Dedemin anlattıkları

Dedemin anlattıkları Arap Çöllerinde bir katliam Dedem Duran Çavuş’un anlattıkları ile örtüşen, yine o cephe hatlarında yaşanmış bir olayı bir kitapta

Köy odalarının en beğenilen sohbeti askerlik anıları.

Dedemin anlattıkları

 
Küçüklüğümün 1950 li yıllarında evimize yakın bir köy odası vardı. Bu köy odasındaki sohbetlerde çok ilginç anıları dinlerdim ve çok severdim. Evde yemeğimi yedikten sonra köy odasına giderdim, gitmek için can atardım. Orada anlatılan nice anıların bir kısmını ve de anımsayabildiğim anıları içine alan Yaşam Yokuşum adlı yayınlanan kitabımda yer verdim. Köy odalarındaki bu anılarla birlikte köyde “Duran Çavuş” diye anılan dedemin (annemin babası) anlattıklarından büyük heyecan duymuşumdur. Barış Yayınevince yayınlanan Yaşam Yokuşum adlı kitabımdan aldığım ilginç anıların bazılarını sizinle paylaşmak istedim.

  …..Köy odasına gelen kişi, ulaşımın haberleşmenin çok az olduğu, hatta olmadığı o zamanlarda 1940 lı 1950 li yıllarda, mutlaka az veya çok bir haber, bir değişiklikle gelmiştir. O misafir köy odasına memnuniyetle kabul edilir, hâl hatır sorulduktan sonra çevreden anlattıkları, az veya çok meraklı dinlenilirdi.

       Köy odalarına gerek sahibi gerek komşular gözleri gibi bakarlar, hele komşular, sanki gerçekten ortak mal gibi köy odasının her şeyine yardımcı olunur, kimi evinden yakacak odun, tezek yanında, misafir çok gelmişse, evlerden yataklar, yemekler getirilirdi. Gelen misafirin atı, eşeği ahıra çekilir. Sulanır, gezdirilir, yemlenir.

Köy odalarında gelip oturmak, sohbete katılmak ayrı bir ayrıcalıktı. Gençler asla, cemaatin arasına, sedire, halı mindere oturamazlardı. “Tahta baş” denilen, girişte tahtadan yapılma basamaklı bölmede otururlar, lafa söze, sohbete sorulmadıkça asla karışamazlardı. Uzun kış gecelerinde, o tahtabaş üzerinde, kuru tahtada oturmak bile bir sevinç kaynağı idi gençler, çocuklar için. Orada sohbeti dinlerler, bilmedikleri bazı şeyleri, anıları öğrenirler, sözü sohbeti orada öğrenirler. Tahtabaşın yanındaki sulukta bulunan testiden su isteyene su veririler, büyükler abdest alırken ibrik leğeni tutup ellerine su dökerler, sobaya odun atarlar, külünü alırlar, lambaya gaz doldururlar, misafire ve cemaate yemek getirirler vb. Kışın merdivenlerin, dam başının karını temizlerler. Kısaca köy odasında verilen her emri, yumuşu seve seve yerine getirirlerdi.

        Köy Odalarında, genellikle dikdörtgen şeklinde olan odada, zeminden az bir karış yukarıda, üç tarafta divan, sedir denilen, halı yastık, minderle döşenmiş durumda olurdu. Bir dolap, dolabın içinde, cezve, kâhve fincanı, kâhve, kâhve değirmeni, kâhve kavurma tavası, gazyağıyla çalışan pompalı bir ocak, şeker vb eşyalar bulunurdu. Daima çoğunlukla kilitli, kilit köy odası sahibinde dururdu. Duvarda halı, kilimler asılı olur. Tabi biraz gösterişlisinden bir Memmed veya gazyağı ile yanan luks lambası daima asılı durur.  Kapının hemen girişinde sağda veya solda yüksekçe (sanki yere yatırılmış büyükçe bir dolap gibi) tahtabaş olurdu.

        Tahtabaşın altında odun tezek dolu olurdu. Kışın oradan alınıp sobada yakılırdı. Hemen bitişiğinde suluk denilen biraz genişce, abdest alınan vekirli suyu dışarı şarıl şarıl akan bir bölme olurdu. Orada ibrik, sabun, bir çivide asılı havlu bulunurdu. Köşede yukarıda kocaman ve ağırca bataryalı pilleri olan bir radyo olur, radyo da, pili bitmesin diye, ancak haberlerde ajans dinlemek için açılırdı. Ajans saati gelirken, köstekli saatlerden saatin gelip gelmediği kontrol edilir. Saat tam yaklaşırken, cemaat “ajansı dinleyelim susun hele” diye uyarılınca, herkes susar, pür dikkat ajans dinlenilirdi. Batı Bloğu, Doğu bloğu Amerika Rusya haberleri, casuslar, Kore Savaşı, Menderes’in bilmem nerede verdiği nutuk, Nazım Hikmet yine vatan hainliğine devam edip etmediği vb haberleri peş peşe sıralanır. Haberin sonlarına doğru devlet radyosundan, “Vatan Cephesine” kaydolanlar tek tek sayılır, eğer kendi köylerinden kimseler kaydolunmuşsa (büyük küçük fark etmez) ondan büyük bir keyif alınırdı.  Haberlerin sonunda da Meteorolojiden hava raporları okunurken, bazı sakallılar, dürzüler Allah’ın işine de karışıyorlar” diye homurdanırken, yanındaki de onun duyacağı şekilde, iyi de ne hikmetse söyledikleri doğru çıkıyo” diyerek hava raporuna ayrı bir yorum katardı.  Ajans bitince hemen radyo kapatılır, oya işlemeli örtüsü ile örtülürdü. Akşam ajansına kadar radyo pek açılmazdı. Çünkü kocaman bataryası (pili) ya biterse, ajansı nasıl dinleyeceklerdi? Onun için, müzik ve öteki konuşmalarda radyo hiç açılmazdı, radyonun pili- aküsü biteceği endişesi ile

         “Halloların Bekdeş”, bazen “Dingilin Mustafa”, ajans haberlerinden pek bir şey anlamadıklarından, bir konuda “ne dedi bu” diye sorar. Cemaatten okuması yazması, konuşması düzgün olan haberleri üstüne basa basa yorumlar, onların anlayacağı hale getirirlerdi.
        Hepsi, köy odaları ile birlikte zamanın akışında kaybolan ve rahmete kavuşan, yaşamının gençliğinde, askerde bin bir çile çeken bu insanlar, denk düştükçe, kimi zaman gözyaşları içinde yaşadıkları anıları anlatırlardı. Halloların Bekdeş’in anlattıkları anıların bazı kırıntılar hafızamda çok azı kalmıştı. “…Gafgasya cephesindeydik, asker aç, perişan. Sırtımızda bit hiç eksik olmazdı.  Bir gün askerin biri, ölü arhadaşının çarığını almış, çarığını ıslattı, ertesi günü çarıh yumuşayınca ateşte kızartıp deri et niyetine yidi… (Bu anıları dinleyen hangi insan bundan etkilenmez ki, biz de dehşetle ibretle dinlerdik)

        Nedense o anılardan şu mısralar hafızamda kalmıştı:

Tiflis’in etrafı dağdır meşedir,

İçinde oturan beydir paşadır…”

“Elden ele gider Tiflis ürünü”.

………………(.gerisini hatırlayamıyorum)

 

Dedemin anlattıkları

        Yine bir başka gün, Dedem (anamın babası), (bir gazetede haberi yayınlanan, torunu halen sağ Ali Satılmış’la bir resmini bulduk), 105 yaşında vefat eden Duran Çavuş (Satılmış) (ki o Yelek’te torunun torununu gören insandı) başka cephede başka anılarını anlatırdı:
“-Gutulamarede İngilizlere garşı İslâm torpağını gorumak için çarpışıyoh. Asker aç, askere su yok, bit, hastalık askeri gırıyo geçiriyo.  Ayağımızda yırtık çarıh, sırtımızda bit, pire; Alayımızın çoğu, tüm zabitler, erlerin yarısı ya şehit ya yaralı oldu. Alay gumandarı yaralı çadırda yatıyo. Beni çağırdı.-Oğlum Duran Çavuş, alay perişan zabit erat takviyesi olana gadar alayımız sana emanet-didi”.

Sonra çölün bazı bölgelerinden çekilirken, yaralı erlerimizi köylerden geçerken çadır kurup yaralıyı oraya bırakıp gitmek zorunda galmıştık. Din gardaşlarımıza rica ettik, Arap köylüleri güya Allah rızası için bakın diye. Biz ayrıldıktan sonra, Arap eşkıyası çadırlarda yaralı yatan askerimizi hançerlemişler, belki Osmanlı altını yuttu ise alalım, diye cembiye dedikleri eğri hançerle yaralı eratımızın karınlarını deşmişler. Bu Arabın ne dostluğuna güvenilir ne din gardaşlığına güvenilir”. İstiklal Madalyalı Dedem Duran Çavuş, değişik cephelerde aldığı kurşun yaralarını gösterip ağlayarak gözyaşları içinde, hafızamda kalan bunları anlatırdı.

         Düşünebiliyor musunuz, Duran Çavuş, askerde çavuş olmuş, okuma yazma bilmez. Okuma yazma bilmeyen bir er çavuş alay komutan vekili oluyor…  Böyle çaresiz cephelerde çarpışmış Osmanlı. Ne ki, Osmanlı da okuma yazma bilmeden paşa olanlar vardı (Yedi sekiz Hasan Paşa gibi; demek ki Osmanlıyı yıkan eğitimsizlik) O Duran Çavuş ki, tam 8 sene cepheden cepheye savaşmış İstiklal Savaşı Gazisi bir eski askerdi.

Dedemin anlattıkları Arap Çöllerinde bir katliam

Dedem Duran Çavuş’un anlattıkları ile örtüşen, yine o cephe hatlarında yaşanmış bir olayı bir kitaptan okumuştum. Arap Çöllerinde İngilizlere karşı çarpışan Türk birlikleri çekilirken ağır yaralılarını, başlarında subay ve doktorları olduğu halde, hastanen haline getirdikleri çadırlarda Irak topraklarında (kardeş Müslüman diye) bazı köylerde bırakırdı.

Bekir Sami’nin tümeni böyle bir hastanenin bulunduğu Kazimiye Mahallesinden geçerken kasabadan canhıraş feryatlar duyarlar, görürüler ki çadır hastanelere hücum eden Araplar kolu bacağı kırık yaralıları yataktaki hastalara birer ip takarak sokakta sürüyorlar, hastaneleri yağma ediyorlar., hastaları soyuyorlar. Halkın, “Türk ordusu gitti” diye korkusu kalmamış. Bekir Sami Bey, durumu görünce Kazımiye halkını toplamaya başlamış. Bekir Sami birlikleri bu vahşeti görmüş kadın, erkek, çocuk, ihtiyar halkı zorla topluyorlar, kasabadan çıkarıyorlar. Orada 400’den fazla olan Kazımiye halkını kurşuna diziyor. Bekir Sami bunu yaparken de şöyle mırıldanıyor:

 

400 yıllık Osmanlı tarihinin hesabını görüyorum”. 

Yine başka bir gün, kâhvesinin önünde mi, bir köy odasında mı İstiklal Savaşı Gazisi Berber Ali anlatırdı: 
“-…Afyonun sivrisine çıhtıh, garşılardan toplar gümbürdüyo, (Büyük taarruz olmalı). Saçı sahalına garışmış bir gumandar geçiyo du yanımdan. Beni görünce -oğlum berber Ali gel hele beni bi tıraş et didi. Bir gayanın dibinde bir daşın üstüne gumandar oturdu. Eline bir gırıh ayna verdim, o aynayı dutacak ben tıraş ediceğem. Elimde bir mahas bir ustura, bir de gırıh aynam var, işde böyle bir berberdim dağ başında. Gumandara Didim, gumandanım nasıl tıraş istiyon, İstanbul tıraşı mı istiyon, güvercingöğsü mü olsun? …  Toplar gümbürdüyo, garşıda gağnılar gıcırdıyo bir hengame… Gumandan şöyle bir bana bahdı, ulan teres nerden biliyon bunları diye mırıldandı, -ulan oğlum Ali bildiğin gibi yap, bura dağ başı, bildiğin gibi yap- didi”.

         Yine başka bir gün, Köy odasında mı, kahve önünde mi veya aynı gün Berber Ali anlatırdı: “…Kötü Yonanın yaptıklarını İzmir’e gide gide neler gördük neler. Süngülenmiş hamile kadınlar, çocuklar, yakılmış evler, köyler. Depeleyi depeleyi İzmir’e girdik. Biz de yaptıhlarının intikamını almak için yanaşdık Urum avratlarına…”
        İstiklal Savaşı gazisi Berber Ali hem berber hem diş çeker hem de yapardı. Bir gün komşumuz bir kadının azı dişini çekerken görmüştüm. Sonradan hatırladım, anestezi uygulamadan, kadını dakikalarca böğürterek zorlukla dişini çekmişti. Ondan sonra dişçiden korkar olmuştum.

          İşte böylece, hepimizin yaşantısında mutlaka böyle anılar vardır sanırım. Küçüklüğümde böylesine köy odaları ile anı ve gözlemlerim olmuştur. Köy odasında namazlar birlikte kılınır. İstenirse birlikte camiye giderler. Bazen imam gelir, nasihat ve vaizlerde bulunur.

O köy odalarına gidip geldiğim küçüklüğümde, bir yakını uzak diyarlarda şehit olmuş köylümüz çok yaşlı bir kadın şöyle bir ağıt söylerdi:

“: (Defterimin kenarına not etmişim):

Yemen elleri Yemen elleri,

Ölürken ne didi Celal’ın dilleri,

Sılada mahzun godun dulları,

Ne zalım mıssın Yemen Elleri”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget