Türkiye 12 Eylül 1980 faşist
darbesi sonrası ABD gözetiminde Evren-Özal marifetiyle neoliberal sömürü
düzenine tutsak edilmiş, 1 Mart 2003 tezkeresinin CHP’nin dik durması ve
tehlikenin farkına varan önemli sayıda AKP milletvekillerinin bedel ödeme pahasına
Erdoğan ve Gül’ün yoğun baskılarına direnmesi sonucu TBMM’de kabul edilmemesiyle
kıl payı fiili işgalden kurtulmuş, 2003 yılından itibaren 21. Yüzyıl Sevr’i emperyal
BOP un pençesine düşürülmüş, adım adım ilerletilen karşı devrimle kuruluş
felsefesinden ve Atatürk’ün akıl ve bilim yolundan saptırılmıştır.
Son olarak emperyalizmin laik
cumhuriyetimizi güdümünde bir din devletine dönüştürülerek ulusal birliğimizi dağıtıp
ülkemizi bölmek amacı doğrultusunda kurduğu PKK’nın ağırlaştırılmış müebbet
hapse mahkûm elebaşını siyasi iktidar tarafından muhatap alınması ve TBMM’de
konuşma yapmasının istenmesi kabulü olanaksız vahim bir hata olmuş, yaptığı
açıklama bu vahameti daha da ağır ağırlaştırılmıştır.
1999 da iç ve dış destekleri
kırılarak eylem yapamaz hale getirilmiş, liderinin yakalanmasıyla dağılma
noktasına gelmiş, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılının “Terörsüz
Türkiye” sinde kımıldayamaz durumda olan bu örgütün 41 yılın ardından
bugün silah bırakmak için görüşme, hatta pazarlık yapar konuma gelmiş olması devletimizin
itibar ve ulusal onurumuz açısından gerçekten ibret vericidir.
Böyle olunca, terörist başı örgütünün yenildiğini değil, ömrünü tamamladığını (zımnen amacına ulaştığını) ifade edebilmiştir. Küstahça terörü devletin aşırı milliyetçi savrulmasının yarattığını söyleyebilmiştir. PKK’yı Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü “isyan hareketi” olarak tanımlanan cüretiyle haddini fersah fersah aşabilmiş, aklınca kendini, örgütünü, uzantılarını ve sahiplerini meşrulaştırmaya kalkışabilmiştir.
Nedense önce Kürtçe, sonra Türkçe
okunan silah bırakma! Çağrısı ile Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez
maddeleriyle 42 ve 66. Maddeleri yanında Anayasa korunmasındaki laik ve üniter
Ulus Devleti yapısı, Aydınlanma Devrimleri, Atatürk Milliyetçiliği ve dil
birliği açıkça hedef alınarak milyonların ve devlet yetkililerinin gözleri
önünde fütursuzca anayasayı ihlal suçu işlenmiştir.
Mustafa Kemal’in askerleri teğmen
evlatlarımız ihraç edilir, siyasi parti genel başkanları, akademisyenler,
gazeteciler, sendikacılar, belediye başkanları, hatta falcılar yatarı olmayan
zorlama suçlamalarla tutuklanıp zindana atılırken bu açık anayasa ihlalini yapanların
ve izin verenlerin takipsizlik bırakılması yetmezmiş gibi, bir de alkışlanması
akıl alır gibi değildir.
Yandaş kanalların “Yaşasın,
terör bitti” çığırtkanlıkları ve tanıdığımız “yetmez ama evetçi
”, İkinci Cumhuriyetçi aymazların
“terörsüz Türkiye” yaratıcısı iktidar güzellemeleri elbette sürpriz
değildir, ama değerlendirmelerine bakıldığında kimi
siyasilerin açıklamayı ve eki kısa notu doğru değerlendiremediklerinin görülmesi
endişe verici olmuştur. Terörist başı, Türkiye’yi bölme amacı
haritasıyla sabit BOP ile tam bir uyum içinde olduğu görülen ana metindeki “Ulus
devlet toplum sosyolojisine cevap veremiyor. Milliyetçilik savrulmadır. Aşırı milliyetçi
savrulma demokratik siyaset kanallarını kapatmıştır.” Gibi akıl ve bilim
dışı ifadelerle yetinmiyor, bir de not iletiyor ve bu perspektifi ortaya
koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması, demokratik siyaset ve hukuki
boyutun tanınmasını gerektirir”. Buyurarak kendini ve örgütünü devletle
eş tutup koşul öne sürüyor ve ana metinde satır arlarına gizlediği gerekçe
niyetini (ya da sahibinin niyetini) açığa vuruyor. Asıl dikkat çekici olansa,
açıklamada Suriye’den tek kelimeyle söz edilmemesi ve Türkiye’de PKK, Suriye’de
PYD-YPG, İran’da PJAK, Irak’ta PÇDK adları ile faaliyet gösteren terör
örgütlerinin çatı örgütü olan, liderinin de kendisi olduğu KCK’nin adının bile
geçmemesidir. Nitekim PYD lideri Mazlum Abdi, daha ilk gün çağrının kendisini
kapsamadığını söylemiştir. Bu durumda devlet yetkililerinin, Üniter Ulus Devlet,
Laik Cumhuriyet, Atatürk Milliyetçiliği, Aydınlanma Devrimleri, Demokratik
Siyaset ve Dil Birliği ile ilgili düşüncelerini, tanınması gereken hukuki
boyutun içeriğini, Anayasanın hangi maddeleri ve hangi yasalarla ilgili
olduğunu, ABD nin bu perspektifin neresinde durduğunu ve KCK ile ilgili yol
haritasının ne olacağını milletimize açıklamaları, bunu da hemen yapmaları bir zorunluluk
olsa gerektir.
Öte yandan açıklama, AKP lideri
Erdoğan ve DEM eş başkanı Bakırhan’ın bazı demeçleriyle birlikte okunduğunda
daha da ilginçleşmektedir.
Erdoğan’ın konuşmalarında sıklıkla,
100 yıllık oyunun bozulduğu, 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin sancılı olduğu gibi
savlar ileri sürülmekte, yeni bir devlet kurma jargonu olan “ihtilal” sözcüğü
“AKP iktidarı bir Anadolu ihtilali ile gerçekleşmiştir” cümlesi içinde
dillendirilmekte ve bir süredir “Türkler, Kürtler, Araplar” termino0lojisi
ümmet bağlamlı kullanılmamaktadır. Bu terminolojiye Tuncer Bakırhan’ın
Çanakkale ruhu hamasetiyle yoldaşlık ermesi de doğrusu hayli göz yaşartıcıdır.
“Yeni Anayasa” iştahlarını kabartan bu yoldaşlığa “Anayasadan
Türklüğü çıkarabiliriz” bonkörlüğüyle! Binali Yıldırım’ın,
Anadolu Suriyelilerin de anavatanıdır” alicenaplığıyla! Mehmet Metiner’in ve
bazı Cumhur İttifakı sözcülerinin de omuz verdikleri görülmektedir. Bu durumunda,
açıklamalıyla ortaklaşan bu söylemlerin, Anadolu topraklarında Misak-ı Milli tatlandırıcısı
ve Malazgirt’ten Çanakkale’ye ambalajı
ile servis edilmek istenen “Türk-Kürt-Arap (ve belki diğer etnisiteler)
birlikteliği ekseninde yeni bir federal devlet arayışı mı kastediliyor
acaba?” Sorusunu akla getirmesi
herhalde paranoya olarak görülmemelidir. Hele birkaç yıl önce AKP yöneticisi
birinin “İsteseniz de istemeseniz de yeni bir devlet kuruyoruz” dediği,
bir diğerinin askeri vesayeti bitirmek için ABD ve FETO ille ortak çalıştık”
itirafı, Cumhurbaşkanlığı danışmanı bir
emekli generalin dili Arapça, başkent İstanbul olan ASRİKA İslam devleti kongresi
düzenledi ve benzeri kimi girişimler de düşünülürse hiç görülmemelidir.
İktidar gözetiminde, TBMM Başkan
Vekili sıfatlı bir milletvekili öncülüğünde yürütülen görüşmeler sonucu PKK’nın
kendini feshetmesi çağrısı yapıldığına göre şimdi: PKK teröristlerinin de çoktan
içinde yer aldığı 80-100 bin kişilik eğitilmiş donatılmış silahlı güücü ile
burnumuzun diibinde neredeyse devletleştirilmiş, adı da SDG olarak
değiştirilmiş, ABD beslemesi PYD-YPG’nin Türkiye için hala terör örgütü olup
olmadığı, terör örgütü ise mücadele mi, müzakere mi edileceği ve bir gün “PYD-YPG
terör örgütü değildir” denilip denilmeyeceği soruları da yanıt
beklemektedir.
Unutulmamalıdır:
Terörsüz Türkiye’nin bedeli, “Biz
başaramadık” anlamına gelecek ve şehitlerimizin kemikleri sızlayacaksa, milletimiz
“istemez eksik olsun” diyecektir.
Terörsüz Türkiye’nin bedeli, BOP haritasının
güçlenmesi, güneyimizde ABD taşeronu bir terör devletinin kurumlaşması,
demografik yapımızı tarumar eden milyonlarca sığınmacının daha vatandaşlık
alması olacaksa, milletimiz “istemez eksik olsun” diyecektir.
“Terörsüz Türkiye’nin bedeli,
binlerce asker, polis, öğretmen ve yurttaşlarımızın katili teröristlerin
“hukuki boyutları ile “demokratik siyaset” yapmaları olacaksa, milletimiz
“istemen eksik olsun” diyecektir.
Ve kimse aklından
çıkarmamalıdır;
Türkiye Cumhuriyeti, laik ve
üniter bir ulus devlettir, ilelebet payidar kalacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti…Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”, öyle devam edecektir.
“Türkiye Devleti, ülkesi ve
milliyetiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir…”, tartışılamaz.
Atatürk Milliyetçiliği dahil bütün
Atat5ürk ilke ve devrimleri devletimizin kuruluş felsefesi, Cumhuriyetimizin
kilit taşıdır, terk edilemez.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran
Türkiye halkına Türk Milleti denir.”
Atatürkçü Düşünce Derneği Kemalizm’in
namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak milletimizle birlikte
Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşmanın tek çıkar yol olduğunu kamuoyu ile
bir kez daha paylaşmayı görev saymaktadır”.
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
Yorum Gönder