Devlet denen organizasyonun amacı ve en temel işlevi; yürürlüğe koyduğu yasaları ve anayasasıyla tesis ettiği meşru hukuk düzeni içinde tarafsız kalarak ve her yurttaşa karşı eşit ve adil davranarak, en başta kendisi olmak üzere, yasalara ve anayasaya mutlak itaati sağlayarak, hukukun gücüyle kamu düzenini sağlamak ve yurttaşların hak ve özgürlüklerini garanti altına almak ve onların huzur ve hukuki güvence içinde yaşamalarına imkân sağlamaktır.
İdeal ve demokratik
devletlerde; hukukun gücü vardır, güçlülerin
hukuku değil. Güçlüler değil, eşit yurttaşlar
vardır, güçlülerin güçsüzleri ezdikleri, güçlülerin hukuku yoktur.
Seçimle iş başına gelen
siyasal iktidarlar; görev süreleri
içinde, adına görev yaptıkları milletin
ve temsil ettikleri devletin yasa ve anayasalarına harfiyen uyarlar, meşruiyetlerini kaybettirecek ve tartışmaya
açacak, hukuk ve anayasa dışı
davranışlardan sakınırlar. Bunun karşılığında da, ceza yasalarının suç saydığı iktidarlarına
yönelik yasa dışı kalkışmalara karşı korunurlar. Anayasal düzen, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Yürütme organı, görevlerini yapmalarının engellenmesine
yönelik yasa dışı şiddete dayalı saldırı
ve kalkışmalara karşı korunurlar, böyle kalkışmalara yeltenenlere çok ağır
cezalar öngörülmüştür ceza yasalarında.
Olması gereken budur.
Ülkemizin bugün içinde
bulunduğu koşullarda, yasalara ve anayasaya saygılı normal bir yönetimin ve
düzenin varlığını kim savunabilir?
Seçimle iş başına gelen
iktidar Partisi; mevcut şartlarda
yapılacak olan ilk seçimlerde iktidarını yitireceğini hissetmenin endişesi ve
kaybedeceğinden emin olduğu bir sonraki
seçimlerin uzak bir tarihte yapılacak olmasının rahatlığı içinde, hukukun gücünü gerçek suçlulara gösterecek
yerde, iktidarda olmanın kendisine sağladığı
güçten yararlanarak, adeta güçlülerin hukukunu topluma dayatmaktadır.
Devletten ve yerel
yönetimlerden ihaleler alarak zenginleşen
bir iş adamı üzerinden, onu itirafçılığa zorlayarak elde ettiği gerçek
dışı beyanlarla, iktidara yürüyen ana muhalefet partisinin önümüzdeki
seçimlerde lokomotif görevi yapacak olan
başarılı belediye başkanlarını ipe dizip bir bir tutuklatarak güçlülerin
hukukunu topluma dayatmaktadır.
Bu itirafçı iş adamanın; ana muhalefet partisine yönelik suçlayıcı
rüşvet ve yolsuzluk beyanları gerçekten doğru ise, aynı iş adamının yıllarca çok yoğun bir
şekilde ihale aldığı iktidar partisinin belediyelerine de aynı yöntemi
uyguladığı o belediyeleri de rüşvet ve yolsuzluk batağına sürüklediği ayan
beyan ortada iken, iktidar partisinin hiçbir belediye başkanı ve diğer
görevleri hakkında savcılar tarafında soruşturma açılmaması, hayatın olağan
akışına ve eşitlik kuralına aykırıdır. Demek ki; amaç yolsuzluklarla ve
rüşvetle mücadele değil, güçlülerin
hukukunu hakim kılarak muhalefeti itibarsızlaştırmak ve zayıflatmak ve iktidar
partisine iktidarını koruması için hayat öpücüğü vermektir.
Tüm bunlar olurken, iktidar
partisinin bir eski milletvekili çıkmış ve 1923 hesaplaşılması gereken kanlı
bir darbedir diyerek, ATATÜRK'e ve onun
kurduğu Cumhuriyete dil uzatarak savaş ilan etmiştir.
Hadi bu eski milletvekili bir
densizlik yaptı diyelim, iktidar partisinin üst yönetiminden Cumhuriyete
yönelik bu saldırıyı kınayan ve reddeden kesin ve net bir dille ciddi bir
karşılık verilmediği gibi, unvanlarının başında Cumhuriyet olan yetkili ve
görevli savcılar tarafından resen açılan
bir soruşturmaya da bu saate kadar tanık olunmamıştır. Bu eski milletvekili, 1923 hesaplaşılması gereken kanlı bir darbedir
demek suretiyle, Cumhuriyet
Savcılarımızı da, hesaplaşılması gereken kanlı darbenin savunucuları ve
koruyucuları olarak suçlamış ve itibarsızlaştırmıştır. Bu ülkede, bu saldırı karşısında meslek onurlarını
kurtaracak bir Cumhuriyet Savcısının çıkacağını hala umuyor ve bekliyoruz.
Ülkemizde askıya alınan ve
rafta beklemede tutulan anayasanın tesis ettiği sözde kalan ve fiilen
işlemeyen bir anayasal düzen ve askıdaki
bu anayasadan yetki alan yasama, yürütme ve yargı organları var ise de; içinde
bulunduğumuz koşullarda işletilmeyen bu anayasal düzen ve organların ceza yasalarında
yer alan hukuki güvenceleri hak etmediklerini, yok edilen anayasal düzeni, insan
haklarını
hukukun üstünlüğünü ve
cumhuriyeti savunan ve bu değerler için demokratik, silahsız, şiddete dayalı olmayan barışçıl direniş haklarını kullanmakta olan yurttaşların, tüm toplumsal ve siyasal
muhalefetin bu demokratik ve barışçıl direnişlerini, darbe ve darbe girişimi eylemler olarak
nitelendirmek, hukuken mümkün değildir.
Hukukun üstünlüğünün ve
anayasal düzenin yok edildiği, askıya alındığı bir düzende, olmayan anayasal düzene karşı darbe girişiminde
bulunulamaz. Ancak, yok edilen anayasal
düzen, demokratik ve barışçıl bir direnişle hayata döndürülebilir belki.
09/07/2025
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu
Yorum Gönder