Son Konular
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

Şark kurnazlığı - Tünay Süer
“Laik, Bilimsel, Kamusal, Parasız ve Ana dilde Eğitim Mitingi” yapıldı.
Kartal Meydanı'nda Eğitim-Sen ve Alevi Bektaşi Federasyonu öncülüğünde
Mitinge Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Kani Beko, CHP İstanbul İl Örgütü, CHP Milletvekilleri, Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Halk evleri Genel Başkanı Oya Ersoy destek verdiler.
Siyasi görüşleri birbirinden farklı olan binlerce kişinin bu mitingde buluşmaları güzel bir şey…
Ne var ki, Laik, Bilimsel, Kamusal, Parasız eğitime eyvallah ta, ana dilde eğitim ne demek?
Ana dilde eğitim derken neyi kastettiler?
Çünkü Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, resmi dili Türkçedir.
Ve bir devletin sınırları içerisinde idarede, hukukta, eğitimde, ticarette ve resmî dil gerektiren diğer durumlarda, gerek sözlü gerekse yazılı iletişimde kullanılan dil, devlet dilidir.
Mitingi düzenleyenler ve katılımcılar bunu hiç düşündüler mi?
Yoksa laik eğitim filan derken araya başka dilleri de katma düşüncesi mi vardı?
Sanırım öyle…
Buna Şark kurnazlığı denilir…
Birkaç gündür basında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fetö’ye üye olmaktan 15 yıldan 30 yıla kadar hapis cezası ile yargılanan Subaşı Belde Belediye Başkanı Volkan Yılmaz’a ödül verdiği tartışılıp duruyordu.
Oysa Volkan Yılmaz mahkemenin yaptığı soruşturmada kendisinin Bylock kullanmadığını, Zaman Gazetesi abonesi olmadığını, Bank Asya’da hesabının olmadığı Fetö’nün yurt ve dershaneleriyle alakasının olmadığı meydana çıkarttığını açıkladı.
Haberlerin gerçeği yansıtmadığını öne süren Yılmaz, kendisine iftira atıldığını ve nedenlerini tek, tek
Çıkan haberlerde anlatıyor.
Anlattıkları doğruysa insanın aklıma Erdoğan’ın at izi it izine karışmış sözleri geliyor.
Yüz binlerce insan tutuklandılar, yetmedi mesleklerinden atıldılar ve perişan edildiler.
Halen mahkemeye çıkmayı bekleyen, tutuklu nice vatandaşımız var.
(Bu nasıl adaletse…)
Onlar Yılmaz Bey kadar şanslı değiller demek ki!
Bir ara birilerinin damatları da tutuklandılar ama sonra salını verildiler.
Bunun şansla, mansla ilgisi olmadığı da böylece meydana çıkmış oluyor değilmi?
Ha, bu arada Oda TV üç gün önce“Kim bu yurt dışına kaçan damat” başlığında müthiş bir haber yapmıştı.
15 Temmuzdan sonra el konulan FETÖ hastanelerinden birisinin ortağı meğer TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın damadı Sinan Yıldırım’mış.
Damat yurt dışına kaçmış. “Yani sıyırmış diyelim.”
Şimdi o hastaneye kayyum atanmış ve yeni yönetim kurulu başkanı kimmiş biliyormusunuz?
İsmail Kahraman'ın ağabeyi Rüştü Kahraman'ın damadı…
Şu işe bakın, damadın teki kaçıyor ama diğer bir damat işi devralıyor.
Bu nasıl Fetö uygulamasıdır istediğiniz gibi anlayın artık.
Vallahi bunları ben uydurmuyorum tabi.
Oda TV ‘nin iddiaları ve akla yatkın.
Peki, tüm bu olanlardan Erdoğan’ın haberi yok mu acaba?
Aç gözlü bu heriflerin kendisine de ne kadar zarar verdiklerini görmüyor mu dersiniz?
Yoksa olanlara göz yumma durumunda mı hissediyor kendisini  (!)…
Sen neymişsin be ağbi?
Atatürk’ten nefret eden , “Laiklik yeni anayasada olmamalıdır. Dindar anayasa olmalıdır”
“Cumhuriyeti kuran kadro pozitivisttir” diyerek dinsiz olduklarını ima eden ve buna benzer nice sözler eden TBMM Başkanı İsmail Kahraman meğer 50 yıldır yüreğinde biriktirmiş.
Birkaç gün önce Ankara’da hayatını kaybeden HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk son yolculuğuna uğurlanırken cenaze saldırıya uğramış, cenazesi mezardan çıkarılmıştı.
Erdoğan dâhil AKP den bu durum şiddetle kınanmıştı.
Yeni çağ Gazetesinden Burhan Ayeri’nin mükemmel yazısına bir göz atalım şimdi.
Bundan tam 50 yıl önce 7 Eylül 1967 de dönemin Yargıtay Başkanı İmran Öktem şöyle bir konuşma yapmış.
Türkiye’de bir İslam devleti ve hilafet rejimi kurmak, Türk milletini dini esaslara dayalı bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli, açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup var.
Bunlar ruh hastası veya dini kazanç metası haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığı olan itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış bezirgânlardır.
O bezirgânlar ki dinin emrettiğini yerine getirmezler.
Yasak ettiklerini gizli, gizli yaparlar ve dindar görünürler.
Evet, bunlar ve bir takım hurafeleri dini esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklardır.
(Sözlere bakın sanki bu günleri anlatmış gibi)
Cumhuriyet karşıtları bu sözleri unutmamışlar. Öktem’i dinsiz ilan etmişler.
Yargıtay 1. Başkanı iken vefat eden Öktem’in cenaze namazı kılınmasın diye kampanya başlatmışlar.
Ankara Maltepe Camiinde cenaze töreni çoğunluğu çember sakallı kişilerin oluşturduğu kalabalık namazı engellemeye çalışmış.
Görevli imamlar uzaklaştırılmış ve cenazeye katılanlarda İzzet Gözübüyük sayesinde dini işlemler tamamlanabilmiş.
Olaylar öylesine büyümüş ki törene katılan İsmet İnönü’yü korumak için Kara Kuvvetleri Komutanlığı devreye girmiş.
İmran Öktem’i hedef alan ve cenaze namazını engellemeye uğraşan o dönemdeki öğrenci kuruluşunun genel başkanı bu günün Meclis Başkanı İsmail Kahramandır.
Yeni çağ Gazetesinden Burhan Ayeri’nin bu yazısı insanı haliyle dünün bu günle mukayesine götürüyor.
Ve böyle yürekli yazarlarımız olduğu müddetçe bizler bilmediklerimizi öğrenerek Atatürk’e ve onun ilkelerine daha çok sarılacağız.
Yüreklerine sağlık…
Müfredattan Atatürk’ü kaldırmak istemelerinin sebepleri, gençliğin gerçekleri öğrenmesinin önünü kesmekten başka bir şey değildir.
Uyan ey halkım, uyan artık…
Tünay Süer
18 Eylül 2017

AKP-RTE İktidarı Barzani’nin Referandum Yollarına Taş Döşedi
ABD nin verdiği bin tır dolusu silahı bölgesine yığdıktan, komşu ilgili devletlerin nabzını yokladıktan sonra, Barzani, zayıf-cılız Irak hükümetine rest çekerek 25 Eylül’de bağımsızlık için referandum yapacağını açıkladı.
Barzani, İran’a gittiği zaman, Kürdistan Bayrağı göndere çekilmediği halde, İstanbul’a ve Ankara’ya geldiğinde, ne hikmetse,  Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi bayrağı bizim bayrakla birlikte ayrı bir bağımsız devletmiş gibi ya göndere çekiliyor, ya da Barzani heyetlerinin yanına Kürdistan bayrağı dikiliyordu.
Oysa Irak’ın kuzeyindeki Barzani yönetimi, Irak devletine bağlı olduğu halde, Irak bayrağı dururken, Barzani yönetimi bayrağının çekilmesi, Irak devletini incitmez miydi? Bu bayrak inceliğini ne yazık ki, AKP-RTE iktidarı Atatürk kadar düşünemedi. İşte onun için, Barzani’nin referandum yollarına iktidar taş döşedi diyoruz.
AKP-RTE İktidarı Barzani’nin Referandum Yollarına Taş Döşedi

Dinci Mezhepçi Politikalar Ülkeleri, Liderleri Yanılgıya, Yanlışlığa Sürükler:
Ama kafası dinci hüküm, görüş ve düşüncelerle dolu AKP-RTE iktidarı, ülkemizin içinde uyguladığı dinci uygulamaları doğrultusunda dış işleri politikasını din ve mezhebe göre uygulamaya çalışmakta.
Bilindiği gibi, Irak yönetimi tarafından idama mahkûm edilen Sünni Haşimi’ye AKP-RTE iktidarı kucak açtığı için, Şii ağırlıklı Irak yönetimi tarafından Türkiye şiddetle eleştirilmişti.
(İçerde olduğu gibi, dışarıda da dinci-mezhepçi düşünceyi uygulamalarına da yansıtan iktidar, Mısır’da Abdulfettah  El Sisi tarafından darbeyle  devrilen dinci Mursi’yi  tutmuş, Sisi’yi şiddetle eleştirmişti. Aslında RTE, demokrasi hayranı olduğu için Sisi’yi demokrasi adına “darbeci” diye eleştirmiyordu; Mursi’yi de demokrasi adına desteklemiyor, dinci olduğu için destekliyordu. Ne oldu, darbe olmasına rağmen tüm Batı ülkeleri dinci Mürsi’yi değil, Sisi’yi tercih ettiler).
RTE şunu artık kafasına iyice yerleştirmeli ki, din ve mezhebe dayalı politikalar, kişi ve devletleri uluslar arası arenada yalnızlığa, yanlışlığa sürükler ve ülkesinde de kutuplaşmalara neden olur.
Mısır’daki, RTE nı şaşkına çeviren durumu anlatmamızın nedeni, Erdoğan’ın iç ve dış siyaseti din ve mezhebe göre dizayn (tasarım) etmeye çalışmasını vurgulamaktı.  İşte Irak’ta da, RTE siyaseti mezhebe göre uygulamaya çalışmakta idi ve Irak Başbakanı Haydar El Abadi ile araları bazen şekerrengi oluyordu.
İşte bu ruh hali içinde olan AKP-RTE iktidarı, Abadi yönetimi ile kâh IŞİD (DEAŞ) harekâtlarından,  kâh RTE nin Osmanlı Futuhat kafasıyla “Musul bizimdi”  gibi isabetsiz sözleri ile karşılıklı sert çıkışlar olmuştu.
İşte bu gibi nedenlerle AKP-RTE iktidarı, şimdiki Haydar Abadi yönetimiyle karşılıklı eleştiriler olurken, iktidar Kuzey Irak Barzani yönetimine sıcak ilişkiler kurmaya başladı.
Bu gibi ruh haleti içinde bulunan RTE, Barzani Türkiye’ye her gelişinde, Uluslararası teamüle aykırı olarak, asıl Irak devletinin bayrağı yerine Kürdistan bayrağının göndere çekilmesine göz yumuyordu.
AKP-RTE İktidarı Barzani’nin Referandum Yollarına Taş Döşedi
 Hem İstanbul’da, hem Ankara’da Irak bayrağı yerine Kürdistan bayrağının oraya buraya dikilmesi ile iktidar tarafından, referandum yollarına taş döşenmiş, referandum konusunda Türkiye cephesinde Barzani’ye adeta onay ve cesaret verilmiş oldu. İleri görüşlü devlet adamı, önceleri Kürdistan bayrağını değil, Irak bayrağını tercih etmelidir.
Komşuda bir Kürdistan kurma çabasının olduğu süreçte, içinde milyonlarca Kürt’ün yaşadığı Türkiye, ileride aynı olaylarının başına da geleceği hesabı içinde olmalı, daha dikkatli hareket etmeli, Barzani’nin Kürdistan bayrağını kendi ülkesinde ön plana çıkarmamalı idi; komşu legal devlet olan Irak’a saygılı olup onun bayrağını ön plana çıkarmalı idi.
Hele hapisteki Aysel Tuğluk’un ölen annesi Hatun Tuğluk’un cenazesinin Ankara’ya defin olayını bazı fanatikler tarafından engellenmesi, buna emniyetin müdahalede geç kalması endişe yaratmıştır. Bu tür ayırımcı tavırlar, ülkeyi bölünmeye götürür, referandum olayına yeşil ışık yaktırır; vatandaşın kafasında endişe yaratmıştır. Bu tür ayırımcı tavırlar, ülkeyi bölünmeye götürür, referandum olayına yeşil ışık yaktırır; vatandaşın kafasında “neyleyim böyle vatanı cenazemizi bile gömdürmüyorlar”  endişesi yerleşir,  bölünme, ayrılma duygularını körükler. Cenaze olayına İçişleri Bakanlığı, emniyet anında müdahale etmeli idi, ölen Hatun kadının vasiyeti olan İncek mezarlığına hemen defin sağlanmalı idi.

İktidarın Doğu’daki “Kürt Açılımı” politikaları da ayrı bir yanlıştı.
Bu Kürt açılımı PKK nın Doğu’daki halk üzerinde ayrışma düşüncesini yaygınlaştırdı.
PKK bir devlet değil ki, onunla anlaşma yapasın. PKK kanlı bir eşkıya olduğu için eşkıya olduğu için eşkiyaya anladığı dilden, anladığı işlemden hareket edeceksin. Yani silahına daha bir güçlü silahla cevap vereceksin.
Ama AKP-RTE iktidarı, karşısında bir uygar devletle anlaşma yapıyormuş gibi davrandı, sonunda da kendi tabirleri ile “kandırıldıklarını” anladılar. “Açılım yapıyoruz, anlaşma yapıyoruz” diyerek polis ve jandarmanın tüm harekâtlarını yasa çıkararak bölgedeki valilere bağlandığı için, bölgedeki kolluk kuvvetleri kışlalarına çekilip harekât yapamaz hale getirildi. PKK ise dört yıla yakın “açılım” sürecinde bütün gücüyle bölgeye yerleşti, oraya buraya menfeze, ev bodrumlarına akla gelecek her yere silah yığdı. Ne ki, PKK lılar Jandarmanın gözü önünde karakoldaki direğe asılı Türk bayrağını indirecek kadar cüretkârlaşmışlardı.
AKP-RTE İktidarı Barzani’nin Referandum Yollarına Taş Döşedi
Otobüsler dolusu PKK lılar “açılım” rüzgârına kapılıp sınırlardan sırtlarındaki üniformaları ile gelirken, yerli işbirlikçileri davul zurnalarla karşılandılar. Normalde suçlular yargıcın, mahkemenin ayağına götürülür, bizimkiler de savcıyı, yargıcı, mahkemeyi sınıra PKK lıların ayağına götürdüler, çadır mahkemesi kurdular. Anlatılanlara göre, sınırdaki çadır mahkemesinde savcı veya yargıç PKK lıya “oğlum sen bu yapılanlardan pişman mısın”  diye sorarmış, PKK lı da “pişman değilim” dermiş. Savcı veya yargıç da, babacan-sevecen bir tavırla “pişmansındır pişmansındır”  der öyle yazdırırmış, zabıtlara. Tüm bu Trajikomik kara mizah gibi olayları yaşadık.
Eşkıyayı muhatap alma tedirginliği içinde olan AKP-RTE iktidarı da kâh PKK yla “görüşüyorum”, kâh “görüşmüyorum” söylemleri içinde idi. Toplumdan “eşkıyayı muhatap alıyor”  tepkisi gelirse, yemin edip “görüşmüyorum” diyor, tepki zayıfsa “Oslo’da müzakere ediyoruz- görüşüyoruz” diyordu.
PKK bu arada oraya buraya şehitlikler açtı, tahsildar tayin edip vergi toplamaya başladı, belli merkezlere mahkeme kurmaya bile başladığı duyuldu.
Sonunda eşkıya eşkıyalığını gösterdi, şımardı, ödün üstüne ödün istedi ve sonunda açılım da bitti ve taraflar silaha sarıldı. Zaten PKK da Doğu’da “açılım” sürecinde silahlarını rahat stoklamıştı.
Ne oldu? Yüzlerce sivil, asker şehit verdik, Diyarbakır Sur ve öteki il ve ilçelerde pek çok sokak çatışmaları oldu, yüzlerce vatandaşımız evlerini kaybetti, halk başka yerlere göç etti. İktidarın bu yanlış politikası nice canlara, acılara, sefalete neden oldu.  Her şeyden önemlisi, bütün bu acılar kayıplar sonunda, bölgedeki halkın kafasında, korkarım, “böyle savaşlı kavgalı olmaktansa ayrılalım, kurtulalım” düşüncesi yerleşmemiştir. Böyle bir duygu halkın kafasına sinmişse, söylediğimiz gibi, AKP-RTE iktidarı (umarım olmaz), gelecek referandumların yollarına taş döşemiş demektir. Bu bağlamda, Barzani’nin Türkiye’nin Doğu bölgesinden toprak istediğini, Kürdistan haritalarında bu yöremizin topraklarını kattığını da unutmayalım.

Kılıçtaroğlu’nun “Terörü Bitiririm” Sözüne RTE Neden Kızıyor.
Terör derken, hemen aklımıza gelen Kılıçtaroğlu’nun “PKK terörünü dört yılda bitiririm, bitiremezsem siyaseti bırakırım” söylemi karşısında AKP Genel Başkanı RTE nin, gayet çok küçümseyen bir tavırla, “ananı da al git” üslubunda, elini uzatarak sanki tokat atacak gibi sesini de yükselterek “sen kimsin” demesini çok çok yadırgadıK. Bir devlet adamına yakışmayacak bu tür tavır ve üslup insanları ayrışmaya neden olur. RTE muhtemelen iktidarın elinden gitmesinden korktuğu için, sık sık ana muhalefet partisi liderini saldırırcasına eleştirmekte.
Bütün iktidarlar, saltanatlar, gelip geçicidir. Asılan Başbakan Menderes de, iktidarın elinden gitmesinden korktuğu için, Tahkikat Komisyonlarından tutun da, nice eylem ve söylemlere ile zamanın Ana Muhalefet Lideri İsmet İnönü’ye akıl almaz yöntemlerle saldırırdı. (İyi niyetli halkımız, böyle olaylarda “yaşı benzemesin” derlerdi.) Biz de “yaşı benzemesin” diyelim.   Meclis’te Siyasetin de bir nezaketi olmalıdır.

AKP, İktidara Geldiği 2002 de PKK Terörü Nerede İse Sıfıra İnmişti.
AKP iktidara geldiği 2002 yılında nerede ise PKK terörü sıfıra inmişti. AKP-RTE nin PKK yı bir devletmiş gibi muhatap alması, kâh Oslo’da, kâh İmralı’da, Kandil’de güya müzakere yapması onları daha bir azdırdı, uluslar arası camiada daha bir yer edinmesine etken oldu.
Yani kısaca AKP-RTE nin PKK, Barzani politikaları zaaflı, kusurlu, yanlış olduğu için uluslar arası toplumda geleneksel devlet politikamızı da zaafa uğratmıştır.
Ne yapmalıydı iktidar-devlet? “Devlet toprakları içinde her türlü yasa dışı hareketlere, eylemlere göz yumamayız, biz devletiz, eşkıya ile müzakere yapamayız, herkes hür vatan topraklarında yasalara uymak zorundadır” deyip, eşkıyanın, PKK nın anladığı dilden hareket ederek onunla sonuna kadar müzakere değil, mücadele etmeli idi.  
Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

El bizim suçluları yargılıyor bizim yargı nerede?

El bizim suçluları yargılıyor biz üstünü örtüyoruz
Ülkemizin adalet düzeni o denli bozulmuş ki, çağdaş dünyada kendi suçlularımızı yargılayamaz hale geldik; Deniz Feneri Derneği, Rıza Zarrap Davasında olduğu gibi bizim suçluları da başkaları yargılamakta.
Deniz Feneri Derneği Davası ile Rıza Zerrap- Zafer Çağlayan grubunun yolsuzluk-rüşvet katakullisini görünce hayretle- ibretle-dehşetle izleyip çok kısa anlatmak istiyoruz.
Almanya’daki Deniz Feneri Derneği davasından ABD deki Rıza Zarrab’lı ambargoyu delme davalarına baktığımız zaman, suçlular ülkemizin insanı, suçun çoğunluğu ülkemizde işlenmiş ama suçluların cezasını başka ülkeler verir olmuş.
Deniz Feneri Derneği davasını anımsayınız. Ülkemizin bazı insanları Almanya’da kurdukları dernek kanalıyla vatandaşlardan “yoksullara yardım edeceğiz” diyerek milyonlarca (41 milyon) Avro toplamışlar. Bazı bazı bavullar dolusu parayı Türkiye’ye ye getirmişler, kâh Bosna’ya, kâh tusinami felaketinin yaşandığı Ace’ye yardım adı altında paraları iç etmek yanında, gemiden tutun da Almanya’da daireler almaya kadar çeşitli zimmet suçu işlemişler.
Alman adaleti bunun Almanya’daki suçlularını yakalamış, oradaki yöneticilerin cezasını verirken, “asıl suçlular Türkiye’de” diyerek topu Türkiye’ye atmış.
Türkiye ne yaptı? Savcıları, yargıçları değiştirdi, TBMM sine getirip, sanki Meclis mahkeme imiş gibi Meclise yargı görevi verdiler. Türkiye’deki suçluları es geçerek suçluları aklamış, davayı düşürmüştü. Yani Deniz Feneri Derneği’ndeki yolsuzlukları örtmek için milletvekillerine yargıçlık görevi yaptırıp akladılar, allayıp pullayıp yolsuzluğun üstünü örttüler.
Bu derneğin Almanya’daki uzantılarını Alman adaleti cezalandırırken, biz de asıl yolsuzluk yapanların üstünü Meclisle örtmüş olduk. Meclisin görevi suçluyu yargılamak mıdır? Ne oldu? El bizim suçluları yargılarken, biz bu yolsuzlukların üstünü örttük.
Gelelim şu Zerrap Davasına.  Birleşmiş Milletler’in İran’a yaptırım ve ambargo kararına rağmen, Rıza Zarrab enişte, Türkiye’deki bazı bakanlarla, Halkbank’la rüşvetli iş birliği yaparak İran’la yasa dışı ticaret yapmış, Türkiye de bunu el üstünde tutmuş… Dolar ve Euro ABD nin kayıt ve kontrolünde olduğu için, bizimkiler cinlik yaparak, gizlice altınla ticaret yapmışlar.
(Hatırlıyor musunuz, o ticaretin yapıldığı yıllarda bazı Türk hava alanlarında içi külçe altınlar dolusu meçhul uçaklar ya gözden uzakta park halinde bekletiliyor, bazıları da yine altın dolu uçaklar başka devletlere naklediliyordu).
Rıza eniştemiz, kaçak ticaret yaparken, Türk yetkililere milyarlarca dolar-lira rüşvet dağıtıyor, kendisi “200 ton altın ihraç edip, Türkiye'ye 25 milyar lira gelir sağladım, Türkiye'nin cari açığının yüzde 15'ini tek başına kapattım” diyerek havalanıyordu.  Ne ki, AKP yönetiminin, sanki bir devlet yetkilimizmiş gibi, yanına korumalar verdiğini de anımsayınız.
El bizim suçluları yargılıyor biz üstünü örtüyoruz
Zerrap, nakit para yoksa da, tonlarca altın alaveresi ile BM ve ABD nin yaptırımlarını deliyor,  “ABD nin finans sistemini gizlice dolandırmakla” suçlanıyor. Bu gizli ticarete de Türkiye Halk Bankasının aracılık yaptığı ileri sürülmekte.  Zerrap, altınla ticaret trafiğinin aksatılmaması için, Zafer Çağlayan’a, Muammer Güler gibi bazı bakanlara milyonlara varan hediye ve rüşvet verdiğini ABD deki yargılama iddianamesindeki yayınlanan belgelerden anlaşılmakta.
Bu konuda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Çağlayan’ın ABD’de yargılanmasıyla ilgili “utanç verici” yorumunda bulunarak şunları söylemekte:
“Amerika'daki Rıza Sarraf davası konuşuluyor. Ben şimdi size o bakanların isimlerini ve aldıkları rüşvet miktarını tekrar söyleyeceğim. Zafer Çağlayan 28 seferde 52 milyon dolar rüşvet aldı, kol saati ve piyano hariç. Muammer Güler 10 seferde 10 milyon dolar rüşvet aldı oğlunun kendi boyunda kasalar çıktı….”.[1]

 İLERİ GÖRÜŞLÜ DEVLET ADAMI ULUSLAR ARASI KARARLARIN İHLALİNİN SUÇ OLDUĞUNU BİLMELİDİR.        
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kazakistan ziyareti öncesi İstanbul Atatürk Havalimanı’nda soruları yanıtlarken aynen şöyle demekte:
“…Neymiş İran’a yaptırımı delmiş. Bizim İran’a yönelik bir yaptırımımız yok. Bizim hassas ilişkimiz var İran’la. Petrolü ve doğal gazı oradan alıyoruz. Obama’ya da söyledim o zaman, biz böyle bir adımın içine girmeyiz diye. Dolayısıyla ekonomi bakanımız tabi atacak o adımları. Siyasa bir karardır bu. Bu işlerin arkasından çok pis kokular geliyor. Zarraf ve Halkbank yöneticisiyle ilgili konular böyle…” [2]

OYSA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSYİ’NİN YAPTIRIM KARARI VAR.
Oysa “İran'a yaptırımlar konusunda BM Güvenlik Konseyi'nin 9 Haziran 2010 tarih ve 1929 sayılı yaptırım kararı var. Bu kararın bir bölümünde, İran'ın uluslararası bankacılık sistemi aracılığı ile nükleer faaliyetlerini finanse etmesini önleyecek yaptırımlar yer alıyor.
ABD ise, BM'nin de kabul ettiği İran'a yaptırımları, çıkardığı kanunlarla daha detaylandırmış ve genişletmiş durumda”. [3]
Evrensel değerlere, uluslar arası antlaşma ve sözleşmelere değer veren, bilen bir devlet adamı böylesine açıkça, BM lerin kararlarına karşı tavır alamaz, ileri görüşlü bir devlet adamı böylesine aleni konuşamaz. Konuşmaması gerekir, çünkü ileride yargı kararları ile bağlayıcı hükümlerle karşı karşıya kalacağı muhakkaktır.
Cumhurbaşkanının ağzından böylece açıkça öğrendiğimize göre, Türkiye, BM ve Güvenlik Konseyi’nin İran’a nükleer çabalarından dolayı uyguladığı ambargoyu açıkça delmiş, ticaret yapmış, bunu kabul etmiş demektir.
İleri görüşlü bir Cumhurbaşkanı, Türkiye’de anayasaya, yasalara karşı meydan okuduğu gibi,  bir Kasımpaşa kabadayısı ağzı ile “eeey Amerika, eeey Almanya” diyerek evrensel antlaşmalara, değerlere, demokrasi, hukuk,  insan haklarına karşı tavır alamaz. Böyle devam ederse uluslar arası yargının yaptırımlarına maruz kalır.
Böylece şunu demek istiyoruz, Türkiye açıkça Rıza Zarrap ve bir devlet bankası olan Halk Bankası yöneticileri ile ve öteki Zafer Çağlayan, Muammer Güler gibi bazı bakan ve yöneticilerle çıkar, rüşvet kurguları ile Birleşmiş Milletlerin (BM) ambargosuna karşın İran’la altın alaveresi-dalaveresi ile ticaret yapmışlar.
Biliyorsunuz, Halka Bankası Genel Müdürünün evinde ayakkabı kutuları içinde polisçe tespit edilen milyonlarca dolar-Euro, milyonlara varan rüşvet transferleri, “Zerrab’ın önünde yatarım” söylemleri vb leri hafızamıza kazındı.  Çağlayan'a verilen milyonluk Philippe Patek saatlerin bile ABD deki davaya katıldığını görünce üzülmemek mümkün değil.
Peki, elin el atıp soruşturarak yargılamaya başladığı bu yolsuzluk ve rüşvet olaylarını ülkemizin adalet mekanizması neden zamanında soruşturamadı, neden yargılamadı? Bu bile Türkiye’de adalet düzeninin yürütmenin emrinde ve baskısında olduğunu göstermekte. O zamanları, İran’a uygulanan ambargonun delinmesi, rüşvet, yolsuzluk olayına adı karışanlar, “haklarında kovuşturmaya gerek olmadığına” dair karar alındı. Yani kendi Rıza yargılayarak rüşvet ve yolsuzluğun üstünü örtmüş olduk. Kendi içimizde bize yutturdular, ama ele nasıl yutturacaktık.
Tüm uluslar arası yasal süreç böyleyken, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile ilgili soruya; “Ekonomi eski Bakanı Çağlayan'ın Türkiye'nin çıkarları aleyhine hiçbir işlemi olmamıştır; bizim için asıl olan Türkiye'nin çıkarlarıdır” deyip kendi cehaletini ortaya koyuyor. Bu iş ticaret olarak, o zamanları, Türkiye’nin de İran’ın da çıkarına oluyordu ama uluslar arası yaptırım ve yasaları nereye koyacaksın? O zaman İran yaptırım ve ambargo altındaydı; bu işte Türkiye sonuçta kendi aleyhine olarak İran’a yardım etmiş oldu. İran’ın umurunda mı?

BU ALTINLI RÜŞVETLİ KAÇAK TİCARET YAPILIRKEN ABD DE İKİ KEZ UYARMIŞ
12 Şubat 2013'te ABD Hazine Bakanlığı yetkilileri, şimdi ABD'de tutuklu bulunan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'yla görüşüp, “İran yaptırımları Türkiye üzerinden delmeye çalışıyor” uyarısı yapmışlar.
10 Ekim 2014'te ABD Hazine Bakanlığı yetkilileri, Atilla'ya bir görüşme daha yapmışlar. Bu kez daha fazla ayrıntı verip, yaptırımların Zarrab üzerinden delindiğinin farkında olduklarını ima etmişler. Zarrab'ın Halkbank ile olan ilişkilerini sormuşlar. Ve Atilla yanıt olarak, “Halkbank Zarrab'la ABD yaptırımlarını delecek herhangi bir işleme girmiyor” demiş ve şimdi Atilla ABD de tutuklu olarak yargılanıyor. [4]
El bizim suçluları yargılıyor biz üstünü örtüyoruz
New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nın önceki gün yayınladığı ek iddianameyle, aralarında eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan, Uluslararası operasyonlardan sorumlu Halkbank Genel Müdürü Yardımcısı Levent Balkan ve Sarraf’a kurye olarak çalıştığı iddia edilen Abdullah Happani de yaklaşık bir buçuk yıldır New York’ta görülen Sarraf davasına sanık olarak eklenmişti. Sarraf davasında yargılanan kişi sayısı ikisi tutuklu olmak üzere toplam dokuz kişiye çıkmış oldu. [5]
Bu durumda Türkiye kendi hukuk sistemi, ucu ülke dışına doğru yayılmış rüşvet ve yolsuzlukları temizleyemezse, karşısına uluslar arası hukuk çıkar o temizler. İşte zamanın Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan’ın, AKP nin atadığı Halk Bankası Yöneticileri’nin katıldığı Rıza Zerrap davası böylesine bir dava olup, korkarız ki aleyhimize kararlar çıkmasın.
Çünkü bu tür BM in yaptırımına kararlarına karşı gizli açık ticaret yaparak delen 40 kadar ülkeye, tutuklama olmadığı halde, milyarlarca dolar para cezası uygulanmıştır.
Sonuç olarak, AKP-RTE nin bu pervasız yasak ticaret uygulamalarından dolayı yapılan yargılamalarda bu yetkililere hapis cezası verildiğinde ki muhtemelen Interpol kanalı “kırmızı bülten” çıkarılıp yakalama kararı verilecek, iktidar, “yok ben onları vermem” diyebilir mi?
Yine yasa dışı ticarete aracılık yapan, bir devlet bankası olan Halkbank’a milyarlarca dolar ceza verilse, “ben onu ödemem”  diyebilecek mi? Bu zarar da bize-halka yansımayacak mı? Böyle ona buna efelenmeyle, uluslar arası yasa ve kuralları es geçerek ülke yönetilemez, yönetilirse sonuç böyle olur. Korkarım zararı yine millet çekecek…
Görüyorsunuz, 15 yıllık AKP-RTE iktidarının içte ve dışta ülkeyi ne hale getirdiğini, ekonomik yönden ülkeyi zarara uğrattığını ve onur kırıcı durumlara düşürdüğünü yukarıdaki olaylarla görmektesiniz, sanırım.
Cevat Kulaksız
SON NOTLAR

[1] https://odatv.com/zafer-caglayan-hakkinda-tutuklama-karari-0809171200.html

[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2017/09/08/291803/

[3] Yolsuzluk ‘milli dava’ değildir. 11 Eylül 2017 Sözcü Zeynep Gürcanlı

[4] Yolsuzluk ‘milli dava’ değildir. 11 Eylül 2017 Sözcü Zeynep Gürcanlı

[5] https://odatv.com/zafer-caglayan-hakkinda-tutuklama-karari-0809171200.htm

Cevat Kulaksız

Deyimler ve Öyküleri (4) - Gündüz Akgül
Sevgili Dostlar
Verdiğimi sözde durarak “Deyimler ve Öyküleri”  dizisinin dördüncüsünü bilginize sunuyorum.
Keyifli okumalar.

13.09.2017
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

AYAKLARI  SUYA  ERDİ
Uykuda gezme hastalığı olan kişilerin yatağı etrafına, sahanlar ve tepsiler içinde su koyarlarmış. Hasta, uyku arasında yataktan kalkıp yürürken ayakları bu sulara deyince uyanırmış.
Günlük hayatta, yanlış bir iş yapmağa yeltenirken, herhangi bir ikaz üzerine hatasını anlayarak vazgeçen ve işi doğru yapanlar için "ayaklan suya erdi" deyimi kullanılır.

DİMYAT'A PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLMAK
 Dimyat Mısır'da Süveyş Kanalı ağzında bir limandır.
Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Anadolu'ya getirilirmiş.
Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz'de korsanlar tarafından soyulmuş ve adamcağızın bütün altınlarını almışlar. Binbir zorluk içinde İstanbul'a dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmiş. İstanbul'dan kalkmış memleketi olan Karaman'a gitmiş.
O sene tarlasından kalkan buğdaları da bulgur tüccarlarına sattığından kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar.

AKLA KARAYI SEÇMEK
 Bir işin üstesinden gelene kadar çok zorluk çekmek güçlükle başarmak anlamına gelen bir deyimdir.
Dinimize göre Sabah namazının kılınma vakti güneş doğuncaya kadar geçerlidir.
Ortalık ağarmaya başlayıp da ak iplik ile kara iplik birbirinden seçilinceye kadar Sabah namazı kılma süresi devam eder.
Ağır hastalar bütün gece sancı ve ızdırap içinde kıvranarak uyuyamadıklarından Sabahı zor ederler.

AVUCUNU YALA
 "Beklediğin olmadı; umduğunu bulamadın" anlamında kullanılan bir deyimdir.
Bu deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır.
 Çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur.
Bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. Ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. Başka yapacak bir şeyi yoktur.

ÇAM DEVİRMEK, POT KIRMAK
Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyimdir. Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış. Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş.
Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş. Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş.
Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı"ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:
Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş.
Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş.
Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.

Kaynak: Deyimlerle ilgili çeşitli internet siteleri.

Gündüz Akgül: Deyimler Ve Öyküleri (1)

Deyimler Ve Öyküleri (2) - Gündüz Akgül

Deyimler Ve Öyküleri (3) - Gündüz Akgül

Turhan Çakar: Okullar ticari rant aracı olmaktan çıkarılsın!
Okulların açılmaya başladığı şu günlerde, Tüketici Hakları Genel Başkanı Turan Çakar imzasıyla, öğrencilere, bütün vatandaşlara ve resmi makamlara genel istemi kapsayan aşağıdaki basın açıklaması yapıldı:
Okullar ticari rant aracı olmaktan çıkarılsın!
Devlet okulları desteklensin.
Servislerde, kılık kıyafette, çanta ve kırtasiye malzemelerinde denetimler arttırılsın.
Kantinlerde satılan tüm gıdaların sağlıklı olması sağlansın ve denetimler artırılsın.
Açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan ailelerin çocuklarının ücretsiz olarak belediye otobüsü ile okula gidip gelmeleri sağlansın.
Tüm çocukların yeterli-dengeli ve sağlıklı beslenmeleri konusunda gerekli tüm önlemler alınsın.
Mantık ve sosyoloji dersleri yeniden müfredata eklensin.
Eğitim sistemi ve müfredatın bilimsel temele dayalı olması sağlansın.
Eğitim sistemi ve müfredat, öğrencilerin bilimsel düşünebilmesini, olaylar arasında bağ ve ilişki kurabilmesini ve yeteneklerini ortaya çıkarabilecek şekilde yeniden düzenlensin.

2017-2018 Eğitim Öğretim dönemine başlarken okullarda yaşanan sorunların ana başlıklar olarak şu şekilde sıralayabiliriz: 
1) Kılık-kıyafet ve giysi sorunu,
2) Okul çantası ve beslenme çantası sorunu,
3) Kalem, silgi, pastel boya ve plastik okul malzemeleri sorunu,
4) Okul kantini sorunu,
5) Öğrencilerin beslenme sorunu,
6) Servis araçları sorunu,
7) Müfredat ve eğitimin niteliği sorunu,
8) Öğrenci velilerinden ücret alınması sorunu,
9) Devlet okullarından desteğin kesilerek özel okulların desteklenmesi sorunu,
10) Derslik sorunu,
11) Öğretmen sorunu,
12) Çocukların karanlıkta uyanıp karanlıkta okula gitmelerine ilişkin kış dönemi uygulaması sorunu.

Birçok ilkokul, ortaokul ve lisede belirli kılık-kıyafet uygulaması bu alanda tekelleşmeye ve öğrencilerin kılık-kıyafetinin pahalılığına neden olmaktadır. Kılık-kıyafet, ayakkabı ve diğer giysilerle birlikte okul çantası, beslenme çantası, kalem, silgi, pastel boya ve diğer plastik okul malzemelerinde sağlığa aykırı kimyasal maddelerin izin verilen sınırın üzerinde bulunması olasılığı vardır. Kırtasiyecilerde çeşitli renklerde okul ve beslenme çantaları, kalem, silgi, pastel boya ve çocukların kullandığı kırtasiye malzemeleri satılmaktadır.
Gerek kılık-kıyafet ve giysilerde, söz konusu renkli okul ve beslenme çantası ile renkli kalem, silgi, boya ve kırtasiye malzemelerinde azorenklendiriciler, azoboyar maddeler, fitalatlar, ağır metallerin izin verilen miktarın üzerinde bulunması olasılığı yüksektir. Söz konusu kimyasal maddeler kanserojen etkiye sahiptir. Kılık-kıyafet ile okul ve beslenme çantalarının büyük çoğunluğunda üretici/ithalatçı firmaların iletişim bilgileri, bu ürünlerin nerede üretildikleri ve özelliklerini belirten bilgileri içeren Türkçe tanıtma kullanma kılavuzu ile etiket bulunmamaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı genelgesi ile okul kantinlerinde satışına izin verilmeyen gıda ve içeceklerin sayısının arttırılması ile birlikte sağlıklı olan ve satışına izin verilen gıda ve içeceklerin belirlenmesi olumludur. Ancak, bir takım enerji kriterlerini sağlaması koşulu ile ambalajlı-hazır kek, bisküvi, kraker ve çeşnili/aromalı yoğurtlar-içecekler-sütler, meyve suyunun yanı sıra poğaça, tuzlu hamur işleri, sandviçler, makarnalar, burgerler, salam, sucuk, sosis gibi gıda katkı maddesi içeren ve riskli olabilecek gıdaların satılmasını uygun bulmamaktayız. Ne yazık ki, çocuklar harçlıklarının neredeyse tamamını bu riskli gıdalara harcamaktadır.  

Servis araçlarından kaynaklanan sorunlar devam etmektedir. Bu konudaki Yönetmeliğe aykırı uygulamalar söz konusudur. Ehliyeti olmayan şoförlere, rehberi olmayan servislere rastlanılmaktadır. Birçok servis aracı teknik olarak çocukların güvenliğine aykırıdır. Yönetmelikte eksiklikler bulunmaktadır. Okullar, servis aracı sahiplerinin çatışma alanı haline gelmiştir. Öğrencilerin güvenliği tehlikededir. Servis araçları ücretleri son derece yüksektir. Öğrenciler belediye otobüsü ile okula gidip gelmiş olsalar günlük 2,5-3,5TL ödeyeceklerdir. Oysa, servis aracına verilen en düşük ücret günlük 10TL’nin üzerindedir.

Belirli kılık-kıyafet uygulaması, okul kantinleri ve servis araçları nedeniyle, okullar ne yazık ki, bir ticari rant aracı durumuna getirilmiştir.

Seçmeli olan sosyoloji ve mantık dersleri müfredattan çıkartılmıştır. 11.sınıflarda okutulacak olan seçmeli felsefe dersinin içeriği ise öğrencilerin bilimsel düşünmesini, olaylar arasında bağ kurmasını, olayları sorgulamasını, ilişki ve çelişkileri kavramalarını sağlayacak nitelikten ve bütünsellikten yoksundur. Eğitim sistemi ve müfredat, öğrencilerin en iyi yapabileceği, en başarılı olabileceği şekilde yeteneklerini ortaya çıkarabilecek nitelikte değildir.

Özellikle, devlet okullarında derslik sorunları ile öğretmen sorunları ağırlığını devam ettirmektedir. Birçok okulda derslik ve öğretmen açığı bulunmaktadır. Devlet okullarına giden yoksul ve dar gelirli öğrenci velilerinden kayıt ücretleri alınmaya devam edilmektedir. Birçok nedenden dolayı, öğrencilerin birçoğu sabah kahvaltılarını yapamadan karanlıkta okula gitmektedirler. Bu durum, kahvaltı yapamayan çocukların sağlığını ve performansını olumsuz etkilemektedir. Zaten, dar gelirli, satın alma gücü düşük, işsiz, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan aileler ile çocukları yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenmeden yoksun olmakla birlikte, birçok yönden büyük sıkıntı altında yaşamaktadırlar.

Hükümete, Milli Eğitim Bakanlığına ve diğer ilgili  bakanlıklara, kurum ve kuruluşlara şu çağrıda bulunuyoruz: 
Okulları bir ticari rant aracı olmaktan çıkarınız.  Devlet okullarına önem ve destek veriniz, sorunlarını çözünüz. Özellikle, açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin çocuklarının belediye otobüsü ile ücretsiz olarak okula gidip gelmelerini sağlayınız. Okul kantinlerindeki sağlıksız ve riskli gıdaların satılmasına izin vermeyiniz. Açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin ve çocuklarının yeterli-dengeli ve sağlıklı beslenme dâhil olmak üzere her çeşit okul giderlerini karşılayacak ekonomik destek politikasını uygulamaya koyunuz. Servis araçlarından kaynaklanan sorunların yaşanmaması ve ivedilikle çözümü için ilgili tüm tarafların eş güdüm içerisinde çalışmasını sağlayınız. Özellikle, devlet okullarında dar gelirli ve yoksul aileleri büyük sıkıntıya sokan kayıt ücreti uygulamasına son veriniz. Okullarda kılık-kıyafet tekelini kaldırınız. Giysi, çanta, kalem, silgi ve okul kırtasiye malzemelerinde sınırın üzerinde kanserojen kimyasal madde kullanılmasına izin vermeyiniz ve bu konudaki denetim ve analizler ile imalatçı/ithalatçı ve satıcı firmalar üzerindeki yaptırımları arttırınız. Kılık-kıyafet ile okul ve beslenme çantalarında Türkçe Tanıtma ve Kullanma Kılavuzu Yönetmeliğine uygun olarak tanıtma ve kullanma kılavuzu bulundurulması için üretici ve satıcılardaki denetimleri, yaptırımları arttırınız. Sosyoloji ve mantık dersleri yeniden müfredata konulsun. Ancak, bu dersler ile felsefe dersi seçimlik değil zorunlu duruma getirilsin. Ancak, bu derslerin içerikleri, öğrencilerin gerçekten doğru ve bilimsel düşünebilmesini, olaylar arasında bağ kurabilmesini, ilişki ve çelişkileri görebilmesini sağlayacak nitelikte olmalıdır. Kısaca, eğitim sistemi ve müfredat gerçekten bilimsel temele dayalı olmalıdır. Eğitim sistemi, öğrencilerin en iyi yapabileceği, en başarılı olabileceği şekilde yeteneklerini ortaya çıkartabilecek şekilde düzenlenmelidir. Öğrencilerin karanlıkta uyanıp, karanlıkta okula gitmelerine neden olan uygulamayı kaldırınız.  
Basınımıza ve halkımıza saygıyla duyurulur.

Turhan ÇAKAR
Genel Başkan

CHP’nin adayları kim olacak? - Tünay Süer
Hürriyet Gazetesinden Yenal Bilgici’nin ünlü siyaset bilimci ve tarihçi Mete Tunçay ile yapmış olduğu röportajında üstadın söylemlerini dikkatle okudum.
'Siyasette son 10-15 yıldır herkes iktidardan şikâyetçi ama bence daha da ciddisi bir ‘muhalefet sorunu’ var “ demiş.
Üstat haklı, aynı görüşü paylaşmaktayım.
AKP’nin karşısında çetin bir muhalefet olabilseydi Türkiye bu hale gelmezdi.
Bu düşünceme tüm muhalefeti katmaktayım.
HDP ne vaatlerle geldi ama sonuçta PKK uzantısı oluverdi.
MHP yi muhalefetten saymak komik olur.
Geriye bir CHP kalıyor.
Ana muhalefet partisi olan CHP ise ne yazık ki bekleneni veremedi.
Durum böyle olunca da meydanı boş bulan AKP istediği gibi at koşturdu.
CHP’nin en küçük hatası ile iktidar yandaşlarına da gün doğdu ve doğuyor.
Yandaş dedim de, Vatan Partisinin iktidardan yana olacağı hiç aklıma gelmezdi.
Evet, artık böyle düşünür oldum.
Muhalefete muhalefet eden ve yerden yere vuran bir parti konumunda bugün.
Birkaç hatırlatma yapayım.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek CHP’nin Adalet Yürüyüşünü insanların PKK ve FETÖ’yle birlikte yürümeye alıştırmak olarak değerlendiriyor.
Kılıçdaroğlu'nun bir koluna bölücü terör örgütü PKK'yı öbür koluna Fettullahçı Terör Örgütü'nü (FETÖ) taktığını öne sürerek, "FETÖ ve PKK'nın talepleri ile o yürüyüş götürüldü” iddiasını ortaya atıyor.
 Ve “İsteyen itiraz etsin bu tarihi bir tespittir, o yürüyüşe katılanlara, o yürüyüşü alkışlayanlara bonzai içirilmektedir. O insanlar uyuşturulmaktadır. 'Hapishanelerin kapısını açın' diye bağırmaya o insanlar alıştırılmaktadır"diyor.
(Vay vay vay!)
Şimdilerde son iddiası da CHP ve HDP nin 2019 seçimlerine birlikte girecekleri oldu.
Perinçek CHP ye sesleniyor.
“HDP’yi bırak, bu tarafa gel, vatanseverlerin yanına gel” diyor.(!)sadz
Yine konuşuyor ve diyor ki:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığına (!) kilitlenmiş bir kesim (!) olduğunu belirterek, "Amerika, Erdoğan'ı devirmeye teşebbüs ediyor ve bizim bir sürü aydınımız ve CHP, hemen Amerikan planlarının içerisinde mevzileniyor.”
Eh, Perinçek böyle konuşur da gazetesinde yazan, televizyonunda program yapanlar dururlar mı?
Mesela programlarını izlediğim Sabahattin Önkibar bu haftaki Alternatifte ,”Kılıçdaroğlu Amerikan mandacısı mıdır? Diye soruyordu.
Kılıçdaroğlu milli güvenlik sorunudur. Allah korusun iktidar olsa FETÖ ve PKK…
Çanakkale Meydanından PKK’ya selam gönderiyor, FETÖ’cülere sizi çıkaracağım diyor.
“CHP’nin Adalet Kurultayı’ndan HDP ve PKK ile ittifak çıkmıştır.”diyor.
Sonra da CHP’lileri adeta uyarıyor.
CHP’nin  % 90 nı milliyetçidir,% 2 si ırkçı ve FETÖ’cüdür diyor.
İsmet Özçelik Aydınlık Gazetesinde 9.9.2017 tarihli,” HDP li adaylar seçime CHP listesinden girecek “ başlıklı yazısında PKK-HDP kulislerinde PKK/HDP’nin, CHP ile masaya oturmaya hazırlandığı belirtiliyor. CHP’de bazı isimlerle gayrı resmi ön görüşmeler yapıldığını CHP’nin sıcak davrandığı iddiasını ortaya atıyor.
Plana göre, PKK/HDP, 2019’da yapılacak yerel seçimlerde Doğu ve Güneydoğu’da aday göstermeyecek. CHP’nin adaylarını destekleyecek.
“Peki, CHP’nin adayları kim olacak?
İşte işin sırrı burada…
CHP’nin bölgedeki il ve ilçe belediye başkanı adaylarını PKK/HDP belirleyecek.”diyor.
Tabi böylece gerek Aydınlık Gazetesi gerekse Ulusal Kanal ne yazık ki AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı aratmamış oluyorlar.
Elbette eleştiriler olacaktır düşüncelere saygı duymak gerekir ama eleştiri dozajını aşan sözler ancak iktidara yaranmaktan başka bir şey değildir benim için.
Kamuyu bu şekilde etkilemeye kalkmak Vatan Partisine de bir şey getirmeyecektir.
Ha, CHP’nin yanlışları yok mu?
Elbette var.
Yoğun baskılar altında bir referandum geçirdik.
Oysa Milli İrade eşit koşullarda yarışmakla olur.
Bizde öyle olmadığını biliyoruz.
Toplumun aklıyla alay edilircesine bir sonuç çıkarıldı.
CHP bence yeterince ses çıkartamadı.
Doğu ve Güneydoğuda sandıklarına sahip çıkamadı.
Her şeye rağmen CHP içinde öyle milletvekilleri var ki Allah için arı gibi çalışıyorlar ve halkın takdirini topluyorlar.
İyi ki CHP var dedirtiyorlar.
                                                                  ***
Gelelim AKP ye
15 Temmuzu Allahın takdiri olarak açıklayan Erdoğan 45 gün için ilan ettiği OHAL’i bir yılı aşkın zamandır kendi lehine kullanarak sürdürüyor.
Mete Tunçay OHAL kapsamında çıkarılan KHK'lerle ilgili ''Hükümetin Kanun Hükmünde Kararnamelerle yaptığı icraat da dehşet verici bir şey''demiş.
Haksız mı?
AKP ye muhalefet eden herkes ama herkes FETÖ cü yaftasıyla zindanlara kapatılmaktadırlar.
Bu gerçekten dehşet verici bir şeydir.
Oysa FETÖ yılanını bağrında büyüten iktidar değil miydi?
Aldatıldık, yanıldık demekle, özür dilemekle bundan kolayca sıyrılın mamalıdır.
Devletin başındakiler o rezile methiyeler dizerlerle, cahili, aydını da marifet gibi o caniye değer vermezler miydi?
Bugün devletin içinde halen bu örgütün adamlarının olmadığını kim söyleyebilir? ...
O zaman iktidara “önce iğneyi kendine sonra çuvaldızı başkasına batır “ demek yanlış olmaz sanırım.
Bu konuda söylenecek çok söz var tabi.
Yazımı uzatmamak için yazmıyorum.
Ülkemiz büyük bir kaos içindedir.
Biryandan dış, diğer yanda iç düşmanlar tarafından adeta işgal altındadır.
Ve ne yazık ki durum böyle iken iktidar partisi halkı bütünleştirmeye çalışacağına inadına dini alet ederek bölmeye çalışmaktadır.
Bu ülkenin kurucusu ve silah arkadaşlarına olmadık hakaretler yapılmasına göz yummakta ve adeta ödüllendirmektedir.
Yine ne yazık ki AKP gerilim stratejileri ile siyaset yaparak korkuyu örgütlemektedir.
CHP itibarsızlaştırılırken milli görüş yok ediliyor ve yerine ümmetçilik getirilmeye çalışılıyor.
Atatürk’ün çağdaşlaştırmaya çalıştığı Türkiye Orta çağa doğru yol almaktadır.
Ülkemizde sol diye bir şey kalmamış gibidir.
Çünkü birbirleriyle ideolojik ve şahsi kavgalar içine girmişlerdir.
Ekonominin durumu ortadadır.
5.1 büyümüşüz güya.
Bu bir aldatmacadır bence zira vatandaş çantasındaki paraya bakar.
Neyse dedim ya konuları deştikçe yazı uzayıp gidiyor.
Sonuç olarak Erdoğan’ın tüm yetkileri eline geçirmesi ve rahatça kullanmasına kadar geçen yıllar içerisinde, demek ki muhalefet partileri bir şey yapamamışlar meydanı boş bırakmışlar.
Parlamentoda çoğunluğu sağlayabilmek,  HAYIRcı kitleyi elde tutmak için hatta daha da yukarı çekmek için, CHP yazılan ve söylenen iddialara mutlaka net ve açık bir şekilde cevap vermeli ve halka kendisini,ne yapmak istediğini acilen anlatmalıdır.
Çok zor günler geçirmekteyiz asla kimseye aleyhte kullanılacak koz vermemeliyiz.
Verirsek te karşılığında haklılığımızı kanıtlayacak güçlü bir lider sesi ile gümbür, gümbür konuşmalıyız.

Tünay Süer
12 Eylül 2017

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget