyonundan yayımlanmasının önüne bir engel olarak çıkarılamaz.

 

16/05/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 

Pkk Fesih Bildirgesinin Şifresi
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin;  kurtuluş, kuruluş ve bağımsızlık senedi olan Lozan anlaşması ile 1923 de Cumhuriyeti ilan eden Türkiye Cumhuriyeti Devletini modern bir ulus devlet haline getiren 1924 anayasasının; Kürtlerin inkar ve imhasına,  soykırımına kaynaklık ettiği gerekçesiyle tartışma konusu yapılarak günah keçisi ilan edilmesi, PKK'nın fesih bildirgesine damgasını vurmuş ve PKK'nın oluşumuna neden gösterilmiştir.

 

Bildirgede çok açık ve net bir şekilde PKK'nın amacı; Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı ilkesine göre silahlı mücadele yöntemiyle meşru ve haklı bir mücadeleyi yürütmek olduğu açıklanmıştır.

 

Ulusların kendi geleceğini, kaderini tayin hakkı ve ilkesi; bir halkın yaşam hakkını diğer devletlerden bağımsız olarak bizzat kendisinin özgürce istediği kararları alabilmesidir. Özgür, bağımsız ve özerk bir yönetim sistemini kurabilmesidir.

 

PKK ve onun ilkelerini benimseyen Kürtler; her ne kadar amaçlarının Türkiye Cumhuriyeti Devletinden özerk ve bağımsız bir yönetim yapısını amaçlamadıklarını beyan etmekte ve bu amaçlarını Kürt sorunu olarak açıklamakla yetinerek gerçek amaçlarını gizlemekteyseler de, asıl amaçlarının; yerel meclislerinin, yönetim birimlerinin, mali yapılarının, bayraklarının, resmi dillerinin olduğu özerk ve bağımsız bir yönetime sahip olmak olduğu,  kesindir.

 

O nedenle, Lozan antlaşmasına karşı cephe almışlar ve Lozan’ı tartışmaya açmışlardır.

 

PKK'nın amacı, kurtuluş savaşını kazanarak imzalanan T. C. nin kurtuluş, kuruluş ve bağımsızlığının senedi olan Lozan’ı inkar ederek,  Sevr anlaşmasının referans alınmasıdır.

 

Peki niçin?

 

Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan ve Osmanlı Devletini paramparça yapan 10. Ağustos. 1920 tarihli Sevr Anlaşmasının 62-64 maddelerine göre,  bir Kürt Bölgesi oluşturulmakta ve buna göre; İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon, Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak bir yıl sonra, Kürtler dilerse Milletler Cemiyetine bağımsızlık için başvurabileceklerdir.

 

İşte PKK fesih bildirisinde,  Kürtlerin özerkliğinden ve bağımsızlığından ve de bir Kürt bölgesinden bahsedilmeyen Lozan’ın dışlanıp tartışma konusu yapılarak,  Sevr antlaşmasına çağrışım yapılmasının, keza ulus devlete yer veren, etnik kimliklere atıf yapmayan, tüm etnik kimlikleri  Türk Milleti ortak kavramında bir araya getiren 1924 anayasasının dışlanmasının nedeni ve şifresi budur.

 

PKK Fesih bildirgesi;  tahmin ediyoruz ki, Kurtuluş savaşında yenilen ve Lozan anlaşmasıyla bu yenilgileri tescillenen sömürgeci dış güçlerin de katkılarıyla,  Lozan Antlaşmasının rövanşını almak amacıyla hazırlanan, iş başındaki iktidarın küçük ortağı tarafından şükranla karşılanan bir utanç belgesidir

 

14/05/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 

T.C.nin Kürtleri İmha Edip Soykırımda Bulunmakla Suçlayan  Yüz Kızartıcı Bir Fesih Kararı
Kendini fesheden PKK tarafından,  nihayet  beklenen açıklama yapıldı.


Açıklanan fesih bildirgesinde,  T.C. suçlayan ve aşağılayan,  binlerce masum insanın acımasızca katledilmesine,  binlerce masum insanın yaralanmasına yol açan silahlı terör eylemlerini meşru bir hak mücadelesi olarak kutsayan ağır ifadelerin yer aldığını görüyoruz.


Fesih bildirgesi; 


“Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan  Kürt inkar ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” değerlendirmelerinin yer aldığı ifadelerle başlamakta ve T.C. Devleti Kürtleri inkar ve imha etmekle suçlanmakta olup, bu inkar ve imha hareketine T.C. Devletinin tapu senedi olan Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasının  kaynaklık ettiği beyan edilerek, Lozan Antlaşması ve 1924 T.C. Anayasası yaftalanmakta ve değersizleştirilmektedir.


Bildirgede yer alan; ”Partimiz PKK; ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı mücadele stratejisi temelinde, meşru, haklı bir mücadele yürüttü” ibaresi,  dikkat çekicidir. Bu ibareden açıkça anlaşılmaktadır ki; ülkemiz sınırları içinde kurularak faaliyete geçen, faaliyetlerini sınır ötesine de taşıyan  ve kendini feshettiğini açıklayan PKK tarafından temsil edilen, fesih kararıyla bugün için  barış ile sonuçlandığı zannedilen Kürt hareketinin asıl ve nihai amacı; Kürt Ulusuna dayalı,  adına ne derseniz deyiniz,  T.C. Devletinden, İrandan koparılacak olan,  Irak ve Suriye'den zaten koparılmış olan topraklar üzerinde özerk, bağımsız bir  Kürt Devletinin, Büyük Kürdistanın kurularak hayata geçirilmesidir. 


Bildirinin devamında da,  mealen; 


Kürt inkarı, buna dayalı Kürt imha siyaseti, soykırım ve asimilasyon politikaları egemen olmasaydı PKK kurulmazdı, PKK'yı kurup silahlı özgürlük mücadelesine başladıktan sonradır ki; Kürt varlığı kabul edildi ve Kürt sorunu realitesi kabul edildi.


1990'lı yılların koşularında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın Kürt sorununu siyaset yoluyla çözme arayışına önder Apo'nun destek çıkmasıyla başlayan çözüm süreci, Turgut ÖZAL ve ekibinin derin devlet tarafından ortadan kaldırılması sonucunda sabote edilerek Kürtlerin inkar ve imha siyasetinde ısrar ve  devam edildi.


Buna karşılık, Kürt özgürlük hareketi; hem nicel hem de nitel olarak büyüdü, PKK'nın gerilla savaşı Kürdistan ve Türkiye'ye yayıldı, Gerillanın yürüttüğü savaşın etkisiyle Kürt halkı başkaldırıya kalktı. Böylece her iki taraf açısından savaş temel seçenek haline getirildi, Önder Apo'nun Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollardan çözme çabaları sonuçsuz kaldı beyan ve değerlendirmelerinde bulunulmuş, PKK terörü; T.C.Devletinin Kürtlere yönelik  imha siyaseti, soykırım ve asimilasyon politikalarının eseri olarak ortaya çıkan silahlı ve meşru bir mücadele olarak açıklanmış,  bu mücadelenin galibinin PKK, mağlup olan tarafın ise T.C. olduğu ima edilmiş, PKK'nın legal siyaset içinde yer alması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması talep edilmiştir.


En üzücüsü de T.C.Devletinin tapu senedi olan Lozan Antlaşmasına dil uzatılmıştır.


PKK'nın fesih kararıyla; bu kararın kapsamı dışında kalan PKK'nın diğer kollarına meşruiyet ve dokunulmazlık kazandırılmış, Büyük Ortadoğu Projesinin amaçladığı Büyük Kürdistan'ın kurulmasının önüne set çekilememiştir. Bu proje Amerika, İsrail,  İngiltere, Fransa ve benzeri devletlerin himayeleri altında emin adımlarla ilerlemektedir. 


