Haber Güncel

Son Konular
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

26/30 Ağustos Zafer Haftası Ve Bayramı Kutlu Olsun
Milli duyguları gelişmiş bir Türk olarak; Türklerin kazandıkları,  tarihin sayfalarında şanlı yerlerini alan  tüm zaferleri, hiçbir ayrım yapmadan anmak ve bunlarla gurur duymak,  başlıca görevimizdir.

 

26 Ağustos; büyük bir tesadüf eseri olarak, Türklerin Anadolu’ya ayak basarak ele geçirdikleri, Türklere Anadolu'nun kapısının açıldığı, Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerini sağlayan Alpaslan komutasında kazanılan 1071 Malazgirt Meydan Savaşının yanı sıra,  30/Ağustos/1922 de büyük taarruz ile sonuçlanarak bugünkü son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun temel taşını oluşturan  Kurtuluş Savaşımızın ve büyük zaferin kutlandığı zafer haftasının da yıldönümüdür.

 

Alpaslan öncülüğünde elde edilen Anadolu'nun; sonradan emperyalist devletler tarafından işgal edilen topraklarında, son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna olanak sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliği ve başkomutanlığında kazanılan,  düşmanın denize döküldüğü,  güçlü emperyalist ve işgalci devletlere diz çöktürüldüğü büyük zafer,  30 Ağustos 1922 büyük taarruzun (Kurtuluş savaşının); ATATÜRK'ün ismi dahi anılmadan, daha öne çıkarılan Malazgirt Savaşı ve zaferinin devletin üst kademelerince,  mahalline gidilerek,  devlet protokolüyle kutlanmak suretiyle perdelenmeye ve adeta yok sayılmaya çalışılması ve bunun bir alışkanlık ve gelenek haline getirilmesi, asla kabul edilemez.

 

Aynı tarihlere rast gelen bu iki büyük zafer; dönüşümlü olarak,  bir yıl Malazgirt de diğer yıl da Kocatepe de devlet protokolüyle,  hak ettiği görkem ve önemle kutlanamaz mıdır?

 

Elbette kutlanır.

 

Ancak, iş başındaki Saray iktidarının ve bugün için,  onun artık küçük mü yoksa büyük mü olduğu pek anlaşılamayan ortağı,  her yıl, Malazgirt Savaşının ve zaferinin devlet protokolüyle görkemli bir şekilde mahallinde kutlanmasını tercih etmekte ve ATATÜRK ve silah arkadaşlarının kazandığı 26/30 Ağustos 1922 tarihlerini kapsayan Zafer Haftasına hak ettiği önemi vermediklerini Türk Milletine göstermektedirler. Bu saygısızlığı,  millet olarak asla kabul etmiyoruz.  

 

İktidar ve ortakları 30 Ağustos zaferini görmezlikten gelerek kutladıkları Malazgirt Zaferi kutlamalarında da aslında samimi değillerdir. Zafer nerede kazanılmıştır? Malazgirt de değil mi? Öyleyse sizin Ahlat’ta ne işiniz var? Neymiş efendim Ahlat Malazgirt'e en yakın beldeymiş. Siz onu benim külahıma anlatınız. Ahlat Van Gölü'nün kenarında havası ve manzarası güzel adeta bir sayfiye yeri Malazgirt Zaferini kutlama adı altında Ahlat da fakir halkın paraları çarçur edilerek yapılan Ahlat Sarayında  bir iki gün tatil yapmak dinlenmek ve serinlemek sağlık açısından hiç de fena fikir olmasa gerek. ATATÜRK'ün büyük taarruzu başlattığı Kocatepe’de ATATÜRK'ün savaş anılarını paylaşmak ve büyük zaferi kutlamakla bizim ne işimiz olabilir?

 

İşte kafa yapıları bu, ne söylesek nafile.

 

İş başındaki Saray iktidarının ileri gelenleri; bu kabul edilemez ayrımcılıklarıyla,  adeta, kendilerinin en yakın varlık nedeni olan babalarını, dedelerini,  analarını,  ninelerini görmezlikten gelerek, yüzlerini dahi görmedikleri,  isimlerini dahi hatırlamadıkları büyük dedelerini ve büyük ninelerini önceleyerek onları yüceltme gibi bir davranışı sergilemektedirler. Olması gereken, bu konuda bir ayrımın yapılmaması, tümüne aynı önemin verilmesidir.

 

Alpaslan'ın 1071 Malazgirt zaferinden bu yana köprülerin altından çok sular akmış, akan sularla çok köprüler yıkılmış, yerine yenileri yapılmış ve en yenisi de ATATÜRK tarafından inşa edilerek, Türk Vatanı ve demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak,  milletimizin yaşamına ve emanetine sunulmuştur.  

 

Gerçek İslam ile ilgisi kalmayan,  siyasallaşan, devlet içinde devlet haline gelen,  devletin bütçesinde kambur oluşturan, kuruluş amacını aşan işlere karışmayı adet haline getiren, Saray İktidarının arka bahçesine dönüşen Diyanet İşleri Başkanı da, bu tarihlere denk gelen Cuma hutbelerinde;  ATATÜRK'ün adını anmamayı alışkanlık haline getirmiş olup, Diyanet İşleri Başkanının;  bu sene de, Cuma hutbelerinde 30 Ağustos Zaferi münasebetiyle ATATÜRK'ün  adını anmayacağından,  adımız gibi eminiz.

 

Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucusu, bu vatanın kurtarıcısı ATATÜRK; Türk Milletinin olmazsa olmazı ve  kırmızı çizgisidir. Sıfatı ve makamı ne olursa olsun, ister seçilmiş, isterse atanmış olsunlar;  herkes, haddini bilmek ve bu kırmızı çizgiyi bir milim dahi aşmamak mecburiyetindedir.

 

Başkomutanlığı,  oturduğu yerden ve Anayasada yer alan ve sembolik bir değer ifade eden bir hükümden yararlanarak yapay olarak değil,  emperyalist devletleri harp meydanlarında dize getirerek,  ülkemizi düşmanlardan kurtarmak suretiyle ve canı pahasına hak eden,  laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini kurarak bizlere hediye ve emanet eden,  ezeli ve ebedi,  gerçek ve tek Başkomutanımız ve liderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzün manevi kişiliğinde kutladığımız 26 Ağustos Zafer haftamız ve 30 Ağustos Zafer Bayramımız,  “NE MUTLU TÜRK'ÜM” diyebilen tüm halkımıza kutlu ve mutlu olsun.

 

Bu zaferi kazanan ve  bizlere yaşatan,  en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere,  artık hepsi aramızdan ayrılmış bulunan,  generalinden er'ine kadar,  zaferde payları bulunan;  askerinden siviline, erkeğinden kadınına,  tüm silah arkadaşlarına,  Allah'tan rahmet diliyor,  aziz hatıraları önünde minnetle ve saygıyla eğiliyoruz.  

 

26/08/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

CHP Mitinglerine Yönelik Bir Değerlendirme
Öncelikle şunu peşinen belirteyim ki; CHP'nin düzenlediği,  meydanları dolduran,  iktidara yönelik öfkeden kaynaklı olarak  halkımızda oluşan gazı boşaltma imkanı sağlayan mitinglere,  asla karşı değiliz. Bilakis,  mitinglerin seçimlere kadar sürdürülmesinden yanayız.

 

Ancak, yerinde ve dozunda alınırsa insan sağlığına iyi gelen ilaç ve vitaminler misali, mitinglerin de içeriklerini ve dozlarını iyi ayarlamak ve halkın ilgisini sürekli ayakta tutmak ve kanıksanır hale getirmemek şarttır.

 

İlk önce belirtmeliyiz ki; birisi İstanbul’un bir ilçesinde,  diğeri ülke genelinde bir il merkezinde yapılan haftada iki miting,  başlangıç dozu olarak iyi ve yerinde olmuşsa da,  artık,  idame doz olarak miting sayısını haftada veya on günde bir mitinge çekmek şarttır. Aksi halde halkta bıkkınlık yaratabilirsiniz.

 

Haftada iki miting hala meydanları dolduruyor,  halkı coşturuyor demeyiniz. Mitingleri sadece meydanlara gelenler izlemiyor, televizyon başında olan milyonlar da izliyorlar.

Kendi il ve ilçesinde yapılan mitinglere yöre halkının koşarak gelmesi ve meydanları doldurması çok doğaldır, o havayı canlı olarak yaşamayı ve enerjisini boşaltmayı, CHP Genel Başkanını ve diğer yöneticilerini canlı olarak görmeyi,  herkes ister. Önemli olan,  televizyonlarının başında mitingleri izleyen halk kitlesinin ilgi ve merakını sürdürebilmek ve bıkkınlık yaratmamaktır.

 

Ben kendi şahsımdan örnek verecek olursam, ilk başlarda haftada iki kez yapılan  miting saatlerinde,  tüm programlarımı iptal ederek,  çok önceden televizyonun başına geçip büyük bir beğeni ve merakla mitingi başından sonuna kadar sıkılmadan izleyebiliyordum.

 

Geldiğimiz bugünlerde ise,  artık mitingleri televizyondan izlemiyorum. Zira artık kanıksadım, ne konuşulacağını mitingin hangi anında ne söyleneceğini ve ne yapılacağını,  hangi sloganların atılacağını,  Tayyip Bey'den neler talep edileceğini,  önceden çok iyi biliyor ve tahmin edebiliyorum.

 

Özgür ÖZEL'in;  anket sonuçlarına bakarak,  yüzde 29 ile seni o koltukta oturtmam demesine,  artık çok kızıyor ve gülümsüyorum. Özgür ÖZEL temelde haklı, gerçek demokrasilerde iktidarın azınlığa düşmesi halinde halkın iradesine başvurulur seçimler yenilenir ve iktidar yeniden belirlenir, yani azınlığa düşen iktidar koltukta oturmaya devam edemez, devam etmemelidir. Özgür ÖZEL de bu gerçeği dile getirerek, ERDOĞAN'a azınlığa düştüğünü artık o koltukta oturmaması gerektiğini hatırlatmalıdır, ancak “seni o koltukta oturtmam” diyerek,  yapamayacağı çok iddialı ve imkansız beyanlardan kaçınmalıdır. Özgür ÖZEL'in; ERDOĞAN'ın demokrasi kültürünün yok denecek kadar zayıf olduğunu, herkesten iyi bilmesi ve ona göre konuşması gerekir.

 

Demem o ki; öncelikle miting sayısı haftada ikiden on günde bire düşürülmeli ve mitinglerde izlenecek strateji ve taktiklerde bir revizyona gidilmelidir.

 

Evet iktidar özellikle İstanbul Büyük Şehir Belediyesine takmış ve yavaş yavaş ve sırayla İstanbul’un tüm belediyelerine el koyarak CHP'yi İstanbul’dan dışlamayı, kendine en büyük rakip gördüğü İBB Başkanı İMAMOĞLU'nu siyaset dışına itmeyi kendisine tek hedef olarak belirlemiş ve bu yolda büyük mesafeler kat etmiştir. O nedenle, CHP'nin; ilk başlarda,  ilçelerini de kapsayacak şekilde İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına odaklı muhalefet ve mitingler yapması, büyük başarı ve  çok yerinde bir eylemdir.

 

Ancak,  artık protesto mitinglerinin ilk başlangıç dozunda bir azaltmaya gidilmeli, halkın heyecanını korumasına, canlı tutmasına ve heyecanını yenilemesine zaman tanınmalı, mitingler dakikası dakikasına sürekli aynı konulara, konuşmalara ve sloganlara yer verilerek rutinleştirilmemeli, sürekli aynı şeyleri dinleyen halk bıktırılmamalı, mitingler genel başkan odaklı olmaktan çıkarılmalı, mitingler Özgür ÖZEL ile özdeştirilmemeli, bugüne kadar çok yorulan genel başkana biraz nefes alma imkanı tanınmalı, mitinglerde yöresine göre CHP'nin ileri gelen ve sevilen,  iyi konuşan milletvekili ve yöneticilerine konuşma imkanı tanınmalı, hatta,  bir plan çerçevesinde,  toplumsal muhalefete dahil diğer muhalefet partilerinden konuşmacılara da yer verilmeli, miting meydanlarında spontane seçim ittifaklarının tohumları şimdiden atılmalı, gerçekçi olunmalı, iktidarın İMAMOĞLU'nu siyaset dışına itme planlarına daha gerçekçi yaklaşarak, yavaş yavaş B Planları yapılmalı, demokrasiden nasibini almamış olan iktidarın,  demokrasi adına mış gibi yaptığı ayak oyunlarına asla gelinmemeli, ERDOĞAN'ın emir ve talimatlarından asla bir adım geri atmayan Meclis Başkanının başkanlığında yürüyen komisyondan demokrasi adına hiçbir sonuç beklenmemeli ve derhal bu komisyondan çekilmelidir, CHP'nin olduğu komisyondan değil, olmadığı komisyondan korkulmalıdır gibi kendinden menkul büyük ve iddialı laflardan kaçınılmalı, ERDOĞAN'ın arkasında durduğu,  olur verdiği ve himayesinde çalışan komisyonun;  nihai işlevinin ve misyonunun ne olduğu ve ne olacağı,  şimdiden öngörülebilmeli, İstanbul odaklı mikro muhalefet ve mitinglerden,  ülke geneline yönelik,  ülkenin içinde bulunduğu sosyo ekonomik, yargı, siyaset ve demokrasi krizine ilişkin gerçekçi saptamaların yapıldığı ve çözüm yollarının gösterildiği,  makro düzeyde mitinglere aşama yapılmalıdır.

 

Biraz daha somut örnekler vermek gerekirse, İKTİDAR'ın;  

 

Bu ekonomi politikası ve aşırı israfı, devletin gelirini üretimden değil vergilerden elde etme, vergilerden de en adaletsiz vergi olan, fakirden zengine kaynak transferinin bir şekli olan fahiş KDV ve ÖTV gibi, beyana tabi olmayan,  mal ve hizmet alımlarından otomatikman kesilen ve gelir düzeyine bakılmaksızın, zenginden de fakirden de aynı oranda ve eşit olarak alınan vasıtalı vergileri tercih etmesi, gerçek kazanandan yeterince vergi almaması,

 

Akaryakıt gibi,  hizmet ve mal üretiminde en temel girdi olan,  tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarına olumsuz  etki yapan benzin ve motorine,  Dünya fiyatlarındaki ucuzlamayla ters orantılı olarak, hazinede para kalmadıkça aşırı zam yapması, buna bahane olarak da, pişkince,  ne yapalım bizim akaryakıtımız yok, ithal ediyoruz demesi, ancak,  seçim zamanlarında,  maşallah,  topraklarımızdan ve denizlerimizden doğal gaz fışkırtarak,  nabza göre halkımıza şerbet vermesi,

 

Hazineden beş kuruş çıkmayacak yalanlarıyla yap işlet devret yoluyla ve kar garantisi verilerek yaptırılan halkın kullanmadığı yol, köprü, hastane, havaalanı ve benzeri üretime dayalı olmayan yatırımlarla,  hazinenin yandaş firmalara soydurulması, devletin bu ağır soygun ve  yükten nasıl kurtarılacağının çözüm yolları, bundan sonra yapılacak olan mitinglerde sürekli dile getirilmelidir.

 

Ayrıca, İMAMOĞLU başkan seçildikten sonra AKP dönemine ait hazırladığı, ancak zamanın İçişleri Bakanı SOYLU tarafından el konularak hasıraltı yapılan belge ve kanıtlara dayalı aleni yolsuzluk dosyaları ile Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Mansur YAVAŞ tarafından hazırlanan ve gereği için Ankara C. Başsavcılığına sunulan belge ve kanıtlara dayalı soruşturma dosyalarının akıbetleri, bıkmadan ve usanmadan sürekli sorulmalı ve miting meydanlarında halka anlatılmalıdır.

 

Son olarak da şimdilik şunu belirteyim. Büyük Atamız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulan ve halkımıza emanet edilen,  ancak,  AKP iktidarı döneminde ATATÜRK'ün bu emanetine hıyanet edilen Ankara ATATÜRK Orman Çiftliğinin,  Saray'a kuşbakışı yakın bir yöresinde de, demokratik ve anayasal hakkımızı kullanarak, CHP tarafından mutlaka bir miting yapılmalıdır.

 

CHP Mitingleri konusunda sosyal paylaşım sitelerinde dile getirdiğim eleştirilere,  karşı eleştiri sunan ve benden somut öneriler bekleyen kişiler;  umarım, şimdilik biraz tatmin olmuşlardır.

 

22/08/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Şair Eşreften İlginç Anımsamalar (2)
Bu günlerde Şair Eşref’in yaşam öyküsünü seçilmiş şiirleri ile anlatan Hilmi Yücebaş’ın kaleme aldığı “Şair Eşref” adlı kitabı okuyordum. Orada ilgimi çeken bazı olay ve şiirleri sizinle paylaşmak istedim. Yaşadığı 65 yıl ömrünce gerek toplumda gerekse devlet katında gördüğü haksızlıkları, yanlışlıkları şiirleri ile dile getiren Eşref, kimileri tarafından kâh eleştirildiği için kâh övüldüğü için (övdükleri insanlar azsa da), Osmanlı toplumunda mizah şairliği yanında çeşitli ilçelerde kaymakam olarak devlet katında çalışırdı.

Türk mizah edebiyatımızın en seçkin şairi Eşref’in 65 yıllık yaşamında değişik önemli görevle yaşantısını sürdürmüş, kaymakamlık, mizah şairi olması gibi.

Şair Eşref ülkedeki haksızlıkları başta haksız insanları olmak üzere pek çok kişi ve varlığı hicveder, taşlama eleştiri yapmaktan çekinmemişti, öyle ki devrin padişahı II Abdülhamid’i bile mısralarında eleştirmiş, bazen kendini bile eleştirmiştir. Kendini bile eleştirdiğini bakın su dörtlüğünde dile getiriyor:

Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar,

Doğruyu söyler gezer bir şairim.

Bir güzel mazmun bulunca, Eşrafa,

Kendimi hicveylemezsem kafirim!..

 

Sahte diplomalıların dalga dalga ortaya çıkmaya başladığı şu günlerde, bilim öğretmeyen imam hatipler çoğunlukla din ağırlıklı ders uygulamalarını görenler, İmam hatiplerden sınavlarda şampiyon çıkması çoklarını şaşırttı. ÖNDER İmam Hatipliler Derneğinden yapılan açıklamada, sınav sonuçlarına göre Türkiye genelinde 500 tam puan alan 719 öğrenciden 63'ünün imam hatip ortaokullarında okuduğu belirtildi.1

Sahte diplomaların sahte belge düzenleyen ve de Maarifin (Milli Eğitimin) bozulduğunu hepimiz medya organlarından (gerçi medyanın gazeteler, televizyonların çoğunluğu tek adam” yönetiminin baskı ve denetimi altında olduğu için AKP-RTE iktidarınca toplumumuzdaki olumsuz şeyleri geçiştirme, üstünü örtme çabası içindedir.

Şair Eşref’in aşağıdaki dizelerinden öğrendiğimize göre 100 yıl önce de “Devlet çarkının (Eşref böyle diyor) iyi dönmediğini öğreniyoruz:

Olur mu cazibe, sevr eyle, her mabubu-i gül-femde?

Kemal olmaz meka mekatibden yetişmiş her bir ademde,

Şehadetnameli cahil mi istersin bu alemde?

Maarif şimdi bizde meyvasız  eşcara dönmüştür.

 

Cehalet Ademi mahrum eder her bir saadetten,

Cehalettir cihanda var ise eşna esaretten,

Uzağa gitme, Eşref, bu yakınlarda cehaletten

Koca bir milletin ikbali bak idbara dönmüştür.

 

Osmanlı’da ve de Cumhuriyetin önceki yıllarında Osmanlıda okuma yazma oranı çok düşüktü.  Osmanlı çocukları mahalle mekteplerinde doğru düzgün okuması yazması çok az olan bazı sarıklı imamlarda okurken sadece din ağırlıklı dersleri vardı.  Bu nedenle Osmanlı ahalisinin bilgisizliğin, yoksulluğun pençesi altında sıkıntı içinde sürünürken, bu cehaleti hiciv Şairimiz Eşref dizelerinde şöyle haykırıyordu:

Şair Eşref’ ten yüz yıl sonra bizim toplumda Atatürk’ün Türkiye’sinde utanç verici sahte diploma tartışması dalga dalga yayılırken, (ne ki Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan’ın bile yüksek okul diplomasının olup olmadığı) tartışılmakta. Sahte diplomalı liyakatsiz insanlarla, her sınavda yapılan soru çalma gibi yandaş kayırma gibi cehalet ürünü insanlarla mı çağdaş uygarlık seviyesine çıkacağız.  Günümüzde Mili Eğitim, Atatürk’ün Devrim Kanunlarıyla yasakladığı tarikatlara bırakılmıştır. Şair Eşref zamanında Milli eğitim bozuktu da günümüzde daha mı iyi? Osmanlının son yıllarında maarifin yani Milli Eğitimin bozulduğunu yüz yıl önce Şair Eşref’ mısralarında şöyle dile getirmekte:

Olur mu cazibe (çekicilik), seyr eyle, her muhabbub-i gül-femde (Muhabet bağı)

Kemal (olgun) olmaz mekatibden(mektep) yetişmiş her bir ademde(insan),

Şehadetnameli Diplom

alı) cahil mi cahil mi istersin bu alemde?

Maarif şimdi bizde meyvasız eşcara dönmüştür (meyvesiz bahçe)

 

Şair Eşref mısralarında cehaletten nasıl yakınıyor:

Cehalet ademi mahrum eder her bir saadetten,

Cehalettir cihanda var ise eşna esaretten,

Uzağa gitme, Eşref, bu yakınlarda cehaletten

Koca bir milletin ikbali bak ibdara dönmüştür.

 

Eşna: daha (en, pek, çok) şeni', fena, kötü ve çirkin.

İDBAR: Tâlihin insana yüz çevirmesi, ters dönmesi, talihsizlik, bahtsızlık.2

Şair Eşref, ömrünü mizahi şiirler yazarken, ayrıca çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaparak geçimini sağlamaya çalışır. Çoğunlukla Batı ilçelerinde kaymakamlığı sırasında Kaymakamlığı devam ederken, yazdığı veya söylediği bir mizahi şiiri yüzünden kaymakam olarak Sivrihisar’a tayin eder. Eşref Sivrihisar’ı hiç beğenmez, başka yere tayin edilmesini ister, bunun için yazdığı mektupta şunu söyler:

“Padişahım Sivrihisar’ın sivrisi kıçıma battı beni buradan başka yere verin”, der. Padişah da hoşgörülü davranır, Eşref’i başka yere atarlar.

Agop Paşa

II. Abdülhamid’in birçok bakan ve bürokratlar Rum, Ermeni, Yahudi kökenli idi. O zamanları Yahudi de olsa Müslüman olmadan baş vezir yapılmazdı. Şair Eşref sadrazam için Şair Eşref şu hiciv dörtlüğünü yazmıştı:

Lutfet de padişahım Agop Paşa’yı sadrazam et!

Deninin yerine varsın gelen de bir deni olsun.

Sadaret mührünü vermek ger memnu ise Müslümana,

Yahudiden usandık bir zaman da Ermeni olsun.

II. Abdülhamid, Maliye nazırlığı, Hazine-i Hassa nazırlığı yapan Agop Paşa’yı severdi. Türk kültürü ile yetişen Agop Paşa, tama bir Osmanlı idi. Hünkara bağlı, sadakatli idi. Bekardı. İhtiyar annesiyle beraber Yeniköy’de otururdu. Bir gün Padişah II. Abdülhamid ona sormuştu:

“-Paşa, saraydan çıktıktan sonra nereye gidersin, ne yaparsın?

Agop Paşa:

Şevketlüm, doğru Yeniköy’deki fakir haneye giderim. Ata binmeyi severim, ara sıra at gezintisi yaparım!..

Abdülhamid ertesi günü, İstanbul-ı amire’den Agop Paşa’ya Agop Paşa’ya bir kır at hediye etmişti.

Paşa bir gün ata binmiş, gezmeğe çıkmıştı. Çalıların arasından çıkan bir kediden ürken at gemi azıya almış, uçmaya başlamış ve nihayet paşayı Kalender kasrının duvarına çarparak yere yuvarlanmıştı.

Şair Eşreften İlginç Anımsamalar (2)
Temin edileceğini de söylemişti.

Kafa tası patlayan Agop Paşa ölmüştü. Abdülhamid çok sevdiği paşanın, kendisinin hediye ettiği atın yaptığı b ir kaza ile bu şekilde ölümünden çok üzülmüştü. Başmabeyinci hünkârın çok üzüldüğünü, üzüntüsünün, üzüntüsünden yemek bile yiyemediğini felaketzede kadına anlatmış, teselliye çalışmış, İhtiyaçlarının daima padişah tarafından temin edileceğini de söylemişti.

Agop’un ihtiyar annesi bu şahane taziyetten duyduğu memnunluğunu anlatırken demişti ki:

Bir Agop’um öldüyse bir oğlum sağdır. Allah uzun ömürler versin, üzülmesinler, kazaya rızadan başka elden ne gelir?”

 

Şair Eşref anlatıyor:

“Bir tarihte Alaşehir’den İzmir’e giderken, beraberimde bulunan bir zat, Hazreti Ademin çamurunda saman olup olmadığını, ben fakirden sormuştu.

Bu soruya o sırada aklıma gelen ulu Kuran’dan ayetleriyle cevap vermek istedimse de o zat oralarda olmadı. Baktım güç anlayacak!  Bir kıta tasarlamaya başladım. Birkaç dakika içinde aşağıdaki kıta ortaya çıktı. Bereket versin soru sahibini susturabildim. Kıta şudur:

Ey bana tıynet-i Adem’de saman var mı diyen,

Bir daha etme bana gel bu suali hami.

Balçığında saman olsaydı eğer ebülbeşerin,

Çatlayıp da yarık olmazdı ananın a……

                   **

Kadınların çarşaf giymesinin aleyhinde bulunduğundan açık saçık bir kızla evlenen birisi, zifaf gecesinde kızı, kız bulamamasından dolayı can sıkıntısı ile akşam üstü dışarı çıkıp üzüntüsünü dağıtmak için biraz çakıştırdıktan sonra eve döner. Vur ha, vur ha; gelen yok, giden yok! Neden sonra kapı açılınca, gelin hanımla damat bey arasında aşağıdaki konuşma olur:

Damat:

“Canım, iki saattir kapıyı çalıyorum, açmıyorsunuz.

Gelin:

“Affedersiniz efendim, küpe taktırmak için kulağımı deldiriyordum”.

Damat:

-Bravo, babanızın evinde delinecek şeyi burada, burada delinecek şeyi, babanızın evinde deldiriyorsunuz!..”

Kaynak: Şair Eşref Bütün Şiirleri ve 80 yıllık hatıraları 1978 Hilmi Yücebaş.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Bahçeli İyi Polis Rolünde
BAHÇELİ;  yine gündeme oturan önemli bir açıklama yaparak,  belediye soruşturmaları süratle sonuçlandırılsın demiş.

 

BAHÇELİ'nin bu beyanı;  bize,  hiç samimi ve inandırıcı gelmedi doğrusu. En başta İMAMOĞLU soruşturması olmak üzere,  CHP'li belediyelere yönelik soruşturmaların uzaması kamuoyunda sıkıntı yarattığı için,  BAHÇELİ kamuoyunun gazını almak üzere sahneye çıkarak, böyle bir yazılı açıklama yapma gereğini duymuştur.

 

Niçin bu kadar kesin konuşuyoruz?

 

BAHÇELİ ile ERDOĞAN kader birliği yapmışlar ve iktidarlarını birlikte devam ettirmek istiyorlar. İktidarını sürdürmek konusunda, ERDOĞAN'ın önündeki en büyük engel, İMAMOĞLU'nun adaylığı, İMAMOĞLU'ndan kurtulmak ve onun adaylığının önünü kesmek,  ERDOĞAN ve BAHÇELİ ikilisinin olmazsa olmazlarıdır.

 

İMAMOĞLU kumpas bir soruşturma ile tutuklanarak Silivri zindanına atıldı. Beş ayı aşkın süredir tutuklu ve hakkında bir iddianame dahi düzenlenemedi henüz. Elle tutulur bir kanıt yok ortada,  mahkumiyet için yeterli olmayan bir itirafçının beyanı dışında bir delil yok dosyada. Bu nedenle, hemen uyduruk bir iddianame ile dava açılması halinde,  bu davanın kısa sürede beraatla sonuçlanacağı kesin. Bu nedenle,  bu soruşturmayı sürüncemede bırakarak davanın açılmasının uzatılması gerekiyor.

 

Bu sonuca nasıl mı vardık?

 

Her şey çok açık. İMAMOĞLU  ile başlayan büyükşehir soruşturması, belediyenin tüm üst düzey bürokratlarını da kapsayacak şekilde,  dalgalar halinde genişletildi. Bir soruşturmanın uzatılması ve sürüncemede bırakılması için,  soruşturmaya yeni şüpheli ve suçluların,  yeni iddiaların ilave edilmesi şarttır. Bir örgüt yaratıp,  bu örgütün üyelerini ve eylemlerini çoğaltırsanız o soruşturma koca bir çınar ağacının dalları ve yaprakları gibi genişler ve büyür,  iddianame nerede kaldı diye sorulduğunda cevap hazırdır. Soruşturma çok sayıda şüpheli ve iddia içerdiğinden bu şüpheli ve iddiaların tek tek araştırılarak bir sonuca ulaşılması vakit almaktadır,  acele etmeyin cevabı verilecektir.

 

BAHÇELİ'de tam bu aşamada iyi polis rolüne soyunarak,  soruşturmanın sonuçlandırılmasının gecikmesinden kaynaklanan kaynayan kazanın  üzerine bu beyanıyla soğuk su serperek kazanın patlamasının önüne geçmektedir.

 

BAHÇELİ çok iyi biliyor ki; ERDOĞAN iktidarı kendisinin iki dudağının arasında ve pamuk ipliğine bağlı. Haydi erken seçime dediği anda ERDOĞAN'a yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur. Bu gerçeği bilen BAHÇELİ;  şayet beyanında samimi ise, soruşturmaların gecikmeksizin  sonuçlandırılması talebini erken seçim kartını ortaya koyarak yapmalıdır.

 

Bu yazımızda değinmek istediğimiz ikinci konuya gelince.

 

Malum komisyonun ikinci oturumu MİT raporları açıklanacağı gerekçesiyle gizli yapıldı ve bu toplantının tutanakları on sene açıklanamayacak.

 

Bize göre kırk senelik yılan hikayesine dönen ve  bugüne kadar birkaç kez açılıma konu olan PKK terörünün bilinmeyen gizli kapaklı hiçbir yanı kalmamıştır, kaldı ki,  bu örgüt,  sözüm ona kendisini fes etmiş ve silahlarını yakmıştır. Gizli kapaklı neyi kalmıştır da halkımızdan gizliyorsunuz?

 

MİT denince niçin her şey gizli olacak? Mit gizli bir teşkilat olabilir, doğası gereği bazı kritik çalışanlarının kimlikleri ve faaliyetleri, bazı raporları gizli olabilir tabi.

 

Ancak,  bazı MİT raporlarının sadece ülkeyi yönetenlerce bilinmesi,  halktan gizli tutulması,  fayda değil bilakis zararlı sonuçlar verebilir. Tıpkı FETÖ Silahlı Terör Örgütünde olduğu gibi. İş başındaki siyasal iktidar, aynı menzile doğru  kol kola yol aldıkları için MİT tarafından kendilerine sunulan ve bunda  GÜLEN Cemaatinin anayasal düzene musallat olan yasa dışı bir örgüt haline geldiğini ortaya koyan istihbarat raporlarına kulaklarını tıkamışlar ve zamanında gerekli önlemleri almamışlar ve bu GÜLEN Cemaati,  15. Temmuz. 2016 da,  ele geçirdiği ordu eliyle darbe girişiminde bulunmuştur. GÜLEN Cemaati ile ilgili MİT ve sair istihbarat raporları halkımızdan gizlenmeseydi,  mütedeyyin insanlarımız bu cemaatin tuzağına düşmekten kurtulacak ve siyasal iktidar GÜLEN Cemaatinin gerçek yüzü ortaya çıktığı ve halkımızca da öğrenildiği için gereğini yapacak ve belki de 15 Temmuz darbe girişimi olmayacaktı, binlerce mütedeyyin  günahsız insanlarımız kandırılmamış ve FETÖ Silahlı Terör Örgütü üyesi oldukları iddiasıyla zindanlara atılmamış olacaktı. Şeffaflık olmadığı için ülkemiz FETÖ belasının ağır sonuçlarına katlanmak zorunda kalmıştır.

 

Bir örnek daha verecek olursak. Diyelim ki; MİT istihbarat raporlarına göre,  bir terör örgütü toplu katliam yapmak üzere üç canlı bombasını sınırdan içeri sokmuş,  MİT de bu istihbarata ulaşmış,  şimdi,  bu canlı bombaların yakalanarak etkisiz hale getirilmelerini tehlikeye sokar, ülkemize turist gelmez endişeleriyle,  bu istihbarat raporu bilgilerini halkımızdan saklayacak mıyız, yoksa halkımıza açıklayarak, dikkatli olmaları,  toplu ve kalabalık yerlerden uzak durmaları konusunda onları uyaracak mıyız?

 

Bu nedenle,  MİT açıklamaları ve raporları  deyince, hiçbir ayırım yapmadan  tamam gizlilik kararı alınmalıdır diyenlere asla katılmıyoruz.

 

13/08/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Şair Eşref   Üstüne İlginç Anımsamalar
Bu günlerde Şair Eşref’in yaşam öyküsünü seçilmiş şiirleri ile anlatan Hilmi Yücebaş’ın kaleme aldığı “Şair Eşref” adlı kitabı okuyordum. Orada ilgimi çeken bazı olay ve şiirleri sizinle paylaşmak istedim. Yaşadığı 65 yıl ömrünce gerek toplumda gerekse devlet katında gördüğü haksızlıkları, yanlışlıkları şiirleri ile dile getiren Eşref, kimileri tarafından kâh eleştirildiği için kâh övüldüğü için (övdükleri insanlar azsa da), Osmanlı toplumunda mizah şairliği yanında çeşitli ilçelerde kaymakam olarak devlet katında çalışırdı. 

Türk mizah üstatlarımızdan Şair Eşref’in ölümünden yıllar sonra ona saygı olarak anısına bir heykeli dikilmek istenir. İzmir’de bir bira fabrikasının önderliğinde 4 Ağustos 1972 yılında yarışma ile seçilen bir heykeli dikilir. Heykeli gören vatandaşlar heykelin gerek yapılış şeklini gerekse Eşref’in mizahi yanını eleştirenlere karşı ABD de Nev York Başkonsolosumuz İzmirli Şefik dizeleri ile onu şöyle savunur:

“Eşref’in namına bir heykeli kim çok görüyor?

Şairin yaptığı ömrünce muazzam iştir.

Vatanın zulm ile maruz-u helak olduğunu

Kelle koltukta ahaliye haber vermiştir.”

  

Şair Eşref, padişaha kadar devlet katında bütün haksız bulduğu insanları korkusuzca eleştirdiği için Mehmet Akif, “şair Eşref’i Abdülhamid’e en güzel söven adam” diye sever, şu dörtlüğüne bayılırdı:

“Besmele guş eyliyen şeytan gibi,

Korkuyorsun “höt” dese bir ecnebi.

Padişahım öyle alçaksın ki sen,

İzzeti nefsin Arap İzzet  (2) gibi!

Tarihte görülmemiş bir uygulama ile kendini eleştiren binlerce on binlerce vatandaşı ile davalık olan günümüz yöneticisi, (hem de II. Abdülhamid gibi tek adam olarak) Recep Tayip Erdoğan zamanında yani günümüzde Şair Eşref yaşasa idi, sizce ne olurdu? Onca baskılı istibdat yönetimi olan II. Abdulhamid zamanında padişaha bile “alçaksın” diye sövebilen Şair Eşref’in başına kim bilir neler gelirdi?  

Bu anlayış farkı nedeni ile Osmanlıdan beri 200 yıldır neden Avrupalılaşamadığımızı bilmem anlayabiliyor musunuz?  Neden mi? Çünkü yaratıcılığın ilham kaynağı olan fikir ve ifade hürriyeti, gerçek anlamda Avrupa’daki basın ve ifade hürriyeti gibi olmadığından, olmadığı için. Günümüzde Orta Çağda olduğu gibi hoşlanılmayan insanlar hukuka aykırı olarak hapse atılıyor, sonra ona göre suç araştırılıyor. Şair Eşref’ten bu yana doğru gelin, fikir ve düşünceleri uğruna katledilen, yakılan, hapislerde süründürülen ne ki öteye gitmeden Sabahattin Ali’den Uğur Mumculara, Necip Haplemitoğlu’na kadar evlerinin önünde katledilen binlerce aydınımızı bir düşünün. Neyse geçelim, günümüze gelelim.

Devletin dolabı dönmüyor: Şair Eşref, şiirleri ile tüm eleştirilerine karşın, devlet çarkının doğru düzgün dönmediğini, yani işlerin iyi gitmediğini görünce şöyle sitem eder:

“ Asiyab-ı devleti (devlet çarkını) bir har (eşek) olsa döndürür…”

Çetin Altan da şöyle yanıt veriri:

“-Döndürür ama, anasının cebine döndürür. Devlet idaresi ateşten gömlek giymektir. Yanmadan aydınlatamazsınız”.

Hiciv Şairlerimizden Neyzen Tevfik’in hocası Eşref’e cevabı şöyledir:

“Ol kadar har (eşek) koştular ki asiyab-ı devlete,

Çiğnemekten birbirin dolab-ı devlet dönmüyor!”

Şair Eşref, tüm eleştirilerine karşın ülkesi Osmanlıdaki arzularının gerçekleşmediğini görünce, insanların cehaletten kurtulamadıklarını görünce onlardan nasıl yıldığını, yine onların vefasızlığından nasıl nefret ettiğini, mısralarında açıkça belirtir; 65 yıllık ömrünün ağırlığını içinde taşıyarak adeta vasiyet yazar gibi bu duygularını dörtlüklerinde şöyle dile getirir:

“Mümkün olsa kaçarım alem-i ervaha kadar,

İhtilat eyleyemem escam ile makberde bile,

Şol kadar eyledim ebnay-ı beşerden nefret,

İstemem yüzlerini görmeği mahşerde bile…


Ben ölünce seng-i kabrim çalmasın kimse diye,

Havf edip durmaklığın beyhudedir sersem senin..

Kimse dikmez başına taş…bedel-mevt,

Çünkü gördü “itilaf-ı Cürm”ünü alem senin!..


Bildim ey zair ki geldin kabrime, 

S….maya yahud dua ihsanına..

Her ne maksatla gelirsen yok zarar,

Çünkü ben çoktan becerdim canıma…


Ömrü haksızlıkları, haksızları hicivli şiirlerle eleştirerek yaşamını sürdüren, yaşamında dört kez evlenen, ömrü kaymakamlıkta, memurlukta geçiren hayat yokuşunu tırmanıp 1912 de bu dünyadan göçen Şair Eşref, Manisa’nın Kırkağaç kasabasına defnedilir, mezar taşına da hemen herkesin bildiği şu meşhur dörtlüğü yazılır:

“Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,

Gelmesin reddeylerim billahi öz kardaşımı.

Gözlerim ebna-yı ademden ol rütbe yıldı kim,

İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı!” 

Eşref’in yaşam öyküsünden ilginç kesitleri aktarmaya bundan sonraki yazımda da devam edeceğim. 

Cevat Kulaksız

Son notlar:

 1 Şair Eşref 1847 Kırkağaç Manisa- ö. 22 Mayıs 1912 Kırkağaç Manisa), Türk şair ve kaymakam. Türk edebiyatının hiciv ustasıdır. Tanık olduğu yolsuzlukların üzerine çekinmeden gitti. Hicviyelerini daha çok gazel, kaside, muhammes (beş dizelik bölümler halinde söylenen nazım şeklidir/) ve özellikle kıtalar biçiminde yazdı.

2  Arap İzzet Holo Paşa- Ahmad Izzet al-Abid d. 1852 Şam – ö. 1924 Kahire), Osmanlı Suriyeli devlet adamı, II. Abdülhamit döneminde Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi, vezir, hafiye örgütünün yöneticisi”.


Adı Dahi Netleşmeyen Bir Komisyon
Adına ne derseniz deyiniz, ister Terörsüz Türkiye, ister Milli Birlik Ve Beraberlik Kardeşlik,  ne derseniz deyiniz, kurulması planlanan komisyonun üye sayısı toplam 51 olup, komisyona üye verecek partiler, aslında bugün yapılacak olan bir seçimde sandalye sayıları kesinlikle değişecek olmasına rağmen,  meclisteki bugünkü sandalye sayılarına göre belirlenmiş olup, mecliste grubu olmayan partilere de birer üye ile komisyonda yer verileceği açıklanmıştır.

 

Kendisine üç üye tahsis edilen İyi Partinin komisyona katılmayacağı netlik kazandığından, komisyona katılmayacak başka bir parti ortaya çıkmazsa,  komisyonun 51 yerine toplam 48 üye ile çalışacağı anlaşılmaktadır.

 

Anket sonuçlarına göre her vesileyle Türkiye’nin birinci partisi olduğunu açıklayan ve bununla övünen bugünün ana muhalefet, yarının iktidar namzedi CHP; maalesef,  azınlıkta kalacağı ve isteklerini kabul ettiremeyeceği, istemediklerini de reddettiremeyeceği bu komisyona katılıp katılmama konusunda henüz bir karara varamamıştır.

 

Bu kararsızlığının sebepleri, böyle bir meclis komisyonunun kurulmasını ilk olarak kendilerinin önermesi ve buna bağlı olarak da şimdi kendi önerdikleri komisyonda yer almayacaklarını açılamanın,  seçmen nezdinde partiye bir zarar vereceği endişesine kapılmalarıdır.

 

Bu kadar ince düşünen bir CHP'nin; ince düşünmesine hiç gerek yok, şöyle kabaca geriye doğru  bir düşünse, 23 yıllık AKP iktidarı döneminde, CHP'nin  meclisin kabulüne sunmuş olduğu binlerce kanun teklifi, araştırma önergesi ve komisyon kurulması tekliflerinden birinin dahi kabul edilmediğini, mevcut iktidar çoğunluğu tarafından hepsinin reddedildiğini,  görecektir. CHP; bu yalın gerçeğe rağmen, hala, demokrasinin en tipik özelliği olan çoğulcu ve ülke yararına düşünmeyen, kendi siyasal ikbali için sürekli çoğunlukçu ve kelle sayısına göre düşünüp iş yapmayı kendisine şiar edinen AKP iktidarına güvenmekle,  büyük hata işlediğinin farkına varmalıdır artık.  

 

Ben lafımı esirgemeyen birisiyim, CHP'nin tavrı;  daha açık bir ifadeyle, tipik bir seçmen korkusudur. Özellikle Türkiye İttifakında oy desteklerine güvendikleri Kürt seçmeni karşılarına almak istememeleridir. Ancak,  korkunun ecele faydası yoktur.

 

CHP'nin Kürt Vatandaşlarımıza yönelik;  eşit yurttaş esasına dayalı, demokratik bir düzen içinde eşit hak ve özgürlükler düşüncesi,  Kürt Vatandaşlarımız tarafından da çok iyi bilinmektedir.

 

Mevcut iktidarın;  insan hak ve özgürlüklerinden, yargı bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden,  demokrasiden nasibini almamış, her önceliğinin AKP ve liderinin siyasal geleceğine endeksli olduğunu, hak ve özgürlüklerin kullanılmasında, adaletin sağlanmasında  çifte standart bir uygulama içinde olduğunu,  aklı başında,  terörden yana olmayan,  devletin milleti ve vatanıyla bölünmez bir bütün olduğunu benimseyen ve kabul eden aklı selim sahibi tüm Kürt kökenli vatandaşlarımız da çok iyi bilmekte ve bu yalın gerçeği yaşayarak görmektedirler.

 

Bu nedenle CHP'nin komisyona katılmama gerekçelerini, katılmalarının bir fayda sağlamayacağını, komisyonda alınacak kararların, komisyonun yapısına göre şimdiden belli olduğunu açıklayarak,  komisyona katılmamaktan dolayı duydukları yersiz  endişelerinden uzaklaşmaları gerekir.

 

Siyaset korku değil cesaret ister.

 

AKP lideri ERDOĞAN'dan ders alsınlar. Görüntüleriyle arşivlerde yer almasına ve yüzüne vurulmasına rağmen, çelişkilerini hiç tınlamayan cevap dahi vermeyen, dünün koşullarına ve siyasi yararına göre dün söylediklerinin  tam tersini bugün söyleyebilen ve yapan  bir ERDOĞAN,  bu ülkede 23 seneden beri iktidardır.

 

Komisyonun 2/3 nitelikli çoğunlukla karar alacağı kabul edilse dahi, oy dağılımına ve AKP/DEM/MHP ittifakı ve onlara katılabilecek oylarla nitelikli çoğunluğun dahi işe yarayamayabileceği, CHP'nin komisyonda bir etkinlik sağlayamayacağı, iyot gibi açığa çıkabileceği unutulmamalıdır.

 

Kaldı ki; her ne sebeple olursa olsun, iyi niyetli olarak komisyona dahil olacak bir CHP'nin, alınacak kararlarda etkin olamadığını, çoğunluk oylarıyla,  işin arzulamadığı bir istikamete doğru seyrettiğini görmesi üzerine, yarı yolda  komisyondan ayrılması, masayı deviren olarak suçlanmasına neden olacak, ayrıca bu gelişmeleri önceden öngöremeyen bir parti olarak suçlanacak, bu da partiye daha çok zarar verecektir. Bizim seçmenimiz,  masayı devirenleri ve öngörüsüzleri fazla sevmez biliyorsunuz.

 

Haydi Özgür ÖZEL ve CHP; biraz daha öngörü ve cesaret sizi bekliyor.

 

30/07/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget