Temmuz 2015
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Terörü araştırmak neden işinize gelmedi? - Eren Erdem
7 Haziran’dan beri, CHP Milletvekilleri olarak heryere gittik. Her kriz noktasında olduk. Tatil sevdasına düşmedik.

Sorumluluğumuzun farkında bir tutum içerisinde, Sivas’tan Başbağlar’a tüm hak arayışlarının yanında, her mücadele alanının içinde yer aldık.

Verdiğimiz kanun teklifleriyle, halkımızın TBMM’den beklentilerine yanıt olmaya çalıştık.

Son olarak, son zamanlarda artan terör olaylarına yönelik bir ‘komisyon kurulması’ gündemiyle TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırdık.

Bu çağrıyı yaparken, yaşanan süreci ve günübirlik gelmeye başlayan şehit haberlerini, IŞİD tehlikesini masaya yatırdık.

Bu tehlike, an itibariyle yaşanmakta, günübirlik şehit haberlerinin yanısıra, IŞİD’in tehtidleri tırmanmaktadır.

Tüm bu meseleleri TBMM gündemine taşımak, TBMM’yi tatile çıkartmak yerine, bu sorunlar üzerine çalıştırmak adına bir komisyon teklifi verdik.

Peki ne oldu?

Akşama kadar şehit ve terör kavramlarını dilinden düşürmeyen MHP’nin desteğiyle teklifimiz reddedildi.

TBMM, AKP ve MHP eliyle ‘tatile çıkartıldı…’

Elbette biz bu kaos ortamında ‘tatile çıkan’ partilere bol güneşler diliyoruz. Biz, halkımızın verdiği sorumluluğun farkında olduğumuzu ve durmaksızın çalışmaya devam edeceğimizi bildiriyoruz.

Ve TBMM’nin gündem dışı bıraktığı ‘terör komisyonunun’ yapması gerekenleri yapmak üzere bugün Adıyaman’a gidiyoruz.

Adıyaman’da, Diyarbakır ve Suruç bombacılarının mahallelerinde incelemeler yapıp bir rapor hazırlayacağız. Ve bu rapor dahilinde, krizin boyutlarını ele alacağız.

***

Siyaset, hesapların alanıdır. İdeolojik ilkeler ile ‘ülke çıkarları adına ilkeli duruş sergilemek’ arasında elbette ince farklar vardır.

Biz, öteden beridir ilkeli bir tutum içerisinde, halkın atfettiği sorumluluğun bilincinde siyaset yapma gayreti ile mücadele ediyor ve ‘insan hayatının tatilden daha önemli olduğunu’ söylüyoruz.

Buna karşın, HDP’nin yemek yediği lokantadan yemek yemem tavrı ile siyaset üretmeye çalışanların TBMM’yi getirdiği nokta ortadadır.

Günübirlik gelen cenazeleri engelleyecek bir komisyonun kurulmasının hayatiyetini kavrayamamış olanların, bu kaosta payı olduğunu söylemek fevkalade doğal olacaktır.

Keza, kaostan beslenmek, kaosun tırmanmasından rahatsızlık duymamak sanıyorum böyle birşeydir.

Bu minvalde, kaosu değil barışı, kavgayı değil kardeşliği savunan ilkeli duruşumuzda ısrar edeceğimizin bilinmesi gerektiğini ifade etmek isterim.

Koalisyon ihtimalleri ve erken seçim
CHP vatandaştan bir yetki aldı. Aldığı yetki bağlamında, 14 temel koalisyon ilkesini deklare etmiştir.

CHP, lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği yetki üzerinden, bu ilkelerde ısrar eden bir tutum ile, her siyasetle görüşür.

İlkeler ekseninde siyaset yapar ve ülke çıkarlarını herşeyin üzerinde tutar.

Keza, CHP’nin bu yapıcı tutumu kamuoyu tarafından taktirle karşılanmaktadır.

Yapılan anketler, CHP’nin yükselişini açık biçimde ortaya koymakta, dinamik ve güçlü kadrolarıyla CHP, Türkiye’nin kaostan çıkışı için en önemli kurtuluş seçeneği olarak gücüne güç katmaktadır.

 Eren Erdem / YURT


Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi
Ulusal Eğitim Derneği üyeleri ile ona gönül vermiş emekli öğretmen, akademisyen ve sanatçılardan oluşan 30 kişilik bir grup,     Gönen mezunları buluşma günü için ile 24-26 Temmuz 2015 günlerinde, Isparta, Denizli, Afyonkarahisar bölgesindeki, tarihi, turistik yerlere eğitim ve inceleme gezisi düzenlediler.
Ekip, yol boyunca, şarkılar türküler, anılar, fıkralarla eğlenirken, ekip başı, Köy Enstitüsü çıkışlı Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan’ın okulla ilgili anıları beğeni ile izlendi. Ayrıca, müzik eşliğinde Ressam Derya Saatçioğlu, Ressam Demet Adalı, kütüphaneci H.Elif Yalçın’ın çeşitli oyunlar yolculuğa neşe kattı, yol boyunca zaman zaman dans ettiler.
Ekip, ilk gün 24 Temmuz günü Dinar İlçesinde bulunan Büyük Menderes ırmağının Suçıkan Parkı ve hemen yanında bulunan müzeyi ve doğal güzellikleri, şelaleyi beğen ile gezdiler. Daha sonra, ekip başı Mehmet Ayhan’ın Gönen İlçesi’nin Aydoğmuş Köyünde düzenlenen Aşure gününe katılıp köylülerin kazanla pişirdikleri kavurmalı pilav ve aşureyi yediler.

Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi
 Ankara’dan gelen eğitimciler, yöredeki mağaralar ve öteki turistik yerleri gezdikten sonra, Pamaukkale civarında termal havuzu da olan bir turistik otelde havuz keyfi yaptılar. O yörede oluşan, sanki kar yağmış gibi görülen bembeyaz traverten oluşumlarını izlediler.
25.7.2015 günü Denizli, Isparta yöresini gezdikten sonra Gönen Köy Enstitüsü’nün yerleşkesine geldiler.  26.7.2015 günü Şimdilerde Gönen Fen Lisesi bahçesinde Gönen Mezunlarının 25. Buluşma gününde coşkulu törenler düzenlendi. Törenlere, 1940 lı yıllarda Köy Enstitüsünde okumuş olan yaşlı emekli öğretmenler, öğretmen oğulları-kızları, öğretmen torunları ile tören alanlarına gelmişler, mezon olduktan sonra veya 30-40 yıl görmedikleri öğretmen arkadaşlarını kucaklayarak gözyaşları ile karşıladılar.
Gönen Köy Enstitüsü’nün 1953-54 mezunlarından 84 yaşındaki Bekir Altındemir, yedi yıllık Almanca Öğretmeni Mona Altındemir’le birlikte baba kız öğretmen, yanlarında Hayrünisa Hanımla Gönen’deki törenlere gelmişlerdi.

Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi
 Bu arada şair ve yazarlardan Hidayet Karakuş, Kemal Yalçın, yazar, şair Emekli Öğretmen Neşet Gökoğlu, şair ve yazar Özbek İncebayraktar gibi yazarlar törenlere katılırken, açılan standa kitaplarını okuyuculara imzaladılar.
Gönen Mezunları Derneği Başkanı Halil Şen açılış konuşmasında şunları söyledi:
“-Derneğimizin amacı yılda bir defa da olsa dönem mezunlarını buluşturmak, yeni kuşağa, yıllardır bitmeyen dostluğun, arkadaşlığın ve kardeşliğin duygusunu aşılamak, bu bayrağın onlara teslim etmektir. Bu programın oluşturulmasına katkıda bulunanlara, verilen yemeğin masrafını üstlenen Âdem Yücedağ’a teşekkür ederim”.
Gönen Kaymakamı Coşkun Öztürk konuşmasında şöyle dedi:
“-Biraz önce Tekirdağ’dan geldiğini söyleyen 80 yaşındaki bir hocamızla tanıştım. Maşallah Ta oralardan geldiğinize göre, bu dayanışma ötürü sizleri tebrik ediyorum.  Bundan sonra da, yıllarca bu buluşmanın devamını diliyorum. Köy Enstitülerini incelediğimizde 1936 yılından başlıyor macerası; köy ve şehir arsındaki farkın kapatılmasına yönelik olarak bir çalışma için kurulmuş, baştaki müfredatın da yüzde ellisi kültür dersler, yüzde 25 i tarım dersler ve bunun uygulaması yüzde 25 i sanat ve teknik konulara ayrılmış, gerçekten o dönemim ihtiyaçları göz önüne alınarak yapılan bu programlar çalışma neticesinde birçok eğitmen yetişmiş, sağlık memuru yetişmiş, öğretmen yetişmiş, sanatçı, yazar, bürokratlar yetiştirmiş bu enstitü. Bu enstitüyü kuranlara, çalışan öğretmenlere ve oradan mezun olup Türkiye’ye ışık olan öğretmenlerimize ne kadar teşekkür etsek azdır, onlara şükran borçluyuz”.

Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi
 Gönen de görev yapmış emekli öğretmen Hüseyin Seçmen şunları söyledi:
“-Değerli Kaymakamın, Tekirdağ’dan geldiği söylediği genç benim. 1964-1971 yılları arasında öğretmenliğimi yaptım, üzerime düşen görevleri yaptığıma inandım. Benim yetişmem katkıda bulunan Gönen’e teşekkür etmemek elde değil, mutluyum”.
 Gönen’de öğretmenlik yapmış İhami Ersan şunları söyledi:
“-67-78 yılları arasında sekiz buçuk öğretim yılı öğretmen ve yönetici olarak çalıştım. Pek çok arkadaşımın bildiği gibi, bir başka öğretmen olarak yayıncılığı seçtim, 31 yıllık yayıncılık mesleğinden sonra da emekli oldum. Burada tören konuşmalara yapılırken, bir yandan da hasretler dindiriliyor. 75 yıl geride bıraktı Gönen’in sönmeyen ışığı. Bu 75 yıl içinde son fen lisesi adıyla altıncı isim değişikliği, ama hepsinin ortak paydası Gönen’li olmak, köy enstitüsü ruhunu, üretime dönük ruhunu yaşatıyor olmak. Buna sekiz buçuk yılda olsa, burada bir şeyler öğretirken, bir şeyleri de öğrenmekten çok mutlu oldum. Bu birlikteliğin, bu yıl beşincisi yapılmakta olan birlikteliğin devam etmesini istiyorum. 20-25 Side buluşmasına katılmanızı diliyorum, iyi ki varsınız, iyi ki geldiniz, bu ideali biz yaşatıyorsunuz”.

Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi
 Gönen mezunlarından 57-64 yılları arasında eğitim gören Çocuk kitapları yazarı Hidayet Karakuş şunları söyledi:
“-Ömer Seyfettin, “ben Gönen’de doğdum” der. Babası orda görevlidir, orda doğmuştur. Ama ben gerçekten, ruhen, yaşam olarak köyden çıkıp, gerçekten Gönen’de doğdum. Gününün ışığından yararlandım, onun ışığı ile bu günlere geldim. Sizlerle buluşmanın sizlerle birlikte olmanın kıvancını, mutluğunu, heyecanını her zaman yaşadım, bundan sonra da yaşayacağımı biliyorum. Şu hava, şu güzel görüntü, Gönen’in kültürel anlamda yarattığı bir görüntüdür. BU görüntüyü gelecek kuşaklara, burada sunuculuk yapan güzel kızımız ve arkadaşları götüreceklerdir, buna inanıyorum”.

YARGILANDIM KİTAPLARIM İMHA EDİLDİ AMA BEN AYAKTAYIM
Almanya”da öğretmenlik yapmayı sürdüren Kemal Yalçın, şimdiye kadar 25’e yakın kitap yazdı. Eserleri 20 dile çevrilen yazarın pek çok ödülü de bulunuyor. Aynı zamanda TÖB-DER kurucularından olan yazar, Avrupa Yazarlar Birliği üyesi olarak da çalışmalarını sürdürüyor. Almanya”nın Bochum Kentinde AWO adlı dernekte de çalışmalarını sürdüren yazarın “Emanet Çeyiz” adlı eseri mekân olarak Honaz”da geçiyor. Son eseri Haymatlos ise Nazi zulmünden kaçan İnsanların dramını anlatıyor.

Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi
 Denizli’li ünlü yazar Kemal Yalçın, bir dizi etkinlik için Denizli’ye geldi. Eğitim İş Binası’nda sevenleriyle buluşan Yalçın, “Bugüne kadar yazdığım 20 kitapta da insanların yaşamları var” dedi.
Denizli Honaz doğumlu olan ve Türkiye’nin ismini dünyaya taşımayı başaran ünlü Gazeteci Yazar Kemal Yalçın, Eğitim İş ile Mimar Süleyman Boz’un organize ettiği söyleşi ve imza günü için Denizli’ye geldi. Eğitim İş Denizli Şubesi’nde sevenleriyle buluşan Yazar’ın hayatından kesitleri ve bugüne kadar yazdığı kitaplar 28 dakikalık dia gösterimiyle anlatıldı.  Yazdığı 20 kitabın da içeriğinde ülke insanları olduğunu ifade eden Yalçın, “Bu ülkenin insanlarının sorunları, sıkıntıları, mutluluğunu kaleme aldım. Ömrüm olduğu sürece de yazmaya devam edeceğim” dedi. Gösterimde Gazeteci Yazar Yalçın’ın bugüne kadar aldığı ödüller, yaşadıkları, hayat felsefesi de ele alındı. Gazeteci Yazar Yalçın, daha sonra Eğitim İş’teki etkinliğe katılanlar kitaplarını imzaladı.
Kemal Yalçın Denizli’deki bu katılımdan sonra, ertesi günü (26.7.2015 Pazar) Gönen’deki etkinliklere katılıp, kitaplarını imzaladı ve aşağıdaki konuşmayı yaptı.
“-…Beni yaratan tüm öğretmenlerime teşekkür ederim. 53 yıl önce, 11 yaşında bu okula gelmiştim. Anamın babamın yerini öğretmenlerim doldurdu. Rahmetli okul müdürümüz Mehmet Kahvecioğlu, geceleri yatakhanelerimizi dolaşır, açık olanların üstünü örter, uyuyamayanlara sorar, “neyin var oğlum senin” derdi. Bu öğretmenlerimiz bize analık yaptı, babalık yaptı. Ölenlerin hepsinin önünde saygı ile eğiliyorum, yaşayan öğretmenlerime sonsuz uzun ömürler diliyorum, tebeşir tutan ellerinden saygıyla öpüyorum. Bu okul beni besledi, büyüttü, bu okul beni insan etti, yazar etti, dostluğu, arkadaşlığı, hasreti bu okulda öğrendim; araştırma, doğru düşünme yöntemini Gönen’de öğrendim. Okuma yazma, yazarlığı Gönen’de öğrendim. İlk şiirimi Gönen’de gül bahçelerinde yazdım. Betofin’in 9. Senfonisini şimdi harabe olan müzik hanede dinlemiştim.(Alkışlar) Benim kişiliğimin ve yazarlığımın temelleri burada atılmıştır. Bu çamları bizler dikmiştik, bu bahçeyi bizler yaratmıştık. (Alkışlar). On yıl yatılı okudum, TC ve TC vatandaşlarım beni on yıl besledi, büyüttü, ne yapsam halkımı borcumu ödeyemem. 42 yıldan beri yazıyorum. Bu güne kadar 25 kitap yayınladım, kitaplarım on dile çevrildi. Hem yargılandım, kitaplarım imha edildi, ama ben ayakta kaldım, biz ayakta kaldık, ayakta kalmaya devam edeceğim. 2013 yılında Dünya İnsanlık ödülü bana verildi. Türk insanlık barış ödülünü ben almıştım; yazmaya devam edeceğim, bu buluşma bana büyük heyecan verdi, çok mutluyum. İlk işliğimizi, yatakhanemizi, demircilik öğrendiğim çok mutlu oldum; Sevgili öğretmenlerime çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız, bu dünya bu Türkiye ve bu Isparta sizlerle güzel, iyi ki varsınız diyorum hepinize”.
79 mezunlarından işadamı Aydın Öcal (davetlilere verilen 1500 kişilik yemek sponsoru), konuşmasında Burdur, Isparta, Denizli, Afyon gibi çevre illerden olup burada öğrenci ve öğretmenlere, başarıyı artırmak için çok başarılılara burs vermeyi önerdi. Ülkemize kaliteli eleman yetiştirmeyi başlatmak istiyoruz”.
Anadolu Öğretmen Lisesi Mezunları eğitim ve Dayanışma Derneği adına Anadolu Öğretmen Lisesi mezunlarından Muhammet Sönmez şunları söyledi:
“-Biz Ankara’da yöremizdeki gençler arasında birlik ve dayanışmayı sağlamak için bir dernek kurduk, bu dernekle bu yöredeki etkinlik ve insanlar arasında yardımlaşmaya hazırız”.
1953- 54 mezunu Bekir Altındemir, şunları söyledi:
“-84 yaşında Gönen Köy Enstitüsü bir mezun olmuş öğretmenim. Bundan böyle bu toplantıyı bu kalabalıkla değil, bunun on misli kalabalıkla yapalım. Buranın adı ne olursa olsun, bütün mezunlar ve insanlar burayı sevmekte ve sevecektir”.
1945-1946 mezunu emekli öğretmen Kazım Yıldız şunları söyledi:
“-Ben 1930 doğumlu emekli öğretmen Kazım Yıldız.1945 de kızlı erkekli iki şübe idi, A-B şübesi.  Çarşıya çıkıyordum, bir kız arkadaş, “bana bir gecelik takaron” alır mısın” dedi. Cebimde beş lira para var. Isparta’ya gitmiştim. Birkaç dükkana sordum, bulamadım, yoktu.O zaman Isparta küçük bir yer. Neticede bir dükkâna girdim, gecelik takaron var mı dedim, “var “dedi adam. Bir ohh çektim. Bir lira kaldı. Vitrindeki camda takaron var mış, gece sürülen kremmiş. (Tokalon kremi istiyormuş) Ben bunu bilmiyordum, köylü çocuğuyum ben. Kaç para dedim, 75 kuruş dediler. Cebimdeki parayla alabilir miyim diye düşündüm. Arkadaşıma takdim ettim. 45 yılında tokalon kremini arkadaşımdan öğrendim, krem olduğunu”.
“Canlı bir hatıramı daha anlatmak istiyorum. İlk tayinim Keçiborlu’nun Aydoğmuş köyü idi. Zamanım olsa, size buranın kuruluşunu neler yaptığımızı, Köy enstitülerinin ne olduğunu anlatırdım. 1939 da Köy Enstitüleri, köye öğretmen, eğitmen kursu olarak açıldı. Benim ilk olarak gittiğim Aydoğmuş köyünde yanımdaki arkadaştan biri eğitmendi. Eğitmen çok iyiydi, çok iyi yetiştirirdi. Sene sonunda bir liste yapmış, 35 öğrencisi vardı. Bana dedi ki, “sene sonuna giriyoruz, ne kadar sınıfı geçer, ne kadarı sınıfı geçer şunlara bir bakalım mı” dedi. Ben kendine, okulun başöğretmeni olarak, senin kararlarlın doğrudur, dedim, öğretmen yanlış yapmaz dedim. O zaman 7 yedi yaşında okula giderdi, Ahmet on bir yaşında idi. Öğretmenin ricasını kıramadım, peki dedim. Kendi kendime, Ahmet  Ahmet’e yönelerek, Ahmet okuma yazmayı öğrenmişse diğerlerine bakmaya lüzum yok, dedim. Ahmet tahtaya geldi, Ahmet sınıfı geçtin mi dedim, “geçtim öğretmenim” dedi. Peki, sınıfı geçtim” diye yaz tahtaya dedim. “Sınıfı geçtim” cümlesini yazamadı. Jak Takalon gibi bir şey oldu. Öğretmenin mahcup olduğunu gördüm, Ahmet’e, sen AT yazabilir misin, dedim. At yazdı Ahmet; oku dedim, “beygir” dedi. AT yazıyor Ahmet beygir “okuyor.(kahkahalarla gülüşmeler ve alkışlar) Eğitmen’e dedim ki, Ahmet’i geçir, dedim. Bir le ikinin farkı yok ikide öğrensin, dedim. Ahmet geçti. Çok anılar var ama zaman yok”.
Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan da şunları söyledi:
“-Ankara’dan gelen 30 kişilik grubun adına sizleri selamlıyorum. Grubumuzun içinde Türkiye çapında ressamlarımız vardır. Bir tanesi, yöremizde daha önce Atatürk’ün, İnönü’nün resmini yapmış olan meşhur İbrahim Çallı’nın torunu Yaşar Çallı aramızdadır sizlere selam sunar. Derya Saatçioğlu, Demet Adalı ve diğer ressamlar, diğer felsefeciler öğretmenler size saygılar sunarlar. Bu mutlu günümüzde eğlence ve esas amacımız nedir? BU kurum 1940 da Köy Enstitüsü olarak kurulmuştur. Köy Enstitüsünün ruhu nedir? Size küçük bir Atatürk anısıyla bunu anlatmaya çalışacağım. Ondan sonra Allahaısmarladık diyeceğiz.
1934 de Atatürk Gaziantep’e gider. Antep valisi, Atatürk ve kafilesini alır, yakın bir köye götürür; yakın bir köyde evleri temizlik yapılıyor, evlere badana ettirmiştir, Atatürk de burayı iftiharla göstermek ister.  Fakat o sırada, Atatürk köye geldiğinde, kahvenin önünde tavla oynayan, kâğıt oynayan kendileri ile ilgilenmeyen halka Atatürk biraz kızar, valiye dönerek der ki, “evet vali bey, evlere biraz beyaz badanaya boyatmışsın, beyaz badana yaptırmışsın, temizlik yaptırmışsın, güzel ama”, bastonu ile kâğıt oynayanları göstererek, “kafalardan ne haber” der. Önce kafaların, insan olabilme ve kendine yetebilme, özgürlük ruhunu kazanma kafa, kalp kol ile düşünce sistemini hem de ekonomik sistemi kazabilme, bağımsız kalabilme, insan ve toplum yaratabilme amacını güden bu eğitim kurumları, dünyada eşi benzeri görülmemiş eğitim kurumlarını tekrar yurdumuza laik görerek tekrar onun peşinde olarak,  bunu, bu günde isteğimizi sizin huzurunda belirtir hepinize saygılar sunar, Allahaısmarladık deriz”.
Öğretmen Halil Erkan’ın oğlu Serdar Erkan, babasının burada okuması ile buna ilişkin anılarını anlattıktan sonra, bu birlikteliğin, eğitim ruhunun yaşatılması için bir vakıf kurulmasını isteyen konuşmasından sonra, Gönen Köy Enstitüsü’nün son ismi olan Gönen Fen lisesi Müdürü Servet Altuğ şunları söyledi: “Gönen Köy Enstitüsünün, Öğretmen Lisesinin, Anadolu Öğretmen lisesinin ve fen lisesinin öğrencileri. Sizin öğrenci olduğunuz dönemlerden farklı bir yapıyla karşılaşabilirsiniz. Zaman değişiyor, zamanın ihtiyaçlarına uygun olarak yeni sistemler geliştirilmektedir. Bu bakımdan siz burada yaşadığınız süre içinde görmüş yaşamış olduklarınız hatıralarınız olarak kaldı ve burada siz hatıralarınızı yaşamağa geliyorsunuz, bizler bu eğitim öğretim merkezini devam ettirmeğe sizin dönemizin ilgi çeken, ilgi merkezi olan Gönen Anadolu Öğretmen Lisesini bölgenin merkezi haline getirmeye çabalıyoruz. Atatürk’ün çizmiş olduğu muasır medeniyetler seviyesine getirecek bireyler yine bu okuldan mezun olmaktadır. Her yıl yaklaşık yüz kadar mezunumuz, Türkiye’nin nitelikli üniversitelerine yerleşiyorlar. Bu yıl dil alanında Türkiye derecesi yaptı okulumuz. Türkiye on birincisi, Türkiye 49.sunu okulumuzdan çıkmıştır. Sizlerin bıraktığı okul aynen göreve devam etmektedir. Önümüzdeki dönemde de aramızda görmekten onur duyacağımız sizleri saygıyla, sevgiyle anıyorum”.
ANALIKIZLI FOLKLORCÜLER
Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi

Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi


Ulusal Eğitim Derneği Üyelerinin Gezisi
Törenin sonunda Gönen Halk Eğitim Folklor ekibinin yöreye ait çeşitli birbirinden güzel oyunlarının sunulduğu gösteriler halk tarafından beğeni ile izlendi. Folklor ekibinde öğrenciler ve yetişkin bayanlar da vardı. Bunlardan “Analıkızlı” folklorcular ayrı bir takdir topladı; 36 Yaşındaki üç çocuk annesi Emine Koçal ile 11 yaşındaki 5 sınıf öğrencisi Hatice Koçal’ın uyumlu gösterileri çok beğenildi. (Hatice Koçal önde elinde bayrak tutan, öteki resimde anne kızı folklorcu yan yana).
Törenlerden sonra, Törene katılan 1500 kişiye, enstitünün yemekhanesinde Kuru fasulye, pilav ve irmik helvasından oluşan yemek verildi.

Cevat Kulaksız
ckulksizster@gmail.com

Bu zihniyetle nereye varılır? - Gündüz Akgül
Otuz yıldır ülkemizde devam eden PKK adlı terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemler sonucunda, binlerce şehit verilmiş ve bir o kadar yurttaş yaşamını yitirmiştir…
Ayni zamanda 100 milyarları aşacak maddi kayıplar olmuştur…
Bunun doğal sonucu olarak Devlet güçlerinin bu örgüte karşı yaptığı operasyonlar sonucunda, yine yurttaşlarımız olan ve çeşitli nedenlerle terör örgütüne katılan yandaşlarından binlerce kişi yaşamını yitirmiştir…
Tüm dünyada olduğu gibi gerek devlet, gerekse örgüt salt silah ile bu işin halledilemeyeceğini anlamış, bu güne kadar hiçbir hükümetin göstermediği cesareti AKP hükümeti göstererek çözüm süreci adı altında bir süreç başlatmış, ancak bir hata yaparak bir genel uzlaşıyla değil, işi kapalı kapılar ardında yapmış, muhalefete ve kamuoyuna bilgi vermediği hepimizin bilgisi dahilindedir…
Buna karşın herkes bu sürecin barışla sonlanmasını, artık şehit cenazelerinin gelmemesini ve anaların gözyaşlarının dinmesini candan istemişti…
Ne yazık ki son gelişmeler yurttaşlarda büyük bir hayal kırıklığı yaratmış, Dolmabahçe mutabakatına kadar ilerleyen süreç masası, süreci başlatan ve mimarı olan Cumhurbaşkanı tarafından devrilmiş ve süreç sonlandırılmıştır…
Bugüne kadar yazılı ve görsel medyaya yansıyan haberler, yapılan tartışmalar, AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olmaması ve bu duruma da, HDP’nin 12 Eylül faşist darbesinin eseri olan %10 seçim barajını aşarak 80 milletvekili ile meclise girmesinin neden olduğu belirtilmesine karşın, AKP, nedenin bu olmadığını, HDP’nin sürecin bitmesine neden olduğunu savunuyordu…
Cumhurbaşkanına yakın olan ve Dolmabahçe Mutabakatının kilit adı Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın acı itirafı her şeye açıklık kazandırdı…
Akdoğan’ın basına yansıyan beyanı şöyledir…
“Selahattin Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözlerini Erdoğan’a yönelik ‘tahrik’ olarak nitelendiriyorum. HDP, Erdoğan’ı eleştirmekle çözüm sürecini havaya uçurdu. Dolmabahçe Mutabakat diye bir şey yok”
Bu beyana ne denilir…
El insaf…
1-Dolmabahçe Mutabakatı 75 milyonun gözü önünde oldu. İnkârın gereği var mı?
2-Neredeyse iki yıla yakın bir zamandır, çözüm süreci barışla sonuçlanır diye silahlar susmuş ve şehit cenazeleri gelmemeye başlanmış ve anaların gözyaşları akmaz olmuştu. Sudan sebeplerle bitirmenin anlamı var mıydı?
3-Kabul edilebilir, akla yakın, haklı başka bir nedenle sürecin bittiği söylenseydi, söyleyecek sözümüz olmazdı…
4-HDP’nin, Cumhurbaşkanının eleştirmesi ve “Seni Başkan yaptırmayacağız” sözüne Recep Beyin tahrik olması sonucu sürecin bittiğinin ve bunu bitireninde HDP olduğunu söylemek, asla kabul edilebilir bir gerekçe olamaz…
5-Eleştirilmeyeceksiniz, her dediğinize evet denilecek, herkes biat edecek o zaman mı işler düzgün gidecek…
Sizin egolarınız, ikbaliniz ülkenin yararının üstünde midir?
Bir daha el insaf…
Tüm bunlar gösteriyor ki baştan beri siyaseten nemalanmak ve Kürt oyların almak için başlattığınız çöcüm sürecinde samimi değildiniz…
Şimdide çözüm sürecine karşı çıkarak MHP’ye kaptırdığınız oyların peşindesiniz…
Bu zihniyetle bir yer varılamayacağı net olarak anlaşılmıştır…
Çözüm sürecinin tekrar başlayıp başlamayacağını siyasilere bırakmak yerine, terör örgütü PKK’ın akla sığmayacak şekilde tekrar eylemlere başlaması ve içimizi acıtan şehit cenazelerinin gelmesi hiç kimseye yarar sağlamayacaktır…
Aksine, sürecin bittiğini söyleyen Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürmüş, barıştan yana tavır koyma yolunda çaba harcayan Kürtlerin ve liderleri Selahattin Demirtaş’ın elini zayıflatmıştır…
Ülke yararı için salt silahla terörün önlenmeyeceğinin herkes tarafından kabul edilmesi gerektiği noktasındayız…
Anlaşıldı ki siyasiler bu işin çözümünde sınıfta kalmıştır…
Bu nedenle;
Aklın yolu birdir diyen, siyasilerin, Sivil Toplum Kuruluşlarının, bilge kişilerin, kanaat önderlerinin elele verip ülkeyi bu terör belasından kurtarmasının zamanı gelmiştir…

31.07.2015
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Terör'ü Manukyanın evinde mi görüşüp tartışacağız?
AKP ve Tayyip Bey, 7 Haziaran seçimleri sonunda iktidardan düşünce, olanlar olmuş ve saatin zembereği boşalmıştır.
Bize göre, AKP ve MHP gizli bir ittifak içine girerek uyguladıkları politikalar ve açıkladıkları söylemleriyle, ülkeye büyük kötülük yapmaktadırlar.
MHP lideri BAHÇELİ, seçimden sonra, 80 milletvekiliyle Meclise girmiş bulunan HDP'yi yok saymış ve son günlerde tırmanan PKK teröründen dolayı, doğrudan HDP'yi sorumlu tutarak, Yargıtay C.Başsavcılığını HDP hakkında kapatma davası açmaya çağırmış olup, MHP ile AKP elbirliği ile HDP'ye linç girişiminde bulunmaya başlamışlardır.
Benzeri linç girişimi, daha önceki doksanlı yıllarda da yaşanmış ve ülkemiz bu linç girişiminden hiçbir yarar sağlamamış ve zarar görmüştür.
PKK terör örgütünü muhatap kabul ederek, çözüm süreci adı altında müzakere masasına oturarak pazarlık yapan, İmralıdaki PKK liderinin talimatlarının Kandile ulaştırılmasına katkı sunan AKP iktidarı, 7 Haziran seçimlerinde HDP'nin barajı aşarak AKP'yi tek başına iktidardan düşürmesi, kırılma noktası olmuş ve tırmanan PKK terörü ile HDP arasında doğrudan ilişki kurularak, HDP Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hazırlığı içine girilmiştir.
Tayyip Bey'in demeçlerini talimat olarak algılayan savcılıklardan Fezlekeler Meclise göndrilmeye başlanmıştır.
AKP'li bir bakan, HDP'nin başına geçirilmek istenen çorabın gerekçesini itiraf etmiş ve 7 Haziran seçimleri öncesinde, “seni başkan yaptırmayacağız” diyen HDP'nin, Tayyip Bey'i tahrik ettiğini, seçimlerde, siyasi kişiliği bulunmayan Tayyip Bey'i muhatap aldıklarını, seçim stratejilerini Tayyip Bey'e karşı yürüttüklerini iddia etmiştir.
Bu açıklamayı yapan AKP'li bakan uzayda mı yaşamaktadır, 7 Haziran eçimleri öncesinde tarafsız Cumhurbaşkanı olduğunu unutarak meydanlara çıkıp, başkanlık sistemini getirmek için AKP lideri gibi milletten AKP için oy isteyen, seçimleri kendisinin savunduğu başkanlık sisteminin referandumu haline getiren kişinin Tayyip Bey'in kendisi olduğunu görmüyor mu?
Tayyip Bey, tarafsız cumhurbaşkanlığını bir kenara bırakarak, kendisini siyasi bir figür haline getirdiğine, kendi savunduğu başkanlık sistemini, seçimde halkın oyuna sunduğuna göre, Tayyip Bey'in, siyasi bir kişiliğinin olmadığını, tarafsız bir cumhurbaşkanı olarak kaldığını savunabilir misiniz?
Lütfen kimse milletin aklıyla alay etmesin.
Gelelim, bugün (30/07/2015) MHP lideri BAHÇELİ'nin yaptığı talihsiz açıklamaya.
Sayın BAHÇELİ, CHP'nin büyük bir sorumluluk örneği göstererek iyi niyetlli olarak, son günlerde tırmanışa geçen PKK ve IŞİD terörünü görüşüp tartışmak ve araştırmak için bir araştırma önergesi vererek Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmasını eleştirmiş ve CHP'yi, HDP ile işbirliği yapmakla itham etmiştir.
Son günlerde tırmanan bölücü ve dinci terör örgütlerinin terör eylemlerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülüp tartışılmasından daha demokratik ve doğal başka bir şey olabilir mi?
Sayın BAHÇELİ, Milletvekili olarak Meclisin bir üyesi değil midir, kendisi niçin milletvekili olmuştur, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu ülkenin en yetkili organı değl midir?
Sayın BAHÇELİ, bu talihsiz demeciyle, milletvekili olarak kendisini inkar etmektedir.
Bu millet BAHÇELİ'yi, en başta terör olmak üzere, Türkiyenin sorunlarını çözsünler diyerek milletvekili seçip, milli iradenin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisine göndermiştir.
Buradan Sayın BAHÇELİ'ye haklı olarak soruyoruz; tırmanan PKK ve IŞİD terörünü, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüp tartışmayacağız da, Manukyan'ın evinde mi tartışacağız?
Buradan AKP ve MHP yöneticilerini uyarıyoruz, bu kafayla giderseniz, olası bir erken seçimde avucunuzu yalarsınız.
Şu gerçeği herkes kafasına sokmalıdır.Milliyetçilik; herşeyden önce, ülkesini ve ülke insanını sevmektir, ülkenin terör sorununu, siyasal rant aracı olarak kullanmak ve istismar etmek,asla milliyetçilik değildir.Aklınızı başınıza toplayın.

30/07/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

Bir musibet, bin nasihat ve Timurlenk’in filleri - Bülent Soylan
Daha önce duymamış olanlar için, önce şu ünlü hikayeyi anlatmalıyım:
Bir vakitler, büyük Türk hükümdarı Timurlenk’in Nasrettin Hoca’mızın da yaşadığı köye bir fil hediye edeceği tutmuş.
İltifattır…
Bu tarafı iyi, güzel de; gariban köylülerin koca bir fili sürekli besleyebilmesi, koca karnını doyurabilmesi olacak iş mi?
Ama hükümdarın bu konularda pek derdi tasası olmadığındandır ki, kullarının ellerindeki avuçlarındakiyle o fili beslerken neler çekeceğini, filden artanla kendi karınlarını nasıl doyurabileceklerini pek düşünmemiş.
Bir gün, bir hafta, bir ay falan derken köylüler bakmışlar bu işin altından kalkamayacaklar; başka çare yok, fili bir şekilde Timurlenk’e geri gönderelim demişler.
Söylemesi kolay tabii.
Karşılarındaki koca Timurlenk, ya ricaya gidenlerin kellesini alırsa, ya bu işe hiddetlenip bütün köyü perişan ederse…
Hani başka zamanlarda herkes “ben bilirim” der de, iş yapmaya gelince başkasını öne sürer ya; onlar da tutmuşlar Hoca’dan ricacı olmuşlar:
-“Aman Hocam, bu işi en iyi sen anlatırsın, saraya bir gitsen de Timurlenk’e şu başımızdaki fili geri almasını söylesen… Sen de görüyorsun ya, bu yaratık ne yese doymuyor. Başımızdan alınmazsa halimiz harap.”
Hoca köylünün önderi, ulemadan. Böyle bir görevden kaçacak değil ya; “Olur” demiş. “Ama bir şartla; Timurlenk’e konuyu ben açacağım fakat siz de bir heyetle arkamda duracaksınız.”
Köylü “Tamam Hoca” demiş. “Sen sözcümüz ol yeter, biz hepimiz arkanda olacağız”.
Saraya haber salınmış, günü belirlenmiş, hükümdar “peki gelsin bakalım kullarım benden ne dilerler” deyip gelenleri kabul edeceğini bildirmiş.
Derken o gün gelip saraya gidileceğinde Hoca bir de bakmış ki köylülerin hiç biri ortada yok.
Ne yapsın?
Koca Timurlenk “gelsinler” demiş bir kere.
Çaresiz tek başına tutmuş sarayın yolunu.
Huzura çıkmış, konuyu “arz” edecek ama, ortada durumdan şikayet eden köylü olmayınca kendi başına “al şu fili geri” deyip o büyük lütfu reddeden kişi olarak koca hükümdarın tadını mı kaçırsın?
Tamam, yine de yaradana sığınıp “köylü bu fili besleyemiyor, bunu geri alsanız” diyecek demesine de; ya korkup saraya bile gelemeyen köylüler yarın “Aman hünkarım, ne demek, biz o filden çok memnunduk” der de kendisini ateşe atarsa…
Hoca bu, düşünmüş taşınmış ve yapmış yapacağını.
“Devletlim” demiş “Bizim köye hediye ettiğiniz o fil var ya, bunu kullarınıza lütfetmekle bilseniz bizi ne kadar mutlu ettiniz, yalnız bu büyüklüğünüz karşısında sizden bir ricamız daha olacak; O mübarek hayvan iyi güzel de, tek başına biraz mutsuz görünüyor; yanına eş olarak bir fil daha lütfetseniz de, hem emanetiniz olan filimizi sevindirseniz, soyu devam etse; hem şu bizim köylüleri biraz daha sevindirseniz…
*
Gerçekten böyle bir şey olmuş mu derseniz olmamıştır tabii.
Zaten Nasrettin Hoca’nın nerede ve ne zaman yaşadığı, hatta kim olduğu bile bir sürü tevatüre dayanıyor.
Ama asıl önemli tarafı, bu ülkede böyle bir hikayenin yakıştırılıp nesilden nesile anlatılıyor olması.
Haydi Timurlenk Osmanlı’yı mağlup etmiş, kendisiyle şaka yapılamayacak kadar sert bir hükümdar da, peki:
-Hoca kim?
-O köy neresi?
-Köylü aslında kendi derdine çare bulacak diye öne çıkardığı Hoca’yı neden “satıp” onu zor durumda bırakıyor?
-Kendisini ortada bırakan köylüye karşı Hoca’nın yaptığı “hak”, o köylüler buna “müstahak” mı?
-Böyle bir şey olmadığı halde bu halk bunu niye olmuş gibi nesilden nesile anlatır? Bu olay insanların yanlışlarını bilmesi, bildiği halde yapması ama sonradan fark edip kendini eleştirmesi, günah çıkarması mıdır?
-Aydın’ınını, ulemasını ortada bırakan köylü kurnazlığının, sonuçta dertlerinin bitmeyeceğinin, hatta katlanmayla sonuçlanacağının “anlayana” anlatılması mıdır?
Gelin buna siz karar verin.
*
Ama şurası muhakkak ki, o dönemlerden bu günlere toplumların her zaman birer Timurlenk’leri, o Timurlenk’lerinin halkın başına sardığı doymak bilmez ve tahammülleri zorlayan filleri var.
İnsanlar bunu görüp zaman zaman şikayet de ediyor fakat bir şeyler yapmak gerektiğinde kendilerine yardımcı olacak, önlerine düşecek olanları yalnız bırakıyorlar, sonuçta sıkıntıları daha da katlanıyor.
Kim kaybediyor?
Hikayedeki köylü mü yoksa Hoca mı?
Tabii ki köylü.
*
Bu günlerde bizim ülkemiz de bu garip çelişkiler içerisinde.
Halinden şikayet eden kendisi, “haydi gelin bu sıkıntıyı ortadan kaldıralım” dendiğinde kaytaran, önüne düşecek olanları sipsivri ortada bırakan yine kendisi.
Bazen soruluyor “Peki nasıl düzelecek bu işler?”
-Demokraside mi? Tabii ki “demos” yani “halk” ne zaman bu işleri düzeltebilecek olanların arkasında durmaya karar verirse.
Ama korkarım şimdilik epeyce zorlansalar da hala “fil”lerinden yeteri kadar şikayetçi değiller.
Ne diyelim; hele biraz daha katlansın bakalım fillerin sayıları;
Malum “Bir musibet bin nasihatten evladır” yani daha etkilidir” denir yine halkımız arasında.
Yani, söylemekle olmuyor her zaman, “musibet”in biraz daha yakından görülmesi, onunla biraz daha iç içe yaşanması gerekiyor bu "vaziyet"e göre.

Bülent Soylan

Sevsinler Senin Milliyetçiliğini! - Gündüz Akgül
AKP, 13 yıllık iktidar döneminde birçok zor anlar yaşamıştır…
Bu zorlukları daima MHP’nin yardımıyla atlatmıştır…
Örneğin;
-11. Cumhurbaşkanı seçimi sırasında ilk oturumun açılabilmesi için 367 milletvekilin mecliste hazır bulunması gerektiği için AKP, bu sayıyı bulamayınca Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan, muhalefet partileriyle anlaşıp tarafsız bir aday bulma noktasına gelmişken, MHP imdadına kavuştu ve oturuma katılacağını söyledi ve partili olan Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi…
Eğer tarafsız biri Cumhurbaşkanı seçilseydi, AKP çıkardığı ve çoğu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen antidemokratik yasalar çıkmayacak ve AKP, ülkeyi istediği gibi dönüştürme (kadrolaşma, rejimle oynama, tüm okulları İmam Hatipleştirme vs.) olanağı bulamayacaktı…
-Türbanın dini bir simge olduğu ve kamu alanlarında kullanılamayacağı konusunda bağlayıcı Anayasa mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi (AİHM) kararları bulunmasına karşın, türbanın tüm kamu alanlarında kullanılmasını sağlayan AKP’ye omuz veren yine MHP’dir…
-Son seçimlerde tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlamayan AKP’ye meclis Başkanlığını altın tepsi içinde sunan yine aynı MHP’dir…
-29.07.2015 günü TBMM’nde görüşülen CHP'nin terör olaylarının araştırılmasına yönelik Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi Genel Kurul'da AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildi…
AKP’nin;
-13 yıllık iktidarında terör olaylarını durdurması veya başlattığı çözüm sürecini kapalı kapılar arkasında kimseye bilgi vermeden sürdürmesi ve sonunda da masayı devirerek, çözüm sürecini sonlandırması ve PKK’nın bunu bahane ederek kabul edilmeyecek şekilde yeniden eylemlere başvurması ve cenazelerin gelmeye başlaması sorumluluğunun kendisine ait olduğu düşüncesiyle ret oyu kullanması…
-Suruç’taki kanlı eylemi gerçekleştiren kanlı terör örgütü IŞİD’e silah ve lojistik yardımda bulunduğu savları karşısında sorumluluktan kaçmak için ret oyu kullanması…
-Sınırlarda gereken önlemleri almayarak yasa dışı örgütlerin rahatça giriş-çıkış yaptıkları savların sorumluluğu nedeniyle ret oyu kullanması…
Doğru olmasa bile hoş karşılanabilir…
Milliyetçilik denilince, sevgili Mustafa Balbay’ın deyimiyle “mangalda kül, tespihte püskül, edebiyatta fasikül” bırakmayan Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) ret oyu kullanılması söylemleriyle bağdaşmamaktadır…
MHP, her şehit cenazesi gelince “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganını atmaktadır…
Bu slogana katılmamak olası değildir…
Ancak bu şehitleri acımasızca öldüren kimdir. Terör örgütü…
O zaman CHP’nin büyük bir yurtseverlikle verdiği bu önergenin, MHP tarafından desteklenip terör olaylarının araştırılarak…
-Kimler teröre destek oluyor?
-Teröre maddi kaynağı kimler sağlıyor…
-Devlet terör örgütleriyle mücadelede gereken sorumluluğunu yerine getiriyor mu?
-Vatanın bölünmesine kimle çanak tutuyor?
Gibi konuların açığa çıkması milliyetçilik gereği değil midir?
Görülüyor ki milliyetçiliği kimseye bırakmayan MHP’nin, söylemleri ile eylemleri birbirine uymuyor…
O zaman MHP’ye sevsinler senin milliyetçiliğini deme hakkımız doğuyor…
Ne yazık ki MHP budur ve bunu hep yapıyor…

30.07.2015
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Keşke Yanılan Taraf Biz Olsaydık - Güner Yiğitbaşı
Kendisini çözüm sürecinin mimarı ilan eden ve bundan siyaseten nemalanan Tayyip Bey, şu anda ÇİN gezisinde eğleniyor, ÇİN gezisine çıkmadan önce sonlandığını ilan ettiği çözüm sürecinin duvara toslamış olması nedeniyle akan ve akmaya da devam eden şehit kanlarını ve şehitlerin babasız kalan yavrularını görmezden gelerek çıktığı, turistik geziden öteye hiçbir anlam taşımayan ÇİN gezisiyle ilgili olarak, bugün SÖZCÜ Gazetesinin manşetten verdiği, “TAYYİP ÇİN GEZİSİNDE! “ başlıklı haberinin altında yer alan; Tayyip Bey'in kendisini karşılayan Çinli çocuklarla neşeli pozu, Tayyip Bey'in, ülkede akan kandan ve yetim kalan Türk çocuklarından etkilenmediğini ve ülkenin içinde bulunduğu durumu umursamadığını göstermesi yönünden çok çarpıcıdır.
Bu günlere tesadüfen gelinmedi.Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
28.08.2009 da kaleme aldığımız “ÇIKMAZ SOKAK” başlıklı makalemizde, bakınız neler yazmışız? İki paragrafına aşağıda aynen yer veriyoruz.
“AKP iktidarı, Güneydoğuda, etnik temele dayalı bir Kürt sorununun varlığını kabul ederek, bu sorunu çözeceği iddiasıyla meydana çıkmış ve anaların göz yaşlarıyla, evlat acılarını dindirme, barış ve kardeşliği sağlama gibi duygusal ve kulağa hoş gelen sloganlarla, ülkenin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ve üniter devlet yapısını ortadan kaldıracak olan tehlikeli gidişi perdelemeye ve halkın gözünü boyamaya çalışmaktadır.
PKK terör örgütünün lideri ÖCALAN' ın, avukatları aracığı ile gönderdiği, kısmen basına da yansıyan yol haritası ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin ülkeyi bölünmeye götürecek olan önerileri, keza bu sürecin ÖCALAN dışlanarak yürütülemeyeceğini ilan eden PKK nın siyasal uzantısı partinin tutumu karşısında, çıkmaz bir sokağa giren AKP iktidarının; PKK teröründen kaynaklanan kanı ve anaların gözyaşını sonlandırarak, barış ortamını yeniden tesis etmeyi ne şekilde başaracağını merak ediyor ve mevcut koşullarda başarısız kalmaya mahkum olan bu serüvenin sonucunu merakla bekliyoruz doğrusu.”
Yine, 19.Ekim.2009 da, Kuzey Iraktaki PKK Kamplarından barış ve kardeşlik adına davet üzerine yurdumuza gelen ve Habur sınır kapısından giriş yapan 34 kişilik PKK grubunun bu girişiyle ilgili olarak kaleme aldığımız 23.10.2009 tarihli “TERÖR'ÜN ZAFERİ” başlıklı makalemizde de, bakınız neler yazmışız?Aşağıda aynen aktarıyoruz;
“ Evet, Yanlış okumadınız, PKK yirmi beş yıllık silahlı mücadeleyi kazanmış ve maalesef terör zafere ulaşmıştır. Daha doğrusu, zafer, Kürt açılımının mimarları tarafından, PKK terörüne adeta hediye edilmiştir.
19.Ekim.2009 pazartesi günü, Kuzey Iraktaki PKK kamplarından sözüm ona barış ve kardeşlik adına planlı bir şekilde yurdumuza davet edilen 34 kişilik PKK grubu, zafer kazanmış ve vatanını düşman işgalinden kurtarmış muzaffer bir ordunun mağrur mensupları gibi, sevgi gösterileri eşliğinde, büyük bir gurur ve coşku ile Habur sınır kapımızdan giriş yapmıştır.
Dağdan inerek, yurda dönüş yapan PKK militanlarının barış ve kardeşliğe katkı yapan bu üstün fedakarlıkları (!) AKP iktidarı tarafından karşılıksız bırakılmamış ve bir karşı fedakarlık örneği gösterilerek, sınır kapısında hazır edilen savcı ve hakimler marifetiyle, usul' en sorgulanan PKK militanları, PKK terör örgütünden kayıtsız şartsız ayrıldıklarını açıkça beyan etmemelerine, Öcalan istediği için yurda döndüklerini beyan etmelerine rağmen, bu beyanları görmezlikten gelinerek, önceden planlandığı gibi ve TCK. nun etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesine aykırı olarak, kısa sürede serbest bırakılmışlardır.
Serbest kalan (34) kişilik PKK militan grubu; PKK' nın siyasal uzantısı partinin öncülüğünde ve organizasyonu eşliğinde yol boyundaki tüm Güneydoğu il ve ilçelerimizi de ziyaret edip konakladıktan sonra, gerçek niyetlerini dolaylı olarak çok güzel ifade eden, başkent olarak nitelendirdikleri son durakları Diyarbakır ilimizde,”Başkente hoş geldiniz” pankartları ile karşılanmışlar ve çok kalabalık ve coşkulu bir miting ile tören resmi geçitlerini, şimdilik tamamlamışlardır.
Kürt açılımı, demokratik açılım, barış ve kardeşlik açılımı; ne söylerseniz söyleyiniz, tüm bu açılımların mimarlarının keyiflerine, şimdilik bir diyecek yok doğrusu.
Bu manzara karşısında, şehit yakınları ile gazilerimizin sert tepki göstermeleri üzerine, bu açılımların baş mimarı, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN' ın keyifi biraz kaçar gibi olmuşsa da, dağdan dönüş yapan PKK' lıları ve malum parti ileri gelenlerini, aşırı kutlamalarla şehit yakınlarını tahrik etmemeleri konusunda uyarma gereği duyan ERDOĞAN; mimarlığını yaptığı malum açılımları halkımıza anlatmak için il il dolaşmaya başlamıştır.
Dönüş yapan PKK militanlarının pişmanlık ifade etmeyen tutumları ve yapılan kutlamalar, PKK ve yandaşlarının daha büyük beklenti içinde olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Yapılan kutlamaların, en başta AKP iktidarı olmak üzere, bazı kesimler tarafından, barış ve kardeşlik için duyulan ortak sevincin bir tezahürü olarak değerlendirilmesini, biz gerçekçi bulmuyor ve büyük bir beklenti içine sokulan PKK' nın, beklentilerinde hayal kırıklığına uğraması halinde, terörün bugünleri de aratacak oranda şiddet kazanacağını düşünüyoruz.
Barışı ve kardeşliği bozan taraf kim? Allah'ınız aşkına bir açıklar' mısınız.
Hem bölücü terör örgütü kurup binlerce kişiyi öldürerek kendi elinizle barış ve kardeşliği katledeceksiniz, ondan sonra bir nevi gizli af ile af edilerek dağdan inip geleceksiniz ve hiçbir suçluluk ve pişmanlık duygusuna kapılmadan, büyük bir şamata ve kutlama törenleri yapacaksınız, ondan sonra da, biz, barış ve kardeşliğin yeniden tesis edilmesini kutluyoruz diyeceksiniz. Veya birileri sizin adınıza öyle söyleyecek.
Yemezler kardeşim. Yapılan kutlamalar, PKK terörüne kazandırılan zaferin ve Diyarbakır ilimizin, PKK ve yandaşlarının, çok yakın bir tarihte kendi Başkentleri olacağı beklentisini ve özlemini dile getiren, nafile kutlamalardır. Kimse kimseyi kandırmasın, PKK ve yandaşları da boşuna umutlanmasın lütfen.
Kanımızca, PKK ve yandaşlarının umutlandırıldığı ve büyük bir beklenti içine sokulduğu, şehit yakınlarının ve gazilerimizin rencide edilerek açıkça tepki koymaya itildikleri bugün, asıl Kürt sorunu nur topu gibi dünyaya gelmiştir.
Bugün gelinen hepimizin tanık olduğu durum ve manzara, kanımızca, Kürt sorununun sonuna gelindiğini değil, yeni başladığını ortaya koymuştur.
Yeni Kürt sorunu vatana ve millete hayırlı olsun(!) “
Keşke, yıllar öncesine dayalı bu tespit ve değerlendirmelerimizde yanılan taraf biz olsaydık.

30/07/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

Ülkem nereye götürülmek isteniyor? - Gündüz Akgül
Yılların verdiği alışkanlıkla çok kolay yazmama karşın, iki gündür yazma yeteneğimi yitirdim…
Yazıya oturuyorum nereden başlayacağını kestiremiyorum…
Ortalık toz duman…
Yalanın bini bir para…
Yıllardır görsel medyada dinlediğimiz yandaş kalemşorlar, AKP iktidarı dönemimde demokratikleşmenin sağlandığı, terörün durduğu, artık anaların gözyaşlarının akmadığı martavallarının gerçeği yansıtmadığını bilmediğimiz sandılar…
Oysa her şey apaçık meydandaydı…
Yıllardır asker kışlaya çekildi ve çözüm süreci adı altında kapalı kapılar ardından yapılan pazarlıklar sonucu terör durmuş gibi gösteriliyordu…
Demokrasi kahramanı gösterilen AKP’ye gelince;
1971 tarihinde Nizam Partisi ile politikaya başlayan milli görüşü benimsemiş siyasi İslam’ın tek hedefi ve amacı vardı…
Mustafa Kemal Atatürk’ün laik cumhuriyetini, dini bir yönetime çevirmekti…
Bu gün ülkede tek adamlılığını ilan etmiş, bu görüşten gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bunun işaretlerini yıllar önce vermişti…
“Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.” (1994)
“Bütün okullar İmam Hatip yapılacak.” (1994)
“Elhamdülillah şeriatçıyız.” (1994)
“Ben İstanbul'un imamıyım.” (1995)
‘‘Hem laik hem Müslüman olunmaz. Bu millet isterse laiklik tabii ki gidecek’’ (1994)
Şeriat ve demokrasi bağdaşmayan iki kavramdır
Nizam Partisi ve diğerlerinin ardılı olan Fazilet Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapatılmasından sonra onun yerine kurulan Saadet Partisine katılmayanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde 2001 yılı Ağustos ayında AKP’yi kurdular. “Biz milli görüş göleğimizi çıkardık, değiştik ve geliştik” sloganıyla 03 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde tek başına iktidar oldular…
O günden, 07 Haziran 2015 tarihinde yapılan seçimlere kadar tek başına iktidarda kaldılar…
Bu süre içinde uyguladıkları yanlış dış politikalarla tüm komşularımızla sorunlar yaşamaya başladık…
Şu anda güneydoğu komşularımızın tümü ateş çemberi içindedirler…
Seçimden bu yana nerde ise iki ay doluyor, hala bir Koalisyon hükümeti kurulmuş değildir…
Son seçimde Milletvekili seçilmeyen Bakanların bulunduğu hükümet, rutin işler yapmak yerine hızla ülkeyi orta doğu bataklığına sokmaya ve savaş tamtamları çalmaya başlamıştır…
Ne adına?
Tekrar seçim, tekrar tek başına iktidara gelme adına…
Ülke yararı hak getire…
Ne yazık ki yıllardır ateşkes konumunda olan PKK ve yeni peyda olmuş IŞİD gerçekleştirdiği insanlık ve akıl dışı eylemlerle, AKP’nin, arzuladığı tekrar seçim için ortama hazırlıyorlar…
Yine şehit cenazeleri, yine evlere düşen ateşler ve annelerin gözyaşı…
İçimizi acıtıyor…
Ulus devletler elbette ki ülkesindeki terör örgütleriyle mücadele edecek ve bitirmeye çalışacaklardır…
Ancak sorun şurada…
Bu güne kadar sınırların kevgire dönerken her şeye göz yummuşsun, çözüm süreci adı altında pazarlıklar yapmışsın, sonuç almak üzereyken, kaybettiğin iktidar adına her şeyi ters yüz ederek masayı devirmişsin…
Sormazlar mı adama
Şimdiye kadar neredeydiniz?
Muhalefet, çözüm yeri meclistir derken, neden kapalı kapılar arkasında pazarlık yaptınız?
Kusura bakmayın hiç inandırıcı olamıyorsunuz…
IŞİD’e silah ve lojistik yardım yapılıyor savları ortaya atıldığında hiçbir operasyon yapmazken, ABD’in tavrından sonra politika değiştirdiniz…
Yeniden Osmanlılık adına laik cumhuriyete, çocuklarımızın aydın ve barışçı geleceğine yazık ediyorsunuz…
Açıkçası ülkem nereye götürülmek isteniyorun endişesini taşımaktayım…

28.07.2015
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Ülkemizin En Baş Sorunu - Güner Yiğitbaşı

Eğri oturalım doğru konuşalım, şu anda ülkemizin öncelikli olan en baş sorunu, ülke olarak bugünkü tüm sorunlarımızın temelinde yer alan Tayyip Bey'in; samimi olmayan,kendi şahsi ve siyasal çıkarlarını ve egosunu öne çıkaran, yanlış ve değişken politikaları ve Cumhurbaşkanı olarak, ülkenin yönetimini, ülkenin yönetiminden tek sorumlu olan  Başbakana bırakmayarak, Anayasayı ve parlamenter sistemin ilkelerini çiğneyerek, ülke yönetimine doğrudan müdahale eden ve Başbakan üzerinde vesayet oluşturarak, ülkemizde çift başlı bir yönetimi uygulamaya koyan tutum ve davranışlarıdır.

Ne acı değil mi?

Bir ülkenin Cumhurbaşkanılığı koltuğunda oturan zat; ülkemizin içinde bulunduğu, son günlerde zirve yapan, yanlış terörle mücadele yöntemleri ve yanlış dış politikalardan kaynaklı sorunlarımızın temelini oluşturmakta ve bizzat kendisi ve Anayasa dışı  uygulamaları, bu ülkenin en baş sorunu haline gelmiş bulunmaktadır.

Tayyip Bey; Başbakan olarak yaklaşık 13 yıl ülkeyi yönetmiş olmasına rağmen, ülkenin bugün içinde bulunduğu PKK ve IŞİD terörünün tırmanmasının sorumluluğunu üzerine almamakta ve suçu, utanmasa, muhalefet partilerinin üzerine atma aşamasına gelmiş ve topu tek başına PKK terör örgütünün üzerine atarak, sorumluluktan sıyrılma çabası içine girmiştir.

Dile kolay, 13 yıldır bu ülkeyi tek başına AKP ve Tayyip Bey yönetmemiş ve halen de geçici olarak yönetmeye devam etmiyorlarmış gibi, sorumluluk üstlenmeyen, derisi kalın bir iktidar ile yüz yüzeyiz.

13 yıl çok uzun bir zamandır, Tayyip Bey ve partisi iktidara geldiğinde doğanlar, birkaç sene sonra askere gideceklerdir.Türk siyasetinde efsane olan ve sağ partilerce hala siyasi mirası paylaşılamayan rahmetli Adnan MENDERES dahi, ülke yönetiminde on yıl dayanabilmiştir.

Bu ülkenin sorunları, AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana giderek ve  katlanarak artmışsa, bunun tek sorumlusu, 13 yıldır tek başına iktidar olan tüm yetkileri elinde tutan, iktidar çoğunluğuna dayanarak istediği yasayı zahmetsizce ve kısa sürede parlamentodan geçirebilen, örtülü ve örtüsüz tüm ödenekleri hesapsız bir şekilde harcayabilen AKP iktidarı ve onun lideri Tayip Bey'den başkası değildir.

Kürt sorununun varlığını kabul eden ve sözüm ona bu sorunu çözmek için, adına çözüm süreci dediği süreci başlatan, İmralı ve Kandil arasındaki mekik siyasetini uygulamaya koyan, bölücü PKK terör örgütüyle masaya oturarak müzakereye başlayan, bu sayede anaların göz yaşlarını dindirmekle övünerek,bu çözüm sürecinden istifade edip seçimler kazanan Tayyip Bey; başkanlık sistemini tesis için kendisine büyük umutlar bağladığı 7 Haziran seçimleri öncesinde yaptırdığı seçim anketleriyle, çözüm süreci nedeniyle başıboş bıraktığı bölücü PKK terör örgütünün, bölgede güçlenerek kendi hakimiyetini kurmaya başlaması nedeniyle, milliyetçi oyların bir kısmının MHP'ye kaymaya başladığını görerek, politika değiştirmiş, Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığını beyan etmeye başlamış ve PKK ile varılan ve Dolmabahçe Sarayında açıklanan on maddelik Dolmabahçe mutabakatından haberinin olmadığını beyan ederek, milletimizi şaşkınlık içinde bırakmış, esasen; başı, kıçı, içeriği ve kırmızı çizgileri belli olmayan, PKK örgütünü oyalamaya ve seçimkazanmaya yönelik çözüm sürecinin sonlanmasına neden olmuş ve çözüm sürecinden dolayı büyük bir beklenti içine sokulmuş bulunan ve AKP iktidarı tarafından kandırıldığını anlayarak büyük bir hayal kırıklığına uğratılan bölücü PKK terör örgütü; Tayyip Bey ve AKPden bir cacık olmayacağını(bu tabir AKP patentlidir, bir kez izinsiz kullanıyoruz kusura baklmasınlar)anlamış olacak ki; maalesef, bölücü terör eylemlerine hız vererek, güvenlik güçlerimizin değerli mensuplarını şehit etmeye başlamıştır.

Terör ve terörle mücadele çok hasssa bir konu olup, asla politik çıkarlara alet edilmemelidir.Dini politikaya alet ederek nemalanan Tayyip Bey ve AKP iktidarı, terör sorununu,seçim kazanmaya endeksli bir takım gayri ciddi çözüm vaatleriyle çözmeye kalkıştığı için, ülkemiz son günlerde kan gölüne dönmüştür.

Tayyip Bey ve AKP iktidarının uygulamaya koymak istediği son senaryo; olası bir erken seçimde, tırmanan PKK terörünün sorumluluğunu üzerlerine atarak HDP'yi itibarsızlaştırıp baraj altında bırakarak, güneydoğuda kaybettiği milletvekillerini yeniden kazanmak, PKK'ya yönelik eski güvercin politikasını terkederek uygulamaya koyduğu şahinleşme politikasıyla MHP'den aşracağı milliyetçi oyların da yardımıyla yeniden tek başına iktidar olmaktır.

Bize göre, seçmen artık çok uyanık olmalı, AKP'ye kanmamalı ve kendisine aşağıdaki soruyu sorarak cevabını da vermeye çalışmalıdır..

Tayyip Bey ve güdümündeki AKP, 13 yıl boyunca bu ülkeyi tek başına istediği gibi yönetmedi mi, diyelim ki olası bir erken seçimde yeniden tek başına iktidar oldu, ne değişecektir?

Hani bir söz vardır.Bugüne kadar yaptıklarımız, bundan sonra yapacaklarımızın garantisidir. Evet, Tayyip Bey ve AKP iktidarının, 13 yıl içinde ülkemizi getirdiği bu felaket ortamından memnunsanız ve bu felaketin garantisiyle, ülkemizin daha büyük felaketleri de yaşamasını istiyorsanız, işte sandık, hiç durmayın ve olası bir erken seçimde AKP'ye oy vererek hayrını görünüz.

28/07/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl Ele Alındı - Galip Baysan 

Ermenilerle ilgili Lozan’da görüşmeler yapılırken, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler mümkün olan her şeyi kullanarak propaganda yapmaya ağırlık vermişlerdi. 10 Aralık günü eski Osmanlı Dışişleri Bakanı olan Gabriel Norodunkyan Efendi, yanında Ermeni ihtilalcılarından birisi ile birlikte İsmet Paşa’yı ziyaret ederek, Türkiye’nin herhangi bir kesiminde bir Ermeni Vatanı ayrılmasını talep ettiler. (1) 8 Aralık’ta bir İsviçre temsilci ve 27 Aralık günü de “Ermeni sempatizanları” adı ile Amerikalı, Fransız ve İsviçrelilerden oluşmuş bir grubun temsilcileri gelerek bir Ermeni vatanı oluşturulması ile ilgili arzularını ilettiler. İngiliz ve Amerikan gazeteleri bir Ermeni anavatanı için kampanya başlattılar. 16 Aralık tarihinde önemli Fransız isimlerinin yer aldığı imzalı bir istek Türklerin kaldığı otel’e bırakıldı. ABD’de Ermeni isteklerini desteklemek için beş milyon’dan fazla imza toplandı. (2)
Rıza Nur anılarında Ermenilerin Türk heyetini tehdit edecek kadar ileri gittiklerini şu sözlerle anlatır:
“Hûlasa Ermenilere Kilikya’da yer vermeliymiş. Dedim ki bu olmaz bir şeydir. Türk milleti buna izin vermez deyince Amerikalı adam kızdı, terbiyeyi bir tarafa bırakarak sertçe ‘Siz eğer Ermenilere yurt vermezseniz sizi vuracaklar’ dedi. Ben sakin sakin ‘bizim kabahatimiz mi vermeyen Türk Hükümeti, biz olmasak başkasını memur ederler’ deyince de ’Hayır sizinde kabahatiniz vardır, sizi vurunca başka şahıs yurt vermemeğe cesaret edemez’ diye cevap verdi. Söylediği sözler çok vahimdi. Bizi Ermeniler namına ölümle tehdit ediyordu.” (3)
İkinci bölüm görüşmeler sırasında Ermeniler Delegasyonu başkanı A.Aharonian; Lord Curzon’a bir mektup göndererek yapılacak ikinci tur görüşmelerde Ermeni isteklerinin dikkate alınmasını talep etti. Lord Curzon, 4 Nisan tarihinde verdiği cevapta: “görüşmeler sırasında Ermeni isteklerinin görüşülme şansı olmadığını ancak fırsatlardan yararlanmaya çalışabileceklerini” belirtti. 25 Nisan tarihinde yapılan yeni teşebbüsler de olumlu sonuç vermedi. (4) Ermeniler iyice sertleşmeye başladılar. 10 Mayıs 1923 günü Rus delegesi Verevski bir suikastle öldürüldü. (5) Türk Heyeti’de tehdit altındaydı, Yunan ve Fransızlar tarafından bazı Ermeni teröristlerin yıkıcı faaliyetlerde bulunmak üzere teşvik edilerek Türkiye’ye gönderildiği bilgilerinin alınması üzerine; Lozan’daki Türk Delegasyonu Konferans Sekreterliğine, 12 Mayıs’ta bir not gönderdi. Birkaç gün sonra Almanya’da teşkilatlanmış Hınçak ve Taşnak örgütlerinin Türk Delegasyonunu öldürmek için Almanya’ya iki grup gönderdiği öğrenildi. 16 Mayıs’da İsmet Paşa Lozan’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan Delegasyonuna durum hakkında bilgi veren ve protesto eden birer mesaj gönderdi. İstanbul’daki Ermeni Patriği de kaderlerinin Türklerle birlikte olacağı anlamına gelen bir telgraf gönderdi. (6)
Lozan’dan sonra Ermeni meselesinin ağırlık merkezi ABD’ye kaydı. Orada Ermeni Lobisi tamamen “tek kale”ye oynuyordu. Ermeni görüşleri dışında bir tek ses, bir tek yazı bulmak hemen hemen imkânsızdı. Türkiye ile ilgili olumlu gelişmeler havada buhar edilip uçuruluyor, Türkler aleyhindeki düşünceler, görüşler, yakıştırmalar, yazılar büyük teşvik ve destek görüyordu. Meselâ Lozan’da Türkiye ile ABD arasında 6 Ağustos 1923’te bir Dostluk ve Ticaret anlaşması imza edilmişti. Bu anlaşmanın Kongre’de tasdik edilmemesi için Ermeniler büyük bir Lobi faaliyetine giriştiler. Demokrat Parti bu konuyu seçim kampanyasına bile dâhil etti. Neticede anlaşma ABD Senatosunda 19 Ocak 1927’de yapılan oylamada 2/3 ekseriyetten 6 oy eksiği ile reddedildi. (7)
Barış antlaşması bütün zorluklara rağmen 24 Temmuz 1923 günü imzalandı, böylece Ermenileri son 50 yıl içinde en fazla harekete geçiren “Büyük Ermenistan” hayali tarihin sayfalarına gömülmüş oldu. Ancak Türk heyeti Lozan’da çok büyük sıkıntılarla karşılaştı, hemen hemen tüm batı dünyası ile mücadele etme mecburiyetinde kaldılar. Tarafsız bir yazar G.L. Ellison, orada da olayları yakından izlemişti. Anılarından kısa bir bölüm sunarak Lozan konusunu kapamak istiyoruz.
“Kuşkusuz ilk elden bilgi edinmenin güçlüğünden dolayı, pek çok insan Türklerin aleyhinde olmuştur. Meselâ Rıza Nur, ‘Ermenilerin ulusal yurdu’ saçmasını saatlerce sabırla dinledikten sonra, gerçeği söylemesine izin verilmeden büyük bir ruh kırıklığı içinde konferans odasını terk etmişti. Gerçek, önemli konular üzerinde bilgi veremedikleri zaman gazeteler ‘nefret alevlerini’ Türkler aleyhine körüklemek ya da suçlama parmağını onlara çevirmek için hesaplı ve birkaç gereksiz ayrıntıyı büyütmeye hazırdırlar. Gazeteler belki de hiç yapılmamış küçük hatalar için sütunlar doldururken, hayati önemdeki sorular basında hemen hemen bütünüyle ihmal edilmektedir ve atak Asyalıların içi acı bir nefretle dolmaktadır.” (8)
“Milletler Cemiyeti’nin kendi basının şerefli ve tarafsız başkanı şunu bildirmektedir. ‘Biz Yunan ve Ermeni propagandasının gerçek değerini yakaladık, sonuçta Türklere sempati duyduk’ Böyle bir pişmanlık çok geç ama belki yine de akıllı bir politika güdülmesine yol açabilir.” (9)
Bayan Ellison İsmet Paşa’nın şikâyetlerini de şu sözlerle naklediyor:
“Biz barış için elimizden geleni yapıyoruz. Fakat bir ulusun, diğer bütün devletlere karşı koyması çok zordur. İsteyerek ya da istemeyerek bizim ulusal amaçlarımızın, bizim için ne anlama geldiğini göremiyorlar. Onların Yunanlılara ve Bulgarlara teklif etmeyi akıllarından geçiremeyecekleri şartları, gururlu bir ulus olarak bize nasıl kabul ettirebilirler.” (10)

DİPNOTLAR:
(1) Bilâl Şimşir, Lozan Telgrafları Vol. 1.p.192 (Türk Tarih Kurumu, Ankara – 1998).
(2) Aynı Eser, Vol. 1. S.229-230.
(3)  Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, İstanbul –1968; Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, S.102-106 (Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1992);
(4) Ömer Turan, The Armenian Question At The Lousanne Peace Talks, s.234 (The Armenians in The Late Ottoman Period, Edited BY Türkkaya Ataöv, Ankara –2001).
(5) A.N. Karacan a.g.e., S.285.
(6) Aynı Eser, S.234-235.
(7) Ermeni Sorunu, S.59-49.
(8) G.M. Ellison, An English Women  in Angora S.302.
(9) Aynı Eser, S.322.
(10) Aynı Eser, S.315.

Dr. M. Galip Baysan

Erken Seçim Hava Harekatı - Güner Yiğitbaşı
Görüşmeleri devam etmekte olan AKP-CHP koalisyonunu kimse hayal dahi etmemelidir.

Tayyip Bey'in, devam eden AKP üzerindeki vesayetine rağmen, bir AKP-CHP koalisyonunun kurulacağını beklemek abesle iştigaldir.

Tayyip Bey'in vesayeti altındaki AKP ile CHP'nin bir koalisyon hükumeti kurup ülkeye faydalı olabilmeleri, işin doğasına aykırıdır.

AKP ile CHP hangi asgari müştereklerde anlaşabileceklerdir?

AKP; Anayasamızın açık hükümlerine göre, benimseyip özümsemesi gereken laiklik ilkesini, kuvvetler ayrılığı ilkesini, Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesini,yargı bağımsızlığını,basın, düşünce ve düşünceyi açıklama, barışçıl ve silahsız toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüklerini dahi benimsyerek içine sindirememiş bir parti olup, bir koalisyon için üzerinde konuşulmaması, aslında, orta sağ ve orta sol tüm partilerin gözü kapalı benimsemiş olmaları gereken bu ilkeler ve özgürlükler konusunda dahi, aralarında derin uçurum ve anlayış farkı bulunan AKP ile CHP; bu Anayasal ilke ve özgürlükler üzerinde dahi anlaşamayacaklarına göre, asıl üzerinde anlaşıp uzlaşmaları gereken, yolsuzluklarla ve yoksullukla  mücadele, Tayyip Beyin parlamenter sstem üzerindeki vesayetinin kaldırılması, kaçak sarayın Anayasal yetki hudutlarına çekilmesi, ekonomik sorunların çözülmesi konularında nasıl bir uzlaşmaya varacaklarını, düşünek dahi istemiyoruz.

Bu nedenle, aralarındaki koalisyon görüşmelerini sürdürmelerine rağmen, bize göre; AKP de,CHP de, uzlaşamayacaklarını ve kuramayacaklarını bildikleri halde, kesin olan bir erken seçimde, koalisyon için ellerinden gelen çabayı sarf  ettiklerini, buna rağmen başarılı olamadıklarını savunabilmek ve seçmenin tepkisini çekmemek için, kamuoyunu oyalama ve kendilerine mazeret üretme çabası içindedirler.

Daha önceki bir yazımızda da açıkladık, AKP üzerindeki vesayetini devam ettiren Tayyip Bey de, açıkça beyan etmese de, imalı konuşmalarıyla ve ortaya koyduğu vücut diliyle, bir AKP ve CHP koalisyonundan yana olmadığını, gönlünde yatan  aslanın, bir erken seçim olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu toplum şunu çok iyi bilmelidir ki;Tayyip Bey ve AKP mensup ve  yandaşları, ülke menfaatini değil, partilerinin menfaatini üstün tutmakta ve 13 yıllık iktidarlarını sürdürebilmek için,her yolu mübah görmektedirler.

Bu nedenle AKP ve Tayyip Bey, bundan önce kazandıkları yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Kürt kartını kullanmış ve Kürt oylarını alabilmek için, çözüm süreci adı altında bir senaryoyu uygulamaya koyarak seçimlerde başarı kazanmış, bunun karşılığında, bölücü PKK terör örgütüne yönelik operasyonları askıya alarak, güvenlik güçlerini pasifize etmiş, örgütün bölgeyi taamamen eline geçirerek daha da güçlenmesine neden olmuş, ancak, son 7 Haziran milletvekili seçimlerinde, hem Kürt oylarını ve hem de milliyetçi oyların bir kısmını HDP ve MHP'ye kaptırarak tek başına iktidarı kaybetmesi üzerine, zorunlu olarak,elindeki kartlarda bir değişikliğe gitme gereği duymuş ve IŞİD tarafından Suruç da gerçekleştirilen calı bomba katliamı ve bunu takip eden günlerde de, PKK tarafından gerçekleştirilen polislere yönelik suikast ve yine IŞİD tarafından gerçekleştirilen ve bir astsubayımızızn şehit edildiği sınır karakolumuza yönelik silahlı saldırıları bahane eden AKP geçici ve azınlık iktidarı, üçyüz altmış derece bir dönüş yaparak, eline milliyetçilik kartını almış ve yapılacak olan erken seçimde, 7 Haziran seçimlerinde MHP'ye kaptırdığı milliyetçi oyları fazlasıyla geriye alarak yeniden tek başına iktidara gelebilmek için, çözüm süreci senaryosunu çöp sepetine atmış, daha önce silah ve cephane yardımı yaparak güçlenmesine katkı yaptığı IŞİD terör örgütüyle de köprüleri atarak savaşma kararı almış, IŞİD ve PKK terör örgütlerine yönelik sınır ötesi hava harekatını başlatmış ve Suriye batağına adım atmıştır.

IŞİD karargah ve mevzilerine yönelik olarak başlatılan  hava harekatına, IŞİD tarafından  şehit edilen astsubayımızın ismi verilmiş ise de, bize göre bu hava harekatına, “erken seçim hava harekatı” da diyebiliriz.

Bu hava harekatı, bize göre, erken seçimin işaret fişeğidir

Tayyip ve Ahmet Beyler; daha bu aşamalara gelmeden, zamanında alabilecekleri tedbirleri almadıkları için bugün uygulamaya koymak zorunda kaldıkları IŞİD ve PKK'ya yönelik hava harekatıyla, aynı zamanda kendi siyasal gelecekleri için, ülkemiz üzerinden yeni bir kumar oyununa başlamış bulunmaktadırlar. Umarız, kendileri ve ülkemiz için hayırlara vesile olur.

26/07/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


Laik Türkiye Cumhuriyetin Tapu Senedi Lozan -Gündüz Akgül
19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak basan büyük önder Mustafa Kemal önderliğinde başlayan kurtuluş savaşı, kan, gözyaşı ve binlerce şehit kanı pahasına, 09 Eylül 1922 tarihinde düşmanın İzmir’de denize dökülmesi yengisiyle (zaferiyle) sona ermiştir…
Osmanlı İmparatorluğunu parçalanması ve emperyalist ülkeler tarafından bölüşülmesini sağlayan 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Anlaşmasının bu yengiden sonra yırtılıp çöp sepetine atma zamanı gelmişti…
Bu gün, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanan ve laik Türkiye Cumhuriyetinin tapu senedi olan Lozan Antlaşmasının 92. Yıldönümüdür…
Lozan Antlaşması ayni zamanda, Cumhuriyetin bağımsızlık yolunda döşenen köşe taşların en önemlisidir…
Çok zorlu geçen müzakereler sonucunda, büyük önderin tam desteğini alan Türk Delegasyonunun Başkanı ve kurtuluş savaşının kahramanı İsmet İnönü hiçbir ödün vermeden istediklerini kabul ettirmiştir…
İstediklerini kabul ettiremeyen İngiliz delegesi Lord Curzon İsmet Paşaya, “Memnun değiliz Lozan muahedesinin müzakeresinden hiç bir dediğimizi yaptıramadık. Reddettiklerinizin hepsini cebimize atıyoruz. Harap bir memleket alıyorsunuz, bunu kalkındırmak için mutlaka paraya ihtiyacınız var. Bu parayı almak için gelip diz çökeceksiniz. Cebime attıklarımın hepsini çıkaracağım siz vereceğim.”
Güzel yurdumuzun her karış toprağı savaş alanlarında binlerce şehidin canı pahasına kazanılmışken, masa başında yabancılara ihale adı altında peşkeş çekilerek, şehitlerimizin kemikleri sızlatılıyor, benimde canım acıyor…
Cumhuriyetin kazanımları eşe, dosta ve yabancılara değerlerinin çok altında sunulurken yine aynı acıyı çekmekteyim…
Lozan Antlaşması ile kazanılan değerleri bu gün koruduğumuzu söylemek ne yazık ki olası değildir…
Bu günkü yönetimlerin yaptıkları Lord Curzon’u haklı çıkarmıştır…
Bu güzel ülkeyi bizlere bırakan, başta Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimizin anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Ruhları şad olsun…
Lozan Barış Antlaşmasının 92. Yıldönümü, yurdun bölünmez bütünlüğüne, bağımsızlığa ve barışa inanan tüm yurttaşlarımıza kutlu olsun… 

24.07.2015
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl Ele Alındı - Galip Baysan
Ermeni meselesi, konferansta öncelikli konular arasında değildi, fakat “Türkiye’deki azınlıklar” sorunu işine dâhil edilerek getirilmek istendi. Ermeni Delegasyonu dört kişiden müteşekkildi. Aharonyan ve Hadisyan Ermenistan Sosyalist Cumhuriyetini, Norodunkyan ve Leon Paşalıyan da Türk Ermenilerini temsil ediyorlardı. Hadisyan 18 Kasım 1922’de konferansa katılan ülkelere bir mektup göndererek Sevre’e sunulan taleplerinin benzerlerini sıralamış ve “Ermeniler için bir toprak ayrılmasını, Ermenistan Cumhuriyeti’nin hudutlarının Ermeniler lehine genişletilmesini ve Sevr’e göre ayrılan Kilikya’nın bir bölümünün de Ermenilere verilmesini talep etmişler, 2.250.000 kişilik Türkiye Ermenilerinin 1.250.000 inin soykırımla yok edildiğini, 700.000 ‘inin İran, Yunanistan, Suriye ve Balkan devletlerine göç ettiğini ve halen Türkiye’de köylerde 13.000, İstanbul’da 150.000 kadar Ermeni’nin kaldığını” belirterek soykırım iddialarını tekrarlamışlardır. (1)
Lord Curzon 12 Aralık 1922 tarihli oturum sırasında bütün ağırlığını Hıristiyanlar ve Ermeniler tarafına koyarak Ermeni sorununu gündeme getirmiş ve İsmet Paşa ile aralarında sert tartışmalar geçmiş, ancak İsmet Paşa Ermeniler için bir toprak ayrılması konusunda yine taviz vermemiştir. Lord Curzon’un konuşması şöyledir.
“Türkiye’de azınlık meselesiyle bütün dünya ilgileniyor. Onun için bütün dünya’nın gözleri bu meselede verilecek kararın merakı içinde Lozan Konferansına çevrilmiştir. Müttefikler Türkiye ile harbe giriştikleri zaman gayelerinden biri de Anadolu’daki Hıristiyan azınlıkları himaye etmek ve mümkün ise kurtarmaktı. Hele Ermeniler Berlin Antlaşmasından beri temin edilmişlerdir.” (2)
Lord Curzon bilhassa Ermenilerin korunması konusunda ısrar ediyor ve Türk gazete Muhabiri Ali Naci Karacan’a göre: “Hıristiyan azınlıklar” dediği zaman öyle bir heyecan gösteriyordu ki, İngiltere Dışişleri Bakanı mı konuşuyor, yoksa Papa’nın vekili mi vaaz veriyor anlamak oldukça zordu. (3)
Lord Curzon kimlerin himaye görmesi gerektiğini de Rumlar, Yahudiler, Asuriler, Gıldaniler ve Nasturiler olarak saydı ve üç esas’ın temin edilmesini istedi.
1. Çok geniş bir genel af
2. Askerlikten makul bir bedel karşılığı kurtulma imkanı,
3. Serbest gidip gelme.
Bunlardan daha önemlisi Milletler Cemiyeti’nin daimi bir denetiminin olması ve bunun için de bir temsilcinin devamlı Türkiye’de bulunması. (152)
İsmet Paşa yaptığı üç saatlik uzun konuşması sırasında Tarihi bilgilerle Osmanlı Devletindeki azınlıklara verilen haklardan bahseder. Ertesi günkü toplantıda İsmet Paşa yeniden söz alır ve azınlıklar konusundaki genel Türk görüşünü açıklar:
“Sekiz senedir Türkiye’de yalnız şu veya bu azınlık değil, bütün halk ızdırap çekmiştir. Son dört sene zarfında silahı elinden alınan Türkler her taraftan tecavüze uğramışlardır. Türk ahali kendi vatandaşları aleyhine ve bütün kara kuvvetler, münevverler aleyhine tahrik edilmiştir. Yunanlıların Anadolu’da 27 Şehir, 1400 köy, 98.000 ev yıktıkları sabit olmuştur. Harbin uzamasıdır ki bu ıstıraplara sebep olmuştur. Sulhu yapınız bu ızdıraplar diner.
Türk milleti azınlıklara medeni alemin kabul ettiği hakları tanır. Fakat kendi istiklâlini kayıt altına alacak hiçbir yeni teklifi kabul edemez. Azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu onları hariçte lekeleyecek münasebetlere tahrik etmemek, bu münasebetlerden korumaktır. Bunlar hariçten gelecek bir şefkate dayanmamalıdır! O zaman hepsi sulhtan sonra Türk vatandaşları arasında yaşarlar.
Ermeni meselesini maişet vasıtası (geçim aracı) veya silah diye alarak hariçte çalışan komiteler ortadan kalkarsa iki taraf da yaralarını sararlar. Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşayabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için parçalanamaz. Ne şark vilayetlerinde, ne Kilikya’da anavatandan ayrılması mümkün yer yoktur. Zaten Türkiye bugün mevcut müstakil Ermeni Cumhuriyetiyle muahedeler akdetmiştir. Diğer bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğini Türkiye hayalinden bile geçirmez.
Azınlıkların gidip gelmeleri ve malları meselesi ise Türk kanunlarının halledeceği bir iştir. Azınlıklar için kontrol ve mümessil gönderilmesi, Türkiye’nin dahili işlerine müdahale teşkil edeceği için asla kabul edilemez. Azınlıkların himayesini Türk bütünlüğüne ve istiklâline halel verici bir bahane diye kullandırtamayız.” (5)
İsmet Paşa’dan sonra söz alan Lord Curzon sert bir konuşma yaptı ve Ermenilerle ilgili şu sözleri söyledi:
“....İsmet Paşa Ermenilerin eskiden Türk idaresinden memnun olduklarını, iki millet arasında daima kardeşlik duygularının mevcut olduğunu, Ermenilerin son zamanlarda uğradıkları felaketlerin sebeplerinin yine kendileri, kendi delice hareketleri ve dışarının tahrikleri olduğunu söylüyorlar. Sanırım bu iddia doğru mudur? Üç milyon Ermeni’den 130.000 kişi kaldı. Ötekiler nerede? Kilikya boşaltıldığı zaman 300.000 Ermeni niçin kaçtı? niçin yüzbinlerce Ermeni dünyanın her tarafına yayıldı? Niçin Ermeni meselesi dünya için bir skandal oldu? Türklerin Ermeniler hakkında dostluk hisleri göstermelerinden memnunum. Bütün dünyanın gözleri Türklere ve Ermenilere çevrilmiştir. Zannetmem ki efkârı umumiye, bu zavallı insanlara, Türk hükümetinin istediği şekilde muamele edilmesine razı olsun...
Bu koca memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu? Türkler Cemiyet-i Akvam’ın kendi dahili işlerine müdahalesinden korkuyorlar. Mösyö Barere ve ben burada iki milleti temsil ediyoruz ki bu milletlerin tabası arasında milyonlarca azınlıklar vardır. Biz Cemiyet-i Akvam’ın müdahalesinden korkmuyoruz. Çünkü ellerimiz temizdir!” (6)
Curzon’un ithamlarına ertesi gün İsmet Paşa’nın verdiği cevap, konferansın o zamana kadar dinlediği nutukların en kuvvetlisi oldu. Özellikle Curzon’un “Biz Cemiyet-i Akvam’a girmekten korkmuyoruz. Çünkü  ellerimiz temizdir” sözüne “Bizim ellerimiz bilhassa temizdir” şeklindeki karşılığı büyük etki yarattı. “Cemiyeti Akvam’a girmeyi hiç bir zaman reddetmedik, barış yapıldıktan sonra gireriz” diyordu.  
Ermenilere gelince İsmet Paşa şu sözleri söylüyordu.:
“Lord Cenapları Türkiye gibi büyük bir memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu? diye sordular. Memleketleri Türkiye’den çok büyük olan devletler vardır. hem de bizden yeni ayrılan bölgelerde çok geniş yerler vardır. Türk olarak geriye kalan ülke hiçbir parçalanma kabul edemez. Şark vilayetlerinde ahali toprakları kimseye veremezler. Lord Curzon mühim azınlıkların yaşadığı birçok memleketleri bulunduğundan, Milletler Cemiyetinden korkmadığından ve ellerinin temiz olduğundan bahsetti. Burada bir yanlış anlama olduğunu kaydetmek isterim. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’nden korkusu olduğu ileri sürülemez. Ecnebi istilası yüzünden yakılıp yıkılan memleketlerinde çalışan Türk elleri bilhassa temizdir. Bu eller hiçbir memlekete ne tecavüz, ne onu istila, ne de tahrip etmemişlerdir. Korkmaksınız, diğer herhangi ellerle mukayese olunmaya layıktırlar ve bu iddiada bulunmaya da haklıdırlar!” (7)
Ermeniler konusuna bundan sonra Azınlıklar Alt Komitesinin 15 Aralık toplantısında temas edilmiş. Komisyon Başkanı İtalyan Montagna, alt komisyonun Ermeni yurdu sorununu ele alabileceğini söylemiş, fakat Türk temsilcisi Rıza Nur Bey böyle bir sorunu görüşmeyi reddettiğini bildirmiştir. Bu komitenin 22 Aralık toplantısında M.Montagna azınlıklar temsilci heyetlerinin dinlenmesi konusunu ortaya atmış, Rıza Nur böyle heyetlerin dinleneceği oturumların alt komitelerin resmi oturumları sayılmayacağını ve Türk Delegasyonunun bu toplantılara katılamayacağını söylemiştir. (8) Bu gelişmelere rağmen alt komite 26 Aralık 1922 günü dinlemeyi gündeme aldı, Türk temsilciliği bir saat önce haberdar edildi. Rıza Nur alt komite başkanlığına bir memorandum yazarken, İsmet Paşa da komisyon başkanına bir memorandum vererek, Ermeni delegesinin Ermeni Hükümetini temsil etmediğini ve eğer bu delegeler Türkiye’deki Ermenileri temsil ediyorlarsa durumu protesto ettiklerini belirttiler. Ayrıca bu delegelerin ancak Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’daki azınlıklar, bütün Müslüman ülkeler ve İrlanda temsilcileri ile birlikte dinlenebileceği belirtildi. (9) O gün yapılan toplantıda Ermeni temsilcileri, o güne kadar, Ermenilerin Anavatanlarına ihanetini ve düşmanla nasıl işbirliğinin adeta bir itirafı kabul edilecek bir konuşma ile Ermeni isteklerini sıraladılar. Delegeler İtilaf Devletlerinin kendilerini bağımsızlık vaad ederek nasıl kışkırttıklarını, Ermenilerin Fransız Doğu Ordusunun önemli bir bölümünü oluşturduklarını, bu askerlerin General Allenby’nin kuvvetlerinin ön saflarında Türklere karşı savaştığını beyan ederek konuşmasını kendilerine söz verildiği gibi bir Ermeni Yurdu isteğiyle tamamlamıştır. (10)

DİPNOTLAR:
(1) Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, S.298-299 (TTK,Ankara-1983)
(2) Ali Naci Karacan: Lozan Konferansı ve İsmet Paşa., S.127 ( İstanbul-1993)
(3) Aynı Eser, S.127.
(4) M. Cemil Bilsel, Lozan, İkinci Cilt, S.272-273 (Sosyal Yayınlar, İstanbul)
(5) Aynı Eser, S.276; A.N. Karacan, a.g.e., S.130.
(6) A.N.  Karacan, a.g.e, S. 131; M.C. Bilsel a.g.e., S.277; Harold Nicolson, Curzon; The Last Phase, 1919-1925 P. 315 Constable & Co Ltd. London –1934).
(7) A.N.Karacan a.g.e., S.131-134; M.C.Bilsel a.g.e., S.277-280
(8) Ermeni Sorunu, S.56 (Hizmete Özel, Önsöz Kâmuran Gürün, 29 Nisan 1981).
(9) Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, İstanbul –1968; Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, S.115-116 (Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1992); Ömer Turan, The Armenian Question At The Lousanne Peace Talks, s.222 (The Armenians in The Late Ottoman Period, Edited BY Türkkaya Ataöv, Ankara –2001).
(10) Ömer Turan: The Armenian Question in the Lausanne Peace Talks , S.222.

Dr. M. Galip Baysan

Bin yıldan beri, her türlü terör ve vahşetin timsali olmuş, günümüzde bile vahşetin darbımeseli halinde söylene gelen Haşhaşiler, binli yıllarda 150 yıldan fazla suikast, katliam, soygun gibi olaylarla insanlara korku ile hükmetmiş, tarihin en büyük terör örgütüdür. Yüzyıllar boyu, katliam yapan bütün terör v gizli örgütler, “Haşhaşi bunlar Haşhaşı” diye kötüye örnek, misal olmuşlar.

İsmailî düşüncesinin kutsal mekanı olan Alamut Kalesi, XI. ve XIV. yüzyılları arasında birçok hükümdarın korkulu rüyası olmuştur. Alamut efsanesi tam olarak 1090 yılında, ünlü İsmailî komutanlarından biri olan Hasan Sabbah tarafından kalenin satın alınarak ele geçirilmesiyle başlar.

Günümüzün Başbakanı-Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan bile önce canciğer birlikte kumpaslar hazırlarken, araları açılınca, Fetullahçı-Cemaatçiler için “Haşhaşi bunlar haşhaşi” diye bağırıyordu. Bin yıl önceki Türk vezirlerine, devlet adamlarına kök söktüren, katleden Haşhaşiler, böylece günümüzün başka bir Türk lideri tarafından anımsanıyordu.

ALAMUT NERESİDİR
Haşhaşilerin Sonu 4 - Cevat Kulaksız

 Bu terör örgütünün yaşadığı yer, Alamut Kalesi diye anılan, şimdiki İran’ın Hazar Denizi kıyılarında, şimdilerde halen kalıntıları bulunan Elburuz Dağları’nın zirvesinde kartal yuvası gibi sarp bir yerde bulunuyordu.

Haşhaşilerin lideri Hasan Sabbah, burayı bir derviş kılığında yörenin valisinden 3000 altına satın alınca, orayı dış dünyadan yalıtlamak, düşmanlarının sızmasını önlemek için giriş geçitlerini kapattı, görülmemiş bir tahkimat yaptı. Öylesine kartal yuvası gibi bir yerdi ki, binlerce düşman askeri de gelse, Alamut Kalesi’ne teker teker girmek zorunda idi.  Kaleyi kuşatacak düşman askerleri suyu keser endişesi ile suyu, çevredeki derelerden almıyordu. Alamut içinde dağları delerek öylesine görülmemiş su sarnıçları yerleştirdi ki yüzlerce müridi ve hizmetkârları asla su sıkıntısı çekmiyorlardı. Yıl içinde yağan kar, yağmur sularını bu dev sarnıçlara yerleştirilip stoklanıyordu. Hasan’in inzivaya çekildiği büyük odada, görenlerin şaşıp kaldığı, boşaldıkça dolan ve doldukça suları asla taşmayan “mucize havuz”u vardı.

Böylece Alamut Kalesi’ni tahkim eden Hasan Sabbah, kalesine çekilmiş ve bir daha oradan hiç ayrılmamıştı. Sabah akşam, yıpranmış ama asla değiştirmediği bir hasırın üzerinde oturur, öğretir, yazar ve fedailerini düşmanın peşine salardı. Hasan Sabbah’ın evi, tek penceresi bir uçuruma açılır, kale içinde kale idi.
Haşhaşilerin Sonu 4 - Cevat Kulaksız

Erzak için de, Büyük İmam (müritleri öyle anardı), içinde yağ, sirke, bal muhafaza edilen kuyular açtırdı. Yiyecekler, kuru yemişler, kuzu yağı, kavurma, arpa stoklamayı ihmal etmedi. Bu hazırlık ve tahkimat, önce kış aylarının çok sert geçtiği yörede, kuşatmacıların dayanma gücünü aşıyordu.

İşte öylesine bir sarp, yalçın bir sığınak yapınca, insanları, köy köy, şehir şehir propaganda, baskı ve terörle kendine bağladı. Kanlı kinli, adam kestikleri halde, dünyanın en vahşi terör gruplarından IŞİD e nasıl ki, günümüzde bile insanlar kadınlar, kızlar, gençler gönüllü katılıyorsa, o devrin insanları da, öleceklerini bilseler bile Haşhaşilere fedai olmaya gönüllü idiler. Fedaileri öylesine sıkı bir eğitimle yetiştirmişti ki, haşhaş yağı ile de efsunlanan militanları göz kırpmadan insanı öldürüyorlardı. Onun fedaileri Büyük İmam öğretileri ile daima ölmeye hazırdılar, şehit olmakla cennetin kapılarını açtığına inanmışlardı. Öldürülecek kişi fedaiye bildirilmiş, gösterilmişse, Haşhaşi militanı mutlaka o kişiye bir biçimde yaklaşır, tek darbede muhatabını, kalbine veya şah damarına sapladığı hançeri ile öldürür. Kendisi parçalanarak öleceğini bildiği halde kaçmaz, orada parçalanarak ölmeyi bekler, çünkü o cennete gideceğini biliyordu! İşte bundan dolayı yöre halkı Haşhaşilerden korkuyor ve onlara saygı ile biat ediyorlardı.

Sabbah’ın ve bütün Haşhaşilerin tek amaçları vardı, Sunni Türk Selçuklu beylerini, sultan ve vezirlerini suikastla öldürüp, Türk Selçuklu devletini yıkmaktı. Çünkü Nizamülmülk, Selçuklu Sarayında çalışırken Hasan Sabbah’a tuzak kurmuş, Melikşah karşısında onu güç durumda bırakmış, hakkında idam kararı çıkmasına neden olduğu için, Hasan, Selçuklu vezirlerine, devletine düşman olmuş, onları yok etmek, yıkmak için terör ve suikastlara başlamıştı. İşte Haşhaşiler, Hasan Sabbah başkanlığında bu kin ve intikam için örgütlenmişlerdi. Alamut’ta kaleler, yapılar arasında gizli tüneller, geçitler vardı.

Haşhaşiler, militanları, müritleri sadece Alamut’da değil, çevre, köy ve şehirlerde uyuyan,  tebdili kıyafetle dolaşan gizli adamları da vardı ki, onlar her yıl çoğalıyordu. Alamut çevresindeki her türlü gelişmeler, posta güvercinleri ile anında Alamut imamına iletiliyor, haberdar ediliyordu. Böylece çevresine hükmeden Hasan Sabbah ve müritleri, Doğu’ya da Batıya korku salıyor; her İslam kentinde yüksek görevliler öldürülürken Haçlılar da önemli kayıplar vermişti.

Terör bir bakıma Alamut’da da vardı, sıkıyönetimden beter bir disiplin altında idi, müritleri. Alamut’un Büyük İmamı (Sabbah) müminlerin her saniyesini kendisi düzenlemek istiyordu. Ne kadar çalgı aleti varsa yasaklanmıştı; en küçük bir kaval derhal ateşe atılırdı. İçkinin cezası daha ağırdı.


HASAN SABBAH KENDİ OĞLUNU BİLE ADALET İÇİN KATLETTİRDİ
Hasan’ın öz oğlu, bir akşam babası tarafından çakır keyif yakalanınca, ölüme mahkûm edilmişti; annesinin yalvarmalarına karşın, ibret olsun diye sabaha karşı kafası uçurulmuştu. Hiç kimse, tek bir yudum şarap içemez olmuştu.

Hasan’ın adalet hızlı işliyor, etkisi çabuk oluyordu. Hasan’ın ikinci oğlu, bir adam tarafından suçlanmış, eğrisi, doğrusu araştırılmadan, Hasan Sabbah ikinci oğlunun da kellesini uçurmuştu. Birkaç gün sonra, gerçek suçlu itiraf etmiş, o da kellesini vermişti.

Alamut’un Büyük İmamı Hasan Sabbah’ın, adaletini ve tarafsızlığını göstermek için, oğullarının öldürüşünü örnek gösterirler; böylece bir ahlak timsali olduğundan, çevre halkı hayran kalır ve ona koşa koşa biat ederlerdi. Yine bazı kaynaklar, idamların hemen ertesi günü karısı ve kızlarının buna karşı çıktıklarından, Hasan’ın onları Alamut’dan kovdurduğunu yazarlar.  Hasan Sabbah böylece dünyadan elini ayağını çekmiş, çevresinden kopmuş, çevresine bir taş ve korku duvarı örmüştü.

İnsanları başına kurşun sıkarak, boğazını keserek katliam yapan IŞİD cıların ataları hemen hemen aynı topraklarda Haşhaşilerdi.

Ama o yalnızdı, dünyada ender bulunan muhteşem kütüphanesinde okuyor, yazıyordu, ama sıkılıyordu. Eski dostu Ömer Hayyam’a mektup göndererek Alamut’a davet etti. Ona, “burada korunursun, bakılırsın, hiçbir yerde göremeyeceğin kütüphanemde çalışırsın, muazzam bir kütüphane kurdum, burada rahat çalışır, yazar, araştırma yaparsın”.

Haşhaşilerin Sonu 4 - Cevat Kulaksız
Fakat Ömer Hayyam, yaşamak, yaşatmak, yaşarken sevmek felsefesi ile yoğurulan çağın bu aydını, artık onunla arayı açmak, Alamut’a kesinlikle gitmek istemiyordu;  ölmek öldürmek, kin, intkamla beslenen Hasan Sabbah için şöyle diyordu: “Ben hayatı seviyorum, o ölümü. O adamlarına aşkı, musikiyi, şiiri, şarabı ve güneşi yasak ediyor. Bir de cenneti vaat etmeğe kalkışıyo! Kalesi cennetin kapısı olsaydı, ben cennetten vaz geçerdim. Bu sahte dincilerin inine asla ayak basmam”. Zaten, dine, şeriata karşı imiş gibi görünen, felsefe yüklü rubaileri de, dini kullananları eleştirişyordu. Haşhaşilerden bin yıl sonra, dini çıkar aracı için kullanan AKP-RTE iktidarı da, böylesine Hayyam rubailerine, bunu söyleyen Fazıl Say'lara ve öteki aydınlara düşman oluyor, dava üstüne davalar açıyordu. Zaten Ömer Hayyam, felsefik mizahi dizeleri ile dincileri eleştiren rubaileri ile dini kullananları, din sömürücülerini eleştiryor, yeriyordu.

Nizamülmülk, Haşhaşi fedaisinin hançeri ile can verdikten sonra, Ömer Hayyam’a bağlanan on bin dinar ödenek de kesilmişti; Ömer Hayyam,  parasız kalma korkusu ile şehir şehir gezerek okuyup yazıyor, araştırmalarını sürdürüyor, yerel vali ve sultanların desteği ile yaşamını sürdürüyor. Vefalı yardımcısı Ermeni Vartan ile yazıp bitirdiği “Rubaiyat” kitabını yanından hiç ayırmıyordu. Fakat bir gece uyudukları sırasında, Haşhaşilerin fedaisi, bir gölge gibi “Rubaiyat”ı alıp  Alamut İmamına götürdü.  Oysa Hayyam, bu kitabı, Ermeni muhafızı Vartan’la birlikte gözü gibi koruyordu. "Rubaiyat" Alamut’a gelince, Ömer Hayyam’ın bu değerli el yazması kitabının önemini bilen Hasan Sabbah, bu kitabı, binlerce kitabın bulunduğu kütüphanesine, kitapların arasına koymadı. Duvarda gizli bir oyuk açıp, bu oyuğa koymuştu.

Hasan Sabbah, yetiştirdiği haşhaşi müritleri, militanları eliyle nice beyleri, vezirleri, muhalifleri suikastla öldürtmüşse de, kendisi bir katil gibi değil, bir bilgin gibi binlerce kitabın arasında uğraşır, okurdu. Nerede bir kitap ününü duysa, onu haber güvercinleri ile öğrenir, kaç lira olursa olsun satın aldırır, kütüphanesine koyardı. Muazzam kütüphanesinde binlerce, on binlerce adet kitabı vardı.

Hasan Sabbah, 1162  yılında 80 yaşında, 34 yıldır hiç çıkmadığı Alamut Kalesi'nde öldüğü vakit, öncüsü olduğu hareket yok olmaz. Halefi olarak tayin ettiği kişi İmam’ın odasına geçip oturma cesaretini gösteremedi. Hasan Sabbah’ın ölümünden yıllar sonra dahi, Alamut halkı, onun oturduğu yerin duvarlarından bile ürkmüşlerdi. "Hayaletine rastlarız" korkusu ile artık kimselerin oturmadığı o semtte dolaşmaktan bile korkarlardı. Haşhaşilerin yaşamları, Hasan’ın vermiş olduğu talimat doğrultusunda aynı çilekeş durumları sürüp gitmekteydi. Reisin ölümü ile hiçbir şeyin değişmediğini göstermek için bile olsa daha fazla cinayet ve şiddet oluyordu. Hasan Sabbah'a yapılan bu biatlı disiplin, onun ölümünden sonra onlarca yıl sürdü.

Aylar yıllar geçtikçe, çocuklar büyüyüp geliştikçe kendilerini, Haşhaşilik durumlarını kendi kendilerine eleştirmeğe, ne ki bir çoğu tüm gençliklerinin her türlü eğlencenin yasak olduğu bir çeşit garnizon-manastır karışımı bu yerde neden geçirdiklerini sorgulamaya, soruşturmaya, söylenmeye başladılar. Gençler, bir oğul, bir kardeş ya da bir kocayı asla geri döndürmeyen bir görev uğruna kaybetmiş kadınlar tarafından teşvik edilir olmuşlardı.


“ŞERİAT YOK BEŞ VAKİT NAMAZ YASAKTIR”
Bu gizli, bastırılmış özlemleri dile getiren bir adam ortaya çıktı, Hasan’ın halef olarak atadığı adamın torunu idi, babası öldüğünde Tarikat’ın dördüncü reisi olacaktı. Veliaht’ın adı da Sabbah gibi Hasan idi, onu görenler, “işte kurtarıcımız” diye fısıldıyorlardı. Bu veliaht 1164 yılında Alamut Halkını meydana topladı şu tuhaf konuşmayı yaptı:

“-Dünyada oturan herkese sesleniyorum: Cinler, insanlar ve melekler! Çağdaş İmamınız sizi kutsuyor, geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı af ediyor. Şeriat’ı kaldırdığını ilan ediyor, çünkü diriliş vaktidir. Tanrı sizi Şeriat ile zora koştu, cenneti hak edersiniz diye. Hak ettiniz. Bugünden itibaren cennet sizindir. Artık Şeriat yok. Bütün yasaklar kaldırılmıştır. Beş vakit namaz yasaktır. Mademki artık cennetteyiz ve Tanrı ile iletişim halindeyiz, o halde sadece belirli saatlerde o’na başvurmamız gerek yok; beş vakit secde etmekte direnecek olanlar Diriliş’e inanmayanlardır. Artık dua etmek secde etmek inançsızlıktır”.

Kur’anan’ın cennetin içkisi diye nitelediği şaraba izin çıkmıştı. İçmemek günahtı.  O yıllarda yaşamış olan bir Acem tarihçi şöyle yazar: “Önüne gelen saz çalmaya hatta mimberin basamaklarına çıkıp şarap içmeye başladı”. Alamut’da büyük değişiklikler olmaya başladı, İslam kentlerini dehşete düşüren cinayetler son bulmuştu. İsamililer köktendinci olmalarına karşın daha hoşgörülü olmaya başladılar. Olaylar, yaşam böylece yüz yıl kadar devam ederken birden bire Moğolların istilası başladı.

Cengiz Han yönetimindeki Moğolların istilası ile Pekin, Buhara, Semerkant gibi nice ünlü kentler yerle bir edilmiş, halkı öldürülmüş, insanları hayvan gibi boğazlanmış, kadınlar subaylara peşkeş çekilmiş, esnaf köleleştirilmiş, geriye kalanlar kılıçtan geçirilmişti.

160 yıl boyunca, bütün istilacılara kafa tutmuş olan Haşhaşiler kalesi, Moğolların saldırılarına dayanamadı,  nice kentler, kaleler, beldeler gibi teslim oluverdi. Moğol hükümdarı Hülagü tarafından 1256 yılında yıkılarak ortadan kaldırıldı. 245 yıl ayakta kalan devlet, Hasan El Sabah tarafından 1011′de kurulmuştu.

 Cengiz Han’ın Torunu Hülagu Han, bu askeri deha yapıtını görmeğe geldi Alamut’a. Anlatılanlara göre, Hasan Sabbah’tan beri onlarca yıl korunmuş, el değmemiş erzak bulundu. Böylece dünyanın en vahşi terör grubu Haşhaşiler, başka bir vahşi terör grubu Moğollar tarafından yok edildi.


HASAN SABBAH’IN KÜTÜPHANESİ YAKILDI
Hulagu Han, subaylarıyla çevreyi dolaştıktan sonra, askerlerine her şeyi yıkmalarını taş taş üstünde bırakmamalarını söyledi. Çağının en büyüklerinden olan kütüphanesine, Cüveyni adlı bir tarihçinin, on binlerce kitabın, el yazmasının bulunduğu bu yere içeriye girmesine izin verdi. Cüveyni, Hulagu’nun emriyle “Dünya Fatihi’nin Tarihi’ni yazmaktaydı.  Bu yapıt, günümüzde bile, Moğol istilaları konusunda en değerli kaynaktır.

Kütüphane kapısının dışında bir Moğol subayı ve bir el arabası tutan bir asker bekliyordu. Bu el arabasının alabildiği kadar kitap kurtarılabilecek, gerisi ateşe verilecekti. Tarihçi Cüveyni, ne kadar Kuran’ı kerim varsa toplayıp el arabasına koydu,  onlarla da zaten el arabası dolmuştu..

Cüveyni, kütüphanede elinde, koltuğunun altında ne kadar kitap alabilmişse o kadar aldı, bir Moğol subayı elinde bir meşaleyi sallayıp beklerken, Cüveyni’in çıkmasını istiyordu. Cüveyni, “Yıldızların ve Sayıların Sonsuz Gizi” adlı kitap yere düştüğünde eğilip yerden kaldırmadı. Kütüphane her yerinden, her köşesinde meşale ile tutuşturuldu. Binlerce insanın katliamcısı Haşhaşilerin Kütüphanesi, binlerce insanların katilleri Moğollar tarafından tutuşturulup yedi gün yedi gece yandı. Nice yapıt yok oldu, el yazması olan bu kitaplardan tek bir tanesi bile kalmadı.

Haşhaşilerin Sonu 4 - Cevat Kulaksız
Günümüzde IŞİD denilen terör belasının insan kültürüne, insan değerlerine yaptığı katliam ve talan gibi, günümüzden 1150 kadar önce, Moğollar işgal ve yıkımcıları da Alamut Kütüphanesi yanında Bağdat, Buhara gibi kütüphaneleri yakıp yıktılar.

"750-1258 yılları arasında hüküm süren ve Abbasiler devrinde, başta Aristoteles, Platon ve Sokrates olmak üzere eski Yunan düşünürlerinin,  Süryani yazarlarının eserlerinin Arapça’ya çevrilmesiyle birlikte çok parlak bir bilim ve kültür hayatı doğmuş, Bağdat’da kültür, bilim ve felsefe ağırlıklı eserlerle dolu dünyanın en büyük kütüphanesi meydana gelmiştir. Abbasiler devrine son veren Moğol Hakanı Hülagü,  Bağdat’ı aldığında göçebe kültürünün içgüdüsel davranışı ile ilk olarak Bağdat Kütüphanesi’ndeki tüm eserleri Dicle nehrine atarak yok etmiştir. Öyle ki, görenler Dicle üzerine sanki kitaptan bir köprü kurmuş sanılırdı.  Hepsi el yazması olan kitapların mürekkeplerinin, Dicle’nin sularının haftalarca bulanık akmasına yol açtığı bilinmektedir". [i]
Haşhaşilerin Sonu 4 - Cevat Kulaksız

Aynı kültür yıkımını, Haşhaşilerden 610 yıl sonra, Taliban'ın Pakistan Bamyan vadisindeki 50m yüksekliğindeki taşa oyulmuş eşsiz buda heykellerini yıktığı gibi, çağımızın Haşhaşileri- Moğolları olan IŞİD ciler da binlerce yıllık tarihi ve kültürel eserleri, müzeleri yıkmakta, nice antik eserleri balyozlarla parçalamaktalar.

Haşhaşileri, Nizamülmülk'ün kurduğu kumpasla Hasan Sabbah'ı nasıl tuzağa düşürüp, Sultan Melikşah tarafından önce idam, sonra  göze mil sonra da sürgünle cezalandırılıp sonunda Haşhaşiler terör örgütü yaratılmışsa; etkinin tepkiyi doğurduğu gibi, günümüz PKK sını da, "karda kart kurt yürüyen Kürtler", bok yedirilen köylüler kini ve öteki ihmaller yaratmıştır.

  Günümüzün kültür, insanlık yıkımcısı IŞİD'i yaratan da, din ve mezhep çıkarcısı, yanlısı gerici AKP-RTE iktidarlarıdır. MİT gözetiminde Türkiye'den Suriye'ye giden yüzlerce tır dolusu mühimmat ve silahlar dinci gruplara giderek IŞİD terör örgütünü yaratmıştır. Günümüzün bu gerici, IŞİD kafalı iktidarları, insanları Moğollar, Haşhaşiler, IŞİD gibi katletmiyorlarsa da, heykeltıraşlara (Mustafa Aksoy), müzisyenleri (Fazıl Say), karikatüristleri (Musa Kart), binlerce aydın ve gazetecileri zindanlara atarak aynı zihniyeti yaşatıyor, uygarlık ve kültür üzerindeki kıyım ve baskılarını sürdürüyorlar.  Bunları seçen saf bilinçsiz halkı düşündükçe de Aziz Nesin'i, insan, nasıl da rahmetle anmaz ki, diye düşünüyorum!

Haşhaşileri irdeleyen bu dördüncü yazımızla bu konuyu kapatıyoruz.

 Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

DİPNOTLAR

Semerkant Amin Maalouf YKY 2003
[i] http://www.frmtr.com/tarih/2727643-yakilan-kutuphaneler.html

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget