AB Parlamentosu, Venezuela, İsviçre, Slovakya, Hollanda, Kanada, Şili, Rusya, Almanya, Belçika, Polonya…
Son olayla bağlantılı olarak dikkatimi çeken bazı hususları sizlerle paylaşmak durumundayım.
Fransa, şu anda AB’nin Almanya’dan sonra en çok sözü geçen ülkesi. Biz yıllarca AB’ye girebilmek için bunların kapısını aşındırmadık mı? Onlara yalvarıp yakarmadık mı?
Şimdi AB umutları kaldı bir başka bahara!
Bizi içlerine almayacakları kesinleşti.
Açık söyleyeyim, ben Avrupa olsam, 75 milyonluk bir Müslüman ülkeyi ben de almam. Düşünün ki, Türkiye’yi aldıkları takdirde en az 20 milyon Türk vatandaşı cebine pasaportunu koyup vize almaya gerek olmadan Avrupa yollarına düşecek, oralarda iş aramaya başlayacak, üstelik bir sürü polisiye olaya karışacak.
Zaten kriz ve işsizlikle boğuşmakta olan, kendi sorunlarını çözemeyen Avrupa, bu insan hücumu karşısında ne yapacak, hangi önlemleri alacak!
AKP iktidarı bu acı gerçeğin farkına şimdi vardı, AB’ye alınmayacağımızı geç bile olsa anladı.
Ama dikkat ediniz, bunu Türk milletine itiraf etmeleri mümkün olmuyor.
Bu durumu geçiştirmek için şimdi kendilerine yeni bir oyuncak buldular!
Arap ülkelerinin liderliğine oynamak, oraların iç siyasetine karışıp İslamcıların iktidara gelmesi için para ve çaba harcamak, Suriye’ye falan posta koymak!
Kendi kendilerine gelin güvey oldular, kendilerini dünya lideri olarak tanıtmaya kalkıştılar!
Ama bütün bu planlar fos çıktı.
***
Şimdi Fransa, kendi iç kamuoyunu tatmin etmek için Ermeni tasarısı hazırladı. Niçin?..Çünkü Fransa’da milyonlarca Ermeni yaşıyor. Amaç, Haziran 2012’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ermenilere şirin görünüp oylarını cebe atmak. Hadise bu kadar basit.
Şimdi bizimkiler bağırıp çağırıyor, feryat ediyor:
“Öyle önlemler alırız ki, Fransa’yı pişman ederiz! Ekonomik ambargo uygularız, onların Türkiye’de yatırım yapan şirketlerini kovarız!”
Açıkça söylemeleri mümkün olmasa bile, bunu kastediyorlar.
Böyle bir uygulamaya bütün dünya güler.
Hiçbir şey yapamazsın, yapamayacaksın. Adına uluslararası hukuk denilen ve bütün dünyanın uymak zorunda olduğu kurallar var. Fransız şirketi Türkiye’de iş yapıyorsa, yatırım yapmışsa, Ermeni tasarısı nedeniyle onları kovacak mısın? Böyle bir şey mümkün mü?
Yapacağın tek şey var:
Bundan sonraki büyük ihalelere Fransız şirketlerini sokmazsın, onlara Türkiye’de yatırım izni vermezsin.
Bunu yapman da biraz sıkar, bütün dünyadan tepki alır ve altından kalkamazsın.
Peki ya benzer uygulamaları Fransa bize yapmaya kalkışırsa!..
O ülkede çoğu kaçak yaşayan yaklaşık 300 bin Türk var. Ya Fransa, bize yanıt olarak onları tek tek toparlayıp sınır dışı etmeye başlarsa!..
En fazla yapacağın, Paris büyükelçini göstermelik olarak, bir süreliğine Ankara’ya çağırman olacaktır. Gerisi palavradır.
***
Üstelik böyle bir konuda bile kendi kendimizi rezil etmeyi başardık!
Cumhurbaşkanlığı açıklama yaptı:
“Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün telefonlarına çıkmadı.”
Ulan, böyle küçültücü bir durum olduysa bile insan gizli tutar yahu!..
Böyle bir açıklamayı Fransa yapsa ve dese ki “Sarkozy, Abdullah’ın telefonuna çıkmadı”, anlarım…Ve derim ki “Adamın terbiyesizliğine bak ki, bizimkini muhatap kabul etmediğini, telefonuna çıkmadığını açıklıyor!..”
Oysa biz bunu kendimiz açıkladık…
Rezil olduğumuzu, bir kez daha küçük düşürüldüğümüzü bütün dünyaya bizimkiler duyurdu.
Bir Ermeni tasarısı uğruna devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bu kadar küçültmeye değer miydi?
Tasarıyı geçirirlerse geçirirler, geçirmezlerse geçirmezlerdi. Dünyanın sonu mu olurdu?
Evet, bu tasarı Haziran 2012’de Fransa’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle gündeme getirildi.
Ermenilere göz kırpıyorlar.
Hikaye budur. Bu olayı ülkemizi küçük düşürerek, Paris’e heyetler göndererek, büyükelçimizi geri çekeceğimizi bildirerek, sağa sola posta koyarak atlatacağımızı zannediyorlar!
Senin palavralarını, “Dünya devi olduk, lider ülkeyiz, gerekeni yaparız, onları mahvederiz” masallarını birkaç Arap ülkesi belki yutar da, başkalarına yutturmak biraz zor olur!
——————————————————–
NE DİYORSUNUZ NECDET PAŞAM?
SEVGİLİ okuyucularım, burada bir tarih gerçeğini bir kez daha vurguluyor ve kısaca günümüze getiriyorum. Mustafa Kemal Paşa Erzurum ve Sivas kongrelerini toplamış, bir sürü badire atlattıktan sonra küçük ve kıraç bir bozkır kasabası olan Ankara’ya gelmişti.
Tarih 27 Aralık 1919.
O gün Ankara’da halk ve seymenler tarafından karşılanan Paşa, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini burada sürdürecekti. Mücadele uzun sürdü. 23 Nisan 1920’de Meclis açıldı, savaş başladı ve vatanın işgali 9 Eylül 1922 günü Yunan ordusunun İzmir’de denize dökülmesiyle sona erdi. 1923 yılında ise Lozan anlaşması imzalandı, Ankara başkent oldu, ardından Cumhuriyet ilan edildi.
Atatürk’ün Ankara’ya ilk adım atışı her yıl 27 Aralık günü geleneksel şölenlerle kutlanır(dı).
Bu şölenlerin biri de, her yıl yapılan geleneksel Garnizon koşusu idi.
“İdi” diyorum çünkü bu koşu ilk kez geçen yıl, hükümetin emriyle Ankara Valisi tarafından iptal edildi ve yaptırılmadı.
Gerekçe olarak “Trafik sıkışıyor” gibi gülünç bir mazeret uydurulmuştu.
Peki nedir bu koşu?
Harpokulu öğrencileri ve subayları, ellerinde tüfekleri ve flamalarıyla okuldan uygun koşar adımla çıkar, Atatürk Bulvarını böylece geçerlerdi. Koşu Valilik önünde biter, halk yol boyunca büyük tezahürat yapardı.
Evet, geçen yıl ilk kez, bu geleneksel Atatürk’e saygı koşusunu iptal etme cüretini gösterdiler.
Neden?..
Çünkü Türk ordusunu milletten gizlemek istiyorlar.
‘Girin kışlanıza oturun, ne haliniz varsa orada görün” diyorlar.
****
Şimdi ben burada hükümete, Ankara valisine, ama özellikle de Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e açıkça soruyorum:
Bu koşu 27 Aralık Salı günü yapılacak mı, yapılmayacak mı?
Tahminimi söylüyorum, yine yapılmayacak.
Gerekçe aynı olacak: Trafik sıkışması!
Atatürk’ün ismini ve anısını, trafik sıkışıklığına ezdirmeyi amaçlıyorlar!
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı tören ve kutlamalarını bile iptal eden, Mustafa Kemal Atatürk’ü milletimizin yüreğinden silmeye yeltenen zihniyet, Harpokulu öğrencilerinin bu görkemli koşusunu elbette yaptırmayacaktır.
Peki ama Genelkurmay Başkanı Necdet Bey bu olanları içine nasıl sindiriyor? Biraz olsun ağırlığını koyamıyor mu?
Herhalde o da kendisini o makama getiren AKP hükümeti ile tamamen aynı görüşleri paylaşıyor, teşekkür borcunu böyle sessiz ve tepkisiz kalarak, her şeye onay vererek ödüyor!
Kutluyorum, daha nice başarılar diliyorum!
Emin Çölaşan/SÖZCÜ
Yorum Gönder