Ekim 2012
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen


Arkasında hinoğluhinlikler aramak, keramete kıç attırmak boşuna: Ülke adları, ulus adları, halk adları genellik­le saymacadır, rastlantısaldır ama ve mutlaka bir tarihsel temeli vardır.
Şu anda Türkiye adı verilen toprak parçasının Hititler zamanında adı neydi acaba, bilen var mı? Sümerler ne diyordu? Kayseri’de ticaret merke­zi kuran Asurlular ne ad veriyordu? Ben bilmiyorum. Araştırma yapma­dım, kafadan yazıyorum:
Türkiye’den “Ön-Asya” diye söz eden bakkala rastlamadım. Tarihçiler ya da coğrafyacılar takmıştır bu adı. Ama “Küçük Asya ‘nın bir tarihsel da­yanağı var: Latince: “Asia Minor”, Yunanca: “Mikrâ Asia”.
Anadolu
Ama Anadolu, halkın diline girmiş­tir. Ama bu topraklara Anadolu di­yenler üzerinde yaşayanlar değil, bu toprakların batısında, Ege Denizi’nin ötesinde Hellas’ta yaşayan insanlar, Helenler. Kendilerine göre doğuda kalan ve kıyılarını kolonize ettikleri bu topraklara “doğu”, “güneşin doğduğu yer” anlamında “Anatoli” demişler, diye biliyordum ama öyle değilmiş: Anadolu kelimesi “Ana ili” anlamına gelen “anatole” kelimesinden türe­miş ve Yunanlar tarafından devam et­tirilmiştir. Bu sözcük, “doğmak, yük­selmek” anlamına gelen Yunanca “anatellein” fiilini etkilemiş. Ayrıca, “Doğu ülkesi” anlamına gelen Anato­lia ilk kez 7. yüzyılda Doğu Roma İm­paratorluğu’nun Afyon, Isparta, Kon­ya, Kayseri ve İçel (Mersin) yörelerini kapsayan idari birimi (Anatolikon Thema) için kullanılmış. Osmanlı dö­neminde ise Anadoli veya Anadolu, merkezi Amasya olan, Sivas ve Kas­tamonu’yu kapsayan bir eyaletin adı. 19. yüzyılda genel anlamda impara­torluğun Asya kıtasında kalan ve Türklerle meskûn olan bölgesini ta­nımlamak için kullanılmış. Cumhuri­yet döneminden önce “Anadolu”nun geleneksel doğu sınırı olarak Fırat Nehri kabul edilirken, Cumhuriyetten sonra Türkiye’nin Asya kıtasında ka­lan kısmının tümü aynı coğrafî terime dâhil edilmiş. (Wikipedia)
Osmanlıların bu topraklara “Diyar-ı Rûm” (Roma memleketi) dediklerini de unutmayalım.
Ulus adları
“Türk” (veya Türük, Török, Törk) adı Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtla­rında “Türük” veya “Türk” veya “Kök Türük” veya bazı yabancı kaynaklarda Türk şeklinde geçer. “Türk/Türük” sözünün anlamı kaynaklara göre “türemek, miğfer, güçlü kuvvetli” olarak verilmektedir. Türk adı, ilk dönem­lerde belirli bir toplumun kavmî ismi olmak yerine siyasi mensubiyeti belir­leyen bir isim olarak ortaya çıkar. Bu kelimenin türemekten çıktığı, töreli ve yasalı anlamına geldiği rivayet edil­mektedir. Sözcük, zaman içinde güç­lü, kuvvetli ve güzel anlamlan da ka­zanmış.. Bir görüşe göre de Türk söz­cüğü Hakanlar Sülalesi olan Açiraoğulları’nın unvanıdır ve bu sülaleye mensubiyet Türk adı şeklinde anılır. Türk kelimesi ilk olarak Göktürk Dev­leti vasıtasıyla bir devletin adı olur ve bu devlete mensubiyeti bildirir. (Wikiepedia)
Türklere, “Türk” adının ilk kez Çin tarih kaynaklarında geçtiği de bir ke­nara yazılmalı.
Simdi de öyle mi bilemem ama es­kiden gönderdiğiniz mektup zarfının üzerine “Yunanistan” yazdığınız za­man mektup geri gelirdi. Onun yerine “Hellas” yazmak gerekirdi. Yunanlara (Dikkat: “Yunanlı”, “Yunanlılar” yan­lıştır), Galiba “îyonya ‘dan bozma…
İspanya
Neden İspanya? Oraya geleceğiz ama önce işimize bakalım: Üzerinde İspanya ve Portekiz’in bulunduğu ya­rım adaya İberik (İberya) yarımadası deniliyor.
MÖ 1100 yıllarında Fenikeliler, İs­panya topraklarında ilk yerleşim mer­kezlerini kurmaya başlamışlar. Roma­lıları, Keltler ve Yunanlar izlemiş. Da­ha sonra Kartacalıların egemenliğine girmiş. MÖ 202 yılında Romalılar Kartacalıları İberik Yarımadasından atmışlar. Roma İmparatorluğu bu ta­rihten itibaren İspanya’da birliği sağ­lamış
Fenikeliler geldikleri zaman burada çok tavşan yaşamaktaymış. Bu nedenle buraya “Tavşan ülkesi” anlamında “Hispanie” falan demişler. İspanya’yı Fenikelilerin elinden alan Romalılar da buraya İspanya demişler.
Efendim bu memlekette
Bu memlekette bir yığın tuzu kuru var elbette! Değirmene su öğütmeye giderler!
İspanya diye bir ülke varmış ama İspanyol diye bir etnik grup yokmuş… Üstü kapalı olarak “Ülkelerin adı üze­rinde yaşayan herhangi bir halkın adı olmasaydı” temennisi gizlidir. Siz böy­le bir cümleyi “Türkiye’ye Türkiye denmesinden Kürtler rahatsız oluyor” yorumuyla okuyabilirsiniz. Yahu kar­deşim Türkiye’ye Türkiye adını Türk­ler vermemişler ki, taa Ortaçağ’da Avrupalılar vermiş bu adı. Marco Po­lo (1254-1324) bile Türkiye diye yazı­yor.
Ne yapalım ki kimi memlekete üze­rinde yaşayan insanların ulusal adı ve­rilmiş: Almanya, Rusya, Türkiye… Kimi memleket de üzerinde yaşayan uluslara adını vermiş: Kolombiyalı, Perulu… İlginç değil mi, son keşfedi­len topraklar kendilerini keşfeden uluslara adını vermiş.
Tarihte, Türkiye’nin güney-doğusu da aralarında olmak üzere Orta-Doğu’nun bir coğrafî bölümüne Kürdistan deniliyor. Ama tarih boyunca Kürdistan adlı bir devlet olmamış. Bu nedenle tarih ile coğrafyayı karıştırmamak gerek.
Tarihsel geçmişe gelince: Kesinlik­le çevre düzenleme ya da ikebana sa­natı değildir. Kimse dilediği gibi biçimlendiremez. Ama şu anda, bir yı­ğın alaylı tarihçi heveslisi bu işi yap­makta ve keramete kıç attırmakta!

“Türkiye Cumhuriyeti devletini ku­ran Türkiye halkına Türk milleti de­nir”
tanımına karşı olanlar sadece mil­letin adına değil devletin de adına kar­şıdırlar!


İster merhem yapıp sürelim, ister hap olarak yutturalım, ister enjektör ile zerk edelim, yani ne yaparsak yapalım, “gerçek demokrasi”yi AKP bünyesi kabul etmiyor. Onlar, “tarikat-cemaat-faşizm” karışımını demokrasi olarak,
deniz feneri-cami yaptırma derneği-sadaka kültür”ünü de ekonomi olarak ezberlemişler. Gerçek demokratik düzen bu bademleri rahatsız ediyor, nefes alamıyorlar.
Bunların kültüründe biat etme, yani şartsız itaat var. Gösteri hakkı-yürüyüş hakkı, dünyalarında yok. Böyle bir olayı isyan olarak kabul ediyorlar.
Başbakan Erdoğan’ın Salı günkü konuşmaları, demokrasiden nasibin almamış, faşist bir kafanın düşüncelerini andırıyordu;
* “Ben, Polise barikatları kaldırın diye emir vermedim. Polis zafiyet göstermiştir. Sabah Valimle de konuştum. Böyle olmaz, o zaman biz bu işi tutamayız” dedi.
-Erdoğan Polisin, elinde Türk Bayrağıyla Atatürk’e gitmek isteyen vatandaşlara daha fazla biber gazı, daha fazla tazyikli su, bunlar yetmezse plastik mermi ve demir cop, yine de olmazsa gerçek mermi kullanmalarını istiyor. Nasılsa orada bulunanlar AKP’li değil, Erdoğan için düşmandan bir farkları yok.
Bunlara her türlü işkence mubahtır. Bu, hasta ruhlu bir anlayıştır. Milli Bayramların kutlamalarında kısıtlama yapılması Erdoğan’ın kafasında var. Türk Bayrağını ve Atatürk’ü gördüğünde rahatsız oluyor, kontrolünü kaybediyor. Bu yüzden
Gazi Mustafa Kemal diyor, Atatürk diyemiyor.
Hâlbuki demokratik ülkelerde polis, yürüyenleri korur, onları engellemez.
Erdoğan’ın bilmesi gereken şey şudur; “Demokrasi, hamilelik gibidir. Bir insan ya hamiledir, ya da değildir. Hamileliğin azı-çoğu olmaz. Demokrasi de, ya
uluslararası standartlarda vardır, ya da yoktur.
*“ Biz olimpiyatları ülkemize almak için çalışıyoruz, Sinan Erdem Arena’da birkaç kişi Bakanlarımı yuhalıyorlar. Bunların devri geçti. Artık biz varız. Millet bunlara sandıkta cevap verecek.”
Erdoğan her gördüğü sakallıyı dedesi zannediyor. Kendisi, bindirilmiş parti militanlarının doldurduğu salonlarda, öğrencilerin isim-isim belirlenerek içeri alındığı üniversite kampüslerinde konuştuğu için,
TT Arena’yı- Sinan Erdem’i de öyle sanıyor. Buralara gelenler para ödeyip, bilet alan insanlardır. Ülke meselelerini çok yakından takip eden insanlardır. Saygılı insanlardır. Çoğu ilk iki seçimde AKP’ye oy vermiş insanlardır. Fakat Cumhuriyet ve Atatürk bu insanların vazgeçilmezleridir.
Canlarını verirler, onlara laf söyletmezler. 50 yaşında bir anneyi elinde Türk Bayrağıyla polis barikatına saldırtan duygu, Cumhuriyet ve Atatürk sevgisidir. Yoksa dünyaları verseniz o anneye bu hareketi yaptıramazsınız.
Sinan Erdem’de AKP’li Bakan ve bürokratları yuhalayanlar salonun tamamı idi. Öyle üç-beş kişi değildi. İnanmayan, salondan kaçan Bakan İnali Yıldırım’a sorabilirler!
*29 Ekim’de yürüyenler teröristler ve provokatörler idi.”
Nasıl terörist bunlar? Milyonlarca insan yürüdü. Ellerinde Türk Bayrağından başka bir bayrak yoktu. Bir tek işyerinin camı kırılmadı, bir tek araba çizilmedi. Kimsenin burnu kanamadı. Bunlar terörist ise, Oslo’da görüştükleriniz neydi?
AKP, dönemini tamamladı. Bundan sonra düşüş dönemidir. Erdoğan eğer cesaret edip Cumhurbaşkanı adayı olursa, kendisine halkın ne kadar oy vereceğini beraberce göreceğiz.
Tayyip Bey’in “İleri Demokrasi”sinin bitişini Türk Milleti 29 Ekim Bayramında “hoop, ileri dediysek, bu kadar da değil” diyerek tüm dünyaya ilan etti.
“Eskiden belediye otobüslerine arkadan binilir, biletçi ‘ileri- ileri’ diye bağırarak, insanları ön tarafa doğru ilerletmeye çalışırdı. Arada bir sapığın biri ileri giderken bir bayana fazla yanaşınca biletçi tekrar bağırırdı, ‘Hoop, ileri dediysek o kadar da değil.”
Tayyip Bey, Cumhuriyete ve Türk Milletinin Atatürk sevgisine dokunmaya kalktığında,  meydanların tekrar milyonlarla dolacağını ve bu selin AKP İktidarını yıkıp yok edeceğini iyi anlamalıdır.
Şimdi hesap verme zamanı geliyor. Önce Türk Tarihine, sonra Türk Milletine en sonunda da Türk Yargısına hesap verecek.
Sağlık ve başarı dileklerimle
31 Ekim 2012
RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu


Malum, söylediklerimiz karşısında yegane savunma biçimi “bunlar reformist bir takım kafirlerdir” ekseninde gelişiyor. Haşmetli efendiler, kendilerine kulluk edenleri bu türden sözlerle etkileme gayretindeler. Bir çeşit “aforoz” tekniğidir bu. “Reformist” diye anılan adamın gardı düşer. Onun din konusunda söyledikleri tümüyle etkisizleşir.
Lakin, Türkiye’de din, doğru köklerden ve kaynaklardan beslenmiyor. Hazret, dönüp geriye bakabilse, söylediklerimizden çok daha ileri şeylerin “bizzat sahabeler tarafından söylendiğini görecektir.” İslam tarihi, bugün olduğu kadar kısır ve içtihada kapalı bir içerikle çıkmaz karşımıza. Aksine, sahabelerden itibaren çok ciddi sorgulamalar ve tartışmalar yapılmıştır.
Şimdi size bazı örnekler sunacağım. Sunacağım örnekler İslam’ın ilk müfessirlerinin görüşleridir. (İlk tefsirciler) Dikkatle incelemenizi öneriyorum...
İhtiyaçtan fazlası haram
1. Sahabelerin en meşhurlarından Ebuzerr-El Gıffari “kişinin ihtiyacından fazla mal biriktirmesinin haram olduğunu savunmuştur. Bu savunusu, Peygamber hayatta iken de yapılmıştır. Lakin Peygamber Ebuzer’i kafirlikle itham etmek şöyle dursun, O olmada sohbetlere başlamamış, O’nu yanından ayırmamıştır.
2. Bedir harbine katılmış sahabelerden, Kureyş’te ilk Müslüman olanlardan, Hz.Ömer’in kız kardeşi Safiye’nin eşi, Kudame b. Maz’un el Cumahi, şarap içtiği hanımı da dahil şahitler ile ispat edilince Hz.Ömer’in huzuruna getirilir. Burada şarabın haram olmadığına dair çeşitli görüşler öne sürer. Cezalandırılsa da bu işe devam eder.
(Burada şarap içmenin helal olduğunu söylemiyorum, aksine bunların iddia edilebildiğini, Hz.Ömer’in bu iddia karşısında, Kudame’nin kellesini almak yerine, iddiasını dinlediğini göstermeye çalışıyorum. Bu örnekten yola çıkarak “art niyetli yorumlar yapacaklar olacaktır. “ Boşuna uğraşmayın...)
Melekler doğa kuvvetleri
3. İbni Abbas’ın (ilk müfessirlerden) talebesi Mücahid, Kur’an tefsiri hususunda çok daha ayrıntılı bakmak gerektiğini, farklı dillerden yararlanılabileceğini, birçok ayetin sembolik anlamlar ihtiva ettiğini, “aşağılık maymunlar olun” ayetinin, maymuna dönüşmek değil de, nefslerin maymunlaşması manasına geldiğini söylese de, kendisinden çok sonraları ortaya çıkan Taberi tarafından “reformist” olarak nitelendirilmiştir.
4. Yine ilk müfessirlerden İkrime, tıpkı Mücahid gibi mutezili (reformist) olmakla itham edilmiştir. Lakin mutezil henüz ortaya çıkmamışken. Ne garip! İkrime, çok eşliliğin Kur’an’da olmadığını savunmuştur. Ve Bakara 19’da geçen Rad kelimesinin (bulutları kaplayan melek) anlamının gök gürültüsü olduğunu söylemiş. Meleklerin, doğa kuvvetleri olduğuna işaret etmiştir. Kendisinden 1000 yıl sonra “mutezil, reformist”olarak kendisini damgalamış hocalarca dışlanmıştır.
Kişisel mülke kader dediler
5. Ebuzer el Gıffari’nin talebelerinden, Mabed el Cuheni; “iman esasları arasında kadere iman yoktur” demişti. Bu görüş, ilk müfessirler arasında yaygındı. Bu görüşün yaygınlaşmasının nedeni, Emevilerin devlet malını kişisel mülk edinip bunun kader olduğunu söylemeye başlamasıydı. Ebuzer’in talebelerinin tamamı, Emevi saltanatıyla mücadele ettiler. Ve çoğu ilk müfessirler arasında anıldı. Hiçbiri bu görüşünden dolayı öldürülmedi. Öldürülmek şöyle dursun hep saygın oldular.
6. Gaylan ed-Dımeşki (ilk müfessirlerden) insanın özgür iradesinin bulunduğunu, olayların önceden belirlenmediğini söylemişti. Kader inancının yanlış anlaşıldığına dem vurmuştu. Emevilerin Diyanet yetkilisi İmam Evzai’nin fetvasıyla, elleri ve ayakları kesilerek öldürüldü.
7. Hasan el-Basri, meşhur mektubuyla bilinir. Emevi hanedanlığına yazdığı “kader risalesi adlı mektubuyla bilinen Hasan-el Basri, tabiun’dan anılır. Kendisi şimdiki madrabazların reformizm olarak andığı yüzlerce görüşü bu meşhur mektubunda ifade etmiştir. Tüm metinlerde “mübarek kişi olarak anılan Hasan el-Basri, Gaylan ed-Dımeşk ile aynı kader görüşünü savunmuştu.
Doğa yasalarına aykırılık olmaz
8. Cehm bin Saffan’a göre Allah dışında ezeli ve ebedi bir şey yoktur. Cennet ve Cehennem de ebedi değildir. Yıkılacaktır. Arapların sanrısının dışında Allah, zaman ve mekandan münezzehtir. Kabir azabı, sorgu meleği, berzah,sırat köprüsü, peygamberlerin şefaati söz konusu değildir. Tam reformist değil mi?
9. Ve büyük tefsirci Nazzam’a göre, mucizeler doğa yasalarına aykırı gelişmez.
Doğal yasalardır. Fizik kanunlarına uygundurlar. Cin görülemez, Teravih namazı gereksizdir, bedenden ayrı bir ruh yoktur..vs.
Evet kıymetli dostlar. Sadece 9 örnek verdim. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Verdiğim örneklerin tamamı “ilk müfessirlerdir.” Hani diyorlar ya bize; “1400 yıldır sahabeler, alimler yanlış söyledi de sen mi doğru söylüyorsun...” Kim ne demiş? Kim ne söylemiş? Buyrun birlikte bakalım...
İslam tarihinin “en sığ dönemi, yaşadığımız dönemdir..”
Reformist? O da kim?


Fransız’ı! Ne İtalyan’ı ne Yunan’ı! Bilumum işgal kuvveti bile bu kadarına yani örneğin Türk bayrağı avcılığına soyunmamıştı.
 Oysa AKP iktidarı önceki gün Ankara’daki Cumhuriyet şölenine katılmaya giden yurtseverlerin bulunduğu otobüslerde bayrak ve Atatürk posterleri arattırdı.
Peki bunun adı ne midir?
Sadece Cumhuriyet ve Atatürk’ten tiksinmek ve onu tasfiye hedefi değil aynı zamanda Cumhuriyetçilerden ölesiye korkmaktır.
Evet önceki gün Başkent’te sergilenen ceberrutluğun bir başka boyutu toplumsal muhalefetin önüne geçmek için korku salmaktı.
Toplumun nabzını iyi tutan Tayyip Erdoğan uç veren dip dalgayı görüyor ve o dalga kendini boğmasın diye Çankaya Köşküne kaçana kadar kendince türlü yasaklamalarla setler inşa ediyor.
AKP Ankara’da albayrağa karşı cihar ilan ederken Güneydoğumuzda aleni isyan fotoğrafları var.
Dn Diyarbakır’dan Van’a, Batman’dan Şırnak ve Hakkari’ye kadar bütün bir coğrafyada kepenkler indirilmiş ama ondan önemlisi okullar öğrencisizdi çünkü yöre halkı PKK’nın çocuklarınızı okula göndermeyin buyruğuna ama zorla ama gönülden katılmışlardı ve bu tutumları ile büyük bir kopuşun işaretini veriyorlardı.
Söyleyin lütfen böylesine hassas bir tabloda iktidarın Türk bayrağı avcılığı ve Cumhuriyet hasımlığı ile toplumsal cepheleşmeyi tırmandırması normal bir hal olabilir mi?
Gelelim bundan sonra ne yapılmalı sorusuna?
Tayyip Erdoğan bu yasaklamalarla korkusunu deşifre etmiştir.
İlk hedef 10 Kasım günü milyonların Ankara’ya akması olmalıdır.
Slogan da, Atatürk’e saygı ve Fatiha okumak olmalıdır!
Bakalım AKP kutlu öndere Fatiha okunmasın diye bu sefer ne haltlar karıştıracak?
***
Türk bayrağı suç aleti değildir deyip niye istifa etmedin Paşa?
Ankara Gölbaşı’nda otobüsler durdurup Türk bayrağı aramasını yapan kim?
Jandarma!
Tamam Jandarma İçişleri Bakanlığı’nın emri ile hareket eder d Genelkurmay gerçek patronudur.
Öyle ise Jandarmaya niçin dur denilmedi?
Ama yandaş medya ile AKP bunu istismar ederdi mi diyeceksiniz.*
Ne yani AKP ülkeyi taksime kalkarsa aman istismar olmasın diye ona da susacak mısınız?
Yoksa Türk bayrağı sizin için istismar olmasın diye paspas edilecek kadar değersiz midir?
Güya kendinizce bir strateji uyguluyorsunuz ama yaptığınız kandırmacadır.
Samimi değilsiniz, eğer samimi olsaydınız biriniz çıkar Türk bayrağı suç aleti değildir deyip milletin önünde feveran edip istifa ederdi ki o zaman ne çok büyürdünüz.
Yazık sadece kendinizi değil Türk Ordusunu da küçültüyorsunuz!
Evet siz Hilmi Özkök gibi birinin Danıştay yürüyüşü sonrasında ettiği sözü bile etmekten aciz işbirlikçilersiniz!


Sevgili okuyucularım, Ankara’da protokol tarafından değil, milletimiz tarafından gerçekleştirilen Cumhuriyet Bayramı kutlaması gerçekten görkemli oldu. Onbinlerce insanımız katıldı. Yaşlı, genç, kadın, erkek, her kesimden yurtsever insanlarımız. Ancak bu muhteşem katılımın yine de bir eksiği, dezavantajı vardı. Kurban Bayramı ile Cumhuriyet Bayramı arka arkaya gelince, ortaya beş günlük bir tatil çıkmıştı.
Ankara’nın neredeyse yarısı tatilde idi. Bu tatil boyunca Ankara’da idim. Yollar
bomboştu, trafik sıfırlanmıştı. Dükkanlar da boştu. Dolayısıyla, bu 29 Ekim  kutlamasına Ankara’dan eksik katılım olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Tatil olmasaydı, toplanan kitleler bunun en az iki katı olacaktı. Başkente çeşitli il ve ilçelerden miting için gelecek kafileler, daha terminal çıkış noktalarında polis ve jandarma tarafından durduruldu. Otobüslere ve yolculara emir (!) iletildi. Belgeyi özetliyorum:
“İçişleri Bakanlığı’nın 27 Ekim tarihli yazısı ve Ankara Valiliği’nin yasaklama kararı ile, Ankara’da gerçekleştirilmek istenen eylemle ilgili alınan yasaklama kararı doğrultusunda, bahse konu grupların illerden çıkışlarına izin verilmemesi talimatı verilmiş olup, bu talimatın ve yasaklama kararının tarafınıza tebliğ ve tebellüğ edildiğine dair işbu tutanak okunarak, birlikte imza altına alınmıştır.”
Yolculara, otobüs şoförlerine ve sahiplerine imza ettirilmek istenen tutanağın son bölümü böyleydi.
Yolcular bunu imzalamayı reddetti.
Yola çıkmayı başaran otobüsleri bu kez trafik polisi durdurdu. Ceset torbası, ecza dolabı, şoförün sigorta kartı ve daha bir sürü şey soruluyor, biri bile olmayınca yola izin verilmiyordu. Üstelik, Ankara’ya ulaşmayı başaran otobüsler başkent girişinde durduruldu ve giriş izni verilmedi.
Yaşananlar tam bir faşizan uygulamalar silsilesi, diktatörlük özentisi idi.
Bu durumda olan onbinlerce kişi Ankara’ya gelemedi, gelse bile giremedi.
Bunlar, o görkemli kutlamanın bir anlamda eksik kalan bölümleriydi.
Milletten korkan iktidar, milletin bayramına rağbetin az olmasını sağlamak için elinden geleni yaptı, yine de başaramadı.
* * *
Sevgili okuyucularım, önümüz 10 Kasım. Bu yıl 10 Kasım, cumartesi gününe denk geliyor. Yani yine bir tatil günü ama bu kez insanlar uzun bir tatilde olmayacak.
Şimdi ben diyorum ki, “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın eksik kalan bölümleri, 10 Kasım Cumartesi günü Anıtkabir’de tamamlanmalıdır.”
Değil Tayyip hükümeti, hiçbir hükümet, o gün kitlelerin Anıtkabir’de olmasını yasaklayamaz, 29 Ekim’de olduğu gibi baskı uygulayamaz.
Anıtkabir’e gelmek üzere Türkiye’nin dört bir yanından yola çıkacak otobüsleri hiçbir güç engelleyemez. Anıtkabir’e insanların girmesi yasaklanamaz. 10 Kasım Cumartesi günü belli bir saatte oraya en az 200 bin yurtsever insanımız gelir, Atatürk’ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulunur. Kimileri çiçek bırakır, kimileri ruhuna bir Fatiha okur.
Şimdi ben burada, Türkiye’nin dört bir yanındaki o görkemli 29 Ekim kutlamalarını örgütlemeyi başaran sivil toplum kuruluşlarına bir çağrıda bulunuyorum:
“Artık sıra geldi 10 Kasım gününe… Bay Abdullah Gül, Tayyip, Necdet Bey falan o göstermelik protokol ziyaretlerini yapsınlar. Siz örneğin saat 13.00 için yine örgütlenin, kitlelerin o gün Anıtkabir’de buluşmasına önderlik edin.
Bu kez hiçbir güç yasak koyamaz, kısıtlama getiremez, insanların üzerine su ve biber gazı sıkamaz.
Anıtkabir’e yasak koymak ve gaz sıkmak biraz sıkar!”
Önümüzdeki günlerde sizleri bu konudaki gelişmelerden haberdar ederim.
Herkes 10 Kasım için Ankara’da olmaya, Atatürk’ün huzurunda düzenlenecek görkemli şölene katılmaya şimdiden hazırlansın.
* * *
Emin Çölaşan’ın bu bölüm için kısa notu: Eğer 10 Kasım Anıtkabir yürüyüşü için endişe edenler varsa, birileri milletin üzerine yine gaz ve su sıkılacağını
düşünüyorsa, yapılması gereken şey basittir! Ellerinizde Türk Bayrakları ve
Atatürk posterleri yerine “Sayın (!)” Abdullah Öcalan posterleri ve Kürdistan paçavraları olsun!
İşte o zaman size hiç kimse dokunmaz!
Hayrünisanım-Eminanım
Hipodromda protokol için düzenlenen Cumhuriyet Bayramı törenlerinde, Tayyip’in yanında türbanlı eşi Eminanım nedense yoktu ama, örtünme görevini Hayrünisanım ve ötekiler üstlenmişti.
Şeref tribününde ilk kez türbanlılar yer almıştı.
Aynı saatlerde Ulus Meydanı’nda bayram kutlaması yapan kitlelerin üzerine biber gazı ve su sıkılırken, kulaklarında sorun olan Abdullah Bey’in rahatsızlığı artmasın diye jetler yüksekten uçuyor, marşlar kısık hoparlörden çalınıyordu.
Hey gidi günler, nerelerden nerelere gelmişiz!
Beyefendiye alınmış olan son model özel makam aracını da ekranlarda gördük. Böylesinin Obama’da bile olduğunu sanmıyorum. Eee, devlet malı deniz!..
Aynı gece Çankaya Köşkü’nde Bay Abdullah Gül tarafından düzenlenen resepsiyonda, beyefendinin türbanlı eşi Hayrünisanım da kutlamaları kabul ediyordu.
Onun önünden geçip tebriklerini sunanlar arasında Genelkurmay Başkanı Necdet Bey ve öteki komutanları görünce nasıl sevindim bilemezsiniz!
Artık devir değişmiş,
Genelkurmay bile başarıyla devşirilmişti!
* * *
Ancak beni mutlu eden bir başka gelişme daha vardı. Hayrünisanım ile Eminanım’ın el ele, kol kola fotoğraflarını gördüm. Biliyorsunuz, araları pek iyi değildir. Birbirlerinden hoşlanmazlar. Aralarında rekabet vardır. Bu yüzden de, birinin
olduğu yere öbürü gelmez. Örneğin hipodrom töreninde ev sahibi olan Hayrünisanım’dı ve Eminanım orada yine yoktu.Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’na da katılmazsa çok ayıp olacak, kahrolası dedikoducular yine
piyasaya çıkacaktı! Mecburiyetten gelmek zorunda kaldı.
Aralarındaki kara kedinin yok edilmiş olmasını dilerim!
Düşmanlar çatlasın da patlasın!
Hayrünisanım-Eminanım ikilisi yeniden küsmedikçe, araları iyi oldukça, Türkiye’nin sırtı yere gelmez!
Ekonomi düze çıkar, maaşlara zam gelir, borsa zıplar, Esad rejimi çöker, terör biter, PKK bile AKP’ye katılır!
Cumhuriyet, Hayrünisanım ve Eminanım sayesinde her geçen gün ileri gider!..
Karşımızda ne ABD kalır, ne Esad, ne de Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılanlar, İstanbul’da uluslararası tenis turnuvası final maçı sonrasında Tayyip’in bakanlarını yuhalayan (Tayyip’in dünkü deyimiyle) “Terörist ve holiganlar!”
* * *
Çankaya Köşkü’nde, Mustafa Kemal Atatürk’ün makamında önceki gece kutlamalarını ilk kez türbanla yapmayı başardılar.
Tarihi bir gün oldu!
Başta Genelkurmay Başkanı Necdet Bey olmak üzere onların önünden geçip “Cumhuriyet kutlaması (!)” yapan tüm komutanlar, sergilenen bu siyasi oyunun acaba farkında mıydı, değil miydi?
Olanları içlerine sindirdiler mi?
Komutanlarımızı ben de kutluyorum, daha nice başarılar diliyorum!

http://sozcu.com.tr/bu-kez-10-kasimda-anitkabire.html

Bu ülkede iyi halk var!
Bekliyor, bekliyor.
Uyanıyor.
Duyarsızlığını atıyor.
Kayıtsızlığından sıyrılıyor.
Tazyikli suya, biber gazına, polis ittirmesine, vali korkutmasına, Başbakan öfkesine aldırmayarak “Anıtkabirdeki Adam”a gitti.
Gördüklerini şöyle anlattı.
Demokrat değilmiş. Rol yapıyormuş. Tek adam olmak istiyor. Aklına koydu. Bütün iktidarı tek elinde toplayacak. Meclis’e girecekleri yine o seçecek. Partiyi yönetecekleri yine o belirleyecek.
Başkan olacak.
Başbakanı o atayacak.

Bize yalan söylüyor.
Koltuğu bırakmıyor.
Hem Cumhurbaşkanı yetkisi ve hem Başbakan yetkisini kendinde toplayacak.
Güçler ayrılığını kaldıracak.
Yasama, yürütme, yargı, basın, ordu, sermaye, üniversite, tarikatlar, cami cemaati, gençler, kadınlar, kamu kurumları, işçi sendikaları, memur ve emekli örgütleri, mezhepler hepsi ona bağlı olacak.
Ülkeyi diktatörlüğe taşıyor.


Xxx

Bu ülkede iyi halk var.
Gönlünü boşaltmıyor.
Bekliyor, bekliyor.
Uyanıyor
29 Ekim günü vali yasak koymasına, şehirlerden yola çıkan otobüslerle “evrak eksik, ceset torbası yok” diye durdurulup engellenmesine rağmen “Anıtkabirdeki Adam” a giderek; 10 yıldır içine attıklarını dışa vurdu.
Bu yürüyüş bir dışa vurmaydı.
Anıtkabirdeki Adam’a dediler ki:
Cumhuriyet’i de sakatlıyor.
Özgür bir ses istemiyor.
Fikir çeşitliğine kızıyor.
Özgürlük artışından korkuyor.
Seçilmiş padişah olacak.
İslam’ı da değiştiriyor.
Kaba bir İslam yorumu var.
Dini kendine uyduruyor.
Kendi din yorumunu okullarda “seçmeli din eğitimi” adı altında öğrencilerin körpe beynine yerleştirecek.  Dindar gençlik adı altında tek tip insan yaratmaya çalışıyor.

Xxx

Bu ülkede iyi halk var.
Beynini salata yapmıyor.
Bekliyor,  bekliyor.
Uyanıyor
29 Ekim gününü bekledi.
Uyandığını gösterdi.
Anıtkabirdeki Adam’a gittiler.
Şunları da eklediler.
Biz izliyor, görüyoruz.
Türkiye 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na güney komşusunda Esad’ın “ Suriye yanarsa ben de Ortadoğu’yu yakarım” dediği… Doğu komşusu İran’ın “Suriye’ye müdahale edilirse onun yanda savaşa girerim” diye ilan ettiği… Kuzey komşusu Rusya’nın başkanı Putin’in de “Suriye uçağında bizim askeri malzememize el koyanlar bedelini öder” diye tehdit savurduğu bir ortamda girdi. Sanki Türkiye; “Lübnanlaşma ve Yugoslavyalaşma batağına benzer” bir büyük felakete sürükleniyor.
Yugoslavya bölündü.
Parçalandı.
Lübnan yandı kavruldu.
Aynısı Türkiye’nin başına gelebilir.

Xxx

Bu ülkede iyi halk var.
Olacakları görebiliyor.
Beynini salata yapmıyor.
Gönlünü boşaltmıyor.
Bekliyor, bekliyor.
Uyanıyor.
29 Ekim’de barikatlar aşıldı.
Anıtkabir’deki adama gidildi.
Emek isteyen dirilişi gösterdi. 29 Ekim yürüyüşünde yarım bırakıp söylemediklerini seçimde sandıkta söyleyecek.

(uyan borusu)

Namaz kılan eleman aranıyor!

Namaz kılmanın kötü bir yanı yok. Ruhen ve fiziki açıdan bir çok iyilik sunan faydası sayılabilir. Ancak bugünün Türkiye’sinde “namaz kılmanın iş ilanlarına girmesi” çok anlamlı. Okuyucum Taner Sağlam, iş ilanlarına bakarken rastlamış, kesip bana da göndermiş; “Kimlik sahibi, sigara içmeyen, namaz kılan güvenlik personeli aranmaktadır. 2 gündüz 2 gece, 2 tatil 1000 TL artı yemek…” diye uzayıp gidiyor iş ilanı…  Bu arada dünkü gazetelerde; son 12 yılda “işsiz sayısının çığ olup büyüdüğünü” anlatan bir haber vardı. Çalışacak bir iş bulamadıkları için İşsizilik Sigortası Fonu’ndan “işsizlik maaşı alanların sayısı 2000 yılında 5 milyon kişi iken 2012 yılında bu sayı 12 milyon işsize” ulaştı.

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, 29 Ekim'de yaşananlardan dolayı ''Teşekkür İlanı'' başlığı altında yazılı açıklama yaptı.
Tarhan, açıklamasında, ''kendileri için sadece kul olan insanları, eşit yurttaş ve birey yapan Cumhuriyete olan mesafeleri bilinen kişilere Cumhuriyet Bayramı'na sehven verdikleri destek nedeniyle özel teşekkür gereği doğduğunu'' belirtti.
Tarhan, özetle şu ifadeleri kullandı:
''Bizim oğullarımız, kızlarımız illegal toplantıda Cumhuriyeti kutlarken, kendi çocuklarının hangi gemicikteki legal toplantıda olduğunu ise bir türlü izah edemeyen şahsa teşekkürler. 28 Şubatlı tarihlerin kapısı kırık istihbaratçı valisini yeni bir yasakçı parti devletinin diline tercüman kılıp, hata üstüne hata yapan o zata teşekkürler.

İstihbarat bahanesiyle Cumhuriyet Bayramı'nı yasaklarken, katılan yüzbinleri çoluk, çocuk, yaşlı, kadın, memur, işçi, üniversiteli, ev kadını kılığına girmiş provokatörler ilan ederek absürtlükte tavan yapmış şahsa teşekkürler. Ulus'ta kimsenin burnunun kanamamasını sağduyulu yüzbinlere değil hala kendi zihniyetine yontan raf ömrünü tamamlamış siyasetçiye teşekkürler.

Arap baharının kutsayıcısı, kendi halkının bastırıcısı olan ve dilin ve gazın ve zihniyetin en zehirlisiyle bizi yakından tanıştırıp hepsiyle en sıkı mücadeleyi de panzehirlerini de öğrenmemizi sağlayana teşekkürler.

Türkiye'de yüzde ellinin aynısından bir tane daha olduğunu unutup ülkeye Başbakan olunca kendini yüzde yüz halkın efendisi zannetme hatasına düşen kişiye teşekkürler.
Biz Cumhuriyetimizi meydanlarda kutlarken, hangi 'pesküvit' arası lokumu yediği meçhul prompter acemisi bir hükümet sözcüsüne, pardon, majestelerinin muhalefetine de teşekkürler.


Neticeden, her ne kadar hiç istemeseler de onlar Cumhuriyetin layık olduğu şekilde başta Ankara olmak üzere tüm yurtta coşkuyla kutlanmasına milyonların 'biz varız ve buradayız' demelerine sehven vesile olmuşlardır. Bu nedenle özel teşekkürü de hak etmişlerdir. Prompterleri dert görmesin.''

Cumhuriyet Bayramı teröristleri! - Rıza Zelyut
Sonunda onları yakaladık.
Ve anladık ki PKK değil de bunlar terörist imiş.
Güneydoğu'da kepenkleri kapattıran da belki BDP değil, bunlar.
Başbakanımızın illegal örgüt dedikleri... Yani yasadışı örgüt üyeleri...
Ellerinde suç delilleri ile yürürlerken görüldüler; önleri kesildi. Panzerlerle, polislerle...
Üstlerine basınçlı su, doğal özellikli biber gazı sıkıldı; gaz bombaları atıldı.
Kimisinde Atatürk resmi. kimisinde Türk bayrağı.
Neredeyse cumhuriyetle yaşıt bu dede... Nasıl da gülümsüyor, değil mi?
-İlle de Atatürk; diyor.
-Seviyoruz onu, yoluna canımızı veririz; diyor.
Belli ki cumhuriyet teröristi...
70 yaşındaki Halime nine: Üstünde 10 liralık yoksul bir bluz, 15 liralık eski bir etek.
Yanında 10 yaşındaki torunu Metin...
Birinin elinde Atatürk, birisinde bayrak...
Nasıl da kararlılar. Belli ki ailecek terörist...
Kimisi Bolu'dan gelmiş kimisi ta Erzurum'dan...
Üstelik kadınların çoğunun da başı açık...
50 yaşlarındaki bir kadın diyor ki:
-Tansiyon ilacımı içtim; suyumu ve limonumu alıp geldim.
-Limon ne için?
-Polis biber gazı sıkar bugün. O yüzden...
Bak sen... Nasıl da belli terörist oldukları...

CEBREN VE HİLE İLE
Yürüyorlar...
'Cebren ve hile ile ilk Meclis'in bahçesine giriyorlar.'
'Atatürk!' diyorlar...
'Cumhuriyet!' diyorlar...
'Laik Türkiye!' bile diyorlar.
Sözleri ile de illegal örgüt üyesi olduklarını gösteriyorlar.
İllgal örgütün ne olduğunu hala öğrenemediniz mi: Türkiye Cumhuriyeti'dir.
***
Yakında özel yetkili bir savcı çıkar...
Bunun kanıtlarını  televizyonların önünde gösterir.
İlk iki delil ortada zaten:
Türk bayrağı ile Atatürk fotoğrafı.
Bir de başınız örtülü değil ise, başka delile gerek var mı?
***
Hem:
-Cumhuriyeti cumhur korur. Cumhur da AKP'ye oy verenlerdir. Kocaman kocaman kadınlar düşmüşsünüz Ankara yollarına; ellerinizde bayraklar; Atatürkler. Evinize gidip çorap örsenize... Ekonomiye bir katkınız olsun.
-Ulus'ta değil Hakkari'de dolaşın o Türk bayrağı ile de göreyim sizi. Sivas'ın doğusuna bile geçemezsiniz.

TENİS MAÇINDA DA
-Şu güzelim tenis maçında bile böyle bulunmaz bir hükümeti protesto ederek bizi dünyaya rezil ettiler: Terörist holiganlar.
Tenis maçı izliyorlar... Okumuşlar... Zenginler. Dünyayı görmüşler. İş güç sahibi herifler... Bir de bakanları ıslıklıyorlar. Tıpkı 29 Ekim'de Ankara sokaklarını dolduranlar gibi.
Sizi gidi terörist holiganlar! Özel yetkili savcılarımız hepinizin hakkından gelecek inşallah. Biz sizin paşalarınızı hakladık da sizden mi çekineceğiz?

29 Ekim Cumhuriyet Halk Yürüyüşü görkemli bir biçimde gerçekleştirildi.
Ankara Valiliği’nin yasak kararı, Başbakan’ın ve iktidar sözcülerinin tehditleri kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk on binlerce insanın kararlılığı karşısında etkisiz kaldı.
Atılan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganları ve açılan Türk bayrakları karşısında öfke seline kapılan polislerin biber gazları, tazyikli suları, copları, tekmeleri insanları yıldıramadı.
Cumhuriyetçiler, dillerinde sloganları, ellerinde bayraklarıyla Ulus’tan Anıtkabir’e yürüdüler.
***
Tarih, 29 Ekim 2012 günü Ankara’da yaşanan olayları Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hanesine olumsuz bir not olarak düşecek.
İnsan, hatalarından dersler çıkartır, “Nerede yanlış yaptım” diye düşünür, kendini sorgular. Ne var ki ne AKP’nin ne de Başbakan’ın böyle bir alışkanlığı var. Başlarını iki ellerinin arasına alıp düşünecekleri yerde tam tersini yapıp yanlışlarında direniyorlar. Direndikçe de haksızlıkları daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor.
Başbakan, Cumhuriyet Halk Partisi’ni “illegal” örgütlerin peşine takılmakla suçlarken Hüseyin Çelik de Cumhuriyet Halk Yürüyüşü’nü düzenleyen kuruluşları “marjinal” olarak niteliyor.
Yürüyüşü düzenleyen ve destekleyen kuruluşlara bakıyorum: Atatürkçü Düşünce Derneği, Türkiye Gençlik Birliği, Birleşik Kamu-İş Sendikası, Engelliler Konfederasyonu, Eğitim-İş Sendikası, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Hacı Bektaş Eğitim ve Kültür Derneği; İşçi Partisi, Demokratik Sol Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi.
Buraya bir bölümünü aldığım bu kuruluş, sendika ve siyasal partilerden hangisi “marjinal”, hangisi “illegal”dir?
Başbakan ve hükümet sözcüleri özellikle bu kuruluşlardan hangisinin “illegal” olduğunu kamuoyuna açıklamalıdır.
***
Birkaç soru da CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı’ya: Sayın Başkan, Taksim Meydanı’ndaki tören sırasında yüksek rütbeli subaylara dönerek, “Sizin korumanız gereken Cumhuriyete biz sahip çıkıyoruz!” diye seslenirken ne düşündünüz?
Asker, 12 Eylül 1980’de olduğu gibi bir darbeyle mi koruyacaktı(!) Cumhuriyeti? Halktan umudunuzu böylesine kesin mi kestiniz? Değilse ne demek istediniz?
İvedi bir açıklama bekliyoruz.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yapacağını yaptı ve 37 legal kuruluşu “yasadışı terör örgütü” olarak niteledi. Aslında o günün bilinmeyen bazı gerçekleri de var. Kutlamayı düzenleyenler polis tarafından alınıp götürülebileceklerini, nezarette tutulacaklarını dikkate almış rahatsızlıkları olanlar yanlarına ilaçlarını, giyeceklerini de almışlardı.

Muğla’dan Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne getirilen Kadir Ay, bayram sabahı saat 05.00’de binlerce polisi görevlendirmişti. Ulus’tan Anıtkabire yürümek isteyenleri tazyikli su ve biber gazıyla durdurmak isteyenler polis barikatını yıktı.

Yürüyüş başlayınca “Başbakan barikatların kaldırılmasına izin verdi” iddiası ortaya atıldı. Başbakanın “barikatı kaldırın” emri kesinlikle olmadı. Cumhurbaşkanın da “barikatı kaldırın” emri olamaz. Olan, halkın barikatları yıkmasından başka bir şey değildi.

Bayrakla anıtkabire gitmeyi engellemek ne kadar üzücü bir durumsa, aralarında Emniyet Müdür Yardımcısı Mahmut Azmaz’ın da bulunduğu10 polisin, bazı vatandaşlarımızın yaralanması da o kadar üzücüydü.

“Yasaklanan yürüyüş” başbakana rağmen yapılınca, ilin asayiş ve güvenliğinden sorumlu Ankara Valisi Alaattin Yüksel ve Emniyet müdürü Kadir Ay’ın zor durumda kaldığı Başbakanın “polis görevini yapmamıştır, yapamamıştır” sözleriyle ortadır. Başbakanın sözleri, bundan böyle polisin daha sert davranacağının da işareti oldu.

Gaz yiyenler, Cumhurbaşkanlığı’nda
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetine önce “unutulan” sonra ilave edilenler arasında Demokratik Sol Parti (DSP) Genel Başkanı Masum Türker ve genel sekreter Hasan Erçelebi de vardı. Onları, Ulus’ta görmüştüm. Masum Bey, “çok gaz yedim ama fazla etkilenmedim” diyor ve bunun sırrını da “Biber gazı sıkılınca yüzünüzü yıkamanın yanında en çok yapmanız gereken sık sık burnunuzu silmek olmalıdır” sözleriyle açıklıyor.

Masum Türker bunları anlatırken hemen önümüzde “Asrın bağış yolsuzluğu”ndan yargılamasına başlanacak kişinin, Cumhurbaşkanının eşinin elini sıkmadan geçişine, o kişinin eşinin de Cumhurbaşkanının elini sıkmadan, sadece bayan Gül’ün elini sıkıp yürüdüğüne tanık oluyoruz.

“Toplum Yararına Çalışma Programı” kapsamında Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ve Suruç ilçelerinde işe alımların kura ile değil, AKP il ve ilçe teşkilatının onayladığı listelerdeki kişiler olduğunu bu köşede açıklamıştık. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i görünce sordum. Bakan, “Suruç ve Ceylanpınar’da işe alımları iptal ettim. Valiye, iş başvurusunda bulunanlardan kur’a ile alımların yapılması talimatını verdim” dedi. Dileriz, benzer haksızlıklar Devletin başka kurumlarında da yapılmaz…


Adalet Bakanı: Niyet önemli
66 cezaevinde 667 PKK’lı tutuklu ve hükümlünün açlık grevi devam ediyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in tek başına açlık grevini bitirmesi mümkün değil. Çünkü, açlık grevlerinin nedeni cezaevi koşulları değil, PKK’lıların siyasi taleplerinden kaynaklanıyor. İ

Açlık grevlerinin bitirilmesi konusunda Bakan Ergin, “Karşı tarafın niyeti önemli. Niyet iyi olursa çözülmesi de kolay olur” görüşünde. Şu anda, açlık grevlerine müdahale pek düşünülmüyor. AKP Milletvekili Nabi Avcı’ya göre “müdahale hakkı” doğdu. Avcı, sohbetimizde açlık grevinde bulunanların “canlı kalkan” olarak kullanıldığına dikkat çekiyor.

Başbakan “ne açlık grevi, onlar yiyip-içiyorlar” diyor. Cumhurbaşkanı, “Grev ciddi konu, Bir an önce sonuçlanmalıdır” diyor. Yani, Cumhurbaşkanıyla, Başbakan yine farklı düşünüyor, farklı konuşuyorlar.

Köşk davetine katılanlar arasında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekilleri Sırrı Sakık, Ahmet Türk, Hasip Kaplan da bulunuyordu. Resepsiyonda garsonlar Gölbaşı Otelcilik Okulu öğrencileriydi. Onların ikram ettikleri leziz yiyecekler, tatlılar eşliğinde açlık grevleri konuşuluyordu. Ortak kanı: İstenilenlerin yerine getirilmesinin ise çok zor hatta imkansız …


Bahçeli: İyi gözükmüyor
CHP milletvekillerinin katılmadığı köşk davetine, MHP’liler büyük ilgi gösterdi. Genel Başkan Devlet Bahçeli, milletvekilleri Mehmet Şandır, Faruk Bal, Lütfü Türkkan, Oktay Öztürk, Ruhsar Demirel, İsmet Büyükataman, Haluk Ayan da, Bahçeli’yi yalnız bırakmadılar.

Bahçeli’ye, “Türkiye’nin gidişatı nasıl?” diye sorduğumda “İyi gözükmüyor. Her gündemi kaosa, krize dönüştürme çabası var” diyor. Söz kutlamalara geldiğinde şunları söylüyor:

“Köşk davetine CHP Genel Başkanı da katılmalıydı. Cumhuriyet, hepimizin cumhuriyetidir. Törenlere gölge düşürülmemeliydi. Anıtkabir yürüyüşünü yakından takip etmedik. Ancak yürüyüş yapmak isteyenlere karşı hoşgörülü olunmalıydı.”

4 Kasım’da MHP kongresi var. Çok adaylı MHP cephesinin hayli hareketli olduğunu belirtelim. Adayların birbirlerini “cemaatçilikle”, “AKP ile işbirliği yapmakla” suçlaması da artık olağan hale geldi…

Evet, Cumhuriyetin 89. yıldönümünde AKP açısından “ilk”ler yaşandı. Bakalım 90. yılında neler göreceğiz…


Dün başkent Ankara’da Saltanat ile Cumhuriyet çarpıştı!
Saltanat, Hipodromda Cumhuriyet’in cenazesini kaldırma töreni düzenledi. Cumhur, Ulus’ta Cumhuriyet’i yeniden inşa etmeye başladı.
Saltanat, Hipodromda boş tribünleri selamladı. Cumhur, sel oldu Ulus’a aktı.
Saltanat, Hipodrom ve Resepsiyonlarda şatafatlıydı! Cumhur, Ulus’ta al bayraklarıyla gururlu ve ayaktaydı.
CUMHURİYET GENÇLİĞİ AYAKTA
Saltanatın valisi, Cumhur’a Cumhuriyeti yasaklamaya kalktı. Saltanatın şakşakçısı, “istihbarat var” yalanına sarılıp, Cumhurun ayağa kalkmasına engel olmaya çalıştı. Saltanatın kolluk kuvvetleri Ankara’ya gitmeye hazırlanan otobüsleri mühürledi. Saltanatın polisi 1. Meclis önüne barikat kurdu. Saltanatın polisi, Türk bayrağı açana tekme attı. Saltanatın haber kanalı, sanki suçmuş gibi “grupların hedefi Anıtkabir’e ulaşabilmek” diye yayın yaptı.
Cumhuriyet’in gençliği TGB, yurdun dört bir yanından başkente aktı. Cumhuriyet’in geleceği TGB, polisin saldırısına karşı halka kalkan oldu. Cumhuriyet’in aydını, cumhurla Ulus’ta birleşti. Cumhuriyet’in kanalı Ulusal Kanal, Ulus’tan canlı yayın yaptı. Cumhuriyet’in kadını, polisin tazyikli suyuna karşı ayakta dimdik durdu. Cumhuriyet’in genci gaz bombası ve tazyikli suyun karşısında bayrağını dalgalandırdı.
SALTANATIN ASKERİ BOŞ TRİBÜN SELAMLADI
Saltanat’ın emrini yerine getiren Jandarma, Ankara girişinde otobüsleri durdurup tüm yolcuları kimlik kontrolünden geçirdi. Otobüsleri durdurulan Cumhuriyet’in gazileri, inip Ankara’ya yayan yürüdü.
Saltanat’ın emrindeki rütbeli subay, Hipodromda boş tribünleri ve Saltanat ailesini selamladı. Cumhuriyet’in askerleri ise Silivri’den, Hasdal’dan, Mamak’dan selam yolladılar Ulus’a…
SALTANAT HÜKÜMETİ YASA DIŞIDIR
Ankara’da toplanacak halkı “istihbarat var” diyerek engellemek isteyen zihniyet saltanatçıdır. Ankara’ya gidecek otobüsleri “ceset torbası yok” diye mühürleyen zihniyet çürümüştür, kokmuştur!
Cumhura Cumhuriyet’i kutlamayı yasaklayan bir hükümet, Cumhuriyet’in değil Saltanat’ın gücüdür ve bu yüzden yasa dışıdır!
Ve her şeyden önemlisi, halka polisi saldırtan bir hükümet, aslında yıkılacağının işaretini vermiştir!
SEFERBERLİK BAŞLADI
1453’te karadan gemi yürüten, Çanakkale’de sırtında yüz kiloluk mermi taşıyan, Kurtuluş Savaşı’nda yalınayak kağnı süren, iki çorabından birini Mehmetçik’e veren, Cumhuriyet’i mermisi bitince süngüsüyle çarpışarak kuran bir halka, AKP barikatı söker mi?
Dün sökmedi ve Cumhur, 89. yılında Cumhuriyet’i yeniden inşa etmek için dün seferberlik başlattı!

Başbakan Erdoğan Ankara’daki Cumhuriyet barikatlarını sonuna kadar savundu, dahası “Polisin görevini yapmamasına” öfkelendi.

Bir yerlerden “barikatların kaldırılması talimatı” gitmiş olmalıydı ki, Erdoğan, “Ben böyle bir talimat vermedim” dedi. “İstihbaratı” bu denli sağlam Başbakan yanılacak değildi ya.

Cumhurbaşkanı Gül’le atışmalarını seyrederken, hiç umulmayan bir isimden itiraf gibi açıklama geldi. Başbakan Erdoğan’ın bugüne kadar tüm gaflarına rağmen arkasında durduğu, kabinedeki en sağlam iki adamından biri olan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Milliyet’ten Fikret Bila’ya konuştu. Orta yolu bulmaya gayret sarfederken, Erdoğan’ı öyle bir ters köşeye yatırdı ki!..

1-Barikatların kaldırılması için kimsenin talimat vermediğini, barikatların talimatla değil kargaşa sonucu açıldığını söyledi...

Öyleyse Cumhurbaşkanı-Başbakan arasında “barikat krizi” niye çıktı? Demek Başbakan’a bu bilgiyi vermedi!..

2-“Zaten geçici bir tedbirdi, açılmayacak bir tedbir de değildi” dedi.

Buyur buradan yak!.. Madem açılmayacak bir tedbir değildi, bu gerginlik-kaos-gazlama niye yaşandı? Bu bir “provokasyon” itirafı değil midir?

3-Bizzat Başbakanın duyurduğu “Provokasyon olacağı istihbaratı” için, “Evet böyle bir istihbarat alınmıştı. Ancak istihbarat gerçekleşmedi. İstihbarat her zaman yüzde 100 doğru çıkmaz. İstihbaratta 9 oyun vardır, derler...” açıklamasını yaptı.

Bir “haydiii” daha. İstihbarat teşkilatımızın tüm dünyanın takdirini kazandığını bizzat MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan öğrenmiştik. Madem istihbaratlar yüzde 100 doğru çıkmıyor, milyonlarca insana, çoluğa-çocuğa neden peşinen terörist” muamelesi yapıldı, böyle bir yafta vuruldu?

4-Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Cumhuriyet mitinglerine katılanların “Ergenekoncu marjinaller” olduğunu iddia ederken, İçişleri Bakanı Şahin, “Ben, yürüyüşe katılanların çoğunun iyi niyetli olduğuna inanıyorum. Ailelerini, çocuklarını getirmişlerdi...” demez mi?

Bu bilmeceyi çözmek için iktidarın acilen bir hakem bulmasında fayda var!..

Ve son gol; Başbakan, barikatlar kalktığı için Ankara Valisi’ni dolaylı, Ankara polisini ise açıktan suçlarken, Bakan, “Ankara Valisi en deneyimli valilerimizden biridir. Vali görevini yapmaya çalıştı. Polis de görevini yapmaya çalıştı” savunmasını yaptı.

Şimdi Erdoğan, “Sen de mi İdris?” dese, haksız mı?

Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Maltepe’ye kucak dolusu sevgiler...


Müyesser YILDIZ
31 Ekim 2012


ADD ve TGB li gençlerin öncülüğünü yaptığı -İşçi Partisi-CHP-DSP, çeşitli kitle örgütleri ve yoğun halk katılımı ile Türkiye’nin her bölgesinde Cumhuriyet Bayramımızı coşkuyla kutladık.
                                                         ****
Mustafa Kemal’in generallerini, askerlerini, aydınlarını tutsak ettiler zindanlara kapattılar.
Yargıyı, tüm erkleri ellerine geçirdiler. Genelgeler, kararnameler, kanunlar çıkartarak yasaklar koydular.
“Biz istediğimizi yaparız” dediler.
 Korku imparatorluğu kurduklarını sandılar.
Yanıldılar.
                                                                  ***
Zindanların dışında milyonlarca Mustafa Kemal her şeye hazır, sessiz, sabırla bekliyor ve izliyordu.
İşkenceye, tutsaklığa, gözaltılara, coplara, gazlara, her türlü şerre dayanan Kemaller,  cumhuriyeti yok sayma, hatta yok etme durumuna getirilmesine kadar çok sabrettiler.
Açık ve net görülüyordu.. AKP, Türkiye’yi parçalamak ve kurmak istediği rejimi meşrulaştırmak için önünde büyük engel olan Atatürk Cumhuriyetçilerine baskı yapıyordu.
Ufak ufak, alıştıra alıştıra, kendilerine göre emin adımlarla ilerliyorlardı. Ders kitaplarından Atatürk’ü kaldırdılar, yetmedi ulusal bayramları yasakladılar, o da yetmedi resmi dairelerden Türkiye Cumhuriyeti tabelalarını indirdiler. Hangi birisini sayalım. Saymakla bitmez ki.
Her geçen gün Cumhuriyetin içini oydular.
Bıçak kemiğe dayanmıştı artık. Son olarak Cumhuriyetimizin 89.Yıl dönümüne yasak getirince bardak taştı.
Ankara’ya gidecek yüzlerce otobüsün şehir çıkışlarınada anahtarlarını almaları, ne barikatlar ne de gaz bombaları biber gazları ve tazyikli sular, dışardaki askerleri durduramadılar.
Mustafa Kemalin askerleri akın akın Ankara’ya gittiler ve diğer kentlerde de Atalarına koşarak saygılarını sunup çiçeklerini bıraktılar.
Barikatlar, gaz bombaları,  biber gazları,  yasaklar vız geldi tırıs gitti.
                                                                               ****
İktidarın büyük ayıbı!
Ellerinde sadece Türk bayrakları ve Atatürk posterleri olan Kemaller her hangi bir taşkınlık yapmadan, bankamatikleri kırmamış, polise taş ve molotof kokteyli atmamış ortalığı talan etmemiş büyük bir saygı ve disiplin içerisinde yürüyorlar.
On binler,20 binler, yüzbinler yürüyorlardı.
Özgürlüğü, Cumhuriyeti, bağımsızlığı kendilerine bırakan Atalarına saygı duruşuna gitmenin mutluluğu içerisinde marşlar söyleyip yollarından gidiyorlar.
Hiçbir taşkınlık yok.
Cumhuriyetin kuruluşunun 89. Yıldönümünü kutlayacaklar.
O ne?
Yollarının üzerine barikatlar kurulmuş, binlerce polis yolları tutmuşlar.
“Geçiş yok” diyorlar.
Onlara emir tepeden verilmiş uygulamak durumundalar.
Bir devlet, bir iktidar düşünün ki kendi bayrağına ve halkına saygısı olmasın.
Bu nasıl devlet?
Bu nasıl iktidardır?
Bu nasıl bir zihniyettir?
 Yok etmeye çalıştıkları Cumhuriyetine, bayramına sahip çıkan, bu günü gönüllerince kutlamak isteyen kendi halkına İLLEGAL örgüt diyebiliyor?
Bu nasıl zihniyettir ki Ana muhalefet Liderinin meclis bahçesinde basın açıklaması yapmasını  'Cebren ve hile ile girdiler' diye değerlendiriyor.
Bu nasıl bir başbakandır ki teröre prim verircesine:
 "Ulus'ta Türk bayrağıyla dolaşmak kolay, Hakkâri’de niye dolaşamadın?"  Diyerek ana muhalefet liderine hesap sorabiliyor?
Yahu iktidarda sen varsın, 10 yıldır bu ülkeyi sen yönetiyorsun. Nasıl, sıkılmadan bu sözleri söyleyebiliyorsun Sayın Başbakan, vallahi hayret ki hayret!
Eğer bu ülkenin her hangi bir kentinde Türk Bayrağı ile dolaşılamıyorsa bunun hesabı senden ve yönetimindeki bakanlarından sorulur.
HEPAR Genel Başkanı Emekli Tüm General Osman Pamukoğlu, “Hakkari elden çıkmış” dediği zaman kıyameti kopartmış, ne çapını ne askerliğini bırakmıştın.
EEE! Şimdi bu söylediklerin ne demek? Yani bu ne lahana turşusu bu ne perhiz?
Ne yapacağını şaşırmış ve her şeyi yüzüme gözüne bulaştırmış bir iktidar olarak s AKP iyice saçmalaya başladı artık.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, halkın en büyük bayramını kutlamasını “anarşi” olarak değerlendiriyor.
Hüseyin Beye sormak gerek yine.89 yılda Türkiye’de kaç iktidar geldi geçti hangisi  vatanı bu hale getirdi? Atatürk’ü istismar eden sizlersiniz. Atatürk ile ilgili tüm değerleri yok edeceksiniz ve sonra da Anıtkabir’e gidip boy göstereceksiniz.
İnandırıcılığınız kalmadı sayın bakan…
Yine Sayın Başbakan Sn. Kılıçdaroğlu’na ;” Ama sen devlete rağmen illegal örgütlerin peşine takılmak suretiyle böyle bir eylemi sokağı terörize ederek gerçekleştirdin.” Diyor.
Güya Kılıçdaroğlu’na çamur atacak bu da şu hesaba geliyor, özrü kabahatinden büyük derler ya!
İllegal Örgütler kim Sn.Erdoğan, kimdir bunlar?
ADD, STK lar  ve Atatürk’e  gönülden bağlı Türk Milleti. Yani şimdi bizler illegal örgüt üyeleriyiz ha?
Silivri, Hasdal’a kapattıklarınıza bir kılıf uydurdunuz şimdi de dışarıda olan Kemallere mi düşünüyorsunuz?
Bu o kadar kolay değil Sn.Başbakan…
                                                                     ****
Dün akşam Bağdat Caddesinde Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün yıllar önce başlattığı ve artık gelenek haline gelen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için oradaydım.
Sevgi Nur ile bu sene şölene Suadiye’den değil de Feneryolu’ndan katılalım dedik. Ben Kuyubaşı’ndan o ise Hasırcıbaşı’ndan yola çıkıp Fener Yolu’nda buluştuk.
 Bu bayram alışıla gelmişliğin ötesinde kalabalıktı Bağdat Caddesi.
Bizim gibi düşünenlerin aralarına karıştık. Birbirimizi tanımıyorduk ama sanki yıllarca bir arada olmuşçasına, yakın akraba gibiydik.
Bizleri birleştiren Atatürk sevgisiydi.
Bir karnaval, bir şölendi adeta, her yaştan insan seli akıyordu caddeden. Hep bir ağızdan marşlar, şarkılar söyleniyor danslar yapılıyordu. Sağlı sollu apartmanların camlarından, balkonlarından sarkan insanlar müziğe, marşlara eşlik ediyorlar ellerindeki bayrakları sallıyorlardı aşağıdakilere. Sevgi Nur ile Suadiye yakınlarına kadar böylece gittik. Ortam o kadar güzeldi ki ne kadar yürüdüğümüzü ancak dönüşte takside fark edebildik.
Bir ara Sevgi Nur’a ;
“Dünyada hiçbir lidere böylesine sevgi, böylesine bağlılık olmamıştır. Onu hiç kimse unutturamaz, kalplerimizden silemez.”  Dedim.
Ankara Ulus ‘ta, İzmir’de, İstanbul ve diğer illerimizde yapılan tören ve kutlamalarda Mustafa Kemal Atatürk’ün ölmediğini dost, düşman herkes gördü.
Bağımsızlık Savaşı’nı başlatmakta bir an bile tereddüt etmeyen Türk Milletinin, ne Cumhuriyetini ne de özgürlüğünü kimse yıkamaz, elinden alamaz. Buna bir kez daha inandım..
Nice mutlu aydınlık günler ve senelerde  Cumhuriyetimizi kutlamak üzere sevgiler saygılar..

” Tayyip Esad Erdoğan, ‘Barikatların açılmasına karşıydım. Polis görev yapmamıştır’ diyor. Onun anladığı ne biliyor musunuz? Polis görev yapacak yüzlerce kişi yaralanacak, onlarca insan hayatını kaybedecek. Böylece terörden beslenen Başbakan sözde görevini yerine getirmiş olacak. İnsanın hayatını hiçe sayan bir Başbakan olur mu?”
-“Barikatları aşamayacağımızı düşündüler. Sen hala CHP’yi anlayamamışsın. Bu CHP,  yedi düvele savaş açmış partidir”
-“İstediğiniz kadar baskı yapın. Sizden korkmuyoruz. Size teslim olmayacağız. Bütün barikatlarınızı yıkıp geçeriz”
-”80 yaşında kadın, 8, 9 yaşında çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar, engelliler ellerinde Türk Bayrakları. Başka bir şey yok. Bunlar illegal örgüt mensuplarıymış. Kendisine göre her şey legal, bağımsızlık, özgürlük, cumhuriyet, demokrasi isteyenler illegal. Bu kafa Türkiye’yi yönetiyor.”
-”İstedikleri kadar gelsinler, coplarıyla, panzerleriyle, tanklarıyla, toplarıyla, askerleriyle gelsinler. Zalimin  zulmüne ortak olmayacağız. Zalimin yanında durmayacağız. CHP demek mazlumun yanında duran parti demektir”
-”Ayrılığa gayrılığa izin vermeyeceğiz. Cumhuriyet, demokrasi budur. Cumhuriyet demokrasiyle taçlandırıldığı zaman anlam ifade eder. Baskıyla değil, şiddetle değil”
-“Korku, aklın katilidir. İstediğiniz kadar baskı yapın, sizden kimse korkmayacaktır.
-“Adaletli bir yönetimin olmadığı yerde barış ve huzur sağlanamaz. Adalet demokrasinin ayrılmaz bir parçasıdır. Başbakan adalet mülkün temelidir sözünden kendi mülkünü anlıyor”
-“Polis, halkın polisidir. Senin polisin, özel koruman değil. Güneş gözlüğünü bile polise taşıtıyor. O polis Türkiye Cumhuriyeti’nin polisidir, senin babanın polisi değildir”
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu TBMM’de Grup Genel Kurulu’nda başta dün kutlanan Cumhuriyet Bayramı olmak üzere güncel olayları şöyle değerlendirdi…
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN;
30.10.2012 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA
YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Güzel bir hafta sonu geçirdik. Hepinizin geçmiş Kurban Bayramını ve Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyorum.(Alkışlar) Bayramlar bizi bir arada tutar. Bayramlarda gönül birlikteliğimiz olur, birbirimizle kucaklaşırız; küçükler gelir büyüklerin ellerinden öper, kızgınlıkları, kırgınlıkları bir tarafa atarız, millî bayramlarımız da böyledir. Bayramlar bizim ortak paydamızdır. O paydayı derinleştirmek, güzelleştirmek hepimizin görevidir. Babalarımızdan, dedelerimizden bunu gördük, “Bayramda kin tutmayın, bayramda hoşgörülü olun, bayramda birbirinize merhaba demeyi öğrenin.” dediler. Bayramlar bizim ortak paydamızdır. Bayramları böyle bir heyecan ve böyle bir anlayışla kutluyoruz.
Değerli arkadaşlarım, her bayramın bir anlamı vardır. Dini bayramlarımız önemlidir, millî bayramlarımız da önemlidir. Her millî bayramın arkasında gözyaşı vardır, şehitlerimizin kanları vardır, gazilerimiz vardır, bağımsızlığımızın meşalesi, ateşi vardır. O bayramlar kolay kazanılmadı. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan önce Dolmabahçe’de düşman donanmasını gördüğü zaman şunu söylemişti: “Geldikleri gibi gidecekler.” demişti. (Alkışlar) Daha yolun başındaydı ama kararlıydı. Bu ülkenin insanları özgürlüklerine ve bağımsızlıklarını düşkün insanlardır, mandacılığı kabul etmezler. Onun için, en son söyleyeceğini daha yolun başında söyledi “Geldikleri gibi gidecekler.” dedi. (Alkışlar) Samsun’a çıktı. 22 Haziran 1919 Amasya’da Amasya Tamimi, çok önemli bir belgedir. İlk kez halka, halkın egemenliğine vurgu yapan bir belgedir. Daha yolun başında söylenmiştir. Şöyle diyor: “Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir.” Ve devam ediyor: “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” İlk kez milletten söz ediyor. (Alkışlar) Daha ortada cumhuriyet yok, daha yolun başında ama milletin egemenliğinden söz ediyor Mustafa Kemal Atatürk, o açıdan çok önemlidir. Sonra Erzurum Kongresi, sonra Sivas Kongresi, 4 Eylül Sivas Kongresi de çok önemlidir. Açıkça mandacılığı savunanlar olmuştur ama Mustafa Kemal mandacılığı elinin tersiyle itmiştir. Sivas Kongresi kararlarından birisi mandacılığa açıkça karşı çıkıldığının belgesini ortaya koymuştur.
Değerli arkadaşlarım, o belgede bir cümle var, çok önemlidir arkadaşlar: Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalandığı gün “henüz işgale uğramamış vatan toprakları bir bütündür, birbirinden ayrılamaz.” der. Önemli cümle şu değerli arkadaşlar: “Bu topraklarda yaşayanlar öz kardeştirler.” Hiç ayrım yapmıyor. (Alkışlar) Daha cumhuriyetin başında etnik, kimlik ayrımı, inanç ayrımının, mezhep ayrımının hiçbirisi yok, 1919’un ruhu bu. “Bu topraklarda yaşayanlar öz kardeştirler.” diyor. Şimdi ayırmaya çalışıyor Recep Tayyip Erdoğan.  (Alkışlar) Bu ülkede yaşayan her yurttaş, bu ülkenin onurlu ve eşit bir bireyidir. Bu ülkenin külfetlerini paylaştık, bu ülkenin nimetlerini de hakça bölüşmek durumundayız, Ayrı gayrılığa izin vermeyeceğiz; cumhuriyet budur, demokrasi budur. Cumhuriyet demokrasiyle taçlandırıldığı zaman bir anlam ifade eder, baskıyla değil, şiddetle değil. O nedenledir ki cumhuriyeti kuranlar daha sonra demokrasiyi getirmişlerdir bu ülkeye.
Değerli arkadaşlarım, karnı tok, sırtı pek yurttaşlar adaletle yönetilen bir ülkede huzur içinde yaşayabilirler. Adaletin olmadığı yerde barışı sağlayamazsınız. Adaletin olmadığı yerde siz huzuru sağlayamazsınız. Vatandaş sokakta devletin güvencesi altında rahat gezebilecek, rahat seyahat edebilecek, rahat konuşabilecek, düşüncesini açıklayabilecek, adalet budur. Adalet, demokrasinin ayrılmaz bir parçasıdır. “Adalet mülkün temelidir” derken “Adalet devletin temelidir” anlamındadır bu. Recep Tayyip Erdoğan “Adalet mülkün temeli” derken kendi mülkünün temeli olarak algılıyor. (Alkışlar) Bağımsız bir ülkede özgürce yaşamak birilerinin bize lütfettiği bir şey değildir. Birinin lütfuyla biz bunları almadık; mücadelemiz oldu, yedi düvele karşı mücadele ettik, onun için millî bayram diyoruz biz buna. Çalıştık, çabaladık, gözyaşı döktük, binlerce yetim çocuk kaldı. Bakınınız 1921, savaş meydanlarında şehitlerimiz çok olduğu için yetim kalan çocuklar için Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuştur. Devletin koruması altına, şefkati altına alınmışlardır o çocuklar, cumhuriyet budur, kendi insanına sahip çıkmaktır, kendi insanını korumaktır; onun değerlerini korumak, onun değerlerine saygı duymaktır.
Değerli arkadaşlar, bedel ödenmemiş toprak vatan sayılmaz, bedel ödeyeceksiniz önce. (Alkışlar) Ne diyor büyük Şair? “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa o da vatandır.” (Alkışlar)  Cumhuriyet Bayramı bizim en güzel bayramımız, ortak paydamız doğu, batı, güney, kuzey fark etmiyor. “Öz kardeştirler bu ülkede yaşayanlar” demiş daha 4 Eylül 1919’da Sivas’ta. Bir araya gelmişler, ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele etmişler, mandayı atmışlar bir tarafa. Amasya Tamimiyle halkın egemenliğinden söz etmişler ilk kez ve biz, 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramını kutlayacağız. Önce yasak getirdiler, “yasak getirirseniz elime bir Türk Bayrağı alacağım yasağın olduğu meydana gideceğim.” dedim ve oraya gittim. (Alkışlar) Efendim, “orada olanlar illegal örgütlerdenmiş.” kafaya bakın, kafa yapısına bakın. 80 yaşında kadın, 8-9 yaşında çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar, engelliler ellerinde Türk bayrakları, başka bir şey yok, bayramlarını kutluyorlar, en güzel bayramlarını kutluyorlar, Cumhuriyet bayramlarını kutluyorlar, kafaya bakın, “bunlar illegal örgüt mensuplarıymış.” Kendisine göre her şey legal, bağımsızlık, özgürlük isteyenler, cumhuriyet, demokrasi isteyenler illegal, kafaya bakın siz! Bu kafa bu ülkeyi yönetiyor! (Alkışlar) Birileri de buna “Efendim, alternatif kutlama olmazmış.” Ya, bu kutlamanın alternatifi yok zaten, sen hâlâ öğrenemedin mi cumhuriyeti? (Alkışlar) Öyle bir hâle geldi ki, Başbakan vatandaşın arasına çıkamaz, vatandaşa merhaba diyemez, vatandaşın elini sıkamaz, kahvede oturup çay içemez çünkü bu vatandaş bu Başbakanı artık istemiyor “Yeter artık.” diyor. (Alkışlar) Efendim, ben oraya gittim ya, “Kemal Kılıçdaroğlu birinci Meclisin bahçesine cebren ve hileyle girmiştir.” Kafaya bakın siz. Anlayışa bakın siz. Ya, Meclisin bahçesine gitmek ne zaman cebir ve şiddeti gerektiriyor? Senin giremediğin yere ben gidiyorum zaten. (Alkışlar) “Efendim, barikatların aşılmasına karşıydım. Polis görev yapmamıştır.” diyor. Onun anladığı ne, biliyor musunuz? Polis görev yapacak, yüzlerce insan yaralanacak, onlarca insan hayatını kaybedecek, böylece terörden beslenen Başbakan sözde görevini yerine getirmiş olacak. İnsanın hayatını hiçe sayan bir Başbakan olabilir mi? İstedikleri kadar gelsinler, coplarıyla gelsinler, panzerleriyle gelsinler, tanklarıyla, toplarıyla gelsinler, askerleriyle gelsinler…(Alkışlar) …Zalimin zulmüne ortak olmayacağız, zalimin yanında durmayacağız, Cumhuriyet Halk Partisi demek mazlumun yanında duran parti demektir. (Alkışlar) Bakınız on binlerce yurttaş vardı orada, yüz binlerce yurttaş vardı. Bakın şimdi, bütün o yurttaşların tek ortak paydası Cumhuriyet Bayramını kutlamaktı. Taşkınlık yapmadılar, kimsenin üzerine baskı kurmadılar, cam kırmadılar, çerçeve indirmediler, sadece polislere “Yolumuzu açın” “Biz bayram kutlamak istiyoruz.” dediler. Bayram kutlamak ne zamandan beri yasaklanıyor? Bayram kutlamak için birisinden izin almaya gerek yok, zaten bayramı kutlamak için yasa var bu ülkede. (Alkışlar) “Hayır, bayramı kutlamayacaksın sen.” diyorlar. Orası yasakmış! Oranın anlamını bilmiyorsun sen beyefendi. Oranın anlamını bilsen o yasağın ne anlama geldiğini de sen kavrayacaksın. Orası Türkiye Büyük Millet Meclisinin bulunduğu alandır, Cumhuriyetin ilan edildiği alandır o alan. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, o alanda çocuklar vardı, yaşlılar vardı, gençler vardı, göğsümü kabartan çok sayıda kadın vardı, göğsümü kabartıyor. (Alkışlar) Sağduyu vardı. Bütün baskıya rağmen bir şey yapmadılar. Engellediler, halkın buluşmasını engellediler, barikatları aşamayacağımızı düşündüler. Sen hâlâ Cumhuriyet Halk Partisini anlayamamışsın, bu Cumhuriyet Halk Partisi yedi düvele savaş açmış bir partidir. (Alkışlar) Diyor ki “Polis görevini yapmadı.” Polis görevini yaptı. Oradaki polisler bizim çocuklarımızdır. Gençler slogan atıyorlardı “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye, polisler de oradan “Biz de Mustafa Kemal’in askerleriyiz.” diye. (Alkışlar) O polisler, senin baskına rağmen vicdanlarını dinlediler. O barikatları yırtıp attık. Senin barikatların bize vız gelir. Sen gelseydin oraya. Gelseydin bakalım, dursaydın barikatların önünde. (Alkışlar) Herkesin elinde bir Türk bayrağı var, bayrağına sahip çıkıyor, cumhuriyetine sahip çıkıyor, demokrasisine sahip çıkıyor, özgürlüğüne sahip çıkıyor, kadın erkek eşitliğine sahip çıkıyor, sen niye yasak getiriyorsun? Hangi akılla mantıkla yasak getiriyorsun?
Değerli arkadaşlarım, yeni bir unvan bulmamız lazım. Tayyip Esad Erdoğan. (Alkışlar) Yaptığının ne farkı var? İnsanlar ölmedi ya hâlâ diyor ki “Polis görevini yapmadı.” Birkaç kişinin ölmesi lazım ki polis görevini yapsın. O polis halkın polisidir, senin, affedersiniz babanın polisi diyeceğim ama yine, polisin, özel koruman değil. (Alkışlar) Biliyorsunuz, Tayyip Erdoğan güneş gözlüğünü de polise taşıtır. Unutmayın, vatandaşlarım bilsin diye söylüyorum. Ağır geliyor beyefendiye güneş gözlüğü taşımak, polise taşıtıyor. Polisin görevi o mu? Senin güneş gözlüğünü mü taşıyacak polis? O polisler bizim çocuklarımızdır. Onların sorunlarına da sahip çıkacağız biz. Ne yaparsa yapsın polisle halkı karşı karşıya getirmeyeceğiz, o polis Türkiye Cumhuriyetinin polisidir, senin babanın polisi değil onlar. (Alkışlar) Onun görevi bizim teslim almak, öyle düşünüyor. Sen bizi teslim alamazsın, senin gücün yetmez buna; yedi düvel teslim alamadı zaten senin gücün mü yetecek?
Değerli arkadaşlar, hiçbir Cumhuriyet Halk Partili, hiçbir yurtsever, hangi partiden olursa olsun ister AKP’den, ister MHP’den, ister başka partilerden olsun hiçbir yurtsever bağımsızlığını ve özgürlüğünü copa, bombaya feda edemez, her şeyin üzerine yürür. (Alkışlar) Ne diyordu? “İleri demokrasi.”  Gerçeği ne, çeviriyorsunuz, ileri polis devleti, geldikleri nokta bu. Baskı kuruyorlar, halkın üzerine baskı kuruyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bunlar bir şey daha söylüyorlardı. “Bu bayramlar Demirperde ülkelerindeki gibi kutlanıyor statlarda, böyle bayram mı olur? Halkla bayram kopuk, halk bayramını kutlayamıyor, böyle şey olur mu?” diyorlardı. İyi, halk da bayramını kutlamaya başladı. Nerede kutlayacak? Meydanlarda kutlayacak. Sayın Başbakan, meydanların bir kent için önemini biliyor mu acaba? Meydanların kentin enerjisini boşaltacak alanlar olduğunu biliyor mu acaba? Meydansız bir kentin olamayacağını Sayın Başbakan biliyor mu acaba? Bilemez çünkü meydan onun için gökdelenlerin dikileceği yerdir, meydan öyledir onun için. (Alkışlar) Halk “Hadi, ben meydanlarda kutlayacağım.” dedi. Halk meydanlara çıktı, Recep Tayyip Erdoğan stada kaçtı, şu işe bakın. (Alkışlar) Şu Allah’ın takdirine bakın. (Alkışlar) “Meydanlarda halk kutlayacak, statlar doğru değil” diyordu, halk meydanlara çıktı, beyefendi stada kaçtı. Ve bir şey daha, bu vesileyle söyleyeyim, 81 ilden otobüsler kalkacaktı. Herkes cumhuriyet coşkusu içinde Ankara’ya gelmek istiyordu. Yasak var ya, yasağa karşı direnecek. 81 ilin valisine “otobüsleri durdurun” talimatı verildi. Bunlar demokrat geçiniyordu değil mi? İleri polis devleti dedim, seyahat özgürlüğünü neye göre kısıtlıyorsunuz siz? Bu ülkede yasalar yok mu? Efendim, Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açmış cumhuriyet Bayramı kutlaması dolayısıyla. O Cumhuriyet savcısı önce açsın cumhuriyet savcısı nedir önce onu bir okusun bakalım, önce onu bir okusun bakalım. Sen cumhuriyetin savcısı mısın, Recep Tayyip Erdoğan’ın savcısı mısın? (Alkışlar) AKP korkakların rejimidir, unutmayın, AKP rejimi korkakların rejimidir. Korkak olanlar halktan korkarlar, halkın bir araya gelmesinden çekinirler, acaba ne konuşuyorlar diye aralarına hafiyeler falan sokmaya çalışırlar. İstihbarattan beslenirler, acaba ne oldu, birileri bir şey mi yapıyor, ne yapıyor? Aydınlıktan korkarlar, düşünce özgürlüğünden korkarlar, insanların bir araya gelip türkü söylemelerinden bile korkarlar. Bayramlarda sokağa çıkmalarından korkarlar, ne oluyor acaba diye. Demokrasi farklı bir şeydir. Demokrasi özgürlükle birleşecek. Demokrasi halkın kendi kendisini yönetmesidir. Demokrasi halkın gücünün parlamentoya yansımasıdır, kurumlara yansımasıdır, demokrasi budur. Demokrasi bir kültür işidir. Demokrasi bir bilim işidir. Demokrasi tarih işidir; tarihini bilmezsin, bilimi bilmezsin, kültürden yoksunsun demokrasiden söz edeceksin, olmaz, olmaz arkadaşlar. Korkunun bir özelliği var. Korku aklın katilidir arkadaşlar, korkunun olduğu yerde akıl olmaz, baskı olur çünkü korkuyor. Korkusunu ne ile yenecek? Baskıyla yenecek. Buradan söylüyorum: İstediğiniz kadar baskı yapın sizden kimse korkmayacaktır, bütün barikatlarınızı yıkıp geçeceğiz. (Alkışlar) Efendim “Biz o bayramı niye yasakladık? İstihbarat aldık” diyorlar. İstihbarat aldık, o nedenle yasakladılar.” diyor. Ne istihbarat almışsın açıkla bakalım. Uludere’yi açıkladılar mı bunlar? Oradan da istihbarat almışlardı değil mi? (Alkışlar) Oradan istihbarat aldılar, 34 yurttaşımızı gidip öldürdüler. O emri veren Recep Tayyip Erdoğan’dır, 34 yurttaşın kanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakasındadır. (Alkışlar) Beyefendiler istihbarat almışlar! Neymiş? Toplantı yapılacak, istihbarat herhâlde bu, orada toplantı yapılacak diye. Ne istihbaratı? Bekledim… Diyor ya “Polis görevini yapmadı.” İstihbarat sonrasında 34 kişinin daha hayatını kaybetmesi lazımdı ki polis görevini yapmış olsun; orada da istihbarat aldılar, burada da istihbarat alıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bu arada bir şeyler söylemiş. Efendim, Hakkâri’ye biz gitmişiz, neden Türk bayrağı yokmuş Hakkâri’de? Eğer bir ülkede, bir ilde Türk bayrağı dalgalanmıyorsa Recep Tayyip Erdoğan sen hangi ülkede Başbakanlık yapıyorsun? (Alkışlar) Bir dönem ne diyordu? “Siz Sivas’ın ötesine geçemiyorsunuz.” Kendisine dedim ki Sayın Başbakan gel beraber Uludere’ye gidelim, elimize Türk bayraklarını da alalım gidelim, oradaki insanlarla kucaklaşalım dedim. Geldi mi? Gelemez, cesaret edemez. Ben oraya bütün engellemelere rağmen gittim, sen oraya gidemiyorsun bile.
Değerli arkadaşlarım, kendi beceriksizliğinin faturasını bize çıkaracak. Çocuklar okula gidemiyormuş, şikâyet ediyor. Sen Başbakan değil misin? Sen hangi ülkenin Başbakanısın? Sen cumhuriyetin ne olduğunu bilmiyorsun, erdemlerini bilmiyorsun, demokrasiyi bilmiyorsun; senin bildiğin baskı, senin bildiğin tehdit, senin bildiğin şantaj. Kusara bakma, o da CHP’ye sökmez ne yaparsan yap. (Alkışlar) Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir millî bayram yasaklandı arkadaşlar. Bunu unutmayacağız, bunu tarihin bir defterine not olarak düşeceğiz. Demokrasinin bir kara lekesidir bu. Halkına güven duymayan bir iktidarın kara lekesidir bu. Ne demek ya, cumhuriyet bayramını kutlamayı yasakladım demek?
Değerli arkadaşlar, ilk Meclise niye gidiyormuşum? Ben Meclise giderken senden izin mi alacağım? Sen kimsin? Sen kimsin ben senden izin alacağım? (Alkışlar) Ben değil, bu ülkede hiçbir yurttaş Türkiye Büyük Millet Meclisine, ister eski ister yeni, gelmek için senden izin almak gibi amacı da yoktur, lüksü de yoktur, istediği zaman buralara gelecektir. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türk bayrağı üzerinden edebiyat yapıyor, vatandaşı kandırmaya çalışıyor. 29 Ekimde Türk bayrağı açmak isteyen gencecik çocuklar tekmelendi, bunlar televizyon ekranlarında gösterildi, kalkmışsın Hakkâri’den bahsediyorsun. Ya, Ankara’nın göbeğinde, Ulus Meydanında Türk bayrağı açmak isteyeni senin polislerin tekmeledi, sen neden bahsediyorsun. Milliyetçilikten söz ediyor. Senin gibi konjonktür milliyetçilerini biz çok iyi biliriz.
Değerli arkadaşlarım, bir şey üzerinde hepimizin düşünmesi lazım. Hepimizin sorumlulukları var, ortak sorumluluklarımız var. Ülkemizin sorunları dağ gibi yığılıyor. Sorunları çözen değil, sorunlara sorun ekleyen bir iktidar var. Kendi cebini düşünen bir iktidar var. Bugün yine söylemiş, “Sizin kilonuz kaç?” demiş. Vallahi bizim kilomuz hep aynı değişmedi, çünkü cüzdanımız da aynı ama senin kefeninde cep var zaten. (Alkışlar) Cüzdanın her geçen gün şişiyor senin, elbette senin kilon farklı, bizimki farklı olacak, bundan daha doğal ne olabilir. (Alkışlar)
İçime sindiremediğim bir şey daha var. Erciş’e gittim, Atatürk İlköğretim Okulunun adını değiştirdiler, beyefendinin annesinin ismini koydular. Annelere saygılıyım, Allah rahmet eylesin diyorum. O anne de hayatta olsaydı elini öpmekten de onur duyardım. (Alkışlar) Ama senin paran var, pulun var, dünyanın en zengin başbakanlarından birisin, adam gibi adamsan bir okul yaparsın, annenin adını koyarsın, biz de ona saygı duyarız. (Alkışlar) Daha düne kadar yırtık pabuçla siyasete girdiğini söylüyordun, yetmiyor mu bu kadar para? Yetmiyor mu bu servet? Annenin adına bir okul yaparsın, ismini koyarsın, bu ülkede herkes saygı duyar. Kusura bakma ama bu davranışın saygısızlıktır, kabul etmiyoruz biz bunu. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlar, ülkeyi yönetenlerin bir görevi vardır, halkı kaynaştırmak, halkı bölmek değil, inançlarına göre, mezheplerine göre, kimliklerine göre bölmek değil, insanları kaynaştırmak gibi görevleri vardır. Ama bunların görevi ülkeyi bölmektir, bunların görevi halkı bölmektir, bunu âdeta üstlenmiş durumdalar. Her ağızlarını açtıklarında ülkeyi biraz daha bölmeye çalışıyorlar, bunu içimize sindiremiyoruz. Cumhuriyete sahip çıkmamızın, demokrasiye sahip çıkmamızın, özgürlüğe sahip çıkmamızın temelinde bu ülkede birliği, beraberliği sağlamaktır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında asla ve asla hapishanelerde ölüm orucu olmayacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında asla ve asla terör olmayacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında asla ve asla hiçbir komşumuzla savaş noktasına gelmeyeceğiz, barışı egemen kılacağız, kardeşliği egemen kılacağız biz. (Alkışlar) Demokrasi ve özgürlüklerden niye vazgeçiyoruz? Adaletten niye vazgeçiyoruz?
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin geldiği noktaya bakın, hâlâ her şeyin sorumlusu CHP gibi gösteriyorlar. İnsanda biraz sıkılma olur, biraz utanma olur. Cumhuriyet Halk Partisi sana doğru yolu gösteriyor, yapma, yanlış yapıyorsun diyor. “Hayır, ben bildiğimi okurum” diyor. Bildiğini okursan, önündeki duvarı göreceksin o zaman, çıkmaz sokağı göreceksin o zaman.
Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet demek demokrasi demektir. Demokrasiyle taçlandırılan bir cumhuriyet anlam taşır, özgürlüklerle taçlandırılan bir cumhuriyet anlam taşır. Cumhuriyet demek halkın kendi kendisini yönetmesi demektir. Cumhuriyet demek Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi kimsesizlerin kimsesi olmak demektir. (Alkışlar) Cumhuriyet demek halk demektir ve cumhuriyet demek bütün darbelere karşı çıkmak demektir. (Alkışlar) Hiç kimse ama hiç kimse darbelerin arkasında duramaz, darbeleri savunamaz. Cumhuriyet Halk Partisi darbelerden en büyük zararı gören partidir. Mal varlığımıza el kondu, genel başkanlarımız hapse atıldı, özgürlüklerimiz sınırlandırıldı, mal varlıklarımıza el konuldu, darbeyi şiddetle ama şiddetle reddediyoruz. Darbeden medet uman Cumhuriyet Halk Partili olamaz, bunu herkes çok iyi bilsin. (Alkışlar) Eğer bu ülkeye demokrasiyi biz getirdiysek -ki onun için övünüyoruz- o zaman övündüğümüz ilkelerin arkasında duracağız, demokrasi ve özgürlüklerin arkasında duracağız. En büyük gücümüzün halk olduğunu, halkın değerlerine saygı olduğunu her Cumhuriyet Halk Partilinin bilmesini isterim. Gücümüz halktır, halka gideceğiz, halkla beraber yürüyeceğiz. Aydınların korktuğu bir Türkiye’de biz korkmayacağız, cesur olacağız, halkın öncüsü olacağız, elimizde meşale halkın önünde yürüyeceğiz, bizim görevimiz budur.
Değerli arkadaşlarım, buradan bir çağrı daha yapmak istiyorum. Türkiye’nin yaşadığı tablo herkesin gözünün önünde, Türkiye’nin girdiği çıkmaz sokak bütün dünyanın önünde. Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta hem içeride hem dışarıda kaygıyla izleniyor. Her vatandaş kendisine soruyor: “Ne olacak bu memleketin hâli?” diye. Buradan sesleniyorum: Türkiye’nin yeni bir iklime ihtiyacı var, Türkiye’nin barışa ihtiyacı var, Türkiye’nin demokrasiye ihtiyacı var, Türkiye’nin özgürlüklere ihtiyacı var, Türkiye’nin yeni bir iktidara, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına ihtiyacı var. (Alkışlar) Bölünmeyen, beraber yaşamayı bilen, saygı duyan, birbirini kucaklayan, hiç kimsenin ötekileştirilmediği, herkesin bir arada düşüncelerini özgürce dile getirdiği bir Türkiye’ye ihtiyaç var. Onun için söylüyorum, AKP’ye oy veren yurtsever vatandaşlarıma, iş adamlarına, sanayiciye, esnafa, çiftçiye hepsine söylüyorum, Türkiye’yi getirdikleri nokta bu. Türkiye’yi bu noktadan çıkarmamız gerekiyor. Hedefimiz belli, çağdaş uygarlık, çağdaş uygarlık için mücadele edeceğiz, demokrasimizi geliştireceğiz. (Alkışlar)  Bir kişinin arzusu üzerine anayasa değişmez, bir kişinin beklentileri üzerine siyaset oluşturulmaz. Bu ülkede açlık var, yoksulluk var, çiftçi perişan, beyefendi tutturmuş ben nasıl ve ne zaman Cumhurbaşkanı olacağım? Böyle bir anlayış olabilir mi? Yeni bir anlayışa ihtiyacımız var. Onun için söylüyorum, geçmişte hangi partiye oy vermişse vermiş bütün yurttaşlarımın cumhuriyet bayramlarını özgürce kutlamaları için, inançlarını özgürce yerine getirebilmeleri için, düşüncelerini özgürce açıklayabilmeleri için, basın özgürlüğünü sağlamak için mücadele edeceğiz, onun taahhüdünü de veriyoruz, medyanın özgürlüğü için, komşularımızla güven ilişkisi içinde beraber yaşamayı Türkiye’ye kazandırmak için yeni bir iklime, yeni bir anlayışa, yeni bir partiye ihtiyacı var, o partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir, herkesin bilmesini isterim. (Alkışlar)
Bu Cumhuriyet Bayramı bütün engellemelere rağmen her yerde coşkuyla kutlandı. Dün İstanbul’daydım, on binler Sarıyer’de, on binler Kadıköy’de, on binler Bakırköy’de, Ataköy’de, Maltepe’de, Kartal’da, Avcılar’da yürüdü; Mersin’de, Adana’da, İzmir’de her yerde yürüdü. Cumhuriyetimize sahip çıkıyoruz, demokrasimize sahip çıkıyoruz, özgürlüğümüze sahip çıkıyoruz çünkü şunu söyledim annelere: Umudum sizsiniz kadınlar, çocuklarınıza sahip çıktığınız gibi vatanınıza da sahip çıkın.
Hepinize saygılar sunuyorum.

"Atatürk’ten Tahrik Olanlar" başlıklı yazının sonunda, Ulus barikatlarını kaldırma talimatının kimden gelebileceğine dair tahminde bulundum.

Şu iki ihtimale dikkat çektim;

Ya Erdoğan geri adım atmış olmamak için "barikatların" arkasında durdu...

Ya da Ankara Valisi’ne, polisine başka bir yerden, mesela Gül’den talimat geldi...

Bu yazıdan yaklaşık 2 saat sonra, Başbakan Erdoğan Almanya’ya gitmeden önce Esenboğa Havaalanı’nda konuştu; şüphe veya bu ihtimallere cevap verdi. Erdoğan önce: "Benim o barikatların kaldırlmasıyla ilgili bir talimatımın olmadığı doğrudur." dedi, yani birinci ihtimali net bir dille reddedip "barikatların" arkasında durdu.

Erdoğan’ın devamındaki şu sözleri ise ikinci ihtimali doğrular nitelikteydi:

"Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Vali'me böyle bir talimat verdi mi bilmiyorum. Ben Sayın Cumhurbaşkanı'mın böyle bir talimat verdiğini de sanmıyorum; çünkü bu ülkeyi bugüne kadar çift başlı bir sistemle yönetmiyoruz."

"Vali'm, Cumhurbaşkanı'm" ifadelerini geçelim; "Bu ülkeyi çift başlı bir sistemle yönetmiyoruz"a bakalım.

Bu sözler, Cumhurbaşkanı Gül’e veya barikatları kaldırma talimatını her kim verdiyse, ona açık bir "uyarı"dır, ikinci bir "Devlet içinde devlet kurulmasına müsaade etmeyiz." vakasıdır.

Birinci vakayı hatırlayın; Özel yetkili savcılar, PKK ile pazarlıklar konusunda Başbakan Erdoğan’ın “kefilim” dediği MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski MİT yöneticileri hakkında soruşturma açtı. Ama perde gerisinde, bunun bir Erdoğan-Cemaat mücadelesi olduğu belliydi. Başbakan Erdoğan bir geceyarısı kanunu ile MİT’çileri yargıdan kaçırırken, "Gerçek hedefin kendisi olduğunu" belirtip, yargıya: "Alacaksanız, gelin beni alın." diye meydan okudu. Sonra da Özel Yetkili Mahkemeler için: "Devlet içinde devlet oldular." dedi.

Acaba bu defaki "devlet içinde devlet" olma sözünün muhatabı kim?

Şayet Erdoğan, "Cumhurbaşkanı'nın böyle bir talimat verdiğini sanmıyorsa", "barikatları kaldırın" talimatını kim vermiş olabilir?


Müyesser YILDIZ
30 Ekim 2012


Yalnız yolcular değil, yollar da yürüyor. Var olmak, sürekli yürümektir.

Engizisyon kahrı altında ezilen Ortaçağ Batı insanı, dünyayı hep yerinde duran bir küre olarak görüyordu. Hareket eden, dünya değil, sadece güneşti. Dünya dönmüyordu; dünya evrenin tam merkeziydi ve bir yere çakılı olarak duruyordu.

Varlık ve oluşu bir tespih (Yaratıcı’nın cezbesiyle sürekli yüzüş hali) faaliyeti olarak gören Kur’an: “Her şeyin uzayda yüzmekte olduğunu” (Yasin, 40) söyler. Yalnız dünya değil; güneş, ay, yıldızlar, galaksiler hep faaliyet, hep hareket halindedir. Makro plandaki bu hareket  mikro planda, atomlarda da aynen yürürlüktedir.

Yaratıcı Kudret, galaksilerdeki sırrı atomlarda da aynen korumuştur. O, bunu yapabilen kudret olduğu içindir ki, “İstisnasız her şey O’nu tespih etmektedir.” (İsra, 44)

Ne duran bir şey var ne de işi bitip hikâyesi noktalanmış bir oluş. Her an yeni bir söz söylen-mede, her an yeni bir evren oluşmada. Her an yeni bir doğuşun sancısıyla kıvranıyoruz. Bir sürekli oluş, bir durmaz-dinmez yürüyüş içindeyiz. “Bir şey ne ise odur” diyemeyiz. A, A’dır diyemeyiz; çünkü, bunu derken iki A arasına zaman girmiş, onları farklı hale getir-miştir. Kısacası, ölümsüz Heraklit’in dediği gibi, “Bir suda iki kez yıkanılmaz.”

Sürekli oluşu, ontolojik-metafizik plandan psiko-sosyolojik plana aktarırsak, Kur’an’ın esrarlı dünyalarından biriyle daha tanışırız.

Bu ikinci alanda da değişmeyen şey, gerçektir. Gerçeğin kendi (mânâ, hakikat) hep aynı kalır. Fakat gerçeğin formu (sûret, şekil) sürekli değişir. Bu yüzdendir ki, Kur’an, değişme fikrine inatla karşı çıkan ve “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz tavır ve tarzı izleyeceğiz” diyen Mekke müşriklerini yerer ve şunu sorar: “Ya ataları bir şey anlayamaz ve doğruyu yakalayamaz idiyseler?” (Bakara, 170)

Kur’an, hukuk alanında geleneğe (örfe) atıf yapar. (bk. A’raf, 199) Ancak bu, hukukta değişmezliği esas almanın değil, tam aksine, sürekli değişmeyi esas almanın ilanıdır. Kur’an, değişmezliğin ölçütü olarak fıtratı (yaradılışın değişmezleri) esas alır. Adalet, meşveret-şûra (cumhuriyet, demokrasi), bey’at (sosyal mukavele) değişmez ilkelerdir. Kur’an, bunları koyar ama bunların şekline yani uygulamanın nasıl olacağına değinmez, onu insana bırakır.

Şekil ve yöntemi, her toplum, evrensel gerçeklerden sapmamak üzere, kendisi belirleyecektir. Vahyin saptadığı yaradılış kanunlarını yoruma tâbi tutamazsınız. Ancak, sürekli değişmeyi durdurmamak ve gerçeği geleneğe boğdurmamak için de, şu ilke konmuştur: “Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi esastır.”

İÇTİHAT KUR’AN’IN RUHUDUR

Konumuzun en zorlu sorusu şudur: Gerçekle geleneği, yani sürekli değişmeyle fıtratı nasıl uyuşturacağız? Hem durup donmamak hem de değişme adı altında tahribe uğramamak, buharlaşıp dağılmamak için ne yapmalıyız? Hem sürekli akmak hem de eriyip tükenmemek nasıl mümkün olacaktır? Çare, yeni sentezlere gitmek başka bir deyimle içtihattır.

Sürekli gelişmeyle bu gelişmenin vücut verebileceği tahribin önlenmesini birlikte yaşatmak, içtihat ilkesini çalıştırmakla mümkün olur.

İçtihat, gerçeği zedelemeden oluşun seyrine yeni imkânlarla katılmanın biricik yoludur. O, bir ilim ve fikir gayretidir ki; insan, vahiy ve evren kitaplarındaki ayetlerin layıkıyla okunuşun-dan çıkarılacak sonuçları, birey ve toplumun hizmetine sunmamıza zemin ve malzeme hazır-lar ve bizi hayat ve insan gerçeğiyle çatışmaktan korur. Kur’an’ın zaman ve mekân üstü olu-şunun ancak içtihat sayesinde işlevsel kılarız. Bu bize, eşya ve olayları, Yaratıcı’nın istediği ve gösterdiği yönde şekillendirmenin bahtiyarlığını kazandırır ve insan tekâmülünde daha yeni aşamaları süratle aşmamızı kolaylaştıracak yolları önümüzde açar.

İçtihat; hayat, insan ve toplumun sürekli değişmesine sürekli cevaplar bulmanın ve Kur’an’ı hayata sokmak için yeni perspektifler ve sentezler keşfetmenin Kur’ansal yoludur.


Sevgili okuyucularım, Ankara dün Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı olaylarından birini yaşadı. Düşman ordusu (!) Cumhuriyetin başkenti Ankara’yı tam ele geçirmek üzere idi ki, Tayyip’in vesairenin polisi direndi, başkenti başarıyla korudu!
Düşman ordusunun içinde çok sayıda terörist, bölücü, yağmacı yer almıştı! Bunun istihbaratı Tayyip’e günler öncesinden ulaşmış ve bu taarruzu def etmeye karar verilmişti. Düşmanların bu saldırı için 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gününü seçmiş
olmaları boşuna değildi. Bayramı fırsat bilip saldıracaklardı. Terörist, bölücü kafileleri Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya akın etme hazırlığı içindeydi. Bunun üzerine neredeyse bütün illerimizde otobüs terminalleri denetim altına alındı, teröristlerin seyahat etme özgürlüğü kısıtlandı ve otobüsler hareket ettirilmedi.
Ankara’ya ulaşmayı başaran yüzlerce otobüs ise kentin girişlerinde durdurulup
içeri sokulmadı.
* * *
Alınan bütün bu önlemlere karşın, düşman ordusunun on binlerce fedaisi Ulus Meydanı’nda, Birinci Meclis önünde toplanmayı başardı. Teröristlerin ellerinde sadece Türk Bayrakları, Atatürk posterleri vardı.Meydanda “Mustafa Kemal’in
askerleriyiz… Türkiye laiktir laik kalacak” gibi son derece tehlikeli ve bölücü sloganlar atılıyordu.
Meydana giden tüm yollar sabahın erken saatlerinde polis tarafından kesilmişti. Havada polis helikopterleri düşmanları gözlüyordu. Helikopterde ise kırdığı potlarla ünlü olan İçişleri Bakanı İdris vardı. Yollarda dizi dizi panzerler,toma’lar, kalabalığın üzerine su sıkma araçları ve biber gazı aygıtları bekletiliyordu. Barikatlar kurulmuştu.
Polis sayısı yaklaşık üç bin dolaylarında idi.
Az sonra biber gazı ve su devreye
sokuldu. İnsanların üzerine acımasız bir biçimde gaz ve su sıkıldı, tazyikli suyu yiyenler devrildi.
* * *
Sevgili okuyucularım, dün ben de oradaydım ve hayatımda ilk kez biber gazı yedim. Miting alanına giderken yollar dolusu insanların oraya yürüyerek, ellerinde
bayraklarla gidişlerini izledim…Ve gözlerimden yaş geldi, gazetenin arabasında ağlamak üzereydim.
Mutluluk ağlayışı… Saygı Öztürk tanığımdır.
Demek ki Türkiye henüz ölmemişti. Yaratılan baskı ve korku ortamı artık geçerli değildi. Bu pislik ortamı yıkılmak üzereydi. Ankara’nın neredeyse yarısı tatil nedeniyle boşalmıştı. Ona rağmen onbinlerce insanımız caddeleri doldurmuş, miting
alanına gidiyordu.
Henüz konuşmalar başlamamıştı ki,20 metre ötemden biber gazı sıkıldığını gördüm. Sonra su sıkmaya başladılar. Biber gazı deneyimim düne kadar hiç olmamıştı! Hemen ardından havada pis bir koku burnuma geldi. Aynı anda gözlerim yanmaya ve öksürmeye başladım. Gözlerimden yaş geliyordu ve görmüyordum. Miting alanına gelirken döktüğüm mutluluk gözyaşları, bu kez gazın acısıyla gelen gözyaşlarına dönüşmüştü. Çevremdeki herkes aynı durumdaydı. Öksürenler, gözleri kıpkırmızı olanlar, yere kapananlar…
Ankara’ya baskın düzenleyen düşman ordusunun bireyleri yine de direniyordu!
Gazeteye gelince öğrendim ki, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerine de gaz sıkmışlar.
Sonra o polis barikatları yıkıldı ve görkemli Anıtkabir yürüyüşü başladı.
Yüz binler şimdi akın akın Atatürk’ün huzuruna gidiyordu.
* * *
Bir hükümet düşünün ki, ulusal bayramlarımızın millet tarafından kutlanmasını yasak etmiştir! Yasak o boyutlara vardı ki, Atatürk anıtlarına bir çelenk koyamazsınız. Suçtur!
Bir demet çiçek bırakamazsınız, o da suçtur!
Kendileri tarafından düzenlenen resepsiyonlarda kendilerince kutlama yaparlar. Anıtkabir’e protokol gereği gidip güya saygı duruşunda bulunurlar! Bunlar zannettiler ki, millet bu baskılara sonsuza kadar boyun eğecektir. Dediler ki “Kurduğumuz polis devleti ve yarattığımız korku ortamı sonrasında bunlar artık pes etmiştir, sesleri solukları çıkmaz!”
Böyle olmadığını dün gördüler. Millet, ulusal bayramına sahip çıkmıştı. Su sıkmakla, biber gazı sıkmakla buna engel olamayacaklarını bir kez daha anladılar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün aydın izinden yürüyen yaşlı, genç, kadın, erkek, çoluk çocuk askerleri, dün Tayyip iktidarına bu dersi verdi.
Sadece Ankara’da Birinci Meclis binasının önünde değil, Türkiye’nin dört bir yanında verildi bu ders. Dün İstanbul, İzmir, Antalya ve çeşitli
illerimizde yapılan görkemli kutlamalar, bu derslerin birkaç sayfasını daha oluşturdu.
* * *
Başımızda Türkiye’yi babalarının çiftliği gibi gören, istediği gibi yönetebileceğini zanneden bir iktidar var. Baskı, korku, karakol, polis, özelyetkili mahkemeler, cezaevleri, din ticareti, din sömürüsü, her şey bunların elinde. Ama her şeyin bir haddi, bir sınırı var. Bizim milletimizin jetonu bazen geç düşer. Ama düşünce de tam düşer. Bakınız, cumartesi akşamı İstanbul’da
uluslararası tenis turnuvasının final maçı vardı ve ben de ekran başında izliyordum. Sıra kupaları vermeye geldiğinde salona büyük afra tafra ile, küçük dağları biz yarattık havalarında birkaç kişi girdi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Aile Bakanı imiş, suratını ilk kez gördüğüm Fatma Şahin isimli bir kadın. Kupa töreni öncesinde isimleri anons edilince geldiler!..
Ve 16 bin seyirci ile tıklım tıklım dolu salondan yükselen sürekli yuh sesleri, ıslıklar ve protestolar!
Fatma Şahin konuşma yapacaktı, dili dolaştı. Binali Yıldırım içeri kaçmak zorunda kaldı. Halkın tepkisinin nerelerden nasıl oluştuğunu gösteren çok ilginç bir olaydır.
Artık biraz düşünsünler. Gördükleri tepkinin nedenlerini biraz olsun anlamaya çalışsınlar.
Yoksa gelecekte çok zor durumda kalacaklar.
Onlar için alarm çanları çalıyor,
duymak istemiyorlar.
* * *
Kafalarının da iyi çalışmadığı kanısındayım. Ankara’da dünkü mitinge yasak
getirmeselerdi, belki bu topluluğun yarısı bile Ulus meydanına gelmeyebilirdi.
Mitingin reklamını -ücretsiz olarak (!)- kendileri yaptılar.
Peki bu akılsızlık nereden kaynaklandı?..
Çünkü milletten korkuyorlar.
Din ticareti, din sömürüsü, peşkeş, yandaşlara rant dağıtmak, yeni yasalarla insanları tutuklatmak, Türk Ordusu’nu devşirmek, Genelkurmay’a kendi adamını getirmek, kendilerinden olmayana “Düşman” gözüyle bakmak bir yere kadar etkili oluyor…
Ama sonra işler tersine dönüveriyor. Dünkü olay Tayyip ve iktidarına ders olsun.
Dün sıkılan sularla sırılsıklam edilen, biber gazı yiyen insanlar arasında gençler olduğu gibi, yaşlılar ve çocuklar da vardı.
Biber gazını anasıyla birlikte yiyip ağlayan, korkudan titreyen, “Anneciğim gözlerim görmüyor, nefes alamıyorum, beni kurtar” diye yalvaran 10 yaşlarındaki kız çocuğunun halini hiç unutmayacağım.
Ellerinde sadece Türk Bayrakları ve Atatürk posterleri taşıyan silahsız, masum insanlara yapılan bu polis saldırısı, AKP iktidarının utanç olaylarının en sonuncusu olarak kayıtlara dün geçmiş durumdadır.
Dün en az 100 bin kişiye iktidar ve onun polisi eliyle zulüm yapıldı, rezalet yaşatıldı. Böyle bir zulüm, inanın ki işgalci düşman ordusuna yapılamazdı.
Acaba utanırlar mı!
Nah utanırlar!
Burada içten gelen bir duygumu da sizlere iletmek zorundayım. Başta Atatürkçü
Düşünce Derneği ve Türkiye Gençlik Birliği olmak üzere bu toplantıyı örgütleyen, katılan ve üzerimizdeki ölü toprağının atılmasını sağlayan 40 sivil toplum kuruluşuna burada teşekkür etmeyi de bir görev biliyorum.

http://sozcu.com.tr/dusman-ordusu-puskurtuldu.html

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget