Temmuz 2025
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

15 Temmuz'u Demokrasi Günü Olarak Kutlamaya Yüzümüz Var Mıdır?
Bugün, 15/Temmuz/2025

15 Temmuz; ülkemizde demokrasiye son vererek,  tek adama (FETÖ) dayalı otoriter ve faşist, dini esaslara dayalı, anti-demokratik ve anti-laik bir diktatörlük kurmak için,  sinsi planlar yaparak, bu planı bir bir uygulamaya koyan hain FETÖ'nün; iş başındaki AKP iktidarıyla işbirliği halinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük bölümüne sızarak ve yuvalanarak, amacını gerçekleştirmek için düğmeye basıp darbe girişiminde bulunduğu günün,  dokuzuncu yıl dönümüdür.

 

Gün, hamaset yaparak, sadece hain FETÖ'yü yerden yere vurup, ülkemizde olmayan demokrasinin edebiyatını yapma ve gerçeklerin üzerini örtme günü değil, korkmadan ve çekinmeden, eğri oturup doğru konuşma, objektif olarak, 15  Temmuz darbe girişiminden kurtulan demokrasimizin; demokrasi adına, demokrasi kullanılarak yok edildiği içler acısı durumuna bakarak,  gerçek bir değerlendirme yapma ve sözüm ona darbe girişiminden kurtarılan demokrasimizin, darbeyi başarısız kılmakla ve bugünü demokrasi günü olarak ilan edip  kutlamakla övünen AKP iktidarı tarafından yok edildiği bugünkü acıklı halini değerlendirme ve gözler önüne serme günüdür.

 

Darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün; paralel bir yapı olarak,  devleti ele geçirerek darbe girişiminde bulunabilecek güce erişmesinde; AKP iktidarının,  atama kararnamelerindeki, meclise sunduğu yasa teklif ve tasarılarındaki imzalarını ve icraatlarını yok sayarak, sadece FETÖ'yü suçlamak, FETÖ'nün güçlenmesindeki AKP katkılarını yadsımak ve yok saymak,  kendimizi aldatmak ve demokrasimize yapacağımız en büyük kötülük olur.

 

15 Temmuz darbe girişimi önlenmiştir de ne olmuştur?

 

Ondan sonra neler yapılmıştır, darbe mağduru iş başındaki siyasal iktidar, samimi bir şekilde demokrasimize sahip çıkarak, demokrasimizi ve özgürlükleri daha yukarılara mı taşımıştır?

 

Yoksa, demokratik seçimle işbaşına gelen iktidar,  yine seçimle iş başından gitmelidir düşüncesiyle, demokrasiyi sadece seçimlere mi indirgemiştir?

 

Siyasal iktidarın tek derdi, FETÖ darbesiyle iktidardan düşürülmemek midir, yoksa gerçekten  demokrasinin özü olan laik ve demokratik insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak mıdır?

 

Bugün, ülkesini ve demokrasisini seven gerçek demokratlar; korkmamak ve hamaseti bırakarak, eğri oturup doğruları konuşmak ve bu soruların gerçek cevaplarını arayıp bulmak zorundadırlar.

 

15. Temmuz FETÖ darbe girişimi önlenmiştir de,  sonrasında neler olmuştur?

Bir düşününüz lütfen. AKP iktidarı, darbe girişiminin önlenmesinden sonra, FETÖ yerine bizzat kendisi,  demokrasiyi yok etmek için öyle kötü şeyler yaptı ki; bu ülke insanı,  FETÖ darbe girişiminden kurtulduğuna dahi sevinemedi, sevinci kursaklarında kaldı.

 

Sahi, bir hatırlayınız, ERDOĞAN'ın FETÖ için söylediklerini.

 

Ne istediler de vermedik, ne istedilerse verdik.

 

Aynı menzile (hedefe) birlikte gidiyorduk.

 

Demedi mi?

 

FETÖ ile AKP iktidarı ortaklaşa aynı menzile birlikte giderken, iktidar hırsı ve yarışı içindeki FETÖ,  AKP iktidarını alaşağı ederek hedefe tek başına gitmeye kalkışmış ve darbe girişiminde bulunmuştur. Bu darbe girişimi;  laik demokrasiyi yıkarak siyasal islami esaslara dayalı  otoriter bir rejim kurmayı ve AKP iktidarını dışlayarak yok etme amacına yönelik illegal bir eylemdir.  İşin korkunç ve düşündüren yanı ERDOĞAN'ın aynı menzile birlikte gidiyorduk şeklindeki samimi itirafıdır.

 

Darbe girişiminden sonra,  darbeye katılan hainleri soruşturan savcıların iddianamelerinde ve darbeci FETÖ'cüleri yargılayarak mahkum eden mahkemelerin gerekçeli kararlarında;  FETÖ'nün menzili, hedefi ve amacı açıkça yer almaktadır,  açınız bakınız ve AKP iktidarının FETÖ ile birlikte gitmekte olduğu menzili anlayınız. Bu menzilin;  demokrasi, laiklik ve özgürlükler olmadığını açıkça göreceksiniz.

 

Sayın ERDOĞAN'ın; 15. Temmuzu,  demokrasi günü ve bayramı olarak kutladığına ve nutuklar attığına bakmayınız. O,  ülkenin darbe girişiminden,  demokrasinin,  FETÖ'nün elinden  kurtulduğuna değil, iktidardan düşürülemediğine sevinmekte ve şükretmektedir, kendisinin,  FETÖ ile aynı menzile gittiğine dair açık ve samimi itirafları vardır ve FETÖ'nün demokrasiyi yıkarak faşist bir din devleti kurmayı hedeflediği ve amaçladığı mahkeme kararlarıyla tescil edilmiştir.

 

Parantezi kapayarak devam edelim.

 

Darbe girişiminden beş gün sonra, bu darbe girişimi vesile yapılarak,  20. Temmuz günü, darbeden kurtulan ve demokrasiyle yeniden tanışan, demokrasiye şükretmesi ve iyi ki demokrasi varmış demesi gereken AKP iktidarı tarafından ülkemizde olağanüstü hal ilan edildi ve yıllarca,  bu ülke olağanüstü hal altında idare edildi.

Olağanüstü hal yönetimi, geçici ve Anayasal demokratik bir yönetim tarzıdır, koşulları varsa ilan edilebilir, buna bir diyeceğimiz yoktur.

 

Ancak, olağanüstü hal yönetiminin anayasal kuralları vardır. Olağanüstü hal döneminde  acil ve sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konulara sınırlı kanun hükmünde kararnameler çıkarılabilecekken, ERDOĞAN başkanlığında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü hal kararnameleriyle, devletin yapısı değiştirilmiş, kökleşmiş kurumlar kapatılmış, demokrasiyi teminat altına alan kurum ve kurallar yok edilmiştir.  Olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konular dışında,  yasa gibi her alanı düzenleyen kurallar içeren olağanüstü hal kararnameleri çıkarılarak,  meclis devre dışı bırakılmış ve anayasa açıkça ihlal edilmiş,  ülkemiz keyfi ve anti demokratik bir yönetimin altına sokulmuştur.

 

Sonrasında anayasa değiştirilerek,  Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında ucube bir rejim tesis edilmiş, partili cumhurbaşkanıyla bugünkü antidemokratik ve anti laik düzen kurulmuş, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrımı ilkesi kaldırılmış,  yasama, yürütme ve yargı tek elde sarayda birleşmiş, ülke;  saraydan ve tek adam tarafından kararnamelerle, yargıya ve yasama ‘ya saraydan verilen talimatlarla yönetilmeye başlanmıştır.

 

Yargı bağımsızlığı yok edilmiş, yargı Türk Milleti adına değil saray adına yetki kullanmaya başlamıştır.

 

FETÖ'nün iktidar ortağı iken yargı ne ise,  bugün de yargı odur.  

Kumpas davalar, haksız tutuklamalar artarak devam etmektedir.

FETÖ'nün siyasal iktidar ortağı olduğu dönemde yargılanan aynı gazeteciler, bugün de,  AKP iktidarını eleştirdiler diye, bugünün bağımlı yargısı tarafından tutuklu olarak yargılanmaktadır.

 

Gazetecinin kimliği hiç önemli değildir. Dün FETÖ'nün,  bugün ise,  ERDOĞAN yargısının yargıladığı gazetecilerin ortak yanları; laik, demokrat, özgürlükçü olmaları ve siyasal iktidarı haklı olarak eleştirmeleri ve ülkelerini seven kişiler olmalarıdır.

 

Seçimle iş başına gelen ana muhalefet partisinin belediye başkanları,  hukuk dışı gerekçelerle,  kanıt olmaksızın tutuklanarak görevden uzaklaştırılmakta ve milli irade yok sayılmaktadır.

 

Dinin ve etnik kökenin yok sayılarak, etnik kökeni ve dini ne olursa olsun,  sadece Türk vatandaşlığı kavramına dayalı, üniter devlet olmanın olmazsa olmazı,  ulus devlet kavramı yok edilerek, Türk, Kürt ve Arap etnik kökenini ve İslam’ı temel kabul eden ümmet esasına dayalı ve çok parçalı yeni bir millet ve devlet kavramı icat edilerek, üniter ve ulus devleti terk etmenin sinyalleri verilmektedir.

 

Bu koşullarda, bu güzel ülkemizde;  15. Temmuzları,  demokrasi günü ve bayramı olarak kutlamaya,  en başta AKP iktidarı olmak üzere,  kimsenin yüzü ve hakkı yoktur.

Hep birlikte demokrasimizin ruhuna bir Fatiha okumak,  tek yapmamız gereken gerçekçi bir davranış olacaktır.  

 

Demokrasi; ha darbeyle ve silah zoruyla yok edilmiş, ha devleti yönetenler tarafından,  devletin ve yasaların gücü ve koruması kullanılarak içeriden yok edilmiş, biz insanlar için hiç önemli değil, önemli olan demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesidir.

15 Temmuzda darbe girişiminden dersler çıkarılmamış ve darbeci GÜLEN Cemaati yerine yeni cemaatler Devlet'e sızmış ve siyasal iktidarın gözdeleri olmuştur.

 

15/Temmuz/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Hukuk'un gücü mü yoksa  güçlülerin hukuku mu?
Devlet denen organizasyonun amacı ve en temel işlevi; yürürlüğe koyduğu yasaları ve anayasasıyla tesis ettiği meşru hukuk düzeni içinde tarafsız kalarak ve her yurttaşa karşı eşit ve adil davranarak, en başta kendisi olmak üzere, yasalara ve anayasaya mutlak itaati sağlayarak,  hukukun gücüyle kamu düzenini sağlamak ve yurttaşların hak ve özgürlüklerini garanti altına almak ve onların huzur ve hukuki güvence içinde yaşamalarına imkân sağlamaktır.

 

İdeal ve demokratik devletlerde;  hukukun gücü vardır, güçlülerin hukuku değil. Güçlüler değil,  eşit yurttaşlar vardır, güçlülerin güçsüzleri ezdikleri,  güçlülerin hukuku yoktur.

 

Seçimle iş başına gelen siyasal iktidarlar;  görev süreleri içinde,  adına görev yaptıkları milletin ve temsil ettikleri devletin yasa ve anayasalarına harfiyen uyarlar,  meşruiyetlerini kaybettirecek ve tartışmaya açacak,  hukuk ve anayasa dışı davranışlardan sakınırlar. Bunun karşılığında da,  ceza yasalarının suç saydığı iktidarlarına yönelik yasa dışı kalkışmalara karşı korunurlar. Anayasal düzen, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yürütme organı, görevlerini yapmalarının engellenmesine yönelik  yasa dışı şiddete dayalı saldırı ve kalkışmalara karşı korunurlar, böyle kalkışmalara yeltenenlere çok ağır cezalar öngörülmüştür ceza yasalarında.

 

Olması gereken budur.

 

Ülkemizin bugün içinde bulunduğu koşullarda, yasalara ve anayasaya saygılı normal bir yönetimin ve düzenin varlığını kim savunabilir?

 

Seçimle iş başına gelen iktidar Partisi;  mevcut şartlarda yapılacak olan ilk seçimlerde iktidarını yitireceğini hissetmenin endişesi ve kaybedeceğinden emin olduğu  bir sonraki seçimlerin uzak bir tarihte yapılacak olmasının rahatlığı içinde,  hukukun gücünü gerçek suçlulara gösterecek yerde,  iktidarda olmanın kendisine sağladığı güçten yararlanarak, adeta güçlülerin hukukunu topluma dayatmaktadır.

 

Devletten ve yerel yönetimlerden ihaleler alarak zenginleşen  bir iş adamı üzerinden, onu itirafçılığa zorlayarak elde ettiği gerçek dışı beyanlarla, iktidara yürüyen ana muhalefet partisinin önümüzdeki seçimlerde lokomotif görevi yapacak olan  başarılı belediye başkanlarını ipe dizip bir bir tutuklatarak güçlülerin hukukunu topluma dayatmaktadır.

 

Bu itirafçı iş adamanın;  ana muhalefet partisine yönelik suçlayıcı rüşvet ve yolsuzluk beyanları gerçekten doğru ise,  aynı iş adamının yıllarca çok yoğun bir şekilde ihale aldığı iktidar partisinin belediyelerine de aynı yöntemi uyguladığı o belediyeleri de rüşvet ve yolsuzluk batağına sürüklediği ayan beyan ortada iken, iktidar partisinin hiçbir belediye başkanı ve diğer görevleri hakkında savcılar tarafında soruşturma açılmaması, hayatın olağan akışına ve eşitlik kuralına aykırıdır. Demek ki; amaç yolsuzluklarla ve rüşvetle mücadele değil,  güçlülerin hukukunu hakim kılarak muhalefeti itibarsızlaştırmak ve zayıflatmak ve iktidar partisine iktidarını koruması için hayat öpücüğü vermektir.

 

Tüm bunlar olurken, iktidar partisinin bir eski milletvekili çıkmış ve 1923 hesaplaşılması gereken kanlı bir darbedir diyerek,  ATATÜRK'e ve onun kurduğu Cumhuriyete dil uzatarak savaş ilan etmiştir.

 

Hadi bu eski milletvekili bir densizlik yaptı diyelim, iktidar partisinin üst yönetiminden Cumhuriyete yönelik bu saldırıyı kınayan ve reddeden kesin ve net bir dille ciddi bir karşılık verilmediği gibi, unvanlarının başında Cumhuriyet olan yetkili ve görevli savcılar tarafından  resen açılan bir soruşturmaya da bu saate kadar tanık olunmamıştır. Bu eski milletvekili,  1923 hesaplaşılması gereken kanlı bir darbedir demek suretiyle,  Cumhuriyet Savcılarımızı da, hesaplaşılması gereken kanlı darbenin savunucuları ve koruyucuları olarak suçlamış ve itibarsızlaştırmıştır. Bu ülkede,  bu saldırı karşısında meslek onurlarını kurtaracak bir Cumhuriyet Savcısının çıkacağını hala umuyor ve bekliyoruz.

 

Ülkemizde askıya alınan ve rafta beklemede tutulan anayasanın tesis ettiği sözde kalan ve fiilen işlemeyen  bir anayasal düzen ve askıdaki bu anayasadan yetki alan yasama, yürütme ve yargı organları var ise de; içinde bulunduğumuz koşullarda işletilmeyen bu anayasal düzen ve organların ceza yasalarında yer alan hukuki güvenceleri hak etmediklerini, yok edilen anayasal düzeni, insan haklarını

hukukun üstünlüğünü ve cumhuriyeti savunan ve bu değerler için demokratik,  silahsız, şiddete dayalı olmayan barışçıl  direniş haklarını kullanmakta olan  yurttaşların, tüm toplumsal ve siyasal muhalefetin bu demokratik ve barışçıl direnişlerini,  darbe ve darbe girişimi eylemler olarak nitelendirmek,  hukuken mümkün değildir.

 

Hukukun üstünlüğünün ve anayasal düzenin yok edildiği, askıya alındığı bir düzende, olmayan  anayasal düzene karşı darbe girişiminde bulunulamaz. Ancak,  yok edilen anayasal düzen, demokratik ve barışçıl bir direnişle hayata döndürülebilir belki.

 

09/07/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 

Pkk Teröründe Ayağı Kesilen Bir Gazi
Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı Meclise çağıran konuşmaları buna ilişkin eleştirilerin konuşulduğu şu günlerde cep telefonu aşağıdaki metni okuduğunuz bir konuşma videosu geldi, yazıya dökerek onu sizinle paylaşmak istedim. Yazarken de tıpkı o askeri doktor gibi gözyaşlarımı tutamadım.  

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, herkesi şaşırtan bir açıklama yaptı. Bahçeli, İmralı Adası'ndaki cezaevinde tutulan terör örgütü elebaşı Öcalan'ın “'tecridi' kalkarsa TBMM'ye gelip DEM Parti kürsüsünden konuşsun” dedi. Katil, mahkûm Öcalan aynı istemi yakınları, avukatları, DEM lilerle de kamuoyuna iletemez miydi?  Bu istem üstelik daha önce de denendi ve sonuç alınamadı. Osmanlının zulmüne karşı direnen Toros Türkmenlerinin direniş türküsünün çağrıştırdığı gibi, “ferman Öcalan’ınsa dağlar bizimdir” diyen dağlardaki PKK lılara ne denli etki edebilir. Nitekim Cemil Bayık’ından bilmem ne terör başına kadar Kandil’dekilerin, “biz silahları bırakmayız” diyen tepkileri geliyor.  Bahçeli’nin bu istemi ne kadar iyi niyetle söylenirse söylensin, PKK eylem ve katliamlarında 40 bin vatandaşımız kaybetmenin üzüntüsü ile şehit, gazi yakınları bu isteme şiddetle karşı çıkıyorlar.

AKP-RTE İktidarının PKK ile “silah ve terörü bırakma” söylem ve eylemlerinin tekrar başladığı, barış adına İmralı ve Kandil arasında uzlaşı trafiğinin devam ettiği şu günlerde bir de şehit ve gazilerimizin tarafına bakalım dedik. Binlerce terör kurbanı sivil-asker eşini, babasını, evladını nice yakınını PKK terörüne kurban veren aileler “barış” dedikçe üzüntülerinin tazelendiğini her halde hepimizin üzüldüğümüzü düşünürsek, herkeste bir tereddüt acaba barış olacak mı, olmayacak mı, nasıl olacak diye tedirginlik içinde bulunduğumuz bir gerçek.

İnsana hüzün veren bilgisayarımda saklı videoda kayıtlı olan bu anı notları birileri tarafından e-postama gönderilmişti. PKK nın silah bırakma konusunun gündemde olduğu şu günlerde okuyucu ile paylaşmak istedim.

PKK terörünün en yoğun Diyarbakır’da Sur çatışmalarının olduğu günlerde Diyarbakır’da askeri doktor olarak çalışan Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu’nun[i](o zaman Dr. Yüzbaşı idi) kendisinin anlattığı insanı duygulandıran terör kurbanı bir gazinin ayağını kesiş öyküsünü kendisi şöyle anlatıyordu:

“92-93-94-95 yani terörün en yoğun olduğu yıllar. Ben o zamanlar yüzbaşı, bir ortopedik uzmanı olarak Diyarbakır Askeri Hastanesinde çalışıyorum. 24 Saatim yetmediği günler, gelen yaralının şehidin haddi hesabı yok. Bir yaralımız mayına basmıştı ayağının bir kısmını kesmek zorunda kaldım, ertesi gün vizit yapıyordum, çocuğun (ayağı kesilen asker) başına geldim. Yaralı asker bana döndü dedi ki, “komutanım bana kartondan bir ayak yapar mısınız” dedi. Anlamadım, dedim. “Kartondan bir ayak yapar mısınız dedim”. Niye evladım ne oldu, “efendim ben köyümün güreşçisiyim, ben ayağım böyle köyüme gidersem annem babam görürse kalbine bir şey olur, diye korkuyorum, onun için kartondan bana bir ayak yapar mısınız? En azından fark etmeyebilir” dedi.

Yaralı askerimin daraldığını, sıkıldığını hissettim, onun gibi koğuşta daha altı tane yaralı asker yatıyor, diğer yaralılarla beraber hıçkırarak ağlamaya başladık. İki gün sonra annesi geldi, hastaneye. Ben onu alıştırmak istedim, konuşmak istedim, oğlumuz böyle iyi hiç merak etmeyin, dedi annesi, doğulu bir kadındı, yatağın başına geldik, o ayağını göstermek istemedi annesine ama, annesi, “evladım”, dedi. “Sen beni gazi annesi yaptın, bundan daha büyük mertebe olur mu? Ayağını vatan için vermişsin mubah mı, sen hayattasın ya evladım” dedi. Tabi yine nefes alamadı yine annesi üstüne geldi.

Şimdi bütün bunlar yaşandı, nice şehitler verdik, nice gazilerimiz var, yaralılarımız var. Özellikle Hendek Savaşlarında 700 küsür şehidimiz var, binlerce yaralımız var, bu açılım sürecinden sonra bu Hendek olaylarından sonra şimdi de kalkıyoruz diyoruz ki “Bölücü başı yani bir terörist başı, yani bir çocuk katili Meclise gelsin konuşma yapsın” Bunu söylerken, Meclise konuşma yaptırmak çok kolay, TV kameralarına konuşmak çok kolay, ama evladını kaybetmiş evladı şehit olmuş bir annenin babanın, ya da evladı gazi olmuş bir annenin babanın, ya da bir gazinin gözünün içine bakarak biz bu terörist başını buraya getireceğiz konuşacağız diyebilecek misiniz, bunları düşünün ve bir karar alırken bu vatanın savunması için, bu vatanın bölünmez bütünlüğü için bekası için canını esirgemeyen ve hiçbir şekilde gazilik ya da şehitlik  mertebesinden çekinmeyen ölüme giden bu gençlerimizin subayımızın, uzman çavuşumuzun askerimizin sizin evinizin ve onların ailelerinin gözünün içine bakarak bunu söyleyebilecek misiniz. Saygılar sunarım”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Son not


[i] Prof. Dr. ALİ ŞEHİRLİOĞLU KİMDİR?

24.08.1959 yılında Ankara’ da doğdu. İlköğrenimini Ankara’da Ayşe Abla İlkokulunda, ortaokul ve liseyi İstanbul Vefa Lisesinde tamamladı. 1985 Yılında Gülhane Askeri Tıp Fakültesinden teğmen rütbesi ile mezun oldu. 1986-1988 yılları arasında üsteğmen rütbesi ile Edremit 19. Piyade Tugayında görev yaptı. 1988-1992 yılları arasında GATA Ortopedi ve Travmatoloji bölümünde ihtisasını tamamladı. 1992-1995 yılları arasına Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı yüzbaşı olarak Diyarbakır askeri hastanesinde çalıştı. Özellikle bu dönemde Ortopedik harp cerrahisi konusunda çalışmalarda bulundu. Gülhane Askeri Tıp Akademisine akademisyen olarak dönerek 1995 yılında yardımcı doçent, 2000 yılında doçent, 2007 yılında profesör oldu.

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget