Halk iradesi ve kayyum engeli paneli (3)
(Salonda bulunan Eski Adalet Bakanlarından Seyfi Oktay’la ilgili anılarından bahsederek konuşmasını sürdüren İlhan Cihaner şöyle devem etti:
“Nerdeyse sayısını unuttuğum reformlar çıkaran iktidar, yaptıkları her reform her şeyi geriye götürdü bugüne kadar. Oysa gerçekten Türkiye’yi ilerletici tek reform hatta belki de devrim niteliğindeki cumhuriyet sonraki dönemde değişiklikler CUMOK değişiklikler olarak adlandırıyordu, o dönem sayın bakanımızın (Seyfi Oktay) sayesinde hayata geçmişti, büyük mücadelelerle polislerin yürüyüşler düzenlediği “insan haklarına hayır” diyen dönemde gerçekten Türkiye’de işkence bir miktar geriletildiyse insan hakları artık özellikle ceza yargılamalarında azaltılmışsa kendilerinin sayesindedir. Ben de saygı ile selamlıyorum kendisini (alkışlar)
Türkiye’nin anayasasızlaştığı bağımsız olmadığı bir dönemde hukuki bir çerçevede ele almak, bizi tam da istedikleri teknik detaylara boğmak anlamına geliyordu, onun için bu işin özünde siyasi geliş olduğunu bilmemiz lazım. Ama bu demek değildir ki hukuka karşı hukukla ilişkisi ne olduğunu da söylemeyelim, konuşmayalım. Bir kere Şenal Sarıhan da sayın Kemal Akkurt da belirtti, şimdi şöyle, bir kere anayasada anayasanın 127. Maddesinde mevcut kayıtın rejimini temellendiren hiçbir dayanak yok, tam tersi ona engel olan bir çerçeve var orda. Çünkü görevleriyle ilgili suçlarda ancak öyle bir geçici görev geçici olarak uzaklaştırma yapabileceği söylüyor. Oysa görevden alınan belediye başkanlarının hiçbiri görevleri ile bir suç işledikleri iddiasında değiller, tam tersi hatırlayacak olursanız bu yasa, daha doğrusu şimdi yasa haline dönüştü, bu Kanun Hükmündeki Kararnamenin (KHK) çıkarılış amacı Fethullahçı çeteyle mücadele amacıydı. Olağanüstü Halin ilan edilmesi gerekçesi de oydu., o görevle çıkarıldı. Geliyoruz burada ikinci anayasa ya da hukuka aykırıyla bu tarz düzenlemeler hangi amaçla çıkarıldıysa o dönemde geçerli olur, ondan sonra niteliklerini kaybederler. İlgi duyan insanlar, Metin Günday’ın çok güzel değerlendirmeleri var, idare hukukçusu, yani siz o dönemde şu iş çıkardın deyip sürekli hale getiremezsiniz. Orda da bir sıkıntı var, gene kanun maddeleri hele böyle ağır sonuçları doğuran kanun maddeleri belirli olur. KHK de sonra kanunlaşan metin de “terör veya terör örgütlerine yardım yataklık” diyor. Çünkü bu terör suçu baktığınız zaman terör suçları var, terörle mücadele yasasında sayılmıştı, bir de o örgüt çerçevesinde çerçeve suçlar var, öyledir ki bir kişiye üyelik addettikten sonra, onun işlediği bir küfür suçunu bile bir hakaret suçunu bile o kapsama sokabilirsiniz. Yani neresinden tutarsanız tutun hukuk alanında elinizde kalıyor bu uygulama.
Bazı yurttaşlarımızın özellikle CHP’sinde çatlak sesle diyebileceğimiz açıklamalar sonrasında şöyle yorumlar da yapıldı. Ya iyi de ya bu suçu işledilerse bu göreve devam mı etsinler” deniliyor. Burada da geliyoruz Türkiye’deki yargı sisteminin özellikle terör kavramının nasıl bir kaldıraç olarak kullanıldığı onu nasıl yansıttığı eğdiği büktüğü karşınızda da bir dönem terör suçuyla suçlanmış bir kişi var, öğretmenler var, gazeteciler var; böyle yargının da artık siyasetin tamamen aracı haline geldiği yerde şöyle de bakamayız, yani orda mahkeme karar vermiş tutuklanmış ve bir de böyle bir yasa var, o zaman bu olabilir sonumuz bekleyelim” bu kabul edilebilir bir tutum değil. Bir bütün olarak çalışmamız lazım. Burada hemen ilk söyleyeceğimi söylüyorum, bu tüm sorunların tamamı iktidar meselesidir, yani iktidarla uzlaşarak iktidarla pazarlık yaparak bu sorunlar çözülmez. Bu topyekûn iktidarın her bir yetki alanına yasama yürütme yargı alanına hâkim olduğu bir sistem içerisinde bunların tamamı değişmeden giderek sistemi sorgulamadan rejimi sorgulamadan yeni bir devlet anlayışıyla analiziyle topyekûn bir değişimi talep etmeden bu sorunları çözemeyiz, bir kere bunu söylemek lazım.
İkincisi, bazı kavramları biz çok böyle idealize ediyoruz, fetişleştiriyoruz ya kavramın kendiliğinden ya bir dönem o büyülü geçmişten dolayı yapıyorum, bunlardan birisi de milli irade, milli irade biraz demokrasi ile ilişkili halkın halk için kendisini yönetmek, böyle özetleyebiliriz. Böyle bir şekilde halk iradesi verilen kararlara yansıyacak. Bu doğrudan demokrasinin insanlık tarihinde çok kısa süreli uygulanması dışında hiçbir dönem olmamıştır. Sınıflı toplumlara geçtikten sonra o halk iradesi doğrudan doğruya politik ve ekonomilerin geniş kesimlerin rızasını almak için elde etmek için kullandıkları bir perde haline dönmüştür. Bunu görmemiz lazım yani şu andaki parlamentoya halkı halk için yöneten halk mensuplarına milli irade diyebilirmişiz. Ya da daha doğrusu bir adım ileri gidelim, partilerimiz var mı, çünkü halk iradesinin somutlaştığı ve halkı “doğru iyi demokratik” bir şekilde yönetme amacıyla o duvarında yazan “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” kavramını veya tevzi edecektir bir yerdir. Parlamentolar temel olarak üç fonksiyon yolları vardır, bunlardan herhangi birisi olmazsa parlamentolar parlamento olarak sayılamazlar. Dolayısıyla da parlamentolar milli iradenin tecelli ettiği bir yer olarak görülemez.
Birincisi hepimizin bildiği kaygı yaratmadır, kanunların parlamentoda yapıldığını Türkiye’de iddia edebilecek herhangi bir kimse var mıdır? Biz biliyoruz ki kanunlar cumhurbaşkanlığının oluşturduğu ofislerde bazen bunlar bir yerde çıkarı varsa firmalar bile olabiliyor. Maden kanunundaki değişikliklerin açıkça birçoğu büyük firmalar sayesinde yapılmıştır. Özelleştirmeler nerdeyse birçoğu firmalar almıştır ya da onların çıkarları doğrultusunda kaleme alınmıştır. Tarımın geriletilmesi bunlarda bizim makbul gördüğümüz politikacıların da çok günahı vardır maalesef. Bunlar kaleme alınır, parlamento ancak bir hukuk anayasal kılıf getirir. Orada bir cümleye bile parlamentonun yüzde 49’u bile karşı çıksa müdahale dilmiyor. Ne zamanki o karşı çıkışla toplumsal tepki oluşuyor. Kadın hareketi bunu bir kez başarmıştır. Başka da başarısı yoktur. Parlamentonun bu konuda parlamento o zaman ancak geri adım atabiliyorlar. Ama bu eğer iktidarlarıyla ilgili ise mümkün değil, o da ortak payda ya da ortak aklı hayata geçirmek mümkündür. Dolayısıyla parlamentonun birinci fonksiyonu artık Türkiye’de yoktur diyebilirim, nasıl ki anayasa yok diyorsak Türkiye’de parlamento yok diyoruz.
İkinci fonksiyonu, parlamentolar bütçe yaparlar millet iradesinin çıktığı en önemli kavramlardan biridir, yurttaşın halkın ürettiği değerlerin nasıl harcanacağını milletin parlamentodaki temsilcileri aracılığıyla karar verir. Son yirmi yıı düşünün Türkiye’de “beşli çete” olarak adlandırılan dar anlamıyla biraz daraltılan beşli mişli değil yani, belki 30lu, 40lı, 50li, 100’lü çeteler vardır. Bu çetelerin hizmetine koşulmuş bir güç ve yerine getirilmeyen, üstelik bütçe de göstermelik, bütçe yapılıyor, bütçe daha altı ayı dolmadan paramparça ediliyor zaten bambaşka teknik gerekçelerle mekanizmalarla da bunu yapıyorlar, dolayısıyla elinde bütçe hakkı bulundurmayan bir parlamentoda ne milli irade gerçekleşir ne de halk için olur. Denetim mekanizması Sayıştay aracılıyla ya da Meclis içi soru, araştırma önergesi soruşturması şekliyle yapılır. Bu kadar skandalın olduğu yerde Meclisin onay vermediği tek bir soruşturma araştırması açılmamıştır. Hırsızlıklar olur, yolsuzluklar olur, çeteler olur çok büyük olaylar olur hiçbirinde, eğer AKP kendi tabanından ya da geniş bir toplumsal rahatsızlık olmadıkça buna dair bir iş yapma ve Sayıştay’ın gerçek fonksiyonda ne kadar uzaklaştığı giderek Sayıştay mensuplarının bile “yazıyoruz yazıyoruz işe yaramıyor” diyerek artık raporlarını yazmadıkları döneme gelmiş durumdayız.
Geliyoruz Kayyum analinizine; eksik olduğunu düşünüyorum, bir kere nörolojik olarak kayyum kayyum artık galatı meşhur oldu, Kayyum dediğimiz oldu sanıldığı gibi sadece belediyelere yönelik bir yönetim tarzı değil, kayyum aslında Türkiye’deki ucube rejimi adlandırabileceğimiz anahtar kavramlardan birisi. Doğrudur kayyum mekanizması ilk önce bir çeşit ataerkil rejimin uzantısı gibi sadece Kürt siyasetine oylarının yoğunlaştığım bölgelerde çeşitli ırkçı ataerkil rejim gibi hayata geçmiştir oradan başlamıştır. Özellikle 2015 seçimleri sonrasında cumhurbaşkanının seçiminde Kürt hareketinin, o dönemki temsilcilerinin onun başkanlığının ikna olmaması üzerine başlatılan bir süreç. Ama sonrasında bu bir yönetim tarzı olarak kurumsallaştı, yani bürokrasiyi de kayyum mantığıyla yönetmeye başladılar. Kayyım dediğimizde de sadece belediye başkanı alındı, orda bir demokratik temsil eksikliği var gibi ele alamayız. Kayyumların aynı zamanda bir de ekonomik boyutu var. Göreve gelen kayyum örneğin ihaleleri çok vahşi bir şekilde kendi ajandalarına göre kendi yandaşlarına tahsis ediyorlar. Oraya gelenler aynı şekilde cemaatleri tarikatları inanılmaz şekilde destekleyecek ve kamu kaynaklarını onların emirlerine veriyor. Onun dışında inanılmaz bir tutuklama, görevden alma, işsiz bırakma meselesi var. Şimdi burada ben tabi kayyumun ne olduğunu ne kadar antidemokratik olduğunu söyledik konuştuk. Burada herkes bunun ne kadar antidemokratik olduğunu biliyor.
O zaman belki de ne yapmamız lazım? Ortada eylemimiz arasındaki tutarsızlığı bence birkaç kelime gözümüzden geçirmemiz lazım. Eğer bir olağanüstü dönemde yaşıyorsak ki şu anda yaşadığımız dönem, sürekleştirilmiş bir sıkıyönetimdir aslında, darbe dönemidir. Eğer bir ilde vali kafasına estiği zaman eylem yasağı getiriyorsa, seçilmiş belediye başkanı, seçilmiş milletvekili iktidarın keyfine göre görevden alınıp içeri atılabiliyorsa, işte siyasi yasaklar yapılıyorsa o rejimin adını araştırmaya gerek yoktur. O zaman böyle bir rejime karşı sanki bir normal süreçmiş gibi normal dönemin politikalarıyla tepkileriyle hareket edemezsiniz. Esenyurt kayyumu atandığı zaman o sabah Esenyurt belediyesinin önünü sadece Esenyurt’ta o belediyede çalışanlar oy verenlerle sarabilseydik acaba iktidar bu kadar pervasız davranabilir miydi? (Alkışlar). Hatta giderek ilk kayyum atandığı zaman bu demokrasiye aykırı bir tutumdur, bu kabul edilemez halk iradesini, partisi hangisi olursa olsun, acaba bu güçlü tepkileri geliştirebilseydik bu olur muydu? Van örneği gibi ki Van daha yeni iş 2016’dan beri atanıyor. Şimdi ben rakamları çıkardım size ilk 11 Eylül 2016 da uygulamayı yaygınlaştırdılar, 102 partili belediyelerden zaman içerisinde 91 kayyum atandı ve bu sadece kayyum atama da değil, on bine yakın tutuklama gerçekleşti bununla beraber. Çünkü onu karşılaştırmak için bu mekanizmayı da yapıyor. Ve yanlış bilmiyorsam en az onun iki katı kadar belediye çalışanı ve işten alındı. Şimdi o dönem ben 2019 seçileri öncesinde CHP’nin ve muhalefetin başta o dönemki masada bu gidişata dur diyecek üçlü eylem yöntemlerini hayata geçirilmesi ya da gerekirse masada boykotun da olduğunun iktidara öğretilmesi gerektiğini, yani biz oyun oynuyoruz seçim yapıyoruz seçim için o kadar emek veriliyor insanlar işinden gücünden bir demokratik motivasyonla sahaya çıkıyor, ama ertesi gün tek bir yazıyla emeğin hepsi berhava ediyor. Bu bir değil, üç değil dördüncüye geldik bu aldatmayı bir kere insanların bir şapkalarını önüne koyup düşünmesi lazımdır. İki kez mi yaşayacağız. O dönem bir gerekirse CHP ve muhalefetin bu kayyum uygulamalarından kalıcı olarak vaz geçildiği hatta çıtadan ayrıldığı bir statü olmazsa buyurun kendiniz oynayın. Bunu yaptığınız zaman şöyle bakabilirsiniz, evet AKP de seçime girer değil ülkenin güçlü bir meşruiyete ihtiyacı var. Türkiye sadece AKP’den ibaret değil, özellikle son kayyum uygulamasıyla ilgili kamuoyu yoklamalarda yüzde 60 lara 70 lere varan rahatsızlık var. Çünkü insanların kafası şöyle de çalışıyor, bir de acaba dönüşü de olacak mı? Ya da uluslararası toplumun göstereceği tepki var. Bu da boykotlardan birisidir, boykot olur, aktif boykot çekilme olur, kademeli tepki gösterilir ama yapılacak en son şey yıllardan beri zaten sokak kötüdür diye siyasi refleksleri nerdeyse iğdiş edilmiş kitleleri bir mesajla sokağa çağırmak, olmuyor işte gelmiyorlar. O zaman olağanüstü dönemin muhalefeti de olağanüstü örgütlememiz lazım. Olağan dönemin argümanlarıyla parlamento varmış gibi, anayasa varmış gibi hareket edersek bunların hepsi olur. Burada da fırsatı özellikle CHP belediyeler bence çok büyük taktik bir hataydı bir İstanbul seçimi iptal edildiğinde o seçimin çok güçlü bir şekilde il seçimine güçlü bir şekilde sahip çıkmayarak yaptık buna, alıştırıldık. “Nasip olursa tekrar seçilirse geliriz” bu olmaz. Artık varlık nedeninin bile artık yavaş yavaş bizi alıştırdılar. Nitekim maalesef bu refleks Esenyurt’a kadar uzadı, bundan sonra da ayrı şeyden bir kopuş işareti almıyor.
Burada CHP ye düşen bir kere ne olduğuna karar vermesi gerekir bir kere politik hattının ne olduğunu teslim etmek zorunda CHP bir merkez parti midir? CHP milliyetçi midir? CHP sosyal demokrat bir parti midir? CHP geçmiş sosyal demokrasinin yeniliklerini yetersizliklerini de eleştiren demokratik sol bir parti midir? Çünkü bunu yapmadıktan sonra bir belediye başkanınız çıkar iyi oldu der, sığınmacımız gerek olduğunda biri bir şey der, biri bir şey der. Ama biz bunu çözmedikten sonra da bu tarz sorunlara karşı güçlü refleksler üretmesi çok zor. Önümüzde bir program kurultayı gibi bir plan var, umuyorum bu program kurultayı parti içerisinde birbiriyle yarışıyor görülen troykaların ya da tüm partiyi politik geleceklerinin aracı haline indirgemiş birtakım figürlerin yarış farklı fikirlerin yarıştığı özellikle CHP sinin politik hattının tanımlandığı bununla ilgili kadroların da partiyi yönettiği bir hal alır. Çünkü CHP tüm gücüyle sahaya çıktığında gerçekten oyunu değiştiriyor. Gözlemini yaptık biz, CHP sahaya çıktığında oyun değişti, orada maalesef güçlü dinamik berhava edildi. Şimdi bu inşa edileli bir farkındalık var, dünyanın değiştiği bir kavşaktayız, sadece Türkiye’nin değil. Umuyorum ki bununla beraber teşekkürler”.
Karşılıklı sorular ve tamlamalarla panel sona erdi.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com