T.C.ne yönelik ağır ve haksız suçlamaların yer aldığı PKK'nın fesih bildirgesine karşı, siyasal ikbal endişesiyle sessiz kalınması, ileride devletimizin başını ağrıtacak gelişmelere neden olabilecektir.


Bugün ERDOĞAN'ın dile getirdiği, PKK'nın fesih kararının en fazla Şehit ve gazilerimizin yararına olduğuna yönelik üzücü beyanları, siyasal iktidarın bu fesih kararından ne kadar fazla memnuniyet duyduğunu,  açıkça ortaya koymaktadır.


ERDOĞAN yanılmaktadır. Fesih kararı, genç yaşlarda hayatlarını yitiren  şehitleri geri getirmediği gibi,  sakat kalan gazilerimizi de şifalı kılmamış olup, şehit yakınlarının,  gazilerimizin ve yakınlarının üzüntülerini tazelemiştir. 


12/05/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anne (kadın) olmak bir ayrıcalıktır
ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN 


Bugün (11/05/2025) anneler günü. 


Çok anlamlı ve çok özel bir gün. 


Dünyada ve ülkemizde,  yıl içinde çok çeşitli günler kutlanır, çoğunu şimdi hatırlamamız dahi mümkün değildir. 


Ama,  anneler günü için öyle söyleyebilir miyiz?


Bizi dünyaya getiren, hiçbir karşılık beklemeksizin,  büyük zahmet ve fedakarlıklarla büyüterek bizleri yetiştiren annelerimizi; hayatta olsunlar veya olmasınlar,  istisnasız,  yılın her günü hatırlar ve çok severiz. 


Ancak; anneler gününde,  annelerimize diğer günlere nazaran çok daha özel ve yoğun bir sevgi göstermek ve onlara şükranlarımızı sunmak, sağ iseler gidip ellerinden ve yanaklarından öpmek,  onlara sarılarak kucaklamak,  ana şefkatini ve yüreğinin sıcaklığını yüreğimizde hissetmek,  bir başka güzeldir, büyük bir onur ve mutluluktur. 


Anne olmak, Dünya'nın en güzel duygusu ve zevki olduğunu tahmin ettiğimiz analık duygusunu ve zevkini tadabilmek, Allah tarafından sadece kadınlarımıza tanınan bir ayrıcalıktır. 


Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı kadın, diğer yarısı olan biz erkekleri doğurarak Dünya'ya getiren de,  yine kadındır. Yani kadın; erkek ve kadınlardan oluşan tüm Dünya nüfusunun tamamında, yüzde yüzünde de vardır ve söz hakkına sahiptir. 


Bu yalın  gerçek dahi,  annelerimizin ve kadınlarımızın önemini ve vazgeçilmezliğini,  onları çok sevmemiz, başımızın tacı yapmamız, saygı göstermemiz gerektiğini,  açıkça göstermektedir. 


Dünya'ya kadın olarak gelen herkes; yaradılışı gereği,  erişkin yaşlara geldikten sonra evlenip bir yuva kurarak mutlaka bir çocuk sahibi olmayı arzular. 


Ancak, kısmet olup da evlenemediği veya evlendiği halde, kendisinden veya kocasından kaynaklı tıbbı bazı eksiklikler ve bozukluklar nedenleriyle çocuk sahibi olmayan kadınlarımız da, toplum içinde az değildir. 


Bizler, çok iyi biliyoruz ki; doğurup çocuk sahibi olamasalar da, bu kadınlarımız da; kadın olarak, doğuştan  bir ana yüreği ve şefkati taşımakta ve çocuk özlemiyle yanıp tutuşmaktadırlar. 


Bu nedenle, biz anneler gününü; evlenemedikleri için çocuk doğurup  anne olamayan veya  evlenseler de, çeşitli nedenlerle çocuk doğuramadıkları için anne olamayan kadınlarımız da dahil olmak üzere, çocuk doğurarak anne olan tüm kadınlarımızın günü olarak kabul ediyoruz ve tüm kadınlarımızı yürekten  kutluyoruz. 


Şu veya bu nedenle çocuk sahibi olamamış kadınlarımızı, anneleri hayatta olsun veya olmasın, tüm çocukların manevi  anneleri olarak kabul ediyoruz. 


Gerçekten, tahmin ediyoruz ve görüyoruz ki; kadın olmak, anne olmak,  çok özel ve güzel  bir duygu ve zevk olup, bu duygu ve zevk, kadınlarımızı erkeklere nazaran ayrıcalıklı ve üstün kılmaktadır. 


Sanırım, özellikle ülkemizde, kadınlarımızın; bazı erkeklerin şiddetine ve kötü muamelesine maruz kalmalarının altında yatan şuur altı gerçek neden de, kadınların erkeğe karşı olan bu ayrıcalıklı üstünlüğüdür. 


Maalesef bu anneler gününde de, kadınlarımızı erkek teröründen koruyamamanın büyük ezikliğini ve utancını yaşıyoruz. 


Bu duygularla; 

En başta; ülkemizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Sevgili ATATÜRK'ü doğuran hepimizin sevgili annesi ZÜBEYDE annemiz ve rahmetli kendi annem, çocuklarımın annesi eşim olmak üzere; hayatta olan veya olmayan tüm annelerin,  anne adaylarının,  şu veya bu nedenle anne olamayan,  ancak annelik özlem ve duygularını bedeninde ve ruhunda taşımaya ve yaşamaya devam eden tüm kadınlarımızın Anneler Günü'nü;  en derin saygı, sevgi, minnet ve şükran duygularımla kutluyorum. 


İyi ki, varlar. 


Halen hayattaki tüm annelerimize ve kadınlarımıza selam, hayatta olmayanlara Tanrıdan gani gani rahmetler olsun. 


11/05/2025

Güner YİĞİTBAŞI


 

2021 Tüm Emekliler Sendikası, TÜİK önünde enflasyon verilerini protesto etti

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) önünde emekliler pahalılığı protesto ettiler
Rakamlar Yalan Yoksulluk Gerçek

2021 Tüm Emekliler Sendikası üyeleri, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) önünde bir araya gelerek, 7.5.2025 günü, dün açıklanan Nisan 2025 enflasyon verilerini protesto etti. Aylık enflasyonun yüzde 3, yıllık enflasyonun ise yüzde 37,86 olarak açıklandığı verilere tepki gösteren sendika üyeleri, basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasına Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Can Cankesen, Demokrasi ve Atılım Partisi Ankara Milletvekili İdris Şahin, İYİ Parti Ankara Milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba, CHP Pursaklar İlçe Başkanı Hüseyin Benek, Türkiye İşçi Partisi Ankara İl Başkanı Fırat Çoban, Demokrasi ve Atılım Partisi Gölbaşı İlçe Başkanı Ünal Özdemir, Bağımsız Emekliler Sendikası İl Başkanı Sinan Şatır, Büro Emekçileri Sendikası 2 No’lu Şube Başkanı Mustafa Çınar, Emekli Meclisleri Sendikası Genel Başkan Sekreteri Ramazan Tekin ve Ankara Dayanışma Derneği Genel Başkanı Yusuf Şahin katıldı.

2021 Tüm Emekliler Sendikası, TÜİK önünde enflasyon verilerini protesto etti. Sendika Genel Başkanı Salman Hürkardeş, “Biz sadaka istemiyoruz, hakkımızı istiyoruz. İnsanca yaşamak istiyoruz. Cumhur İttifakına sesleniyorum, bu iktidar gitmediği sürece, emeklinin, işçinin, emekçinin yüzü gülmeyecek. Bir ülkede demokrasi yoksa iş, aş ve özgürlükler yok demektir. Getirin sandığı, emekliler kırmızı kartını gösterip sizden hesabı soracak” dedi.

RAKAMLAR YALAN YOKSULLUK GERÇEK                                                                  

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) önünde emekliler pahalılığı protesto ettiler

Hakkımız olanı alacağız.

“Ülkemizde üretilen her mal ve hizmet bu ülkenin tüm emekçilerinin alın teridir, kafa ve kol gücüdür, beyninin ışığıdır. Toplumsal refahtan en büyük payı bu emekçiler almalıdır. Ne yazık ki güzel ülkemizde emekçiler, 23 yıldır dolar milyarderlerine ve holdinglere dost mevcut iktidarın yönetiminde acı ve ızdırap çekiyor.

TUİK aldatıyor

TUİK’in 5 Mayıs 2025 günü açıkladığı enflasyon verilerine göre TÜFE’deki değişim 2025 yılı Nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 3,00 artış, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 13,36 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 37,86 artış ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 48,73 artış olarak gerçekleşti.

Aylık artışları minicik

Bu verilere göre, emeklilerin ikinci 6 aylık enflasyon oranı artışının 4 aylık kısmı yüzde 13,36 oldu. Mayıs ve haziran ayalarının enflasyonu da eklendiğinde 6 aylık artış netleşmiş olacak. Sahte TÜİK verilerine göre değil, insanca yasamaya yetecek maaş istiyoruz. En düşük emekli maaşı en düşük memur maaşı kadar olmalıdır. Tüm emekli dul ve yetim aylıklarına temmuz ayını beklemeden ek zam istiyoruz.

Kira artışları kocaman

BU verilere göre mayıs ayında kira artışı yüzde 48,73 oldu. On bin liralık konutun kirası 14 bin sekiz yüz yetmiş üç liraya; 15 bin liralık konutun kirası 22 bin 310 liraya yükseldi. En ücra bölgelerde, en sağlıksız konutlarda bile aylıklar kiraya yetmez oldu. AKP iktidarı milyonlarca emekçiyi barınma hakkından yoksun kıldı. İktidarı uyarıyoruz, Anayasanın emrine uy, her yurttaşın sağlıklı barınma hakkını sağlayacak tedbirleri acişlen yerine getir.

Demokratik direniş haktır

Türkiye’nin onurlu emekçilerinin emekli kolu olarak emekçi ailesinin bir bileşeni olarak ilan ediyoruz ki: İktidarın 19 Mart’ta başlattığı başladığı, hala devam eden muhalefeti toptan ortadan kaldırmaya yönelik sistemli saldırısından ve yarattığı şiddet ikliminden korkmadık, korkmayacağız.

Cumhuriyeti, emeğimizi, barınma hakkımızı, kadın erkek eşitliğini, insanca yaşama özlemimizi, çocuklarımıza tam istihdamı, parasız sağlık ve parasız eğitimi, yani eşitlik ve özgürlüğümüzü savunma anlamına gelen Saraçhane direnişinin, 1 Mayısların, Maltepe’den Konya’ya protesto mitinglerinin tam içindeydik. Olmaya devam edeceğiz.

Üç gün önce 4 Mayıs günü, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e bir provokatör eliyle yapılan yumruklu saldırıyı şiddetle kınıyor, Özgür Özel’e ve CHP’ye geçmiş olsun dileklerimizi ve dayanışma duygularımızı iletiyoruz.

            Kapitalizme hayır

Kapitalizm emeğin sömürüsünün sürekliliğini sağlamak için başta işçi sınıfı olmak üzere çalışanların dayanışma ve birlikteliğini bozarak örgütlenmelerini engelliyor, bunu yapamadığı zaman da yandaş örgütlülükler kuruyor. İşçilerin emekçilerin yüzlerce yıl süren ve büyük bedeller ödeyerek elde ettiği demokratik kazanımlarının korunması ve geliştirilmesi bugün düne göre çok daha önemli. Kapitalist emperyalist sistem tüm dünyada çalışanların ve emeklilerin haklarına saldırıyor. Gelişmiş az gelişmiş veya orta gelişmiş ülkelerin tümünde kapitalist yönetimler, çalışanların sokaklara taşan büyük öfkesine rağmen emeklilik yaşını yükseltiyorlar. Emeğin payı tüm ülkelerde bilinçli olarak düşürülüyor, holdinglerin tekellerin büyük sermayecilerin payı artıyor.

Tekellerin holdinglerin emrindeki yatık ekonomi uzmanlarıysa endüstride verimlilik artarsa emekçilerin gelirinin artacağı masalını anlatıyorlar bize. Yani onlara göre suçlu çalışanlar. Niye çünkü yeteri kadar verimli değilmişiz. Paradan para kazananlar, rantiyeler, yani toplumun sırtındaki asalak sınıf, onurlu emekçileri verimsizlikle suçluyor. Oysa biz, işçi sınıfı tarihinden biliyoruz ki, emeğin payının artması için: Sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, işçi emekçi dostu siyasal partilerin emeğin hakkı için etkili şekilde sahaya inmesi, sınıf mücadelesini yükseltmesi şarttır. Ve bu şart yerine getireceğiz.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) önünde emekliler pahalılığı protesto ettiler

Asgari altı yaşam olmaz

İktidarın uyguladığı ekonomik politikalar sonucunda asgari ücret hem ortalama ücrete dönüştü hem de açlık sınırının da altına indirildi. Emeklilerin büyük çoğunluğunun aylığı ise zaten yetersiz olan asgari ücretin de gerisinde. İktidar, uyguladığı ekonomik politikalarla çalışanları da emeklileri de yoksullukta eşitledi.

İktidar emeklilerin ABO Aylık Bağlama Oranını bir muz cumhuriyetinde bile olmayacak bir düzeye, yüzde 35’lere kadar düşürdü ve emekli aylıklarına milli gelir artışı eklemeye son verdi. Huzur içinde geçirmemiz gereken emeklilik yaşamımız yazın sıcağında, kışın soğuğunda dermanı iyice azalmış dizlerimize rağmen kuyruklarda, sıralarda geçiyor.

Sendika haktır

23 Yıllık AKP iktidarı bize sefaleti layık gören politikalarına karşı örgütlü olarak mücadele edemeyelim diye iktidara geldiği 2002 yılından itibaren yargı üzerinde baskı kurarak sendikal örgütlülüğümüze saldırdı. AKP iktidarı kendisinden önceki iktidarların aksine sendika hakkında açtığı kapatma davalarını ısrarla takip etti. 1995 yılında kurulan ilk sendikamız ve 2017 yılında kurduğumuz ikinci sendikamız yargı eliyle kapatıldı.

İktidar kurduğumuz 3. sendikamızı da kapattırmak için yargı üzerindeki tüm gücünü kullanmaktadır. Bilsinler ki biz sendikamızı kimseden izin alarak kurmuyoruz. İdarenin baskıları karşısında da herhangi bir geri adım atmamız söz konusu dahi olamaz. Emeklilerin sendika hakkı her türlü tartışmaya kapalıdır. Üzerlerindeki idarenin ağır baskıları karşısında emekli sendikaları hakkında kapatma kararı veren mahkemeler dahi vicdanlarını biraz olsun rahatlatmak için emekliler için doğru örgütlenmenin aslında sendika olduğunu belirterek kapatma kararını veriyorlar.

Sorarlar bir gün sorarlar

AKP iktidarının sınıfsal tercihleri sonucunda açlık sınırının da altında yaşama mahkûm edildi. Yazın sıcağında, kışın soğuğunda saatlerce ekmek kuyruğunda beklemek zorunda bırakılmamızın, pazara belki fiyatlar biraz düşer diye akşamları gitmemizin, et, süt ve meyve alamaz, torunlarımıza bayram harçlığı veremez hale getirilmemizin yani bu asla AKP iktidarının sınıfsal tercihleri sonucunda açlık sınırının da altında bir yaşama mahkûm edildik. Yazın sıcağında, kışın soğuğunda saatlerce ekmek kuyruğunda beklemek zorunda bırakılmamızın, pazara belki fiyatlar biraz düşer diye akşamları gitmemizin, et, süt ve meyve alamaz, torunlarımıza bayram harçlığı veremez hale getirilmemizin, yani bu hak etmediğimiz durumun hesabını sormaya devam edeceğiz.

 Özelleştirme ihanettir.

Ülkemizde Cumhuriyetimiz ’in kuruluşundan başlayarak oluşturulan Sümerbank, Etibank, Türk Telekom, TÜPRAŞ, TEDAŞ, PETKİM, Şeker fabrikaları, Tank Palet fabrikası özelleştirildi. AKP özelleştirmenin şampiyonu oldu, böyle yaparak dolar milyarderlerini ve milyonerlerini çoğalttı. Onlar zenginleştikçe, semirdikçe, emekçiler fakir oldu. Faizleri öyle artırdılar ki artık takla attırdığımız kredi kartlarını da kullanamaz olduk. Bir avuç büyük sermayedarsa zenginliklerine zenginlik katıyor. Ekonomi yönetimini ele geçiren uluslararası tefecilerin çıkarları için emekçileri derin yoksulluğa mahkûm eden işbirlikçi AKP iktidarı, salt tefecilere borç ödemesi garanti altına alınsın diye bizleri düpedüz açlıkla sınamaya devam ediyor.

Çare kamuculuktur.

Halkımızın refahı ve vatanımızın birliği bütünlüğü için, temelleri Cumhuriyetle atılan kamucu ekonomi anlayışına dönelim. Sanayi ve tarımı destekleyen, işçiyi emekçiyi önceleyen planlı, üreten ekonomi modeline geçelim. Özelleştirilen kamu kurumları tekrar devletleştirilsin, çocuklarımıza ve torunlarımıza tam istihdam sağlansın. Herkese karnı tok, sırtı pek, başı dik olsun, çocuklarımız ve torunlarımızla birlikte onurumuzla insanca yaşayalım.

Üretimi bizden devralan çocuklarımızla, torunlarımızla omuz omuza olmak, demokratik laik eşit ce özgür Türkiye’ye ulaşmak için haydi görev başına. Ekonomik ve insani krizin baş sorumlusu, iç ve dış tekellerin temsilcisi iktidarı demokratik yoldan iş başından uzaklaştırmak için haydi görev başına.

Emperyalizme sömürgeciliğe Siyonizm’e kapitalist sömürüye karşı haydi görev başına.

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.

Basın bildirisi ile çeşitli parti ve sendikaların temsilcileri de konuşmalar yaparak görüş ve düşüncelerini açıkladılar.

Emekliler konuşma ve eylemlerinin daha etkili olması için TÜİK  binasının önündeki kaldırıma, yoksulluğu simgelemek için içinde taşlar olan bir tencere, yanında simit ve boğaca parçaları koyarak emeklilerin yoksulluğunu anlatmak istiyorlardı.

2021 Tüm Emekliler Sendikası

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Deniz Gezmiş Ve Arkadaşları 3 Fidan
Benim gibi 68 kuşağından olan Deniz GEZMİŞ ve iki arkadaşının idam edilmelerinin üzerinden elli üç sene geçmiş. 


Kendilerine Allahtan rahmetler diliyorum, mekanları cennet olsun. 


İdama mahkum olmayı ve bu cezalarının kesinleşerek, yaşamlarının baharında genç bir fidan olarak asılıp ölmeyi hak ettiler mi?


Tabii,  kocaman bir HAYIR. Asla hak etmediler. 


Her şeyden önce, idam bir ceza değildir. Ne kadar suçlu olurlarsa olsunlar,  insanların hayatına son vermek, asla bir ceza olamaz. 


İdam cezası; devletin, yani kamunun, karşı taraftan bir öç almasıdır. Kan gütme ve öç alma saikiyle adam öldürmek,  nasıl öldürme suçunun ağırlaştırılmış haliyse ve kişilere yasak ise,  kan gütme ve öç alma saikiyle bir kişiyi öldürme ve cinayet suçundan farksız olan idam cezası da, bize göre, devlet'in; kan gütme ve öç alma saikiyle işlediği bir cinayettir. 


Bu gerçeği en başta vurguladıktan sonra, diğer gerçekleri de objektif olarak sıralamaya devam edersek, ülkede yürürlükte olan pozitif hukuk kurallarına, beğensek de beğenmesek de riayet etmek, herkesin görevidir. 


Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarına; o günün yürürlükte olan ceza kanunu hükümlerine göre illegal olarak kurdukları örgüt adına işledikleri ve ceza kanununda tarif edilen anayasayı ihlale cebren teşebbüs suçunun unsurlarını asla oluşturmayan münferit silahlı şiddet eylemleri nedeniyle verilen idam cezası; eylemlerinin hukuki karşılığı olmayan ağırlıkta ve vasıfta, hukuken  hiç hak etmedikleri bir ceza olup,  hayatları haksız ve hukuksuz bir şekilde ellerinden alınmıştır. 


Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının;  ülkelerini seven, ülkelerinin tam bağımsızlığı ve halkının özgürlük ve refahı için, ellerini taşın altına sokarak mücadele verdiklerinden en ufak bir şüphemiz asla yoktur. İdamlarından bu yana 53 sene geçmesine rağmen,  hiç  unutulmamaları ve hala çok sevilmeleri ve özlemle anılmalarının nedeni de budur. 


Ancak, amaç ne kadar ulvi ve yüce olursa olsun; her insan gibi, onların da yürürlükteki pozitif ceza hukuku kurallarına göre suç teşkil eden şiddete dayalı bir yöntemi seçerek mücadele verecek yerde,  legal ve suç teşkil etmeyen silah ve şiddet içermeyen bir yöntemi kullanarak mücadele etmeleri gerekirdi diye düşünenlerdenim. Zor ve meşakkatli ve uzun bir zaman isteyen bu legal ve demokratik siyaset yolunu tercih etselerdi, onların gayretleriyle ve devrimci ruhlarıyla,  ülkemiz ve halkımız; belki de,  bugün içinde bulunduğumuz,  siyasi, ekonomik ve hukuki tüm sıkıntıları yaşamayacak olabilirdi. 


Kurtuluş Savaşında ATATÜRK ve silah arkadaşlarının; emperyalist istilacı devletlere ve düşmanla işbirliği yapan Osmanlı Saray yönetimine karşı halkımızı da arkasına ve yanına alarak gerçekleştirdikleri örgütlü ve silaha dayalı mücadele ve kurtuluş savaşıyla,  Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının iktidara yönelik şiddet içeren yöntemlerle giriştiği müsaadeyi, asla aynı kefeye koyamayız. Bu ülkenin,  meşru tam bağımsızlık mücadelesi veren ve kazanan tek devrimcisi,  Mustafa Kemal ATATÜRK ve yakın arkadaşlarıdır.  


Amerikan emperyalizminin dümen suyuna giren kurulu düzenin parti ve iktidarlarına karşı tam bağımsız ve özgür bir düzen kurulması için mücadele veren Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarına sevgi ve saygı duyuyorum, ölüm yıldönümlerinde onları sevgiyle ve rahmetle anıyorum. Mekanları cennet olsun. 


Ancak,  karşılığı kesinlikle idam olmayan, hukuk eğilip bükülerek, ihlal edilerek idam cezasına çarptırılmalarının çok büyük haksızlık ve hukuksuzluk olduğu gerçeği kadar, o tarihte yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre,  daha hafif cezaları içeren, karşılığı idam ve ölüm olmayan bazı münferit suçları işlemiş oldukları hukuki gerçeğini de,  herkes kabul etmelidir. 


Tüm gerçekler,  gazete arşivlerinde yerli yerinde durmaktadır. 


06/05/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget