Haber Güncel

Son Konular
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

İranlı Bir Türk Olan Ülgen Tölge’nin Atatürk Hakkındaki Tespitleri:

*Atatürk kimdir?

1- Atatürk üst insandı. Onu herkesle karşılaştırmak doğru olmaz kanımca.

Atatürk’ün vatan sevgisi basit bir ifade olur! Üst insanlarda vatan sevgisi çok farklıdır!

Başka şey olmalı: Vatan kuruculuğu...

Farklı düşünüyorum bu konuda. Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu.

Osmanlı’nın yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı. Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan, değerlerin zarfıdır.

Peki Atatürk zamanında hangi değerler vardı? Hiçbir değer...

Hiçlik vardı, insan hiçliği nasıl sevebilir?

Atatürk sevilecek ve insanca değerlere zarf olacak bir vatan tesis etmek istedi.

Yüksek ölçüde de bunu başardı. Çünkü üst insanlar, değerlerin kurucuları olurlar.

O değerlerle de vatan, madde olmaktan, toprak yığını olmaktan çıkarak manevi ölçütlerin yurduna dönüşür. Atatürk´ün kurduğu ve Anadolu´ya armağan ettiği değerlerin O´ndan önce var olduğuna dair hiçbir örnekle karşılaşmadım.

Nelerdi bu örnekler?

2- Cumhuriyet bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu.

3- Laiklik, sadece bir değer değildir, değerlerin üreme ve üretilme olanağıdır ve Atatürk öncesi yoktu.

4- Türkçe bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu. Özellikle benim için önemli olan budur. Ben birkaç dil bilirim ve Türkçenin de birkaç lehçesini bilirim.

Atatürk öncesi Türkçe yoktu.

Felsefeye, fiziğe, tıbba, bütün bilim dallarına girmiş bulunan modern Türkçenin kurucusu Atatürk´tür.

Çağımızda eski Yunan felsefesinden modern Batı felsefesine denli bilgi kaynakları tercüme edilmişse, bunun nedeni Atatürk tarafından insanlık tarihine sunulan ve grameri belli olan Türkçedir.

5- Atatürk öncesi kadın yoktu.

Şeriat esiri ve seks makinası olan, evde oturması gereken, cihat için çocuk doğuran dişi nesne vardı.

Kadına insan onuru kazandıran, yazıp okuması için önündeki şeriat engellerini kaldıran, seçip seçilme hakkı kazandıran Atatürk olmuştur. Atatürk olmuştur ve başka kimse olmamıştır.

6- Atatürk öncesi tarih hafızası olan bir toplum yoktu.

Çünkü tarih bilgisi ve bilinci olan bir toplum yoktu.

10 yıl boyunca TDK başkanlığı yapmış olan felsefeci Macit Gökberk "Değişen dünya, değişen dil" kitabında "Ortaokulu Osmanlı döneminde bitirdim. Anadolu’da Selçuklu devletinin de olduğunu ortaokulu bitirdikten sonra yabancı kaynaklardan öğrendim" diye yazar.

Yani Anadolu toplumunda tarih bilinci ve bilgisi yoktu.

Bu hafıza, bilinç ve bilginin yaratıcısı Atatürk’tür.

7- Türkler için (Sadece Türkiye Türkleri için değil) Atatürk´ten önce tarihin kendisi de yoktu. Üst insanlar kendilerinden itibaren başlayan tarihin yaratıcıları olmuyorlar. Daha önceki tarihin de kurtarıcıları, aydınlatıcıları oluyorlar. Bu açıdan Atatürk tarihin kurucusu, kurtarıcısı ve aydınlatıcısıdır.

8- Atatürk öncesi Arap töreleri Türk toplumunun beynini öylesine karanlığa gömmüştü ki, iğne deliği denli bir yer bile ışık sızması için kalmamıştı.

Atatürk büyük dinsel aydınlatıcı gibi Kuran’ı Türkçeye çevirttirerek 1000 yıllık katı ve delinmesi güç olan karanlıklara ışık sızdırtmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu.

Günümüzdeki Osmanlı karanlıklarına dönüşün macerası başkadır.

9- Atatürk´ten önce edebiyat yoktu, çünkü alfabe yoktu.

Arap alfabesi, sadece Türkçe'nin düşmanı değil, Arapçanın ve Farsçanın da düşmanı. Arap harflerinin beyinleri körleştirme sürecini durduran Atatürk olmuştur ve başkası değildir.

Atatürk öncesinde 1000 yıl boyunca Ebu Reyhan El Biruni gibi bilgeler bu alfabeden Orta Doğu’yu kurtaracak kurtarıcı üst insan aramışlardı.

O kurtarıcı Atatürk kişiliğiyle ortaya çıkmıştır.

10- Atatürk öncesi musiki yoktu.

Osmanlı sarayının saçma ve karmaşık dildeki aruz edebiyatı musiki için asla yatkın değildi ve beyinlere uyuşturucu etkisi bırakmaktaydı. Konservatuarların kurucusu ve eski karanlıklara gömülmüş toplumun estetik zevk algısını aydınlatan Atatürk olmuştur.

11- “Atatürk’ten önce, Tanzimat’tan başlayarak Batılılaşma süreci vardı ve bu süreç Atatürk’ü yetiştirdi" savını kabul edemiyorum. Çünkü böyle olsaydı, o zaman Atatürk gibi bir önder Batının kendisinde yetişmeliydi?

Ama yetişmedi.

İranlı Bir Türk Olan Ülgen Tölge’nin Atatürk Hakkındaki Tespitleri:
18. YY itibarı ile Rusya’da büyük aydınlanma süreci başladı.

Rusya aydınlanma ve intelenjiyası 19. yüzyılda bütün dünyayı etkisi altına aldı.

Tanzimat’tan sonra Osmanlı'da Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, .... Gibi dâhiler mi yetişti? Yok.

O zaman neden Rusya intelejensiyası Atatürk gibi bir önder değil, Lenin gibi bir terörist yetiştirdi?

Evet, Lenin teröristti ve Çar saltanatını mensuplarının hepsini toptan teröre uğratarak katletti.

Atatürk de Osmanlı hanedanını toptan katledemez miydi?

Ama etmedi.

Hz. Muhammed’in "Yeryüzünde İslam egemen olana dek savaşın!" sözlerine benzer Lenin de "Yer yüzünde işçiler azat olana dek savaşın ve proleter diktatörlüğünü kurun!" dedi.

Ama Atatürk ne Arap ne de Lenin saçmalıklarına aldırış etti.

Bu saldırgan zihniyetlere karşı "Yurtta barış dünyada barış" söylemini ortaya koydu. Tarihte böylesine bir devlet adamıyla karşılaşmadım ve neler neler...

12- Özetle: Atatürk öncesi yokluk vardı, en önemli ve kıymetli insani ve evrensel değerler yoktu!

ATATÜRK, sadece Türkiye’ye değil, dünyaya eşsiz bir armağandır...*

 

ÜLGEN, TÖLGE’nin Ülgen Tölge…İranlı Sosyolog Tölge’nin Atatürk ve Türkiye’ye bakışı

Türk asıllı İranlı siyaset bilimci ve sosyolog

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com


Başta Atatürk’ün birçok devlet adamı ve düşünürlerin vurguladıkları söyledikleri gibi, dinci devletlerin din düşüncesi ile yönetilen ülkelerin yapısında gerçek demokrasi olmadığından, o ülkeler her türlü yasa dışı olaylar ve keyfi uygulamalara etken olduğundan bu tür ülkeler çağın gerisinde kalmışlar. Örneğin Türkiye halkının çoğu açlık sınırında ne ki açlık sınırının altında gelirleri olurken, tek adam yönetiminin başı RTE hem de kaçak bir arsaya dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş 1150 odalı saray yapıyor. Yine başka bir tek adam yönetimi ülkesinde Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'a Cumhurbaşkanı Kurbankulu Berdimuhammedov'un 21 metrelik altından heykeli dikildi (hatta köpeğinin bile altın heykelini diktirmiştir). Niyazov, günler ve ayların adlarını kendisinin ve aile üyelerinin isimleriyle değiştirmişti.[i]

Doğruyu Söyleyen Sağ Görüşlü Bir Politikacı

Ayrıca ülkesini tek adam olarak baskıcı bir yönetimle yöneten, yaptığı zulümlerden

çaldığı paralar yüzünden kendisine yapılacak yargılamadan hapse atılmaktan korkan ve ülkesinden kaçan devlet adamları vardır, örneğin Tunus’u 23 yıl dikta rejimiyle yöneten 2011 yılında ülkesinden kaçan Tunus’sun eski devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali, 2019 yılında sürgünde öldü.[ii]

Dünyada 50 civarındaki tek adamla yönetilen din ağırlıklı Müslüman ülkeler çağdaş dünyanın gerisinde kalmışlardır. Öylesine bilimi es geçip dine daha çok önem veren Müslüman ülkelerde hemen hemen 500 yıldan fazla bir zamandır bilimsel alanda hiçbir katkıları ve icatları yok. Kendi ülkemizde tek adam yönetiminde AKP-RTE iktidarında fen liselerini es geçilip durmadan İmam hatip okullarına hız verildiğini gördük görüyoruz. İmam hatip okulları çağdaş bilimi veremez, imam hatiple de ülke kalkınamaz, çağdaşlaşamaz.

Tek adamla yönetilen Müslüman ülkelerde yöneticiler demokrasiye önem vermeyen tavır içindeler. Oysa çağımızda Avrupa’da olduğu gibi çok gelişmiş ülkeler gerçek laik demokrasi ile çağdaş olmuşlar, zenginleşmişler, refaha erişmişler. Müslüman ülkelerdeki tek adam yöneticileri önce “demokrasi diyerek” demokrasiyi basamak olarak kullanıp halkı kandırıyorlar, iktidar olunca da “verin yetkiyi görün etkiyi” bütün kurumları ele geçirip tek adam yönetimli baskıcı bir rejim kuruyorlar. 

Demokrasiye inanmadığı halde kendi despotik amacına ulaşmak için Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanıyken,[iii] şöyle demişti: “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” ve “demokrasi amaç değil araçtır” demişti. Bu sözleriyle demokrasiye karşı düşüncede olan bir yöneticinin ülkesini AB içine alır mı?

Türkiye1950 yılında tek adam yönetiminden demokrasiye yönelmişti, 67 yıl sonra 2017 de Türkiye şaibeli bir referandumla anayasa değişikliği ile (Recep Tayyip Erdoğan arzuladığı demokrasi tramvayından inmiş) 16 Nisan 2017'de tek adam yönetimine evrilmişti. Görüyoruz tek adam yönetiminin getirdiği yoksulluk pahalılık ve enflasyonunla halkı nasıl ezdiğini, “itibardan tasarruf yapılmaz” diyerek saçıp savurarak ülkeyi borca soktuğunu yaşayarak gördük.  Ülkeyi tek adam yönetimine çeviren kurnaz yöneticiler özellikle halkın en zayıf can alıcı inancı olan din ve dinciliği kullanarak halkı kandırarak iktidara gelmekteler. Din sömürüsünü çok iyi bilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyordu:

“Bizi yanlış yola sevk eden habisler (soysuzlar) bilirsiniz ki alelekser (çok kere) din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih (temiz) halkımızı hep 'şeriat' sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten (kötülükten) gelmiştir."[iv]

Yukarıda Atatürk’ün sözlerini açık yüreklilikle teyit eden doğruları söyleyen bir politikacımız Ferruh Bozbeyli (1927-2029) bakın1970’lerin TBMM Başkanı Ferruh Bozbeyli şöyle diyor:

“Allah bu ülkede sağcılara, solculara, sosyalistlere hatta komünistlere bile iktidar nasip etsin, ancak bu dincilere iktidar nasip etmesin”, deyince Ferruh Bozbeyli’ye tepki göstermişler.

“Neden hocam onlar da bu memleketin alnı secde gören çocukları değil mi? Neden onlara komünistlere bile layık gördüğün iktidarı layık görmüyorsun”, diye sormuşlar.

Doğruyu Söyleyen Sağ Görüşlü Bir Politikacı


Ferruh Bozbeyli de bakın ne demiş: “Bu ülkede sağcıların da solcuların da sosyalistlerin de komünistlerin de bir devlet kültürü vardır, hangisi iktidara gelse bir devlet kültürü ile ülkeyi yönetir. Ancak bu dincilerde devlet kültürü yoktur, iktidara geldiklerinde bu devleti yıkarlar, demiş…1950’den bu yana 75 yıldır ülkeyi yöneten sağcılar dinciler ülkeyi Atatürk’ün arzuladığı “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne” çıkarabildiler mi? Ülke insanları yıllardan beri enflasyonla, pahalılıkla boğuşmakta, açlık sınırının altında çile çekmekte.[v]

“Dinciler” iktidara geldiklerinde de gitmemek için en şeytanı planlar yaparak oturdukları koltuğu bırakmak istemiyorlar. Ülkemizi 23 yıldır yöneten R.T.Erdoğan yakın zamanda devamlı iktidarda kalmak isteğini şöyle dile getiriyordu, “emr-i hak vaki oluncaya kadar buradayım” yani- ölünceye kadar buradayım- iktidardayım diyordu. Hangi demokratik bir ülkede hangi başkan yönetici ölünceye kadar buradayım” diyebilir.

Bu yazıyı yazdığım sıralarda, galiba You Tube kanalında kısa bir videoda izledim, sokakta röportaj yapan muhabire bir bayan yaklaşık şöyle diyordu: “Ben abdestli namazlı sürekli AKP ye oy vermiş bir kişiyim, yeter artık bu dincilerin yalancı, dinci iktidarlarından bıktık yıldık iyice, ülkeyi görüyorsunuz ne hale getirdiler. Bundan sonra tövbe olsun bu iki yüzlü iktidara oy vermem. Ülkeyi adaletle yönetecek Komünist partisi gelse bile razıyım onlara oy veririm ama bunlara asla”.

 

Doğruyu Söyleyen Sağ Görüşlü Bir Politikacı

Din sömürüsünü O. Bölükbaşı Menderesin yüzüne karşı Mecliste din tüccarı Menderes” diye haykırdı.

Osman Bölükbaşı bir gün Mecliste, Parmağı ile Menderes’i işaret ederek şöyle diyordu: "Dünyadaki tüm ticari faaliyetleri araştırıp inceledim, din ticaretinden daha kârlı bir sektör, görmedim, bunu en iyi başaranlardan birisi de sensin; din tüccarı Menderes" deyince, Demokrat Partililer Bölükbaşı’nın üzerine yürür, kendisine sonra, 3 oturuma, katılmama cezası verilir.

Bölükbaşı’ndan kurtulmak, hapse atmak için, Milletvekili Seçildiği Kırşehir’i il statüsünden çıkartılıp, ilçe yapılır. Bölükbaşı’nın böylece, vekilliği düşürülüp, komünizm propagandası yapmaktan dosya hazırlanıp, hapse atarlar…![vi] Bir sonraki seçimde Bölükbaşı, Ceza evinden, Bağımsız Aday olur ve oyların %90'nını alıp, yeniden milletvekili olup, hapisten çıkar…!

Ve ilk oturumda, Menderes’in gözünün içine baka baka; "Türk milleti sen gibi, Amerikan uşağı, din tüccarı hainlerin suratına her daim, şamarı böyle indirir" der…! [vii]

                           Bir gün bir arkadaşımla bu konularda sohbet ederken o arkadaşım şöyle demişti:

Türkler keşke Müslüman olmasalardı, Müslümanlık Türkleri geri bırakmıştır”. Yine bu konuda da eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson (Ali Kemal’in torunu) aynen şöyle diyordu: “Müslüman ülkeler İslam yüzünden Batının yüzyıllarca gerisinde kaldı”

                         Sonuç olarak iktidara gelmek için dini politikaya alet edip cahil halka karşı kendini dindar gösterip iktidara gelen yöneticiler-devlet adamları iktidarda kaldıkça zalim bir despot olurlar, iktidardan bir türlü gitmek istemezler, sonunda Tunus’un eski devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali gibi çoğunluğu yurt dışına kaçarlar.

Dünyada 50 civarında Müslüman devletlerin hemen hepsinde demokrasi yok, tek adam yönetimi ile yönetilirler ve hepsi de dünyanın en geri kalmış devletleridirler. O zaman en doğru yönetim şekli üç erki birbirinden bağımsız ve saydam halka açık olan yasama (meclis), yürütme (idari yönetim), yargı (adalet mahkemeler)  Batı’nın demokratik ülkelerinde olduğu gibi olan ve gerçek demokrasiyi benimseyip uygulayan ülkeler daha çabuk kalkınır, daha çabuk çağdaşlaşır.

 

Cevat Kulaksız kulcevat 599@gmail.com

SONOTLAR



[i] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150525_turkmenistan_heykel

[ii] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59996765 

[iii] 14 Temmuz 1996 günü Milliyet Gazetesi’nde çıkan Nilgün Cerrahoğlu imzalı söyleşide

[iv] Faik Öztrak https://x.com/faikoztrak/status/1753331853703217529 (Adana esnaflarıyla buluşması, 16 Mart 1923)

[v] Not: Ferruh Bozbeyli sağ görüşlü bir siyasetçidir. (1961-1965 AP Milletvekili ve TBMM başkanı, 1970-1978 Demokratik Parti Genel Başkanı).

[vi] https://eksisozluk.com/kirsehirin-ilce-yapilmasi--2341871

[vii] 20 Temmuz 1954 günü ilçe yapılarak Nevşehir’e bağlanan Kırşehir hatadan dönülerek (olayın abesliğine demokrat parti içinden bile sesler yükselmiştir) 1957 yılında tekrar il yapılmış demokrat partiye ve Adnan Menderes’e en güzel cevabı sandıkta vermiştir.


Fatih Altaylı Kararı
Gazeteci Fatih ALTAYLI'ın mahkumiyetine neden olan sarf ettiği sözlerinin Cumhurbaşkanını tehdit suçunu oluşturup oluşturmayacağını tartışacak değiliz.

 

Suç sabit veya değil, kanun yollarından sonra bu kesinlik kazanacak.

 

Bu yazımızda hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar verilmesinin hukuken yerinde olup olmadığını değerlendirmeye çalışacağız.

 

Bilindiği gibi,  tutuklama,  maddi hakikate ulaşarak adil bir karar verebilmek amacıyla başvurulan yasal bir koruma tedbiridir.

 

Bu nedenle, Ceza Muhakemesi Kanununun dördüncü kısım ikinci bölümünde yasal koşulları düzenlenen tutuklamanın kanunda yer aldığı kısmın  başlığında da koruma tedbirleri ifadesi yer almaktadır.

 

Fatih ALTAYLI; hakkında açılan soruşturma evresinde henüz şüpheli iken Cumhurbaşkanını tehdit suçundan tutuklanmış ve hakkında açılan davanın kabulüyle sanık sıfatını alarak yargılandığı kovuşturma evresinde de tutukluluk koruma tedbirine devam edilmiş, bu süre zarfında deliller toplanmış,  tutuklu olarak el altında tutularak maddi hakikate ulaşmak amacıyla yapılması gereken tüm yargılama işlemleri tamamlanmış ve mahkemece bir sonuca ulaşılmış, karar açıklanmış ve bu karar mahkumiyet  şeklinde tecelli etmiş olup, böylece Fatih ALTAYLI hakkında hazırlık aşamasında verilen tutuklama koruma tedbiri kararı, amacına ulaşmıştır.  

 

Evrensel bir hukuk kuralı olan masumluk karinesi, Fatih ALTAYLI için de geçerli olup, hakkında mahkumiyet kararı verilen ve hakkındaki bu karar henüz kesinleşmeyen  Fatih ALTAYLI,  halen masum ve suçsuz olup, suçluluğu hakkında verilen mahkumiyet kararının yasal denetim yollarından geçmesinden sonra suçlu olup olmadığı kesinleşecek ve hakkındaki mahkumiyet kararı aynen kesinleşirse infazı kabil bir mahkeme kararı ortaya çıkacaktır.

 

Tutuklama, adil bir yargılama yaparak doğru bir şekilde maddi hakikate ulaşma amacına matuf bir emniyet ve koruma tedbiri olup, ileride kesinleşmesi olası muhtemel bir ceza mahkumiyet kararının peşinen infazı ve bu yolla infazın garanti altına alınması kurumu değildir.

 

Fatih ALTAYLI'yı yargılayarak mahkum eden mahkeme; bu kararın kesin bir karar olmadığını, yasal denetim yollarından geçerken lehe bozulabileceğini, kararın beraatla sonuçlanabileceğini, kaldı ki; ileride karar kesinleşse dahi,  infaz iyileştirmeleri ve tutuklu kalınan sürelerin mahsubu da  dikkate alındığında, verdiği ceza süresine nazarn, Fatih ALTAYLI'nın telafisi imkansız bir mağduriyete uğrayacağını düşünmemiş ve hükümle birlikte tahliye kararı vermemiştir.

 

Karar; tutuklama kurumunun amacına, tutuklamanın henüz kesinleşmemiş ileride kesinleşmesi olası bir cezanın peşinen avans yoluyla infazı kurumu olmadığı ve  tutuklamanın istisna olduğu ilkesine, masumiyet karinesine, bir kararın infaz edilebilmesi için kesinleşmesinin gerekliliği ilkesine, yerel mahkeme kararlarının kesin olmayıp yasal denetime tabi olduğu ilkelerine açıkça aykırıdır.

 

27/11/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Köy odalarının en beğenilen sohbeti askerlik anıları.

Dedemin anlattıkları

 
Küçüklüğümün 1950 li yıllarında evimize yakın bir köy odası vardı. Bu köy odasındaki sohbetlerde çok ilginç anıları dinlerdim ve çok severdim. Evde yemeğimi yedikten sonra köy odasına giderdim, gitmek için can atardım. Orada anlatılan nice anıların bir kısmını ve de anımsayabildiğim anıları içine alan Yaşam Yokuşum adlı yayınlanan kitabımda yer verdim. Köy odalarındaki bu anılarla birlikte köyde “Duran Çavuş” diye anılan dedemin (annemin babası) anlattıklarından büyük heyecan duymuşumdur. Barış Yayınevince yayınlanan Yaşam Yokuşum adlı kitabımdan aldığım ilginç anıların bazılarını sizinle paylaşmak istedim.

  …..Köy odasına gelen kişi, ulaşımın haberleşmenin çok az olduğu, hatta olmadığı o zamanlarda 1940 lı 1950 li yıllarda, mutlaka az veya çok bir haber, bir değişiklikle gelmiştir. O misafir köy odasına memnuniyetle kabul edilir, hâl hatır sorulduktan sonra çevreden anlattıkları, az veya çok meraklı dinlenilirdi.

       Köy odalarına gerek sahibi gerek komşular gözleri gibi bakarlar, hele komşular, sanki gerçekten ortak mal gibi köy odasının her şeyine yardımcı olunur, kimi evinden yakacak odun, tezek yanında, misafir çok gelmişse, evlerden yataklar, yemekler getirilirdi. Gelen misafirin atı, eşeği ahıra çekilir. Sulanır, gezdirilir, yemlenir.

Köy odalarında gelip oturmak, sohbete katılmak ayrı bir ayrıcalıktı. Gençler asla, cemaatin arasına, sedire, halı mindere oturamazlardı. “Tahta baş” denilen, girişte tahtadan yapılma basamaklı bölmede otururlar, lafa söze, sohbete sorulmadıkça asla karışamazlardı. Uzun kış gecelerinde, o tahtabaş üzerinde, kuru tahtada oturmak bile bir sevinç kaynağı idi gençler, çocuklar için. Orada sohbeti dinlerler, bilmedikleri bazı şeyleri, anıları öğrenirler, sözü sohbeti orada öğrenirler. Tahtabaşın yanındaki sulukta bulunan testiden su isteyene su veririler, büyükler abdest alırken ibrik leğeni tutup ellerine su dökerler, sobaya odun atarlar, külünü alırlar, lambaya gaz doldururlar, misafire ve cemaate yemek getirirler vb. Kışın merdivenlerin, dam başının karını temizlerler. Kısaca köy odasında verilen her emri, yumuşu seve seve yerine getirirlerdi.

        Köy Odalarında, genellikle dikdörtgen şeklinde olan odada, zeminden az bir karış yukarıda, üç tarafta divan, sedir denilen, halı yastık, minderle döşenmiş durumda olurdu. Bir dolap, dolabın içinde, cezve, kâhve fincanı, kâhve, kâhve değirmeni, kâhve kavurma tavası, gazyağıyla çalışan pompalı bir ocak, şeker vb eşyalar bulunurdu. Daima çoğunlukla kilitli, kilit köy odası sahibinde dururdu. Duvarda halı, kilimler asılı olur. Tabi biraz gösterişlisinden bir Memmed veya gazyağı ile yanan luks lambası daima asılı durur.  Kapının hemen girişinde sağda veya solda yüksekçe (sanki yere yatırılmış büyükçe bir dolap gibi) tahtabaş olurdu.

        Tahtabaşın altında odun tezek dolu olurdu. Kışın oradan alınıp sobada yakılırdı. Hemen bitişiğinde suluk denilen biraz genişce, abdest alınan vekirli suyu dışarı şarıl şarıl akan bir bölme olurdu. Orada ibrik, sabun, bir çivide asılı havlu bulunurdu. Köşede yukarıda kocaman ve ağırca bataryalı pilleri olan bir radyo olur, radyo da, pili bitmesin diye, ancak haberlerde ajans dinlemek için açılırdı. Ajans saati gelirken, köstekli saatlerden saatin gelip gelmediği kontrol edilir. Saat tam yaklaşırken, cemaat “ajansı dinleyelim susun hele” diye uyarılınca, herkes susar, pür dikkat ajans dinlenilirdi. Batı Bloğu, Doğu bloğu Amerika Rusya haberleri, casuslar, Kore Savaşı, Menderes’in bilmem nerede verdiği nutuk, Nazım Hikmet yine vatan hainliğine devam edip etmediği vb haberleri peş peşe sıralanır. Haberin sonlarına doğru devlet radyosundan, “Vatan Cephesine” kaydolanlar tek tek sayılır, eğer kendi köylerinden kimseler kaydolunmuşsa (büyük küçük fark etmez) ondan büyük bir keyif alınırdı.  Haberlerin sonunda da Meteorolojiden hava raporları okunurken, bazı sakallılar, dürzüler Allah’ın işine de karışıyorlar” diye homurdanırken, yanındaki de onun duyacağı şekilde, iyi de ne hikmetse söyledikleri doğru çıkıyo” diyerek hava raporuna ayrı bir yorum katardı.  Ajans bitince hemen radyo kapatılır, oya işlemeli örtüsü ile örtülürdü. Akşam ajansına kadar radyo pek açılmazdı. Çünkü kocaman bataryası (pili) ya biterse, ajansı nasıl dinleyeceklerdi? Onun için, müzik ve öteki konuşmalarda radyo hiç açılmazdı, radyonun pili- aküsü biteceği endişesi ile

         “Halloların Bekdeş”, bazen “Dingilin Mustafa”, ajans haberlerinden pek bir şey anlamadıklarından, bir konuda “ne dedi bu” diye sorar. Cemaatten okuması yazması, konuşması düzgün olan haberleri üstüne basa basa yorumlar, onların anlayacağı hale getirirlerdi.
        Hepsi, köy odaları ile birlikte zamanın akışında kaybolan ve rahmete kavuşan, yaşamının gençliğinde, askerde bin bir çile çeken bu insanlar, denk düştükçe, kimi zaman gözyaşları içinde yaşadıkları anıları anlatırlardı. Halloların Bekdeş’in anlattıkları anıların bazı kırıntılar hafızamda çok azı kalmıştı. “…Gafgasya cephesindeydik, asker aç, perişan. Sırtımızda bit hiç eksik olmazdı.  Bir gün askerin biri, ölü arhadaşının çarığını almış, çarığını ıslattı, ertesi günü çarıh yumuşayınca ateşte kızartıp deri et niyetine yidi… (Bu anıları dinleyen hangi insan bundan etkilenmez ki, biz de dehşetle ibretle dinlerdik)

        Nedense o anılardan şu mısralar hafızamda kalmıştı:

Tiflis’in etrafı dağdır meşedir,

İçinde oturan beydir paşadır…”

“Elden ele gider Tiflis ürünü”.

………………(.gerisini hatırlayamıyorum)

 

Dedemin anlattıkları

        Yine bir başka gün, Dedem (anamın babası), (bir gazetede haberi yayınlanan, torunu halen sağ Ali Satılmış’la bir resmini bulduk), 105 yaşında vefat eden Duran Çavuş (Satılmış) (ki o Yelek’te torunun torununu gören insandı) başka cephede başka anılarını anlatırdı:
“-Gutulamarede İngilizlere garşı İslâm torpağını gorumak için çarpışıyoh. Asker aç, askere su yok, bit, hastalık askeri gırıyo geçiriyo.  Ayağımızda yırtık çarıh, sırtımızda bit, pire; Alayımızın çoğu, tüm zabitler, erlerin yarısı ya şehit ya yaralı oldu. Alay gumandarı yaralı çadırda yatıyo. Beni çağırdı.-Oğlum Duran Çavuş, alay perişan zabit erat takviyesi olana gadar alayımız sana emanet-didi”.

Sonra çölün bazı bölgelerinden çekilirken, yaralı erlerimizi köylerden geçerken çadır kurup yaralıyı oraya bırakıp gitmek zorunda galmıştık. Din gardaşlarımıza rica ettik, Arap köylüleri güya Allah rızası için bakın diye. Biz ayrıldıktan sonra, Arap eşkıyası çadırlarda yaralı yatan askerimizi hançerlemişler, belki Osmanlı altını yuttu ise alalım, diye cembiye dedikleri eğri hançerle yaralı eratımızın karınlarını deşmişler. Bu Arabın ne dostluğuna güvenilir ne din gardaşlığına güvenilir”. İstiklal Madalyalı Dedem Duran Çavuş, değişik cephelerde aldığı kurşun yaralarını gösterip ağlayarak gözyaşları içinde, hafızamda kalan bunları anlatırdı.

         Düşünebiliyor musunuz, Duran Çavuş, askerde çavuş olmuş, okuma yazma bilmez. Okuma yazma bilmeyen bir er çavuş alay komutan vekili oluyor…  Böyle çaresiz cephelerde çarpışmış Osmanlı. Ne ki, Osmanlı da okuma yazma bilmeden paşa olanlar vardı (Yedi sekiz Hasan Paşa gibi; demek ki Osmanlıyı yıkan eğitimsizlik) O Duran Çavuş ki, tam 8 sene cepheden cepheye savaşmış İstiklal Savaşı Gazisi bir eski askerdi.

Dedemin anlattıkları Arap Çöllerinde bir katliam

Dedem Duran Çavuş’un anlattıkları ile örtüşen, yine o cephe hatlarında yaşanmış bir olayı bir kitaptan okumuştum. Arap Çöllerinde İngilizlere karşı çarpışan Türk birlikleri çekilirken ağır yaralılarını, başlarında subay ve doktorları olduğu halde, hastanen haline getirdikleri çadırlarda Irak topraklarında (kardeş Müslüman diye) bazı köylerde bırakırdı.

Bekir Sami’nin tümeni böyle bir hastanenin bulunduğu Kazimiye Mahallesinden geçerken kasabadan canhıraş feryatlar duyarlar, görürüler ki çadır hastanelere hücum eden Araplar kolu bacağı kırık yaralıları yataktaki hastalara birer ip takarak sokakta sürüyorlar, hastaneleri yağma ediyorlar., hastaları soyuyorlar. Halkın, “Türk ordusu gitti” diye korkusu kalmamış. Bekir Sami Bey, durumu görünce Kazımiye halkını toplamaya başlamış. Bekir Sami birlikleri bu vahşeti görmüş kadın, erkek, çocuk, ihtiyar halkı zorla topluyorlar, kasabadan çıkarıyorlar. Orada 400’den fazla olan Kazımiye halkını kurşuna diziyor. Bekir Sami bunu yaparken de şöyle mırıldanıyor:

 

400 yıllık Osmanlı tarihinin hesabını görüyorum”. 

Yine başka bir gün, kâhvesinin önünde mi, bir köy odasında mı İstiklal Savaşı Gazisi Berber Ali anlatırdı: 
“-…Afyonun sivrisine çıhtıh, garşılardan toplar gümbürdüyo, (Büyük taarruz olmalı). Saçı sahalına garışmış bir gumandar geçiyo du yanımdan. Beni görünce -oğlum berber Ali gel hele beni bi tıraş et didi. Bir gayanın dibinde bir daşın üstüne gumandar oturdu. Eline bir gırıh ayna verdim, o aynayı dutacak ben tıraş ediceğem. Elimde bir mahas bir ustura, bir de gırıh aynam var, işde böyle bir berberdim dağ başında. Gumandara Didim, gumandanım nasıl tıraş istiyon, İstanbul tıraşı mı istiyon, güvercingöğsü mü olsun? …  Toplar gümbürdüyo, garşıda gağnılar gıcırdıyo bir hengame… Gumandan şöyle bir bana bahdı, ulan teres nerden biliyon bunları diye mırıldandı, -ulan oğlum Ali bildiğin gibi yap, bura dağ başı, bildiğin gibi yap- didi”.

         Yine başka bir gün, Köy odasında mı, kahve önünde mi veya aynı gün Berber Ali anlatırdı: “…Kötü Yonanın yaptıklarını İzmir’e gide gide neler gördük neler. Süngülenmiş hamile kadınlar, çocuklar, yakılmış evler, köyler. Depeleyi depeleyi İzmir’e girdik. Biz de yaptıhlarının intikamını almak için yanaşdık Urum avratlarına…”
        İstiklal Savaşı gazisi Berber Ali hem berber hem diş çeker hem de yapardı. Bir gün komşumuz bir kadının azı dişini çekerken görmüştüm. Sonradan hatırladım, anestezi uygulamadan, kadını dakikalarca böğürterek zorlukla dişini çekmişti. Ondan sonra dişçiden korkar olmuştum.

          İşte böylece, hepimizin yaşantısında mutlaka böyle anılar vardır sanırım. Küçüklüğümde böylesine köy odaları ile anı ve gözlemlerim olmuştur. Köy odasında namazlar birlikte kılınır. İstenirse birlikte camiye giderler. Bazen imam gelir, nasihat ve vaizlerde bulunur.

O köy odalarına gidip geldiğim küçüklüğümde, bir yakını uzak diyarlarda şehit olmuş köylümüz çok yaşlı bir kadın şöyle bir ağıt söylerdi:

“: (Defterimin kenarına not etmişim):

Yemen elleri Yemen elleri,

Ölürken ne didi Celal’ın dilleri,

Sılada mahzun godun dulları,

Ne zalım mıssın Yemen Elleri”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

 

CHP Erdoğan'ı 23 Senedir Daha Tanıyamamış
AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın; Çözüm Komisyonunun İmralı'ya gitmesi konusundaki görüşünü açıkça beyan etmemesi, CHP'yi kızdırmışa benziyor.

 

CHP bu konudaki tepkisini, ERDOĞAN neden rengini belli etmiyor? diye sorarak ortaya koyuyor.

 

CHP'liler;  gerçekten,  23 senedir birlikte aynı mecliste politika yapmalarına rağmen,  hala ERDOĞAN'ı tanıyamamış olmalılar.

 

Bize göre, siyasi rakibini yenebilmenin ilk koşulu; siyasi rakibini ve onun siyaset tarzını çok iyi bilmek ve tanımaktır.

 

ERDOĞAN daha ne desin? Son grup toplantısında yaptığı konuşmasında, Cuma günü (yarın) yapılacak oylamayla,  komisyon bu konudaki kararını alacak ve komu oyuna açıklayacak demedi mi? Dedi tabi.

 

ERDOĞAN, daha ne desin?

 

CHP olarak sizler, komisyonda görev alan AKP'li üyelerin ERDOĞAN'ın talimatıyla oy kullanacaklarını, ERDOĞAN'ın talimatının bir milim dahi dışına çıkamayacaklarını nasıl bilemiyorsunuz?

 

Demek ki; AKP'li komisyon üyeleri,  kullanacakları oyların rengiyle, ERDOĞAN'ın bu konudaki görüşünü açıklamış olacaklardır. Hele biraz bekleyin.

 

Kaldı ki; CHP olarak,  göbeğiniz ERDOĞAN'ın göbeğine mi bağlı sizlerin, o mu size yön verecek? Yan çizer gözükse de, rengini açıkça belli etmese de, ERDOĞAN'ın bu konudaki rengi ve düşüncesi, doğal olarak belli.

 

CHP; sanırım mahalle baskısının altında ezilmiş ve bu konuda  ne yapacağını bilemez durumda.

 

CHP; baştan hata yapıp komisyona dahil olmasaydı, bugün,  İmralı'ya gidilip gidilmemesi konusunda komisyonda yapılacak oylamaya katılıp katılmayacağına karar vermek durumunda kalmayabilirdi, ancak daha en başta iddialı sözlerle komisyona katılıp üye vermekle,  en büyük hatayı baştan yapmış ve şimdi partinin muhtemel oy kayıplarını düşünerek bocalamaktadır.

 

Kardeşim sen CHP olarak, CHP'nin yer aldığı değil, asıl yer almadığı komisyonlar daha tehlikelidir diyerek komisyona katılmaya ve üye vermeye karar verdiğine göre, bu kararın muhtemel rizikolarını da baştan düşünmek zorundaydın.

 

Komisyona madem katıldın, komisyonun İmralı'ya gidip gitmemesine ilişkin olarak alınacak karar oylamasına da CHP olarak katılmak zorundasın.

 

Oylamaya katılırsın, ancak,  İmralı'yı muhatap alarak İmralı'nın ayağına gitmek siyaseten ve vicdanen işine gelmiyorsa,  gidilmemesi konusunda olumsuz oyunu kullanırsın.

 

Komisyonun karar alma kurallarına göre;  gidilmemesi yönünde karar çıkarsa mesele kalmaz. Ancak, karar olumlu çıkar ve İmralı'ya gidilmesi konusunda oy çokluğuyla karar çıkarsa da, en başından komisyona katıldığına göre,  komisyonun kararına saygı göstererek İmralı'ya da gidersin ve orada olacaklara, yapılacak görüşmelere tanıklık yaparsın, gerekirse bazı müdahalelerde, çekincelerde bulunursun. Yani,  komisyonda olmamız değil,  olmamamız daha sakıncalıdır demiştiniz ya, işte İmralı’daki görüşmelerde de hazır bulunarak olası sakıncalara panzehir olursun.

 

Bu yazıyı okuyacak peşin hükümlü ve fanatik CHP'lilere  peşinen söyleyeyim, ben de bir CHP seçmeniyim, komisyondaki oylamaya katılarak olumsuz oy kullanmalarına rağmen İmralı'ya gidilmesine yönelik olarak oy çokluğuyla alınacak karara engel olamazlar ve hatta İmralı'ya gidecek olsalar da, oy'um yine helalinden  CHP'nindir.

 

CHP baştan aldığı yanlış kararla komisyona dahil olduğuna göre, oy kaygısına düşmemeli, komisyondaki oylamaya katılmalı, oylamadan İmralı'ya gidilmesi kararı çıkarsa gitmeli ve o görüşmelere tanıklık etmelidir. İlkeli ve cesur siyaset bunu gerektirmektedir.

 

20/11/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Hukukumuzda Gizli Tanık Diye  Bir Tanık Tipi Yoktur

Son senelerde gizli tanık kavramının ülkemiz kamuoyunda çok tartışılması ve bu kavramın adil yargılanma hakkıyla doğrudan ilgisinin bulunması, Anayasa Mahkemesinin kararlarını dahi tartışılır kılması, yazımı tamamlanan ve mahkemeye sunulan İMAMOĞLU İBB İDDİANAMESİ'nin kanıt olarak bel kemiğini gizli tanık beyanlarının oluşturması nedeniyle; ceza yargılamasında  tanık delilinin ne anlama geldiğini ve delil olarak taşıdığı önemi ve niteliğini yazma gereğini duymuş bulunuyoruz.

 

Tanık delili; eskiden olduğu gibi, günümüzün çağdaş ceza ve ceza usul hukukunun, ceza yargılamasının, bugün için de vazgeçilemez ve önemini muhafaza eden bir delil türüdür.

 

Peki tanığın tanımı nedir?

 

Kimlere tanık deriz ve tanık sıfatıyla ifadelerine başvururuz?

 

Tanık; gördüğünü ve bildiğini anlatan. bilgi veren kişidir, kelime anlamı itibariyle.

 

Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan tanığa yaptırılacak yemin metnini düzenleyen 55.  maddede de, ”"Bildiğimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim. " yazılıdır.

 

Bu yemin metninden de anlaşılacağı üzere; tanık,  ceza yargılamasına konu suç teşkil eden somut eylemle ilgili olarak bilgi sahibi olan kişidir.

 

Suçtan mağdur olan,  kendisine yönelik olarak suç teşkil eden bir eylemde bulunulan kişi de, mağdur tanık sayılır.  

 

Burada dikkat edilmesi gereken husus; bu bilgi,  doğrudan görgüye ve görgüyle birlikte,  eş zamanlı doğrudan duyuma dayalı ve kesin olmalıdır.

 

Dedikodulara, eylemden sonra başkalarının söylemlerine dayalı olarak dolaylı  duyulanlardan elde edilen bilgiler, tanığa sorulmamalı, sanılar, tahminler,  kanaat ve yorumlar, tanık beyanı olarak,  delil kabul edilmemelidir.   

 

En önemlisi de, ceza yargılamasında gizli tanıklık kurumu ve gizli tanık yoktur.

 

Ceza yargılamasında; ancak,  bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla sınırlı olmak üzere, tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması, kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa;  dinlenen tanıkların kimliklerinin saklı tutulması için, adalete zarar vermeyecek gerekli önlemlerin alınması ve tanıkların korunması kurumu vardır.

 

Nitekim CMK nın 58. maddesinin 2. fıkrasında; yer alan; “Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa;  kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır.  “ hükmü ile

4. fıkrasında yer alan; ”Tanıklık görevinin yapılmasından sonra,  kişinin kimliğinin saklı tutulması veya güvenliğinin sağlanması hususunda alınacak önlemler,  ilgili kanunda düzenlenir.  “ hükmü bizim bu görüşümüzü doğrulamaktadır.

 

Demek ki; ceza yargılamasında sadece tanık vardır. Bir de örgütlü suçlarda örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlara münhasır olmak üzere tanıkların koruma altına alınması vardır.

 

Ceza Yargılamasında, gizili tanık adı altında, bin bir vaatlerle, kendisine menfaatler  sağlanarak, sunni olarak yaratılan, kumpas davalarda kullanılan, ceza adaletini saptıran, düzmece ve sunni yalancı tanıklık kurumu yoktur. Tanıklık yapanların korunması söz konusudur.

 

CMK nın 58. maddesinin 4. fıkrasına istinaden tanıklık yapanların korunması için alınacak tedbirleri düzenleyen 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu, konuyu saptırmış amacını aşan hükümlerle,  tanıklık kurumunu güvenilmez kılmış ve adeta gizli tanık yaratmıştır.

 

Eylemden çok sonra gizli tanık olarak ortaya çıkan ve tanıklık yapacağını söyleyen veya adaleti saptırmak için tanık yaratma çabasına düşen resmi görevlilerin vaad ve garantileriyle elde edilen,  duruşmaya dahi gelmeden, çapraz sorguya tabi tutularak,  reaksiyonlarından ve davranışlarından verdikleri beyanlarının güvenilir olup olmadığı konusunda bir kanaat edinme imkânından yoksun kalınan kişiler,  ceza yargılamasında meşru tanık olarak kabul edilemezler ve bunların güvenden yoksun beyanlarına dayalı olarak mahkumiyet kararı kurulamaz, bunların beyanları tanık delili olarak asla kabul edilemez ve edilmemelidir de.

 

Bırakınız gizli tanık diye ortaya sürülen çoğu zorlama ve düzmece yalancı tanıkları; açıkça beyanda bulunan normal tanıkların beyanları dahi; ceza yargılamasında kesin delil olarak kabul edilemez, çiğ süt emmiş, yaptığı yemine rağmen,  şu veya bu sebeple yalan söylemeye meyilli insan unsuruna dayalı tanık beyanları, parmak izi, DNA verileri, balistik inceleme raporları, kan örnekleri gibi kesin delil niteliğindeki delillerden farklı olarak,  sadece takdiri delil vasfında olup, yargıç;  diğer delillerle birlikte,  tanık beyanlarını da vicdani kanaatine göre değerlendirerek bir hükme varmalıdır.

 

Sonuç olarak söylemek gerekirse, bizim ceza yargılama hukukumuzda; İBB soruşturmasında ve benzeri davalarda uygulandığı şekilde, bir gizli tanıklık yoktur. Var olan şey; örgütlü suçlarla sınırlı olarak,  adalete ve maddi hakikate ulaşmaya zarar vermeden, savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal etmeden,  ölçülü ve sınırlı tedbirlerle, tanıklık yapanların, sadece  korunma altına alınmasıdır.

 

Ülkemizin adalet geçmişinin çöplüğü; hukukumuzda yasal dayanağı olmayan gizli tanıkların gerçek dışı beyanlarıyla yazılan iddianamelerle oluşturulan ve kurulan kumpas davalarının ve mahkumiyet hükümlerinin buruşturularak çöp sepetlerine atıldığı dosyalarla dolup taşmıştır.

 

Nedir bu gayretiniz?

 

Şu veya bu sebeple,  bilerek ve isteyerek yargılanamayan,  korunup kollanan suçluların diz boyu olduğu, adeta suçlular cenneti haline getirilen ülkemizde; sunni olarak yaratılan gizli tanıklarla, adil olmayan soruşturma, yargılama ve hukuk dışı delillerle masumlara ceza verme gayreti içine girilmesi,  kamuoyu vicdanını ağır bir şekilde yaralamaktadır.  

 

15/11/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget