Seçim Neler Öğretiyor! - Doğan Kuban

ÇALAN ADAM’IN ELİ YA DA KOLU KESİLİR; MÜNAFIK İSE CEHENNEME GİDER. 

Sevgili okuyucular, Türkiye’de henüz demokrasi olmadığını kanıtlayan seçim gösterisi, toplumun kültürel ilkelliğini kanıtladı. Ülkenin politik radyografisi olarak Türkiye’yi dünya kamuoyunda yaraladı. Bu oyun, bütün oyuncularıyla, insanı yerin dibine sokan bir durum olarak Türkiye tarihine girecek. Sadece bir politik yolsuzluktan çok ötede, alnımıza vurulan bir geri kalmışlık  damgası.

İslam toplumlarının gelişmemişliğin kanıtlarından biri olarak tarihlere yazılacak. Bilinçli ve eğitilmiş bir Türk bu ayıbın altından kalkamaz. Gerçi on milyonlarca vatandaş geleceği kollayacak güce sahip. Fakat bu utandırıcı performans demokrasi ve uygarlık gösterisi olarak hiçbir yabancıya yutturulamaz.

Seçim olayının değerlendirilmesinin toplumun ortalama cehaletini aşması için ilkel politik jargonun ve kokuşmuş sözlüğünün dışlanması sağlanmalıdır. Türkiye’de halkın seçimi belirleyici bir politik ideolojisi oluşmamış. Bazı küçük grupların varlığı temel boşluğu doldurmuyor. Hamasi sözleri bir yana bırakarak bu seçimlerden edinilen bilginin geleceği aydınlatabilecek boyutlarını irdelemek gerek.

ÇAĞDAŞ DÜNYA BİLGİSİZLİĞİ BİR KÜRT AİLE
Halkın yarısı çağdaş dünya hakkında bir şey bilmiyor. Bunu anlamak için seçimlerin nasıl geçtiğini hatırlamak yeterli. Fakat dünyadan haberli olanlar da halkın hangi düzeyde olduğunu bilmiyorlar. 1950’den bu yana İslam motifinin politikada peynir ekmek gibi yendiği bu ülkede ne okumuş, ne okumamış hiç kimse İslam’ın ne olduğunu bilmiyor. En çok söz edenler en az biliyorlar. Demokrasi ile seçim sandığını birbirine karıştıran çok. Toplum kendi tarihini, yakın ya da uzak, bilmiyor.

Bir ay boyunca sıradan, güvenilir, güvenilmez, aptal, akıllı, deneyimli, deneyimsiz, pek çok politikacı, gazeteci, yazar, çizer, okudum ve dinledim. Doğrusu Türkiye’nin sorumlularını politik kavganın dışına taşıyanlara pek rastlamadım. Gerçi belediye başkan adayları birçok projelerinden söz ettiler. Onların içinde iyi ve akıllı olanlar da vardı.

Halk Partisi bir sevgi söylemi üzerine kurduğu propagandasını, başkanının ağzından, saygı duyulacak bir sağduyu ile sürdürdü. Fakat genelde gelişmesi öngörülen bir toplumun çağdaş insan kavramı üzerine kurulmuş bir proje ortaya çıkmadı. Ağırlık neredeyse 50 yıldır konuşulan maddi altyapı sorunları üzerine idi. Bunun da nedeni Türkiye belediyelerinin hâlâ elli yıl önce yapılmış olması gereken altyapı uygulamalarını gerçekleştirememiş ve araba trafiğinde boğulmuş olmalarıydı. 21.yy.’da kanalizasyon, ulaşım sorunları, ısıtma, hava kirliliği sorunlarıyla boğuşan, parksız, müzesiz kentler geri kalmış ülke kentleridir.


TEHLİKELİ TÜKETİM EKONOMİSİ
Çabuk büyüyen pis kokulu ağaçlara benzeyen yükselen yüksek bina yapmak ve dünyanın bütün mallarını modern bit pazarlarında sergilemek, sınırsız ve tehlikeli bir tüketim ekonomisinin göstergeleridir. Bunların çağdaşlıkla ilgisi yoktur. Gökdelen ya da alışveriş merkezi Amerika’da yüz yıl önce de vardı. Bu yapılaşma köylerden akıp gelen cahiller şaşırtıyor, oy da sağlıyor ama, yaşamı kolaylaştırmıyor. Anadolu kasabasından gelen için İstanbul bir Eldorado olarak algılanabilir. Fakat sağlıklı yaşamak açısından Anadolu köyünden beterdir. Kentleşememiş köylü aşamasında insanlar belediyeleri hayırsever vakıf olarak görüyorlar. Onlar da para ile oy satın alıyorlar.

Seçim günü sonrası güneşli havada gezen, eğlenen insanlar, oynayan, mutlu çığlıklar atan çocuklar seçim sonuçlarını hiç hatırlamıyorlardı. Televizyonda gördüklerimiz, platformlarda konuşulanlar unutulmuştu. Türkiye, bu kaygusuz insanlarındı. Belediye seçimlerinin sonuçları hepsini etkileyecekti, ama sandığa atılan listelerden çıkan adlar kimseyi ilgilendirmiyordu.

Halk Partisi 64 yıl sonra hâlâ %30’a ulaşamamıştı. Bu ülkeyi soymak, aile boyu dünya çapında zengin olmak, rüşvet almak, oy verenler için önemli değildi. “Çalıyor, ama çalışıyorlar” diyen %45. Çoğumuza garip gelen bu yanıt halkın ahlaksız olduğunu değil, kaygısız ve cahil olduğunu gösteriyor. Bu sadece bir algı sorunu değil, Türkiye de yaygın yaşamsal bir gözlemdir.

Köyden büyük kente gelen köylü, orada yeni bir dünyanın varlığını öğrendi. Daha güvenli bir evde oturuyor. Bunun sahipliği de o kadar önemli değil. Çünkü köyde de her zaman kendisine ait olmayan, ağanın toprağında oturuyor, maraba olarak o toprağı işliyordu.

Kentte suyu var, elektiriği var, çocuğunu okula daha kolay yolluyor. Bugün %70’i kente göçmüş olan köylü nüfus, özellikle gençler babalarının, annelerinin bilmedikleri bir dünyanın üyeleri. Eskiden köylü kenti bir fantasmagori olarak seyrediyordu. Şimdi bütün bu ilişkiler değişti.


Bir Kürt ailesi tanıyorum. Okuması yazması pek olmayan zeki bir genç olarak İstanbul’a gelen baba inşaat işçisi olarak başladığı kent yaşamına, inşaat bekçisi, inşaat çavuşu olarak devam etmiş, işbilir ve güvenilir olduğu için bir apartmanın kapıcılığına yerleşmişti. Bir Türk kızı ile evlenmiş ve apartman bodrumunda da kendisine bir daire verilmişti. Kızı öğretmen, oğlu iyi bir hastane teknisyeni olmuş sonra da üniversiteyi dışarıdan bitirmişti.

Kürt inşaat işçisinin, iki okumuş çocuğu, iki küçük apartman dairesi vardı. Bu insanlar Türkiye’yi ancak AKP döneminde algıladılar. Bu iki kentli okumuş KürtTürk karması gencin, ne dinle ne de hükümetle bir sorunları yoktu. İstanbul’dan başka yer bilmeyen yeni kent halkının, yüzleri geleceğe dönük üyeleri. Etnik köken ya da din bağının önemi kalmamıştı. Her şeyin politize olduğu sanılan bir ülkede politika ile ilgisiz yaşıyorlardı. Bu ailenin CHP’ye oy vermesi için bir neden yoktu.

Dünyayı Kenan Evren’den sonra (1980) görmüşler, 2000 yıllarında kent olgusunu algılamaya başlamışlardı. Bu sınıfın “herkes çalar!” gözlemi ya da algısı, çağdaş bir 1980 sonrası algısı idi.

SAHTE DİNİ SÖYLEM
Sevgili okuyucular,
Bu seçimin bir de sahte dini söyleme dayalı utandırıcı altyapısı var. Daha beş yaşında iken, adı Çelebi olan çok eski bir molla ailesinden geldiğim için, büyük teyzemden ‘münafık’ sözcüğünü duymuştum. ‘Münafıklık etme!’ derdi. Münafık, peygamber döneminde kendini Müslüman gibi gösteren ihtida etmemişlere verilen addır. (İngilizler ‘Hypocrit in religion’ derler.) Bu nifak çıkaran, ikiyüzlü anlamına gelir.

Allah’ın ve İslam öğretisinin başında adalet vardır. Allah adildir. Adalet eşit haklılıktır. Kuran’ın Nisa, Maide, A’raf, Şura, Rahman, Hadid surelerinde (IV/61,128, 134; V/ 12, 46; VII/28; XLII/14; LV/8; LVII/ 25) eşitlik yani adaletten söz edilir.

Çalan adamın bir eli ya da kolu kesilir. Fakat münafık cehenneme gider. Çalana oyu vermek demokratik bir haktır. Fakat sandıktan bir oy çalmak demokrasinin reddidir. Müslümanlığa da aykırıdır. Tartıda hile yapmak, eşitsizlik ve adaletsizliktir. Bunu insan çok dindar olduğu için değil, Müslüman aile içinde yetiştiği için öğrenir.

Kuran’da hırsızlık, rüşvet, adaletsizlik var. Yalan da var. Cezaları da var. Bunları Müslümanlık bağlamında tartışmak abesle uğraşmaktır. Kutsal kitapta olanları kabul etmemek de günahtır.

Fakat neyin arkasına sığınıp cahil halkın aklını karıştırdığımızın farkında olmayınca, topluma çok büyük kötülük ettiğimizi anlayamamak, herhalde günahların en büyüğü...

Doğan Kuban/ Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget