Hukuk'un gücü mü yoksa güçlülerin hukuku mu?

Devlet denen organizasyonun amacı ve en temel işlevi; yürürlüğe koyduğu yasaları ve anayasasıyla tesis ettiği meşru hukuk düzeni içinde tarafsız kalar

Hukuk'un gücü mü yoksa  güçlülerin hukuku mu?
Devlet denen organizasyonun amacı ve en temel işlevi; yürürlüğe koyduğu yasaları ve anayasasıyla tesis ettiği meşru hukuk düzeni içinde tarafsız kalarak ve her yurttaşa karşı eşit ve adil davranarak, en başta kendisi olmak üzere, yasalara ve anayasaya mutlak itaati sağlayarak,  hukukun gücüyle kamu düzenini sağlamak ve yurttaşların hak ve özgürlüklerini garanti altına almak ve onların huzur ve hukuki güvence içinde yaşamalarına imkân sağlamaktır.

 

İdeal ve demokratik devletlerde;  hukukun gücü vardır, güçlülerin hukuku değil. Güçlüler değil,  eşit yurttaşlar vardır, güçlülerin güçsüzleri ezdikleri,  güçlülerin hukuku yoktur.

 

Seçimle iş başına gelen siyasal iktidarlar;  görev süreleri içinde,  adına görev yaptıkları milletin ve temsil ettikleri devletin yasa ve anayasalarına harfiyen uyarlar,  meşruiyetlerini kaybettirecek ve tartışmaya açacak,  hukuk ve anayasa dışı davranışlardan sakınırlar. Bunun karşılığında da,  ceza yasalarının suç saydığı iktidarlarına yönelik yasa dışı kalkışmalara karşı korunurlar. Anayasal düzen, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yürütme organı, görevlerini yapmalarının engellenmesine yönelik  yasa dışı şiddete dayalı saldırı ve kalkışmalara karşı korunurlar, böyle kalkışmalara yeltenenlere çok ağır cezalar öngörülmüştür ceza yasalarında.

 

Olması gereken budur.

 

Ülkemizin bugün içinde bulunduğu koşullarda, yasalara ve anayasaya saygılı normal bir yönetimin ve düzenin varlığını kim savunabilir?

 

Seçimle iş başına gelen iktidar Partisi;  mevcut şartlarda yapılacak olan ilk seçimlerde iktidarını yitireceğini hissetmenin endişesi ve kaybedeceğinden emin olduğu  bir sonraki seçimlerin uzak bir tarihte yapılacak olmasının rahatlığı içinde,  hukukun gücünü gerçek suçlulara gösterecek yerde,  iktidarda olmanın kendisine sağladığı güçten yararlanarak, adeta güçlülerin hukukunu topluma dayatmaktadır.

 

Devletten ve yerel yönetimlerden ihaleler alarak zenginleşen  bir iş adamı üzerinden, onu itirafçılığa zorlayarak elde ettiği gerçek dışı beyanlarla, iktidara yürüyen ana muhalefet partisinin önümüzdeki seçimlerde lokomotif görevi yapacak olan  başarılı belediye başkanlarını ipe dizip bir bir tutuklatarak güçlülerin hukukunu topluma dayatmaktadır.

 

Bu itirafçı iş adamanın;  ana muhalefet partisine yönelik suçlayıcı rüşvet ve yolsuzluk beyanları gerçekten doğru ise,  aynı iş adamının yıllarca çok yoğun bir şekilde ihale aldığı iktidar partisinin belediyelerine de aynı yöntemi uyguladığı o belediyeleri de rüşvet ve yolsuzluk batağına sürüklediği ayan beyan ortada iken, iktidar partisinin hiçbir belediye başkanı ve diğer görevleri hakkında savcılar tarafında soruşturma açılmaması, hayatın olağan akışına ve eşitlik kuralına aykırıdır. Demek ki; amaç yolsuzluklarla ve rüşvetle mücadele değil,  güçlülerin hukukunu hakim kılarak muhalefeti itibarsızlaştırmak ve zayıflatmak ve iktidar partisine iktidarını koruması için hayat öpücüğü vermektir.

 

Tüm bunlar olurken, iktidar partisinin bir eski milletvekili çıkmış ve 1923 hesaplaşılması gereken kanlı bir darbedir diyerek,  ATATÜRK'e ve onun kurduğu Cumhuriyete dil uzatarak savaş ilan etmiştir.

 

Hadi bu eski milletvekili bir densizlik yaptı diyelim, iktidar partisinin üst yönetiminden Cumhuriyete yönelik bu saldırıyı kınayan ve reddeden kesin ve net bir dille ciddi bir karşılık verilmediği gibi, unvanlarının başında Cumhuriyet olan yetkili ve görevli savcılar tarafından  resen açılan bir soruşturmaya da bu saate kadar tanık olunmamıştır. Bu eski milletvekili,  1923 hesaplaşılması gereken kanlı bir darbedir demek suretiyle,  Cumhuriyet Savcılarımızı da, hesaplaşılması gereken kanlı darbenin savunucuları ve koruyucuları olarak suçlamış ve itibarsızlaştırmıştır. Bu ülkede,  bu saldırı karşısında meslek onurlarını kurtaracak bir Cumhuriyet Savcısının çıkacağını hala umuyor ve bekliyoruz.

 

Ülkemizde askıya alınan ve rafta beklemede tutulan anayasanın tesis ettiği sözde kalan ve fiilen işlemeyen  bir anayasal düzen ve askıdaki bu anayasadan yetki alan yasama, yürütme ve yargı organları var ise de; içinde bulunduğumuz koşullarda işletilmeyen bu anayasal düzen ve organların ceza yasalarında yer alan hukuki güvenceleri hak etmediklerini, yok edilen anayasal düzeni, insan haklarını

hukukun üstünlüğünü ve cumhuriyeti savunan ve bu değerler için demokratik,  silahsız, şiddete dayalı olmayan barışçıl  direniş haklarını kullanmakta olan  yurttaşların, tüm toplumsal ve siyasal muhalefetin bu demokratik ve barışçıl direnişlerini,  darbe ve darbe girişimi eylemler olarak nitelendirmek,  hukuken mümkün değildir.

 

Hukukun üstünlüğünün ve anayasal düzenin yok edildiği, askıya alındığı bir düzende, olmayan  anayasal düzene karşı darbe girişiminde bulunulamaz. Ancak,  yok edilen anayasal düzen, demokratik ve barışçıl bir direnişle hayata döndürülebilir belki.

 

09/07/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget