Mutlu Ama Uygar Değil! - Doğan Kuban

Çayıra salınan at, eşek, koyun mutludur. Karnı tok, uyuyan kedi mutludur. Uygarlıkla ilişkileri yok. Çiçeğe konan arı da mutlu olmalı! Belki farkında değildir. Onun balını yiyen ayı da mutludur. Ama uygar değildir. Kaldırımda uyuyan köpek mutludur. Ama onun yanından geçen mutlu değildir. Bunları birlikte yaşatan belediye de uygar değildir. Yolları otopark olarak kiralayan belediye mutlu olabilir. Ama uygar değildir. Kaldırıma çöp bırakan mutlu olabilir. Ama uygar değildir.

Mutlu Ama Uygar Değil! - Doğan Kuban
Türkiye’de daha acıklı olan 2014 yılında bizi Ortaçağ’da yaşatan kurumsal ilkelliktir. Bu denli vurdumduymaz olabilen bir halkın uygar olacağını hayal etmek olanaksız. Gerçi toplumun uygar milyonları da var. Fakat kendimizi ne kadar soyutlasak, yaşamı halkla paylaşmak zorundayız. Onun için her gün bir basamak daha aşağı inen ilkel olgular utandırıcıdır. Türk toplumunu küçük düşürücüdür.
Günlük gazetelerden bir utanç listesi:
41 ülkenin demokrasi sıralaması yapılmış. İslam dünyasının en gelişmiş ülkesi Türkiye listenin sonunda. Sıralamayı yapan oldukça ünlü bir Alman vakfı: Bertelmann Stiftung. AB ve OECD ülkelerini içine alan bu listede ekonomi, sosyal politika ve Çevre politikası verileri değerlendirilmiş. İfade ve toplantı özgürlüğünün kısıtlanması, demokratik hakların ihlali, medya yozlaşması, ve hak, hukuk konularında, Avrupa’nın eski komünist ülkelerinin, İsrail’in, Yunanistan’ın, Şili’nin, Meksika’nın, Malta, Romanya ve Macaristan’ın gerisindeyiz. Sadece insan kasapları ülkesi Yugoslavya’dan öndeyiz. Bereket Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İslam ülkeleri var.

AKP’li bir belediye başkanı kadınları çalıştırmayacağını söylemiş. Bunu örf ve âdete uygun olsun diye yapacakmış. Bu kent Türkiye sınırlar dışında mı? Bu adam İstanbul’da kadınların çalıştığı banka, dükkân görmemiş mi? Yasa bilmiyor. Tarih de bilmiyor. Örf ve âdet sandığı, ve toplumun büyük çoğunluğunun varlığını unuttuğu şeyler, bütün İslam dünyasının nüfusunun bugünkü Türkiye’nin onda biri kadar olduğu 1500 yıl önceydi. Arap yarımadası cahiliye çağında yaşıyordu. Kimsenin arabası, televizyonu, telefonu, bilgisayarı yoktu. Deve ve eşekle İstanbul’da dolaşan kimse görmüş mü bu başkan? Bu düşünce ve tutumun adını koyabilir misiniz? Bir Türk (adı Ali imiş) Kâbe’de (Ali Gate) önünde, ailesinin erkekli kadınlı fotosunu çekmişler. 1986’da Suudi Arabistan’da piyasada en son model foto makineleri satılırdı. Fakat fotoğraf çekmek yasaktı. Hele Kâbe’de foto çekenleri linç bile edebilirlerdi. Suudi Arabistan ne kadar gelişmiş. E! Örf ve âdet ne olacak?

İş makinaları ile gelen silahlı (?!) kişiler bir tiyatro sahnesi yıkıp, ağaç sökmüşler. Ne zaman? Gece yarısı! Bunlar ağaç ile tiyatro arasında bir fark olduğunu mu bilmiyorlar, yoksa buraya yanlışlıkla gelen mezar kazıcılar mı? Niye gece? Niye ağaç! Niye silah!
Bunlardan iş isteyenin nasıl bir vatandaş olduğu konusunda bir düşünceniz var mı? Sizce bu nasıl bir toplumun üyesidir?
Bunu anlayamadığım için size soruyorum
 Maçta sahaya atlayan bir futbol tutkulusunun dövülerek öldürülmüş cesedi ertesi gün çöp tenekesinde çıkmış. Bizim toplum geçen gün oy pusulası ile çöpü karıştırmıştı. Şimdi cesetle çöpü karıştırıyor. Bu arada seçim sandığı ile mezar da birbirine karışıyor.

Bir üniversite atanması haberi okudum. Önce alınacak adaylar seçiliyormuş. Sonra onların biyografilerine göre gazete ilanı veriliyormuş . Bu ilana en uygun adaylar seçiliyormuş. Burası bir üniversite. Bir rektörü var. YÖK diye bir fetva merkezi var. Bu biyografileri bilen bir kurum seçimden önce seçilecekleri saptamış!?

Sabahtan akşama kadar bu hikâyeleri dinleyen ve fıttırmayan bu toplum, kanımca, güneşte uyuyan kedi kadar mutludur. Oy’unu para ile satıp birkaç gün karnını doyuruyor. Gazeteler bir gökdelen fiyatına bir seçim satın alındığını yazıyor. Türk toplumunun bu kadar ucuz olduğuna inanmıyorum. Ama kör cahil olduğuna kalıbımı basarım.

BU SEÇİM YÖNTEMİNİ KİM İCAT ETTİ?
Partiler nasıl kabul ettiler? Zarfın açık kalması ve içine istediğin şeyin girip çıkması bir Türk yöntemi mi? İptal için bu kadar çok koşul olan bir seçim yöntemini akıllı bir toplum kabul edebilir mi? Damganın kendisi ve etrafındaki çizgi damganın basılacağı daireden daha büyük. Hiçbir Türk, eğer mimar ya da tasarımcı değilse, az okumuş ve kâğıt kalem görmemiş biri ise, o dairenin içine ‘evet’ damgasını doğru basmamıştır.

En çok iptal oyu AKP nin kazandığı sandıklarda çıkmış. Güçlü olanın istediğini iptal edebildiğin bir sistem. Torba kaçırmak, torba delmek, elektrik santralına kedi girmesi türünden ayrıntılar birkaç paraya oy atanları ilgilendirmez.

Bu komediyi demokrasi diye sunmak toplumu cehaletle damgalamak değil midir? Çok partili sistem, demokrasiyi kontrol etme amacını taşımıyor mu? Sandığı kontrol edemeyen partiler başka şeyleri nasıl kontrol edecek? Dervişçe ya da filozofça ‘Böyle gelmiş, böyle gider’ demek çağdaş bir tepki değildir. İnsanların biraz para karşılığı oy vereceğine inanmak istemesem, yani onlara böyle bir davranışı yakıştıramasam da mitinglere ücretle katılanların teşhiri ayyuka çıktığı için bunu kabul etmemek olası değil. Kanımca bütün bu olup bitenler, uzun süreli, planlı bir beyin yıkama ve kandırılma operasyonuna toplumca kurban olduğumuz düşüncesine daha uygun düşüyor. Bu tür uzun vadeli stratejilerin devlet programları olarak emperyalist merkezlerde geliştirildiğini yıllarca okuduk. Fakat son seçimde, sayısız yasa dışı manipülasyona karşın AKP’ nin %4045 lik bir oy düzeyinde kalması toplumun aptal olmadığını kanıtlıyor. Bu ülke için çok önemli bir aydınlanma garantisi ama, yakın geleceği kurtarmaya yetmez. Kaldı ki bütün aptalların iktidara oy verdiği düşüncesi de ‘olasılık kuramı’ içinde kabul edilemez. Ülke, kültür ve ahlak olarak, içi boşaltılmış oy torbasına benziyor. Yaşamak için gülümsemek gerek, ama ağlanacak bir durum var.

DİVRİĞİ HEYKELİNİ KURTARIN
 Yaşamın hiçbir boyutu politik kararların etkisi dışında kalmıyor. Böyle bir sonuç insanları umutsuz yapıyor. Sorunları insan odaklı yanıtlamazsak uygarlık söz konusu olamaz. Fakat dünyanın fiziksel geleceği uygarlık konjonktürünün sonunda egemen olması gerektiğini düşündürüyor.

Yazımı ülkenin en büyük uygarlık ayıbını anımsatarak bitireceğim. Kanımca, yukarıdaki bütün hastalıkların arkasında düşünce ve sanat karşısında gelişmemiş bir duyarlık sorunu var.

Romalı yaşlı Cato diye bilinen devlet adamı ve yazar her konuşmasını Kartaca yok edilmelidir, diye bitirirdi. Ben de uygarlıkla ilgili her yazımı ‘Divriği heykelini kurtarın!’la bitirmek istiyorum.

Sanat tarihi yaşamımın en büyük amacı Anadolu Türk uygarlığının en büyük anıtı ve dünya heykel sanatının en özgün örneklerinden biri olarak kabul ettiğim Hürremşah’ın Divriği taç kapılarını dünya sanat tarihinde hak ettiği yere çıkarmak oldu. Ahlat’lı bu büyük sanatçının başka bilinen yapıtı yoktur. Bu taç kapıların taş oymaları, İslam sanatında, Ortadoğu sanatında eşi olmayan, heykel niteliğinde, dünyanın en özgün sanat yapıtlarıdır. Elli yıllık bir çalışma ve yayın etkinliğine karşın bu başyapıt yok olma tehlikesinden henüz kurtulmadı. Bunu yapamayan bir toplum, özgürlük ve adaleti çöpe karıştırır. Güneşte uyuyan kedi gibi mutlu olabilir. Fakat entelektüel mutluluğa erişemez ve hiçbir boyutta uygar olamaz.

 Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget