Son Konular
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Eğitim Ferhan Şensoy Fikret Bila Fırat Kozok Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Sami Türk Hikmet Çetinkaya Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Kurtul Altuğ Köşe Yazıları Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Rıza Zelyut Sabahattin Önkibar Saygı Öztürk Sağlık Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Spor Sözcü yazarları Süheyl Batum Tarih Tarım Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Utku Çakırözer Uğur Dündar Uğur Mumcu Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yazı Dizileri Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen chp genel lozan muharrem ince Çiğdem Toker Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Ümit Zileli İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Şükran Soner

Kimler örgüt üyesi olmakla suçlanabilirler?-2
Bu yazı dizimizin ilkini;  “AHMET ÖZER VE ÖRGÜT ÜYELİĞİ” başlığı altında, koşulları ve kanıtları mevcut olmadığı halde,  haksız ve hukuksuz olarak,  PKK silahlı teröre örgütü üyesi olmakla suçlanarak görevden alınan ve tutuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet ÖZER ile ilgili olarak yazıp,  02/11/2024 tarihinde yayınlamıştık. 


İlk yazımızı,  fazla uzadığı için bir yerde sonlandırmak zorunda kalmıştık. 


Bu nedenle, iş bu yazımızda konuya devam etmek istiyoruz. 


İlk yazımızda,  illegal örgütlerin,  resmi üye kayıt defter ve belgeleri olmadığı için,  üyelerine ulaşmanın zorluğu ve imkansızlığından bahsetmiş ve kural olarak,  bir kişiyi illegal silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlayabilmek ve bunu kanıtlayabilmek için,  o kişinin; mensubu olmakla suçlandığı örgütün amacı ve stratejisi doğrultusunda, örgüt adına işlediği ve somut bir şekilde  dış aleme yansıyan eylem, faaliyet ve söylemlerinin saptanmış olmasının zorunluluğunu belirtmiştik. 


Aynı kriteri tekrarladıktan sonra, örgüt üyeliği ile örgüt sempatizanlığının da uygulamada karıştırıldığını, örgütün sempatizanı durumunda olan kişilerin dahi, hakız bir şekilde,  örgüt üyesi olarak suçlanarak  cezalandırıldıklarını,  üzülerek belirtmek istiyorum. 


Örgütün; bir veya birden ziyade,  hiçbir yasa dışı eylemine katılmadığı halde, örneğin sadece FETÖ Örgütünün lideri GÜLEN veya PKK Örgütünün lideri ÖCALAN'ın değişik posterlerini, özel konutunda bulunduran, örgütün kitaplarını, dergi ve gazetelerini, okumak için ve  sadece şahsına ait olmak üzere,  bir adetle sınırlı olarak,  kendi şahsi konutunda bulunduran, bu posterleri odasının duvarına asan, kullandığı akıllı telefon ve bilgisayarlarında bunlara yer veren, güvenlik güçlerince edinilen istihbarat raporlarının tespitlerine göre, aslında perde arkasından illegal silahlı bir örgüt tarafından düzenlendiği halde, insanların yasal olduğuna inandırıldıkları,  düzenleyicilerinin legal görünümlü kişilerin olduğu,  silahsız ve barışçıl toplantı ve gösterilere katılan, eylem ve söylemleri;  bu ve buna benzer sempatizanlık düzeyinde kalmış olan  kişileri,  varsayımlara dayalı olarak,  örgüte üye olmakla suçlayamazsınız. 


Hal böyle olduğu halde,  ülkemizin yargı uygulamalarında,  maalesef,  sempatizanlar da varsayımlara dayalı olarak örgüt üyesi olmakla suçlanmaktadırlar.  


Ceza hukukunda kıyas ve varsayımların yeri olamaz. Bir kişinin suçlanabilmesi için kesin ve inandırıcı eyleme dayalı somut deliler elde edilmelidir. 


Halen iş başında bulunan AKP iktidarı döneminde;  Gülen Cemaatiyle, 17/25 Aralık. 2013 çatışmasına ve 15 Mayıs 2016 darbe girişimine gelene kadar,  bizzat AKP iktidarı tarafından korunup kollanan ve beslenen, mensupları devletin güvenlik ve askeri kadrolarına ve tüm bürokrasiye yerleştirilen ve bu kadrolarda hakim düzeye ulaştırılan, eğitimde, sanayi ve bankacılık sektöründe söz sahibi haline getirilen, adeta bir kutup yıldızı gibi parlatılan, masum bir hizmet hareketi olarak değerlendirilen ve lideri hain FETÖ için;  bizzat dönemin Adalet Bakanı tarafından kendisine din alimi, saygın bir kişi olduğu iddiasıyla sahip çıkılan , muhalefetin FETÖ için söylediği silahlı terör örgütü lideri suçlamasının inkar edildiği,  Fetullah GÜLEN Cemaatinin ülkeye hizmet eden hizmet hareketini başlatan yasal bir dini cemaat olarak lanse edilen ve ülkemizde yaşaya mütedeyyin insanlarımızın kendisine  yönlendirildikleri, Cemaat referansı olmayanların devlet katında ve kadrolarında önemli mevkilerde yer bulamadıkları  bu cemaatin 15 Temmuz darbe girişimi ile açığa çıkan gerçek yüzünden hareketle; devletin tüm istihbarat raporlarına sahip olmalarına rağmen, FETÖ tarafından kandırıldıklarını iddia ederek,  sorumluluktan kaçan ve suçu üzerine almayan iktidarın; Cemaate ilişkin olarak  yarattığı olumlu algılarla,  hiçbir şeyden habersiz,  devletin istihbarat raporlarından ve gerçeklerden bihaber, kendilerini hizmet hareketi ifa eden mütedeyyin yasal bir cemaat  ve hizmet hareketi olarak gördükleri Cemaate samimi bir şekilde inanmış olan, dini inanışlarına göre faize karşı oldukları için,  cemaatin;  T. C. Yasalarına göre yasal olarak kurularak,  devlet tarafından para toplama lisansı verilen, 17/25 Aralıktan sonra da hain darbe girişimine kadar lisansı iptal edilmeyerek faaliyetine göz yumulan,  Bank Asya isimli katılım bankasına para yatırıp çeken, iyi eğitim verdikleri için çocuklarını cemaatin kontrolü altındaki okullarda parasıyla okutan, işsizlik cenneti olan ülkemizde,  Cemaatin yasal iş yerlerinde çalışarak nafakasını sağlamak zorunda kalan, neymiş efendim FETÖ Cemaati Balkan ülkelerinde etkinmiş gerekçesiyle,  seyahat özgürlüklerini kullanarak Balkan ülkelerine turistik seyahatler eden masum insanlarımızın bir takım varsayımlarla FETÖ Terör Örgütü Üyesi olmakla suçlanarak yargılanıp ağır cezalar almalarının, keza son örneğini yaşadığımız Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet ÖZER'in, PKK Silahlı Terör Örgütünün  amacı doğrultusunda,  örgüt adına işlemiş olduğu dış aleme yansıyan somut bir yasa dışı eylemi olmadığı halde,  PKK Silahlı Terör Örgütünün üyesi olduğu iddiasıyla görevden alınarak tutuklanmasının makul ve haklı hukuki bir izahı olamaz. 


Şayet diyorum, kesin bir yargıda bulunarak yargısız infaz yapmıyorum. 


Niyetimin,  hiçbir kişiyi,  boş yere ve haksız bir şekilde suçlamak olmaksızın ve nihai  değerlendirmesini okuyucularıma bırakarak soruyorum?


Doğmalarında, ilk ortaya çıkmalarında değilse de, sonradan gelişip bugüne gelmelerinde ve ülkenin başına dert olmalarında, devletin istihbarat raporları kendilerine sunularak aydınlatılmalarına ve tüm tehlikeden haberdar olmalarına rağmen;  özellikle FETÖ Terör Örgütünün,  darbe girişiminde bulunabilecek güce ve cürete ulaşmasına,  imzalarıyla, atama kararlarıyla, koruyup kollamalarıyla doğrudan katkı sunan  siyasal iktidarın mensupları,  sizce daha mı az suçlu ve masum?


Dini duyguları istismar edilerek kandırılan masum ve  mütedeyyin insanları yargılatarak zindanlara atanlara, Esenyurt Belediye Başkanını sudan sebeplerle delilsiz ve kanıtsız,  görevden alarak tutuklatanlara, nerede FETÖ'nün siyasi ayağı diye sorarlar haklı olarak.


04/11/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ahmet Özer Ve Örgüt Üyeliği
Uzun yıllar,  illegal silahlı terör örgütleriyle ilgili soruşturmalar yapmış emekli bir savcı ve sonrasında da aynı tür davalarda savunmanlık yapmış bir avukat olarak; silahlı terör örgütü PKK üyeliğinden tutuklanarak Esenyurt Belediye Başkanlığından alınan Ahmet ÖZER soruşturması nedeniyle;  bu yazımızda hukukçu olmayan okurlarımı, ”kimler örgüt üyesidir” konusunda  aydınlatmaya çalışacağım. 


Amacına ulaşmak için terörü ve cinayet, yaralama, gasp, adam kaçırma, devletin sivil ve asker silahlı kuvvetlerine ve kurumlarına yönelik her türlü bombalı ve silahlı şiddet eylemlerini yöntem olarak kullanan PKK ve benzeri örgütlerin,  illegal silahlı terör örgütü olduklarında hiçbir şüphe yoktur. 


Uygulamada bu konuda bir tereddüt ve anlaşmazlık yoktur. PKK ve benzeri illegal kuruluşların silahlı çete ve silahlı terör örgütü olduklarında herkes hemfikirdir. 


Uygulamada tereddüt, zorluk ve ihtilaf  yaratan husus;  kimlerin ve neye göre silahlı terör örgütü üyesi sayılacağıdır. 


Bu zorluk da;  terör örgütlerinin,  illegal örgütler olmalarından, yasa dışı olmaları nedeniyle,  örgüt üyelerini kayıt altına alacakları bir üye kayırt defteri ve beşge tutma mecburiyetinde  olmamalarından kaynaklıdır. 


Yasal;  dernek, siyasi parti, sendika gibi örgütlerde;  bu kuruluşların üyelerinin kayıtlı olduğu belge ve defterler olduğu için,  yasal örgütlerde üyelerin belirlenmesi adına bir zorluk yaşanmaz. 


Yasaya bağlı olmadıkları,  yasa dışı oldukları için,  üyelerini kaydedecek bir belge ve defter düzenleme yükümlülükleri olmamasına rağmen;  bazı silahlı terör örgütlerinin, bir zorunlulukları olmadığı halde, arşiv niteliğinde üye ve mensuplarını, bunlarla ilgili bilgileri kaydettikleri yazılı veya dijital materyaller olabiliyor. Güvenlik güçleri yaptıkları operasyonlar sonucunda bu tür materyallere ulaştıklarında, bazen bunların içeriklerinden de örgütün bazı mensuplarını ortaya çıkarmak mümkündür, ancak bu durum çok istisnai bir durumdur. 


Peki öyleyse bir kişinin illegal silahlı bir teröre örgütüne mensup üyesi olup olmadığını,  nasıl anlayacağız?


Her ne kadar örgüt üyesi olmak için örgü adına bir eylem yapmak mecburiyeti olmasa da, yani örgüt üyeliğinin statik bir statü ile de kazanılabilecek olmasına rağmen, bir kişinin örgüt üyesi olduğunun en önemli ve kesin kanıtı, o kişinin örgütün amacına yönelik olarak örgüt adına işlediği,  gün yüzüne çıkan,  silahlı veya silahsız her türden somut eylem ve söylemleridir. 


Özellikle silahlı terör örgütü PKK açısından dikkate alınması zorunlu hassas bir konu vardır ki; bu asla gözden kaçırılmamalı ve de unutulmamalıdır. 


Şöyle ki; 


PKK terör örgütünün üyelik ve militanlıklarına büyük oranda  kaynaklık yapan ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızdan oluşan ailelerin içinden;  dağa,  PKK üyesi ve militanı  olarak çıkan bir aile ferdi olabildiği gibi, aynı aileden,  aynı ana ve babadan doğan diğer aile fertleri,  yaşadıkları T. C.  Devletinin yasalarına bağlı ve saygılı kalabiliyorlar. Hatta dağa çıkan ve PKK terör örgütünün üyesi ve militanı olan bazı teröristlerin;  örgütün zoruyla dağa kaçırıldıklarını ve iradeleri dışında  PKK mensubu yapıldıklarını da biliyoruz. 


Yine yöredeki bazı annelerin;  PKK tarafından kaçırılarak zorla militan yapılan çocuklarının,  dağdan indirilmesi için devletimize sığınarak yardım talep ettiklerini de biliyoruz. 


Şöyle veya böyle, isteyerek dağa çıkan veya zorla dağa çıkarılarak PKK üyesi ve militanı olan veya yapılan bu insanlarımız da;  o yaşa gelene ve dağa çıkana kadar,  yöresinde okula gitmiş,  mahallesinde arkadaşlarıyla oynamış ve top koşturmuş iyi veya kötü bir arkadaş çevresi oluşturmuş, o yörenin sosyal yapısı içinde yer almış kişilerdir. Bu kişiler, sonradan PKK örgütüne katılmış olsa da, PKK üyesi ve militanı olmayarak temiz kalmış arkadaşlarıyla beşeri ve insani bağlarını tamamen koparmamış olabilir, eski hukuklarına, arkadaşlıklarına ve gönül bağlarına dayanarak karşılıklı olarak isimleri,  telefon numaraları üzerlerindeki bir kayıtta kalmış alabilir, örgütsel amaç dışında beşeri ve insani bir nedenle,  aralarında kısa bir telefon konuşması da olabilir. Örneğin bir ölüm sebebiyle, bir telefon taziye araması da yapılabilir, teröristin örneğin ölen annesinin veya babasının iyi bir insan olduğu da dile getirilebilir. 


Diyelim ki; birisi dağa çıkarak terörist olmuş,  diğeri ise, ülkesinin yasalarına saygılı ve bağlı kalmış PKK örgütü üyesi olmayan iki eski arkadaş arasındaki,  bu beşeri ve insani,  eski hukuklarına dayalı gelip geçici,  örgütsel olmayan ilişki,  bir vesileyle seneler sonra ortaya çıktı, şimdi siz,  bu dağa çıkan ve PKK militanı olan kişinin arkadaşına nasıl PKK üyesi diyebilirsiniz? Bu kişi,  PKK'nın amacını, stratejisini ve yöntemini benimsememiş, devletine ve onun  yasalarına saygılı kalmış, eline silah almamış, PKK adına hiçbir eyleme katılmamış ve katılmayı da düşünmemiş, PKK örgütünün suç teşkil eden eylemlerini övmemiş, örgüte yardım ve yataklık yapmamış, bu kişiyi nasıl PKK örgütünün üyesi olmakla suçlayacaksınız? Suçlayamazsınız kardeşim. Örgüt üyesi olmak o kadar basit, kolay ve ucuz değil.  


Bu nedenle, ülkenin bu acı sosyolojik  gerçeğini göz ardı eden bir ceza hukukçusu,  savcısı ve yargıcı,  büyük bir yanılgı içine girer. Bugün, ülkemizde, savcılarımızın;  örgüt üyeliğinin koşullarını,  yasaya aykırı olarak, sulandıran mantığından hareket edecek olursak, dağa çıkarak PKK militanı olan bir kişinin annesini de,  sen bu çocuğu niçin doğurdun? bu çocuğu doğurduğun için seni PKK üyeliğinden tutukluyorum demek gerekecek ve trajikomik bir durum ortaya çıkacaktır. 


Sonuç olarak belirtmek gerekirse; Türk Ceza Yasasına göre,  silahlı terör örgütüne üye olmak, bu örgüte doğrudan yardım ve yataklık etmek, örgütün propagandasını yapmak, örgütün eylemlerini övmek suç olup, Örgüt üyesi olmak ve örgüt üyeliğinden ceza almak için de; örgüt adına ve onun amacı doğrultusunda bir eylem gerçekleştirmiş olmak yasal bir zorunluluk olmasa da, bir kişinin örgüt üyesi olmakla suçlanabilmesinin yasal koşulu; örgüt üyeliğinin ispat koşulu ve kanıtı;  kural olarak,  gün yüzüne çıkan ve kanıtlanan,  örgüt adına ve onun amacı doğrultusunda işlenmiş somut eylemleridir. Bu eylemler kanıtlanamadan kimseyi örgüt üyesi olarak yaftalayamazsınız, tutuklayamazsınız ve belediye başkanlığını sonlandıramazsınız.  


02/11/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Cep telefonuma gelen bir videoda askeri doktorun anlattıkları
Devle Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı Meclise çağıran konuşmaları buna ilişkin eleştirilerin konuşulduğu şu günlerde cep-telefonuma-gelen-bir-videoda-askeri
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, herkesi şaşırtan bir açıklama yaptı. Bahçeli, İmralı Adası'ndaki cezaevinde tutulan terör örgütü elebaşı Öcalan'ın “'tecridi' kalkarsa TBMM'ye gelip DEM Parti kürsüsünden konuşsun” dedi. Katil, mahkûm Öcalan aynı istemi yakınları, avukatları, DEM lilerle de kamuoyuna iletemez miydi?  Bu istem üstelik daha önce de denendi ve sonuç alınamadı. Osmanlının zulmüne karşı direnen Toros Türkmenlerinin direniş türküsünün çağrıştırdığı gibi, “ferman Öcalan’ınsa dağlar bizimdir”(1) diyen dağlardaki PKK lılara ne denli etki edebilir. Nitekim Cemil Bayık’ından bilmem ne terör başına kadar Kandil’dekilerin, “biz silahları bırakmayız” diyen tepkileri geliyor.  Bahçeli’nin bu istemi ne kadar iyi niyetle söylenirse söylensin, PKK eylem ve katliamlarında 40 bin vatandaşımız kaybetmenin üzüntüsü ile şehit, gazi yakınları bu isteme şiddetle karşı çıkıyorlar.
Aşağıdaki olayları Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu’nun yaşadıklarını açıklayan insanın kanını donduran konuşmayı anlatan videoyu telefonuma bir dost tarafından gönderildi, bu videodan yazarak sizinle de paylaşmak için aşağıya alıyorum.
“Aşağı yukarı 92-93-95 gibi terörün en yoğun olduğu yıllar. Ben o zamanları yüzbaşıyım bir ortopedi uzmanı olarak Diyarbakır Askeri Hastanesinde çalışıyorum. 24 saatin yetmediği günler, gelen yaralının şehidin haddi hesabı yok. Bir yaralım mayına basmıştı, bir ayağını kesmek zorunda kaldım ertesi gün bribing yapıyorum, çocuğun başına geldim bana döndü dedi ki, “komutanım benim ayağıma kartondan bir ayak yapar mısınız” Anlamadım, dedim, “kartondan bir ayak yapar mısınız” dedi. Niye evladım ne oldu, dedim. “Komutanım, ben köyümün güreşçisiyim, benim ayağımı köyümde giderken annem böyle görürse kalbine bir şey olur diye korkuyorum, onun için bana kartondan bir ayak yaparsanız en azından bunu annem fark etmeyebilir” dedi.
O tavanın üstüme geldiğini nefesimin daraldığını, nefes alamadığımı hissettim. Onun gibi altı tane yaralım yatıyordu koğuşta ben, öteki yaralılar, hemşireler ağlamaya başladık. (Yazarken gözyaşlarımı tutamıyorum).
İki gün sonra annesi geldi hastaneye. Ben onu alıştırmak istedim, konuşmak istedim, annesi “hiç merak etmeyin” dedi annesi, bir Anadolu kadınıydı. Çocuğunun yatağının başına geldik, oğlu ayağını göstermemek istedi annesine ama annesi: “Evladım”, dedi, sen beni gazi annesi yaptın, bundan daha büyük bir mertebe olur mu? Ayağını vatan için vermişsin önemi var mı, sen hayattasın ya evladım” dedi. Yine nefesim boğulmaya yine tavan üstüme geliyormuş gibi oldu.
Şimdi bütün bunlar yaşandı, nice şehitler verdik, nice gazilerimiz var, yaralılarımız var, özellikle hendek savaşlarında 700 küsur şehidimiz var, binlerce yaralımız var. Henüz açılım sürecinden sonra olan olaylardan sonra şimdi de kalkıyoruz diyoruz ki, bir cani yani bir terörist başı yani bir çocuk katili “Meclise geldin konuşma yapsın”. Bunu söylerken Meclise konuşmak çok kolay, TEV kameralarına konuşmak çok kolay, ama evladını kaybetmiş, evladı şehit olmuş bir annenin babanın ya da evladı gazi olmuş bir annenin babanın o bir gazinin gözünün içine bakarak bir bu terörist başını “buraya getireceğiz, konuşacağız” diyebilecek misiniz? İşte bunları düşünün böyle bir karar alırken bu vatanın savunması için bu vatanın bölünmez bütünlüğü için bekası için canını esirgemeyen ve hiçbir şekilde gazilik ya da şehitlik mertebesinden çekinmeyen, ölüme giden bu gençlerimize subayımızın, astsubayımızın, uzman çavuşumuzun, erimizin ve o ailelerin gözünün içine bakarak bunu söyleyebilecek misiniz? Saygılar sunarım.”
Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Sonnot

(1)“Ferman padişahınsa dağlar bizimdir”.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)
Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinden 29 Ekim Kadınlar Derneği’nin destekleri ile “Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz” konulu panel düzenlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde 27 Ekim 2024 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın, Prof. Dr. Yazar Erendiz Atasu, Prof. Dr. Ülker Gürkan konuşmacı olarak katıldılar.

Panelde üçüncü konuşmacı olarak Prof. Dr. Erendiz Atasu konu hakkında şunları anlattı: “Her şey sıfırdan başlar, kafası alacak kapasitesi olana bunu öğretir galiba ben bunu öğrenmiştim. Ben bir yazarım, ekolüm hayat, hayata bakarım size de hayattan yola çıkarak Cumhuriyetin inişinin bir hikayesini, kısa bir hikayesini sunacağım.

Cumhuriyetin 101. Yılı elbette kutlu olsun, tamamen karamsar olmak için hiçbir neden yok. Çünkü yetişmiş elemanlarımız var, Cumhuriyet kurulduğu zaman nüfusumuz o kadar azdı ki yetişmiş elemanlarımızın büyük bir kısmı da şehit olmuştu. O kadar küçük o kadar küçük bir nüfusla Cumhuriyet yola çıktı ki, onların yaptıklarını, onların kat ettiği yolu gördüğümüz zaman, utanıyoruz aslında utanmamız gerek; gene de büyük bir yetişmiş nüfusumuz var. Değerini bilmesek de var, bir kısmı yurt dışına gitsek de var, şu anda yurt dışına giden gençlerimizin hiçbiri tamamen yurdundan kopmuyor, bakın bunu seçimlerde gördük, millet Amerika’da bilmem kaç eyaleti kat edip hem de arabasıyla filan birkaç trafik değiştirerekten gidip ikinci defa seçimde oy kulandı. Bu bize bir şey gösterdi, şimdi insanlarımız var çok nitelikli kadınlarımız var, iki tanesi burada, Ülker Hoca ile Şanal Hanımın hukuk alanında gösterdikleri mücadele gerçekten çok saygındır. Kadınlarımız çok gayretli, kadınlarımız vaz geçmiyor, kadınlarımız külyutmuyor. Yeter ki biraz ataerkil bir düzene gözlerini açmış olsunlar, ondan sonra külyutmuyorlar.

Cumhuriyet işin başında, nasıl bir ülke nasıl bir vatandaş buldu? Yanmış yıkılmış bir ülke, hani diyorlar ya “Osmanlıyı Mustafa Kemal yıktı”. Oysa Osmanlı çoktan yıkılmış, Osmanlının yıkılması II. Mahmut döneminde başlamış, yıkıla yıkıla Birinci Dünya Savaşına kadar gelmiş. Birinci Dünya Savaşından sonra öyle bir yıkılmış Osmanlı ki şehit olanların maaşını ödeyemiyor. İlgilenenlere tavsiyem ederim Zafer Toprak Hoca’nın Osmanlının son dönemini Cumhuriyetin ilk dönemlerine dair olan kitaplarını lütfen okuyun. Darvin’den Cumhuriyet, İnkılap ve travma, okuduğunuz vakit gözünüzden bir perde kalkıyor. Ben hep düşünmüşümdür on yıl kesintisiz harp etmiş bir memlekette ne adet kalır ne anane kalır ne yasa kalır ne din kalır. Ha yobazlık kalır ama din kalmaz, nitekim kalmamış camiler yakılmış yıkılmış işgal sırasında, insanlar ölüsünü gömecek imam bulamıyor, hangi din. Böyle bir ülke kim var ortada, bir avuç Osmanlı zamanında doğmuş, parasız yatılı okumuş, cumhuriyete sahip çıkan bir grup asker sivil aydın, genç aydınlar ya da orta yaşlılar bir grup aydın. Bir avuç milli mücadeleye katılmış toprak ağaları, şehirlerde çıkıyor mu çıkmıyor mu az miktarda ahali. Kırsalda sınırsız köy kitleleri okuma yazma bilmiyor, savaşta mahvolmuş, toprağı verimsiz vaziyet bu. Nüfus olarak az okumuş ama gayet etkili, yobaz grubu. 

Cumhuriyetin yola çıktığı olay bu. İnsanların birçoğu hasta, fiziksel olarak hasta. Bakın afet yaşıyoruz çocuk ölümleriyle, bu yaşadığımız felaket, ahlaksızlığın son mertebesi, şunu niye herkes sormuyor, bu bebekler niçin öldürüldü, kime ne kadar sağladı bu, bunun sorusunu soran ir cevap veren var mı? Neden öldürdüler çocukları? Yalandan tedavi etti “ilaç verdim” dedi vermedi, onun parasını devletten aldı. Niye öldürüyor, bu öldürülenler birilerine lazım. Hepimiz bunları düşünmemiz lazım. Cumhuriyetin ilk yıllarında hatta 1950 lirlerde verem bir, sırma iki, trahom üç, frengi dört kırılıyor ahali, özellikle yoksul ahali. Cumhuriyetin kamucu sağlık politikaları ilk on yıllarda 50 ye 60’a hatta 70lere kadar bu süzdü. Sağlık politikaları bu kadar vahşi olan bu hastalıkları durmadan ölüme sebebiyet veriyor. Verem, sıtma, trahom, frengi bunları ilk on yılda cumhuriyetin sağlık politikaları ve anlat hiç kimse onlara saygı duruşunda bulunmaz. Cumhuriyetin devlet memuru hekimleri, hasta bakıcıları, eczacıları canları pahasına çalışarak o nesilleri sağalttılar. Saygı duruşlarda bu uğurda hayatını vermiş sağlıkçıları lütfen anın.

Cumhuriyetin önemli sorun nüfusu çoğaltacak, ikinci sorun nüfus hasta, üçüncü sorun nüfus cahil, dördüncü sorun iktisadi üretim çok az, fakat tarım tamamen durmuş vaziyette Cumhuriyet ne yapacak. Cumhuriyetin kadroları sosyalist falan değiller, Cumhuriyetin kadroları Fransız Devrimi idealleriyle yetişmiş ona ulaşabilmişler zaman ve zemin icabıyla. Fransız İhtilali ile dünyaya yayılan özgürlükçü cumhuriyetçi, aydınlanmacı fikirleri özümsemişler ve onların yolunda iş görmek istiyorlar, vatandaş yaratmak istiyorlar, kuldan vatandaşa yükseltmek istiyorlar. Cumhuriyetin bütün yaptığı sonuç olarak bu vatandaşı yetiştirmektir ve o vatandaşı güvenceye alacak kurumları kurmaktır, yaptığı budur. İnsanı yetiştirmek ve o insanı güvenceye alacak kurumları hayata geçirmek. 

Peki biz bu kurumların kıymetini bildik mi? İkinci Dünya savaşından sonra İsmet İnönü, hayatımızı ona borçluyuz, İkinci Dünya Savaşına girmiş olsaydı muhtemelen şurada bulunan insanların onda biri doğmuş olacaktı ancak. İsmet İnönü bile partisinin sağ tarafına ödün vermekten kurtulamadı. Ondan sonra Demokrat Parti derken darbeler çağı başladı vs Cumhuriyet fikri hür, irfanı hür insanı yetiştirdi, ama ondan sonra gelenler, ilk kadrodan sonra gelenler bu yasanın kıymetini bilemediler.

Nüfusu üretken hale getirmek ve sağlığı düzeltmek ancak ve ancak kamucu politikalarla mümkündü. Dedim adamlar sosyalist falan değil, ama yurt sevgileri ve feci durum onları sosyalizme yakın önlemler almaya uygulamalar yapmaya doğrultuyor, çareleri yok. Atatürk’ten biraz bunun için emperyalist ülkelerin politikacıları nefret ediyorlar, saygıları var tamamen göstermelik. Onun yanında emperyalizme kafa tuttuğu için kızıyorlar, hem de onun zamanında girip sonra İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan, sonrasına kadar hatta 50 lere kadar dönemde bunu sosyalizm benzeri uygulamalar da dolaysıyla onun için kızıyorlar.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)

Eğitim seferberliği, parasız yatılı uygulamaları, her köye bir okul her köye bir öğretmen ve tabi doruğunu Köy Enstitülerinde buluyor. Köy Enstitülerindeki fikir Atatürk’e ait. Uygulayan İnönü, destekleyen İnönü, canını verecek Köy Enstitüleri için İnönü, fakat sonra öyle bir sıkışıyor ki İnönü sağ tarafı, ilk kapatan da İnönü, Demokrat Parti kapatan değil, Demokrat Parti köküne kibrit suyu döker.

Kadın Devrimi de elbette bir açıdan toplumu üretim haline geçirmek, insanları üretken haline geçirmek yani hem sosyal hem sanayide entelektüele varmak, İnadına bununla alakalı. Doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in dehasıyla alakalı. Mustafa Kemal daha 1918 yılında hatıralarını tuttuğu deftere “Mustafa Kemal’in Karsbak Notlar” diye kitapta Afet İnan Mustafa Kemal ağdalı Türkçesinden biyomik Türkçesine aktarmış, ama aslında mevcut, Mustafa Kemal’in söyledikleri mevcut, orada Mustafa Kemal ise kadın erkek meselesini kökeninde cinsel ahlakın olduğunu böyle cinsel falan demeden ana mükemmel anlamıştır diye yazıyor. Kadına farklı erkeğe farklı ahlak uygulamasına karşı çıkıyor, bunun yanlış olduğunu söylüyor. Bunu anlamak nedir, bunu anlamak kadın bedeninin bir meta olarak bir eşya olarak sahip verilecek kullanılacak icabında atılacak icabında yok edilecek bir eşya olarak kabul edilmesidir, toplum tarafından. Sade erkekler değil, kadınlar tarafından da. Bunun farkında, 1918 yılında aydınlanmanın vatanı olan ülkelerdeki Birinci Dünya Savaşı’nın sorumlusu da o ülkelerdir aynı zamanda, orada Hiçbir yere herhalde böyle bir şey düşünmedi, aklının köşesinden bile geçmedi. Atatürk böyle bir adam, kadın devrimini Atatürk’ün dehasına borçluyuz. Nüfusumuzu üretken hale geçirmede de onun çok alakası var. Bu meselede, benim yaşım 70 in bir hayli üstü; çocukluğumda ben de gördüm Anadolu şehirlerini. Babam taşralı b ir ailenin çocuğu idi, annem Selanik’i İstanbul’u daha okumuş bir aileden. Babam eşraf ailesinin çocuğu idi, parasız yatılı okumuş ve bayağı din kurumunu sorgulayan bir insandı, bu sorgulama nerede başlamış, ilkokulda küçücük yatılı iken, çünkü sabahın köründe çocuklar sabah namazına kaldırılıyorlar, uyanamıyor çocuklar ana kuzusu daha yavrular, uyanamayanlar falakaya çekildikten sonra namaza kaldırılıyorlar. Bu uygulamayı yaşayan bir insan karakter sahibi ise bu kurumu sorgular. Eğer köle olmaya bir tabiatı varsa tamamen onların aparatı olur.

Niye şimdiye kadar imam hatip okulları açıldı, birkaç zaman önce 29 Ekim Kadınlar Derneği de andı Bahriye Üçok’u. Bahriye Üçok senatör kürsüsünden haykırıyor 1970lerde AP Partililere CHP’lilere hepsine. Diyor ki, “bakın durmadan imam hatip okulu açıyorsunuz”, haddim olmayarak ben ilave ediyorum muhterem devletim bir taraftan bir sol rüzgâr esiyor, ne o niye denetlemiyorsun, niye bunları açıyorsunuz yapmayın, 30 sene sonra bu ülkeyi bu insanlar yönetecek” diyor. Kimse bu uyarının ne kadar gerçekçi ne kadar haklı olduğunu anlayamıyor, anlayanlar varsa da anlatamıyorlar. Benim çocukluğumda din bahsinde muhafazakâr diyeceğimiz ailelerin içerisinde beş vakit namaz kılan, üç ay oruç tutan, bayramdan bayrama namaz kılan, Ramazan’ın başında sonunda ortasında oruç tutan ve de bunların hiç birisini yapmayan insanlar, aile bağları çok sıkıydı o günlerde, birbirleriyle kavgasız yaşarlardı, yoktu böyle olay. 

Örtünme bahsinde örtünmenin gelenekle ilgisi vardır. Örtünmenin dinle Kuranla ilgisini kurmuyordu, örtünme tabi ki yaygındı ama gelenek, erkek saygıyla alakalı bir genetikti, çok fark var şimdiki ile arasında. Türkçe ’de eski bir laf vardı, “başı açık o….” Siz anlarsınız ne demek istediğimi, “başı açık günahkar” denmez, “başı açık mürtet” denmez, “başı açık gavur” denmez, “başı açık münafık” denmez, “başı açık o….” deniyor. Örtünme Amerikan zenci hareketinin ve Müslüman kardeşlerin formatıdır, ama bunu anlatamadık. Bunu kendi arkadaşlarımız, feminist arkadaşlarımıza anlatamadık.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (3)

Cumhuriyetin yolu neydi, baştan aydınlanmacı, laik, karma ekonomi, devlet ekonomisi karşıda karma bir ekonomi, ziraat sektör ve devlet sektörü; şimdi devlet sektörünün işe girmesinin zararları oldu mu? Evet oldu, devlet eliyle zenginleştirmeler başladı, bu yozlaşa yozlaşa hoop şirketlerin vergilerinin bir kalemde silinmesine kadar ulaştı. Bir karma ekonomi, sonra ne oldu, sonra İkinci Dünya Savaşından sonra dünya değişti. Bakın karma ekonomiden ayrılıp tamamen giderek kapitalizme teslim olmanın bir eleştirisini yapacak durumda değilim. Ama hayatın içinde sonuçlarını görüyorum. Şunu da görüyorum, tamamen kapitalizme yöneldikten sonra başladı, laiklikten ve aydınlanmadan verilen ödünler arttı arttı. Neden, çünkü kapitalizmin hele bizim gibi vaktiyle sömürgen ülkelerin biriktirdiği servet birikimini biriktirerek bizim gibi yoksul ülkeler için kapitalist gelişme bir şeye muhtaç, ona a muhtaç gerçekten adam var, nedir o ucuz işgücü, ucuz iş gücüne ihtiyaç başka birer birer eğitimden birer birer üretimden feragat edildi. Bir tarım işçisi ya da bir fabrika işçisi kendi üretim işinde durduğu verilen köle ücretine razı olur mu olmaz, razı olsun diye bu ödünler verildi. Peki ne yapacaksın bu yoksul insanlara, sefaleti yaşıyorlar bu dünyada onlara bir öbür dünya vadedeceksin, gelsin tarikatlar, gelsin şu bu. Bunun buraya varacağını ne Demokrat Parti ne CHP ne SHP ne DP’nin ardınları hiç biri bunu göremedi. Zannettiler ki bu din olayını kendi kontrollerinde tutabilirler. Tutamazlar, tutamazsın, çünkü insanın doğrudan doğruya kendi bedeniyle, ölüm korkusuyla çelişkilidir. Ona yapıştı mı sonuna kadar, ben inanca karşı değilim insanda bir vade önemli değil, ama ona böyle bir cankurtaran gibi sarıldı mı ona hükmeden dini kurum ve bütün ülkeye hükmeder. Özal döneminde tamamen liberalizme teslim olduk. AB liğine alabilirliğimiz alınmamız alınıp alınmayacağımız çok şüpheli iken Gümrük Birliğine girdik. Belki bunların mantık süreci vardır, mutlaka iyi niyetle yapılmıştı, ama sonuç çok kötü oldu. Belki ek önlemler alınmalıydı belki gerekli sebepler vardı ki onlar yöneticiler buna gittiler. Ama sonuç ne oldu, ama bugün bakın tarımımız ölü, giderek öldü. Üretici hiçbir şey kazanamıyor, tarlasını icrayla satıyor. Biz tüketici kedinin ciğere baktığı gibi bakıyoruz. Ben 30 sene hizmetten birinci derece devlet memurluğundan profesör emekli maaşımla bekliyorum ki elma insin, hafta sonunda indirim olacak elmada bekliyorum ki elma alayım diye. Ben böyleyken haram paraya ulaşmamış insanlar, kara paraya ulaşmışlar daha düşük ücret alan insanlar acaba ne halde”.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (2)
Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinden 29 Ekim Kadınlar Derneği’nin destekleri ile “Cumhuriyet Kazanımlarının Neresindeyiz” konulu panel düzenlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde 27 Ekim 2024 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak Dışişleri Eski Bakanı, SHP eski Genel Başkanı Murat Karayalçın, Prof. Dr. Erendiz Atasu, Prof. Dr. Ülker Gürkan konuşmacı olarak katıldılar.

İkinci konuşmayı yapan Prof. Dr. Ülker Gürkan şunları anlattı:

“Ben Cumhuriyetin ikinci kuşağı olan bir ürünüyüm. Annem ve babam Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış olan kişilerdi. Cumhuriyetin değerlerini onlardan öğrendim. En başta babam 18 yaşında Çanakkale Savaşına gönüllü olarak gidiyor fakat hastalığı için Maraş’a gönderiliyor. Orada işgal yıllarında Fransızlarla çarpışıyor, böylece işgalin ne olduğunu, bağımsızlığın ne olduğunu bilen bir insan olarak bana daima Cumhuriyetin değerlerini aşıladı. Annem Osmanlı döneminde doğmuş yaşamış kardeşleri üniversiteyi bitirmiş doktor olmuş vs onu okutmamışlar meraklı okuyan bir kadın. Arapçayı da bildiği için Kuranı da çok iyi bilen bir insandı.  Açıldık ama daha Osmanlıda iken bile kapanmaya karşı idik, Kuran’ın hiçbir yerinde kadının teni görülmeyecek diye bir şey yoktur” derdi. Annem daima doğruları söyleyen bir kadındı, ben de o yüzden doğrucu başı oldum, yalan söylemeyi kendime yediremedim hiçbir zaman.

Çocukluğum çeşitli Anadolu kentlerinde geçti, Antep hatıralarım kuvvetlidir, ben 90 buçuk yaşındayım. (Alkışlar). Antep’te ablam karma liseye gidiyor, arkadaşlar gelir kız erkek beraber ders çalışırlar. O zaman Şarkın Paris’i Gaziantep, orada kır gezmesine çıkardık. Oradan Mardin’e geçtik yıl 1938, bir gün baktım sokakta herkes ağlıyor, ne oldu “Atatürk öldü”; kim bu Atatürk diye sorduğum zaman babam, “ona çok şey borçluyuz biraz büyü o zaman daha iyi anlayacaksın demişti, halkın üzüntüsünü anlıyorum. Arada bir Maraş’a giderdik o zaman kapanmış insan görmüyorum, kentlerde sosyal gelişme de başlıyor, bir değişim var. 1940 Aralık ayında Ankara’ya geliyoruz, elektrikle tanışıyoruz, gaz lambalarını bir kenara bırakıyoruz. Annem babamı zorlayarak tayinini Ankara’ya çıkardı “kızlar okuyacak” diye, “eğitim imkanları orada var” diye. Ben daha okula gitmeden hevesleniyorum, alfabeyi öğreniyorum, harfleri birbirine çarparak okumayı öğreniyorum. Annam derdi ki, “Arapça harfleri ile okumayı zor öğrendik, ama Latin alfabesi ile kurslara da giderek iki ayda okumayı öğrendim”. Ben de Harf Devriminin önemini anlatmak için Latin harfleri ile kısa zamanda okumaya başladım, burada Harf Devrimini vurgulamak istedim. Öğretmenlerimizin çoğu kadındı ve herkes Cumhuriyete şükran duyuyordu. Bize daha altı yedi yaşındayken bunları öğretmeye başladılar. Sosyal sorumluluk aşılarlardı, iki kızın arasına yaramaz erkek çocuğu oturtup “siz sorumlusunuz bundan” derlerdi. Necati Bey İlkokulu Ulus’ta karma 50-60 kişilik sınıflar. Her sınıftan insan var her aileden çocuk var, mebus çocuğu da var, işçi çocuğu da var, Bent Deresi’nden gelen çocuklar var, ama hepimizi kaynaştıran bir öğretmen.

Kadınlara çok şey vadeden bir kadın öğretmenim vardı, bize mandolini ile çok güzel şarkılar öğretirdi, marşlar öğretirdi, bir avcılar korosu öğretmişti, operadan alınan bir marşmış. Müsamere yapalım bunu deyince ben dedim ki, kadın avcı olmaz ki dedim, ertesi günü kadın avcı kıyafetini getirdi, böylece kendi sorumluluğumuzu öğrenmişiz. Ablam 17 yaşında yevmiyeli olarak çalışmaya başladı, 18 olmadığı için, arkadaşlarının çoğu bankacı, babamın yanına gidiyorum, birçok insan mevcut ama çoğu kadın çünkü savaş yılları, erkeklerin açık bıraktığı alana kadınlar gitmiş kadınlar kurutuluşu bir yerde bu. Fakat toplumda henüz sosyal ve hukuki statülerde tam bir birleşme yok, bir asri kadın tipi çiziliyor. Genellikle hali vakti yerinde olan bir eşin himayesinde, biraz tepeden bakan dışarıya çıkınca şapka giyen asri kadın, çalışanlar biraz hor görülürdü. Ben çalışarak Hukuk Fakültesine devam ederken bana acımışlardı demişlerdi ki, “sen harçlığa yetinmiyorsun sen başladın çalışmaya” diyorlardı, hiç hayır dedim ben aileme yardım etmek için çalışıyorum, para kazanıp yardım ediyorum”. Beni devlet okuttu yatılı okudum şimdi de hizmet edeceğim. Hukuk fakültesine gidiyorum, tıp istedim olmadı, çok pahalı olduğu için babam da borçlu olduğu için hayır dedim ben de ablam gibi çalışacağım, çalışarak okuyacağım dedim ve başladım çalışmaya. Başarılı olduğum için de o zaman hukuk fakültesinde hocalarımız biraz dil bilen öğrencileri seminer adı altında toplantılara davet ederdi daha doğrusu bir rica ederdik ve dahil olurduk.

Orada 195 yıllarında iki hocamız vardı, hoca benim ödevim beğenmişti, bunu da duyunca başka birisinden asistan olmak istedim. “Alırım” dedi. Ama Yavuz Abadan beyi ikna edeceksin dedi, Yavuz Bey istemedi beni haklı tanımıyor beni, birinci ikinci sınıfta çalışmamışım, çalıştığım için devam etmemişim, tanımıyor. O sene iki kız arkadaş iki erkek asistanlığa müracaat etik bizim için sınav açıldı. Sınavda başarılı oldum, yalnız seni bir sene deneyeceğiz ondan sonra karar vereceğiz” dediler. Rahmetli Bülent Hoca da “kız çok ufak tefek sınıfa nasıl hâkim olur” diye endişesini belirtmiş. Sonra yumuşatıldılar.

Böylece ben fakültede asistan oldum, 1950 li yıllar. Hakikaten kadınlar giderek artan sayıda çalışan kadın var. Çalışma önemli, lise mezunları hemen iş buluyor, lise mezunu olmayıp da ihtiyacı olanlar daktilo kurslarına girerek daktilo oluyorlar, Amerika’da nasıl “kadınlar daktilo kadınların kurtuluşu” derse, bizde de iyi eğitim görmemiş kadınlar için iyi oldu daktilosu kursu ile çalışmaya başladı. Fakat yavaş yavaş üniversitelerde kadın öğrenci sayısı artmaya başladı, birkaç sene sonra da kadın akademisyenler ön plana çıkmaya başladı.

1960 lı yıllarda ben asistan olduktan sonra, benim alanım hukuk fakültesi hukuk sosyolojisi, bir ayağım yere basıyor, sosyolog olarak, bir ayağım felsefeci olarak daha iyiye yönelik, bu kesin dengelemeye çalışıyorum benden kadınlar hakkında konferanslar isteniyor ve ben anlatıyorum Cumhuriyetten neler kazanmışız, nasıl olmuş ve hep biz örneklerden bahsediyoruz. 50 ler 60 lar çeşitli alanlarda başarılı olan kadın örnekleri anlatılıyordu. Fakat yetmedi ben 60 da 67 de Amerika’da burs kazanarak oraya gittim ve ikinci dalga feminizm denilen feminizmle tanıştım. Aklım birçok şeye ermeye başladı, benden Türkiye hakkındaki durumu soruyorlar. Ben kentli kadınlarından bahsediyorum her hakka sahip kadın olarak, kırsal kesimin kadınlarından ilgim hemen yoktu gibi, çünkü bilmiyordum gerçek durumlarını. Döndük geldim, ben iyice kadın sorunlarına merak salmaya başladım. Çünkü kadın devrimi Türk Devriminin en önemli parçasıdır. Hiçbir İslam ülkesindeki kadınlar laik bir ortamda Türk kadını kadar yararlanamamıştır. Dini baskılar maalesef son derece egemendiler bu yüzden İslam toplumlarında kadının toplumsal statüsü yani toplum ve topluluk içindeki değer ve hiyerarşideki yeri ile hukuk statüsü son derece düşüktür. Ama Türkiye’de Atatürk Devrimleri ile kadının hukuki statüsü çok gelişmiştir, birçok bakımdan Avrupa ülkelerinden. Ama şunun farkına varılmıştır ki eğitim gören kentli kadınlar yaralanabiliyor.

Bu alanda çalışmalara başladım, tabi ben hukukçu olduğum için bu alanda ve ilk işim Medeni Kanun’u Rıza Kütük ceza kanunun eleştirmek oldu. 1975 Dünya Kadınlar kongreleri yapılıyor, Türkiye’de yapıldı ve ben orada Medeni Kanun’u eleştirileri sunuyorum. Özellikle Medeni Kanun’daki mal rejimlerini, mal rejimleri denince zaten kimsenin aldırdığı yoktu ve üyeleri olduğuna göre en demokratik yol mal ayrılığı idi. Ben onların kötülüğünü ortaya koydum, çünkü kadının emeği ihmal ve ihlali oluyordu. Tanıdığım çevrede kadınlar çalışıyor parayı kocanın eline veriyor, elinde hiçbir şey kalmıyor.

Cumhuriyetin Kazanımlarının Neresindeyiz (2)

Annemin parasıyla Yenimahalle’de bankaya yatırılarak bir ev alındı babamın üstüne, annem buruk bir yüzle hoş karşılamadı ben de hak verdim ona. Bunun farkına vardım, kadın erkek eşitliği birçok yerde sözde, özde değil. Ceza Kanununda Türk kadının aleyhinde bir sürü hüküm. B ununda üzerinde durmaya başladım, bunun üzerine konferanslar vermeye başladım. Bir konferansta bir Refah Yol ya da Doğru Yol partisine mensup bir milletvekili benim bu tarzdaki konuşmalarıma çok kızmış ve demiş ki bana, (sonradan laf ediyorlar) “bu kadının kocası boşar, bu evli değil, öldüyse mezarında ya dönmüştür” demişler, “o kocası da yok hiç merak etmeyin bekar” demişler. Rahatsız oldu erkekler.

1970 ler 80 ler, fakat yavaş yavaş kadın hareketi başladı Türkiye’de, yavaş yavaş kadın dernekleri güçlendi, birbirleri ile  birlikte çalışmaya başladılar. Üniversitelerde de bu alanda merkezler kurulmaya başladı. Bu arada kadın hareketi ile bir bilimsel çalışma alanı olarak feminizm gelişmeye başladı ülkede. Fakat ülkemiz bakımından feminizmin topluma yönelerek kadın hareketine dair faaliyet göstermesi lazımdı. Ben ve arkadaşlarım onun için gayret ettik. Ben AÜ Kadın sorunlarının başına getirildim. Çevremde genç dinamik feminizmi çok iyi bile gençler var, ama ne yapacağız uyandırmak için, başladık konferanslar düzenlemeye, konferanslarda işlemeye başladık. İlk önce kadınları durumlarından şikâyet etmeye yönelttik. Kendi sorunlarının farkına varsın diye. Ve böylece biz Mamak’a gittik, orada kadınlara konferanslar verdik, uyandırmaya çalıştık, kadının biri diyor ki “ben kocamdan sigara istemeye utanıyorum”, niye, o çalışıyor sen ne yapıyorsun, çamaşırı bulaşığı kim yıkıyor, çocuklara kim bakıyor, erkeğin cinsel durumunu kim tatmin ediyor, bunları dışarıda yapmaya kalksan masraf ne olacak, şaşırdılar. “Doğru” dediler, kadının da hakları vardı, mal ayrılığı onlar için idealdi, çünkü diyorlardı ki hali vakti yerinde kadınlar, bizim elimizdekiler gidecek, gitmedi, ondan sonra dünyadaki medeni kanunların değişim çizgisini izleyerek Türkiye’de uygulamayı düşündük, Türkiye’de de yeni bir medeni kanununa ihtiyacımız olduğu hususunda ısrarlar etti, pek çok alanda konferanslar verdim, çalışmalar yaptım ve kadın hareketiyle birleşen bir faaliyet olduğu için Türk Medeni Kanunu’nu değiştirdik. (Alkışlar)

Ama bugün ne oldu, medeni kanunu değiştirilmeye çalışılıyor. Boşanmada çok mustarip erkekler nafakadan. Kızınızı okula göndermezsiniz, karınız çalıştırmazsınız, onun kazanımlarının üstüne oturursunuz, ondan sonra dersiniz ki vay efendim ne nafakası olmaz. Bırak kız okusun, çalışsın kazansın, dikkat ederseniz çalışan kadınların çoğu tenezzül etmiyor dahi nafakaya. Ve bugün siyasal İslam’ın ortaya çıkardığı garabetler içinde maalesef boğulmaya başladık. 80 lerden başlayan bu hareket maalesef özellikle bu tek adam rejimi dolayısıyla T.C. sultanının yönetiminde son derece boğucu bir hal aldı. Evet sultanlık nerede ise, hanedan yalakaları ve sultan başımızda. Hepimiz bunun için mücadele etmek zorundayız. Bize Cumhuriyetin kazandırdığı değerleri yeniden hayata geçirmek için. Hukuki statüsüyle kadının sosyal statüsünün yeniden eşit bir düzeye getirmek için, ben getirdim kişiliğim bakımından ama istiyorum ki herkes alsın bütün kadınların olsun”.

Cevat Kulaksız kulcevat 599@gmail.com.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız Ve Cumhuriyetimizin 101. Yaşı Kutlu Olsun
p>Bayramların en büyüğü, Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyetimizin ilanının 101.  yıldönümünü kutlamaya başladık. . 


Bu sene de,  en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramını ve Cumhuriyetimizin 101. yıldönümünü, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi,  yine buruk kutlayacağız. 


Cumhuriyet ve onun temel kurucu ilkeleri ve Cumhuriyetin kurucusu ATATÜRK  ile sorunları olan AKP iktidarı döneminde,  tüm milli bayramlarımızı, özellikle de Cumhuriyet Bayramımızı,  kısıtlı ve buruk kutlamaya alıştık artık. 


Daha doğrusu,  bizler alışmadık ama, Cumhuriyetimizin  ikinci yüzyılının başlangıcında kurtulmayı çok arzu etmemize rağmen kurtulamadığımız AKP iktidarı;  bizi bu duruma alıştırmakta kararlı gözüküyor. 


Mutlaka bir bahane bularak, Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarına sınırlandırma getirmeyi, kutlamaların yoğunluğunu ve coşkusunu asgari düzeye indirmeyi alışkanlık  haline getirdi. 


Bu sene,  29 Ekim 2024 de Cumhuriyetin 101. yaşını, millet olarak,  ikinci yüz yıla yakışan görkemli bir şekilde kutlayacağız ama, saray iktidarında bu konuda yine  hiçbir kıpırdanma ve hareketlilik yok, muhalefet cephesi de aynı suskunluk içinde maalesef,  kendi dertlerine düşmüş durumdalar. 


İktidar, FETÖ ile kol kola iken, aynı hedefe birlikte yürürlerken icat ettikleri kutlu doğum haftasını,  23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına alternatif bir kutlama haline getirerek,  23 Nisan Bayramını gölgelemeye çalıştıkları gibi, Cumhuriyetin 101.  yılını kutlayacağımız bu sene de,  kutlamaları etkisizleştirmek için TUSAŞ'a yapılan silahlı saldırıyı bahane edecekler sanırım. 


İktidar;  bu davranışıyla,  Cumhuriyeti ve Cumhuriyetimizin 101. yılının önemini ve görkemini, asla gölgeleyemeyecek, 101. yaşına basan Cumhuriyetimizi itibarsızlaştıramayacaktır,  itibarsızlaşacak birileri varsa, bunlar da,  iş başındaki siyasal iktidardır. 


Cumhuriyetin;  en başta laiklik olmak üzere,  tüm değerlerine sadık olan  biz Cumhuriyet ve ATATÜRK sevdalıları, Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyetin 101. yılını, iktidarın tüm engellemelerine rağmen,   hak ettiği değerde ve  coşkuda kutlamakta kararlıyız. 


Saray yönetiminin arka baçesi olarak faaliyet gösteren Diyanet İşlerinin başındaki malum şahıs da, eski tutumunu bozmayarak Cuma hutbesinde yine Cumhuriyeti ve kurucusu ATATÜRK'ü yok sayma cüretini göstererek, adeta laik Cumhuriyete ve ATATÜRK'e meydan okumuş olup, laiklik ve Cumhuriyet karşıtı bu eyleminin hesabını iktidar değişiminde yargı önünde mutlaka verecektir. 


Yenilenecek iktidar döneminde, senelik bütçesi birçok önemli bakanlığın bütçesinden de fazla olan Diyanet İşleri Başkanlığının lağvedilerek, İslam dini dışında çeşitli dinlerden vatandaşlara sahip olan laik bir Cumhuriyet Devletine yakışacak şekilde,  yürütme organına bağlı,  “Müftülük İşleri  Genel Müdürlüğü” adıyla, çok dar bir kadro, teşkilat ve bütçeyle yeniden yapılandırılmasını ve sürekli açık veren genel  bütçemizin büyük bir yükten kurtarılmasını umut ediyor ve bekliyoruz.  


Hepinizin, Cumhuriyet sevdalısı Milletimizin Cumhuriyet Bayramını,  yürekten kutluyor, bu vatanı ve Cumhuriyeti bize kazandıran ve emanet eden  ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarını, rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Mekanları cennet olsun. 


29. Ekim. 2011 yılında,  Cumhuriyetin 88. yıldönümünde,  yine çok kısıtlı ve buruk olarak kutladığımız Cumhuriyet Bayramı nedeniyle, bundan  on üç sene önce yazdığımız ve güncelliğini hiç kaybetmeyen,  “ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!” başlıklı yazımızı, aşağıda sizlerle yeniden ve aynen paylaşıyorum. 

28/10/2024

Güner YİĞİTBAŞI 

Hukukçu


ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!

Ben,  Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim. 


Ben,  Cumhuriyet çocuğuyum,  bu nedenle,  Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.  


Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek,  bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere,  tüm sıkıntılarına,  yokluklarına ve zorluklarına katlanarak,  Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım. 


Hayatın cilvesi işte,  her şey iyi ve yolunda giderken,  tabii bir afet olan depremin,  Van ve Erciş'i vurması üzerine,  yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak,  hayata veda ettim. 


Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra,  29. Ekim. 2011 de,  Cumhuriyetimizin 88.  kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı.  Tek arzum;  öğrencilerimle birlikte 29. Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle,  ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp,  onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime,  Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak; onların,  Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti. 


İnanın,  depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam,  beni  hiç üzmedi,  tek üzüntüm,  29. Ekim. 2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı. 


Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı.  Ancak,  benim için kısmet bu kadarmış. 


Ülkemizde,  Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş,  insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için,   deprem yüzünden hayatımı kaybederek,  Cumhuriyetimizin 88.  kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen,  teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.  


Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da,  ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte,  tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek,  Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan,  insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek,  teselli bulacaktım. 



Biliyordum ki;  benim yapamadıklarımı,  arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar,  Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88. yıl dönümü,  tüm ülkede coşkuyla kutlanacak,  Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları,  minnetle anılacak,  bu coşkulu kutlamalarla,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve  hak ettikleri cevap verilecekti. 


Heyhat!


Bir de ne duyayım;  her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden,  demokrasiden,  Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN,  bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta,  çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında,  Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini  iptal etmiş. 


Gerekçe olarak da,  benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş.  Asıl beni üzen husus da,  Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline,  benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan  Van depreminin gerekçe yapılarak,  benim cansız bedenimin,  bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır. 


Oysa ki,  benim tek arzum ve vasiyetim,  geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından,  Cumhuriyetin 88.  kuruluş yıl dönümü olan 29. Ekim. 2011 bugün,  Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı.  Şunu da ilave edeyim;  Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama,  görüyorum ki,  ölenle ölünmüyor ve herkes,  olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.  


Kaldı ki,  ülkemiz,  tabii afet olsun,  PKK terörü olsun,  çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor,  bu koşullarda,  Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda,  hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık.  Önümüzde,  bir de dini Kurban Bayramı var.  Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum. 


İşte,  en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının,  hem de,  benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle,  şimdi ben gerçekten öldüm. 


Sizlerin,  kutlanması yasaklanan,  ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum. 


Hoşça kalın.


29. Ekim. 2011

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget