Kasım 2017
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İran Zencani’yi Kendi Ülkesinde Yargıladı!
Babek Zencani, Türkiye’deki ortağı ile 8.5 milyar dolar rüşvet dağıtmış!
Bir İçişleri Bakanı bir kaçakçının önünde yatar mı?
Zarrab Yüzünden Türkiye’ye Büyük para cezası gelebilir      
Rıza “Türkiye’deki cari açığın yüzde 15 ini ben karşıladım”, demişti.
MHP`li Türkkan: “Reza Zarrab`a bakanlık verin” Demişti
Rıza Enişte İktidarın Başına İş Açacak Gibi!
Aylardır gündemde olan Şarkıcı Ebru Gündeş’in eşi Rıza Zerrap’ı tanıyorsunuzdur sanırım.  Türkiye’de ‘Rıza Sarraf’ ismini kullanan Reza Zarrab 2010 yılında şarkıcı Ebru Gündeş ile evlendi
İşte bu Rıza eniştemiz, görünüşe, gidişata bakılırsa,  ABD de sanıklıktan tanıklığa geçtiğine göre, itiraf ederek bir takım, rüşvet ve yolsuzluk ile ilgili açıklamalarda bulunacağı tahmin edilmektedir. Muhtemelen rüşvet verdiği bakanlardan tutun da 17/23 Aralık olaylarında kadar, pek çok şeyler açıklayacaktır. O zaman da korkulan itirafla, iktidarın güç durumda kalacağı görünüyor. Çünkü bu yasa dışı ticaret AKP iktidarı zamanında olmuştu.
Öğrendiğimize göre, dünyanın çok çeşitli ülkelerinde beş binden fazla Türk o ülke hapishanelerinde yatıyormuş. Rıza Zarrap’la peş peşe notalar vererek ilgilenen AKP iktidarı, acaba aynı oranda o gurbet hapishanelerinde yatan beş binden fazla Türk’le ilgilenmiş midir ki, böylesine Zarrab’ın üzerine düşüyor. Niye böylesine bir telaş var iktidar kanadında, hiç düşündünüz mü? Neyse bunu sizin yorumunuza bırakıp geçelim.
Rıza Enişte İktidarın Başına İş Açacak Gibi!
Gelişmelere bakarsak, ABD de sanık olan Rıza Enişte (Reza Zarrap), gözaltında sanıklığı tanıklığa dönüştüğüne göre, gelişmeler onun itirafçı olduğunu, bunun da iktidarın başına işler açacağını, ceremesini de (zararını da) Türk halkının çekme olasılığı muhtemel görülüyor. Böylesine iktidarın zaafları, ihmalleri yüzünde bu cezayı, ceremeyi Türk halkı çekecek demektir.
İran asıllı işadamı 33 yaşındaki Rıza Zarrab, dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in talimatıyla İçişleri Bakanlığınca öylesine korunmaya alınmış ki, Zarrab’a resmi kayıtlarda “gizli” olan 3 özel plaka tahsis edilmiş; bu plakalara polis de ulaşamıyor, trafik cezası kesilirse de tahsil edilemiyor. Bir kaçakçı devletçe böylesine nasıl korunur? Şaşmamak mümkün değil.
O sırada Rıza Zarrab, altın, para, rüşvet trafiğinin yoğun olduğu zamanda, kendisi “can güvenliğim yok” diyerek emniyetçe kendine yakın korunma verilmiş. Bilmiyorum, böylesine korunan, böylesine el üstünde tutulan MİT falan dâhil kaç kişi vardı, ülkemizde. Tüm bunlar yetmiyor muş gibi, uluslararası kaçakçı Rıza için, TC nin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in, “ben Rıza’nın önünde yatarım” demesine ne dersiniz. Rıza dediğiniz adam uluslararası bir kaçakçı. Türkiye’nin ne durumlara düşürüldüğünü hepimiz film izler gibi izledik.
Bir Kaçakçı İle İçişleri Bakanımızın Böylesine Konuşmasına Ne Dersiniz?
"Sayın bakanım sadece insanın insan ailesine zedeliyorlar başka bir şey yok" dediği belirtilirken Muammer Güler'in yanıtı ise şöyle oluyor:  “Abicim hiç sen o konuda sen rahat ol, sen rahat ol... Vallahi böyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım ya... Senin İçişleri Bakanlığı'nda bir şeyin yok MİT'te bir şeyin yok, Mali de bir şeyin yok”.(1)
“O günlerde Sarraf, Muammer Güler ile de makamında yüz yüze bir görüşme yapıyor. Bu görüşmeden 3 gün sonra 11 Ekim 2013 de ise bu kez Sarraf, Güler ile telefonda görüşüyor. Görüşmede Güler'e
İran Zencani’yi Kendi Ülkesinde Yargıladı!
Rıza Enişte İktidarın Başına İş Açacak Gibi!
Babek Zencani, Türkiye’deki ortağı ile 8.5 milyar dolar rüşvet dağıtmış!
Şu işe bakın ki, bizim suçluları başkaları (ABD) yargılarken, biz suçu ve suçlunun üstünü örtüyoruz; İran, aynı suçu işleyen Zencani’yi kendi ülkesinde yargılıyor…
Bilindiği gibi, İran devletini dolandırmakla suçlanan Azeri kökenli Babek Zencani, İran’da idam cezasına çarptırılırken, bizim rüşvetçi bakanları ve Zarrab’ı da Meclisçe akladılar… Suçluyu Meclis değil, yargı aklar.
Basına yansıyan bilgiye göre de, İran’daki yargılamada Zencani, Türkiye’de 3 Türk bakana bizzat sekiz buçuk milyar dolar (toplam 137 milyon TL) rüşvet verdiğini rüşvet dağıttığı açıklanıyor.
Ne garip ki, İran’da Babek Zencani yargılanırken,  Zencani tarafından milyarlarca dolar Türk bakanlara rüşvet verildiği açıklanırken, Türkiye’den bir tane gazetecimiz bile duruşmaları izlememiş, bu nasıl iş.
İran Petrol Bakanlığı’na ait 2.8 milyar dolarlık petrol parasını çalmakla suçlanan Zencani’nin bu paranın 3 katına denk gelen parayı,  Babek Zencani’nin, Türkiye’de ortağı Rıza Sarraf ile Türkiye’de rüşvet dağıttığına dair yargılamada açıklarken Türk Medyasının haber olmamış. İran’da 2016 da idamla yargılanan Zencani, kendisine ait havayolu şirketleriyle Türkiye’ye soktuğu altın ve paranın çıkarılması sırasında Türkiye’deki ortağı Rıza Sarraf aracılığıyla Türk yetkililere yüksek miktarda rüşvet verildiğini itiraf ediyor.
Babek Zencani, Türk makamlarına rüşvet verdiğini inkâr etmiyor. 1500 kilo altının İstanbul’da uçakta yakalandığında rüşvet vererek uçağı nasıl havalandırdığını açık açık İran mahkemesinde açıklar. İran’ın petrol paralarını Türkiye’deki ortağı Rıza Sarraf’a verdiğini de açıklıkla dile getirir.  İfadesine göre; para trafiğinde yüzde 20-25’lik payı “aklanma komisyonu” olarak dağıtıldı. Kendi payı ise yüzde 2 idi. Komisyonun yüzde 5’inin Dubai’de, yüzde 5’inin ise Türkiye’de kaldığını söylüyordu. Zencani, kendisine ait havayolu şirketleriyle Türkiye’ye soktuğu altın/paranın çıkarılması sırasında Türkiye’deki ortağı aracılığıyla Türk yetkililere yüksek miktarda rüşvet verildiğini itiraf eder. Zencani, üç Türk bakana bizzat ne kadar para verdiğini isimlerini söyleyerek anlatır. (2)
Rıza Enişte İktidarın Başına İş Açacak Gibi!

Türkiye’ye Büyük para cezası gelebilir

           
Bir devlet bankası olan Halkbank eliyle İran’la yasa dışı ticaret yapıldığı iddianamede açıklandığına bakarsanız, Halkbank’a, dolayısıyla Türkiye’ye milyarlarca dolar ceza kesileceği sanılıyor. Çünkü daha önceleri bu tür BM ambargoları delen 40 civarındaki ülkelere milyarlarca dolar ceza verilmişti. Üstelik o ülke vatandaşlarından bu konuda tutuklama da olmamıştı.
Bizde ise, şu anda iki tutuklu, Mehmet Hakan Atilla (Halkbank Müd Yard), Rıza Zarrap tutuklu,  Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan, Abdullah Happani, Dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile zamanın Halk Bankası Genel Müdürü ayakkabı dolarcısı Süleyman Aslan olmak üzere yedi tanesi gıyaben, iki tutuklu olmak üzere, ABD de 9 tane Türk vatandaşı yargılanmakta.
Süleyman Aslan’ın da, Halkbank genel müdürüyken İran’la gizli ticaretten ve ABD’li makamlardan gizlemek için bu sistemin gelirlerinden on milyonlarca dolar rüşvet aldığı belirtildi. (Süleyman Aslan’ın evinden çıkan ayakkabı kutularındaki milyonlarca doları anımsayınız).
ABD deki ilgili mahkeme iddianamesinin açıklamalarına göre, bu dokuz kişi, İran’a uygulanan ambargoyu delmek, kara para aklamak, bankacılık sistemini zarara uğratmak, ABD'yi dolandırmak gibi suçlamalarla yargılanmaktalar. Bu olay bile ceza oranını gösteren, Türkiye’yi sıkıntıya sokan durum olsa gerek.
Rıza Enişte İktidarın Başına İş Açacak Gibi!

Rıza “Türkiye’deki cari açığın yüzde 15 ini ben karşıladım”, demişti.

Rıza Zarrab, rüşvet, hediye trafiğinde öylesine korunan, öylesine itibar edilen bir adam dı ki kendisi, Cari açığın yüzde 15’ini ben kapattım” diyerek, böbürleniyor, havalara giriyordu.
Sarraf, bir televizyon söyleşisinde şöyle konuşmuştu: “İllegal yollardan elde edilmiş para, kara para olur. Benim yaptığım tüm ticaret, bankalar üzerinden yapılmıştır. Devletin tüm kurumlarının denetimine açık yapılmıştır. 200 ton altın ihraç edip Türkiye’ye 25 milyar TL gelir sağladım. Cari açığın yüzde 15’ini ben kapattım.” (3)
Rıza Zarrap’ın yukarıda dediğine göre, BM lerin ambargo koyduğu İran ile ticaret Halkbank kanalıyla yapılmış. Oysa uluslararası kurallara göre, o ülke (Türkiye) ambargo konulan ülke (İran) ile ticaret yapılamaz. Ancak doğalgaz gibi ülke gereksiniminde hayatı bir mal için alışveriş yapılırken, ancak para alışverişi olmaz. Örneğin, ambargo konulan ülke (İran) ile mal alıp verilirken, parası dolar olarak o ülkeye (İran’a) verilmez, para bulunan ülkenin bir ulusal bankasına yatırılıp orada bloke edilir. Oysa Rıza Zarrap bu yasa dışı ticareti altın ile yapmış. Bu ticaretin yapıldığı yıllarda, ABD maliye uzmanları Halkbankasına gelip banka ilgililerini uyarmışlar, “bakın ambargo konulan İran ile gizli altınla falan ticaret yapıyorsunuz, bu uluslararası suçtur”demişler. O zamanları, TV lardan hepimiz duyduk, RTE, “ben o zamanları Obama’ya da söyledim, biz bu ticareti yapmak zorundayız” diyor, Türk kamuoyuna da, “biz o ambargoyu tanımıyoruz” diyordu.
Çağdaş dünyada, “uluslararası kuralları (ambargoyu) tanımıyoruz, diyebilir miyiz?
Uluslararası dünyaya çadır devleti gibi, davranamazsınız. Rıza Zarrap: “Oruspunun ve memurun bahşişini peşin vereceksin”
İşte bu yasak ticareti yapan Rıza Zerrap, Bakanlara, bürokratlara milyonlarca dolar rüşvet dağıtırken, karakollara girip çıkarken de çocuklara 200-400 er lira bahşiş dağıtıyordu.
“17 Aralık' kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan Reza Zarrab karakola gelerek imza attı. Zarrab, karakoldan ayrılırken aracının önünü kesen gençlere para dağıttı. Aracın yanına gelen 2 çocuğa koruması toplam 400 lira verdi.
Türkiye’de rüşvetçiliği, yolsuzluğu şaha kaldıran Rıza Zarrab, o zamanları ülkemizde garip olayların yaşanmasına neden olmuştu. Kendinden o kadar emin bir şekilde havalara giren Zarrap, “Oruspu ile memurun bahşişini peşin vereceksin” diyecek kadar pervasızlaşıyordu.
“17 Aralık' operasyonu kapsamında, çok sayıda işadamı, bürokrat ve yetkiliye rüşvet dağıttığı iddiasıyla tutuklanan, ancak bir süre sonra yapılan itirazlar neticesinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Reza Zarrab'a ait olduğu öne sürülen bazı ses kayıtlarında “oruspunun ve memurun bahşişini peşin vereceksin"  dediği ortaya çıkmış, bu konuşma büyük tepkiye neden olmuştu. (4)
Rıza Enişte İktidarın Başına İş Açacak Gibi! Rıza Enişte İktidarın Başına İş Açacak Gibi!

MHP`li Türkkan: “Reza Zarrab`a bakanlık verin” Demişti

MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, TBMM Genel Kurulu'nda görüşmelerinde serbest kalan Reza Zarrab üzerinden Hükümet’e yüklendi. "Bu teklifi yasalaştırdıktan sonra kabinenin yaşam koçluğunu yapan Zarrab'ı bence partinize artık üye yapın. Hazır hapisten de çıktı, bugüne kadar az soymuş, biraz daha soysun ülkeyi" diyen Türkkan Başbakan'a bir öneride bulundu. "Sayın Başbakan’a bir önerim var, Sarraf'ı dışarıdan bakan olarak atasın. Maliye Bakanı'nı Rıza Zarrab bile beğenmemişti, bir türlü irtibat kuramamıştı onun yerine Maliye Bakanı yapsın Sarraf'ı mesela. Ekonomi Bakanlığı’nı da iyi yapar. Paranın döndüğü tüm bakanlıkları rahatça emanet edebilirsiniz. Paylaşmayı da güzel yapıyor çünkü birisine saat, birisine kutu, birisine elbise ama içinde hep dolarlar var." (5)
İşte bu anlatılanlar, yaşananlar, elbette uluslararası medya ve Batılı müttefikler tarafından da izleniyordu. 15 yıllık AKP döneminde olan bu utanç verici olaylara, öteki yanlış dış politikalara bakan Batı ülkeler elbette buna tavır alıyorlar. Hele şu dünyanın hiç bir ülkesinde uygulanmayan tek başkanlık sistemini getiren son anayasa değişikliğini gören Batılı ülkeler şaşkınlık içindeler, endişe içinde şöyle diyorlar, “bu anayasa ile Türkiye AB ye asla giremez”, “Türkiye Cumhuriyeti bu yönetim yüzünden gittikçe erimeye başladı” diyerek endişelerini dile getiriyorlar. Böylece ülkemizin AB-NATO ülkeleri arasında itibarımız sarsılmış oluyor. Şu duruma bir bakar mısınız, nerede ise İran kadar olamadık; İran, Rıza Zarrab”ın ortağı olan Babek Zencani’yi kendi ülkesinde yargılarken, bizimkiler Rıza Zarrab’ı el üstünde tutuyorlar, Mecliste aklıyorlar, koruma veriyorlar, ülkemizdeki suçluyu da ABD yargılıyor. Meclis mahkememidir de suçluları aklıyor. Şu durumda Avrupa’nın hiçbir ülkesinde itibarımız yok, bakanlarımız polis nezaretinde dışarı atılıyor (Hollanda’da),  Cumhurbaşkanı bile yüz binlerce işçi vatandaşımızın bulunduğu Almanya gibi ülkelerde konuşturulmuyor. Ülkeyi bu duruma düşüren 15 yıllık yönetim değil mi?
Şimdi burada kısaca vatandaşın şu sorusunu da naklederek bitirelim:
İktidar olarak FETO yu beslediniz, başınıza bela ettiniz; Rıza Zerrab’ı kolladınız başınıza bela ettiniz, bu nasıl politika?” 

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR

ABD'de tutuklanan Reza Zarrab kimdir?
Azeri kökenli bir ailenin mensubu olan Zarrab, 1983'te İran'ın Tebriz kentinde doğdu. Eğitimini Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de tamamladı (ortaokul mezunu) ve ailesinden izinden giderek çocuk yaşta ticarete atıldı. Bir süre ailesiyle birlikte Dubai'de yaşadı. Kuyumculuk, deniz ve petrol ticareti başlıca iş alanlarıydı. 23 yaşındayken Türkiye'ye yerleşti. Kapalıçarşı'da mücevher işlemeciliği yaptı, Yalova'da bir tersane kurdu. Ardından demir-çelik ve inşaat sektörlerinde yatırımlar yaptı. 2008'de kurduğu Royal Denizcilik A.Ş. kısa sürede faaliyet alanını genişletti, uluslararası altın ticaretine da başlayarak bir holdinge dönüştü. Pek dikkat çekmeden birkaç yıl içinde servetine servet katan Reza Zarrab, şarkıcı Ebru Gündeş'le yaptığı evliliğin ardından Türk kamuoyu tarafından tanınmaya başladı. Şarkı sözleri yazan, hatta Sibel Can ve İbrahim Tatlıses'e şarkılar veren Zarrab, kendisinden 10 yaş büyük Gündeş'le de bu sayede tanışma fırsatı buldu. 2010 yılında evlenen çiftin 1 yıl sonra çocukları oldu. Türk vatandaşlığına geçerek Rıza Sarraf adını alan Zarrab, o dönemde işadamı kimliğinden çok bir magazin figürü olarak gündemdeydi. Eşine aldığı pahalı hediyeler hemen her gün gazete sütunlarında yer alıyordu. Kanlıca'daki 26 milyon liralık yalı, Bodrum'da 1.8 milyon liralık yazlık, 1 milyon liralık Aston Martin marka otomobil ve 800 bin lira değerindeki "Dutyfree" adlı yarış atı bunlardan bazılarıydı... 17 Aralık 2013, Reza Zarrab için bir kırılma noktasıydı. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla gözaltına alınan isimlerden biri de oydu. Tutuklandı, 70 gün cezaevinde kaldı. Yüzlerce hakim-savcının ve binlerce emniyet mensubunun görev yerlerinin değiştirildiği bir süreçte tahliye edildi ve bu karar çok tartışıldı. O dönem her gün internette yayınlanan usulsüz dinleme kayıtlarında adı sık sık karşımıza çıkan Zarrab'ın "O...... ile memurun bahşişi işin başında verilir" cümlesi hafızalara kazındı. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler'in telefonda Zarrab'a "Vallahi senin önünde yatarım" dediği iddiası da çok konuşuldu. 17 Aralık soruşturması takipsizlikle kapansa da Zarrab hakkındaki suçlamalar bitmek bilmedi. İran'da "dünyada fesat çıkarmak" suçundan idama mahkûm edilen işadamı Babek Zencani ile ortak olduğu iddiaları, Zencani'nin Zarrab'a "Reisim" diye hitap etmesi ve ikilinin İran'a yönelik uluslararası ambargonun kırılmasında en önemli iki aktör olduğu yönündeki bulgular, Zarrab'ı gündemde tutmaya devam etti. Zarrab bu ididaları hep reddetti ancak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı müfettişleri 8 Ağustos 2014 tarihli raporlarında İran ile Türkiye arasındaki gizli altın ticaretini bu iki ismin yürüttüğünü belirtti. Zarrab, daha bu iddiaların üzeri soğumadan ABD'ye giderek, kaçınılmaz sonu kendisi hazırlamış oldu. Hakkındaki iddianame hazır, New York'ta 75 yıl hapis istemiyle ABD yargısının karşısına çıkacak. Son bir hatırlatma; Zarrab'ın Türkiye'de yargılandığı davayla ilgili... Kanlıca'daki bitişik iki yalıyı usulsüz şekilde birleştirdiği ve kaçak kat çıktığı idddiasıyla 5 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Zarrab hakkında son duruşmada "zorla getirme" kararı çıkmıştı.
https://www.cnnturk.com/dunya/abdde-tutuklanan-reza-zarrab-kimdir?page=1
(1)https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/41565/Guler_den_Sarraf_a__Senin_onune_yatarim_Riza.html
(2)https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/511333/Zencani_nin_137_milyon_rusvet_verdigi_uc_bakan_kim_.html
(3)https://www.diken.com.tr/cari-acigin-yuzde-15ini-kapattim-diyen-sarraf-2013-vergi-rekortmenleri-listesinde-yok/
(4)https://t24.com.tr/haber/polis-merkezine-giden-reza-zarrab-cocuklara-para-dagitti,253418
(5)https://trabzonhbr.com/haber/mhpli-turkkan-reza-zarraba-bakanlik-verin--4633.html

2017 Eğitim Onur Ödülü Prof Muammer Sun’un
1993'te verilmeye başlanan, 2004’ten bu yana da Ulusal Eğitim Derneğince sürdürülen  "Eğitim Onur Ödülü"nü bu yıl ünlü müzik eğitimcisi, besteci Prof. Muammer Sun aldı. Sun'a ödülü, 25 Kasım 2017 Cumartesi günü Petrol İş Ankara Şubesi Toplantı Salonu'nda düzenlenen etkinlikte verildi. Elçin Güneş'in sunduğu törene çok sayıda davetli katıldı. Katılımcılar arasında Müzik Eğitimcileri Derneği Genel Başkanı Refik Saydam, Türkiye Polifonik Koralar Derneği Başkanı Prof. Mustafa Apaydın, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı, Demokratik Sol Parti Genel Başkan Yardımcısı Hasan Erçelebi, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Sekreter Yardımcısı Feyziye Özberk, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ankara Şubesi Başkanı Ayfer Yüksel, Öğretmen Dünyası Danışma Kurulu üyelerinden Saim Açıkgöz, Prof. Dr. Sina Akşin, Prof. Dr. Cahit Kavcar, Prof. Dr. Nizamettin Koç, Ayhan Sarıhan ile Zeki Sarıhan da bulundu. CHP Genel Başkan Yardımcılarından Bülent Tezcan, Seyit Torun, CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan, CHP Ankara İl Başkan Vekili Rıfkı Güvener ve Dil Derneği Genel Yazmanı Figen Çakmakoğlu kutlama iletilerini gönderdi.

Ulusal Eğitim Derneği 2017 Eğitim Onur Ödülü Töreni, saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı. İstiklal Marşı'nı Prof. Mustafa Apaydın söyletti. Törenin açış konuşmasını Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı Nazım Mutlu yaptı. Mutlu, bugüne kadar 24 kişiye Eğitim Onur Ödülü verildiğini belirterek şöyle devam etti: "Bu yıl için oluşturulan ve Saim Açıkgöz, Prof. Dr. Mahmut Âdem, Prof. Dr. A. Gönül Akçamete, Mutahhar Aksarı, Dr. Niyazi Altunya, Mustafa Atasoy, Erdal Atıcı, Prof. Dr. İ. Ethem Başaran, Erdal Çalı, Mustafa Gazalcı, Prof. Dr. F. Dilek Gözütok, Prof. Dr. Cahit Kavcar, Prof. Dr. Ahmet Kocaman, Prof. Dr. Nizamettin Koç, Prof. Dr. Semih Koray, Nazım Mutlu, Münevver Oğan, Mustafa Pala, Ahmet Özer, Remzi Özkaya, Prof. Dr. Ahmet Saltık, Refik Saydam, Ayhan Sarıhan, Zeki Sarıhan, Prof. Dr. Sedat Sever ve Prof. Dr. Ali Uçan’dan oluşan 26 kişilik Seçici Kurul üyesinden tümünün oylamaya katılımıyla, yine aynı kurulun belirlediği 8 aday arasında gerçekleştirilen gizli seçimle en çok oyu alan Prof. Muammer Sun değer görülmüştür."
Muammer Sun gibi aydınlanmacı değerlerin yetiştiği bir ülkede son yıllarda özellikle eğitim alanında yaşanan olumsuzluklar karşısında karamsarlığa düşmenin, umutsuzluğa kapılmanın doğru olmayacağını, bugünleri daha çok örgütlenerek ve daha çok mücadele ederek aşacağımızı vurgulayan Mutlu, ödüle Prof. Muammer Sun’a verilmesinin Seçici Kurulca oluşturulan gerekçesini okudu:
“Cumhuriyet aydını Prof. Muammer Sun; konservatuvarlarda, Gazi Eğitim Enstitüsünde kuşaklar boyu görev yapması, sanatçılar, sanatseverler yetiştirmiş seçkin bir müzik eğitimcisi olması; unutulmaz Türk çocuk ve gençlik şarkılarıyla marşları bestelemesi; müzik programcısı, yayıncısı, metotlu Türk solfej eğitiminin öncüsü olması; çoksesli çocuk, gençlik, öğretmen, yetişkin koroları kurması, yönetmesi; yarattığı müzik eserleriyle Cumhuriyet kuşakları üzerinde izler bırakması, çoksesli çağdaş Türk müziğine unutulmaz besteler kazandırması; kültür ve sanat alanında ‘Türk kalarak çağdaşlaşma’ düşüncesinin uygulamalı kuramcısı olması; Atatürk ilke ve devrimlerini, yurtseverliği ödünsüz savunması dolayısıyla Ulusal Eğitim Derneği 2017 Eğitim Onur Ödülü’nü almaya hak kazanmıştır.”
2017 Eğitim Onur Ödülü Prof Muammer Sun’un
Açış konuşmasından sonra etkinliğin panel bölümüne geçildi. Paneli Ayhan Sarıhan yönetti. Panelin konuşmacıları Müzik Eğitimcileri Derneği Genel Başkanı Refik Saydam, G.Ü. GEF Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Uçan, Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Prof. Dr. Ertuğrul Bayraktarkatal oldu. İlk sözü alan Refik Saydam, Sun'un özgeçmişi ve yapıtları hakkında bilgi verdi.
Panelin ikinci konuşmacısı Prof. Dr. Ali Uçan, "Muammer Sun'un Türk Müzik Devrimindeki Yeri ve Önemi”ni anlattı. Müzik eğitiminin ülkemizdeki gelişim sürecini anlatan Uçan, sözü Muammer Sun’a getirdi ve özetle şunları söyledi:
“Şunu hemen çok rahatlıkla ve açık yüreklilikle belirteyim ki, bugün burada, Türk Müzik Devrimine hizmet etmiş olanlara ilişkin genel değerlendirmelere göre en ulusal bestecimiz olarak nitelendirilen bestecimize ödül sunuyoruz. Bu bakımdan Türk Müzik Devrimine ilişkin olarak Atatürk’e Muammer Sun üzerinden, onun söylem, eylem, yaratım ve başarımları yoluyla hesap vermemiz hem çok kolay, hem olağanüstü yüz ağartıcı, hem de eşsiz onur verici bir olaydır. Sun tasarladığı Türk Kalarak Çağdaşlaşma amacını, ilkesini, ülküsünü ve yolunu-yöntemini kendisine, çevresine ve toplumuna uyguladı. Ülkemizde sanatsal bestecilik alanı ile eğitsel bestecilik alanını birbirine eşdeğer ve birbiriyle uyumlu olarak olağanüstü bir ustalıkla birleştirip kaynaştıran ve bütünleştiren eşsiz bir örnektir.”
Prof. Dr. Ertuğrul Bayraktarkatal, Muammer Sun'un öğrencisi olduğunu, ondan çok şey öğrendiğini belirterek şunları söyledi: "Bugün Sun'un birçok ulusal müzik yapıtları çalınıyorsa, bu O'nun kalıcılığını gösterir. Kendisi çok çalışkandır. Bildiklerini bizlerle, çevresiyle sürekli paylaşır.  O,  hep düşünce dünyamızı zenginleştirmeye çalıştı.  Kendisi tüm yapıtlarını bu topraklardan yararlanarak yarattı. Atatürk'ün öngördüğü yeni insan modelinin tipik temsilcisidir Muammer Sun.  45 yıldır tanıyorum. Önce öğrencisi, sonra bir akademisyen olarak O'ndan çok şey öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum." 
Panelden sonra Prof. Muammer Sun'a ödül plaketini Nazım Mutlu verdi. Kısa bir teşekkür konuşması yapan Sun şunları söyledi:
"Yaşamımda halktan biri olarak yaşadım, onu yansıtmaya çalıştım müzik yapıtlarımda. Kopmadık halkımızdan, insandan, ülkemizden, dünyadan. Yaşamım boyunca Atatürkçü düşünceden hiç ayrılmadım. Atatürk, 1934'de TBMM açılış konuşmasında 'Arkadaşlar, bu yıl müzik devrimini de yapacağız' diyor. Türk müziğinin yükselmesi ve evrensel olması için hep çalıştım. Adnan Saygun, 'Ben bir şey yapmadım, sadece çalıştım' diyor. Ben de hocam Saygun'dan esinlenerek diyorum ki, sadece çalıştım. Beni yetiştiren hocalarıma çok teşekkür ediyorum."

Son konuşmacı
Neslihan Alpuğan yönetiminde 40 kişilik Türkiye Polifonik Korolar Derneği Çocuk Korosu, Muammer Sun'un yapıtlarından oluşan şarkılar söyledi. Koro dinletisi katılımcılar tarafından beğeniyle dinlendi. Etkinliğin sonunda ağırlama gerçekleşti.

Aynı günün akşamı Yargıçlar Lokali'nde "Eğitim Onur Ödülü Yemeği" düzenlendi. 50 kişinin katıldığı yemeğe Prof. Muammer Sun ve eşi Sinemis Sun da katıldı.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Yasaklarla Bir Yere Varılamaz…
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinden biride dil devrimidir.
Türkçenin geliştirilmesini sağlamak amacıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştur.
Cemiyetin amacı, Türk dilinin zenginliğini ve güzelliğini meydana çıkarmak ve dünya devletlerinin dilleri arasında değerine yakışır yere getirmektir.
Türk Dili Tetkik Cemiyeti, 1936 yılında yapılan kurultayda adını “Türk Dil Kurumu (TDK)” olarak değiştirmiştir.
TDK çalışmalarını iki ana temelde yürütmüştür.
1-Türk dili üzerinde araştırma yapmak,
2-Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yollarını bulmak.
Kurum Türkçeyi zenginleştirme ve öz Türkçe sözcükleri bulmada büyük başarılar sağlamışken,   ne yazık ki Özgür ve özerk olan TDK ve Türk Tarih Kurumu (TTK) 1982 Anayasasının 134. maddesi ile “Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” adıyla kamu tüzelkişiliğine sahip olarak Başbakanlığa bağlanıp devlet dairesine dönüştürülmüş ve 1983 tarihinde de bu adla kurulmuştur.
Belleklerimiz tazelersek, 1980 tarihinden sonra dil konusunda bazı sıkıntılar yaşanmaya ve bazı öz Türkçe sözcüklerin yayın ve yazışmalarda kullanılmamasının istendiğini anımsarız.
Örneğin;
TRT Genel Müdürü Prof. Dr. Tunca Toskay imzalı, 1985 tarihli “Yayın ve Yazışmalarda Kullanılacak Dil” konulu genelgeyle, Danışma Kurulu’nun tespit ettiği ve aralarında derslik, dize, doğal, görsel, olanak, olasılık, öykü, ruhsal, ulus, yanıt, zorunlu kelimelerinin de olduğu 202 adet kelimenin kullanılmaması istenmiştir.
O gün, yayın ve yazışmada kullanılması yasaklanan bu sözcüklerin tamamı bu gün güzel Türkçemizin birer öz sözcüğü olarak herkes tarafından (yasaklayanlarda dâhil) kullanılmaktadır.
Buda nerden çıktı dediğinize duyar gibiyim.
24.11.2017 tarihinde yazılı ve görsel medyada yayınlanan bir haber nedeniyle bu yazıyı yazma gereği duydum.
Haber şöyle:
        “Askerde yemek öncesi, ‘Tanrımıza hamdolsun, milletimiz var olsun’ şeklinde başlayan yemek duası artık ‘Allah'ımıza hamdolsun’ diye başlayacak. İçişleri Bakanlığı konu ile ilgili değişikliğe gitti ve Jandarma Genel Komutanlığı'na yazı gönderdi.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Arif Çetin’in imzasıyla jandarma birliklerine gönderilen talimat yazısıyla, birlik, karargâh ve kurum amirliklerinde yemek duasında değişikliğe gidildi.”
Bizi yaratan yüce varlığın adı, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, Arapça Allah, Türkçe Tanrı olduğunu açıklanıyor.
Ben güzel Türkçemizi yabancı dillerden arındıran özünü benimsediğimden, beni yaratan yüce varlığa Tanrı demeğe devam edeceğim.
Öz Türkçe olan Tanrı sözcüğünün neden yasaklandığını da anlamış değilim.
Anlayan varsa lütfen beni aydınlatsın.

27.11. 2017
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Gündüz Akgül

Hamsi Şenliği’nde Belediye İki Ton Hamsi Pişirip Halka Dağıttı
Meydanlarda horonlarla Hamsi Şenliğinde kasalar dolusu hamsi anında pişirilip halka dağıtıldı.
Ankara Yenimahalle Belediyesi, dört merkezi semtte iki ton hamsi pişirip halka ücretsiz dağıttı.
Batıkent Merkez Meydanında, Yusuf Aydın, Tanju Topal Orkestrasının, müzik ve folklor ekiplerinin gösterileri eşliğinde bedava hamsi yemek için meydanda toplanan halk, dolanı dolanı kuyruk yapıp hamsi almayı bekledi.
Kasalar dolusu gelen hamsi, yarım yayvan kazanlarda anında pişirilip halka dağıtılıyordu. Hamsi yemek için, Batıkent Meydan’ına uzak semtlerden bile gelenler vardı.
Dağıtılan hamsi sırasında, folklor ekiplerinin gösterisi eşliğinde Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar yaptığı konuşmada halka şunları söyledi:
-Bu gün Batıkent’de Hamsi Şenliğinde sizlerle Güzel Karadeniz’in türkülerini, ezgilerini beraberce yaşamaktan, hamsinin vitaminini beraberce tatmaktan, hep beraber onur duyacağız. Çünkü biliyorum, hepinizin sorunları var, ekonomik sorunlar var, sosyal sorunlar var, ülkenin geleceği ile ilgili kaygılarımız var. Ama şuna yürekten inanıyorum ki, şunu bütün kalbimle sizlere söylüyorum ki, bu ülkede Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti’nde hep beraber birlik kardeşlik içerisinde minnetle yaşayacağız.
Bu Cumhuriyet’e inanmayanlar, bu Cumhuriyet’in değerlerini kendilerine yanlış görenler, şunu bilsinler ki, biz Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan dönmeyeceğiz ve o yolda ırkımız, mezhebimiz ne olursa olsun inancımız ne olursa olsun bu Cumhuriyet’in eşit yurttaşı olarak 1923 ten bu güne kadar nasıl yaşadıysak, sorunlarımızı demokrasinin tüm kuram ve kurallarıyla işlediği bu ülkeye sahip çıktık, laikliği yaşattık, bu ülkenin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine sahip çıktık ve bu ülkenin kaynaklarını birlikte kullandık, o doğal kaynağı sosyal adalet içerisinde işçimize, emeklimize, memurumuza, çiftçimize  hakça dağıtmak için mücadele etmeye kararlıyız ve kararlı olmalısınız.
Hiç yılgınlığa gerek yok, televizyonların renkli aynalarında gösterdikleri Türkiye’yle sizin yaşadığınız Türkiye’nin farklı olduğunu en iyi bilenlerdenim. Onun için mücadele ediyoruz.
Dört noktada bu etkinliği yaptık. Demetevler’de yaptık, Şentepe’de yaptık, Yenimahalle’de yaptık, şimdi de burada yapıyoruz. Yenimahalle belediyesi olarak yaptığımız yatırımlarla, yaptığımız sosyal çalışmalarla vatandaşımızı bizi biz yapan Cumhuriyetin değerlerinin emriyle hep kucakladım, kucaklanmaya da devam edeceğiz.
Bu ülkede veri kaynakları verimli kullanan, kendi parası gibi harcayan, onu o kaynaklara özen gösteren yöneticileri işbaşına getirdiğimiz zaman, Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu refahta olmayan hiçbir yurttaşı olmayacağına yürekten inanıyorum. Onun için mücadele ediyoruz. Mücadele sadece bizim gibi düşünenler için değil, bizim gibi düşünmeyen, ezilen horlanan, dışlanan ve hak ve adalet arayan insanlar için mücadelemizi devam ettireceğiz. Bu duygularla bu güzel günün Batıkent de hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum”.
Meydanda müzik ve dans gösterileri devam ederken, pek çok kişi Belediye Başkanı Fethi Yaşar’la resim çektirmek için çabalıyor, kimileri de yan yana durup selfiye resim çekiyorlardı.
Havanın güzel ve güneşli olduğu günde neşe içinde, türküler, halaylar, horonlar eşliğinde yüzlerce kilo hamsi dört saat içinde bitirildi.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız


Hamsi Şenliği’nde Belediye İki Ton Hamsi Pişirip Halka Dağıttı Hamsi Şenliği’nde Belediye İki Ton Hamsi Pişirip Halka Dağıttı

Hamsi Şenliği’nde Belediye İki Ton Hamsi Pişirip Halka Dağıttı Hamsi Şenliği’nde Belediye İki Ton Hamsi Pişirip Halka Dağıttı

Atatürk’ün Azınlıklara Bakışı (Anı)
Sevgili Dostlar,
Beni izleyenler bilirler, Kurtarıcımız ve kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk hayranı olarak arada bir Ata’mızla ilgili anıları sizlerle paylaşıyorum.
Bu gün paylaşacağım anı büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ten müthiş bir ders niteliğindedir.
Bu anıyı okuyan her Türk yurttaşının, Atatürk’ün büyüklüğüne hak vereceğinden eminim.
Bende lider budur derim.
Keyifli okumalar.

22.11. 2017
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Başbakan İnönü saat 18.00 sularında Florya Köşkü'nde Atatürk'ü ziyaret etmiş:
“Hayırdır İsmet... Habersiz geldin.”
“Paşam, azınlıklar meselesi... Konuyu Meclis'e getireceğiz. Ne diyorsunuz?”
“İsmet bugün geç oldu. Yarın sabah erkenden gel, konuşalım.”
İnönü çıkınca Atatürk bütün görevlileri toplamış:
“Sadece laleler kalsın. Bahçedeki diğer bütün çiçekleri sökün, atın. Derhal.”
İsmet Paşa sabah gelmiş, bahçenin halini görmüş ve görevlilere sormuş.
“Ne oldu böyle?”
“Gazi Paşa Hazretleri emrettiler, söktük.”
Başbakan İnönü, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün odasına girmiş.
“Paşam, bahçenin durumu nedir?”
 “Azınlıkları söküp attım İsmet.”
İnönü "anladım" dercesine başını öne eğmiş.
 Atatürk;
         “İsmet, ben Ne Mutlu Türküm Diyene’ ‘sözünü boş yere söylemedim. Kendini Türk hisseden herkes bu vatanın öz evladı. Ben hayatta olduğum sürece bu böyle bilinsin. Ve sakın azınlıklar ile ilgili bir kanun çıkarılmasın.”

KAYNAK: Bu anıyı İnan Kıraç’tan dinleyen Bakırköy Belediye Başkanı (2004-2009) Ateş Ünal Erzen, Yavuz Donat’a anlatıyor, Yavuz Donat’ta 24.12.2008 tarihli Sabah Gazetesindeki köşesinde “Ne Mutlu Türküm Diyene” başlığı ile yayınlıyor.

Gündüz Akgül

İtirafçı İftiracılığın En Yetkili Ağızdan İtirafı
Bugün bir açıklama yapan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü, eski Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ,önümüzdeki günlerde görülmeye başlanacak olan Amerikadaki Zarrab davasıyla ilgili olarak ne demiş,bir hatırlayalım.

Bekir BOZDAĞ diyor ki; “Bunlar rehin durumda. Şu ifadeleri kabul ederseniz şu kadar ceza ile kurtulursunuz. Yazıyorlar, ellerine veriyorlar. Türkiye'yi, hükümeti, kurumları suçlayan ve Türkiye aleyhinde karar çıkmasına yardımcı olacak itiraflarda daha doğrusu iftiralarda bulunmasına zorluyorlar”

Allahın sopası yok.

Gülme komşuna gelir başına.

Bugün bana, yarın sana.

Ne güzel laflar bunlar değil mi?

Bugün ülkemizde; TCK.nun 221. maddesinden kaynaklı, etkin pişmanlık adı altında zorlamayla uygulamaya sokulan soyut itirafçı beyanlarıyla, pardon Sayın Bekir BOZDAĞ'ın tanımıyla,iftiracı beyanlarıyla binlerce kişi cezaevlerinde çile doldurmakta.

Biz, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygılı,yasal dayanağı olsa bile, kendilerine tutuklanmama ve/veya cezasızlık veya ceza indirimi gibi menfaatler vaad edilerek,hukuk ve etik dışı yollarla elde edilmiş soyut itirafçı beyanlarıyla, bir masumun ve hatta gerçek bir suçlunun dahi mahkum edilmelerine, her daim karşı çıkmış bir hukukçu olarak,oldum olası, çiğ süt emmiş insan unsuruna dayalı,kendi çıkarı ve  menfaati için gerçek dışı beyanlarda bulunmaya daima açık olan itirafçı ve gizli tanık gibi,tutuklanmama ve/veya ceza indirimi gibi, kendisine yarar sağlama psikolojisinin yarattığı manevi baskı altında beyanda bulunan kişilerin, doğru olup olmadıkları çok şüpheli ve tartışmalı olan beyanlarının hükme esas alınamayacağını şiddetle savunan bir kişiyiz.

Bu nedenle,Hükümet Sözcüsü Bekir BOZDAĞ'ın; Zarrab'ın itirafçılığa zorlanmasından duyduğu kaygıya katılıyoruz.

Bekir BOZDAĞ güzel söylemiş,Zarrab'ı kastederek, “Türkiye aleyhinde karar çıkmasına yardımcı olacak itiraflarda, daha doğrusu iftiralarda bulunmasına zorluyorlar”demiş.

Bekir BOZDAĞ, bu beyanıyla; itirafçıların, aslında iftiracı olduklarını dile getirerek,bizim de ülkemiz mahkemelerinde yaptığımız savunmalarımızda dile getirdiğimiz ve yargıçlarımıza bir türlü kabul ettiremediğimiz; salt olarak, soyut itirafçı beyanlarının mahkumiyet hükümlerine esas alınamayacağına ilişkin hukuki görüş ve değerlendirmelerimizi desteklemiştir.

Eski bir Adalet Bakanı olan Bekir BOZDAĞ'dan bir ricamız olacak, Zarrab için dile getirdiği;itirafçı beyanlarının, aslında iftiracı beyanları olduğu konusundaki bu güzel ve takdir edilesi hukuki değerlendirmesini, çifte standart bir uygulamanın ve de masum kişilerin, itirafçı iftiracıların beyanlarıyla haksız olarak suçlanarak mahkum edilmelerinin önüne geçilmesi adına,ülkemiz yargısı için de tekrarlar mı acaba?

Tekrarlarsa,kendisinin Zarraba yönelik itirafçı iftiracı değerlendirmesinde samimi ve haklı olduğunu kabul edeceğiz.

21/11/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Güner Yiğitbaşı

Devlet Katına (DPT ye)  Dinciliği, Dincileri Turgut Özal Sokmuş (2)
Devlete dinciliği, dincileri sokanlar Fetullah’ın yollarına taş döşediler.
Menderes’ten bu yana, RTE ye kadar siyasetçiler, Devlete dinciliği, dincileri soktular. 
Turgut Özal, Fetullah Gülen gibi dinci gericileri de koruyordu.(1)
Bundan önceki yazımızda, Turgut Özal’ın DPT ına müsteşar olarak atanmasından sonra,  kuruma nasıl dincileri aldığını, onlara tercihli davranış ve uygulamalarda bulunduğunu, o zamanları DPT ında uzman olarak çalışan Ali Nejat Ölçen’in o yılları anlatan “Devlet Yokuşu” (2)adlı kitabından alıntılar yaparak, devletimizin en yüksek teknik bir kurumunda nasıl dincileşme uygulamaların yapıldığını, aktarmaya çalışmıştım.
Bu yazımızda da yine aynı kitaptan başka dinci uygulamalardan örnekler verirken, Turgut Özal’ın, DPT ına atanalı daha üç ay bile olmadan,  İmam hatiplere ayrıcalık yapan raporda nasıl tahrifatla sahtekârlık yaptığını vereceğiz. 
Atatürk ve laiklik düşmanlarına bu dincilik rüzgârını verdiğinizde, devletin en üst makamında onu ağırladığınız zaman, öylesi fesli daha bilmem neli adamların yapmayacağı melanet, saldırı yoktur. (Hemen aklıma nedense canlı bombalar geliverdi).  15 yıldır bu rüzgârı verenlerin vurucu timleri,  Atatürk’e, anıtlarına, Cumhuriyet’e, Atatürkçü aydınlara, gazetecilere saldırmıyorlar mı? (Hemen aklıma Uğur Mumcu’lar geldi).
Şimdi asıl yazmak istediğim, yazıma geçiyorum.
95 Yaşında, Cumhuriyetimizle yaşıt, yazdığı kitapları, iki-üç ayda bir çıkardığı kitapçık kadar gazeteyi, 2013 den beri okurlarına ücretsiz gönderen fedakâr emekli, eski bakanlardan Sayın Ali Nejat Ölçen’in imzalayıp gönderdiği “Devlet Yokuşu”  adlı kitabını okuyordum.
Bu kitaptan, Ali Nejat Ölçen’in tanıklığı ile anlatımlarından, Laik TC nin organlarına dinciliği ve dincileri sokanların başında dinci, mezhepçi Turgut Özal’ın geldiğini, DPT(3) ındaki çalışmalarından öğrenmekteyiz. İşte o kitaptan alıntılar yaparak, bunu sizlere sunmaya çalışacağım. Ne yazık ki, dinciliğin, dincilerin ülkemizi dünyanın nerede ise, en itibarsız devleti haline getirdiklerini gördük, görmekteyiz.
Aynı kitapta, Turgut Özal’ın DPT na müsteşar olur olmaz devlet kapısına nasıl dinciliği, dincileri soktuğunu, Ali Nejat Ölçen’in tanıklığında teknik uzmanlık gerektiren bu daireye nasıl alındıklarının ayrıntıları anlatılır. Böylece, 30-40 yıl önce FETÖ cülerin yollarına kimlerin, (özellikle Turgut Özal’ın) taş döşediğini, Atatürk’ün Laik TC ne, Türk demokrasisine kimlerin tahribe teşebbüs ettiğini okuyucuya sunmaktır amacımız.
Aynı kitabın 198 den 205. Sayfalara kadar, Turgut Özal daha Milletvekili, Başbakan, Cumhurbaşkanı olmadan önce ve Semra Özal ile bazı ayrıntılara rastladım.
DPT da çalışan uzmanlardan Prof. Dr. Aydın Yalçın, Başbakan Süleyman Demirel’e, “gerici kadroların tüm devlet kurumlarına atanmakta olduğunu, olası tehlikeye ilgisini çekmek istediği zaman Başbakan Demirel buna şöyle cevap verir: “(4)
“Turgut Özal’ın dehasından yararlanacağız” der.
Prof. Dr. Aydın Yalçın raporunda şunları bildirir.
1-Gerici kadrolar devleti ele geçirmektedir.
2-Yabancı firmalara etüt ve proje hizmeti verilerek teknik işgücümüz atıl bırakılmaktadır.
3-933 sayılı özel sektörü teşvik yasasında sadece büyük firmalar yararlandırılmaktadır. Başbakan Demirel, devletin hangi yöne doğru kaymakta olduğunu biliyordu. Neden bu endişelere ilgisiz kaldığını zaman gösterecek. 
Semra Özal’ın Davetinde Masa Altında Fare Gibi Dolaşan, Kaçışan DPT ı Uzmanları.
DPT nın Altıncı Müsteşar Turgut Özal, başbakandan edindiği güçle, birçok kararlarda rolü oluyor; Türkiye’ye gelen giden büyükelçilerle ilgili ağırlama törenleri yapılıyordu. Japonya Büyükelçisinin ayrılış anısına büyük bir otelin görkemli salonlarında gösterişli bir veda yemeği verilir. DPT nın üst düzey yöneticileri ve Japon Büyükelçiliği ilgilileri davetliydi.
Böylesi davetlerde Semra Özal yarım saat önce gelir, kimin kim anında oturacağına o karar verir. Sonra da Ali Nejat Ölçen’e döner:
-Ölçen sen benim yanıma oturacaksın, eşin de Turgut’un yanına”, der. Onun görüşüne göre, “hiç kimse eşinin yanına oturmayacak ve örgüt içinde kaynaşma böyle sağlanacaktı”. Görüldüğü gibi, Semra Hanım, devletin resmi yemeklerinde bile, Dış İşlerinin hangi bölümlerinde çalışıyorsa, misafirlere yön veriyor.
“-Semra Özal’ın masayı düzenleme biçimi İslami ilkelere aykırı olmalı ki, yemeğin başlamasından kısa süre sonra, Japon büyükelçisinin Türkiye’den ayrılması nedeniyle duyduğu üzüntüyü anlatacağı sırada, ayaklarımızın dibinden sanki kedilerin dolaşmakta olduğu duygusunu yaşamaya başladık. Masa altından geçerek başka erkeğin yanına oturan karısına ulaşmaya çalışan dinci DPT nın uzmanları idi. Turgut Özal konuşmasını bitirmeden önce, herkes masa altından bir fare gibi geçerek kendi karısının yanına ulaşmıştı. Semra Özal, buna şaşkın gözlerle bakıyor, “kepazelik” diye mırıldanıyordu. (sf 213)
İkinci Beş Yıllık Planda Dinci Özal’ın İmam Hatip Sahtekârlığı

Devlet Katına (DPT ye)  Dinciliği, Dincileri Turgut Özal Sokmuş (2)
Müsteşar Turgut Özal’ın gözetiminde, DPT na yeni atanan Muammer Dolmacı ile birlikte, bu iki dinci, kalkınma planının 81 nci sayfasının alt kısmından büyük bir beceriyle kesilir, oraya kendi kafalarına uygun parça eklenir. Artık bu yeni ekleme ile planın öbür nüshalarına da rahatlıkla uygulanır. (16 Mayıs 1967) Özal, DPT ına atanalı üç ay bile olmadan başka bire dinci Muammer Dolmacı ile birlikte bu tahrifatı yapıyorlar. Turgut Özal’ın tuvaletteki dinci düşünceden kaynaklanan bu sahtekârlıkla ikinci dinci eylemi oluyordu.
Yüksek Planlama Kurulunda onaylanan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Palanının 81. Sayfasındaki bu sahtekârlığın gizemini üyeler sonradan öğrenir: “İmam Hatip okulları dâhil, teknik ve mesleki okullardan mezun olanlara yüksek öğrenim olanağı tanınmış fakat yüksek öğrenime ancak kendi alanlarında devam etmeleri koşulu getirilmişti. Müsteşar Turgut Özal bu tümcenin içine bir parantez açıp “İmam Hatip Okulları hariç” deyimini eklemekle imam hatiplere büyük ayrıcalık tanımış oluyordu. Bu sahtekârca gizli değişiklik böylece TBMM ne gider (2.7.1967)
Mecliste, eğitimde fırsat eşitliğini yok eden, sadece imam hatip okulu mezunlarına yüksek öğrenimin her dalındaki kapılarını açık tutan böylesi aksak bir ilkeye, Edirne Milletvekili Türkan Seçkin ile Tokat Milletvekili İrfan Solmazer önergeye karşı çıkıp eleştirirler.
Yüksek Planlama raporundaki asıl raporda imam hatip önceliği olmamasına rağmen bunu tahrif eden imam hatiplere öncelik tanıyan eklemeyi dinci Nakşibendî tarikatı mensubu Turgut Özal yapıp Meclisten geçirmeye çalışmış.
Mecliste epey tartışmalar, itirazlar olur, Demirel’in istemi üzerine Yüksek Planlama Kurulundaki ses bantları incelenir, imam hatiplere öncelik tanınan böyle bir maddenin planlamada görüşülmediği, olmadığı, bu tahrifatın gizlice sonradan değiştirildiği meydana çıkar. 81. Sayfayı tahrif eden zihniyetin ileride bir gün devleti ele geçirmek için darbe bile yapacağı kimsenin aklına gelmemiş olmalı.
Sonradan, Cumhurbaşkanı olduğunda anayasayı bir kere delmekten bir şey olmaz”diyecek olan Turgut Özal, DPT gibi bir kurumda böylesine bir sahtekârlık yapabiliyordu. (sf 214-215) Böylece 35-40 yıl önce dinci devlete kimlerin taş döşediği kanıtlanıyor sanırım. (sf 216-217)
İkinci Kalkınma Planı DPT da görüşülüp kararlaştırılır. Turgut Özal’ın denetiminde, imam hatipler için, Türkiye’nin geleceğinde bu denli etkili olacağını hiç kimsenin kestiremeyeceği, kesinleşen plan üzerinde öylesine bir sahtekârlık yapılır ki, etkisi ve uzantısı günümüze kadar gelmiştir.
Sınavda Parola Selamünaleyküm
DPT ne sınavla alınacak kişilere sorular sormak için, komisyona Ali Nejat Ölçen de çağrılır.
Komisyonda, içeri girer girmez  “Selamünaleyküm” diyenlere, komisyondaki dinci üyelere tarafından çok kolay sorular soruluyordu. Bir genç sınava girecekti. Başvuru kâğıdına yakından tanıdığı iki kişinin adını yazmıştı, Şevket Demirel, Ali Demirel yazmış. Yılmaz Erdoğan, Ekrem Ceyhun ve Ali Nejat Ölçen ile birlikte bu gencin DPT na girip giremeyeceğine karar vereceklerdi. Ali Nejat, itiraz eder, “bu kişi DPT na giremez” der. Öteki komisyon üyeleri soru sormadan, yanıt almadan bunu almak isterler, bu önyargılı duruma Ali Nejat karşı çıkar. (sf 243)
Arkadan gelen adaya, Ali Nejat, “bu adaya yalnız ben soru soracağım”, der, ötekiler kabul ederler.
İçeri giren aday yine “Selamünaleyküm” diyerek komisyonun karşısına dikilir. Ona, “ne iş yapıyorsun, hangi okulu bitirdin” diyerek her adaya sorulan klasik sorulardan sonra Ali Nejat adaya Ölçen, dünyanın tanıdığı iktisatçılardan, “Harrod-Domar’ı tanıyor musun, der. (DPT gibi devletin iktisadi durumunu ayarlayan bir kuruma başvuran aday dünyanın iktisatçılarını bilmesi gerekir, herhalde. Yıllar önce yaşamış ölmüş bu iktisatçılar için aday, şöyle der:
Henüz tanışamadık, efendim” der. Adayı dışarı gönderirken Ali Nejat, adaya “belki bir gün tanışırsınız” der. Aday dışarı çıktıktan sonra Ali Nejan Ölçen sıfır verir.
Bu olay komisyonda tartışma konusu olur. 
Bundan sonraki sınavlara jüri üyesi olarak bir daha Ali Nejat Ölçen’i çağırmazlar. (sf 244)
Badem Bıyıklılar Hem yeteneksiz, Hem de Fazla Ücret alıyorlardı.
Selamünaleyküm sözcüğü, o zamanları DPT da çok önemli parola idi. Bununla “ben de sizlerdenim”  deniyordu ve kişi bu sözcüğü kullanmayanlardan daha ayrıcalıklı işlem görüyordu. DPT de namaz kılıp, oruç tutanlarla, dinin bu kuralını yerine getirmeyenler arasında her yönden farklılıklar ortaya çıkmıştı. Yeteneği olsun olmasın örgüte (DPT ye) alındıklarında, kendileriyle yüksek düzeyde ücretle sözleşme yapılıyor, deneyimli biraderlerin gölgesinde yetişmesine çalışılıyordu. Bir kaç ay sonra da onun herhangi bir konuyla yetkilendirildiğini görüyorduk. Eski uzman ve uzman yardımcıları üzgün idiler. Çünkü gelir adaletsizliği yayılıyor, dengeler, namaz kılıp oruç tutandan yana işliyordu. Türkiye’nin en bilimsel, en objektif usullerle çalışması gereken kurumu DPT, Nakşibendî Müsteşar Turgut Özal, Dincilere yeşil ışık yakan Başbakan Süleyman Demirel’in dinci, şeriatçı kişileri kollamasıyla elden çıkıyordu. (sf 245-246)
Atatürk’ün Laik TC ine, 1950 den sonra gelip geçmiş siyasilerce devlet kadrolarına nasıl dincilerin yerleştirildiğini, 1970 den önce DPT na Turgut Özal ve Süleyman Demirel devirlerinde dincilerin yerleştirildiğini, gözetilip kollandığını DPT uzmanı Ali Nejat Ölçen’in Devlet Yokuşu adlı kitabından, yer darlığından olabildiğince kısaltarak aktarmaya çalıştım. Milletçe, bu dinsel kökenli korunmanın 15 yıllık AKP yönetiminde de devam ederek, zirveye çıkan melanetini 15 Temmuz 2016 da acı bir şekilde gördük, yaşadık.  Böylece bu çağ dışı hatalar yüzünden, devletimizin itibarı, çağdaş dünyada da, müttefikler nezdinde de yok edilmiştir. Öyleyse, bir an önce, Atatürk’ün mirası olan özgür parlamentolu Laik TC rotasına, gerçek bir demokrasiye dönmemiz gerekir. Kalkınmamızın, aydınlanmamızın tek çaresi budur, başka seçenekler (başkanlık falan) bizi felaketlere sürükler. (son)

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR
(1)Eski bakanlardan ANAP'lı Ekrem Pakdemirli, "Özal'ın Mirası" isimli kitabında Turgut Özal'ın 1980'li yıllarda Başbakanlık Müsteşar’ıyken Fethullah Gülen'i "Askerlerin darbe yapması kesinleşti, saklanman iyi olur" diye uyardığını  ve onu koruduğunu yazdı.  Böylece  koruyarak FETO’yu ülkenin başına bela ettiler. Ayrıca bağımsız çevrelerce, "Özal, mahkeme kadrosuna dincileri dolduruyor" tepkilerine yol açmıştı.
https://odatv.com/gizli-cekildiyse-bu-doktor-ne-1405171200.html


(2) Devlet Yokuşu Ali Nejat Ölçen Doruk Yayıncılık 1996 Ankara

(3) Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasını hızlandırmak için 30 Eylül 1960 tarihinde 27 Mayıs’ın getirdiği iyi kurumlarından biri olan DPT kuruldu. Devletin ekonomik, sosyal ve kültürel amaçlarının belirlenmesinde hükümete danışmanlık yapmaktaydı. DPT zamanla işlevi azaldı, AKP döneminde Kalkınma Bakanlığına dönüştürüldü. 8 Haziran'da 2011 de yürürlüğe giren Bakanlıkları yeniden düzenleyen Kanun Hükmünde Kararnamelerden biri de, DPT’nin isminin ve kamu idareleri içindeki statüsünün değiştirilerek Kalkınma Bakanlığı haline dönüştürülmesiydi.
Çünkü artık tek adam devrine girdiğimiz için, DPT, plana mülana gerek kalmadı gibi…

(4)Dinci Demirel de Saidi Nursiyi Övmüştü
Süleyman Demirel, “Said Nursi büyük âlimdir. “Büyük âlim değildir”, diyenin alnını karışlarım" "Atatürk'ün kurduğu devlet, laik devlet değildir. İslam devletidir",diyerek onlarla içli-dışlı bir siyaseti benimsemişti. (Âlimliği şöyle dursun, doğru düzgün okul-tahsil görmemiş cahil bir kimsedir. Fetullah Gülen’in ondan feyiz aldığı, onun izinden giden başka bir meczup olduğunu yaşarak anladık.
Said-i Nursi (1873-1960) Vahiy yoluyla Kuran’ın açıklanmasıyla görevlendirildiğini söyler. Fakat, Kuran’da belirtilmiş olan iman ve ibadet esasları dışına çıkar.
“Risale” denilen anlaşılmaz, özentili, bozuk bir Osmanlıca ile yazdırdığı broşürleri gizlice dağıtarak taraftar toplamıştır. Cumhuriyet rejimine karşı çıktığı için izlendi, kovuşturuldu, sürüldü.
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı
Said-î Nursî’nin Kemalist rejime düşmanlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin o yıllardaki bağımsız dış politikası ve devrim hareketleri ile her alanda yaptığı atılımların, aydınlanmanın tarikatlar için, varlık- yokluk sorunu olmasındandır… Nurcular ve özellikle Fetullah Gülen (Feto) hareketi AKP iktidarının dayandığı en önemli tabandır.
Saidi Nursi bu yüzden Atatürk’ün ve Kemalizm’in en büyük düşmanı olmuştur.
Atatürk'e açıkça “Deccal” ilan ederek Millet-i İslam'ı Protestan yapmak istediğini söylüyordu. Oysa nurculuk yolundan gidenlerin en büyük dayanakları da emperyalizmdir...
Said-i Nursi, Demokrat partiye müzahir olduklarını, CHP döneminin sapık bir devir olduğunu, Milli Mücadele yıllarında Ankara hükümetinin hedef tutulduğunu itiraf etmiştir!
Tutarsız ve çelişkilidir… DP dönemini hiç eleştirmemiştir. Destek vermiş ve destek görmüştür. Nur risaleleri yasak olmasına karşın - çoğu kez- DP’nin propaganda yazıları arasında dağıtılmıştır.
Atatürkçülerin, cumhuriyetçilerin, laiklerin, gerçek demokratların, aydınların bu korkunç saldırılara karşı kendilerini savunma hakkı bile ellerinden alınmıştır…
Ve halkın doğru haber alma hakkı da…
http: Altan Arısoy//www.dunya48.com/siyaset/siyaset/555-en-bueyuek-kar-devrim-hareketi-nurculuk

Devlet Katına (DPT) Dinciliği, Dincileri  Turgut Özal Sokmuş  (1)
Devlete dinciliği, dincileri sokanlar Fetullah’ın yollarına taş döşediler.
Menderes’ten bu yana, RTE ye kadar siyasetçiler, Devlete dinciliği, dincileri,  soktular. 
Sanki ülke dincilikle kalkınacakmış gibi davrandılar. Oysa dünyada dincilikle kalkınan bir devlet bile yok.
Mezhepçi Turgut Özal,(1) Atatürk düşmanı Fesli Kadir Mısırlıoğlunu da kutsamış!
Bu yazıyı yazmaya başladığımda, internetten tararken Turgut Özal’ın, aşırı dincilere, hem de Atatürk ve laiklik düşmanlarına nasıl yeşil ışık yaktığını gösteren bir resmine rastladım. Özal’ın arkasında fesli Kadir Mısırlıoğlu’nun küçük bir resmi de görülüyordu.
İşte o resmin altında, şimdilerde “Saray”da ağırlanan, Atatürk ve laiklik üstüne nice hakaret ve küfürler savuran Osmanlı kılıklı Atatürk düşmanı Kadir Mısırlıoğlu için Turgut Özal şunları söylüyordu:
Kadir Bey! Sen çuvalın en dibindesin! Yakında bu çuval alt üst olacak, o zaman sen en üste çıkacaksın! Ne biliyorsan yaz! Ben arkandayım!”  “Turgut Özal’dan Kadir Mısırlıoğlu’na”.  Ben de bu resmi internetten indirip yazıma ekledim, inanasınız diye.
Atatürk ve laiklik düşmanlarına bu rüzgârı verdiğinizde, devletin en üst makamında onu ağırladığınız zaman, öylesi fesli daha bilmem neli adamların yapmayacağı melanet, saldırı yoktur. (Hemen aklıma nedense canlı bombalar geliverdi).  15 yıldır bu rüzgârı verenlerin vurucu timleri,  Atatürk’e, anıtlarına, Cumhuriyet’e, Atatürk’çü aydınlara, gazetecilere saldırmıyorlar mı? (Hemen aklıma Uğur Mumcu’lar geldi).
Devlet Katına (DPT) Dinciliği, Dincileri  Turgut Özal Sokmuş  (1)
Şimdi asıl yazmak istediğim, yazıma geçiyorum.
95 Yaşında, Cumhuriyetimizle yaşıt, yazdığı kitapları, iki-üç ayda bir çıkardığı kitapçık kadar gazeteyi, 2013 den beri okurlarına ücretsiz gönderen fedakâr emekli, eski bakanlardan Sayın Ali “Devlet Yokuşu”(1)  adlı kitabını okuyordum.
Bu kitaptan, Ali Nejat Ölçen’in tanıklığı ile anlatımlarından, Laik TC nin organlarına dinciliği ve dincileri sokanların başında dinci, mezhepçi Turgut Özal’ın geldiğini, DPT (2)ındaki çalışmalarından öğrenmekteyiz. İşte o kitaptan alıntılar yaparak, bunu sizlere sunmaya çalışacağım. Ne yazık ki, dinciliğin, dincilerin ülkemizi dünyanın nerede ise, en itibarsız devleti haline getirdiklerini gördük, görmekteyiz.
Aynı kitapta, Turgut Özal’ın DPT na müsteşar olur olmaz devlet kapısına nasıl dinciliği, dincileri soktuğunu, Ali Nejat Ölçen’in tanıklığında teknik uzmanlık gerektiren bu daireye nasıl alındıklarının ayrıntıları anlatılır. Böylece, 30-40 yıl önce FETÖ cülerin yollarına kimlerin, (özellikle Turgut Özal’ın) taş döşediğini, Atatürk’ün Laik TC ne, Türk demokrasisine kimlerin tahribe teşebbüs ettiğini okuyucuya sunmaktır amacımız.
Aynı kitabın 198 den 205. Sayfalara kadar, Turgut Özal daha Milletvekili, Başbakan, Cumhurbaşkanı olmadan önce ve Semra Özal ile bazı ayrıntılara rastladım.
1967 yılında Sanayi Bakanı Mehmet Turgut tarafından DPT na altıncı müsteşar olarak Turgut Özal getirilir. (1969 sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atanan Özal, aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekâleten yürütmüştü. (Demek ki bu anlatılanlar 15 Temmuz 2016 dan 37 yıl önce olmakta)
Turgut Özal DPT na müsteşar olur olmaz, DPT da bir takım gözle görülür değişiklikler olur. İlk olarak aynı dairede uzman ve Tetkik Tahlil Şubesi Müdürü olan, Devlet Yokuşu kitabının yazarı Ali Nejat Ölçen’i görevinden alıp, yerine sakallı birini getirir, Yahya Oğuz’u); Ali Nejat Ölçen’i müşavir olarak kızağa alır.
Ali Nejat Ölçen’in odasında birlikte çalıştığı memur, kendisine şöyle yakınır:
-Yeni Şübe Müdürü (Yahya Oğuz), hanım olduğum için benimle konuşmuyor. Üstelik Ali Nejat Bey, odanın içine kırmızı bezle kaplı tahta perde koydurdu: Şimdi ben karanlıkta kaldım, yazı yazmakta bile güçlük çekiyorum” .
“Yeni şube Müdürü Yahya Oğuz’un kadın eli sıkmayı günah sayan bir tarikatın üyesi olduğu söylentileri DPT’nın koridorlarında dolaşmaya başlar. Kısa sürede İslami örgütlenmenin odak noktası olmaya başlamıştı DPT.
Görüldüğü gibi, gerçek bilim adamlarının, her türlü teknik uzmanların bulunması gereken devletin çok önemli dairesine, dinici kişileri aldığını zaman o DPT denilen yüksek bir teknik daireden nasıl bir olumlu, çağdaş gerçek görüş ve teknik rapor alabilirsiniz?  Ülke kalkınmasına bu dinci adamlar,  nasıl bir dünya standardına uygun görüş ve öneri sunabilirler. Görüyorsunuz devletin teknik uzmanlık gerektiren dairesinde dincilik, demek ki Feto’culuk ta 1970 li yıllarda palazlanmaya başlamış, hem de ileride Başbakan, Cumhurbaşkanı olacak kişi tarafından.
Bakın en iyisi, olanlara tanık olan Ali Nejat Ölçen aynı kitabında neler anlatıyor:
“Turgut Özal’ın atadığı uzmanlara yer bulmak için eskilerin masaları koridorlara çıkarılıp bırakıldı ve yersiz kalan masasız uzmanlar grubu, kendi aralarında anlaşıp, toplantı salonuna doluverdiler. Upuzun masanın çevresine dizildiler,  kitaplarını yaydılar, bir süre birbirlerine baktılar. Tren garında üçüncü mevki bekleme salonu da böyle olurdu. Uyuklayan, yorgun, düşünceli yolcular gibiydi uzmanlar. Gürültü, sigara dumanı, umutsuzluk, yerde bavullar, sepetler. Kimi uzmanlar kitaplarını evden getirdikleri bavula koymuştu. Çalışma saati sonunda, nerede dursun kitaplar, dosyalar. Açıkta mı? En kötüsü salonda toplantı yapınca gelip çatıyordu. Uzmanların tümü dışarı çıkmak zorundaydı. (sf 199)
Yeni Genel Sekreter Selçuk Egemen, salonun bir köşesine kırmızı bezli paravana koydurttu, masasız kalan uzmanlara yer ayırttı. Hiç biri dışarı çıkmak zorunda kalmayacaktı artık”.
Düşünebiliyor musunuz, üniversitelerde, Avrupalarda ihtisas, araştırma yapmış, her biri kendi dalında bilimsel uzman olan DPT nın eski elemanlarının masaları dışarı atılıyor, yerlerine dinci, belki de Feto’cu adamlar yerleştiriliyor.
İşte o günlerde, yıllarca DPT çalışmakta olan Ali Nejat Ölçen, dinci yeni alınan, güya uzmanların odasına giriyor, bakıyor içeride tombul görünüşlü, badem bıyıklı dinci güya uzmanlar oturmakta. Ali Nejat Ölçen’e oradan biri soruyor:
“-Özel sektörden misiniz”?
Yani Avrupa’da araştırmalar yapmış uzman Ali Nejat Ölçen’i iş istemeye gelen biri sanıyor.
“-Hayır, burada çalışıyorum.
“-Yaa… Yeni mi atandınız?
“­-Biraz eskiyim, yani eskidim”.
Bu olay karşısında acı acı gülen Ali Nejat Ölçen anlatıyor, kitabında:
-Yeni atanan uzmanlar tombul yanaklı, yuvarlak yüzlü, badem bıyıklı, kalın göz kapakları vardı tümünün. Ortak yönleri de birbirlerine ve telefonda “selamün aleyküm” demeleriydi. Bu “selamün aleyküm DPT’ yi birden bire ikiye ayırıverdi.
Tümüyle bilimsel metotlarla çalışmak zorunda olan, Laik TC nin bir üst kuruluna böylesine dinsel düşüncesi ağır basan kimseler nasıl atanabiliyordu. Demek ki üst makamlara atamalarda, bilimsel liyakat öne alınmıyor, dinsel düşüncesi ağır basan kimseler tercih ediliyordu DPT ına da. İleride Laik TC nin başbakanı, Cumhurbaşkanı olacak Turgut Özal, devletin en üst kademelerine dinci kimseleri yerleştiriyor, 35-40 yıl sonra Türkiye’mizin başına bela olacak, Feto’cuları yaratmanın gayreti içindeydi.
Nejat Ölçen’in imzalayıp gönderdiği
Bir ülkede dinsel yarış başladı mı o ülkede toplumsal bataklık yaratıldı demektir.
Biraz sonra uzmanlar inançlarını suratlarındaki kıllarla açıklamaya başladılar.(sf 200)
Kimilerinin bıyıkları ince sülük gibi dudaklarının iki yanından aşağıya doğru sarkmaya başladı. Bunlar badem bıyıklılara karşı olanlardı.
Altıncı Müsteşar Turgut Özal, örgüte badem bıyıklı uzman atamakta elinden geleni esirgemiyordu. Kendinin bıyığı eşkenar üçgendi”.
Zaten bir devlette dinsel düşünce, dinsel yarış başladığı zaman dinin her türlü fraksiyonu (bölüngü) şaha kalkardı. Günümüzün Orta Doğu bölgesinden başlayarak İslam dünyasına bakarsanız, kaç çeşit, mezhep, fraksiyon, dinsel kökenli terör birbiriyle yarışır, kavgalaşır halde değil mi? Bir ülkede dinsel yarış başladığı zaman orada toplumsal bataklık yaratıldı demektir; o bataklıkta da ne çeşit zehirli haşere ve sivrisineklerin hızla yayıldığını görürüz.
Ülkemizde de, laiklikten sapmanın, dinsel düşüncenin devlete hakim olmanın sancılarını yaşamıyor muyuz? Bu yüzden ülkemiz hiçbir alanda iyi yönetilmiyor, demokrasiden saptıkça her alanda geriye gitmenin sancılarını yaşıyoruz.
Neyse, bu aradan sonra, Cumhuriyetimizle yaşıt 5 yaşındaki DPT uzmanı Ali Nejat Ölçen’in DPT da tanık olduğu, kitabında anlattığı Turgut Özal sayesinde dinselleşme yarışına dönelim.
Nedense gericiler klozetli, psivarlı tuvaleti sevmiyorlar.
“İki yanına salınarak yürüyen badem bıyıklı bir dinci uzman vardı DPT da. Her Cuma öğleden sonra masasındaki teybi sonuna kadar açarak mevlit dinlemeye başladı. Bu, DPT nın tümüyle ele geçtiği anlamına geliyordu.
Badem bıyıklı uzmanlar, abdest almak için, çoraplarını çıkarıp ceplerine koyuyorlar, musluklara sıraya giriyorlardı. En baştaki lavabo altıncı Müsteşar Turgut Özal’a aitti, hiç kimse orada abdest almıyordu.
Alafranga tipi helâlar, (yani klozetli tuvalet) usta getirtilip kırdırıldı; yerine alaturka tipi helâ kondu. “o işi çömelerek yapma olanağına kavuştular”. Bu olay, devletin uzman bilinen en üst kademesinde oluyor. Nedense gericiler klozetli, psivarlı tuvaleti sevmiyorlar. Hatırlar mısınız, on yıl kadar önce miydi, valinin biri, “İslami kurallara uymaz diye şehir içindeki umumi tuvaletten psivar ve klozetleri balyozla kırdırmıştı).  (Oysa en rahat, en sağlıklı çiş psivarla, klozetledir. Şimdi dinci kurumlara bakın ne klozet, ne psivar vardır). Zaten gericiler, psivardan, klozetten tutun da matbaanın gelmesine kadar yeniliklere hep karşı gelmişlerdi. Bu tepki “onların fıtratında vardı”.
DPT da Duasız Hesap Doğru Çıkmazmış
Planlamada yanlış hesap olduğu zaman, hemen şöyle yorumlanıyordu, Cenab-ı Hakka dua edilmeden hesap yapılırsa böyle olurdu”.DPT nın tüm badem bıyıklı uzmanları, başta altıncı Müsteşar Turgut Özal olmak üzere, devletin arabaları konvoy halinde Cuma namazına giderek, örgüte maneviyatın üstünlüğünü getirmeye başladılar. Kimin nereye atanacağını Cuma namazından sonra görüşülüyordu her halde.
Maddiyata önem veren eski uzmanlardan biri, “yaratılan katma değerin bir önceki yıla göre daha az arttığını” yazmıştı. Badem bıyıklı uzmanlardan biri karşı çıktılar. Katma değer artsın artmasın (sf 201) bu önemli değildi, yaratmak sözü Allah’a mahsustu, onu Allah’tan başka kullanacak kuvvet kimsede yoktu. İki yanına salınarak başlarını öne eğip bu düşünceyi onayladılar. “Yaratmak” deyimi rapordan çıkarıldı.
Artık sırtımız yere gelmeyecekti. Maneviyatın kalkınmamızı hızlandıracak yöntemlerini öğrenmeye başlamıştık”
Devlet mekanizmasına dinicileri, dini sokanlar ülkeye çok büyük zarar vermekteler.
Devlet Katına (DPT) Dinciliği, Dincileri  Turgut Özal Sokmuş  (1)
Ali Nejat Ölçen’in bu tespitlerini alırken, izninizle buraya bir parantez açalım. Bütün bu dinciler bu “yaratma” sözcüğüne gıcıklar. Yaratma, bulma, icat anlamında neden algılamıyorsunuz; neden “yaratma”  sözcüğünü Allah’ın yaratmasına eşdeğer sayıp, ondan bir günah çıkarmaya çalışıyorsunuz. İşte bu düşünce ve de halk arasında söylene gelen, yenilikleri yadsıyan “icat çıkarma” uyarısını da düşünürsek, işte bu söylem, insanımızın buluş, icat, insanlığa yararlı bir şey bulma düşüncesini yok ediyor. Dinciler bu söylemleriyle halkımızın –buluş- anlamındaki yetisini yok ediyor, toplumumuza çok zarar veriyorlar. Öyleyse, devlet mekanizmasına dincileri, dinciliği sokmak çok çok yanlıştır. Hele hele DPT gibi müspet ilimli projelerin konuşulduğu makama dinciliği, dincileri sokmak ülkeye yapılan kötülüktür.
Turgut Özal’ın DPT ına aldığı dinci gericilerin hiç biri yabancı dil bilmiyorlardı, planlama yöntemleriyle de ilgilenmiş değillerdi. Üstelik DPT nın yıllanmış deneyimli uzmanlarından daha yüksek ücretle sözleşmeli olarak Turgut Özal tarafından atanmışlardı. (sf 205) Hem de bu atamaları Başbakan Süleyman Demirel tarafından onaylanmıştı.
İşte bu dinci, gerici sözde planlama uzmanlarının aralarındaki parola, “Selamın Aleyküm” idi. Birbirlerine gönderdikleri bayram kartları bile bu sözlerle başlıyordu. Sayıştay’da murakıp üye olan Ömer Ali Dursun adındaki kişi, zarf üzerine Yüksek Planlama Müsteşarı Turgut Özal yazarak gönderdiği kartta, “Selemin Aleyküm”  sözcüğüyle başlıyor ve “Allah’tan muvaffakiyetle iman selameti” dileyerek hürmetlerinin arz ediyordu. Böylece devletin tüm kurumlarıyla birlikte örümcek ağları sarmaya başlamıştı”. ( sf 205)
Ne dersiniz, Fesli Kadir’in devletin en üst makamında ağırlandığına göre, Turgut Özal’ın dediği gibi, gidişata da bakınca, Fesli Kadir’ın “çuvalın en üstüne çıkmış” gibi geliyor insana...
Yazı biraz uzun olduğu için devamı bundan sonraki yazımdadır.

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR

(1)(Turgut, Korkut, Yusuf Özal kardeşler Nakşibendî tarikatından idiler.
https://www.sarizeybekhaber.com.tr/turgut-ozal-o-tarikata-bakiniz-nasil-girmis)
(2)  Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasını hızlandırmak için 30 Eylül 1960 tarihinde 27 Mayıs’ın getirdiği iyi kurumlarından biri olan DPT kuruldu. Devletin ekonomik, sosyal ve kültürel amaçlarının belirlenmesinde hükümete danışmanlık yapmaktaydı. DPT zamanla işlevi azaldı, AKP döneminde Kalkınma Bakanlığına dönüştürüldü.
Çünkü artık tek adam devrine girdiğimiz için, DPT, plana mülana gerek kalmadı gibi…

Cevat Kulaksız

Hollanda Türkleri Konseyi  (HTK)Basın Açıklaması,

Norveç’teki NATO tatbikatında Türkiye’nin hedef tahtasına oturtulması
HTK olarak, Norveç’teki NATO tatbikatındaki, modern Türkiye’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ün resmi ve  Türkiye Cumhuriyetinin bugün ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ismi üzerinden yapılan tavrı,  biz, Amerikan NATO sunun, ayrılmaz bir parçası olduğumuz Türkiye Cumhuriyetine  karşı düşmanca bir tavrı olarak görüyoruz. Bu kesinlikle kabul edilemez ve bunu esefle kınıyoruz. Türkiye ile ilgili bu krizde, tatbikatın geçtiği ev sahibi ülke olarak Norveç’te sorumludur. Norveç Savunma Bakanı İstifa etmelidir. Norveç Başbakanı Erna Solbeg Türkiye’den resmi olarak özür dilemelidir. Norveç Parlementosundada bu konuda gündem oluşturmalı, siyasi partiler bu düşmanca tutuma karşı, karşı tavır almalıdır. Norveç Başbakanı  Erna Solberg, özellikle Türkiye’ye karşı düşmanca bu tutum dolayısı ile rencide edilen ve bugüne kadar Norveç’te barış içinde kardeşçe Norveç milleti içinde yaşayan, Norveç Türklerinden de özür dilemelidir.

Bugüne kadarki NATO dan yapılan özür açıklamaları sadece formalitedir. Özür açıklamaları ile bu derin düşmanlık tavır gizlenemez ve olay sadece bir kuru  özür ile de geçiştirilemez.
Başta Türkiye ve Norveç bu konuda ortak,  resmi ve ciddi işlem başlatmalıdır.
Bu konuda,  NATO içinde ise, Türkiye’nin de yer aldığı bir araştırma komisyonu kurulup rapor hazırlanmalı ve klasik alt düzeylerdeki isimler değil, gerçek sorumlular cezalandırılmalıdır. Bu Türkiye için onurlu bir mücadele konusudur. Türkiye’deki İktidar ve muhalefet bu konuda, Türkiye’nin resmi olarak aldığı  milli tavırda birleşmelidir. Türkiye’nin aldığı tavır doğrudur ve onurludur. Bu konuda HTK olarak biz Türkiye’nin aldığı tavrı destekliyoruz.

HTK olarak biz, Norveç’teki Türkiye’ye karşı düşmanlığı perçinleyen NATO olayını, Uluslararası Kamuoyu ve Türk kamuoyunun daha iyi   anlaması için tarihsel olarak biraz gerilere gitmekte yarar görüyoruz.

8-17.2017 tarihleri arasında. Norveç’in Stavanger bölgesinde bulunan, NATO Müşterek Harp Merkezi’nde düzenlenen  “Trident Javelin 2017 (Üç Üçlü Mızrak)” bilgisayarlarla masa üstünde simülasyon şeklinde, Türkiye’den 40 askerin ve  çeşitli NATO ülkelerinden yüzlerce askerin katıldığı,  senaryolarla yapılan tatbikatta, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucu Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ün resmi ve Türikiye Cumhuriyetinin bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ismi, düşman kuvvetler olarak gösterilerek, Türkiye Cumhuriyeti hedef tahtasına oturtulmuştur. Türkiye anında olayın ortaya çıkması ile askerlerini tatbikattan çekmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  beyanatı ile de Türkiye ve dünya kamuoyu olayı tüm çıplaklığı ile de öğrenmiştir.

1952 yılından itibaren ABD nin gerçek patronu olduğu NATO içerisinde yer alan Türkiye’de, şu anda resmi olarak 28 adet NATO üssü, eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in geçmişteki açıklamasına göre ise yaklaşık bilinmeyenler ile Türkiye’de 105 adet NATO üssü var ve Türkiye’nin, İ. II. ve III. Orduları Nato’ya bağlı Ordulardır. Bundan dolayı da TSK daki rütbe atamaları ve işleyiş NATO yu da kapsar.  Türkiye her dönemde NATO nun Güneydoğu bölgesinde aktif olarak yer alarak, Üyelik bazında, her türlü görevde müttefikliklerinin  yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmiştir. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahiptir.
Örgüt olarak NATO ve NATO’ya bağlı bazı ülkeler; özellikle ABD, Fransa, İngiltere vs.1964 yılında KIBRIS krizinde (örneğin, Johnson mektubu), 1. ve 2. Körfez savaşı sırasında, uluslararası terör örgütleri PKK, İŞİD, FETO ve ASALA ile mücadelede, eldeki net verilere göre,  Türkiye’ye karşı tehdit düzeyinde ve terör örgütlerinin asıl kurucuları ve doğrudan yada dolaylı destekleyicileri olarak tavırlar almışlardır.


Çok yakın zamanda, Türkiye’nin kendi güvenliği için S-400 hava savunma sistemini NATO dışı ülke Rusya’dan almasıyla birlikte (Yunanistan’da NATO üyesi ülke olmasına rağmen Rusya dan aldığı  S-300 füzelerine sahiptir), NATO merkezinin,  Türkiye’nin NATO tekniklerine ulaşması kısıtlanacaktır açıklaması ile de, Türkiye’ye açıktan tavır aldıklarını ortaya koymuşlardır. En son Norveç’teki NATO müşterek  tatbikatında ise, doğrudan TSK askerlerinin gözü önünde “ delilli-ispatı”  olarak Türkiye’yi düşman ve tehdit olarak göstermekledir.

Biraz gerilere gidersek, 1980 ortalarından itibaren Varşova ve NATO paktları arasında soğuk savaşın görece olarak bitmesi, Varşova paktının dağılması ve eski ittifaklardaki bazı ülkelerin yeni ittifak arayışları ve saf değiştirmeleriyle birlikte, dünya güvenlik ve işbirliği ilişkileri yeniden harmanlanmıştır. Bu süreçte ise, dünkü dost bugün tehdit unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya da çok bariz olarak görülmektedir. Bu anlamda, yeni süreçte, NATO ve özellikle Türkiye açısından sorunlu ve güvenilemez bir örgüt ve üyelerinden en önemlilerinden olan ABD ve İngiltere  işe güvenilmez olarak konumlanmıştır.

Özellikle Ortadoğu’da son 25 yıldır gelişen olaylarda, Türkiye’nin milli menfaatlerini koruması ve bunu son dönemlerde deneyimlerden ve mevcut jeo-politik şartların zorlaması ile birlikte, güvenliğinin sağlanmasının  bölge ülkeleri ile yoğun, dolaylı ve doğrudan işbirliğinden geçtiği ve bunu yapmasının kendisi için en uygun olduğunu kavraması ve tatbik etmesi ile birlikte (İran-Türkiye, Rusya, Irak, Lübnan, Katar ve dolaylı olarak Suriye, Yemen ve Çin nezdinde) Türkiye bu konuda tavrını ortaya açıkça koymuştur. Astana ve Soci toplantıları, alınan kararlar ve uygulamalar bunun bariz örnekleridir. Bu saflaşmada, Bir tarafta Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin merkezi yönetimleri diğer tarafta ABD, İngiltere, İsrail ve sözde müttefikleri, Suudi Arabistan, BAE ve onların vekili terör örgütleri olan İŞİD ve PKK’dir. Görüldüğü gibi bölgede ve dünyada yeni bir düzen ortaya çıkmaya başlamıştır. Güvenlik ve işbirliği algısı ve vurgusu değiştiği için, böylelikle bölge ve dünya ülkeleri arasında, bir NATO ülkesi bir tarafta diğer NATO ülkesi ise başka bir tarafta yer almakta veya bazı NATO ülkeleri ise Ortadoğu’daki saflaşmada, Almanya ve Fransa örneğinde olduğu gibi, saflaşmada bazen aktif, karşı ve pasif tutumlar takınmaktadır. Yani NATO filen bölünmüştür. Bu gayri resmi olarak bilinen durum ise, Norveç’teki tatbikatta da  açıkça şu yüzüne çıkmıştır. Esas Patron ABD ve güdümündeki NATO Türkiye’ye esas olarak yukarda saydığımız nedenlerden dolayı açıkça ve düşmanca tavır almıştır, Yani ABD ve güdümündekiler bir anlamda Türkiye’ye savaş ilan etmiştir.

Norveç’teki olayda, NATO nun Türkiye karşıtı tavrını bu perspektifte değerlendirirsek o zaman tavrın ne anlama geldiğini anlamanın daha kolay olduğu daha iyi görülebilinir.

Türkiye’nin NATO konusunda bir karar vermesi gerekmektedir. NATO ile ilişkilerini değerlendirip masaya yatırması ve kendisine NATO ile ilgili, NATO’daki konumu ve gelecekte Türkiye’nin değişen bugünlü ve gelecekteki oluşabilecek şartlara göre NATO da kalıp kalmaması konusunda, çok iyi hazırlanmış, akıllı bir çizelge hazırlaması gerekmektedir. Vakit gelmiştir. Tüm yukarıda bahsettiklerimizden dolayı,  Türkiye ya yeni kurulmakta olan Avrasya düzenine doğru adım atacak ve onun içinde yer alacak ya da Atlantik ve Avrasya düzeninde denge unsuru olacak bir konumda kendisine yer bulacaktır. Şu anda birinci tercihin ağır bastığı görülmektedir. 22. Kasım 2017 de Socide yapılacak doğrudan Rusya, İran ve Türkiye, dolaylı olarak ta, Lübnan, Yemen, Katar, Suriye ve Irak’ın da  çeşitli düzeylerde yer alacağı (Çin’de gizli gözlemci) ve tarihi kararların alınması beklenen  toplantı ve sonuçları Türkiye’nin konumunu daha’da netleştirecektir.

Biz HTK olarak, Ortadoğu, Balkan ve Kafkasya’daki çelişki ve çözümlerin bölge ülkeleri tarafından tespit ve çözüme ulaştırılmasını doğru buluyoruz. ABD Emperyalizminin patronu olduğu, NATO gibi örgütlenmelerin, bugüne kadarki deneyimlerden edindiğimiz gözlemimizle, bölge ülkelerine zarar verdiğidir.  NATO nun, dünkü ve bugünkü konumu itibarı ile esasında denildiği gibi, bir güvenlik ve işbirliği teşkilatı olmadığı, sadece ABD nin ihtiyaçları doğrultusunda ve ABD tarafından adeta: paravan,  kışkırtıcı ve  suç işleyen bir örgüt olarak kullandığını tespit ediyoruz. Ayrıca NATO yu, üye ülkeler arasında bile ayrımcılık yapan, dünya barışı açısından da zararlı ve savunulamaz bir örgüt olarak görüyoruz.
Bu anlamda HTK olarak, NATO ya üye ülkeler arasında Türkiye ile ilgili sürekli, NATO’nun koruyucu maddelerini  (özellikle 5. madde) işletmeyen ve  ayrımcılık yapan, Afganistan başta olmak üzere çeşitli ülkelerde suç işleyen NATO dan ve onun patronu olan Amerika’nın egemenliğinden, Hollanda, Türkiye, Norveç gibi ülkelerde dahil tüm üye ülkelerin kurtarılması için fes edilmesi ve  yeni bir dünya düzeni ve dünya güvenliği ve barışı  ve eşit ilişkileri için gerekli görüyoruz.

Son olarak, mevcut durumdaki NATO da,  var olan ve sürekli Türkiye’ye karşı yapılan ayrımcılığı ve düşmanlığı tekrar protesto ediyor, 8-17 Kasım tarihlerinde, Norveç’teki NATO tatbikatındaki, Türkiye’ye karşı affedilemez tavır konusunda Türkiye’nin yanında olduğumuzu deklare ediyoruz. NATO üyesi olan, Hollanda’nın da,  Hollanda Hükümeti olarak, bu konuda, Türkiye’nin yanında olmasını talep ediyoruz ve bu konuda Hollanda’dan da  resmi bir açıklama yapmasını bekliyoruz.

Saygılarımızla,
Hollanda Türkleri Konseyi adına, 
Sefa Yürükel Başkan.

Şarap Şişesindeki Beş Yüz Yıllık Kin
95 Yaşında, Cumhuriyetimizle yaşıt, yazdığı kitapları, iki üç ayda bir çıkardığı gazeteyi 2013 den beri okurlarına ücretsiz gönderen fedakâr emekli devlet adamı Sayın Ali Nejat Ölçen’in imzalayıp gönderdiği “Devlet Yokuşu”(1)  adlı kitabını okuyordum.
Kitabın 72 ve 73 ncü sayfalarında, Ali Nejat Ölçen Almanya’da iken, orada satılan çeşitli ülkelerin mallarının paket, şişe üzerinde, o malla ilgili o ülkenin yaşamında ve tarihinde ilginç resim, manzara, olayları anlatan reklam kâğıtlarını görür. Başka ülkelerin satılan veya tanıtılan mallarının üzerindeki etiketlerin albenilerine hayran kalır. İleride devletimizin bakanı da olacak olan Ali Nejat Ölçen, bizim malların satış paketleri üzerindeki albenisi olmayan, paslı, kirli etiketleri görünce üzülür.
Ancak, muhtemelen o zamanlarda Yugoslavya’dan gelen malların üzerinde, 600 yıldan fazla bir zaman önce yapılan Kosova Savaşını anımsatan, insanları kine yönlendiren yazıları da görünce, bu kinci intikamcı tavır karşısında hayret eder.   
Sırp Kini: (2)  Bülent Ecevit’in bakanlarından Ali Nejat Ölçen, 1960-1972 yılları arasında Devlet bürokrasisinde ve Planlama Teşkilatında (DPT) uzman olarak çalışmaktadır. BM bursu ile Almanya’da bir üniversitede Almanya’ya mesleki alanında inceleme araştırma yapmak amacıyla gönderilir.
Almanya’da kalırken, bazı satış yerlerinde, ekonomi ve ticari merak için marketlerde konserve, içki şişelerinin üzerindeki reklam resim ve yazılarını inceler. Bazı ülkelerin mallarının üzerindeki yazı ve resimlerin bir sanat harikası olduğunu, Türkiye’deki bu reklam kâğıtlarının albenilerini beğenmez ve üzülür. Almanya’da karşılaştığı bu olay konusuna değinirken, Ali Nejat Ölçen’in sonradan yazdığı “Devlet Yokuşu” adlı kitabının, 72-73 ncü sayfalarında şöyle yazar:
Şarap Şişesindeki Kosova Kini
“….Kimi ülkeler gururluydu: Siyah parlak fon üzerine yeşil rengi kullanıyor. Kimi ülkeler geveze: Renkler birbirine karışıyordu. Uzun uzun bilgiler kâğıdın sağına soluna serpilmişti. Kimileri şair ruhlu, kimileri kindar, şarap şişesinin üzerindeki kâğıtta, bir savaşçı görünüyor: Elinde kılıç, altında Gotik harfleriyle Almanca şunlar yazılı: “Bu şarap, Kosova savaşında can veren yurttaşlarımızın kanlarıyla sulanan üzümlerimizden üretilmiştir”.  Beş yüz yıl öncesinin kinini yansıtıyordu. Bu kâğıt giysileri, ülkelerine göre bir diziye sokmanın çok önemli sonuçları ortaya çıkardığını görmüştüm. Batı’da alıcıların aile bütçesine göre ekonomik boyutta, çekici idi pek çoklar; aspirin tüpü kadar bir cam silindirik şişecik içinde beş adet yeşil zeytin. 50 Pfennig, ne denli ucuz; fakat aslında çok pahalı. Kg ı 20 Mark. Zeytin dış satımı konusunda Türkiye’miz ne durumda? Beş kiloluk, sağı solu eğilmiş paslı teneke kutular içinde güzelim zeytinyağımız. Uluslar arası dış ticareti tanıtan, Pazar yaratmayı amaçlayan bu kâğıt parçaları, albüm içinde yerlerini almış, Türkiye’ye gitmeyi bekliyordu.
Kılıçdaroğlu’nun “Sırp Kasabı” iması
Kemal Kılıçdaroğlu, 14 Kasım günkü parti grup toplantısında hükümetin Sırbistan’dan et ithalatını eleştirirken, Bizim kasapları Sırp kasabına teslim ettilerdiyordu.
11 Temmuz 1995 de Ratko Miladiç" komutasındaki ağır silahlı Sırpların Srebrenitsa da, içlerinde yüzyıllar ötesinden gelen kinleri ile Bosna Hersek’de ve yöresindeki binlerce Müslüman’ı katletmişlerdi. Sırplar 11 Temmuz 1995 de 8372 den fazla Müslüman’ı bir gecede, hem de 600 kadar gözlemci BM Hollanda’lı askerlerinin önünde katletmişlerdi. Bosna Savaşı sırasında 11 ayrı suçtan yargılanan Sırp lider Radovan Karaciç'in “Bosna Kasabı” diye bilinen Radovan Karaciç Srebrenitsa'da işlenen soykırımdan suçlu bulundu. 11 ayrı suçla yargılanan R. Karaciç, toplam 10 suçtan hüküm giydi, 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Bu katliam, onların 628 yıldan önceki Kosova Savaşı’ndan gelen kinlerinin günümüzdeki dışa vurması olayıdır.
Hala Symirana mı?(3)
-….Yunanistan’ın, Yugoslavya’nın, Romanya’nın dış satım ürünlerini koruyan metal kutuların kağıt giysileri birer sanat eseriydi. Bizim İncir kutusundaki kâğıtta ise Kavuklu bir adam, eşeğe ters binmiş, kuyruğunu tutuyordu, (muhtemelen Nasrettin Hoca olmalı). Eşeğin altında “Symirna” yazılı. Dış ticaretimiz buydu. Utanç duydum. Bir başka kâğıtta da, kavuklu bir adam resmi, “Kadı efendi İncileri”, yine Symirana yazısı bulunmakta. (Oysa Yunanlılar ve de Batılılar 1922 de biten Kurtuluş Savaşı’na kadar İzmir’e “Symirana” diyorlardı. Demek ki 1970 li yıllarına kadar İzmir’den ihraç edilen malların üzerine hala Symirana yazılıyor, yöneticilerimiz de buna göz yumuyorlarmış. Bu bile onların, İzmir ve yöresine karşı onların emellerini, kinlerini yansıtıyor, gerçekten.
Yunanistan bile daha yakın zamana kadar, spor temaslarında, hava alanlarında, turizm haritalarında, 564 yıl önce fethedilen İstanbul’u bile “Kostantinopolis” diye anıyor ve öyle yazıyordu.

Cevat Kulaksız

SON NOTLAR
                       
(1)-Devlet Yokuşu Ali Nejat Ölçen Doruk Yayıncılık sf 72-73 Ankara 2013
(2)- Bosna Srebrenitsa Katliamı Nedir? Kim Yapmıştır?
Temmuz 1995'de Yugoslavya iç savaşı sırasında Sırp ordusu, "Krivaya 95 Harekâtı”nın bir parçası olarak Srebrenitsa'yı işgal etmiştir. Yaşanan bu olay bir işgal olarak kalmamış bir katliama dönüşmüştür. Çünkü Bosna – Hersek'in Srebrenitsa kentinde en az 8.372 kişi "Ratko Miladiç" komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından öldürülmüştür. Yapılan katliamda genç yaşlı demeden binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Yapılan katliama Sırp ordusunun yanı sıra, Bosna-Sırp ordusunun "Akrepler" olarak bilinen özel birlikleri de katılmıştır. Ne Birleşmiş Milletler'in Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmesi ne de kentte bulunan 600 Hollanda Barış Gücü askeri katliama mani olamamıştır. Srebrenitsa olayı, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa'da yapılan en büyük insan katliamı ve etnik soykırım olarak Dünya tarihine kazınmıştır.
Yugoslavya'nın düşmesinin ardından, 1992 yılında Sırplar Yugoslav halklarına katliam uygulamaya başlamışlardır. Olaya müdahil olmak isteyen Birleşmiş Milletler 6 bölgeyi güvenli ilan etmiştir ve bu bölgelerden biri de Srebrenitsa'dır. Savaştan önce 24.000 nüfusu olan bu kent mülteciler ve dışarıdan kente sığınan insanlarla birlikte 60.000 nüfusa ulaşmıştır. Nüfusun artmasıyla bu kent artık hastalıklarla, açlıkla mücadele etmeye çalışan bir toplama kampına dönüşmüştür. Kenttekilerin kendilerini korumak için edindikleri silahlar da  (Birleşmiş Milletler) güçleri tarafından güvenlik gerekçesiyle toplanmıştır. Sırp devlet Başkanı Radovan Karadziç'in emriyle, Ratko Mladiç komutasındaki Sırp askerlerinin kente olan tacizleri sıklaşınca kamptaki insanlar silahlarının geri verilmesi için başvuruda bulunmuş; fakat kampın Hollandalı komutanı Thom Karremans bu isteği geri çevirmiştir. BM güçleri ise sadece kent üzerinde iki tane F16 uçurarak tepki vermişlerdir. Hollandalı askerler Bosna'daki BM Barış Gücü Komutanı Fransız generalden aldıkları emirle bir gece yarısı kenti boşaltmış ve bulundukları kampı içindeki 25.000 mülteci ile birlikte Sırplara teslim etmişlerdir. Hollandalı komutan tarafından Sırplara satılan (bu olay videokasetle kanıtlanmıştır) kent bir hafta süren katliamla Sırplara yenik düşmüştür.
https://www.sabah.com.tr/dunya/2016/07/11/srebrenitsa-katliami-nedir
(3)- Symirna: Osmanlı Devletinde özellikle Ege Bölgemizin her türlü sebze, meyve, tahıl gibi ürünleri İzmir’li zengin Rum, Ermeni, Yahudi tüccarlar eliyle İzmir’den ihraç edilirdi. Ne yazık ki, Osmanlı’da yerli Türkler arasında ticaret gelişmemiş, her türlü ticaret bu yerli azınlıklar eliyle yapılır ve devletin kaymağını onlar yer, onlar zengin olurlardı.
Symirna, Yunan Antik çağda İzmir’in adı idi. Onun için yerli azınlık olan zengin Rum, Ermeni, Yahudi tüccarlar, Osmanlıdan beri İzmir’e Symirna dedikleri ve öyle olmasını istedikleri için, ihraç ettikleri mallara İzmir diye yazmazlar, Symirna diye yazarlardı. Demek ki 1960-1970 lere kadar bile tüccarların ihraç mallarının tanıtım yazı ve resimlerine hala Symirna diye yazmaya devam ederler, ihracatı denetleyen Türk yetkililer de ne yazık ki buna dikkat etmezlermiş.
Dilden dile dolaşan efsanelere göre de, İzmir kentine ismini bir Amazon Kraliçesi vermiştir. Smyrna, Zmirni,Esmira,Yezmirr, Samornia vs. olarak isimlendirilen kent,sonununda Türkler tarafından İzmir olarak benimsendi.Binlerce yıllık söylenceler İzmir kentinin adının Ege denizi çevresinde yaşayan Nuvilerin kullandığı Zmürna sözcüğünden kaynaklandığını ileri sürer. İzmir yöresinde yaşayan Erektidler M.Ö. yaklaşık 14 yy. Karadeniz’den gelen Amazonlarla savaşmışlardır. Bu savaşta Amazonları yenen Erektidlerin başındaki These Amazon kadınlarının önderi Smyrna ile evlenmiş ve yerleştiği kente’de onun adını vererek Zmürna demişti. Bu ad sonrada İyon diline Zimimi biçiminde geçmiş ve İzmir kenti anlamında Zmirni diye anılmaya başlamıştı. Türkler kenti zapt ettiklerinden itibaren ona İzmir demişlerdir. https://www.tualimforum.com/izmir/47662-izmirin-adi-nereden-gelmektedir-izmir-ismi-nereden-gelmistir-smyrna-ne-demektir.html

Cevat Kulaksız

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget