Haber Güncel

Son Konular
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

Nedir Bu Hırs?
Ülkemiz insanı gerçekten çok talihsiz.

 

Millet olarak tanrıya karşı topluca işlediğimiz büyük bir suç olmalı ki; 23 senedir ülkemizi yöneten iş başındaki iktidar, siyaseten iflas etmiş ve hiçbir sorunu çözemez ve iş üretemez hale gelmiş ve bu nedenle halk desteğini kaybederek siyasi sonuna yaklaşmış olmasına rağmen, kendisini iktidara getiren demokratik seçimlerle koltuğu bırakmamak için,  iktidara en yakın,  en büyük halk desteğini sağlamış olan ana muhalefet partisi ile hukuk dışı yollarla kıyasıya bir mücadeleyi kendisine hak görmektedir.

 

ATATÜRK dahi, ömrü vefa etmediği için,  kurucusu olduğu ülkemizi kesintisiz 23 sene yönetme imkanı bulamadığı halde, iş başındaki iktidarın başında bulunan kişi, her türlü devlet yetkisini ve hazineyi tek başına elinde tutmak suretiyle 23 senelik iktidarına doymamış ve hemen, son kez seçildiği günden başlayarak, tüm vaktini ve enerjisini,  yeniden seçilmek için her türlü hukuk dışı yolları denemeye ve fakir halka sürekli vergiler salmaya harcar hale gelmiştir.

 

Nedir bu politik hırs?

 

Allah uzun ömürler versin ama, ülkesini seven partiden birileri,  kendisine, iktidarda kalmanın sonsuz olmadığını, insan ömrünün dahi bir sonunun olduğunu, fani bir dünyada yaşadığımızı,  bu hırsın,  ne kendisine,  ne de ülkemize, hiç bir yararının olmadığını,  anlaşılır bir dille hatırlatmalı ve anlatmalıdır.

 

Ülkemizin her alanda içine sokulduğu bu kötü durumu, hayat pahalılığını, geçim zorluğunu, fakirliği, geri kalmışlığı ve sair her sıkıntıyı, yaptıkları yanlış tercih ve seçimlerle halkımızın büyük kesimi belki hak ediyor. Ancak,  topyekün ülkemiz ve devletimiz, bu kötü yönetimi ve gidişatı gerçekten hiç hak etmiyor.

 

Çok yazık.

 

08/09/2025

Güner YİĞİTBAŞI

CHP İstanbul İl Ve Büyük Kongrelerinin İptalleriyle İlgili Açılan Davalar
Askıdaki Anayasamıza ve ilgili yasalarımıza göre;   siyasi partilerle ilgili tüm seçim işleri yargı denetiminde yapılır.  Buna da seçim yargısı denir. 

Seçim yargısının görev ve yetkileri;   kapsamı ve süreleri itibariyle sınırlı ve çok hızlı olup,  seçimlerin yasal usul ve nizamıyla ilgili hukuksuzlukları inceler ve karara bağlar.   Bunlar, ilçe, il ve Yüksek Seçim Kurullarıdır.  Siyasi Partiler Yasasının 21.  maddesinde de;  ”Hakim seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde bir usulsüzlük veya kanuna aykırı uygulama nedeniyle seçimlerin iptaline karar verdiği takdirde .  .  .  seçimlerin yenileneceği tarihi tespit ederek ilgili siyasi partiye bildirir” hükmüne göre, seçim kurullarının bir kongre sonuçlarını iptal edebilmesi için,  ilgili seçim yasalarına ve Siyasi Partiler Yasasına aykırı olarak bir usulsüzlük yapılması ve bu usulsüzlüğün seçim sonuçlarını etkileyecek çap ve ölçüde olması zorunlu ve yeterlidir.   

Seçim yargısı dışında,  Siyasi Partiler Yasasının 121 maddesindeki genel atıf nedeniyle, seçim yargısının görev ve yetkileri dışında kalan, seçim sonuçlarının ilanından çok sonra ortaya çıkan, seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde ve usulsüzlük sınırlarını aşarak, hakikate ulaşmak için daha derinlemesine soruşturma ve kovuşturma yapılmasını, tanık, bilirkişi dinleme ve sair yargısal soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yapılmasını zorunlu kılan sahtecilik, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının yer aldığı ceza yasalarımıza göre suç oluşturan seçim yolsuzlukları söz konusuysa,  Adli Ceza Yargısının devreye girmesi zorunludur. 

Özgür ÇELİK'in İstanbul İl Başkanı ve Özgür ÖZEL'in CHP Genel Başkanı seçildiği,  son İstanbul İl ve Büyük Kongrelerinin,  tüm sonuçlarıyla iptali için açılan davaları irdelediğimizde;  bu davaların temel dayanağını, kurultayda oy kullanan, oy ve iradeleriyle seçimin sonucunu belirleyen bazı delegelere maddi menfaat sağlandığı,  yani, kendilerine rüşvet verildiği ve karşılığında oy desteklerinin sağlandığı iddiaları oluşturmaktadır. 

Bize göre;  kendilerine, oylarını alabilmek için maddi menfaat sağlandığı iddia edilen seçilmiş İstanbul ve İstanbul delegesi sıfatıyla Büyük Kongreye katılarak oy kullanan  delegeler, Türk Ceza Kanununun 6.   maddesinde tanımlanan seçilmiş kamu görevlileridir.  Zira, siyasi partiler;  seçim kazandıkları takdirde ülkeyi yönetecek olan,  anayasamıza göre demokrasinin ve demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olup, siyasi partilerin en üst karar organı olan büyük kongre delegeleri de bu anlamda, yani Türk Ceza Kanununun 6.  maddesi kapsamına giren seçilmiş birer kamu görevlileridir.  Bu nedenle,  büyük kongre üyesi olan İstanbul delegelerine oyları karşılığında bir maddi menfaat sağlanmışsa, ortada Türk Ceza Kanununun 252 maddesinde tanımlanan rüşvet alma ve verme suçu söz konusudur. 

Tabi bunun bir iddia halinde kalması,  kesinleşmiş bir yargı kararıyla bu iddianın kesinleşmemiş olması, Siyasi Partiler Yasasının 121.  maddesinde yapılan atıf sebebiyle, kongrelerin iptali için Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmasına ve bu davanın yürütülmesine asla  gerekçe yapılamaz. 

Öncelikle,  bu rüşvet iddiasının,  yetkili ve görevli Cumhuriyet Savcısı tarafından şüphelileri hakkında soruşturularak,  gerekli delillere ulaşılabilirse rüşvet alma ve verme suçundan görevli ve yetkili adliye ceza mahkemesinde TCK 252.  maddesine göre kamu davası açılarak,  rüşvet iddiasının kovuşturulması ve bu iddiaya taraf olan rüşvet verenlerle alan delegelerin hiçbir şüpheye yer vermeyecek kesin ve inandırıcı delillerle mahkum edilmeleri ve bu mahkumiyet kararının da denetim yollarından geçerek kesinlik kazanması zorunludur. 

Örneğin, hakkında sadece bir tanık anlatımıyla ceza mahkumiyetine uğrayan bir kişinin, dinlenen tanık ve/veya tanıkların yalancı tanıklık yaptıklarını iddia ederek hakkındaki yargılamanın yenilenmesini talep edemeyeceği, tanıklık eden kişilerin gerçekten yalan tanıklık ettikleri, o kişiler hakkında yalan tanıklıktan dava açılarak suçlarının sabit görülüp yalan tanıklıktan mahkum edilerek bu kararın kesinleşmesinin beklenmesinin zorunlu olduğu gibi, CHP kongresinin iptalinin dava konusu yapılabilmesi için de, kongrede oy kullanan CHP delegelerinden kaçına, kimlere ve kimler tarafından rüşvet verildiğinin somut bir şekilde kesinleşen mahkumiyet kararıyla ortaya konulması,  ön mesele teşkil eden ceza davası kesin hükme bağlanana kadar hiçbir işlem yapılmaması hukuken zorunludur. 

Böyle bir soruşturma ve kovuşturmanın asılsız çıkması veya 190 İstanbul delegesinden sadece bir veya iki kişinin rüşvet aldığının kesin hükümle belirlenmesi halinde,  bir iki delegenin rüşvet karşılığı sakatlanan oylarının seçim sonuçlarına etkisinin olmadığı, bu rüşvet eylemiyle seçim sonuçları arasında bir illiyet rabıtasının bulunmadığının anlaşılması halinde,  o kongre niçin iptal edilecek miş?Bu saçmalığı hukuken anlamak mümkün değil.  Seçim sonuçlarına etkisi olmayan birkaç sakat oy ile verilecek bir iptal veya mutlak butlan kararının yaratacağı kaosu düşünebiliyor musunuz?

Bana göre CHP'ye yapılmakta olanlar hukuken çok yanlış ve tamamen siyasi ve düzmece bir kumpastır. 

Bu yazı, ülkemizde şu anda fiilen uygulamadan kaldırılmış olan eski Türkiye'nin fiilen olmayan ancak  hukuken varlığını koruyan Anayasa ve ilgili yasalarına göre, tarihe not düşmek için yazılmıştır. 

 

05/09/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yargıdaki Çürümenin Su Yüzüne Çıkan Son Görüntüsü
İstanbul adliyesinde görevli bir savcının,  19 yaşındaki bir genç tarafından,  boğazı kesilerek öldürülmesi haberi, gözden ve dikkatlerden kaçırılacak bir haber değildir. Üzerinde enine boyuna  durulması ve düşünülmesi gereken çok vahim bir olaydır. Olayın vahameti;  bir savcının öldürülmesinden  değil, iddialara göre öldürülen  savcının bir lokantanın gizli sahibi olmasından kaynaklıdır.

 

Ölenin arkasından konuşulmaz ve yazılmaz biliyoruz. Ancak, iddialar doğruysa, bu olay çok farklı ve korkunç bir olaydır ve üzerinde uzun uzun düşünülmelidir.

 

Ölen savcıya bir insan olarak Allahtan rahmetler diliyoruz.

 

Ancak, yıllarca dürüst ve tarafsız bir şekilde sadece savcılık ve hakimlik yapmış,  çektiği geçim sıkıntılarına rağmen boğazından bir kuruş haram lokma geçmemiş, yasaları çiğneyerek lokanta ve benzeri bir ticari işletmenin sahipliğine soyunmamış, savcılık titrine, saygınlığına ve ahlakına uygun bir hukuk adamı olarak davranmış ve görev yapmış bir kişi olarak;  bu konuda yazacaklarımın,  bir ölünün arkasından dedikodu yapmak ve konuşmak olmadığını,  her akıl ve vicdan sahibi insan kabul etmek zorundadır.

 

Unvanının başında Cumhuriyet sözcüğü olan yüce ve kutsal bir görevi üstlenen savcılar da, yasalara saygılı olmak zorunda olan devletin bir memurudur. Hem de çok özel, çok hassas,  görevlerini titizlikle yapması gereken istisnai memurlardan ilk başta gelenidir.

 

İstanbul gibi bir yerde savcılık yapan bir kişinin iddiaya göre lokanta işletmesi, ticaret yapması, burada çalışan genç bir kişi ile husumetli olması,  korkunç bir olaydır. Bu ne büyük bir cürettir ve bu olay olana kadar hiç kimsenin kılı kıpırdamamıştır.

 

Muvazzaf savcı olan ölen kişi hakkındaki iddialarla ilgili olarak Adalet Bakanlığı tarafından  kamuoyuna doyurucu bir açıklama yapılmamıştır. Savcının ifa ettiği görevi nedeniyle değil, yasalara aykırı olarak ve gizlice lokanta işletip ticaret yapması ve kazanç elde etmesi nedeniyle,  işveren ve işçi ihtilafından kaynaklı bir cinayet olduğuna yönelik kamuoyuna yansıyan iddia ve dedikoduların doğru olup olmadığı araştırılmalı ve Adalet Bakanlığı tarafından,  yargı yetkisinin asıl sahibi olan Türk Milletine açıklanmalıdır.

 

Bu olayın üzeri örtülmemeli ve cinayetin perde arkası asla gizlenmemeli ve açığa çıkarılmalıdır. Bu,  yargının saygınlığı açısından elzemdir. Bu olayın perde arkasının  açığa çıkarılması değil, üzerinin örtülmesi,  yargıya yapılacak en büyük kötülük ve saygısızlık olacaktır.

 

Yandaş basın, bu cinayeti de kötüye kullanarak, gerçekleri çarpıtarak,  Özgür ÖZEL'in savcı ve hakimleri hedef göstermesinden kaynaklı bir cinayet olarak kamuoyuna  lanse etmeye çalışacaktır.

 

Cinayetin perde arkasının ve kötü iddiaların araştırılarak kesin bir şekilde ortaya çıkarılması,  bu nedenle de çok önemlidir.

 

Bu iddialar yabana atılacak iddialar değildir, zaten olay duyulur duyulmaz kamuoyunda faile yönelik bir infial uyanmaması, bir savcı öldürüldü diye Adalet Bakanlığının ve insanların ayağa kalkmaması ve etrafın süt liman olması da, iddiaların doğruluğuna bir karine teşkil etmektedir.

 

Umarım, gerçekler ortaya çıkarılmadan, gerçeklerin üzeri örtülerek,  yarın bir gün,  ölen savcıyı şehit ilan etmezler.

 

Dikkat ederseniz yazımızda öldürülen kişiyle ilgili olarak sadece savcı terimine yer verilmiş, görevlerini yasalara ve hukuka saygılı olarak,  başka işlere bulaşmadan tarafsız bir şekilde yapan Cumhuriyet Savcılarımızı ayrık tutarak, bu kişiye,  bu aşamada Cumhuriyet payesini yakıştıramadığımızı ve bu nedenle savcı diyerek geçiştirdiğimizi,  son söz olarak belirtmek istiyoruz.  

 

04/09/2025

Güner YİĞİTBAŞI

26/30 Ağustos Zafer Haftası Ve Bayramı Kutlu Olsun
Milli duyguları gelişmiş bir Türk olarak; Türklerin kazandıkları,  tarihin sayfalarında şanlı yerlerini alan  tüm zaferleri, hiçbir ayrım yapmadan anmak ve bunlarla gurur duymak,  başlıca görevimizdir.

 

26 Ağustos; büyük bir tesadüf eseri olarak, Türklerin Anadolu’ya ayak basarak ele geçirdikleri, Türklere Anadolu'nun kapısının açıldığı, Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerini sağlayan Alpaslan komutasında kazanılan 1071 Malazgirt Meydan Savaşının yanı sıra,  30/Ağustos/1922 de büyük taarruz ile sonuçlanarak bugünkü son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun temel taşını oluşturan  Kurtuluş Savaşımızın ve büyük zaferin kutlandığı zafer haftasının da yıldönümüdür.

 

Alpaslan öncülüğünde elde edilen Anadolu'nun; sonradan emperyalist devletler tarafından işgal edilen topraklarında, son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna olanak sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliği ve başkomutanlığında kazanılan,  düşmanın denize döküldüğü,  güçlü emperyalist ve işgalci devletlere diz çöktürüldüğü büyük zafer,  30 Ağustos 1922 büyük taarruzun (Kurtuluş savaşının); ATATÜRK'ün ismi dahi anılmadan, daha öne çıkarılan Malazgirt Savaşı ve zaferinin devletin üst kademelerince,  mahalline gidilerek,  devlet protokolüyle kutlanmak suretiyle perdelenmeye ve adeta yok sayılmaya çalışılması ve bunun bir alışkanlık ve gelenek haline getirilmesi, asla kabul edilemez.

 

Aynı tarihlere rast gelen bu iki büyük zafer; dönüşümlü olarak,  bir yıl Malazgirt de diğer yıl da Kocatepe de devlet protokolüyle,  hak ettiği görkem ve önemle kutlanamaz mıdır?

 

Elbette kutlanır.

 

Ancak, iş başındaki Saray iktidarının ve bugün için,  onun artık küçük mü yoksa büyük mü olduğu pek anlaşılamayan ortağı,  her yıl, Malazgirt Savaşının ve zaferinin devlet protokolüyle görkemli bir şekilde mahallinde kutlanmasını tercih etmekte ve ATATÜRK ve silah arkadaşlarının kazandığı 26/30 Ağustos 1922 tarihlerini kapsayan Zafer Haftasına hak ettiği önemi vermediklerini Türk Milletine göstermektedirler. Bu saygısızlığı,  millet olarak asla kabul etmiyoruz.  

 

İktidar ve ortakları 30 Ağustos zaferini görmezlikten gelerek kutladıkları Malazgirt Zaferi kutlamalarında da aslında samimi değillerdir. Zafer nerede kazanılmıştır? Malazgirt de değil mi? Öyleyse sizin Ahlat’ta ne işiniz var? Neymiş efendim Ahlat Malazgirt'e en yakın beldeymiş. Siz onu benim külahıma anlatınız. Ahlat Van Gölü'nün kenarında havası ve manzarası güzel adeta bir sayfiye yeri Malazgirt Zaferini kutlama adı altında Ahlat da fakir halkın paraları çarçur edilerek yapılan Ahlat Sarayında  bir iki gün tatil yapmak dinlenmek ve serinlemek sağlık açısından hiç de fena fikir olmasa gerek. ATATÜRK'ün büyük taarruzu başlattığı Kocatepe’de ATATÜRK'ün savaş anılarını paylaşmak ve büyük zaferi kutlamakla bizim ne işimiz olabilir?

 

İşte kafa yapıları bu, ne söylesek nafile.

 

İş başındaki Saray iktidarının ileri gelenleri; bu kabul edilemez ayrımcılıklarıyla,  adeta, kendilerinin en yakın varlık nedeni olan babalarını, dedelerini,  analarını,  ninelerini görmezlikten gelerek, yüzlerini dahi görmedikleri,  isimlerini dahi hatırlamadıkları büyük dedelerini ve büyük ninelerini önceleyerek onları yüceltme gibi bir davranışı sergilemektedirler. Olması gereken, bu konuda bir ayrımın yapılmaması, tümüne aynı önemin verilmesidir.

 

Alpaslan'ın 1071 Malazgirt zaferinden bu yana köprülerin altından çok sular akmış, akan sularla çok köprüler yıkılmış, yerine yenileri yapılmış ve en yenisi de ATATÜRK tarafından inşa edilerek, Türk Vatanı ve demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak,  milletimizin yaşamına ve emanetine sunulmuştur.  

 

Gerçek İslam ile ilgisi kalmayan,  siyasallaşan, devlet içinde devlet haline gelen,  devletin bütçesinde kambur oluşturan, kuruluş amacını aşan işlere karışmayı adet haline getiren, Saray İktidarının arka bahçesine dönüşen Diyanet İşleri Başkanı da, bu tarihlere denk gelen Cuma hutbelerinde;  ATATÜRK'ün adını anmamayı alışkanlık haline getirmiş olup, Diyanet İşleri Başkanının;  bu sene de, Cuma hutbelerinde 30 Ağustos Zaferi münasebetiyle ATATÜRK'ün  adını anmayacağından,  adımız gibi eminiz.

 

Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucusu, bu vatanın kurtarıcısı ATATÜRK; Türk Milletinin olmazsa olmazı ve  kırmızı çizgisidir. Sıfatı ve makamı ne olursa olsun, ister seçilmiş, isterse atanmış olsunlar;  herkes, haddini bilmek ve bu kırmızı çizgiyi bir milim dahi aşmamak mecburiyetindedir.

 

Başkomutanlığı,  oturduğu yerden ve Anayasada yer alan ve sembolik bir değer ifade eden bir hükümden yararlanarak yapay olarak değil,  emperyalist devletleri harp meydanlarında dize getirerek,  ülkemizi düşmanlardan kurtarmak suretiyle ve canı pahasına hak eden,  laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini kurarak bizlere hediye ve emanet eden,  ezeli ve ebedi,  gerçek ve tek Başkomutanımız ve liderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzün manevi kişiliğinde kutladığımız 26 Ağustos Zafer haftamız ve 30 Ağustos Zafer Bayramımız,  “NE MUTLU TÜRK'ÜM” diyebilen tüm halkımıza kutlu ve mutlu olsun.

 

Bu zaferi kazanan ve  bizlere yaşatan,  en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere,  artık hepsi aramızdan ayrılmış bulunan,  generalinden er'ine kadar,  zaferde payları bulunan;  askerinden siviline, erkeğinden kadınına,  tüm silah arkadaşlarına,  Allah'tan rahmet diliyor,  aziz hatıraları önünde minnetle ve saygıyla eğiliyoruz.  

 

26/08/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

CHP Mitinglerine Yönelik Bir Değerlendirme
Öncelikle şunu peşinen belirteyim ki; CHP'nin düzenlediği,  meydanları dolduran,  iktidara yönelik öfkeden kaynaklı olarak  halkımızda oluşan gazı boşaltma imkanı sağlayan mitinglere,  asla karşı değiliz. Bilakis,  mitinglerin seçimlere kadar sürdürülmesinden yanayız.

 

Ancak, yerinde ve dozunda alınırsa insan sağlığına iyi gelen ilaç ve vitaminler misali, mitinglerin de içeriklerini ve dozlarını iyi ayarlamak ve halkın ilgisini sürekli ayakta tutmak ve kanıksanır hale getirmemek şarttır.

 

İlk önce belirtmeliyiz ki; birisi İstanbul’un bir ilçesinde,  diğeri ülke genelinde bir il merkezinde yapılan haftada iki miting,  başlangıç dozu olarak iyi ve yerinde olmuşsa da,  artık,  idame doz olarak miting sayısını haftada veya on günde bir mitinge çekmek şarttır. Aksi halde halkta bıkkınlık yaratabilirsiniz.

 

Haftada iki miting hala meydanları dolduruyor,  halkı coşturuyor demeyiniz. Mitingleri sadece meydanlara gelenler izlemiyor, televizyon başında olan milyonlar da izliyorlar.

Kendi il ve ilçesinde yapılan mitinglere yöre halkının koşarak gelmesi ve meydanları doldurması çok doğaldır, o havayı canlı olarak yaşamayı ve enerjisini boşaltmayı, CHP Genel Başkanını ve diğer yöneticilerini canlı olarak görmeyi,  herkes ister. Önemli olan,  televizyonlarının başında mitingleri izleyen halk kitlesinin ilgi ve merakını sürdürebilmek ve bıkkınlık yaratmamaktır.

 

Ben kendi şahsımdan örnek verecek olursam, ilk başlarda haftada iki kez yapılan  miting saatlerinde,  tüm programlarımı iptal ederek,  çok önceden televizyonun başına geçip büyük bir beğeni ve merakla mitingi başından sonuna kadar sıkılmadan izleyebiliyordum.

 

Geldiğimiz bugünlerde ise,  artık mitingleri televizyondan izlemiyorum. Zira artık kanıksadım, ne konuşulacağını mitingin hangi anında ne söyleneceğini ve ne yapılacağını,  hangi sloganların atılacağını,  Tayyip Bey'den neler talep edileceğini,  önceden çok iyi biliyor ve tahmin edebiliyorum.

 

Özgür ÖZEL'in;  anket sonuçlarına bakarak,  yüzde 29 ile seni o koltukta oturtmam demesine,  artık çok kızıyor ve gülümsüyorum. Özgür ÖZEL temelde haklı, gerçek demokrasilerde iktidarın azınlığa düşmesi halinde halkın iradesine başvurulur seçimler yenilenir ve iktidar yeniden belirlenir, yani azınlığa düşen iktidar koltukta oturmaya devam edemez, devam etmemelidir. Özgür ÖZEL de bu gerçeği dile getirerek, ERDOĞAN'a azınlığa düştüğünü artık o koltukta oturmaması gerektiğini hatırlatmalıdır, ancak “seni o koltukta oturtmam” diyerek,  yapamayacağı çok iddialı ve imkansız beyanlardan kaçınmalıdır. Özgür ÖZEL'in; ERDOĞAN'ın demokrasi kültürünün yok denecek kadar zayıf olduğunu, herkesten iyi bilmesi ve ona göre konuşması gerekir.

 

Demem o ki; öncelikle miting sayısı haftada ikiden on günde bire düşürülmeli ve mitinglerde izlenecek strateji ve taktiklerde bir revizyona gidilmelidir.

 

Evet iktidar özellikle İstanbul Büyük Şehir Belediyesine takmış ve yavaş yavaş ve sırayla İstanbul’un tüm belediyelerine el koyarak CHP'yi İstanbul’dan dışlamayı, kendine en büyük rakip gördüğü İBB Başkanı İMAMOĞLU'nu siyaset dışına itmeyi kendisine tek hedef olarak belirlemiş ve bu yolda büyük mesafeler kat etmiştir. O nedenle, CHP'nin; ilk başlarda,  ilçelerini de kapsayacak şekilde İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına odaklı muhalefet ve mitingler yapması, büyük başarı ve  çok yerinde bir eylemdir.

 

Ancak,  artık protesto mitinglerinin ilk başlangıç dozunda bir azaltmaya gidilmeli, halkın heyecanını korumasına, canlı tutmasına ve heyecanını yenilemesine zaman tanınmalı, mitingler dakikası dakikasına sürekli aynı konulara, konuşmalara ve sloganlara yer verilerek rutinleştirilmemeli, sürekli aynı şeyleri dinleyen halk bıktırılmamalı, mitingler genel başkan odaklı olmaktan çıkarılmalı, mitingler Özgür ÖZEL ile özdeştirilmemeli, bugüne kadar çok yorulan genel başkana biraz nefes alma imkanı tanınmalı, mitinglerde yöresine göre CHP'nin ileri gelen ve sevilen,  iyi konuşan milletvekili ve yöneticilerine konuşma imkanı tanınmalı, hatta,  bir plan çerçevesinde,  toplumsal muhalefete dahil diğer muhalefet partilerinden konuşmacılara da yer verilmeli, miting meydanlarında spontane seçim ittifaklarının tohumları şimdiden atılmalı, gerçekçi olunmalı, iktidarın İMAMOĞLU'nu siyaset dışına itme planlarına daha gerçekçi yaklaşarak, yavaş yavaş B Planları yapılmalı, demokrasiden nasibini almamış olan iktidarın,  demokrasi adına mış gibi yaptığı ayak oyunlarına asla gelinmemeli, ERDOĞAN'ın emir ve talimatlarından asla bir adım geri atmayan Meclis Başkanının başkanlığında yürüyen komisyondan demokrasi adına hiçbir sonuç beklenmemeli ve derhal bu komisyondan çekilmelidir, CHP'nin olduğu komisyondan değil, olmadığı komisyondan korkulmalıdır gibi kendinden menkul büyük ve iddialı laflardan kaçınılmalı, ERDOĞAN'ın arkasında durduğu,  olur verdiği ve himayesinde çalışan komisyonun;  nihai işlevinin ve misyonunun ne olduğu ve ne olacağı,  şimdiden öngörülebilmeli, İstanbul odaklı mikro muhalefet ve mitinglerden,  ülke geneline yönelik,  ülkenin içinde bulunduğu sosyo ekonomik, yargı, siyaset ve demokrasi krizine ilişkin gerçekçi saptamaların yapıldığı ve çözüm yollarının gösterildiği,  makro düzeyde mitinglere aşama yapılmalıdır.

 

Biraz daha somut örnekler vermek gerekirse, İKTİDAR'ın;  

 

Bu ekonomi politikası ve aşırı israfı, devletin gelirini üretimden değil vergilerden elde etme, vergilerden de en adaletsiz vergi olan, fakirden zengine kaynak transferinin bir şekli olan fahiş KDV ve ÖTV gibi, beyana tabi olmayan,  mal ve hizmet alımlarından otomatikman kesilen ve gelir düzeyine bakılmaksızın, zenginden de fakirden de aynı oranda ve eşit olarak alınan vasıtalı vergileri tercih etmesi, gerçek kazanandan yeterince vergi almaması,

 

Akaryakıt gibi,  hizmet ve mal üretiminde en temel girdi olan,  tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarına olumsuz  etki yapan benzin ve motorine,  Dünya fiyatlarındaki ucuzlamayla ters orantılı olarak, hazinede para kalmadıkça aşırı zam yapması, buna bahane olarak da, pişkince,  ne yapalım bizim akaryakıtımız yok, ithal ediyoruz demesi, ancak,  seçim zamanlarında,  maşallah,  topraklarımızdan ve denizlerimizden doğal gaz fışkırtarak,  nabza göre halkımıza şerbet vermesi,

 

Hazineden beş kuruş çıkmayacak yalanlarıyla yap işlet devret yoluyla ve kar garantisi verilerek yaptırılan halkın kullanmadığı yol, köprü, hastane, havaalanı ve benzeri üretime dayalı olmayan yatırımlarla,  hazinenin yandaş firmalara soydurulması, devletin bu ağır soygun ve  yükten nasıl kurtarılacağının çözüm yolları, bundan sonra yapılacak olan mitinglerde sürekli dile getirilmelidir.

 

Ayrıca, İMAMOĞLU başkan seçildikten sonra AKP dönemine ait hazırladığı, ancak zamanın İçişleri Bakanı SOYLU tarafından el konularak hasıraltı yapılan belge ve kanıtlara dayalı aleni yolsuzluk dosyaları ile Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Mansur YAVAŞ tarafından hazırlanan ve gereği için Ankara C. Başsavcılığına sunulan belge ve kanıtlara dayalı soruşturma dosyalarının akıbetleri, bıkmadan ve usanmadan sürekli sorulmalı ve miting meydanlarında halka anlatılmalıdır.

 

Son olarak da şimdilik şunu belirteyim. Büyük Atamız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulan ve halkımıza emanet edilen,  ancak,  AKP iktidarı döneminde ATATÜRK'ün bu emanetine hıyanet edilen Ankara ATATÜRK Orman Çiftliğinin,  Saray'a kuşbakışı yakın bir yöresinde de, demokratik ve anayasal hakkımızı kullanarak, CHP tarafından mutlaka bir miting yapılmalıdır.

 

CHP Mitingleri konusunda sosyal paylaşım sitelerinde dile getirdiğim eleştirilere,  karşı eleştiri sunan ve benden somut öneriler bekleyen kişiler;  umarım, şimdilik biraz tatmin olmuşlardır.

 

22/08/2025

Güner YİĞİTBAŞI

Şair Eşreften İlginç Anımsamalar (2)
Bu günlerde Şair Eşref’in yaşam öyküsünü seçilmiş şiirleri ile anlatan Hilmi Yücebaş’ın kaleme aldığı “Şair Eşref” adlı kitabı okuyordum. Orada ilgimi çeken bazı olay ve şiirleri sizinle paylaşmak istedim. Yaşadığı 65 yıl ömrünce gerek toplumda gerekse devlet katında gördüğü haksızlıkları, yanlışlıkları şiirleri ile dile getiren Eşref, kimileri tarafından kâh eleştirildiği için kâh övüldüğü için (övdükleri insanlar azsa da), Osmanlı toplumunda mizah şairliği yanında çeşitli ilçelerde kaymakam olarak devlet katında çalışırdı.

Türk mizah edebiyatımızın en seçkin şairi Eşref’in 65 yıllık yaşamında değişik önemli görevle yaşantısını sürdürmüş, kaymakamlık, mizah şairi olması gibi.

Şair Eşref ülkedeki haksızlıkları başta haksız insanları olmak üzere pek çok kişi ve varlığı hicveder, taşlama eleştiri yapmaktan çekinmemişti, öyle ki devrin padişahı II Abdülhamid’i bile mısralarında eleştirmiş, bazen kendini bile eleştirmiştir. Kendini bile eleştirdiğini bakın su dörtlüğünde dile getiriyor:

Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar,

Doğruyu söyler gezer bir şairim.

Bir güzel mazmun bulunca, Eşrafa,

Kendimi hicveylemezsem kafirim!..

 

Sahte diplomalıların dalga dalga ortaya çıkmaya başladığı şu günlerde, bilim öğretmeyen imam hatipler çoğunlukla din ağırlıklı ders uygulamalarını görenler, İmam hatiplerden sınavlarda şampiyon çıkması çoklarını şaşırttı. ÖNDER İmam Hatipliler Derneğinden yapılan açıklamada, sınav sonuçlarına göre Türkiye genelinde 500 tam puan alan 719 öğrenciden 63'ünün imam hatip ortaokullarında okuduğu belirtildi.1

Sahte diplomaların sahte belge düzenleyen ve de Maarifin (Milli Eğitimin) bozulduğunu hepimiz medya organlarından (gerçi medyanın gazeteler, televizyonların çoğunluğu tek adam” yönetiminin baskı ve denetimi altında olduğu için AKP-RTE iktidarınca toplumumuzdaki olumsuz şeyleri geçiştirme, üstünü örtme çabası içindedir.

Şair Eşref’in aşağıdaki dizelerinden öğrendiğimize göre 100 yıl önce de “Devlet çarkının (Eşref böyle diyor) iyi dönmediğini öğreniyoruz:

Olur mu cazibe, sevr eyle, her mabubu-i gül-femde?

Kemal olmaz meka mekatibden yetişmiş her bir ademde,

Şehadetnameli cahil mi istersin bu alemde?

Maarif şimdi bizde meyvasız  eşcara dönmüştür.

 

Cehalet Ademi mahrum eder her bir saadetten,

Cehalettir cihanda var ise eşna esaretten,

Uzağa gitme, Eşref, bu yakınlarda cehaletten

Koca bir milletin ikbali bak idbara dönmüştür.

 

Osmanlı’da ve de Cumhuriyetin önceki yıllarında Osmanlıda okuma yazma oranı çok düşüktü.  Osmanlı çocukları mahalle mekteplerinde doğru düzgün okuması yazması çok az olan bazı sarıklı imamlarda okurken sadece din ağırlıklı dersleri vardı.  Bu nedenle Osmanlı ahalisinin bilgisizliğin, yoksulluğun pençesi altında sıkıntı içinde sürünürken, bu cehaleti hiciv Şairimiz Eşref dizelerinde şöyle haykırıyordu:

Şair Eşref’ ten yüz yıl sonra bizim toplumda Atatürk’ün Türkiye’sinde utanç verici sahte diploma tartışması dalga dalga yayılırken, (ne ki Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan’ın bile yüksek okul diplomasının olup olmadığı) tartışılmakta. Sahte diplomalı liyakatsiz insanlarla, her sınavda yapılan soru çalma gibi yandaş kayırma gibi cehalet ürünü insanlarla mı çağdaş uygarlık seviyesine çıkacağız.  Günümüzde Mili Eğitim, Atatürk’ün Devrim Kanunlarıyla yasakladığı tarikatlara bırakılmıştır. Şair Eşref zamanında Milli eğitim bozuktu da günümüzde daha mı iyi? Osmanlının son yıllarında maarifin yani Milli Eğitimin bozulduğunu yüz yıl önce Şair Eşref’ mısralarında şöyle dile getirmekte:

Olur mu cazibe (çekicilik), seyr eyle, her muhabbub-i gül-femde (Muhabet bağı)

Kemal (olgun) olmaz mekatibden(mektep) yetişmiş her bir ademde(insan),

Şehadetnameli Diplom

alı) cahil mi cahil mi istersin bu alemde?

Maarif şimdi bizde meyvasız eşcara dönmüştür (meyvesiz bahçe)

 

Şair Eşref mısralarında cehaletten nasıl yakınıyor:

Cehalet ademi mahrum eder her bir saadetten,

Cehalettir cihanda var ise eşna esaretten,

Uzağa gitme, Eşref, bu yakınlarda cehaletten

Koca bir milletin ikbali bak ibdara dönmüştür.

 

Eşna: daha (en, pek, çok) şeni', fena, kötü ve çirkin.

İDBAR: Tâlihin insana yüz çevirmesi, ters dönmesi, talihsizlik, bahtsızlık.2

Şair Eşref, ömrünü mizahi şiirler yazarken, ayrıca çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaparak geçimini sağlamaya çalışır. Çoğunlukla Batı ilçelerinde kaymakamlığı sırasında Kaymakamlığı devam ederken, yazdığı veya söylediği bir mizahi şiiri yüzünden kaymakam olarak Sivrihisar’a tayin eder. Eşref Sivrihisar’ı hiç beğenmez, başka yere tayin edilmesini ister, bunun için yazdığı mektupta şunu söyler:

“Padişahım Sivrihisar’ın sivrisi kıçıma battı beni buradan başka yere verin”, der. Padişah da hoşgörülü davranır, Eşref’i başka yere atarlar.

Agop Paşa

II. Abdülhamid’in birçok bakan ve bürokratlar Rum, Ermeni, Yahudi kökenli idi. O zamanları Yahudi de olsa Müslüman olmadan baş vezir yapılmazdı. Şair Eşref sadrazam için Şair Eşref şu hiciv dörtlüğünü yazmıştı:

Lutfet de padişahım Agop Paşa’yı sadrazam et!

Deninin yerine varsın gelen de bir deni olsun.

Sadaret mührünü vermek ger memnu ise Müslümana,

Yahudiden usandık bir zaman da Ermeni olsun.

II. Abdülhamid, Maliye nazırlığı, Hazine-i Hassa nazırlığı yapan Agop Paşa’yı severdi. Türk kültürü ile yetişen Agop Paşa, tama bir Osmanlı idi. Hünkara bağlı, sadakatli idi. Bekardı. İhtiyar annesiyle beraber Yeniköy’de otururdu. Bir gün Padişah II. Abdülhamid ona sormuştu:

“-Paşa, saraydan çıktıktan sonra nereye gidersin, ne yaparsın?

Agop Paşa:

Şevketlüm, doğru Yeniköy’deki fakir haneye giderim. Ata binmeyi severim, ara sıra at gezintisi yaparım!..

Abdülhamid ertesi günü, İstanbul-ı amire’den Agop Paşa’ya Agop Paşa’ya bir kır at hediye etmişti.

Paşa bir gün ata binmiş, gezmeğe çıkmıştı. Çalıların arasından çıkan bir kediden ürken at gemi azıya almış, uçmaya başlamış ve nihayet paşayı Kalender kasrının duvarına çarparak yere yuvarlanmıştı.

Şair Eşreften İlginç Anımsamalar (2)
Temin edileceğini de söylemişti.

Kafa tası patlayan Agop Paşa ölmüştü. Abdülhamid çok sevdiği paşanın, kendisinin hediye ettiği atın yaptığı b ir kaza ile bu şekilde ölümünden çok üzülmüştü. Başmabeyinci hünkârın çok üzüldüğünü, üzüntüsünün, üzüntüsünden yemek bile yiyemediğini felaketzede kadına anlatmış, teselliye çalışmış, İhtiyaçlarının daima padişah tarafından temin edileceğini de söylemişti.

Agop’un ihtiyar annesi bu şahane taziyetten duyduğu memnunluğunu anlatırken demişti ki:

Bir Agop’um öldüyse bir oğlum sağdır. Allah uzun ömürler versin, üzülmesinler, kazaya rızadan başka elden ne gelir?”

 

Şair Eşref anlatıyor:

“Bir tarihte Alaşehir’den İzmir’e giderken, beraberimde bulunan bir zat, Hazreti Ademin çamurunda saman olup olmadığını, ben fakirden sormuştu.

Bu soruya o sırada aklıma gelen ulu Kuran’dan ayetleriyle cevap vermek istedimse de o zat oralarda olmadı. Baktım güç anlayacak!  Bir kıta tasarlamaya başladım. Birkaç dakika içinde aşağıdaki kıta ortaya çıktı. Bereket versin soru sahibini susturabildim. Kıta şudur:

Ey bana tıynet-i Adem’de saman var mı diyen,

Bir daha etme bana gel bu suali hami.

Balçığında saman olsaydı eğer ebülbeşerin,

Çatlayıp da yarık olmazdı ananın a……

                   **

Kadınların çarşaf giymesinin aleyhinde bulunduğundan açık saçık bir kızla evlenen birisi, zifaf gecesinde kızı, kız bulamamasından dolayı can sıkıntısı ile akşam üstü dışarı çıkıp üzüntüsünü dağıtmak için biraz çakıştırdıktan sonra eve döner. Vur ha, vur ha; gelen yok, giden yok! Neden sonra kapı açılınca, gelin hanımla damat bey arasında aşağıdaki konuşma olur:

Damat:

“Canım, iki saattir kapıyı çalıyorum, açmıyorsunuz.

Gelin:

“Affedersiniz efendim, küpe taktırmak için kulağımı deldiriyordum”.

Damat:

-Bravo, babanızın evinde delinecek şeyi burada, burada delinecek şeyi, babanızın evinde deldiriyorsunuz!..”

Kaynak: Şair Eşref Bütün Şiirleri ve 80 yıllık hatıraları 1978 Hilmi Yücebaş.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget