Halkın Oyu(!) Meclis’in İradesi(!) - Şükran SONER

Neymiş efendim; demokrasilerde yasama, yürütme, yargı bağımsızlığı, demokrasinin, insan haklarının olmazlarına ilişkin kriterler işlemeyince, sanal demokrasi adına ağızlardan düşürülmeyen “halkın oyu”, “Meclisin iradesi” kavramlarının değeri, işlevi de kalmıyormuş.. Yazımın ünlem işaretli başlığını Hatip Dicle ile ilgili kararlardan sonra, YSK ve ilgili özel mahkemelerin KCK, Ergenekon davalarından yargılanan, infaz içerikli tutuklulukları süren seçimi kazanan, mazbatalarını da ellerine alan bağımsız milletvekilleri ile ilgili “tahliye ya da tutukluluğun devamı” kararları verilmeden önce attım. Kararlar siz bu yazıyı okuyana kadar olumlu çıksa da, halkın oyu, Meclis iradesi ile ilgili demokrasi kriterlerimizin olmadığına ilişkin tablo değişmeyecek çünkü..
Çünkü siyasal, toplumsal baskı, çıkmazdan kurtulma adına, son dakika yorumları; halkın oyunun geçerli sayılması, Meclis iradesinin ciddiye alınması; en çok da mahkûmiyetsiz, yargısız infaz niteliğindeki tutukluluğun ayıplı gerekçelerinden geri dönüldüğü, “artık kaçmalarından söz konusu edilemeyecek, hiç değilse milletvekili seçilmişler için tutukluluğu kaldırma kararları..” hukukun, adaletin haktan yana işlediği.. anlamını içermeyecek..
Son birkaç gününün söz konusu gündemli tartışmaları tek başına, Türkiye’de AKP’nin 12 Eylülü’nün de katkıları ile bağımsız yargının ele geçirilmesi, denetim altına alınması, siyasallaştırılmasının, insan hakları, demokrasi için ne menem bir tehdit olduğunu çıplak göstermeye yetti de arttı bile.. Dünün akşamüstü saatlerine kadar televizyon haberleri, oturumlarında görüş bildiren hukukçular, uzmanlar, gazeteciler, siyasetçiler, hak-hukuk konumunda eşdeğerde durumlar için verilebilecek kararlar üzerinde sayısız olasılık sayıp durdu. Yani bağımsız milletvekili olarak seçilmiş, mahkûm olmamış, infaz niteliğinde aylar yıllar öntutuklu seçilmişlerin Meclis’e gidebilme, serbest kalma olasılıkları kadar, tutuklu kalma olasılıkları vardı. Üstelik aynı konum için KCK ve Ergenekon davalarında farklı farklı kararların çıkabilmesi de gündemdeydi..
***
Çok geç olarak görülmüştü ki.. zamanında muhalefetin uzlaşma ile değiştirilmesini önerdiği sorunlu, keyfi yorumlu kimi yasa maddelerinin iktidar iradesi, engeli ile karşı karşıya kalınmasa, değiştirilmiş olmaları halinde bile bu garabet tablo ortaya çıkmayacaktı. Çok daha önemlisi söz konusu yargı kararları ve süreçlerinin çoğunluğu için, hukuk maddeleri ile gerekçelendirmeler yabana atılamasa da, hukukun özüne, hele de hakka uygunluk söz konusu değildi. Hükümet adına yapılan açıklamalarda sorun yaratan kararlarda siyasi iradenin söz konusu olmadığı, bağımsız yargının karar verdiği sürekli vurgulansa da, inandırıcı olunamıyor, yargının siyasallaştığı toplumsal yargısı her olayda bir adım ileri pekişiyordu..
Seçimlere gün sayılırken Hatip Dicle hakkında çıkan mahkûmiyet kararının hukuksal gerekçeleri ne kadar sağlam olursa olsun, ortada, “Karar seçimden sonraya kalmış olsaydı. Hatip Dicle için verilmiş yüksek oy, halk iradesi işleyecek, sorunsuz milletvekili olacaktı..” gerçeği dururken, hak-hukukun işlediği yargısı nasıl geçerli olabilir ki? Üstüne YSK’nin yine hukuk tekniğine, yasalara çok uygun düşse de, milletvekilliğinin kalktığı yolundaki kesin kararının hiç de hukuksal bir zorunluluk olmadığı, kararın Meclis iradesine bırakılabileceği gerçeği ortada iken. Dicle’nin bağımsız milletvekilliğinin iptal kararı üzerine, AKP’li sıradaki milletvekili adayına mazbatasının verilmesi işin tuzu biberi. Yargıda siyasallaşmasının olmadığı savunmalarına bu tabloda artık kimi inandırabilirsiniz ki? Yargının iktidar, cemaatler denetiminde, iktidar icraatları için engel oluşturmaması gerektiğini savlayanlar, isteyenlerden başka..
Sözün özü ileri demokrasiye gidiyoruz palavraları arasında, Türkiye, iç-dış ittifakları, destekleri çok sorgulanır, Meclis çoğunluğu, oy gücünün kullanılışı, demokrasi, insan haklarının özü ile çelişen bir iktidarın daha da güçlenmesi, keyfileşmesi olgusu ile karşı karşıya.. İslam dünyasındaki iç savşlar boyutuna varmış, yoksulların en altta kalmama çabalarında, ırk, mezhep, cemaatlerin çatışmasında gelinen kaosta Türkiye’nin durumu daha da bir çatallaşıyor. ABD-AB güç merkezlerinin, İran benzeri iktidarlar ya da kaostan kaçış adına, İslam ülkelerindeki patlamaların tümünde kendi güçleri ile işin içinden çıkamaz noktalara geldikleri gerçeği cabası. Yandaş iktidarlar yaratmada ılımlı İslam iktidar, cemaat yaratma projelerine sarılmış oldukları artık bilinmeyen değil. Türkiye’yi rol model yapma tutkuları cabası.. Türkiye Cumuriyeti’nin geleceği, insan hakları, laiklik, demokrasi kriterleri ne kadarı ile umurlarında olabilir ki.. Kendi geleceğimize sahip çıkmadan başka çıkış yolumuz olabilir mi?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget