Ergenekon öcüsü her konuda ‘susturma’ için kullanılacak mı?

Bir “darbe olacaktı” iddiası yıllardır toplumu, yargıyı, basını esir almış durumda.. Toplumu esir aldı; çünkü 4-5 yıldır aralıksız olarak “Ergenekon” haberleri, imzasız mektuplar, ıslak-kuru imzalı belgeler, bilgisayar notları, belgelere sözüm ona “sehven” yapılan polis ilaveleri.. Ülkesinde toplumun eğitimine ve sağlığı konusuna hayatını vermiş Türkan Saylan gibi bir sivil toplum abidesinin bile şüpheli haline getirilip terörle ilişkilendirilmesi ve hayatının son günlerinde en çirkin, ona asla yakıştırılamayacak dedikodularla suçlanması (buna rağmen dimdik duruşundan vazgeçmedi o cesur kadın), o dahil birçok saygın insanın evlerinin “PKK teröristine yapılmayan yöntemlerle” aranması ve polisler tarafından itilip kakılarak götürülmesi.. gazetecilerin yazdıkları nedeniyle “terör örgütü üyesi” gösterilmesi, iddialarla cezaevine konmuş insanların “hayatlarındaki en önemli yakınları” ölürken bile son bir konuşma için izin verilmemesi.. Suikast iddiaları, orduya ait araçların ve kozmik odaların aranması, telefon dinlemeleri, en ilgisiz konuşma ve ilişkilerin “terör sorusu” haline getirilmesi.... Bunlar ve benzeri olayları duyarak geçti yaşamın her günü..
EN KANLI CİNAYETTEN ÖNEMLİ..
Yargıyı esir aldı; çünkü “yargı” deyince akla sadece “Ergenekon soruşturması” geldi, tüm dikkatler yalnız buna kilitlendi. Ve o yıllar içinde duyulan, gündeme gelen hiçbir önemli konu ve en canice olaylar, kadın ve çocuk cinayetleri, çocuklara tecavüz ve işkence, kadın tecavüzleri, 11-13 yaşında çocukların evlendirilip hamile bırakılması aralıksız sürerken bu vahşet bile “darbe ihtimali” iddiaları kadar önemsenmedi, yargı kadın ve çocuklara karşı vahşette “mağdur”ların yanında olmadı, tam aksi yönde kararlar çıktı.
Basını esir aldı, çünkü her olay Ergenekon’la ilişkilendirildiği, en ilgisiz konu bile siyasi çıkarlar nedeniyle “ideolojik” hale getirildiği için, “sırf görevini doğru yapmak” adına olayları-gelişmeleri çarpıtmadan yorumlayan veya haber yapan (ve bunu da onlarca yıldır yapmakta olan) gazeteciler, televizyoncular büyük baskı altına alındılar.. Ergenekon’la ilişkilendirilerek tutuklanan gazeteciler “içerde” tutuklu olurken medyanın geriye kalanı “dışarda” tutuk ve tutuklu kaldı.. Siz istediğiniz kadar daha sonra “suçun niteliği değişmiş olabilir, bu nedenle..” gibi anlaşılmaz gerekçelerle içerdekilerden bazılarını bıraksanız da o baskı (sözlü olarak yapılan diğer baskılarla , işten çıkarmalarla, gizli sansürlerle birlikte) ortada durmaktadır.
ANNESİ ÖLÜRKEN..
Şimdi tabii bu yazdıklarım “bir darbe iddiası varsa soruşturulmasın” demek değildir, ama bu soruşturmadaki abartıyı, bakanların da vurguladığı gibi “hükümlü” değil, “tutuklu” insanları ölmekte olan anaları veya eşleriyle bile son kez görüştürmeyecek, tek kişilik ve kötü şartlardaki hücrelerde tecrit halinde tutacak, mahkum olmadan “yargısız infaz”larla “terörist” etiketi yapıştıracak abartıyı kimse göz ardı edemez. Bu abartıyı fark etmek için sadece “27 Nisan’da verilen muhtıra”yı hatırlamak yeterlidir.. Siyasi demeçlerde, yazılarda, yabancı basının yorumlarında hep “ordu muhtırası” olarak geçen ve sırf o nedenle “ordunun 2000’li yıllarda bile hala darbe isteği içinde olduğu” imajı oluşturan ve insanların (İlker Başbuğ’un bile ) tutuklanması için zemin hazırlayan bu muhtıra soruşturulmazken “iddialar” üzerine insanlara darbeci muamelesi yapılması çelişki değilse nedir?
İşte abartıya son örnek; suçu ve cezası henüz kesinleşmediği halde, şu anda mahkum değil, tutuklu olduğu halde, çok önceden başvuru yaptığı halde Dursun Çiçek ’in kanser hastası annesi ölürken son bir kez görmek için ona izin verilmemesi ve “gömmek için” verilmesi de çok acı bir durum değil mi? Daha önce de benzerleri görüldü, bunlar devlete yakışır mı?
Balyoz Davası’nda tutuklu 365 sanık “Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman”ın tanık olarak dinlenmesini talep ederken ve Aytaç Yalman “Böyle bir iddia varsa en iyi biz biliriz, bize sorulmalı” demişken, konuşacağına söz vermişken onların dinlenmemesi büyük çelişki değil mi? Olaylar bir an önce ortaya çıksın isteniyorsa ve o kadar personelleri sıkıntı içindeyken konuşmamaktaki ısrarları garip değil mi?
GÜL, ARINÇ, BABACAN..
Medyaya dönelim; Hrant Dink davasıyla ilgili yazan gazeteciler için de, Sivas katliamı sanıklarının “zaman aşımı” öne sürülerek serbest bırakılmasına tepki gösterenler için de, Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tahliyeleri konusunda yorum yapanlar için de “Ergenekon’un bu konularda kamuoyu oluşturmaya çalışması” şeklinde yazılar çıkıyor.. Bu medya üzerine konan nasıl bir baskıdır düşünebiliyor musunuz? Demek ki bu ilişkiyi aklınıza getirmeniz için en ufak bir neden olmayan konularda bile hep “Ergenekon”u düşünmek zorundasınız.. Haksız bir tutuklamayı veya bakanların da artık vurgulamak zorunda kaldıkları “uzun tutuklulukları” siz yazıyorsanız her an okka altına gidebilirsiniz.
Peki aynı şeyi “Bu tutuklamalar kamu vicdanını rahatsız ediyor, savcı ve hakimler daha özenli olmalı” diyen Cumhurbaşkanı Gül’e veya Şık ile Şener’e “geçmiş olsun” diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a, “Hapishanelerde insanların hayatları kararıyor, tutuklayıp içeri atıyorsunuz. Hapishanelerde 140 bin kişi var, çoğu tutuklu, hükümlü değil” diyen Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a da söyleyecekler mi?
‘SAĞLIĞA ZARARLI’ KONULAR!
Çok önemli bir konu bu.. Mesela çıkarılmaya çalışılan ve kesintisiz eğitimi “4+4+4” şeklinde bölecek olan yeni “Eğitim Yasası” ile ilgili yorumlar da, yasa Genel Kurul’a geldiğinde “Ergenekon”la ilişkilendirilirse ne olacak? Komisyon safhasında bile bu konuda farklı düşüncesi olanlar acele “ideolojik tepkiler” sınıfına sokulduğuna göre o da olabilir.. Ben gerçekten sıkıldım artık yahu, içim bayılıyor bunları yazarken.. Çözülmez, içinden çıkılmaz yün yumağı gibi yeminle söylüyorum.
Bari medya için “sağlığa zararlı” konuları haftada bir liste halinde açıklasalar da herkes ona göre şekil alsa!
*****
Kahraman öğretmenler!
Diyarbakır’da annesi ve 7 kardeşiyle yaşayan 14 yaşındaki ilköğretim okulu öğrencisine 4 canavar tecavüz etmiş.. Yolda yürürken o çaresiz ve kendilerine karşı koyamayacak çocuğun önünü kesmiş ve zorla kaçırarak saldırmış, sonra da “konuşursan çektiğimiz fotoğrafları ailene ve arkadaşlarına veririz” diye korkutmuşlar. Alçaklığın zirvesi bu olmalı, daha ötesi yok..
Akıllı kız bu tehditlere boyun eğmeyerek olanları rehber öğretmene anlatmış. O harika öğretmen E.Y, mağdur öğrenciden şikayetini yazılı olarak alıp müdüre vermiş ve işleme koymasını istemiş.
Bunun yapılmadığını görünce “müdürlerin olayı kapatmak istediğini” öne sürerek polise başvurmuş ve tecavüzcülerden 3’ünün yakalanıp tutuklanmasını sağlamış. Olayı kapatmaya çalışan iki müdür hakkında da soruşturma başlatılmış.. Daha önce de “sözleşmeyle satın alınan ve evlenilen kız çocuk” skandalında ve başka olaylarda; E.Y gibi davranan, olayın peşini bırakmayarak korkusuzca suçluları yakalatan öğretmenleri duyduk. Onlar tüm ödülleri ve övgüleri hak ediyorlar, keşke kadın kuruluşları ve Bakanlık onlara en güzel ödülleri verse, biz de ülkeye duyursak..
Öte yandan, o suçluların tamamı yakalanmalı ve (ihmali yapan müdürler dahil) hafif cezalarla kurtulmamaları sağlanmalı..Yine kadın kuruluşları ve Kadın Bakanlığı, Adalet Bakanlığı bu konunun takipçisi olmalılar, bundan önemli ne olabilir ki?.. Eğer kadın ve çocuklara karşı bu ortaçağ vahşetinin bitmesini istiyorsak daha önce duyulan olaylarda da, bu olayda da cezaların tam verilmesini sağlamak gerekiyor. Yazık oluyor bu çaresiz çocuklara, telef olmalarına göz yumulmasın artık!
Yorum Gönder